18. Bölüm

16: Parçalanmış Kalpler

sema
erlsema

 

- Tuğrul Ganiev -

 

" Aya bak, yıldıza bak

Suya giden kıza bak

Kız Allahın seversen

Dön de biraz bize bak."3

Dizeler ardı arkasına akarken, sigaradan bir dumanı ciğerlerime çekerek, karşıya baktım. Önümde küçük bir demlikte çay ve bir paket sigaram vardı. Ve birde radyodan çalan bir türkü...

Bu gece, 12 Şubat'tı...

Laçin'in benden gittiği günün gecesi...

Elbet bana geri gelmişti. Yaradan onu bir şekilde karşıma çıkarmış, yüzümü kısa sürede olsa güldürmüştü. Lakin yine de, insan ister istemez bazı şeyleri aşamıyordu. Tıpkı benim o günü aşamamam gibi...2

Sigaramdan bir nefesi daha ciğerlerime çektikten sonra, demli çayımdan bir yudum daha aldım. Hayatın tadı tuzu yoktu, insanın sevdiği olmadıktan sonra hayata renk katacak da, tat verecek de bir şeyler olmuyordu. Bundandır ki çaya ne kadar şeker atarsan at, o tadı bir daha alamazsın. Zira benim sevdiğim biri vardı, lakin onu kapı dışarı ettiğimden beri, hayatıma tat veren şeyler de bir bir yok olmuştu.2

Çayımdan bir yudumu daha aldığımda, titreyen telefonumun sesiyle bardağımı yerine bırakarak, radyoyu kapattım. Cebimden telefonu çıkartıp ekranına baktığımda, Annem'den bir mesaj gelmiş olduğunu gördüm. Uygulamaya girip mesaja baktığımda, ablamın hastane odasındaki bir sedirde, kucağında bir bebekle çekilmiş olan bir fotoğrafı atmış olduğunu gördüm.

Ablamın hamile olduğu bile aklımdan çıkmıştı. Fotoğrafı büyütüp bebeğe baktığımda, yeni doğduğu için cildi kıpkırmızı görünüyordu. Ablam ise bebeğine tebessüm ederek bakıyordu. Bu fotoğraf, dudaklarıma bir tebessüm konmasına neden olurken, aklıma geleceğin ihtimalleri dolduğunda, yüreğimde bir umut yeşerdi.

Neticede yaradan, gerçekleştirmeyeceği şeyi hayal ettirmezdi...

Fotoğraftan çıkıp annemin fotoğrafın altına attığı mesaja baktım.

Annem:

Yeğenin doğdu, Tuğrul'um.

Dudağımdaki tebessüm büyüdüğünde, parmaklarım klavyeyle buluştu.

Ben:

 

Anası, babasıyla, sağlıkla büyüsün Anacım. Benim yerime de öpün yeğenimi.

Ne garip, kimisinin acı çektiği günde, kimi beden hayat buluyordu... hayat cidden çok garipti...

Mesajımı attıktan sonra, uygulamadan çıkıp, sönmek üzere olan sigaramdan bir nefesi daha ciğerlerime çektim. Biten sigaramı küllükte söndürdükten sonra, bardağımdaki son yudumları da içip oturduğum yerden kalktım. Bardağım ve demliği alarak mutfağa girdim ve tezgaha bıraktım. Daha sonra mutfaktan çıkıp, üst kata çıktım. Odama girip üzerimdekileri çıkarırken, yalnızca baksırla kaldım. Dolabımın kenarındaki boy aynasından kendime bakarken, ciğerlerim sıkıntıyla dolmuştu.1

Vücudum bir harabeye dönmüştü...

Sadece gövdem değil, bacaklarıma kadar aldığım yaralarım vardı. Yüzümde de belli belirsiz bazı izler vardı, lakin hiçbiri gövdemdeki yaralar gibi değildi... Elbet gam yemiyorum bu yaralardan. Benim için her biri, onur iziydi. Her birini şanla taşırdım bedenimde. Hiçbirinden de utanmazdım.

Elim sağ göğsümdeki iki kurşun izine gittiğinde, yarasının hâlâ ilk günkü gibi acıttığını hissettim... Ölüm ile ilk burun buruna geldiğim andı. Bedenimden kanlar süzülürken, öleceğime o kadar emindim ki gözlerimi tekrardan açtığımda, yaşadığıma dair şüphelerim vardı. Zira uzun bir süre yataktan çıkamamış, mesleğimin başına dönmemiştim.

Elimi biraz daha aşağıya kaydırıp karnımdaki yaraya dokunduğumda, gözlerimin önüne Laçin'in yaramı tedavi ederken ki görüntüleri geldi... Dudaklarımda istemsiz bir tebessüm belirirken, sabaha kadar başımda durup sürekli beni kontrol edişi, bir an olsun gözlerimin önünden gitmiyordu. Uyumuyordum, lakin o beni uyuyor sanıyordu. Bundandır ki, alnıma her bezi yerleştirip, vücudumdaki teri silerken onu hissediyordum. Ateşim düştüğünde ise oturduğu sandalyede uykuya dalmıştı. Bende onun yüzünü seyre dalarken uykuya dalmıştım... O gün, iki saat uyku uyumama rağmen, uzun zaman sonra huzurla uyuduğum ilk geceydi.7

Gözlerim bacağımdaki yarayı bulduğunda, gözümün önüne, önümde eğilip bacağımı tedavi ettiği anlar serildiğinde, ister istemez onu bir kez daha arzuladım. Lakin bunun yanlış olduğunu bildiğimden, bu düşünceleri kafamdan def edip aynanın önünden çekildim ve yatağıma girdim. Kollarımı başımın altında birleştirip tavana bakarken, aklımda olan tek kişi, hiç şüphesiz Laçin'di.

Onun gönlünü geri kazanmanın bir yolunu bulmalıydım. Bunu çok geç olmadan yapsam, iyi olacaktı.1

Gözlerim ile birlikte düşüncelerimi de karanlığa boğup uyumaya çalıştım. Zira yarın, zor bir gün olacaktı.

 

🇹🇷

 

" Bu ne hâl Kopuk!" Diyerek bağırdığımda, Tim daha hızlı şınav çekmeye başladı. " Ne bu rahatlık, bu gevşeklik!" Bir kez daha bağırdığımda, yanından geçtiğim Azmi'nin sırtına ayağımla bastım. Her biri şu son birkaç ayda çok gevşemişti. O eski düzen yoktu.4

" Siz böyle mi çıkacaksınız dağlara?" Diyerek bir kez daha bağırdığımda, " Hayır, Komutanım!" Diyerek haykırdılar hep bir ağızdan. Bir yandan şınav çekiyor, diğer bir yandan emirlerime uyuyorlardı. " Tek kol pozisyonu al!" Diyerek ikinci bir emri verdiğimde, her biri hızla tek kol konumuna girip şınav çekmeye başladı. Sol elleri bellerinde dururken, sağ elleri ile şınav çekiyorlardı. Bu konum onları zorlasa dahi, yapmak zorundalardı. Zira onlar Türk Askeriydi, her zaman gücü kuvveti yerinde olmalı, halka onları koruyabileceğimizin güvenini; gövdelerimizle, bakışlarımızla ve bileğimizin hakkıyla göstermeliydik.

" Ey Türk geçliği, nedir birinci vazifen?" Diye haykırarak soru sorduğumda, tek amacım onlara kim olduklarını hatırlatıp yaptıkları işi daha büyük bir şevkle yapmalarını sağlamaktı. " Türk istiklalini, Türk cumhuriyetini, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir!" Diyerek haykırdıktan sonra tam da tahmin ettiğim gibi, büyük bir şevkle şınav çekmeye devam ettiler.4

"Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur!" Diyerek onların sözünü devam ettirdiğimde, damarlarında akan ulu kanla birlikte bağırdılar. " Bu temel, senin en kıymetli hazinendir!" Göğsüm gururla kabardığında, bir sonraki cümleyi dile getirdim. "İstikbalde dahi seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek dâhilî ve haricî bedhahların olacaktır!" Cümlemi bitirdiğim anda, büyük bir coşkuyla devam ettirdiler. " Bir gün, istiklal ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şeraitini düşünmeyeceksin!" Her bir kelimesini candan, yürekten dile getiriyordu aslanlarım.

" Bu imkân ve şerait, çok namüsait bir mahiyette tezahür edebilir. İstiklal ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şeraitten daha elim ve daha vahim olmak üzere, memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakruzaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir!"

Her bir cümlemi dile getirirken, aynı anda coşkuyla bağırıyor, her birinin yanından geçerek onları dikkatle izliyordum. Vücutlarından terler akıyor, nefes nefese kalmış vaziyette kızarmışlardı. Lakin yine de, tam da benim askerime yakışacak şekilde, bir an olsun dinlenmeden aynı hızda şınav çekmeye devam ettiler.

" Ey Türk istikbalinin evladı! İşte, bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, Türk istiklal ve cumhuriyetini kurtarmaktır!" Diyerek bir kez daha bağırdığımda, son cümleme onlarda büyük bir şevkle eşlik ettiler, " Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!" Dudaklarımda gururlu bir tebessüm belirdiğinde, tam karşılarına geçtim ve, " Tamamdır, Kopuk. Dinlenebilirsiniz." Derken, her birinin yüzüne gururla baktım. Onların her biri, benim Vatan'ımın Bozkurduydu. Ellerindeki kan, Vatan uğruna dökülen kandı. O kanların her biri, Al bayrağın gövdesini süslüyordu.3

" Bizi nasıl gaza getireceğinizi biliyorsunuz, Komutanım." Diyen Cümali'ye dudaklarımdaki tebessüm ile baktım. " Kim olduğunu unutmadığın müddetçe, siz her zaman güçlü olansınız. Bunu unutmayın, Kopuk." Diyerek her birine baktıktan sonra, ellerimi birbirine çarparak onlara baktım. " İdman'lar için eş seçin kendinize." Diyerek onlara baktığımda, " Siz seçmeyecek misiniz, Komutanım?" Diyen Azmi'ye baktım ve, " Şansını zorlama istersen, Kulaç." Dediğimde, hızla elini dudaklarına götürüp fermuar çeker gibi hareket yaptı.

