12. Bölüm

12. Bölüm

EsAy
esay1007

Lidan 

Her zamanki gibi cam tavanımdan dolayı masmavi gökyüzüne açtım gözlerimi. Odanın pencerelerini gece açık bırakmıştım bundan dolayı sabah ciğerlerimi şenlendiren mis gibi leylak kokusu bahçeden odama doğru yol alıp güne daha da güzel başlamamı sağlamıştı…

  

Yatakta henüz keyif yaparken bir ses duydum. Bir kadın sesi ve çok sevdiğim türküyü söylüyordu.

Evvel yârin sevdiceği ben idim

Evvel yârin sevdiceği ben idim

Şimdi uzaklardan bakan ben oldum

Ben oldum aman aman aman

Şimdi uzaklardan bakan ben oldum

Ben oldum aman aman aman

Yataktan inip sesin geldiği yöne baktım. Üzerimde beyaz, uçları ve kolları güpür detaylı bir gecelik vardı. Bu geceliğin küçüğünü Sevilay annem bana küçükken almış ve sonrasında çeyizime hatıra olarak koymak için saklamış. Ah güzel ülkemin canım anaları hepiniz aynısınız! Fakat aynı modelin büyüğünü ne zaman diktirmişti acaba? Kafamda bu düşüncelerle sese doğru ilerliyordum. Odadan çıkmamla kısa bir süre sonra beni salona benzer bir oda karşıladı. Bir saniye bir saniye burasıda neresiydi? Odanın ortasına gelip etrafımı inceledim. Hatırlamak istedim fakat her şey bana çok yabancıydı. Sesi tekrar duymamla ilgimi yeniden sesin geldiği yöne çevirdim. Salonda bir kapı vardı bahçeye açılıyordu sanırım. Hafif hafif esen rüzgâr perdeyi havalandırıyordu. Bahçe kapısından dışarıya doğru adımladım ve gördüğüm manzara

yemyeşil çimlerin üzerine serilmiş örtü ve minderler minderlerin üzerinde bir kundak ve bebek vardı. Bebekle oynayan bir kadın. Sapsarı altın sarısı saçları olan bir kadın…

Beni henüz fark etmemişti. Bebekle oynuyor ona türküler söylüyor sohbet ediyordu. O esnada gözleri orada olduğumu anlamış gibi hemen beni buldu. Bebeği işaret ederek “Sen de bizimle oynamak ister misin?” dedi gülerek.

Ne yapacağımı şaşırmıştım? Fakat ayaklarım kontrolüm dışında hareket ederek bebek ve kadına doğru ilerlemeye başladı. Yanlarına vardığımda bebeğe baktım çok güzeldi.

“Mavi gözleri çakmak çakmak” dedim kendimi tutamayarak. O da gülümsedi. Gülünce dudağının sol üst köşesindeki ben daha da belirginleşmişti. Çok güzel bir kadındı yeşil gözleri sarı saçları vardı.

“Sizi tanıştırayım bak bu Ladin, Ladin Demircioğlu” dedi ben şaşkın şaşkın bakarken o bana gülümsedi. Benim gerçek kimliğimi nereden biliyordu? Kafamda düşünceler birbirini kovalamaya başlarken kadın konuşuyordu fakat ben anlayamıyordum yine o türküyü duydum fakat söyleyen ses çok tanıdıktı ve söylerken acı çektiğini anlamamak elde değildi. Elde olmadığı gibi hissediyordum ne kadar canının yandığını çünkü benim de canım yanmaya başladı. Çağatay neden bu kadar hüzünlü söylüyordu bu şarkıyı.

Etrafıma bakmaya başladım Çağatay’ı arıyordum bir sorun vardı bu kadar hüzünlü olması normal değildi fakat önümdeki kadın da bir şeyler söylüyordu.

“Artık birbirinizi bulup tanıştığınıza göre sana emanet o henüz senden küçük onu koru ve daha önce olduğu gibi kurtarmaya devam et” kadın ayağa kalkıp bana sarıldı saçlarımı okşadı öptü sevdi yeniden sarıldı yerdeki bebek ise kendi kendine mırıltılar çıkarıyordu.

