10. Bölüm

9: Deli Dolu Düğün

sema
erlsema

Tesadüfler, kaderin karşımıza çıkardığı anlardı hiç şüphesiz. Kader de yoksa, o olayı yaşamaz, o kişiyle karşılaşmazdık. Tesadüf, kaderin oynadığı bir oyundu sadece. Hazırladığı sona; bir fragman, bir tiyatroydu.

Tesadüfler, aslında yaşanması gereken anlar, zamanlardı. O anlar yaşanmasa, ilerleyen zamanların ne getireceğini bilmezdin. Zira tesadüfler, hayata enerji getiren şeylerdi.

Lakin ben, hayatımda ilk defa bu tesadüflerin daha fazla karşıma çıkmasını istemiyorum. Yüzbaşı ile olan tesadüflerim, artık sınırını aşmıştı. Kaderin bana oynadığı bir oyun olduğunun farkındaydım, lakin bana yazılan bu kader hiç ama hiç hoşuma gitmemeye başlamıştı.

Şaka gibiydi, belki de ilk günden beri karşılaşmamız gerekiyordur, bilmiyorum. Lakin, acıtan bir tesadüften ibaret olacaktı. Biliyorum, bu adam çok fazla canımı yakacak. Bundandır ki, ondan ne kadar uzağa kaçarsam, bu benim hayrıma olur.

Askeriye’ye attığım ilk adımda bile, aslında tesadüflerin zeminini hazırlamıştım. Resmen kaderimin karşısına geçmiş, ‘ Haydi oyna!’ diye bağırmıştım. Şimdi ise karşımdaki bu adama bakıp, kaderimin ne olduğunu umursamadan, elimin tersiyle silmek istiyordum. Zira insan kendine acı verecek insanı hissederdi, öyle değil mi ?

“ Doktor ?” diyen sesine karşılık, yüreğimdeki felaketin hızı daha da arttı. Bakışlarımı kaçırıp, bir adım geri çekildim. “ Yüzbaşı ?” dediğimde, önce bana daha sonra eve baktı. “ Burada mı oturuyorsun ?” dediğinde tek kaşımı kaldırıp ona baktım. Bu onu ilgilendiren bir durum değildi zannımca. “ Gelin tarafıysanız, aileler içeride.” Dediğimde bakışları tekrar beni buldu. “ Damat tarafı mısın ?” dediğinde, içime çektiğim sıkıntılı nefesle, “ Evet, şimdi geçecek misiniz ?” dediğimde, dudağının sağ kenarı yukarı doğru kalktı. Ayrıca ne kadar saçma sorulardı bunlar böyle! Burada duruyorsam, burada oturuyorumdur. Sen gelin tarafıysan, bu evde olduğuma göre, ben de damat tarafıyım.

Konuşmaya çalışıyor şapşiğim yaa.

İç sesimi görmezden gelip, kapıyı biraz daha araladım ve içeri girmesini bekledim. İçeri girip ayakkabılarını çıkarıp kenara koydu. Ona uzattığım terlikleri giyip, kabanını bana uzattığında, elinden koparırcasına çekip ters ters baktım ve kabanını vestiyere astım. Arkamı döndüğümde, hâlâ yerli yerindeydi.

“ Bu kaçıncı tesadüf, doktor ?” dediğinde, ona kaşlarımı çattım. “ Rahatsız mısınız ?” dediğimde, ilk baş anlamasa da daha sonra, kafasında bir sorun olup olmadığını vurguladığımı anlayıp güldü.

Bu adamın gülüşü neden bu kadar güzel ?

Bir an için, içim gülüşüne kaynarken, içli bir nefes çekmemek elde değildi. Lakin nefsime hakim olup, kaşlarım çatık bir şekilde ona bakmaya devam ettim.

“ İçeri geçmeyi düşünüyor musunuz ?” dediğimde, eliyle önünü işaret etti. Ona göz devirip önden ilerlemeye başladım. Hemen arkamdan, tıpkı Fahri amcalardaki gün gibi ilerlemeye başladı. O dev cüssenin gölgesi üzerime düştükçe, tıpkı o günkü gibi, içime tarifsiz bir güven ve sıcaklık doldu. Bu adamın arkamda oluşu bile, bana garip bir güven veriyordu, lakin bu hiç ama hiç iyi bir şey değildi.

Salona girdiğimizde, muhabbet eden kalabalığın sesi kesildi ve bakışlar bize döndü. Hemen arkamdan gelen Yüzbaşı, sol tarafıma geçti ve ahaliye baktı. “ Biraz geç kaldım, kusura bakmayın.” Dedikten sonra, adımları yanımdan ayrıldı ve gidip babaannemin elinden öptü. “ Hoş geldun, uşağum.” Deyip babaannem de ona selam verdiğinde, bana tanıdık gelen o kadın gülümseyerek Yüzbaşı’ya bakıyordu. “ Tuğrul, hoş geldin oğlum.” Dediğinde, Yüzbaşı dudaklarında ufak bir tebessümle, “ Hoş buldum, anne.” Dedi ve annesine sarıldıktan sonra akrabalarıyla selamlaşmayıp, kendini tekli koltuklardan birine attı.

Bu kadın, Yüzbaşı’nın annesi miydi ! Nereden tanıdık geldiği, şimdi anlaşılıyordu! Bir an için geçmişimdeki kadına gitmişti aklım. Gülnare Ejem olabileceğini düşünmüştüm. Lakin o, Yüzbaşının kendi sosyal medya hesabında da fotoğrafını paylaştığı annesiydi. Sonuç olarak tek Gülnare, geçmişimdeki kadın değildi, öyle değil mi ?

Bakışlarım hâlâ o kadının üzerindeyken, kolumu dürtükleyen kuzenime şöyle bir döndüm. “ Baya iyiymiş yalnız.” Diyerek bana Yüzbaşı’yı gösteren Gülfer’e ters ters baktım. Tipi güzel olsa ne olur, içi pis içi !

Kendini kandırmaya devam et şekerim.

Bana destek çıkması gereken iç sesimin ne gibi bir sorunu vardı, bilmiyorum. Evet, adam yakışıklıydı bunu hiçbir zaman inkâr etmemiştim. Lakin içinde bir İskandinav ayısı yaşıyordu ! İçindeki Ayının ben farkındayım, tipi iyi olsa ne olur, ruh önemli ruh !

Dedikten beş dakika sonra sen.

Diyerek benimle dalga geçen iç sesime, muhteşem küfürlerimi gönderip, onu kafamdan def ettim. Hep böyle zamansız anlarda ortaya çıkmasından nefret ediyorum! Bakışlarım istemsizce Yüzbaşı’ya döndüğünde, Egit amcamla konuştuğunu gördüm. Bir an için, nedense bana bakıyormuş gibi hissetmiştim.

Sanki içimden geçirdiğim cümleleri duymuş gibi, Egit amcam bana döndü, “ Bize iki çay getirsene Bal Çeç.” Dediğinde ona gülümsedim ve mutfağa girdim. Lakin mutfağa girmemle, baklava tepsisi önünde duran Gülfem ve Harun’u gördüm. Ellerindeki baklavaları tam ağızlarına atacakken beni görmüşlerdi.

“ Lan !” hızla baklavaları ağızlarına atıp çiğnediler ve geride ipucu olarak kalmış parmaklarındaki şerbeti yaladılar. Onlara şöyle bir baktığımda, sanki normal bir şey yapmış gibi bir de üstüne su içtiler. “ Siz benim imtihanımsınız, başka açıklaması yok!” diyerek sabır çeke çeke tezgahın önüne geçtim ve üst dolaplardan bir tanesinin kapağını açıp, içinden iki tane ince belli bardak ve tabaklarını çıkarıp tepsiye koydum.

Bardaklara çayı doldurup, tatlı tepsisinin önüne geçtim ve tatlı tabaklarına üçer tane baklava koyup onları da tepsiye koydum. Elimdeki tepsiyle mutfaktan çıkıp salona geçtim. Tepsideki çay ve tatlıları Yüzbaşıyla amcamın önüne koyup geri çekildim. Tabi bu sırada, Yüzbaşıya ters ters bakmayı da ihmal etmemiştim.

Elimdeki tepsiyi, kenardaki sehpalardan birinin üzerine bıraktım ve çektiğim sandalyelerden birinin üzerine oturdum. Benim yanımda duran Harun ise, Yüzbaşıyı yeni görmüş ve çatık kaşlarla ona bakıyordu. Hava alanında Yüzbaşıyı görmüştü, bu yüzden onu tanımıştı. Lakin şimdi onu burada görmek, belli ki beklediği bir şey değildi.

Kimse duymasın diye, kulağıma doğru eğilip sessizce, “ Bu o adam değil mi, kuzen?” dediğinde, ben de onun gibi kısık sesle, “ Evet, o.” Dedim. Yanıma sokulan Harun, “ Burada ne işi var bu lavuğun ?” demesiyle kaşlarım çatıldı. “ Ne bileyim ben, belli ki gelin tarafı.” Deyip geri çekildim. Harun ise tehditkâr bakışlarını bir an olsun Yüzbaşının üzerinden ayırmıyordu.

Yanımda duran Harun’un kolunu çimdikleyip, “ Sakın bir delilik yapma.” Dedim. Bana doğru dönüp, “ O bir halt yapmadığı sürece, ben de yapmam.” Deyip geri çekildi, lakin çok uzaklaşmadan tekrar kulağıma eğildi, “ Ayrıca, delilik benim kanımda var kızım, boş duramam!” dedi. Ben onun bu haline başımı iki yana sallayarak bakarken, o yanı dibimden çekilip tekrardan Yüzbaşıya baktı. Umarım bir delilik yapmazdı.

“ Canan neredur, Yadigar nene ?” diyen kadına döndüğümde, onun Egit amcamın kayınvalidesi olduğunu gördüm. “ Yoldalarmiş, gelucekler ha birazdan.” Deyip çayından bir yudum aldı babaannem. Önce herkesi kovmuştu, şimdi ise herkesi tekrar çağırıyordu, bu kadın cidden imtihandı!

Amcamın kayınvalidesi de, babaannemi onaylarcasına kafasını sallayıp çayından bir yudum aldı. Onlar tekrardan derin bir muhabbete girdiğinde, gelinin ara sıra amcamla kesiştiklerini gördüm. Gören de nişanlı değiller zannedecek!

İki gün sonra evlenecekler bir de!