" Komutanım, Allah rızası için benden uzak durun." Diyen Cümali, Tarık abiden kaçıyordu. " Oğlum, yemeyeceğim ya seni. Alt tarafı idman yapacağız." Deyip, sırıta sırıta Cümali'ye baktı. " Komutanım, bakın Omar Teğmenim sizinle idman yapmak için sabırsızlanıyor." Diyerek Omar'a taş attığında, Omar gözüne kestirdiği Azmi'ye bakarak sırıtıyordu. " Benden uzak dur Cümali. Benim avım belli." Diyerek parmaklarını kütlettiğinde, Azmi yutkunarak Omar'a baktı.2

" İdman yapacaksınız, birbirinizden intikam almayacaksınız, bunu unutmayın!" Diyerek haykırdığımda, hızla bu gevşek konumlarından sıyrılıp, " Emredersiniz, Komutanım!" Dediler. Lakin anlaşılan o ki, onlara görevlerini hatırlatmam gerekiyordu. " Bizim mesleğimizde intikam yok, Kopuk! Zira intikam almak, şahsi meseleye girer. Bizim mesleğimizde de şahsi mesele yoktur. Bunu unuttunuz mu Kopuk?" Diyerek haykırdığımda, ne yaptıklarını fark etmiş gibi kendilerine çeki düzen verdiler.

" Asena ve Behlül, ikiniz birsiniz." Dedikten sonra Tarık abiye döndüm. " Omar ve sen birsin Erli." Son olarak da Cümali ve Azmi'ye baktım. " İkiniz berabersiniz." Eğer ki ben onlara müdahele etmeseydim, iş şahsi meseleye dönüşecekti. Bu bir idman dahi olsa, şahsi meseleler mesleğimizin yanından bile geçemezdi. Bu her ânımızda geçerliydi.

" İdmana başlayın!" Diyerek bağırdığımda, her biri eşinin yanına geçip idman yapmaya başladı. Eğer ki Adem burada olsaydı, bende idmana katılabilirdim. Lakin onun buraya gelmesine henüz çok vakit vardı. O gelene kadar da, şahsi idman'lar yapacaktım.

Onlar idmanlarını gerçekleştirirken, her birinin yanından geçip, bileklerinin kuvvetlerini inceledim. Bu aralar fazlaca gevşedikleri için güçleri hala yerinde mi, kontrol etmem gerekiyordu.

Yaklaşık iki saat boyunca gerekli olan tüm idmanları onlara yaptırmıştım. Bu iki saatin sonunda pestilleri çıkmış gibi, oldukları yere yığılmışlardı. Uzun zamandır antreman yapmadıkları için yorulmuş olmaları normaldi. Bundandır ki onlar gövdelerini toprağa yatırırken, ben onları kendi hâllerine bırakarak kantine gitmiştim. Şuan ise avuçlarım arasındaki bardaktan çay içiyordum.

Şu son birkaç gündür kar yağışları giderek arttığından dolayı, şehirde çoğu yer kapalıydı. Halktan da birilerini pek göremezdiniz. Tek tük insanlar, ihtiyaçları için çarşıya iniyordu. Lakin biz Askerler, kar gerekirse bir fırtınaya dönüşsün, yine de dağlara çıkmaktan vazgeçmiyorduk. Çünkü bizim mesleğimiz, işimiz buydu. Bize dinlenmek yoktu. Hava koşulları tanımak yoktu. Biz, her koşulda dağlarda yol gezerdik.2

Çayımdan bir yudum daha içtiğimde, bakışlarım önümdeydi. Bu aralar hayatım fazla sıradan geçiyordu. Elbet önceden de normal bir hayatım vardı. Lakin, Laçin hayatıma girdikten sonra bazı şeylerden tat almaya başlamıştım. En azından yüzümde bir tebessüm, aklımda geleceğin ihtimalleri oluyordu. Lakin Laçin hayatımdan çıktığında... İşte o anda her şey eskisinden daha beter duruma gelmişti. Yaşamamın tek sebebi, hiç şüphesiz Vatan'ımdı. Elbet Laçin için de yaşamaya çalışıyordum. Lakin ümidim öyle bir tükenmişti ki... Beni affedebileceğini zannetmiyordum. Yine de elimden geleni yapacak, gönlünü almaya çalışacaktım. Eğer ki emeklerim sonuç göstermezse de yapacak bir şeyim yoktu. Yalnızca Vatan'ımın izinden gidecek, şehit olacağım günü bekleyecektim.1

Umuyordum ki, Gece Okyanusu beni affederdi. Yoksa bu hayattan nasıl bir daha zevk alırdım, inanın bilmiyordum.3

Elbet kabahatimin büyüklüğünün de farkındaydım. Saçma sapan, ergenler gibi davranmıştım. Her şeye olgunca yaklaşan ben, o gün hiçbir şey dinleyememiş, düşünememiştim. Çünkü bana delillerden bahsetmişlerdi ve o anda benim kafamdan her şey silinip gitmişti.4

Şimdi ise o delillerin hiçbiri gerçek gelmiyordu, çünkü inanmıyordum. Elbet Laçin ile de konuşacak, kafamda birçok şeyi tasdikleyecektim. Tabi öncesinde gönlünü almalıydım...

Rabbim, sen bana sevdiğimi bağışla. Zira onsuz bir hayat nasıl geçer, bilmiyorum...1

 

🇹🇷

 

- Laçin Sağdıç -

Hani bazı insanlar vardır. Hayata gözlerini bir sıfır önde açarak başlarlardı. Birçok yönden şanslı olurlardı. Ne bileyim, ailesi olurdu. Varlıkla doğardı ya da onu sevecek insanlar hayatında olurdu. Elbet benim de bir ailem oldu, beni seven insanlar da vardı elbet. Lakin... Ben Vatan'ımdan gitmek zorunda kaldıktan sonra, hem ailemi hem de sevdiğim insanları kaybetmiştim.

Küçükken kavga ettiğim Yazo, Merdan, Jennet ve daha nicesini bile özlüyordum. Düşünün, onlarla her fırsatta kavga etmeme rağmen, onlar benim Vatan'ım olduğu için özlüyordum.

Siz hiç, Vatan'ınızdan uzak kaldınız mı?

Toprağının, havasının, insanının kokusunu unuttunuz mu?

Siz hiç, Vatan özlemi çektiniz mi?1

Elbet Türkiye bana kollarını açtı. Burada bir ailem, beni seven insanlar oldu. Lakin hiçbiri, bana kendimi öz Vatan'ım gibi hissettiremez... Çünkü netice olarak, insanın Vatan'ı her zaman yüreğinde bir tahttır... Sanmayın ki buradaki ailemi sevmiyorum. Elbet onları da seviyorum, hatta onları öyle bir seviyorum ki nasıl tarif edilir, bilmiyorum... Babam, annem... Ben onları hiçbir zaman öz anne ve babamdan ayırmadım. Çünkü onlar benim anne ve babamdı. Kan bağı olmadan da insanlar aile olabilirdi.

Benim hasret kaldığım şey, Vatan'ımdı.

İçime çektiğim derin bir ' Ah ' ile birlikte, babamın toprağında elimi gezdirdim. Normal şartlarda, bu yarayla hastaneden çıkmam mümkün olan bir şey değildi. Lakin bir Mit Ajan'ı olduğum için, hastaneden çıkmam kolay olmuştu. Zira hastaneyle bir sorunum yoktu. Ben baba ve anne özlemi çektiğim için orada daha fazla duramamıştım.

Dün gece babam rüyama girmişti.

Üzerinde asker üniforması, elinde sevdiğim çikolatayla birlikte bana tebessüm ediyordu. Birkaç cümle kurmuştu dudakları, lakin o cümleleri hatırlayamıyordum. Hatırladığım tek şey, suretiydi. Babaannemin dediğine göre, eğer ki vefat etmiş olan bir yakınımız rüyalarımıza giriyorsa, bir rahmet duasına, toprağına su dökülmesine ihtiyacı varmış. Bende sabah uyandığım gibi, ilk baş rüyanın etkisiyle bir boşluğa düşmüş, neredeyse ağlayacak vaziyete gelmiştim. Çünkü babama olan özlemim artmıştı... Lakin gözlerimden tek damla düşmeden yatağımdan kalkmış ve gerekli işlemleri yaptıktan sonra Şehitliğe gelmiştim. İlk baş babamın toprağına sarılmış, su dökmüştüm. Daha sonra annemin toprağına sarılıp su dökmüş ve her ikisi için de dua etmiştim.

Şimdi ise, öylece ayak uçlarında oturuyor, topraklarını okşuyordum. " Bana bir masal anlat, baba." Diyerek hafifçe mırıldandığımda, dudaklarımda bir tebessüm vardı. " İçinde bütün oyunlarım, kurtla kuzu olsun, şekerle bal." Dedikten sonra, başımı babamın toprağına yasladım. Canım çok sıkkındı ve derdimi anlatabileceğim tek kişi, hiç şüphesiz babamdı. Anneme de anlatabilirdim elbet, lakin kendimi her zaman babama daha yakın hissetmişimdir. Nedeni ise, hiç şüphesiz beni o mağaradan kurtarması idi...3

" Babam." Diyerek toprağından öptüğümde, bir elim ise toprağını okşuyordu. " Kızın beceremiyor, babam." Diyerek yutkunduğumda, boğazımda bir düğüm vardı. Bu düğüm, boğazımdan akıp yüreğime oturuyordu. " Ne kendini koruyabildi, ne de sevmeyi becerebildi... Tam bir fiyaskoyum." Diyerek gözlerimi yumdum. Bir süre öylece sessiz sessiz babamın baş ucunda durdum. Daha sonra, başım toprağında, babamla konuşmaya devam ettim. " Sizden sonra kimim kimsem kalmadı. Bir Vatan'ıma sığınıyordum, onu da elimden aldılar, biliyorsun babam. Lakin gocunmadım, yine her şeye rağmen MİT'in teklifini kabul ettim. Şimdi yine Vatan'ım için cebelleşiyorum. Lakin yüreğim çok buruk, baba..." Gözlerimin dolacağını anladığım için, hızla derin bir nefes aldım ciğerlerime. " Baba, sevdiğim adam bana inanmadı..." Bu cümleyi kurarken sesim öyle bir titremişti ki... Eğer ki kendimi tutmasam, burada hıçkıra hıçkıra ağlayabilirdim. " Gelip de bana sormak yerine, ona sunulan saçma sapan şeylere inandı... Oysa ki sen demez miydin, sevda her şeye kudrettir diye?" Bir soluğu daha ciğerlerime çektim.3

" Sevdiğim adam beni sevmiyormuş demek ki babam." Bu cümleyi kurmak yüreğime öyle bir hasar vermişti ki... Sanki canımdan can çıkıyordu. Ruhuma bıçaklar saplıyor, bir toz bulutuna çevirilmesine neden oluyordu. Sadece bir cümle, nasıl olurda insanı bu hâle getirirdi?2

" Söyle bana babam, bu kızın ne yapsın şimdi?" Hiçbir sesin bana geri dönmeyeceğini bile bile bu cümleyi kurmuştum. Zira biliyordum ki, bu saatten sonra bana benden başka kimse yardım edemezdi.