Duyduğum türküyle beraber kadının bu denli içten sevgisiyle ağlamak üzereydim bir an da nefesim kesildi kıpırdayamadım. Nefes alamıyordum. Nefes almaya çalıştıkça göğsümde bir acı belirdi ağlamaya başladım fakat ağlama sebebim ne nefes alamayışım ne de göğsümdeki acıydı… Kadın son bir kez bana sarılıp ağlayarak uzaklaşıyordu. Kıpırdayamadım, hareket etmek istedim, bağırmak seslenmek istedim fakat beceremedim. Nefes alamadım göğsümdeki ağrı arttı. Boğuluyordum. Dizlerimin üzerine çöktüm bebeğe baktım gülüyordu fakat ben ağlıyordum. Ağladım, ağladım ağladım ta ki

“Ladin!” sesini duyana kadar. Derinlerden gelen bir sesti ama tanıyordum bu sesi. Kim babasının sesini tanımazdı ki? “Ladin, korkma!” diyordu. Baba neredesin diye bağırmak istedim fakat sesimi kaybetmiştim sanki. “Korkma Ladin!

Babamı hala göremiyordum fakat sesler karışmaya başladı Çağatay’ın ve babamın sesine eş olarak bir yerlerden makine sesi geliyordu.

Bir an da gözlerimi açtım ciğerlerimde bir yanma hissi vardı. Ağzımda oksijen maskesi derin derin nefes almaya çalışıyordum. Hemen yanı başımdaki makine deli gibi ötüyordu. Neler olduğunu hatırlamaya çalışıyordum az önce kesinlikle çok garip bir rüyadaydım. En son bir görevdeydik ve görev bitiminde vurulmuştum. Pat diye odanın kapısı açıldı. İçeriye giren Ahmet babam ve bir kaç doktordan başkası değildi. Hemen maskemi çıkardım haliyle bir öksürük tuttu.

Sakin ol Lidan, iyisin merak etme! Dedi Ahmet babam. Maskeyi tekrar ağzımı ve burnumu içine alacak şekilde geri taktı. Nefes alışım ve kalp ritimlerim düzene girdikten sonra maskeyi tekrar çıkarttı.

Konuşmak istedim fakat sesim bir yerlere alıp başını gitmişti sanırım zira dudaklarım hareket ettiği halde kulaklarım sesimi duymuyordu. Ahmet babam bu halime güldü

Acele etme Lidan.

Kolaysa sen acele etme sesim yok diyorum. Biraz öksürdükten sonra tekrar konuşmaya çalıştım fakat keşke konuşmasaydım ses tonum âdeta tebeşirin azizliğine uğramış kara tahtanın attığı çığlık gibiydi..

Dur- durumum nas-ıl?

Hepsi güldü soruma ilk cevap veren daha önce asistanlığını yaptığım Halit Hoca oldu

Her zamanki gibi yine ölümle dans ediyorsun. Nasıl olmayı bekliyorsun ki? dedi. Halit Hoca Dorayı bilen nadir insanlardandı tıpkı Murat Hoca gibi ki Murat Hoca Deniz’in abisi olur kendileri. Bakmayın hoca dediğime 35 yaşında taş mı taş değerli bir abimizdir kendileri.

Ortalığı kasıp kavurmuşsun yine boş durmamışsın diyordu gülerek gözüyle kalbimi işaret ediyordu. Yanıma yaklaşıp alnımı sildi.

Zevzeklik yapma Murat dedi Halit Hoca. Sonra bana dönüp her zamanki fırçalama pozisyonu aldı. Halit Hoca konuşurken ben yüzümü buruşturdum arada dönüp Ahmet babama da kızıyordu yok efendim o koca timde bir tek kadın neden ben varmışım öyle tehlikeli görevlere neden beni ele başı olarak yolluyorlarmış hepimiz güldük Halit Hocanın bu haline kızı gibi severdi beni ki kızı Azra da en yakın arkadaşımdı bu yüzden çok kızar bana çünkü ben de kızı gibi onu dinlemeyip onun tabiriyle burnumun dikine gidip timden asla ayrılmamıştım kızı da askerî kimliğinden…