Diyerek uzun zaman sonra bana destek çıktı, iç sesim. Onları rahatsız etmemek adına bakışlarımı çektiğimde, burada olan bebekli bir kadın, çocuğun huysuzlaşmasıyla onu sakinleştirmeye çalıştı. Bebeğini susturmaya çalışırken, aslında daha çok ağlattığının farkında değildi. Sanırım yeni anne olmuştu.

Hastanede daha önce bebeklere de baktığımız için, bebeklerin çoğu rahatsızlığının neye dayandığını anlayabiliyordum. Genç kadın yanındaki bir diğer, yaşlı kadına döndü. “ Anne, susmuyor.” Diyerek tedirgin bir şekilde bebeğine bakıp, pışpışlamaya başladı. Bu sırada, en az on tane olan çocuk arka tarafta oyun oynuyordu. Şaşırtıcı bir şekilde sessizlerdi.

Yaşlı kadın bebeği eline alıp susturmaya çalıştı, lakin bebek hâlâ susmuyordu. Genç kadına dönüp, “ Doyurdun mi ?” dediğinde, yanındaki kadın, “ Doyurdum, karnı tok.” Dedi. Yaşlı kadın bebeği kucağında sallayarak susturmaya çalıştığında, bu görüntüye daha fazla dayanamadım ve ayaklanarak yanlarına gittim. Bebeğin haykırışları salonu inletirken, nasıl olurdu da ağlayışına göz yumardım ?

“ Ben hemşireyim, bakabilir miyim ?” diyerek ellerimi uzattığımda, yaşlı kadın önce bana sonra genç kadına baktı. “ Eyi madem, al bakalum.” Dediğinde, bana doğru uzattığı bebeği kucağıma aldım. Şöyle bir baktığımda, kucağımda o kadar minik kalıyordu ki, ona zarar veririm diye korktum. Yüzümdeki minik gülümsemeyle annesine döndüm, “ Adı nedir ?” kucağımdaki bebeğe, sanki her an başına bir şey gelecekmiş gibi tedirgince bakıp, “ Erva.” Dedi. Genç anneye güven verircesine tebessüm edip, “ Yukarısı daha sessiz,” deyip minik bebeğe doğru eğilip, ağlamaktan kızaran minik yanağına dudaklarımı dokundurdum. “ Bu miniği susturup getireceğim.” Dedim.

Annesi kararsızca bana baktığında, “ Merak etmeyin, iyi olacak.” Deyip tebessüm ettim. Nihayet ikna olan genç anne, “ Peki madem.” Deyip son kez kızına baktı. Bu sırada kenarda duran kuzenlerimde, “ Biz de çocukları yukarı çıkaralım, daha rahat oynarlar.” Dediler ve peşimden geldiler. Yukarı çıkmadan önce babaanneme baktığımda, yüzündeki gülümsemeyle bana bakıyordu. Neden yaptım bilmiyorum ama, bir an için bakışlarım Yüzbaşıyı bulduğunda, gözlerindeki parıltıya benzer ışıklarla kucağımdaki bebekle bana bakıyordu. İstemsizce yanaklarım kızarırken, bebeği kucağıma daha da sabitleyip, sırtını pışpışlayarak yukarı çıktım.

Neden öyle bakmıştı ki şimdi ?

Benim hemen ardımdan gelen koca kalabalık, benim gibi salona geçmişti. Onları umursamayıp, kucağımdaki bebeğe odaklandım. “ Oyy, ne oldu sana ?” deyip, onu ellerim arasında yüz üstü çevirip, sırtını sıvazlamaya başladım. Büyük ihtimalle çıkaramadığı gazdan dolayı huysuzlanıyordu.

“ Senin gazın mı varmış ?” deyip, belden yukarısını hafifçe elimle sıvazlamaya başladım. En az yedi aylık olan bebek, ben onun sırtını sıvazladıkça daha da rahatladı ve kısa süre sonra, “ Pırt.” Diye bir ses çıkarıp gazını çıkardı. Ben onun bu hâline gülümserken, yanı başımda ne yaptığıma bakan Harun, “ Lan, pırt yaptı bu !” deyip, şok olmuş bir vaziyette bebeğe baktı.

Sanki bu kadar minik bir bebeğin gaz çıkarması normal değilmiş gibi davranıyordu. Ben ona göz devirirken, Devrim bir tane çaktı kafasına. “ Sen de yapıyorsun dangalak.” Bu dediği hepimize kahkaha attırırken, Harun ters ters Devrim’e bakıyordu. “ Bu sıçadabiliyor, biliyorsun değil mi ?” diyerek kahkaha atan Gülfer’in kafasına bir tane yapıştırdı. “ Sizin diliniz yine çok uzadı.” Dedikten sonra kucağımdaki bebeğe gülümseyerek baktı. Ama sanki bebek, onun bu gülümsemesini bozmak istiyormuş gibi bir tane daha pırt yaptığında, Harun’un yüzü düştü.

“ Ne yemiş lan bu, leş gibi koktu !” diyerek burnunu kapatan Hamza, yüzünü buruşturmuştu. Sanki bunu duymuş gibi bebek bir pırt daha yaptığında, Gülfem kahkaha attı. Ben de ona eşlik ettiğimde, “ Bebek hanım, hiç hoş hareketler değil bunlar.” Diyen Harun bebeğe kınarcasına bakıyordu. “ Gazını üç gün kıçında tut bakayım, gör bakalım seninki nasıl leş gibi kokuyor.” Dediğimde, iyice terbiyesizleşmeye başlayan muhabbetimiz ve aynı zamanda kahkahalarımızı bölen şey, yere düşen bir vazonun sesiydi. Hepimizim bakışları az ilerideki çocuğu buldu. Elindeki vazoyu düşürmüş paramparça etmişti. Sanki bu ânı bekliyormuş gibi tüm çocuklar bir anda oradan oraya koşturup, evi dağıtmaya başladı.

Ben de içlerindeki şeytan ne zaman uyanacak diyordum !

Ben kucağımdaki bebekle onları izlerken, Gülfer yerdeki vazo parçalarını toplamakla meşguldü. Devrim ve diğerleri ise, oradan oraya fırlayan çocukları yakalamaya çalışıyordu. “ Çocuklar, oturur musunuz ?” diyen tabii ki Hamza’ydı. Lakin bu sıçanların nazik dilden değil, bağırış çağırıştan anladıklarını bilmiyordu.

Bir tane erkek çocuğu, kız çocuğunun saçını çektiğinde, yanındaki diğer kız da o erkek çocuğun saçını çekti. Bu haylazlara şöyle bir bakıp, tekrar kucağımdaki meleğe döndüm. Rahatlamış olmalı ki, kucağımda mayışmıştı. Onu tekrar sırt üstü çevirip kucağıma aldım ve gülümseyerek yüzüne baktım. İşaret parmağımı burnuna sürtüp, “ Seni cimcime, seni !” diyerek onu sevmeye başladığımda, çıkardığı gaz sayesinde keyfi yerinde olan Erva, gülerek bana baktı. “ Ya sen ne tatlı bir şeysin böyle!” deyip onu biraz daha kaldırıp yanaklarından öptüm. Bu hareketime gülerek tepki verdi ve bacaklarını sallayarak gülmeye devam etti. Bu hâli o kadar tatlıydı ki, her an bu miniği ısırabilirdim.

“ Lan!” diye haykıran Devrim’in sesiyle, benle aynı an da irkilen bebeğin bakışları oraya döndü. Devrim, tam deyimiyle elini kıçına kapatmış, korumaya çalışıyordu. Bakışlarım onun arkasındaki erkek çocuğunu bulduğunda, nereden bulduğunu bilmediğim sopayı Devrim’in kıçına batırmaya çalışıyordu. Üstelik bunu sinsice gülerek yapıyordu.

Arkasını dönüp koşan Devrim, “ Bak güzel çocuğum, o sopa insanların bir tarafına sokulmak için kullanılmıyor.” Dedi, lakin sanki onu hiç duymamış gibi, omzunu silkerek elindeki sopayla Devrim’in peşinden koşturmaya başladı çocuk. Devrim kaçtıkça, o çocuk elindeki sopayı daha çok kıçına batırmak için uğraşıyordu. Ben onların bu hâline gülerken, biraz ileride Gülfem’in saçını tutan bir kız, “ Sağa diyim, bağa dokunma da!” deyip Gülfem’in saçını yolarcasına çekip yürümeye başladı. Gülfem ise, “ Seni küçük sıçan! Bırak ula saçumi !” deyip emekleye emekleye o kızın peşinden gitti. Ciddi ciddi emekliyordu bu arada. Bu küçük kız, sanki tasmaymış gibi Gülfem’in saçından tutup ilerlerken, Gülfem’de tam deyimiyle, evcil hayvan gibi peşinden gidiyordu.

Kucağımda gülerek olaylara bakan bebeği gördüğümde, ben de gülerek baktım onlara. “ Kuduz musun evladım !” diyerek kolunu ısıran çocuğu eliyle itmeye çalışan Hamza’ya kahkaha atarak baktım. Bir çocuk onun kolunu dişleri arasına almış, lakin bırakmıyordu. Eğer biraz daha bırakmazsa, eti kopabilirdi. “ Etobur o abi, kolay kolay bırakmaz.” Diyen kız çocuğu, kenardaki koltuğa oturmuş, bir bacağını diğerinin üzerine atarak bilmiş bilmiş konuşuyordu.

Tekrardan Hamza’ya baktığımda, intikam alırcasına çocuğun kulağını dişleri arasına alıp, “ Kolumu bırakmazsan, kulağını koparırım !” diyerek çocuğu tehdit etti. Ama sanki bu çocuğun umurunda değilmiş gibi biraz daha Hamza’nın etini sıktığında, “ Lan !” diye bağırıp, çocuğun kafasını ittirerek kendini ondan korumaya çalışıyordu. Ben ve kucağımdaki melek onlara gülmeye devam ederken, “ Mahremim gitti !” diyerek bağıran bir ses duydum. Bakışlarım biraz sola kaydığında Gülfer’i gördüm.