Ben Laçin Sağdıç'tım. Babasının kızıydım. Canımı yakanın canını yakmasını bilirdim. Bilirdim bilmesine de, sevdiğim insanın canını nasıl yakardım... Ben onu üzerken, aslında kendimi de üzecektim. Çünkü ona gelen zarar, bana gelecekti.

Lakin yine de durmayacak, onun canı yanana dek de acımayacaktım.

Başımı babamın toprağından kaldırıp, " Sizi özlüyorum, ailem." Derken, son kez ikisinin de toprağına dudaklarımı dokundurup ayağa kalktım. Ben babamın naaşını kapı önünden alırken, annemi kollarım arasında kaybettim. İki canı,kendi ellerimle toprağa verdim.

İnsan bazen, severken kaybedebiliyordu.

Zira kaderin karşımıza ne çıkaracağını bilemezdik. Bugün yapmadığımız şeyden, yarın pişman olabilirdik. Pişman olmamak adına da o an ne yapmak istiyorsak yapmalıydık. Zira yarının ne getireceği belli değildi. Ya ölürdük, ya yaşardık. Lakin asla belli değildi. Tıpkı bundan beş dakika sonra ne yapacağımızı bilemememiz gibi...

Ciğerlerime çektiğim kasvetli havayla birlikte, ayaklandığım yerden son kez ailemin isimlerinin yazılı olduğu tahtaya baktım ve arkamı dönüp şehitlikten çıktım. İstikâmet, evimdi. Bugün, gerçek anlamda evime gideceğim ilk gündü. Hiçbir zorunluluğum olmadan gidecektim evime. Ne bir eşya almak için ne de birini görmek için, yalnızca kendim için gidecektim evime.

Şehitlikten çıkıp, yaralarımın el verdiği takdirde küçük adımlarla evime doğru ilerledim. Şehitlik, evimize yakın olduğu için varmam pek uzun sürmemişti. Lakin fazladan yürüdüğüm için yaralarım biraz olsun sızlıyordu. Nefes alış verişlerim bile beni zorlarken, yürümek nasıl olurdu da zorlamazdı?

Evin önüne geldiğimde, bu merdivenleri nasıl çıkacağımı düşünüyordum. Ayaklarımı her kaldırışımda, karnıma girecek olan krampları daha şimdiden düşünüyordum. Tam bir adım atıp ilerleyecekken, arkamdan duyduğum sesle adımım duraksadı. " Ne yaptığını sanıyorsun?" Bakışlarım direkt arkamı bulduğunda, Alperen'in çatık kaşlarla bana baktığını gördüm. " Kızım sen işsiz misin? Hastaneye gittim taburcu olduğunu söylediler. İki gün oldu lan! Sen yerinde uslu durmayı bilmiyor musun?" Diyerek bana çıkışmasıyla, durduğum yerde beni azarlamasını dinledim.1

Yanıma kadar geldiğinde, bir saniye olsun ağzımı açmama izin vermeden beni dikkatlice kucağına aldı ve çatık kaşlarıyla, " Bir de merdiven çıkacak bu haliyle." Öfkeli bir nefesi ciğerlerine çekip, " Aklını peynir ekmekle mi yiyorsun kızım sen?" Bana söylene söylene merdivenleri çıktı. Ben ise gıkımı dahi çıkarmadan, öylece onun söylenmesini dinledim. Konuşursam pek bir şey değişmeyecekti. Üstüne beni daha çok azarlayacak, gerekirse bir iki tane kafama geçirecekti. Gerçeği bu hâlime kıyıp vuramazdı ya neyse...1

" Ayrıca senin hastaneden taburcu olman ne iş?" Diyerek sorduğunda onu duymamazlıktan gelip, hızla gözlerimi kapattım. " Çok yorgunum, Alp'im. İzin Verde azıcık uyuyayım." Diyerek biraz daha kafamı göğsüne yasladığımda, içine çektiği derin nefes, hemen ardından da sesi duyuldu. " Uyu bakalım, uyandığında konuşacağız ne de olsa." Dedi ve az evvel ona verdiğim anahtarla kapıyı açarak içeri girdik. Beni direkt kendi odama götürüp yatağıma yatırdıktan sonra, üzerime pikeyi örtüp alnımdan öptü ve odadan çıktı.1

Alperen olmasaydı, bu eve nasıl girerdim, hangi duygular ile iç içe olurdum, tahmin bile edemiyorum... Yorgun düşen bedenimin biraz olsun dinlenmesi adına, gözlerimi karanlığa kapatarak uyumaya çalıştım. Zira uyandıktan sonra, birçok şey ile cebelleşecektim.

 

🇹🇷

" Lan oğlum sessiz olsanıza!"

" Komutanım bu ite söyleyin, taka tuka eden bu."

" Bana bak Azmi, kafanı şu kovaya sokarım görürsün taka tukayı."

" Bağa bakun, siz susacak misinuz yoksam ben dilinuzi keseyum mi?"

Bazı sesler duyuyordum, lakin bu seslerin kimlere ait olduğunu ayırt edemeyecek kadar kafam bulanıktı. Tek ayırt edebildiğim ses, Karadeniz ağzıyla konuşan Tarık abinin sesiydi. Gerisinin sesleri kafamın içinde birbirine giriyordu.

" İki Laçin'i de uyandıracaksınız it herifler, az sussanıza!"2

İki Laçin mi?

Kaşlarımı çatarak gözlerimi araladığımda ilk önce zifiri bir karanlık ile göz göze geldim. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırıp kendime gelmeye çalıştığımda, sırtımda hissettiğim sancıyla yüzümü buruşturdum. Bu yaraların iyileşmesi uzun sürecekti anlaşılan.

" Kızı zor uyuttum, eğer ki uyanırsa hepinizi evden kovarım!" Diyen bir kadının sesini işittiğimde kaşlarımı daha da çattım.

Evimde kimler vardı şuan?

Şakaklarımı sıvazlayarak yattığım yerden doğrulduğumda, kısa bir an başım döndü. Bugün ağzıma tek lokma yemek almadığım için bünyem daha da çökmüştü. Bundandır ki gözlerim kararıyor, başım dönüyordu. Derin bir nefesi ciğerlerime çekip oturduğum yerden ayaklandım ve kapıya doğru ilerlemeye başladım.

" Yahu yenge, senin kız hiç susmuyor ki!" Diyen ses, Cümali'ye aitti. " He ya, hep vir vir vir ağlıyor." Diyen kişi ise, süper zeka Behlül'dü. Hayır yani, yeni doğan bir bebekten sessiz kalmasını bekleyemezdiniz. Bebek muhabbeti açıldığı için bu kadının Oya olduğunu anlamıştım. Operasyonda çocuğunu doğurttuğum kadın... Benim için travma dolu bir andı. Bir daha öyle bir ânı yaşamak ister miydim, bilmiyorum.2

" Yenge vallahi bu sefer ben altını temizlemem." Diyerek isyan bayrağını kaldıran Asena'nın sesini duyduğumda, ister istemez dudaklarımda bir tebessüm belirmişti. Bir gün kendi çocuğu olduğunda ne yapacaktı acaba.

Kapının önüne geldiğimde, kapı kulpunu aşağı indirerek kapıyı açtım. Odam direkt salonu gördüğü için kapıyı açtığım gibi tüm bakışlar bana dönmüştü. Her birine teker teker baktığımda, Alperen'in tekli koltuklardan birinde başını tutarak buradakilere baktığını gördüm. Behlül, Azmi ve Cümali yere oturup bağdaş kurmuş, o şekilde muhabbete dahil oluyorlardı. Asena ve Oya ise üçlü koltuğun iki kenarına oturmuş, bebeği de ortalarına almışlardı. Adem ve Omar diğer üçlü koltukta otururken, Tarık abi de Alperen gibi tekli koltuklardan birine kurulmuştu.

" Size demiştim sessiz olun diye!" Diyerek çemkiren Oya'ya tebessüm ederek baktım. Tam ağzımı açmış, ' sorun değil ' diyecekken, bir anda salona 4 yaşlarında küçük bir kız " Babacım!" Diye seslenerek giriverdi. Kaşlarım istemsizce çatıldığında, bu kızın bir yerden tanıdık geldiğini fark ettim. Elindeki çikolatayla odaya doğru fırladığında, arkadan " Tuğçe!" Diye haykıran Fadik ablanın sesi duyuldu. Kız korkuyla " Allah!" Diye bağırıp koşarak Tarık abinin kucağına koştu. Tarık abi ise hızla kızını kucağına alıp sarmalarken, buradaki çoğu kişi gülüyordu.

Bir anda odaya, elinde tahta kaşıkla giren Fadik abla hızla gözlerini kızına sabitledi, " Gel kız buraya cimcime!" Diye bağırdıktan sonra, kaşıkla gelmesi için işaret verdi. " Baba, anne beni döpçek." Diyen küçük kız, biraz daha babasının göğsüne yaslandı. Tarık abi de onu biraz daha göğsüne saklayıp, " Kızıma el mi kaldıracaksın, hanım?" Diyerek sorduğunda, aynı anda ağlayan bir bebek sesi duyuldu. " Senin bu kızın iyice kendini aştı Tarık! Bulduğu her çikolatayı yemekten şekeri çıkacak bu yaşta!" Diyerek çemkiren Fadik abla, kızına karşı fazla korumacıydı.

" Abla biraz sessiz olur musun ?" Oya bu soruyu çekinerek sormuştu. Zira bebeğini susturmaya çalışırken Fadik ablanın daha da bağırması, bebeğin susması için pek de iş görmüyordu. " Ay kuzum, kusura bakma lütfen. Bu cimcime yüzünden bebişi unuttum." Diyerek mahcupça Oya'ya baktı Fadik abla. Ben ise olanları kapı eşiğinde, bir yabancı gibi izliyordum. Bunu kendi evimde yapıyordum...