Hep sorgulamıştım Halit Hocanın bu tavrını sonra bir gün Süleyman amca anlatmıştı. Eşi, Songül hanım doğrusu ismiyle bile dağa taşa korku salan Yarbay Songül Katar operasyondayken esir düşüp aylarca türlü türlü işkencelere maruz kalıyor fakat bulunamıyor en sonunda bulunduğunda ise Songül komutan şehitlik mertebesine çoktan erişmişti. Kaç yıl geçerse geçsin o acıyı hala ilk günkü gibi yaşıyor bizim de öyle olacağımız korkusunu bir türlü atlatamıyordu.

Düşüncelerimden beni sıyıran şey ise Ahmet babamın konuşması oldu

Bir aydır uyuyorsun. Operasyon esnasında karnından yaralı olduğun için kan kaybın çok olmuş tabi son an da omuzundan da vurulman cabası. Kalbin durmuş tabi CPR* yapılmış ama kaburgalarında bir tane kırık vardı o yüzden bir aydır uyuttuk seni ciğerlerindeki acıda ondan kaynaklı.

Göz göze geldik bir şey söyleyecekti ama emin olamıyordu Halit Hoca Ahmet babamı beklemeden sanki karşısında bir hasta yokmuşçasına bütün yükleri o sırtlanmışta artık taşımaktan yorulmuş omuzundaki çuvalı atmak istercesine hevesli hevesli konuştu. Bu denli hevesli konuşmasının sebebini ise konuşma sonunda anladım

Lidan sol omuzundaki kurşun tehlikeli bir yerdeydi teres majora saplanmış. Kurşunu aldık şu an sol el kol koordinasyonun çokta iyi değil bu yüzden hemen fizik tedaviye başlamalısın kaburgalarında olan kırıktan dolayı bir ay uyuttuğumuz için yeterince zaman kaybettik. Yataktan tamamen kalktığında göreve başlayabilirsin fakat fizik tedavi sürecin bitene kadar ameliyat iznin yok hastalarını muayene eder teşhisi korsun ameliyatları ise baban veya ben yapacağım. Son olarak da fizik tedavi sürecin bitiminde sağlık kuruluna girip genel bir sağlık taramasından geçene kadar Kaos ile görevlere çıkmayacaksın

Donuk bir şekilde Halit Hocaya bakıyordum. Ortamda buz gibi bir sessizlik vardı. Bir an idrak edemedim. Kolumdaki koordinasyon bozukluğundan kaynaklı olarak bir süre ne ameliyata girebilecektim ne de görevlere katılıp Dora olabilecektim ve bu sürenin ne kadar olacağını bilmiyordum.

"Lidan biliyorsun ki fizik tedavide en önemli noktalardan biri hastanın iradesi ve sen hayatımda gördüğüm en güçlü insanlardan birisin. Bir süre ameliyata giremeyecek olmak doktor Lidan olduğun gerçeğini değiştirmeyecek tıpkı Dora olduğunu değiştirmeyeceği gibi yine hastaları tedavi edeceksin teşhis koyacaksın biz sadece ameliyatlara gireceğiz ekipte yine görevlere devam edeceksin sadece saha görevlerine çıkmayacaksın hastaneden çıktıktan sonra her iki mesleğine de döneceksin. Bu ülkenin hem Doktor Lidan'a hem de Doraya ihtiyacı var. Bunu düşünerek azmini perçinle ve bir an önce ameliyatlarına geri dön" Ahmet babam gerçekten iyi bir konuşmacıydı hemen arkasından Murat Hoca her zamanki alayvarî ifadesini takınarak elleriyle saçlarını geri attı ve "Bayan hastalarını çalacağıma emin olabilirsin umarım bu yakışıklılığa dayanabilirler." dedi gülerek. Dora olsaydı 'Bi siktirip gider misin acaba?' derdi fakat Lidan diyemezdi. Buruk bir gülümseme ile cevap verdim sözlerine