En fazla beş yaşında olan bir erkek çocuğu, Gülfer’in göğsünü avuçlayıp, “ Bu ne ?” diyerek gözlerini çipil çipil açarak Gülfer’e baktı. Bunu sorması ise bana kahkaha attırdı. Gülfer hızla o çocuğun elini göğsünden çekip, “ Ayıp çocuğum, ayıp !” dedi. Lakin çocuk diğer elini kullanarak, tekrardan Gülfer’in göğsünü avuçlayıp, “ Ama çok yumuşak, pamuk gibi.” Diyerek masum masum Gülfer’e baktı. Gülfer’in yüzü kıpkırmızı kesilirken ben kahkaha attım. Aynı şekilde, kucağımdaki bebekte elini çırparak olaylara gülüyordu. “ Boşuna uğraşma abla, sen doğru cevabı verene kadar peşini bırakmayacak.” Diyen kız çocuğu, o çok bilmiş olan kızdı.1

“ Benim yengem bununla Erva’ya süt veriyor. Sende de süt var mı ?” deyip merakla kafasını Gülfer’in göğüslerine yaklaştırdığında, Gülfer küfür ederek uzaklaşmaya başladı. Lakin çocuk ona sülük gibi yapışmış, üstelik göğsünü de bırakmamıştı. “ Bana süt ver !” demesi bana kahkaha attırırken, Gülfer, “ Mutfakta var, gel oradan alalım. Ama beni bırak.” Demesiyle, çocuk hızla gözlerinden yaşlar akıtarak, “ Ama ben burdan istiyorum.” Diyerek ağlamaya başladı ve zorla Gülfer’in göğsüne doğru uzandı. Gülfer’in bu acınası hâli bana kahkaha attırdı.

Şimdi kurtul bakalım kurtulabiliyorsan, böyle beladan.

“ Bana bak yer faresi, bırak o vazoyu !” diye bağıran Hamza’nın sesini duymamla, bakışlarımı Gülfer ve çocuktan çekip, Hamza’ya çevirdim. Sekiz yaşlarındaki bir çocuk elindeki vazoyu yukarı kaldırmış, sinsice gülerek Hamza’ya bakıyordu, “ Abi o da bir şeyleri kırmayı çok seviyor.” Diyen kız çocuğu, sanki bu olanlar çok normalmiş gibi geriye yaslandı ve şöyle bir etrafa baktı.

Sanırım kaostan besleniyor.

Kısa süre sonra yere düşen vazonun sesi duyuldu. “ Lan o teyzemin en sevdiği vazo !” diye bağıran Hamza, ayağından çıkardığı terliği eline aldı ve çocuğun peşinden koşmaya başladı. Çocuk büyük bir zevkle kaçarken, eline aldığı her hangi bir şeyi yere atıp kırıyordu. Hamza ise daha da delirmiş, elindeki terliği çocuğun kafasına atmıştı. Yediği terlikle yüzüstü yere yapışan çocuk, sanki hiçbir şey olmamış gibi gülerek ayaklandı ve koşmaya devam etti.

Bu büyük kaosun içinde, bağırış çağırışları devam eden çocuklar ve sevgili kuzenlerim eşliğinde, ben ve Erva bebek, sanki komedi türünde bir film izliyormuş gibi, olanlara gülerek tepki veriyorduk. Onları bilemem ama, ben ve Erva’nın keyfi çok yerindeydi.

 

İki Gün Sonra

Düğün Günü

Karşımdaki aynada görünen yansımama, kararsız gözlerle bakıyordum. Aslında güzel olmuştum, lakin bu elbiseyi giymeye gerek var mıydı, emin değilim.

Ne mi giymiştim ?

Babaannemin isteği üzerine, yöresel kıyafetlerimizden Keşan giymiştim. Kırmızı, siyah ve beyaz renklerden oluşan bu elbisenin omuzları açıktı. Eteğinin boyu, diz kapağımın altına kadar geliyordu. Belimde lastik vardı lakin amcamın düğünü için fazla basit kaçan bu elbisenin üzerine, göğüs altından belime kadar gelen siyah bir deri korse giymiştim. Böyle daha iyi görünüyordu. Giydiğim Keşan'ın kısa kol ve tesettüre uygun tarzında olanları da vardı, lakin babaannem bunu giymemi istediği için bunu giymiştim.

Yüzümde sade bir makyaj vardı. Üzerimdeki elbise zaten bir renk cümbüşüyken, yüzümü de binbir tona boyayamazdım. Siyah göz kalemi çekmiş, mavi gözlerimi daha da belirginleştirmiştim. Aynı zamanda göz yapımı çekik gösteren bir eyeliner çekip, maskara sürmüş ve gözlerim ile olan işimi bitirmiştim. Dudaklarıma ise bordo renk bir ruj sürmüştüm. Dudaklarımın renksiz kalmasına izin veremezdim.

Saçlarımı dalgalandırıp, omuzlarımdan aşağıya doğru sarkıtmıştım. Ayağıma giydiğim topuklularla, artık tamamen hazırdım. Son kez parfümümü sıkıp, üzerinde altın çemberleri olan başörtüyü saçlarım üzerinde doğru şekilde konumlandırıp, o küçük altınların alnıma gelmesine izin verdim.

Bu şekilde, eski dönem kadınlarına benzemiştim. Nostaljik bir hava vardı üzerimde.

Gayet güzel olmuştum, lakin ben elbise değil, pantolon, yelek takım giymeyi düşünüyordum. Yine de babaannemi kıramamış ve elbiseyi giymiştim. İçime derin bir nefes çekip, odamdan çıktım ve alt katta bir gümbürtüden ibaret olan kalabalığın yanına doğru ilerlemeye başladım.

Aşağı indiğimi gören yüzler, " Nihayet!" derken gülümseyerek yanlarına vardım. " Ne yapayım, en son ben çıktım hazırlanmaya." Deyip kendimi aklama çabalarına girdim. Her birine şöyle bir baktığımda, ikizler de tıpkı benim gibi, babaannemin zoruyla Keşan giymişti. Lakin benim aksime, onlar bayağı abartılı bir makyaj yapmışlardı.

Erkeklere şöyle bir baktığımda, Devrim'in mavi gözlerini daha da ortaya seren, koyu lacivert bir takım giydiğini gördüm. Kumral olan saçlarına şekil vermiş, onları düzgünce taramıştı. Yüzünde hafif çıkan kirli sakallarıyla, bu gece çoğu kızın gönlünü fethedeceğinin farkındaydım. Harun'a baktığımda, üzerinde Devrim'inkinin aksine siyah bir takım vardı. O da tıpkı Devrim gibi siyah saçlarını güzelce taramış, birkaç gündür yüzünde duran kirli sakalı traş etmişti. Yüzü daha çok ortaya çıktığı için, buğday teni göze çarpıyordu. Son bakışlarım Hamza'yı bulduğunda, üzerinde siyah bir gömlek ve gömleğiyle aynı renk, siyah bir kumaş pantolon giymiş olduğunu gördüm. Üzerine ceket giymemiş, tam tersi gömleğinin ilk iki düğmesini de açmıştı. Onun da yüzünde hafif kirli bir sakal vardı. Lakin diğer ikiliye göre saçlarına özenle şekil vermemiş, öylesine elleriyle dağıtmıştı.

Hepsi birbirinden yakışıklı vaziyetteydi, biz onların yanında köylü kızlar gibi duruyorduk... Onlar da beni şöyle bir süzdükten sonra, onlara açıklama yapma çabamı hiç umursamadan kapıdan çıktılar. " Düğün başladı ama Damadın ailesi hâlâ evde !" diye bağıran Devrim ile, kızlarla aynı anda göz devirdik. Bazen, fazla abartıyorlardı.

Aile büyüklerimiz önceden hazırlanmış ve gitmişti, geriye sadece biz kalmıştık. Düğün evi olduğu için ev bayağı kalabalıklaşmış, dolayısıyla da batmıştı. Yüzeysel bir şekilde evi toparlayıp ancağı hazırlanabilmiştik. Ayağımdaki beş santimlik siyah topuklularla ilk adımımı attım ve dışarı çıktım. Hemen ardımdan ikizlerde gelip, konağın kapısını kilitlediler.

Aynı anda ilerlediğimiz sırada, arka arkaya dizilmiş olan siyah lüks model arabalar, hiç şüphesiz Devrim, Hamza ve Harun'a aitti. Her biri, birinin önünde durmuş, gözlerine taktıkları güneş gözlükleriyle bize bakıyorlardı.

Havalara bak havalara !

Aslında bu görüntüleri çoğu kızı etkilerdi, lakin arabaları ve güzel suratlarını kullanarak poz kesen insanlar bana her zaman itici geliyordu. Bir türlü sevemiyordum öyle insanları. Tabi kuzenlerim buna dahil değildi. Ben tam tersi onların bu haliyle rahatlıkla alay ediyor, kahkaha atıyordum. " Laçin sen benim arabama gel." Diyen Harun'a şöyle bir baktım. Daha sonra gözlerim Hamza'yı bulduğunda, kaşlarını kaldırarak onu ret etmemi istiyordu. Lakin ben ikisine de uymayıp, en öndeki Devrim'e doğru ilerledim.

" Satışı yedik, iyi mi ?" diyen Harun'a göz kırpıp gülümsedim ve Devrim'in karşısına geçtim." Beni arabana kabul edersin bir zahmet, Devrim." Dediğimde gülerek arabanın kapısını açtı ve reverans yaparak, " Bu güzelliğe eşlik etmekten, gurur duyarım madam." Dediğinde kahkaha attım. " Aferin aslanıma." Deyip omzuna iki tane vurup güldüğümde, o da kafasını iki yana sallayarak güldü.

" Kızım gitsene, ben gideceğim Hamzayla diyorum!" diye bağıran Gülfer'in sesini duyduğumda, arkamı dönüp onlara baktım. Yine birbirlerini omuzlarıyla ittirerek Hamza'nın arabasına binmeye çalışıyorlardı. " Tamam kızlar, benim için kavga etmenize gerek yok." Deyip gülen Hamza'nın sesiyle, ikisi de aynı anda onu küçük düşürecek bakışlar atıp, Harun'a doğru yol aldılar.

" Ya sen gitsene, daha az evvel demiyor muydun Hamzayla gideceğim diye. Al sana Hamza, git işte !" Diyen Gülfem'i omzundan ittirerek, " Sen çok istiyordun, sen git Hamzayla." Deyip koşarak ilerledi ve Harun'un arabasına bindi. " Karadenuzun fışkıyeni senu!" diyerek Gülfer'e küfür ede ede, Hamza'nın arabasına ilerledi Gülfem. Hamza'nın arabasının önüne geldiğindeyse, Hamzaya ters ters bakıp, " Ha ne kadar iticisun gaybana." Deyip koltuğuna oturdu. Hamza ise sabır çeke çeke, " Dua et düğün günü, yoksa o saçını bozmasını bilirdim " diyerek kendi arabasına bindi.