" Kankeytom ne ediyorsun orada?" Diye soran Behlül, sanki ne düşündüğümü hissetmiş gibi, gözlerindeki merhametle bana bakıyordu. Ben ise ona tebessüm ettikten sonra, " Biraz başım dönüyor." Daha bu cümleyi kurduğum ilk anda Omar, Behlül ve Alperen ayaklandı. Onları bu şekilde görmek beni duygulandırırken, dudağımdaki buruk tebessümle üçüne baktım. Beni sahipleniyorlardı...1

Bana en yakın olan Omar hızla gelip koluma girerken, " Ne diye yataktan çıktın? Biraz daha dinlenseydin ya güzelim?" Diyerek beni üçlü koltuğa götürüp oturttu. Oturduğum yerde rahat bir nefesi ciğerlerime çekerken, " Sesleri duyunca uyandım." Dedim ve ona tebessüm ederek baktım. O da hemen yanıma oturup, sırtıma iki kırlent yerleştirdi. Sırtımı rahatça geriye yasladığımda, her birinin mahcup bakışları bendeydi. " Ay kusura bakma lütfen Laçin," Erkeklerin her birine nefret edercesine bakıp, " Şunlara susun desem de dinletemedim." Dedi Oya.

" Sorun değil, bayağıdır uyuyorum zaten." Dedim ve ona tebessüm ettim. " Demek ki uykuya ihtiyacın varmış ki o kadar uyumuşsun kuzum." Diyen Fadik abla, tahtayı hâlâ havada tutuyordu. " Sen yemek yedin mi?" Diye soran Alperen, kuşkuyla suratıma bakıyordu. Usulca başımı iki yana salladığımda, " Senin cidden canına kastın var!" Diyerek bir kez daha beni azarladı. Yahu bu çocuk beni azarlamayı ne zaman kesecekti?1

" Neyseki ablan enfes yemekler hazırladı." Diyerek göğsünü kabartan Fadik abla, oldukça mutlu görünüyordu. " Ellerine sağlık ablam." Diyerek ona tebessüm ettim ve Tarık abinin kucağında, bana melül melül bakan kıza döndüm. Bu kız, Tarık abi ile ilk tanıştığımızda, bana videosunu izlettiği kızıydı. O zaman da yine çikolata yedi diye Fadik abla ona kızıyordu.

Aklıma gelen şey ile, hafifçe kaşlarımı çatarak Tarık abiye baktım. " Ben geldiğimde, bu cimcime sizin evde yoktu abi, bir yere mi gitmişti?" Dediğimde, küçük kız mavi gözlerini kırpıştıra kırpıştıra bana baktı. Maşallah, çok güzeldi. " He ya, memlekete gitmişti amcasıyla." Diyerek kızının yanağından öptü. " Kızım bak bu Laçin ablan, benim kız kardeşim." Dediğinde, yüreğimde tarifi imkânsız bir sevinç belirdi. Bu sevincin nedeni, hiç şüphesiz Tarık abinin beni sahiplenmesiydi.1

" Serçe halam gibi mi babiş?" Diyerek babasına bakan kız, meraklıydı. " Evet, kızım. O da senin bir halan." Dediğinde, bu duygunun çok farklı bir şey olduğunu hissediyordum. Garip, güzel ve... Nasıl anlatacağımı bilmediğim bir histi. " Lalin hala!" Diyerek haykırdığında, ismimi yanlış söylemesine istemsizce güldüm. " Lalin değil, Laçin canım." Diyerek ona seslendiğimde, utanarak biraz daha Tarık abinin göğsüne saklandı. Onu daha fazla utandırmamak adına bakışlarımı ondan çekip Oya'ya döndüm. " Arya nasıl, Oya?" Diyerek sorduğumda, kucağındaki bebeğine tebessüm ederek baktı. " Miniğim gayet iyi, Laçin." Dedi ve bebeğini öptükten sonra tekrar kucağında pışpışlamaya başladı.1

" Sen neden bu kadar zayıfladın?" Diye soran Oya'nın sorusuyla, herkesin yüzü anında solarken, Fadik abla ve Oya merakla bana bakıyordu. İçimdeki sıkıntıyla birlikte derin bir nefesi ciğerlerime çektim. " Biraz midem bozuk, bu aralar yemek yiyemiyorum." Diyerek onlara geçiştirici bir cevap verdim. Onlar ise fazla sorgulamadı, " Doktora görünmelisin canım, bu kadar kilo kaybı normal değil." Oya bunu dedikten sonra, tekrar bebeğiyle ilgilendi.1

Doktor ile düzelebilecek bir durum değildi, bu hâlim... Yine de ona gülümsemek dışında bir şey yapmadım.

" Ee, göreve ne zaman döneceksin kankeytom?" Diyerek muhabbeti değiştiren Behlül, modumun düşmüş olduğunu fark etti. " Umuyorum ki yakın zamanda, Behlül'üm." Deyip göz kırptım ve biraz daha geriye yaslandım. Lakin geriye yaslanmamla, sırtımdaki kurşunun acısı tekrardan ortaya çıktı. Bu acıyla bir kez daha yüzümü buruşturduğumda, yanımdaki Omar, " Kendini zorlama, güzelim." Dedi ve kırlentleri düzelterek, rahat bir konuma gelmemi sağladı. Ona tebessüm ederek bakıp, " Teşekkür ederim, Düýe." Dedim. O ise dikkatli bir şekilde kolunu omzuma atıp kafamı da omzuna koydu.1

" Yalnız kıskanıyorum ben." Diyerek trip atan Behlül'e istemsizce güldüm. " Siz hayırdır ya?" Diyen Alperen, Omar ve Behlül'e düşmanca bakışlar atıyordu. " Ulan arkadaşlarımı çaldığınız yetmedi, üstüne kardeşimi mi çalıyorsunuz?" Bunu dedikten sonra Behlül'ün kafasına yastık fırlatmış, Omar'a ise ters ters bakmıştı. Eğer ki ben, şuan Omar'ın yakınında olmasaydım ona da yastık fırlatacağına emindim.2

" Hele şu uşaklara bak." Diyen Tarık abi, onlara üstünlük ile bakıyordu. " Ben dururken, ha siz kimsinuz?" Diyerek bakışlarıyla yere gömdü her birini. " Abi kıskanıyorum ama." Bunu diyen Asena'nın sesiyle, istemsizce güldüm. Behlül'de aynı cümleyi kurmuştu...1

" Niye kız? Sen da benum bacumsun. Ayrim etmayim da." Dediğinde, Asena dudaklarında tebessümüyle, " Bir an beni unuttun sandım." Dedi. Tarık abi ise teessüf edercesine Asena'ya bakıyordu. " Ha ben o fişki yiyen Serçe'yi unutmadim. Seni mi unutacağum?" Dediğinde, Asena teslim olurcasına ellerini kaldırdı. " Tamam abi ya." Gülerek ellerini indirdiğinde, Tarık abi halâ aynı bakışları atıyordu.3

" Ula uşaklar!" Diyerek elindeki tahta kaşıkla bağıran Fadik Abla'nın sesiyle, bir anda bakışlar ona döndü. " Sofra kuracağum. Kalkın da bağa yardum edun da! İlla davetiye mi göndermam gerekiyi!" Dediğinde, erkekler gülerek ona baktı. " Heç bağa oyle bakmayin. Ha bu kiz yaralidur." Diyerek beni gösterdi, daha sonra kaşığı Oya'ya yönelterek, " Ha bu da kizuyla ilgileniyi." En son da Asena'ya şöyle bir bakıp, " Ha bu da..." Asena'ya diyecek bir şey bulamadığı için, " Kalk kiz senda!" Diyerek çemkirdi. Asena onun bu hâline gülüp ayaklandığında, erkekler hâlâ yerinde oturuyordu. " Ula ben kime diyim!" Diyerek bağırmasıyla tüm erkekler tek seferde kalktı.

Omar, dikkatlice benden uzaklaşırken, " Kendini zorlama." Diyerek talimat vermeyi de ihmal etmemişti. Tarık abi ve Adem salonda bizimle otururken, diğerleri Fadik Abla ile birlikte mutfağa girmişti. " Lalin hala." Diyerek seslenen küçük kızın sesiyle bakışlarımı ona çevirdim. " Efendim, canım?" Diyerek ona tebessüm ettiğimde, Tarık abinin kucağından inip yanı dibime kadar geldi. Ayak uçlarımda durup, " Çaçların çok gözel." Dedi. Onun bu tatlı haliyle istemsizce tebessüm ederken, " oynamak ister misin?" Dedim. O ise çekinerek bakışlarını babasına çevirdi. " Ablan yorulmasın şimdi güzelim, hadi gel." Diyen Tarık abiye gözlerimi belerterek baktım. " Abi yatalakmışım gibi davranma Allah aşkına. Alt tarafı kucağıma oturtucağım kızı." Dediğimde Tarık abi kararsız gözler ile bana bakıyordu. Ben ise onu umursamadan, Tuğçe'ye döndüm.1

" Gel kucağıma miniğim." Dediğimde, sevinçle ilk önce koltuğun üstüne çıktı, hemen ardından da kucağıma oturup alttan alttan bana baktı. " Göşlerin de çok gözel." Dediğinde, ona tebessüm edip, " Senin gözlerin daha güzel." Dedim. O ise utanarak başını göğsüme doğru yasladı. Bu hareketi ile karnımdaki yara sızladığında istemsizce yüzümü buruşturdum. Tarık abi bunu fark ettiği için tam bir şey diyecekti ki kaşlarımı kaldırarak başımı iki yana salladım. Geçici bir yara için, bu miniğin yüreğini kırmaya gerek yoktu.

" Saçlarımla oynamayacak mısın?" Diyerek ona sorduğumda, başını eğdiği yerden kaldırıp büyük bir zevkle bana baktı. Normal şartlarda kimselere saçımı ellettirmezdim, lakin şu son birkaç ayda bu tabum yıkılmıştı...

Tuğçe, mavi gözlerini birkaç kez kırptıktan sonra minik ellerini, belime kadar uzanan saçlarıma uzattı. Birazını eline alıp örmeye çalıştığında, yüzünde çok ciddi bir ifade vardı. Onun bu hâline istemsizce güldüğümde, bakışlarımı karşımdaki koltukta oturan Oya'ya çevirdim. O da bana tebessüm ederek bakıyordu. " Senden güzel bir anne olur, Laçin." Diyerek bir bana, bir de kucağımdaki kıza baktı. Ben ise bir an için yutkundum.4

Ben ve anne olmak...

Ben, anne olabilir miydim ki?

Dediği gibi iyi bir anne mi olacaktım?

Annelik bende nasıl dururdu?