"Lidan Polisler sorguya gelecek. Biz her şeyi ayarladık ama yine de görevlerini yerine getirmek için gelecekler. Vurulmadan iki gün önce köylere gittin. Orada bir kadını muayene etmeye çalışırken kocası tarafından önce bıçaklı saldırıya uğradın daha sonra silahı ile saldırdı." Ahmet babamın her şeyi halledeceğini biliyordum. Kafamı kemiren başka bir soru vardı. Tam konuşacağım esnada Murat abi " Akşama normal odaya geçeceksin. Hastanemizin odaları oldukça konforludur hiç kafanı yorma." dedi. Göz devirerek "Siktir git!" bakışı attım. O da anlamış olacak ki " Hasta ziyareti kısa olur." dedi ve Halit hocayı da yanına alarak çıktılar.

"Bizi çok korkuttun" dedi Ahmet babam buruk bir gülümseme ile ona baktın. "Özür dilerim" dedim. Eğilip başına bir öpücük kondurdu.

"Toprak daha doğrusu Dimitri. O ne oldu? Bir gelişme var mı?"

Ahmet babam yüzünü sıvazladı anlaşıldı hiç güzel şeyler duymayacaktım.

" Ermenistan' a kaçtı? Şu an ülkede kırmızı bültenle arananlar listesinde. Türk kimliği dışında İngiliz ve Rus kimliği var. Her ülkede aranıyor ki zaten FBI konuya dahil olmak üzere. Tahmin ettiklerimizin üzerinde bir suçlu. Dorayı öldürmek için harekete geçecek." dedi. Boş gözlerle saçına hafiften beyazlar düşmeye başlayan adama baktım. Yaşına rağmen oldukça genç ve yakışıklı gözüküyordu.

"Dora'yı değil Lidan'ı öldürmek istiyor." dedim. Şok olmuş bir ifadeyle bana baktı.

"Doranın kim olduğunu biliyor mu?"

Derin bir nefes aldım Helen'in söyledikleri aklıma geldi 'Seni öldürecek' bundan zevk alıyordu. Dora'nın düşmanı çoktu tıpkı onu öldürmek isteyenler gibi. Fakat Lidan… Sanırım bir zamanlar benimle evlenmek isteyen adam -ki bu evlilik kendi çıkarları üzerine kurulu olacak bir evlilik- işin özünde beni öldürmek istiyordu. Fakat hesaba katmadığı bir şey vardı; Dora…

"Dora'nın kim olduğunu bilmiyor. Operasyon esnasında mağarada Helen ile boğuşurken maskemi çıkarttı yüzümü gördü 'Dimitri seni öldürecek' dedi.

Ahmet babam kafası karışmış ve gözlerinden âdeta fışkıran büyük bir şaşkınlıkla beni dinliyordu. Aramızda kısa bir sessizlik oldu. Stetoskobunu boynundan çıkartıp kravatını biraz gevşeterek gömleğinin üst düğmelerinden birkaç tanesini açtı hemen yanımdaki tekli koltuğa oturdu.

"Dorayı biliyor?" soru sorar gibiydi. Kafamı hayır der gibi sağa sola sallayıp

"Sanmıyorum öyle olsaydı Helen yüzümü ilk gördüğünde o denli şaşırmazdı. Helen benimle Toprak arasındaki ilişkiyi ve Toprak'ın amacını biliyor o yüzden kendinden emin bir şekilde Toprak'ın beni öldüreceğini söyledi. Toprak Lidan'ı çıkarları üzerine kullanacaktı. Şirketteki hisselerimi kullanıp söz sahibi olmak istiyordu çünkü benim şirkette çalışmak istemediğimi biliyordu. Nasıl bir şirket ağları var bilmiyorum ama göründüğü kadar basit ve küçük değil benimle evlenip şirketteki hisselerimde söz sahibi olduğunda yaptıkları işin içine Türkiye’yi de katacak ve bizim şirketimiz kurdukları ağın belki de örgütün Türkiye ayağı olacaktı. Helen'in söylediğinden de yola çıkarsak benimle işi bittiğinde beni öldürecekti. "

Hızlı ve tek nefeste konuşmuştum henüz yeni iyileşmeye başlayan bedenim için yorucuydu. Soluklanarak derin bir nefes alıp konuşmaya devam ettim

"Dimitri bu ağ da oldukça güçlü bir konumda ama bir lider kadar güçlü değil. Bir piyon değil ama bir şahta değil."