Ben ve Devrimde onlara gülerek kendi yerlerimize oturduk ve yolculuğumuz başladı. Düğününe gittiğimiz Egit amcam, babamdan sonraki çocuktu. Yani beşinci çocuk. Sevgili amcam, benden altı yaş büyüktü. Babaannemin en büyük çocuğu, İdris Amcamdı. İdris amcamın oğlu Devrim, benden dört yaş büyüktü. Devrimden sonra da başka çocuk istememiş ve yapmamıştı amcam.

İdris amcamdan sonra Derda halam geliyordu. Eşi Dursun eniştem ondan her ne kadar korksa da, korkusunun iki katı kadar da seviyordu, bu deli kadını. İkiz kızları olan Gülfem ve Gülfer ise güzelliklerini baba tarafından, asiliklerini ise annelerinden almışlardı. Bu demek değildi ki anne tarafı çirkin, tam tersi iki ailenin de fertleri birbirinden güzeldi. Bu ikizler ise, benimle aynı yaşta olmalarına rağmen, hâlâ büyüyememişlerdi...

Aysel halam ise, Derda halamdan sonra geliyordu. Harun ve Hamza onun çocuklarıydı. Harun benden iki yaş, Hamza ise bir yaş büyüktü. Lakin iki çocuğu da babasına benziyordu. Aysel halam, yeşil gözlü hafif kızıl kumral karışık tonda bir saç rengine sahip, çok güzel bir kadındı. Keza Derda halamda aynı şekilde çok güzel bir kadındı. Güzelliklerini babaannemden aldıklarını biliyordum, çünkü babaannemin gençlik fotoğraflarına bakınca, cidden eskilerin, o aranan kadını olduğunu anlamıştım.

Ki keza öyleymişte. Masmavi gözleri, siyah saçları ve selvi boyuyla, zamanında tüm Ordu onun peşinden koşmuş. Lakin asiliği güzelliğinden önce tanınıyormuş, tıpkı Derda halam ve kızları gibi. Lakin babaannem çarşıya bir indi mi, pir inermiş. Saçlarını savurur, ona vurulan her bir erkeği görmezden gelirmiş. Çünkü onun gönlü zaten doluymuş. Lakin dedem ilk zamanlarda babaanneme pek yüz vermemiş. Hem asi ve hırçın hem de güzelliğinin farkında olup, bu güzelliğini kullanan bir kadın olduğu için, ona pek bakmazmış. Güzel de olsa, deli bir kadınla uğraşmak istemiyormuş. Ki zaten tüm Ordu onun ayakları altındayken, beni mi görecek demiş ve babaanneme pek yaklaşmamış.

Lakin daha sonra bu durum babaannemin damarına tak dedirtmiş. Gitmiş dedemin sahip olduğu kuyumcuya, kavga çıkarmış. " Ha sen beni istıy mısın, istemiy mısın ?" demiş ve ellerini masaya vurmuş. Neye uğradığını şaşıran dedemse güvenliklerle birlikte onu mağazadan kapı dışarı etmiş. Lakin babaannem durmamış, her gün her gün kapısında belirmiş. E bu vahşi cazibeye daha fazla dayanamayan dedem, doğal olarak vurulmuş bu gözü kara deliye.

Babaannemin de zoruyla yapılan, lakin güzel anılara sofra hazırlayan bu birliktelik, onları hiçbir zaman pişman etmemiş. Hep gülerek bahsederlerdi bu anlarından, biz ise altımız beraber merakla onları dinlerdik. Bundan yaklaşık dört buçuk yıl önce, dedem kalp krizinden dolayı vefat etmişti. Babaannem ise başlarda onun yokluğuna alışamasa da, sonraları kaderin acı talihine boyun eğmiş ve hayatına devam etmişti. Ama bu değildi ki dedemi unuttu, tam tersi her sabah namazından sonra dedemin mezarına gider onunla konuşurdu. Bunu da, onu bir keresinde burada kaldığım gecenin sabahında görmüştüm. Ondan dolayıdır ki, biliyorum.

Yola sessiz bir şekilde yolculuk yaptığımızı fark ettiğimde, radyoya uzanıp açtım. Devrim ise bunu hiç sorgulamamış, yaptığım işe de karışmamıştı. Radyodan istediğim şarkıyı bulduğumda, dokunmatik ekranındaki oynatma tuşuna bastım ve şarkının sesini arttırarak açtım.

"Birgün çiktim armuta yarim geldi altina

Seçtim sarilarini attim peştemaluna." Diyerek şarkıya giriş yaptım ve nakaratını bir kez daha dile getirdim.

" Armudu budakladim dallarini sakladim

Anasinun yanine kizini kucakladim

Armut budaklanur mi dallari saklanir mi

Anasinun yanine kizi kucaklanir mi?" Deyip aynı an da yerimde hafifçe oynamaya başladığımda, Devrim'de bana eşlik etti.

"Armudun dali kara dökülür ara ara

Yok ki parali dayim sülalemiz fukara!"

Aynı anda kahkaha atıp şarkıya o şekilde devam ettik. Bir yandan oynuyor, bir yandan da şarkıya eşlik ediyorduk. Ben hareket ettikçe, kafamdaki baş örtünün altınları da alnıma çarpıyor, hareketleniyordu. Yine de bunu umursamayıp, oynamaya devam ettim ve yol boyu kahkahalar eşliğinde bu şekilde ilerlemeye devam ettik.

 

Nihayet düğün salonuna vardığımızda, saat akşam yedi olmuştu. Ben emniyet kemerimi çözerken, Devrim'de arabadan inmiş ve benim kapımı açmıştı. Çözdüğüm emniyet kemerini yerine bırakıp, bir ayağımı dışarı atarak ilk adımımı attım ve kolunu bana uzatan Devrim'in koluna girdim. Bizim arkamızdan gelen Hamza ve Gülfem'de arabadan inip, bizim yanımıza geldi. Son olarak Harun ve Gülfer'de geldiğinde, kadro tamamdı.

Hepimiz ikişerli şekilde, arka arkaya dizilip aynı anda düğün salonunun içine girdik. Daha şimdiden kalabalıklaşan düğün salonunda gözlerimi şöyle bir gezdirdim. Gelin tarafı ve bizim taraf tamamen gelmişti. Bizim dışımızda, davetlilerin bir çoğu da buradaydı, lakin Yüzbaşıyı henüz görmemiştim. Keza Gülnare hanım da yoktu. Belki de düğüne gelmeyecektirler diye düşündüm.

Saat yedi Laçin. Düğün başlamadı bile !

İç sesim haklıydı, lakin ben artık onu haklı bulmak istemiyordum. Neden mi? Çünkü kafamı karıştırmaktan başka bildiği bir halt yoktu!

Salonda bize dönen birkaç bakışı boş verip, babaannemlerin olduğu masaya geçtik. Babaannem, ben ve ikizlerin üzerinde gördüğü Keşanlarla birlikte, gözlerindeki parıltıyla bize baktı. " Maşallah maşallah, nazar değmesun kizlaruma." Deyip bir tane nazar duası okumaya başladı. Koyu kumral saçlarını savuran Gülfer, " Eğer sen istemeseydin hayatta giymezdim bunu nenem. Ben abiye giyecektim." Dediğinde, babaannem ona gözlerini dikerek baktı. " Bundan güzel abiye mi vardur ?" Dediğinde, Gülfer ağzına fermuar çekiyormuş gibi yapıp ağzını kapattı. Bu haline birkaç kişi gülmüştü.

Ayakta durmak istemediğim için, Devrim'in kolundan çıkıp, babaannemin yanına bir tane sandalye çekip oturdum. Bu sırada da erkekler bir anda ortadan kaybolurken, biz de masada oturup büyüklerimizle koyu bir muhabbete tutulduk.

Çok değil on beş dakika sonra yükselen müzik sesiyle, çoğu kişinin bakışları sahneye döndü. Sahnede duran kişi Devrim'di. Açılan şarkı ise, tam horon oynamalık bir şarkıydı. Devrim mikrofonu eline alırken, diğer ikili boş alana geçip kol kola verdiler ve oynamaya başladılar. " Haydi kalkın horona !" diye bağırdıktan sonra, mikrofonu ses sisteminin olduğu yere bırakıp, bir koşu Harun ve Hamza'nın eline girdi.

Babaannem yüzündeki tebessümle onları izlerken, ben de bu delilerin ortada ne halt yediğini merak ediyordum. Daha düğün başlamamıştı bile ama bunlar kendi kendilerine, gelin güvey oluyorlardı.

Düğün salonu giderek kalabalıklaşırken, yavaş yavaş birileri daha horona kalkmaya başladı. En nihayetinde başta üç kişiden oluşan Horon, bir an da kalabalıklaştı. " Ay çok güzel oynuyorlar, ben de gideceğim." Diyen Gülfer, bir saniye beklemeden sandalyesinde kalkıp halayın olduğu yere yürüdü. " Ben de oynamazsam olmaz!" diyen Gülfem'de ayaklanınca, gülerek onların gidişini izledim.

İkisi yine birbirini çekiştire çekiştire halaya girdiler ve uygun adımlarla oynamaya başladılar. Harun ve Devrim üzerlerindeki ceketten bunalmış olmalı ki, ne zaman çıkardıklarını bilmesem de, şuan sadece beyaz gömlekleriyle duruyorlardı. " Hey !" diye bağırıp bir adım öne çıktılar ve tekrar geriye giderken, yine " Hey !" diye bağırdılar. Ben onlara tebessüm ederek baktığımda, yanı dibimde duran Babaannemin kolumu dürtüklemesiyle ona döndüm.

" Ha kalk oyna da !" dedi, lakin oynamak istemediğim için başımı iki yana sallayarak ret ettim onu. Hızla kaşlarını çatıp, " Düğun güni dövdurtma kenduni da kalk oyna!" demesi beni bir tık ürkütürken, " Daha sonra oynasam ?" dediğimde kaşları daha da çatıldı ve yüksek sesli müziğe rağmen o inatçı sesini duydum, " Ula kalk !" bu ses tonu beni korkuturken, hızla ayaklandım. Benim bu korkulu halimi gören ev ahalisi yüzüme yüzüme gülerken, " Heç gülmayin oyle! Ha sizi da görecem birazdan !" deyip kimin eline girebileceğime baktım.

Çok bakmama gerek kalmadan, beni gören Hamza kafasıyla yanını işaret etti. Topuklularım üzerinde, yavaş ve dikkatli adımlarla halayın olduğu yere doğru ilerledim ve Hamza'yı bulduğum gibi, onun eline girmiş olan başka bir erkekle arasına girdim. " Hey !" diye kulağımın dibinde bağıran bu delilere, yüzümdeki gülümsemeyle eşlik ettim. " Hey !" Her adımım, bir diğerini takip ederken, halay yavaştan hızlanmaya başlamıştı. Lakin onlara yetişmekte bir sorun yaşamadım.