Anne olma fikri, bir an için yüreğimi sıcacık ederken, kucağımdaki bu miniğe normal gözle bakamaz hâle gelmiştim. Acaba, bir gün anne olabilecek miydim? Eğer anne olursam, nasıl bir anne olacaktım? Annem gibi bir anne mi yoksa bambaşka bir anne mi... Çocuğum beni sevecek miydi yoksa nefret mi edecekti? O kadar çok soru vardı ki annelik ile alaklı... Hangi soruyu cevaplarsam cevaplayayım, bu soruların sonu gelmezdi. Öyle çoktu sorular...

Eğer ki bir gün çocuğum olursa, o çocuk için en doğru anne olmaya çalışacaktım. Çocuğum beni sevmeli, gurur duymalıydı. Bana bakarken yalnızca bir anne değil, yeri geldiğinde bir baba, yeri geldiğinde bir dost, bir arkadaş görmeliydi. Benden çekinmemeli, rahatlıkla konuşabilmeliydi. Bundandır ki, doğru bir ebevyn olmak için elimden ne geliyorsa yapacağım.

" Hayatında kimse yok mu?" Oya'nın sorusuyla, kucağımdaki çocuğa olan bakışlarım değişti. Boğazımdaki yumruyu yutarken, Tarık abinin bana olan bakışlarını görmezden gelip, direkt Oya'ya baktım. " Kimse yok." Bunu söylerken, istemsizce sesim buz gibi çıkmıştı. Oya'nın dudaklarında bir tebessüm belirirken, " Bence var ama kendine itiraf etmeye yediremediğin bazı gerçekler var." Bu cümleyi kurduktan sonra tekrardan bebeğine bakmış ve kokusunu içine çekmişti. Söylediği şey ile yutkunurken, gözlerim istemsizce Tarık abiyi buldu. O da tıpkı Oya gibi bakıyordu. Dudaklarında tebessüm, yüzünde sanki gelecekten bir ânı biliyormuş gibi bir hissiyat...3

Gözlerim Adem'i bulduğunda, o da bana tebessüm ederek bakıyordu. " Netice olarak kaderden kaçamazsın." Deyip göz kırptı. Bakışlarımı onlardan çekip kucağımdaki kıza baktığımda, hâlâ çok ciddi bir şekilde saçlarımı örmeye çalıştığını gördüm.

Bir gün...

Bir gün ben ve...

Her neyse.

Dudaklarımdaki tebessüm ile kucağımdaki kıza bakarken, Adem'e hitafen cevap verdim. " Kaderden kaçamazsın, lakin irade senin elindeyken, kaderinde yazılı olan bazı şeyleri değiştirebilirsin." Dedim. Netice olarak evet bir kader vardı. Lakin aynı şekilde bir irademiz vardı. Yaradan bize irade vermiş ki yeri geldiğinde kullanabilelim. Kader de yazılı olan bazı şeyleri, irademiz ile değiştirebilirdik ve ben bunu yapacaktım.

Eğer Tuğrul kaderimse,onu kaderimden silip atacaktım.2

Kimse Yaradan'ın planını bozamaz, Laçin. İrade senin elinde olsa dahi, nasibi elinle itemezsin. Bunu sende biliyorsun.3

İç sesimin sesini duymazdan gelip, elimi kaldırarak bu minik kızın saçlarını okşadım. Ben, kendim için doğru olan kararları verebilecek yaştaydım. Her bir kararımın sorumluluğunu da alabilirdim. Bunu yapardım, yapacaktım da.

Ben minik Tuğçe'nin saçını okşarken, Apleren elindeki sofra beziyle içeri girdi. Bezi salonun ortasına serdikten sonra tekrar mutfağa girdi. Onun bıraktığı boşluğu, elinde ekmek sepetiyle Asena doldurdu. Ekmekleri ortaya koyduktan sonra, o da mutfağa girdi ve hemen arkasından Cümali geldi. O da elindeki kaşıkları yerleştirirken, Behlül ve Azmi ellerindeki yemek kaplarıyla salona girip, yer sofrasına her birini kurdu.

Evim o kadar büyük olmadığı için, mutfaktaki masa dışında pek bir masamız yoktu. Üç kişi yaşadığımız için mutfaktaki masa bile büyük geliyordu bize. Amcamları çağıracağımız vakit ise, tam olarak şuan yaptığımız gibi yer sofrası kurar o şekilde yemek yerdik. Ki bence yer sofrasında yenen yemeğin tadı bir başkaydı.

" Lalin hala biliyoy musun, Tuyul amca da uşun çaç şeviyoy." Diyen Tuğçe'ye baktığımda, mavi gözlerini kocaman açarak bana bakıyor olduğunu gördüm. " Bak bende çaçlarımı uşatıyom. Tuyul amca şevey dimi." Söylediği cümlelerle yutkunurken, ona ne diyeceğimi bilemedim. Zira Tuğrul'un uzun saç sevdiğinden haberim bile yoktu. Bu minik sayesinde öğreniyordum.2

" Evet, miniğim. Sevecektir." Dediğimde, buna emindim. Zira bana karşı iyi olmasa dahi eminim ki bu kıza karşı fazla merhamet dolu olacaktır. Boğazımdaki yumruyla birlikte, zorla tebessüm ettim bu miniğe karşı.

Bugün herkes buradaydı. Adem ve ailesi bile buradayken, Tuğrul burada değildi. Onu görmek istemeyeceğimi tahmin etmiş olmalı ki bulunduğum ortamlara gelmiyordu. Zira merak etmesindi ben intikamım için hep yanı dibinde duracaktım. Yoktu öyle kalp kırıp sıyrılmak.1

Elbet burada olmayışı beni üzüyordu. Netice olarak, kim istemezdi ki bunca kalabalığın içinde onu görmeyi? Ona kırgın olduğum su götürmez bir gerçekti. Lakin yine de herkes buradayken, onu da bu yüzler arasında görmek isterdim. Kırgınlığıma rağmen...2

İçime çektiğim derin nefesle birlikte Tuğçe'nin saçlarının tepesinden öptüm. İçimde yeteri kadar darlık varken, bunu dışa vurmak istemiyordum. Zira yorulmuştum ve bu kadar yorgunluk beni tükettikçe tüketiyordu.

" Tuğçe, in bakayım kızım ablanın kucağından." Diyen Fadik ablanın sesiyle, Tuğçe biraz daha kendini göğsüme yasladı. Normal şartlarda bu hareketi beni güldürebilirdi, lakin yaralıyken bunu yapması yüzümü acıyla buruşturmam dışında bir şey sağlamıyordu.

Fadik abla tam" Tuğçe-" demişti ki, " Miniğim, yemek yiyelim mi?" Diyerek ona döndüm ve acımı belli etmemeye çalıştım. Zira şuan karnımda tarifi imkânsız bir sızı vardı. " Oluy." Diyerek kucağımdan indi ve koşarak babasının yanına gitti. Onun bu pıtı pıtı yürüyüşü yüzüme tebessüm kondururken, karnımdaki sızıyla bakışlarımı üzerimdeki krem kazağın karın bölgesine indirdim.

Kazağımdaki kanı gördüğümde içimden lanetler yağdırdım. " Ay Laçin, kanaman var!" Bunu tıpkı benim gibi Oya'da fark etmiş ve dile getirmişti. Lakin el kadar çocuk varken bunu dile getirmesi ne kadar doğruydu? Bakışlarım direkt Tuğçe'yi bulduğunda, korku dolu gözlerle bana baktığını gördüm. " Kan değil, ketçap bu ablacım. Siz gelmeden önce yemek yedim, ketçap döküldü üzerime." Diyerek yalan uydurduğumda, Tuğçe'nin dudaklarındaki tebessümü görmek rahat bir nefes almamı sağladı.2

" Siz yemeğe başlayın, ben birazdan gelirim." Dediğimde, korku dolu yüzler bana bakıyordu. " Emin misin?" Diyen Asena, benimle birlikte gelmek istiyor gibiydi. " Evet, eminim. Siz başlayın, ben geleceğim." Dedim ve oturduğum yerden kalkıp dikkatli adımlarla banyoya doğru ilerledim. Yaramın sızlayışı bana kendimi pek iyi hissettirmese de onlara belli etmeden banyoya girdim. Kapıyı da ardımdan kapattıktan sonra klozetin üzerine oturarak derin soluklar aldım. Salondayken belli etmemiştim lakin Tuğçe yaramı fazlasıyla zorlamıştı.

Kucağımdayken sürekli hareket ettiğinden, ya bacağı ya da kolları karnıma değip duruyordu. Bu da yaramın tahriş olmasına neden olmuştu. Kafamı eğip kazağımın önüne baktığımda, bir kez daha yüzümü buruşturarak derin soluklar almaya çalıştım. Şuan karnımdaki kurşun yarası beni oldukça zor bir duruma sokuyordu.

Soluklarımı düzene bindirip üzerimdeki kazağı yavaşça üzerimden çıkardım. Bunu yaparken, sırtımdaki yaranın da zarar görmemesi adına büyük çaba sarf etmiştim. Kazağı kirli sepetine atarken, bakışlarımı karnımdaki yaraya eğdim.

Dikişlerim patlamıştı.

Yutkunarak yaraya baktığımda, gittikçe kan kaybettiğimi fark ettim. Bir yandan açlığımın da verdiği etkiyle başım iyiden iyiye dönerken, gözlerimin önü karardı. Elimi klozetin kenarlarına atıp sabit durmaya çalışırken, bir yandan da bayılmamak için büyük çaba sarf ediyordum.

Umarım bayılmazdım.

Kendimi biraz daha iyi hissettiğimde, oturduğum yerden kalkarak banyo dolabındaki ecza kutusunu alıp tekrar yerime oturdum. Titreyen ellerimle ecza kutusunun kapağını açarken, çalan banyo kapısının sesiyle bakışlarım o tarafa döndü. " Laçin, iyi misin ablacım?" Fadik ablanın sesini duymamla derin bir nefesi ciğerlerime çekip, " İyiyim abla, birazdan geliyorum." Dedim normal çıkarmaya çalıştığım sesimle. Eğer ki beni bu hâlde görseler, eminim ki bu durumu abartacak ve beni yine hastane odalarına tıkacaklardı.

Bunu istemiyordum.

" Emin misin ablacım?" Diyen Fadik ablanın sesi hâlâ tedirgin geliyordu. Boğazımdaki acıyı geriye iterek, " Evet abla. Hadi siz yemeğe başlayın, geleceğim ben de." Dedim ve gözlerimi yumarak dudaklarımı birbirine bastırdım. Acımı haykırmamı engelleyen tek şey şuan da buydu. " Peki, ablacım. Bekliyoruz seni." Dedikten sonra uzaklaşan ayak seslerini duydum. Rahat bir nefes alıp gözlerimi araladım ve başımı direkt karnıma eğdim. Kanamam gittikçe artıyordu. Bir an evvel dikiş atsam iyi olacaktı.