Ahmet babam dikkatle beni izliyordu "Neden güçlüymüş gibi davranıyorsun?"

Ekiptekiler dışında beni bu kadar iyi tanıyan tek kişiydi Ahmet babam ve bazen bu durum can sıkıcı oluyordu.

"Ben bir doktorum, ben herkesin korktuğu Dorayım, bu vatanı, bu topraklar üzerinde yaşayan her bir insanı korumak, kurtarmak için varım ve bunun için yetiştirildim."

Ahmet babam oturduğu koltukta arkasına yaslanıp kollarını göğsünde bağladı baştan aşağıya süzdü ve suratında hınzır bir gülümseme belirdi. Evet geliyordu gelmekte olan.

"Bu yüzden şu an üzerinde hasta önlüğü var ve kolundaki serum ile besleniyorsun." Tamam bir şeyler gelecekti ama bu da olmamalıydı

"Çok acımasızsın." dedim bir kahkaha atarak yerinden doğruldu az önce açtığı gömleğinin düğmelerini yeniden kapatarak kravatını düzeltip stetoskobunu boynuna taktı. Üzerime eğilip kafama bir öpücük bıraktı.

"Bazen düşmek yeniden toparlanmak için iyi bir fırsattır. Seninkiler gelmeden uyuyup biraz daha dinlensen iyi olur." dedi. Ve başka bir şey demeden arkasında düşünceli bir Lidan bırakarak çıktı.

Kafamda sayısız düşünceler vardı. Neyi düşünmem veya hangisine odaklanmalıydım bilmiyordum. Girdiğim operasyonda başarılı bir şekilde rehineyi kurtarmış fakat hem bedenen hem de ruhen yaralar almıştım. Bedenen aldığım yara sonucunda sol kolumun koordinasyonunu kaybetmiştim.

Sol kolumu havaya doğru kaldırmıştım hafif bir titreme vardı bu normaldi. Elimin koordinasyonunu denemek için Sağ elimin işaret parmağında takılı olan oksimetreyi çıkaracaktım elimi uzatmıştım fakat kendimi kastığımdan kaynaklı olarak göğüs kafesimde bir sızı hissettim. Yatağın sırt kısmını biraz kaldırmak için kumandaya uzanmıştım ki olan oldu kumandayı aldım ama elim öyle bir titriyordu ki kumandayı düşürmüştüm. Kumanda ile gözlerimden yaşlar da ardı ardına düşmeye başladı.

Ne kadar ağladığımı bilmiyordum ama yastığım gözyaşlarımdan dolayı ıslanmıştı. Şu an büyük bir duygu karmaşası içerisindeydim. Kaos bir başarılı göreve daha imza atmıştı ve bu sefer Turan timi ile, mutluydum. Vurulmuştum yediğim kurşun yüzünden el kol koordinasyonumu kaybedip fizik tedaviye başlayacaktım ve tedavim bitene kadar ne ameliyata girebilecektim ne de Kaos ile sahalara inebilecektim, çok üzgündüm. Sevgilim dediğim adam kırmızı bültenle aranan bir piç çıkmıştı ve ben bunu zor fark etmiştim, çok sinirliydim en çok kendime. Beynim düşüncelerimi kabul etmemek ister gibi çatlayacak derecede ağrıyordu âdeta düşüncelerim ağır geliyordu.

Biri bana vücudun en akıllı organını sorsa kesinlikle mide derdim. En azından mide içine almadıklarını kabullenmediklerini kusarak rahatlayabiliyordu fakat beyin her şeyi bir sünger gibi içine çekiyordu şekil a’daki gibi.