Halayın kuyruğu giderek kalabalıklaştığında, tanımadığım çocukla arama bir kişi daha girdi. Hafifçe yana baktığımda, halaya direkt ayak uyduran Yüzbaşı'yı gördüm. Şaşkın şaşkın bir tuttuğu elime, bir yüzüne bir de horonu oynayışına baktım. " Yüzbaşı !" dememle, eline girdiği diğer çocuğa olan bakışları bana döndü. " Doktor ?" deyip, hızlanan horona aynı anda eşlik edip, " Hey !" diyerek tepki verdik. Sesimi biraz daha yükseltip, " Ne yapıyorsunuz ?" diyerek elimi işaret ettiğimde, sanki çok normal bir şeymiş gibi gülümseyerek, " Horon tepiyorum !" dedi ve hızla bir adım öne giden ayağıyla, " Hey !" diye bağırdı.

Bir de gülümsüyor!

Şaşkın şaşkın ona bakmama karşılık vermedi ve halayına devam etti. Bilmem farkında mı ama tuttuğu el, benim elim ! Daha fazla el ele durmak, içimdeki yaratıklara da, kalbime de iyi gelmiyordu. Tam olarak bu yüzden halaydan çıkacakken, diğer tarafımda duran Hamza elimi sıkıp, " Çıkmak yok!" dedi. Kaşlarımı çatıp, " Yoruldum, bırak !" desem de beni dinlemedi ve zorla horon teptirdi. Sol tarafıma doğru bir gölgelik hissettiğimde, bu gölgenin kime ait olduğunu biliyordum.

" Kaçıyor musun, doktor ?" deyip, kulağımın dibinde alay edercesine güldü. Bu hareketi beni telaşlandırırken, hızla etrafıma baktım. Korktuğum olmuştu, babaannem suratındaki sırıtık ifadeyle, ben ve Yüzbaşıya bakıyordu. Sadece o da değil, Gülnare hanım da yüzündeki tebessümle ikimize bakıyordu. Kaşları çatık olan tek kişi, hiç şüphesiz Harun'du.

Kafamı ona doğru kaldırıp, " Lütfen bir daha dibime kadar girmeyin !" dedim. Lakin sanki beni hiç duymamış gibi, Horon tepmeye, büyük bir şevkle devam etti.

Neydi günahım, ya hak !

Alnıma doğru düşen altınlar, beni ciddi mana da rahatsız etmeye başlamıştı. Tek sebebi, alnıma vuruyor olmaları değildi, içimdeki yaratıkların dışa vurumu gibi bir şey olmuşlardı. Evet bu altınlar en önemsiz kısımdı, zira şuan yüreğimi yerinden eden tek şey, Yüzbaşının elimin üzerindeki eliydi.

Topuklarım üzerinde ayağımı yere sertçe vuruşumdan sonra hep bir ağızdan, " Hayde!" diye bağırıp, şen kahkahalar eşliğinde horona devam ettik. Zira şuan kalbim deli gibi atarken, içimdeki enerjiyi dışa vurabileceğim tek nokta, bu horondu.

Bakışlarım tekrar Yüzbaşıyla birleşen ellerimize döndüğünde, yüzümdeki tebessüme mani olamadım. Elinin, elim üzerindeki sıcaklık hissi, içime doğru akmıştı. Zira şuan, teninin sıcaklığını içimde hissediyordum. Yüzümdeki tebessümle önüme döndüğümde, ellerimizi yukarı kaldırarak horon tepmeye devam ettik.

"Senun gibi güzeli

Hiç adam unutur mi?" Yüzbaşı'nın kulağıma doğru söylediği cümleyle, kocaman açılan gözlerim ona döndü. Yüzündeki sırıtık ifadeyle gözlerimin içine bakıyordu. Bu adam cidden iyi değildi! Tam o sırada gelen dizeyle, türküye eşlik edip, Yüzbaşı'nın gözlerinin içine bakarak,

"Susuz derede testi da

Dolmaz uşağum dolmaz!" Deyip, gülmemek adına dudaklarımı birbirine bastırıp önüme döndüm. Ciddi ciddi bu durumda olduğuma inanamıyorum! Yüzümdeki tebessümü bozmadan, gözlerimde var olduğuna emin olduğum ışıltılarla birlikte, horon tepmeye devam ettim.

Horon'un hızı yavaşladığında, bitmek üzere olduğunu anladım ve pestili çıkmış olan ayaklarıma şöyle bir baktım. Bir daha babaanneme uymayacağım! Beni öldürse dahi, yeter!

Nihayet horon yavaş yavaş dağıldığında, Hamza elimi bırakmıştı, lakin Yüzbaşı hâlâ tutuyordu. Çatık kaşlarla ona döndüğümde, kulağıma doğru eğilmesi, içimdeki vahşi yaratıkları daha da coşturdu.

Bu adam, salonun ortasında, herkesin gözü önünde, ne halt yiyiyordu böyle !

" Güzel görünüyorsun, Gece Okyanusu." Dedikten sonra ilk önce üzerimdeki gölgesi, daha sonra sıcak elleri ellerimden kayıp gitti. Onun ardından boşluğa düşen ellerim ve zihnimle öylece arkasından bakakaldım. O bana ne dedi öyle ?

Gece Okyanusu.

Neden öyle bir şey demişti ? Bir lakap mıydı, neydi dediği o şey ? Niye bana o kadar yakınlaştı ? Neden benim elimde oynadı halayı ?

 

Yüzüme kadar nükseden ateşle birlikte, hafif meftunlaşmış bir şekilde, şaşkın şaşkın kendi masama doğru ilerledim. Neden bu hâlde olduğumu merak eden aile üyelerim, sorgularcasına bana bakarken, gözlerim ilk iş Harun'u aradı. Onu hiçbir yerde göremeyince, hızla arkamı döndüm ve Yüzbaşı'nın olduğu tarafa baktım. Korkuyla büyüyen gözlerim, Harun'u, Yüzbaşı'nın yanında buldu.

 

Korktuğum başıma gelmişti, Harun kaşları çatık bir şekilde Yüzbaşıya bir şeyler anlatıyordu. Yüzbaşı ise, ellerini kumaş pantolonunun cebine koymuş, dikkatle onu dinliyordu.

Ona şöyle bir baktığımda, ne giydiğine bakmadığımı fark ettim. Tıpkı Hamza gibi üzerine Siyah bir gömlek giymiş ve bronz tenini ortaya çıkaran gömleğinin, ilk iki düğmesini açmıştı. Kolları dirseğine kadar katlı, elleri giydiği siyah kumaş pantolonunun cebinde, kaşları hafif çatık, pür dikkat Harun'u dinliyordu. Kapkara olan saçları, asker olduğu için fazla uzun değildi. Lakin yine de, saçlarını taramış ve bir şekle sokmuştu.

Harun konuşmayı bitirdiğinde, bu sefer Yüzbaşı konuşmaya başladı. Artık her ne anlatıyorsa, Harun'un yüzündeki sinirli ifade yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı.

Harun ve sakin olabilmek ?

Şaşkın şaşkın onlara bakarken, kolumu tutan bir elin varlığıyla bakışlarım sağ tarafıma yöneldi. " Otursana, iki saattir ayakta dikiliyorsun." Gülfem'e başımı sallayarak cevap verip yerime oturdum. Hâlâ Yüzbaşı ve Harun'u gözetliyordum, lakin bir anda birkaç kişi onların önüne doluştuğunda, ikisini de göremedim.

Sıkıntıyla nefesimi verip, masanın üzerindeki su şişesinden bir yudum içtim. İkinci yudumumu içerken, " Gülnare'nun uşakla ne işsunuz siz ?" Babaannemin dediği şeyle, içtiğim su boğazımda kaldı. Şişeyi kendimden uzaklaştırıp, girdiğim öksürük krizini dindirmeye çalıştım. Bu sırada, sanki beni öksürük krizine sokan babaannem değilmiş gibi, yüzündeki sırıtık ifadeyle sırtımı sıvazladı.

Öksürük krizim dindiğinde, üzerime sinen telaşla babaanneme döndüm, " İş yerinden arkadaşım." Deyip gülümsemeye çalıştığımda, babaannemin tek kaşı kalktı. " Ha bu uşak Askerdur, kandurma benu !" dediğinde yutkundum. Baba tarafından kimse, Askeriye'de çalıştığımı bilmiyordu. Bu yüzden, şimdilik sadece babaannemin bilmesi adına, ona döndüm ve sessizce, " Askeriye'de gönüllü hemşirelik yapıyorum nenem." Dedim.

Babaannemin gülen yüzü anında solarken, bakışları sorgularcasına gözlerimi buldu. Yüzümdeki tebessüm, zoraki bir tebessüme dönüştüğünde hızla, " Akşam anlatırım." Dediğimde, bakışlarını üzerimden ayırmadı lakin geri çekilip, " Anlatacaksun." Dedi, sakin ama donuk bir sesle. Yutkunuşum büyüdüğünde, bakışlarımı kaçırarak önüme döndüm.

Babaannem, Askeriye'nin lafını bile etmezdi. Çünkü onun için Askeriye demek, babam demekti. Evladını yitirmiş bir kadın, torununu da yitirmek istemiyordu. Ki ben daha ona, sadece gönüllü hemşirelik yaptığımı söylemiştim, operasyonlara katılacağımı söylememiştim bile. Bunu söylediğimde vereceği tepkiyi tahmin bile edemiyordum...

Ama ne yaparsa yapsın, bu işten vazgeçmeyecektim. İstesem dahi bunu yapamazdım ya zaten. Ki böyle bir isteğim olmayacaktı, biliyorum.

Bize bakan amcam ve halalarım olayı anlamak istercesine bakıyordu, ben ise dudağımda tebessümümle bir sorun olmadığını belirtmeye çalıştım. Lakin bu çabam boşaydı, biliyorum. Bu yüzden bakışlarımı onlardan çekip, biraz ileriye baktım ve nihayet dağılan kalabalıktan, Yüzbaşı ve ailesini gördüm. Gülnare hanımın yüzünde, sanki geçmişten bir parçasını görmüş gibi bir gülümseme vardı. Yüzbaşı ise, hafif çatık kaşlarla yüzüme bakıyordu.

Bu adam beni mi gözetliyordu ?