Titreyen ellerimi kutuya attığım sırada, bir an için bütün dünyam durdu ve gözlerim kararırken başım döndü ve kendimi yerde buldum. Çıkan gürültünün sesiyle birlikte, " Laçin!" Diyen haykırışları duydum. Ah, cidden beceriksizin tekiydim. İyi ki hiçbiri anlamasın istemiştim!

Acı içinde yüzümü buruşturduğumda, " Ah!" Diyen inlemelerim banyoyu dolduruyordu. Çok da geçe kalmadan banyonun kapısı açıldı ve içeri ilk Alperen girdi. Lakin beni südyenimle görünce kafasını havluların olduğu tarafa çevirip bir tane havlu aldı ve yanıma gelip üzerimi örttü. Onun ardından diğerleri de banyoya girdiğinde, Alperen hızla beni kucağına aldı.

" Gerizekalı! Sana o hastaneden çıkma demiştim!" Diyerek bağırmayı da ihmal etmiyordu. Lakin ben kendimde değildim ve birazdan da bayılacağıma emindim. " Alp-" demiştimki, " Sus!" Diyerek beni susturdu. " Bayılacağım." Dediğim sırada, tam da tahmin ettiğim gibi gözlerim tamamıyla karanlığa kapandı.

Zayıf bir bünyeye sahip olduğum için kendimden nefret ediyordum.

🇹🇷

" Hayır aga, ben anlayamıyorum yani. Bu kızın canına olan kastı ne, cidden anlayamıyorum."

Yaklaşık on beş dakikadır uyanıktım. Lakin sırf Alperen'in beni azarlayışını duymak istemediğim için gözlerimi açmamış, uzandığım yerde düzenli nefesler alarak onları kandırıyordum. Ne yapayım yani, daha uyuyor haldeyken beni azarlıyordu bir de uyandığımda beni azarlamasını bünyem kaldıramazdı.

Bendeki de kafaydı yahu!

" Alperen susacak mısın?" Diyen Tarık abinin sesini duyduğumda, içimden ona binlerce kez dua ettim. Yemin ederim bu adam içimi okuyordu. Canım abim. " Abi nasıl susayım ya? Görmüyor musun bu mankafanın ne yaptığını? Gram kendine değer vermiyor!" Diyerek daha da hiddetlendiğinde, alnının çatından vurmak istiyordum. Yahu ne vardı bu kadar abartacak!? Alt tarafı dikişlerim patlamıştı. Ayrıca bana mankafa mı demişti bu kalas!

" Oğlum başım şişti da, az el insaf!" Diyerek sitem eden Tarık abinin sesi sağ tarafımdan geliyordu. Alperen ise ayakta git gel yapıyordu, bunu çıkardığı ayak seslerinden anlayabiliyordum.

Evet, beni yine bu lanet yere getirmişlerdi.

Hastane.

Eski adıyla Hastahane.

Ne alaka demeyin, psikoljim çok boktan bir durumdaydı.

Evet evet, kibarlığımı bile bozuyordum artık bu saatten sonra. Yetti canıma yemin ederim! Doğru konuşalım diye diye, boka bok diyemiyorduk yahu!

Cümleten hayırlı olsun, kafayı sıyırdı bu Allah'ın aciz kulu.

Şuan tek isteğim, Alperen'in biraz olsun çenesini kapatıp bana huzuru bahşetmesiydi. " Kusura bakma abi, bu mankafa yüzünden bazı şeyleri düşünemiyorum." Ettiği kabahatin sorumlusunu bile ben yapıyordu ya! Hayır bu nasıl mantık, bu nasıl akıl?

Elimde olsa şuan kafasına bir tane geçirirdim. Sanki 8 yaşındaki bir çocuğum. Ne bu hareketler, tavırlar anlamıyorum yani. Tamam bir halt ettik, lakin cefasını da çekiyoruz işte! Bir de kaynana dırdırı çeker gibi Alperen'in dırdırını mı çekecektim? Hayatta katlanamam!

" Oğlum çık hava al Allah aşkına, yoksa elimden bir kaza çıkacak." Diyen Tarık abi, hafiften celellenmeye başlamıştı. Ayrıca bu dediğiyle bana nasıl bir iyilik yaptığının farkında değildi. " Peki, abi." Neyse ki bu yontulmamış odun, Tarık abinin lafını ikiletmeden odadan çıktı. Biraz daha uyumuş taklidi yaptıktan sonra gözlerini açardım.

" Aç o gözlerini, uyanık olduğunu biliyorum." Doğru mu duyuyordum? Yok canım, halüsinasyon hepsi. Açım ya, yanlış duyuyorum. " Numara yapmayı bırakacak mısın artık bacım?" Yok. Hayır. Olamaz. Nasıl anlamıştı ya! Ben çok profesyonel bir şekilde taklit yapıyordum bir kere!2

Tek gözümü hafif aralayıp bakışlarımı Tarık abiye çevirdiğimde, tek kaşını kaldırmış vaziyette bana baktı. Bıkkınca bir nefesi ciğerlerimden dışarı saldığımda, iki gözümü birden açıp ona baktım. " Nasıl anladın abi?" Dediğimde, çattığı kaşlarıyla bana baktı. " O numaraya bir kere kanarız, güzelim. İkincisi olmaz." Oflayarak bakışlarımı başka tarafa çevirdim.

" Hadi Alperen'e laf etmedim ama hakikaten sen salak mısın kızım?" Sitemli çıkan sesiyle, göz ucuyla ona baktım. Dudaklarımda ise saçma sapan bir sırıtış vardı. " Sırıtma da dinle!" Diyerek kaşlarını çattığında, hızla dudaklarımdaki tebessümü silip ona baktım. " Zaten bir deri bir kemiksin, üstüne halâ canına kast ediyorsun!" Diyerek bana kızdığında, yutkundum. Bir şey yapmamıştım ki sadece Tuğçe'yi kucağıma almıştım.

Tabi bunu sesli söylemeye kıçı el vermiyor garibimin.

" Abi nap-" Daha sözümü bitiremeden, " Cevap verme abiye!" Diyerek beni azarladı. Hızla çenemi kapatırken, o yanıma kadar gelip dibimde oturdu. Önce bana baktı daha sonra ciğerlerine bir nefes çekip saçlarımın tepesinden öptü. " Bak güzelim." Derken, bir yandan da saçlarıma götürdüğü eliyle kıymetlilerimi okşuyordu. " Hayatında kimse kalmadı artık." Bunu söylerken, bir an olsun gözlerini gözlerimden çekmiyordu. " Evet, etrafında ben varım, bizler varız. Babanın arkadaşları, ailesi var." Kısa bir an sustuktan sonra, " Lakin günün sonunda yalnızsın, bunu unutma." Dedi ve saçımı okşamaya devam etti.

" Hepimiz bir yere kadar senin yanında durabiliriz." Dedikten sonra, sanki içimdeki yangını hissetmiş gibi eliyle yanağımı okşadı. " Bak abim, Allah canımı bedenimden alana dek, ben senin yanındayım. Lakin bir gün gelecek ki bende hayatında olmayacağım. Belki sevdiğin biri olacak ve o da yanında olacak. Lakin onun bile yanında olmasının bir süresi var." Dudaklarına buruk bir tebessüm kondurup, " Bunu çok iyi biliyorsun." İma ettiği şeyi anlayabiliyordum. " Demem o ki sana senden başka kimse bakamaz. Canına kıymet ver. Bu can, Yaradan tarafından sana verilen bir armağan. Sen de o armağana çok iyi bakmakla sorumlusun, demek istediğimi anlıyor musun?" Dediğinde, başımı aşağı yukarı sallayarak onu onayladım.1

Ne demek istediğini, çok iyi anlıyordum. Hem de çok çok iyi...

" Ben seni biraz yalnız bırakayım. İyice dinlen, abim." Deyip kalktığında, içimden geldiği için, " Abi." Diyerek onu durdurdum. Bana döndüğünde, dudaklarımdaki tebessümle, " İyi ki varsın, abi." Dedim. O da tıpkı benim gibi tebessüm edip başımın tepesini okşadı ve, " Sende iyi ki varsın, kardeşim." Dedikten sonra arkasını dönüp odadan çıktı.

Bir gün biz de bu şekilde hayatlarından çıkacağız, Laçin.

Evet, lakin kaderin ne getireceğini bilemezdik. Belki de onlar benim hayatımdan çıkardı...

Tarık abinin bıraktığı boşluğa baktım bir süre boyunca. Daha sonra gözlerimi cama doğru çevirip, yağan karı izledim. Hakkari'ye kar yağdığından beri, bir kez olsun elimi değdirememiştim o kara. Ayaklarım dokunmuştu elbet, lakin ellerim bir türlü o karı hissedememişti. Çok değil birkaç gün sonra kar tamamen dinerdi. Zaten şuanda da çiseleyerek yağıyordu.

Umuyorum ki çabucak iyileşirdim. Zira şu yatakta bir dakika daha durmak istemiyordum. Kişi iyi olsa bile şu yataklar insanı hasta hissettiriyordu.

Bakışlarım şuan o aydan beyaz karın üzerindeydi belki, lakin gördüklerim bir kar ile sınırlı değildi... Ben geleceğimi düşünüyorum tam şu vakitte.

Ne olacaktı benim geleceğim?

Ne vardı beni bekleyen sonda?

Beyaz bir kefen mi yoksa saf mutluluk mu?

İkinci seçenek ihtimal dahilinde bile değildi. Evet, o kadar inanmıyordum mutlu olacağıma. Çünkü insan hissederdi, onu bekleyen sonu bir şekilde hissederdi... Hani nasıl desem, gelinlik giyecekken o gelinliğin defolu olduğunu fark etmek gibi. Ne demek istediğimi anlıyor musunuz?

Tam mutluluğa kavuşacakken o mutluluk ellerim arasından kayıp gidecekti. Bunu biliyor ve hissediyorum. Zira bazen geleceği hissedemezdi insan. Nasıl desem, hani hayaller kurarız gelecek için. Bak şu zaman şu olacak, deriz. Lakin bir an gelir ki... Göremeyiz, hissedemeyiz geleceğimizi. İşte ben tam olarak o noktadayım. Geleceğimi göremiyor, hissedemiyor, tahminde bulunamıyordum. Çünkü üzerime bir hüzün kefen biçilecekti. Bildiğim tek şey, buydu.1

Her şeyin bir kitap kurgusu kadar basit olmasını isterdim. Belli bir başı ve sonu olan. Ya mutlu sonla biterdi ya da yazar tarafından kötü sona mahkum edilirdi karakterler. Lakin bir sonu olurdu, anlıyor musunuz?