Kafamı sağa doğru çevirip odanın penceresinden gökyüzüne bakmaya başladım. Birkaç tane kuş edalı ve hayran olunası bir şekilde süzülüyordu. Masmaviydi gökyüzü tıpkı rüyamdaki gibiydi. Rüya aklıma gelince âdeta etkisi de bir sis bulutu gibi vücudumu esir almıştı.

Bir çocuk vardı ve bana emanet edilmişti. Babamın sesini duyduktan sonra bir an da küçüklük halime dönmüştüm. Ama kimdi o erkek çocuğu? Kahretsin hasta bir insana bu yapılır mıydı? Neden beynim mesaiye kalmış ofis personeli gibi hummalı bir şekilde çalışıyordu? Kesinlikle uyumam gerekiyordu.

Evet, uyumam gerekiyordu! Yaklaşık bir saattir uyumaya çalışıyordum ve oldukça başarısız olduğum da yadsınamaz bir gerçekti. Tekrar denedim, tekrar ve tekrar… Bu böyle olmayacaktı acaba ninni falan mı açsaydım. Etrafıma baktım fakat telefon veya laptop yoktu. Lidan gerçekten kafayı yedin kızım. Yoğun bakım ünitesinde ne işi var laptopun, telefonun. Neyse ki bu halime kimse şahitlik etmiyordu yoksa buranın çıkışında tımarhaneye doğru yol almaya başlardım.

Gözlerimi tekrar kapatıp beş yaşında öğrendiğim ve her gece uyumadan önce yaptığım şeyi yaptım. Yüze kadar sayardım ve genelde yüze varmadan bayılır kalırdım.

Bir,iki,üç…elli altı,elli yedi,elli sekiz….

Ne kadar süredir uyuduğumu bilmiyordum fakat duyduğum seslerle beynim uyandı fakat gözlerim hala kapalıydı. Muhtemelen normal odaya çıkmıştım zira yoğun bakıma asla giremezlerdi ya da bilmiyorum onlar Kaostu onlardan her şey beklenirdi.

Ataman her zamanki sabırsız haliyle

"Ben uyandıracağım ya çok uyudu baksanıza karpuz yata yata büyür hesabı gibi kocaman olmuş sanki." ve devamında "

Ben size dedim bu zevzeği getirmeyelim dedim. Kapıya yazacağım 'Atamanlar ve köpekler giremez' dedi Ömer ve hepsinden büyük bir kahkaha koptu. Yanımda bir hareketlilik oldu bir fermuarın açılıp kapanma sesini duydum 'Hassas… nooluyo lan' tam üzerime eğilmiş kişinin boğazına yapışacaktım ki Burcunun sesini duydum

"Yüzü çok renksiz âdeta ruh gibi korkutucu gözüküyor. Biraz renk vermek lazım." dedi. Muhtemelen fermuar sesi açılan çantasından geliyordu. Metehan’ın homurdanmalarını duyuyordum

"Burcu keşke senin garanti belgen olsaydı da geri yollayabilseydik." dedi. Odadaki herkes kahkahayı basmıştı bir an bir sessizlik oldu muhtemelen Burcu dönüp arkasında bıraktığı erkeklere öldürücü bakışlar atıyordu. Bu erkeklerin korktuğu tek şey Burcuydu sanırım.

"Hafif bir makyaj yap Burcu şeftali tonlarını kullanabilirsin" diye Çağatay söze girdi. Allah cezanı versin Çağatay, rüyalarına karabasanlar girsinde altına işe inşallah, duştayken sular kesilir inşallah Çağatay. Ben de seni akıllı sanırdım! Burcunun üzerime doğru gelişini hissediyordum ki Ömer'in konuşmasıyla durdu

"Senin yüzünden şu an bu göt lalelerinin zevzekliğini çekiyorum daha ne kadar uyuyormuş gibi yapacaksın Lidan? Kusura bakma Burcu"

 

Küfrettiği için Burcu'dan özür diliyordu. Şu an herkesin gözleri üzerimdeydi muhtemelen Burcu kirpiklerini kırpıştırarak bakıyordu bana. Daha fazla dayanamayarak gözlerimi açtım. Gözlerimi hepsinin üzerinde teker teker gezdirdim.

 

Bölüm : 16.12.2024 17:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...