Bakışlarımı ondan çekip, bugün için yeteri kadar kendime tanıdığım iltiması kestim. Salonun içinde yankılanan müzik sesiyle, tüm bakışlar düğün salonunun içine, kol kola giren çifti gördü. Benim de bakışlarım amcam ve eşine döndüğünde, ne kadar güzel göründüklerini düşünüp tebessüm ettim.

Gelin, giydiği beyaz gelinliğin içinde, âdeta bir kuğu gibi görünüyordu. Gelinlik, balık modeldi, lakin tam anlamıyla balık model denemezdi. Belden aşağısı hafif boldu, belden yukarısı ise bedenini tamamen sarıyordu. Göğüslerinin olduğu hizada straplez bir kesim ve omuzlarına doğru çıkan, inci süslemeli askıları vardı. Gelinliğin belinde, tıpkı askıları gibi inci süslemeli, ince bir kemer vardı. Kalçasının iki yanında, baldırlarına kadar inen dantelden süslemeler vardı. Yere kadar sürünen duvağında hiçbir süs yoktu, sade ve hoştu. Yüzünde ise, yeşil gözlerini ortaya çıkaran hafif ve güzel bir makyaj yapılmıştı. Saçlarına doğal bir dalga verilmiş, saçının belirli yerlerine ise, gelinliğindeki incilerden yerleştirilmişti. Avuçları arasında ise, beyaz ve pembe tonlarında bir düğün çiçeği vardı.

Gerçekten de kuğu gibi görünüyordu.

Yanındaki amcam ise, babamın gençliğinin tıpatıp aynısıydı. Masmavi gözleri, kumral saçları ve pürüzsüz yüzüyle, bana geçmişimdeki adamı anımsatıyordu. Üzerine giydiği siyah takımın üst cebinde, düğün çiçeğinin benzeri olan küçük bir çiçek yerleştirilmişti. Yüzündeki tebessümle yanındaki gelinine baktı, sanki bu ânın gerçekliğinden şüphe ediyor gibiydi.

Amcam ve gelini, kesinlikle çok hoş duruyorlardı. Umarım bir ömür boyu, yüzlerindeki bu gülümseme ve huzur devam ederdi.

Darısı başımıza Laçin.

İç sesime hak verdim. Umarım evleneceğim kişiyle iyi anlaşabilir, bir ömür boyu mutlu olabilirdim. Tabi öyle biri varsa.

Amcam ve eşi salonun ortasına geldiğinde, salonda yankılanan müzik ile birlikte, uygun ritimlerle dans etmeye başladılar. Bütün salon bu ikilinin mutlu gününe şahitlik ederken, dudaklarındaki tebessüm ve gözlerindeki parıltıyla baktılar bu çifte. Kısa süre sonra, yavaş yavaş bazı çiftler de ayaklanmaya başladı. Bunların arasında amcam , halalarım ve onların eşleri de vardı. Salondaki bu güzel ânâ dudaklarımdaki tebessümümle eşlik ettim.

" Kalk Hamza, dans edelim." Diyen Gülfem'in sesiyle onlara döndüm. " Kısmetimi kapatacaksın, git başımdan." Diyen Hamza'ya ters ters bakıp ayaklandı ve kulağından çekerek onu da ayağa kaldırdı. Onların bu hâline gülerken, " Sen de benim kısmetimi kapatacaksın, ama ben dans etmek istiyorum. Hadi !" dedi. Kulağının çekilmesiyle, karizmasının çizildiğini sanan Hamza, " Tamam ula tamam, rezil ettin beni !" deyip kulağını Gülfem'in elinden kurtardı. İstediğini elde eden Gülfem ise, yüzündeki gülümseme ile dans eden çiftlerin arasına girdi.

" Kalk Harun, Gülfem'den geri kalamam." Diyen Gülfer ile birlikte hepimiz ikinci kahkahamızı bastık. " Niye arada kaynayan ben oluyorum, Devrim'e git." Dese de Gülfer onu dinlemedi ve Harun'u kolundan tuttuğu gibi piste sürükledi. Oflaya puflaya piste ulaşan Harun, Gülfer'in belinden tutup dans etmeye başladı. Ben onlara gülerek bakarken, önümde beliriveren Devrim'e baktım.

Elini uzatmış, yüzündeki tebessümle bana bakıyordu. " Hadi kalk." Dedi lakin ben dans etmek istemiyordum. " Hiç dans edesim yok." Dediğimde, nerede olduğumuzu umursamadan kafama bir tane geçirdi babaannem. " Ula kalk! Horon tepmek istemayi, dans etmak istemayi, ne pok istiysın sen !" dediğinde amcam gür bir kahkaha attı. Bozulan saçlarımı şöyle bir düzelttikten sonra, " Nenem senin benimle derdin ne ya, bak ne güzel Gülferle Gülfem dans ediyor. Bana ne gerek var!" dediğimde tam elini bir kez daha kaldırıyordu ki, hızla ayaklanıp Devrim'in elinden tuttuğum gibi piste çıktım.

Bu kadından cidden korkuyorum.

Halime gülen Devrim, bir elini belime koyup, diğer elini ise ellerime uzatıp, ellerimi avuçları arasına aldı. Ben de bir elimi omzuna çıkarıp, uygun adımlarla dans edişine eşlik ettim. " Hepsi senin yüzünden." Dediğimde bir kahkaha daha attı. " Benim ne suçum var, kızım ?" dediğinde çatık kaşlarım arasından ona baktım. " Kafama vurdu, hem de herkesin içinde !" dediğimde gülerek dans etmeye devam etti. " Dans edenlere bakıyordun, özenmişsindir sandım." Dediğinde, çatık kaşlarımı düzelttim. " Ben izlemeyi seviyorum, icraya geçirmeyi değil." Deyip güldüm. O da gülüşüme eşlik ettiğinde, ikizlerin olduğu tarafa doğru yönelmiştik.

Sessiz sakin ilerleyen dansımızda, bakışlarımı biraz ileride duran Yüzbaşı'ya çevirdim. Dikkatle, elini belime koymuş olan Devrim'in eline bakıyordu. Arada bir de benim, Devrim'in omzundaki ve avuçları arasındaki elerime bakıyordu. Duruşunda bariz bir hazmedememe vardı.

Kıskanıyor olabilir miydi ?

Ona baktığımı fark ettiğinde, bakışlarımı hızla ondan kaçırdım ve Devrim'e döndüm. " Oturalım mı?" dediğimde, " Daha yeni başladık, oturmak falan yok." Dedikten sonra beni bir tur etrafımda döndürdü. Ne yaptığına şaşkın şaşkın bakarken, eli tekrar belimi buldu. " Ne yapıyorsun?" dediğimde gülerek, " Seninki delirmiş gibi." Diyerek biraz ileriyi gösterdi. Yüzbaşıya baktığımda, cidden öyle görünüyordu.

" Nereden benimki oluyormuş ?" dediğimde, kafasını eğip şöyle bir bana baktı. " Hem evde, hem de buradaki bakışmalarınızı, üstelik halaydayken kulağına eğilip bir şeyler söylediğini, fark etmedim mi sanıyorsun ?" dediğinde yutkundum kaldım. Gözlerindeki bariz eğlenceyle suratıma bakıyordu. Hepsi ayrı deli!

" Arkadaşım, başka bir şeyim değil !" dediğimde, ' Yeme beni.' Bakışlarını atıyordu. Yahu iyi de, aramızda bir şey yoktu ki. Olsa da söylemezdim. " Sana bakışlarını fark etmiyor olamazsın." Dediğinde, tekrar Yüzbaşıya baktım. Dişlerini sıkmış, hafif çatık kaşlarıyla ikimize bakıyordu.

Deli işte, ne beklersin ki deliden!

" Nefret ediyoruz birbirimizden." Dediğimde, gülerek kafasını iki yana salladı. Onu sevmiyordum, sadece tensel bir çekim vardı aramızda. Bunu inkâr etmiyordum zaten, ama sevgi... İşte o, ikimiz arasında asla ama asla olamayacak bir şeydi.

Bir kere bana sürtük imasında bulunmuştu, ben onu sever miydim be !

Asla ama asla, deme şekerim. Sonra götümüzde patlıyor o, ' Asla' dediklerimiz. Tabi bu asla götümüzde patlasa pek sorun olma-

Diyerek cümlesine devam eden iç sesimi susturdum. Günden güne terbiyesizleşiyordu. Benim iç sesim miydi, başkasının mı meçhul!

Nihayet dans meselemiz bittiğinde, resmen koşarcasına ayrıldım pistten. Bizim gibi diğer çiftlerde pistten ayrıldığında, geriye sadece amcam ve gelin kalmıştı. Amcam üzerindeki ceketi çıkarıp yanına gitmiş olan Hamza'ya verdi. Hamza elindeki ceketi alıp, nişan masasının sandalyelerinden bir tanesine asıp, tıpkı diğer kuzenlerim gibi amcamın arkasına geçti. Aynı anda Yüzbaşı ve tanımadığım birkaç erkeği daha pistte bulduğumda, ne yapacaklarına anlayıp heyecanla onlara baktım.

Zeybek oynayacaklardı !

Türk yöresine ait en sevdiğim şeylerden biri de bu oyundu. O ahenk, o coşkuyu iliklerime kadar hissediyordum, bu halk oyununda. Bu halk oyununu oynayan erkekler, gözüme her zaman daha çekici gelmiştir. Garip bir şekilde bu oyun, onlara farklı bir hava katıyordu. Zira Türk erkeklerine özel bir şeydi bu. Gelip de bir Rus oynasa, güler geçerdim. Lakin bir Türk erkeği oynadığında, damarlarımdaki kanlar kaynıyordu.

Arka arkaya dizilen Efelere baktığım sırada, Gülfem ve Gülfer ayaklanıp karşım geçtiler. Aynı anda ikisi de beni kolumdan tuttuklarında, " Hayır!" diyerek ikisine baktım. Yüzlerindeki sinsi gülümsemeyle suratıma bakıyorlardı. Bu gülüşlerinden ne yapacaklarını anlayıp, ikisine de lanetler yağdırdım.

Beni de kaldıracaklardı !

Yıllar evvel, katıldığımız bir düğünde, anneme nasıl zeybek oynanılacağını sormuş ve öğrenmek istediğimi söylemiştim. O da beni kırmamış, kadınların yapacağı tüm hareketleri bana öğretmişti. Sadece bir kere, anne tarafından kuzenimin düğününde oynamıştım. Bir daha da oynamamıştım. Lakin şimdi, bu ikizler beni zorla kaldırmaya çalışıyordu.