Benim bir sonum olmayacaktı.

Zira ölü bir bedenin, zaten bir yaşanmışlığı, yaşayacakları yoktur. Ölü olan bir ruh, bir beden zaten yaşanacak olan sonu bilirdi ve o geleceğe kendini hazırlardı.

Benim sonum, hüzündü.

Benim sonum, kederdi.

Benim sonum, pişmanlıktı.

Ve benim sonum, her insan gibi ölümdü.

Mutluluğa dair tek bir anım olmayacaktı, elbet bazı anlar yaşanacaktı ve ben mutlu olacaktım. Lakin bu mutlu anların hiçbiri, hüzün verenler kadar çok olmayacaktı. Ben doğumumdan itibaren acı ve kederle yoğrulmuştum. Hayatımın büyük bir bölümünde acı, keder, gözyaşı ve ölüm vardı. Bu saatten sonra da bunların değişeceğini sanmıyorum. Ben, kendimi o acı sona hazırlıyordum. Çünkü doğumumdan itibaren, yaşayacağım son belliydi. Hep keder ve gözyaşı ile geçen bir hayattan, mutlu son bekleyemezdiniz.

Benim hikâyem, mutlu son değildi.

Benim hikâyem, acı dolu çığlıklarla son bulacak olan bir hikâyeydi. Ve sizler de benim bu acı dolu hikâyeme eşlik edecek olan kişilersiniz. Ben ağlayarak ağıt yakacak, haykıracaktım. Ve sizde benim hikayemi okuyarak bana acıyacaktınız. Lakin acımayın, çünkü ben kendime acımayarak bu sonu getireceğim. Siz, karşımdakine acıyın. Çünkü bu saatten sonra ben acımasız olacağım. Kaderin bana yazdığı sonu siktir edip, kendi ellerimle sonumu yazacaktım.

Belki de mutlu son vardır kaderimin sonunda, lakin ben mutlu olamayacak kadar yorulmuştum. Omuzlarım daha fazla yük kaldıramıyor. Çöküyorum yavaş yavaş. Mutlu görünmek basit, zor olan acını dile getirmek.

Eminim ki beni anlayacaklar olacaktır.

Bunca acının üstüne mutlu olamazdım. Zira dudaklarımda bir tebessüm oluştuğunda, ciğerim paramparça oluyordu. Yanaklarıma bir ağrı giriyordu. Bana gülemezsin, dercesine acı bahşediyorlardı.

Ben sizi ölümüme hazırlıyorum.

Bu hikâye, mutlu sonla bitmeyecek olan bir hikâye.

Bu hikâye, ölümün hikâyesi.

Bu hikâye, benim ölümümün hikâyesi.

Çok boş yaptın. Kes şu evhamı. Sen yaşayacaksın ve yanında sevdiğin insanlar olacak. Yüzünde bir tebessüm, kucağında çocuğun olacak. Sen bunu kabul etmesen de bu olacak, Atmaca. Sen Aker Sağdıç'ın kızısın. Ne ara pes eder duruma geldin?!

O umut boşaydı. Sevdiğim adam beni tek kalemde sildikten sonra, kucağımda kimin çocuğu olacaktı?

Kapının tıklatılma sesini duyduğumda, bakışlarımı camdan çekip kapıya çevirdim. Gelmiş olan kişinin kim olduğunu bilmiyordum, lakin kimseyi dinleyecek durumda değildim. Ne biriyle göz göze gelecek takatim ne de konuşacak mecalim vardı. Bundandır ki gözlerimi kapatıp uyuyor taklidi yaptım. Gelen kişi uyuduğumu görünce gidecektir.

Düzenli soluklar alarak direkt kendimi role kaptırdığımda, kapının yavaşça açılan sesini duydum. Hemen ardından içeriye dolan barut ve odunun kokusunu... Bu koku yalnızca bir kişi de vardı ve o kişi de hiç şüphesiz Tuğrul'dan başkası değildi...

Buraya neden gelmiş olduğunu algılayamıyordum. O değil miydi sözleriyle beni kapı dışarı eden? Ne olmuştu da bugün buraya gelmişti?

Adımlarının sol tarafımda durduğunu hissettiğimde aynı anda üzerime gölgesi düştü. Bir süre konuşmadan sessizce durdu. Ben ise rolüme devam ederek uyumuş taklidi yapmaya devam ediyordum. Zira şuan ne için geldiğini anlayabilmiş değildim. Sırf anlayabilmek için bu role devam ediyordum yoksa zaten odaya girdiği anda onu kovardım.

Ya da kovmaz, intikamımın ilk temellerini atardım. Gerçi bunu şimdi de yapabilirdim. Lakin öncesinde buraya neden geldiğini öğrenmem gerekiyordu. Zira ona olan sevgim yaşıyor olsa dahi hâlâ içimde bir öfke vardı ona karşı.

Sol yanımdaki boşluğa oturduğunu hissettiğimde kaşlarımı çatmamak için büyük çaba sarf ettim. Bana temas etmesini istemiyordum. Yani en azından bir süreliğine. Lakin o benim isteklerimi duyuyormuş gibi tam tersini yaparak, elini yanağıma koyup okşadı. Kaşlarımı çatmamak için büyük çaba sarf ediyordum şuan.

" Tamı tamına on bir gündür gözlerini göremiyorum." Ne dediğinin farkında mı? Önce beni kırıp parçalara ayırdı, şimdi ise gözlerimi görememekten bahsediyordu. Çok mu değer veriyordu gözlerime? O zaman neden gözyaşlarımın sebebi olmuştu?1

" Gece Okyanusu'm..." Bunu dediği anda suratına yumruğumu geçirmek istedim. Lakin yine de tek bir harekette bulunmayıp, sessizce cümlelerini bitirmesini bekledim. Zira bu kelimeyi bana karşı kullanması, artık midemi bulandırıyordu. " Beni affedebilecek misin?" Belki öldüğümde. " Kendimi nasıl affettireceğimi bilmiyorum... Kabahatim çok büyük, bunun farkındayım..." Bunu bilmen güzel. En azından suçunun farkındasın. Dağ bozgunu.3

" Beni süründürsen de tek kelime laf etmem. Cefanda, sefanda başım gözüm üstüne. Bunu hak ettim." Sen dur, daha bu hiçbir şey. Ben seni sevgimle vuracağım ve canın yanacak. Yemin ederim bunu yapacağım, Tuğrul.

Yanlışlıkla kendini kaptırma da. 1

" Sevgimden şüphe duysan, yine hakkındır. Sana sorunun ne olduğunu söylemeden o şekilde davranmam doğru değildi. Düşüncesizin tekiyim, dediğin gibi hödüğüm. Ama ne olursun affet... Ver cezamı ama ne olur günün sonunda affet." Bu cümleleri kurarken, boğazında bir düğüm varmışçasına yutkunuyordu. Lakin yine de bir an olsun yanağımı okşamaktan geri durmuyordu.1

Onu affeder miydim, bilmiyorum. Zira yüreğim parçalanmaktan yorulmuştu. Ben kendime daha fazla bu kadar zarar veremezdim. Bir susar, iki susar lakin üçüncüsüne dayanamazdım. Bu kadar sabretmek benlik değildi. Ben susmak ne demek bilmezdim. Canımı yakanın canını yakmadan da duramazdım. Ben kinciydim ve bu kinimi de layığıyla taşırdım.

Lakin Tuğrul...

O benim birden fazla tabumu yıkmıştı. Yapmam dediğim birçok şeyi onun yüzünden yapmıştım. Dahası... Benim yüreğim daha önce hiç böyle atmamıştı... İnsan sevdalanınca cidden salağa dönüyormuş, bunu bir kez daha anladım. Ben onu seviyorum, bunu da biliyorum. Ve bildiğim bir şey daha varsa, beni bu sevda tüketecekti. Günü gelecek göklere çıkaracaktı, günü gelecek yerle bir edecekti. Hiçbir şey değil, bu sevda beni yok edecekti.

Ölümüm, sevda yüzünden olacaktı.

" Bağır, çağır, yık, kır, dök... Ama ne olur affet..." Eğer biraz daha bu şekilde konuşursa, intikamımı bir kenara bırakıp ona sarılabilirim. Lakin yapmayacaktım, kendimi tutacak ve ona sarılmayacaktım. Önce intikamımı alacak, daha sonra bir çaresine bakacaktım. Eğer ki yüreğimi dinleyecek olursam... Evhamımın bir anlamı kalmayacak ve kendime mutlu son yazacaktım. Lakin ben hiçbir zaman yüreğimi dinlemedim... Hep aklımla hareket ettim, yine öyle yapacağım. Ve aklımın bana yazdığı sonda pek de iyi şeyler yoktu.1

Bunu ne kendine ne de ona yapma. Günü gelince pişman olacaksın... Keşke, dememek için bunu yapma...

" Umarım beni affettiğinde, geç olmaz Gece Okyanusu." Alnıma bir öpücük kondurduktan sonra oturduğu yerden kalktı. Birkaç saniye daha gölgesini üzerimde hissettikten sonra, kapıya doğru giden adım seslerini duydum. Hemen ardından da kapının yavaşça açılıp kapanan sesini.1

Onun gidişinin ardından birkaç saniye boyunca gözlerimi açmadım. Önce derin bir soluğu ciğerlerime çektim, hemen ardından da gözlerimi yavaşça araladım. Bakışlarım gittiği kapının üzerindeyken, buğulanan gözlerimle, " Seni affedeceğim ama bizim için çok geç olacak, Tuğrul..." Sol gözümden bir damla düşerken, ben saatler boyunca o kapıya baktım. Gelip gidenim oldu, yemek yedirmeye çalışanım oldu. Lakin hiç kimse, bakışlarımı o kapıdan çekmeme engel olamadı.

Ben kendimi bir sona hazırlıyordum ve bu sonda canımın yanmasından korkuyordum.

🇹🇷

BİR AY SONRA

" Abe bu ne hâl! Yumruklarının kuvveti nerede?" Diyerek bağıran Behlül'e ölümcül bakışlarımı atıyordum.

Yeterdi ama yani.

Ne mi olmuştu?

Yaklaşık bir hafta önce tamamıyla iyileşmiş, Timdekilerin de zoruyla eski kiloma geri dönmüştüm. Yaklaşık iki üç gün önce ise işimin başına, yani Askeriye'de ki hemşire rolüme geri dönmüştüm. Lakin bir ay boyunca elimi hiçbir işe atmadan öylece oturduğum için dolaylı olarak paslanmış ve gücümü birazcık yitirmiştim. Evet evet, Askeriye'de bile doğru dürüst iş yapamıyordum. Bunun da iki nedeni vardı. Birinci nedeni Dilruba'nın elimi hiçbir işe atmama izin vermeyişiydi. İkinci sebep ise zaten Revire pek kimse gelmiyordu.

Hiçbir iş yapmadığım için dolaylı olarak bedenim güçten düşmüştü. Behlül ise mental gücümü geri kazanmam adına, boş zamanlarında yanıma gelip benimle birlikte idman yapıyordu. Lakin bu aptal, yataktan yeni çıktığımı unutmuşcasına bana sert darbelerde bulunuyordu. Aklınca bana bir iyilikte bulunuyordu! Yaptığı iyilik bile zarardı bunun yahu!

" Behlül çekinmeden yumruk da at suratıma." Diyerek yanağımı ona yakınlaştırdığımda, kafamı ittirerek beni kendinden uzaklaştırdı. " Bizde kadına el kalkmaz, kankeytom." Dediğinde, gözlerimi belerterek ona baktım. Daha sonra yarım atletten dolayı açıkta kalan kollarımı gösterip, " Bu morarıkları da ben kendim mi yaptım Behlül?" Dedim şok olmuşcasına. O ise yanağının içini ısırarak gülmemek adına kendini tuttu. " Yok balım, onlar idmandan dolayı oldu. İdmana da şiddet diyemezsin." Dediğinde ağzımı beş karış açarak ona baktım. " Ulan idman niyetine beni dövdün!" Diyerek haykırdığımda, elini dudaklarına götürüp bastırdı.

Bir de gülmemek için çabalıyor!

" Aa, kuru iftira!" Diyerek şaşırmış gibi yaptığında, onu dövmek istiyordum. " Şuan üzerime ifitira atmaktan başka bir şey yapmıyorsun balım." Diyerek teessüf edercesine bana baktı. Ben ise üzerine üzerine yürüyüp, " İftira, öyle mi?" Diyerek tek kaşımı kaldırdım. O ise arkaya doğru adımlayarak, " Ee, evet. İftira." Diyerek şebek gibi gülümsedi. Bir anda üzerine doğru koşmamla, " Ay çıldırdı bu deli!" Diye haykırarak arkasını döndüğü gibi, topuklarını kıçına vura vura koştu.

" Gel lan buraya, bende senin kollarını morartacağım!" Diyererek haykırmamla, " Aa, şiddet bağımlısı seni!" Diyerek ince bir sesle konuşup koşmaya devam etti. " Gel buraya, gel! Göstereceğim ben sana şiddet bağımlısını!" Diyerek bağırdıktan sonra, ona yaklaşmama iki adım kala biraz daha hızlanıp sırtına atladım. " Lan!" Diyerek öne doğru büküldüğünde, neyseki son dakikada kendini toparlayıp kollarını sırtındaki bacaklarıma sarıp düşmeme engel oldu.

Ellerimi hafiften uzayan saçlarına geçirip çekiştirdiğimde, " Kızım senin saçlarımla derdin ne, Ah!" Diyerek haykırdı. Ben ise kafasını iyice geriye yatırıp saçlarını daha sert çekiştirdim. " Yolacağım bu sarı saçlarını!" Deyip daha da çekiştirdim. " Anladık kıskanıyorsun saçlarımı." Diyerek bir oraya bir buraya gidip geliyor, bir yandan saçlarını kurtarmaya çalışıyordu. " Ne kıskanacağım senin pırasa gibi saçlarını be!" Bir anda bacaklarımı bıraktığında, dengemi kaybedip geriye doğru düştüm. Lakin düşeceğimi anladığım için saçlarına daha sıkı sarılmıştım. Dolaylı olarak ben arkaya doğru düşerken, Behlül'de üzerime düşmüştü.

" Ah! Allah'ın cezası!" Diye haykırıp suratına bir tane tokat geçirdiğimde, kafası karnımdaydı. " Sırtım çöktü manyak!" Diye haykırıp bir tane daha yapıştırdığımda, hızla üzerimden kalkıp endişeli gözlerle bana baktı. " Özür dilerim. Çok özür dilerim. İyi misin?" Diyerek soruyor ve bir yandan da kalkmama yardımcı oluyordu. Onun bu hâline tebessüm edip, " İyiyim, sadece sırtım biraz acıyor." Dedim daha ılımlı bir sesle. " Can havliyle seni bıraktım, bilerek olmadı güzelim. Çok özür dilerim, affet lütfen." Dediğinde, elinden tutarak onu sakinleştirmeye çalıştım. " Hey, tamam. Bir şeyim yok, iyiyim." Dedim ve tebessüm ettim.1

Behlül bir süre beni inceledikten sonra, iyi olduğuma emin olmuş olamlı ki derin bir nefesi ciğerlerine çekti. " Korktum." Deyişiyle, dudaklarımdaki tebessümle yanağından öptüm. " Bak, turp gibiyim." Dedim ve güldüm. Vurulduğum günden beri bana karşı çok korumacıydı. Ufacık bir yara alsam hızla tedavi etmenin bir yolunu arıyordu. Bana karşı böyle düşünceli olması, yüreğimi sıcacık ediyordu.

" Düşüncesiz davrandım, özür dilerim." Özür dilemekten hiç bıkmayacaktı. " Ay baydım yeminlen." Deyip gözlerimi belerttiğimde, bu hâlime güldü. Daha sonra saçlarımı karıştırıp kolunu boynuma atarak beni gövdesine çekip sarıldı. Normal şartlarda saçlarımı bozmasına izin vermezdim ama o benim için, öylesine biri değildi. Kardeş diyebileceğim kadar yüreğime yakın biriydi.

" İyi ki varsın, deli kız." Dediğinde, dudaklarımdaki tebessümle kafamı göğsünden kaldırıp ona baktım. " Sende iyi ki varsın, Behlül'üm." Dedim. O ise burnuma bir fiske vurup geri çekildi. " Hadi bakalım, yemek vakti." Diyerek bana işaret verdiğinde, bıkkınca bir nefesi ciğerlerime çekip önden ilerlemeye başladım. Resmen zorla yemek yediriyorlardı bana!1

" Oflama bana!" Diyerek arkadan seslenmeyi de unutmamıştı. Omzumun üzerinden ona bakıp göz devirdim ve bir kere daha ofladım, sırf gıcıklığına. O ise arkadan bir tane kafama geçirip, " Şımarık." Dedi. Bunu demeyi kesmeyecekti. Asıl şımarık oydu oysaki. " Haylaz." Diyerek bende ilerlemeye devam ettim.

" Fırlama."

" Şam şeytanı."

" Elma kurdu."

" Habeş Maymunu."

" Gebeş Kaplumbağa."

" Bakir kertenkele." Bunu dile getirdiğimde, adım attığı yerde durup bana iğrenç bir şey duymuş gibi baktı. " O ne kız?" Dedi. Ben ise omuz silkip, " Bir ara internette popüler olan biri." Diyerek cevap verdim. O ise, " Bu ne saçma sapan isim seçimidir?" Diyerek yargıladığında, ona kaşlarımı çatarak baktım. Adam komikti bir kere. Tamam çok küfür ediyor olabilirdi, mizah anlayışı da çok farklı olabilirdi. Lakin komikti işte.3

" Nesi varmış? Gayet de iyi bence." Dediğimde aslında şakalaşıyordum. Tek amacım eğlenmekti. " Senin isim anlayışını bir kez daha tartışmak istemiyorum. Çocuğun olursa kesin adını da böyle saçma sapan şeyler koyarsın." Dediğinde ensesine bir tane geçirdim. " Çocuğum hakkında düzgün konuş lan!" Diyerek olmayan çocuğumu savunmama göz devirdi. Evet, henüz çocuğum olmayabilirdi ama bu olmayacağı anlamına gelmezdi. Her halükârda korurdum miniğimi.

" Laçin hemşire." Bir anda karşımıza çıkan askerle, ikimizde tartışmayı kesip askere baktık. " Evet?" Diyerek askere döndüğümde, benden ne isteyeceğini merak ediyordum. " Binbaşım sizi odasına çağırıyor." Dediğinde istemsizce kaşlarımı çattım. " Tamam, teşekkür ederim. Birazdan gideceğim." Dediğimde, asker Behlül'e selam verip yanımızdan gitti. Askerin gidişinin ardından, Behlül bana döndü. " Binbaşı neden seni çağırıyor?" Diye sordu. Bende bilmiyordum. Gidince öğrenecektim.

" Bilmiyorum, gidince öğrenirim." Kaşlarım hafif çatık bir şekilde neden çağırabileceğini düşünüyordum. İşe döneli bile iki üç gün oluyordu. Bakışlarımı Behlül'e çevirip, " Ben gideyim. Bakalım neden çağırıyormuş." Dediğimde, başını sallayarak beni onayladı. Ben ise arkamı dönüp Okan Binbaşı'nın odasına doğru ilerledim.

Büyük ihtimalle yine Mit tarafından bir görev verilmişti. Ne de olsa iyileşmiştim, bazı görevlerimi yerine getirmemin vakti gelmişti. Mesela, haini bildirmek gibi.

İçime çektiğim derin bir nefesle birlikte, bu ismi nasıl dile getireceğimi düşünüyordum. Zira Kopuk Tim'inin her bir üyesine ayrı ayrı bağlanmıştım. Onların içindeki haini bulmak, bana çok zarar vermişti. Çünkü, bulduğum hain sevdiğim biriydi... Bu hainliği nasıl yaptığını hâlâ da sorguluyordum. Neden yapıyordu?1

Binbaşının kapısının önüne geldiğimde, kapıyı iki kere tıklatıp komutun gelmesini bekledim. " Gel!" Diyen komutu duyduğumda, içime çektiğim derin bir nefesle birlikte kapıyı açıp içeri girdim. Ardımdan kapıyı kapatırken, gözlerim Binbaşının kahverengi gözleriyle kesişti. Bugün, birinci görevimin son bulduğu andı.

Gazamız mübarek olsun.

🇹🇷

 

Sizce hain kim ?6

Yeni bölümde görüşürüz...2

 

Bölüm : 01.02.2025 13:52 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...