" Siz gidin, ben gelemem." Dediğimde, " Son bir kişi lazım, hadi!" diyen Gülfem'e baktıktan sonra, gelinin arkasında beliren kız sayısına baktım. Hepsi çifter çifter eşleşmişti bile. Gerçekten de, sadece bir kişi lazımdı. Ama yapamazdım. Olmazdı. " Sen damat tarafısın, hadi !" diyen Gülfer'e, " Oynamayı bilmiyorum!" diyerek yalan söyledim. Lakin yalan söylediğimi duyan Derda halam, " Yalan dema, biliysın ! Kalk da amcanu yalniz birakma !" dediğinde ona yalvaran gözlerle baktım. Ama beni görmezden geldi.

İkizlerle olan savaşım ise sona ermişti. Beni zorla ayağa kaldırıp, daha yeni ayrıldığım piste geri soktular. İstemeye istemeye gelinin arka tarafında yer aldığımda. Ortada gelin ve damat, arkalarında ise biz vardık. Her kızın karşısına bir erkek denk geliyordu. Nasıl bir tesadüfse, benim karşımda, lanet olası Yüzbaşı vardı !

Tam geri gidecekken, gideceğimi fark eden Gülfem kolumdan tuttu ve uyarı dolu bakışlarını attı. Resmen zorla tutuluyordum !

Korktuğum oldu ve müzik çalmaya başladı. Kollarını hafifçe iki yana açan amcam, bir iki saniye gelinine baktı ve arkasını dönüp, diğer erkeklerle birlikte birkaç adım geriye gittiler. Durdukları yerde ayaklarını birkaç kere öne doğru hafifçe savurduktan sonra, önlerine dönüp, kollarını iki yana açarak " Hey, hey, hey, hey !" diye bağırıp önümüze kadar, dizleri hafif kırık bir şekilde geldiler. Açık duran bacaklarıyla, yavaşça sağa doğru dönüp, tek dizlerini yere koydular.

Bakışlarım tam karşımdaki Yüzbaşıyı bulduğunda, gözlerini bir an olsun benden ayırmıyordu. Yutkunarak ona baktım. Bize gelen sırayla birlikte, iki yanımda duran ellerimi , soluma doğru attığım adımla birlikte, sağ elim önüme, sol elim arkama gelecek şekilde hareket ettirdim. Daha sonra ellerimi yukarı kaldırıp, attığım adımla birlikte, sağ dizimi yukarı kaldırdım. Benimle beraber tüm kızlar bunu yapıyordu. Uygun adımlarla ilerleyip, karşımızda duran partnerlerimizin önünde durduğumuzda, bana gözlerindeki parıltıyla bakan Yüzbaşı'nın gözlerine, yutkunarak baktım.

Ellerimi hafifçe tekrar iki yana indirdiğimde, tıpkı benim gibi o da ayaklandı ve ikimiz aynı hareketlerle, birbirimizin gözlerinin içine bakarak Zeybek oynamaya devam ettik. Ben durduğum yerde, vücudumu hafifçe iki yana döndürdüğümde, Yüzbaşı önce sağ dizini, daha sonra sol dizini önümde kırdı. Ayaklandığında, yutkunarak bakışlarına eşlik ettim ve ikimizde bir süre, durduğumuz yerde aynı hareketi yaptık. Daha sonra bir adım atıp karşı karşıya geldikten sonra, tekrar düzenli adımlarla ilerlemeye devam ettik. Bir anda hafif hızlandığımızda Yüzbaşı, hızlı bir şekilde ayağını yere vurup kırdı ve aynı hızda ayaklandı.

İkimiz de birbirimize mest olmuş şekilde bakarken, daha önce Zeybek oynayan tüm erkekler kafamdan silindi gitti. Şu andan itibaren, gördüğüm en iyi Efe, hiç şüphesiz Yüzbaşıydı. Attığı her adımda gerilen kasları, ellerini iki yana açmış vaziyette etrafımda dönüp, gözlerime hayran bir şekilde bakması, hiç şüphesiz ki beni etkilemişti. Amacı eğer buysa, başarılı olmuştu.

Ellerimi tekrardan belimin hizasında şöyle bir çevirip, sağ dizimi kaldırdığımda, bakışlarımı , bana hayran olmuş bir şekilde bakan adamdan bir saniye olsun çekmedim. Gözlerindeki parıltının sebebi buydu. Zira başka bir kelimeyi telaffuz ediyorsa da, asla kötü bir şey değildi. Buna eminim.

Sanki yüce bir varlığa bakıyormuş gibi bana bakması, yüreğimdeki alevi harlandırdı da harlandırdı. Zira bu şekilde kime bakarsa baksın, etrafındaki herkesi etkileyeceğine hiç şüphem yoktu. Adam nasıl bakacağını biliyor.

Ya sana özelse bu bakışlar?

İç sesimin saçmalamaya başlaması beni güldürebilirdi. Evet hayran olmuş bir şekilde bakıyordu bana, lakin ya yanlış anlıyorsam ? Ya o duyguyu gözlerinde görmek istediğim için öyle hissediyorsam ?

Sen kendini kandırmaya devam et bebeğim, ne de olsa herkes görüyor.

İç sesimi beynimden def ettiğimde, Zeybeğin son anlarına gelmiştik. Tıpkı diğer Efe'ler gibi, Yüzbaşı da yanı dibime kadar gelip, sağ dizini yere koydu ve aşağıda olan bakışlarıyla gözlerime baktı. Bir kez daha yutkunduğumda, diğer erkekler yere dokundurduğu elini havaya doğru kaldırırken, Yüzbaşı ayağımın dibine elini sürdü ve alıp öptükten sonra havaya kaldırdı. Bu hareketi yüreğimi daha da şiddetli arttırırken, gözlerindeki parıltı bir an olsun dinmiyordu.

O ne yaptı öyle?

Yerdeki dizini kaldırıp ayağa kalktı ve karşımda durdu. Bakışlarımız birbirinden asla ayrılmazken, yüzündeki tebessümle, yüzümün hâline baktı ve arkasını dönüp gitti. Aynı anda diğer Efe'ler de yerlerinden ayrıldığında, amcam gelinini alıp nikah masasına doğru ilerledi. Ben hâlâ şokla ortada dikilirken, bu halimi gören Harun ve Devrim koluma girerek beni masaya doğru götürmüşlerdi. Lakin beni götürdüklerinde bile kendimde değildim. Bakışlarım ise bir an olsun, sırtı bana dönük olan Yüzbaşı'dan ayrılmıyordu.

Bu adam benim sonum olacak.

Başımı iki yana sallayarak kendime geldiğimde, yüzlerindeki sırıtık ifadeyle bana bakan ailemi gördüm. Bunlar bana niye öyle bakıyor ? " Ha bu uşak, niye hep senun etrafunda Laçin ?" diyen halama, bakışlarımı zoraki bir şekilde çevirip, " Git ona sor hala, o geliyor etrafıma !" sanki sinirliymişim gibi söylediğim bu cümleyle, " Heman da celalleniyi." Deyip güldü.

Komik bir şey mi vardı ?

Hayır yani, kalbim zaten deli danalar gibi dört bir yana koşarken, içimdeki alevler iyice harlanırken, bu dediği hiç normal değildi. Komik bir şey de yoktu ayrıca! İçime çektiğim nefeslerle sakinleşmeye çalıştım.

Resmen bu adamın beni etkilemesine izin veriyordum! Kendine gel Laçin! Sen ki hiçbir erkeğe toz kondurmamış kız, bu hödüğe mi pabuç bırakacaksın! Hey gidi hey, bırakır mıyım ulan !

Masanın üzerindeki suya uzanıp kapağını açtım ve yarısına kadar içtikten sonra, tekrar kapağını kapatıp su şişesini masaya bıraktım.

Dilim damağım kurumuştu be!

O endamın karşısında, tabii ki dilin damağın kurur hayatım. Ben şahsen içeride alevlerle boğuşuyorum.

Sakin olmalıyım. Alt tarafı karşılıklı Zeybek oynadık ve birbirimize mest olmuş bir şekilde baktık. Ne vardı yani bunda ? Herkes birbirine mest olabilirdi!

 

İyice saçmalamaya başladığım için, düşüncelerime ' Dur!' deyip, derin bir nefes aldım. Bu sırada, şükürler olsun ki Nikâh memuru da gelmiş ve masadaki yerine oturmuştu. Yüzümdeki minik tebessümle, bir zamanlar çapkın olan amcama baktım. Gayet mutlu görünüyordu. Gelin'e döndüğümde, o da amcam gibi yüzündeki tebessümle amcama bakıyordu.

 

Şahitler de yerlerine geçtiklerinde, nikâh memuru sorularını sormaya başladı. " Siz Mustafa oğlu Egit, Hasan kızı Sırma'yı, kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan, eşliğe kabul ediyor musunuz ?" diye soran Nikah memuruna baktıktan sonra, yanı dibindeki gelinine baktı. Daha sonra masanın üzerindeki küçük mikrofona uzanıp, " Evet !" dedi. Devrim, Hamza ve Harun ıslık çalarken, diğer herkesten alkış sesleri duyuldu.

 

Nikah memuru, alkışların ardından geline döndü. " Siz Hasan kızı Sırma, Mustafa oğlu Egit'i, kimsenin etkisi ve baskısı altında kalmadan, eşliğe kabul ediyor musunuz ?" dediğinde, yüzündeki gülümsemeyle mikrofona dönüp, " Evet !" dedi. Yine ıslıklar eşliğinde alkışlar duyulduktan sonra, Nikah memuru şahitlere döndü, " Siz de şahitlik ediyor musunuz ?" Biri erkek diğeri kadın olan şahitler aynı anda, " Evet." Dediklerinde, Nikah memuru gelin ve damada döndü. " Ben de, Şahitler ve konuklar eşliğinde, Ordu Belediyesinin bana verdiği yetkiye dayanarak, sizleri eş olarak ilan ediyorum. Hayırlı olsun." Dedikten sonra, kırmızı aile cüzdanını imzalamaları için amcam ve eşine verdi. Onlar da imzaladıktan sonra, Gelin tarafından bir kızın, " Ayağına bas !" diye haykıran sesi duyuldu. Bu sese çoğu kişi gülerken, gelin verilen komuta uydu ve amcamın ayağına bastı.

 

Acıyla inleyen amcam, kısa sürede kendini toparlayıp güldü ve gelin ile birlikte ayaklandı. Daha sonra gelinin duvağını açıp alnından öptü. Alkışlar bir kez daha yükseldiğinde, açılan müzik sesiyle tüm konuklar coştu da coştu. Acılan Kolbastı müziğiyle erkekler ortaya geçip oynamaya başladığında, bu deli dolu hallerine kahkaha attım. Bir anda Düğün masasından fırlayan amcam, " Allah !" deyip sevinçli bir nara attı ve ortadakilerle birlikte Kolbastı oynadı.

 

Yükselen müzik sesiyle birlikte, çoğu kişi ayaklanırken, bu sefer kendi isteğimle ayağa kalktım ve amcamın karşısına geçip ellerimi kaldırıp şıklatarak oynamaya başladım. Aynı anda dizlerimi de kırıp oynadığımda, damarımızda akan kanı hızlandıran müziğe eşlik edip,

" Üçtür beştir

Kızlar hoştur

Dünya boştur

Coştur, coştur, coştur, coştur." Deyip aynı anda amcamla kahkaha atarak oynadık. Oyuna İdris amcam ve halamlarda katıldığında, gelin de oturduğu sandalyesinde kalktı ve eteklerini tutarak yanımıza geldi.

Onları yalnız bırakmak adına kuzenlerimin yanına doğru oynayarak gittim. Bu sırada coşmuş olan kuzenlerim ceketlerini çıkarıp yere attılar.

"Hoptek hoptek oynayalım bir o yana bir bu yana zıplayalım,

Kolbastıyla uşaklar hep beraber coşalım!"

Aynı anda hızlanıp daha da hararetli bir şekilde oynadık. Bir an sonra, yerinden kalkmayan babaannem bile ayaklanıp bize katıldığında, bu yaşlı bedenindeki enerjinin kaynağını merak ettim. Bakışlarım masalarda oyalanınca, bir elini dudağına götürmüş gülmemek için kendini zor tutarak bana bakan Yüzbaşıyı gördüm. Yüzümdeki gülümseme daha da büyürken, anlık gelen dürtüyle ona göz kırpıp oynamaya devam ettim. Bu halime, daha fazla dayanamayıp güldüğünde, masadaki birkaç bakış ona dönmüştü.

Lakin onu umursamayıp oynayanların enerjisine daha çok uyup, babaannemin yanına gittim. " Yadigar Sultan be !" deyip ona sataştığımda, " Öte git, delunun kizi!" deyip kolbastı oynamaya devam ettiğinde, ona kahkaha atarak oynamaya devam ettim.

Tüm enerjimle oynamaya devam ettiğimde, bir anda bana çarpan bir bedenle göt üstü yere düştüm. Gülen yüzüm anında solarken, kafamı kaldırıp karşımdaki bedene baktım. Benimle aynı yaşlarda olan bu beden, umursamayıp yanımdan geçecekti ki, ayağa kalkıp, " İnsan özür diler!" diye bağırdım. Arkasını dönüp bana baktı, " Kalktın işte uzatma !" dediğinde, ben onu umursamamak için büyük bir çaba gösterirken, bizi izleyen Harun'u ve öfkeyle karşımdaki çocuğa olan bakışlarını gördüm.

Bize doğru geldiği gibi yumruğunu çocuğun suratına geçirdi. Ben kocaman açılmış gözlerle ona bakarken, " Kıza çarpan sensin, özür dile puşt !" dedi. Lakin karşısındaki çocuk özür dilemek yerine yumruğunu Harun'un suratına geçirdi. Bizi görenler yavaş yavaş dağıldığında, Harun ve tanımadığım çocuğun kavgaları devam etti.

Amcam bizi kesecekti! Düğününü mahvediyorduk!

Kavgaya çocuğun tanıdıkları da dahil olunca, bizimkiler de durur mu, onlar da kavgaya girişti. Ben şaşkın şaşkın olanlara bakarken, bir anda Egit amcam ve Yüzbaşı da kavgaya dahil oldu. Bizim tarafımızdan birkaç kadın onları kollarından tutmaya çalışırken, aynı şekilde diğer tarafta olan kadınlardan birinin eli, çocuğu kolundan tutmak için kalkarken, kaldırdığı eli, halamın yüzünde patladı.

Gözleri öfkeyle parıldayan halam, " Ula!" Diye bağırdığı gibi kadının saçını eline aldı. Bir anda kadınlarda kavgaya giriştiğinde, şok olmuş şekilde onlara baktım.

" Lan, anama tokat attı !" Diyen Gülfer, kaç yaşında olduğunu umursamadan, Derda halamın karşısındaki kadının yüzünü kendine çevirip tokat attı. O kadının kızı olduğunu tahmin ettiğim kız, " Anama mi vurdun rospi!" Dediği gibi, Gülfer'in saçından tutup sürüdü. İkisi kavgaya giriştiğinde, arada kaynamak üzere olan bir çocuğu gördüm.

Çocuğa doğru gidip kolundan tuttum ve onu tam ileriye doğru götürecekken, bir elin saçımı tutmasıyla kafam geriye doğru gitti. " Birak uşağumu fışkıyen !" Diyen kadının bileğini saçımdan tutup geri çevirdim. Bu saç tellerime zarar verse de, daha fazlasının kopmaması adına bunu yapmak zorundaydım.

" Saçımı kopardın gaybana !" Dediğim gibi onu göğsünden ittirdim. Lakin, sanki bu ona az gelmiş gibi kadın tokadını yüzüme geçirdiğinde, öfkeyle harlanan gözlerimle birlikte, saçını tuttuğum gibi etrafımda çevirdim. " Seni kopili seni !" Dediğim gibi, saçını tuttuğum kadını kendime doğru çekip suratına tokadımı bastım.

" Bağa deli Paçi derler ula !" Deyip ona bir tokat daha attığımda, kadın yediği tokatla, nevri dönmüş şekilde etrafında birkaç kez döndü. En sonunda, yüzündeki sersemlemiş gülümsemeyle, gözleri kaya kaya yere yapıştı. Onun yere yapışmasıyla birkaç göz bana döndü. Yüzümdeki masum gülümsemeyle tanımadığım yüzlere baktığımda, bana doğru ilerlediler. Yutkunarak onlara baktığımda, bir kız direkt üzerime atladı. Onun üzerime doğru geldiğini anladığımda, bir adım sağa geçtim ve o kızı etkisiz hale getirdim. Elimi dahi sürmeme gerek kalmamıştı, çünkü geri çekildiğim için yeri boylamıştı.

Ben mi demiştim üzerime atlasın diye ?

İki kız daha bana doğru geldiğinde, saçımda yamulmuş şekilde duran eşarbı çıkarıp yere attım. İki kız birden üzerime atladı. Biri suratıma tokadını atarken, diğeri saçımı tuttu. " Teke tek gelin ula !" Deyip bana tokat atan kızın uzun saçlarını elime doladım. Saçımı tutan kıza ise, elimin tersiyle tokat atıp, tekmemi geçirdim. Kız geriye doğru savrulurken, onun da saçlarını avuçlarım arasına alıp, ikisini etrafımda çevirdim.

Kızlara karşı çoğu zaman kibar olmuşumdur, lakin bana kötü davranana ben de kötü davranırım. Tam o iki kız tekrar üzerime saldıracakken, bir anda tüm kavga gürültü kesildi. Bunu sağlayan şey ise, elindeki silahı havaya ateşleyen gelindi. " Ula kavga etmak içun düğünümü mi bekledunuz, fışkıyenler!" diye bağırıp bir el daha sıktığında, kıza şaşkın şaşkın baktım.

Onun içinden ne çıktı öyle ?

Karısının elindeki silahı gören amcam, elini beline attı. Gelinin, silahı nereden bulduğu belli oluyordu. Koşarak gelinin yanına gittiğinde, gelin silahı ona doğrulttu. Salondaki çığlık sesleri biraz daha arttığında, kocaman açılmış gözlerle ona baktım. Tam babaanneme dönecektim ki, kahkaha atan sesi salonda duyuldu.

" Ordu'nin delisuni almadan düşünecektun, Egit Efendu!"

Babaannem ne dediğinin farkında mı, kız her an amcamı vurabilir !

" Heç birunuzi istemiyim, terk edin burayi!" diyen geline şaşkın şaşkın bakıyordum. " Sırma, sakin ol güzelim." Diyen amcam, çok müşkül bir durumda görünüyordu. " Sokarum güzeli kiçuna, Ordu'nun rospisi!" Bu kadının içinden şeytan çıktı resmen, amcam bu deliyi nerden buldu !

Şu son ânâ kadar, içinde böyle bir şeyin yaşadığını bilmiyordum. Bize misafirliğe geldiğinde bile, sessiz sakin bir şeye benziyordu. Nikâhta bile hâlâ öyle, bir melek gibiydi. Lakin şimdi, bir deliye benziyordu. Kadının düğününde kavga çıkmıştı, bu tepkisini anlayabiliyordum. Lakin amcama silah doğrultmak! Bu kadın gelin geldiği gün dul kalmak istiyor herhalde !

Üstelik amcama rospi, yani orospu demişti. Garibim amcam, erkek orospusu oldu...

" Ha bu uşaklarun heç birini istemiyim. Hepsunu çikart yoksa ben nasil çıkaracağmu biliyim !" diyerek, gözleriyle silahı işaret ettiğinde, amcam yutkunarak geline baktı. Daha sonra, korkmuş olmalı ki arkasını döndügü gibi, " Düğünümü terk edin lan!" diye bağırdı. Kavga eden herkes hızlıca salondan çıktığında, sadece Yüzbaşı sakin adımlarla salonu terk ediyordu. Diğerleri, sanki kıçında motor varmış gibi koşarak çıkmıştı salondan. Geriye sadece kadınlar kaldığında, bazıları hariç hepsinin üstü başı per perişandı. Buna ben de dahilim.

Amcam dağılan grubun ardından karısına döndü. Gelin, çıkan grupla derin bir nefes alıp silahı salonun ortasına attı ve " Hayde açun müziği da, bugün düğünümdur !" diye bağırdı. Gelinden korkan çalışanlar, hızla şarkıyı devam ettirdiğinde gelin, sanki hiçbir şey olmamış gibi gülerek amcamın karşısına geçti ve kolbastı oynamaya başladı. Kısa süre sonra, gelinin bu haline sanki alışıkmış gibi ailesi de oynamaya başladığında, bizimkiler de onlara eşlik etti. Ben ise kalakaldığım yerde, şok içinde olanlara bakıyordum.

Bu delilerde neyin nesi?

🇹🇷

Yeni bölümde görüşürüzz

Bölüm : 04.01.2025 19:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...