16. Bölüm

16. Bölüm

EsAy
esay1007

BÖLÜM 9

Öncelikle bilgilendirme yapmak istiyorum. Bu kitap KAOS serisinin ilk kitabıdır daha sonraki kitaplar ise KAOS timinin diğer üyelerine ait olacaktır. Fakat her kitapta ana karakter haricinde bir kaç kişinin daha hikayesine değinilecektir. Anlaşıldığı üzere kitap tek bir kişinin anlatımıyla olmayacak.

'Lidan' kitabımız, Lidan ve Azra yüzbaşının dilinden anlatılacaktır.

Yanlışım varsa affola..

Keyifli okumalar.

Lidan

Günler haftaları, haftalar ise ayları kovalarken bende yoğun bir koşuşturmanın içerisindeydim. Fizyoterapiye başlamış bol sıkılmacalı bir süreç geçiştirmiştim. Hastanede ameliyatlara girmek dışında her şeyi yapıyordum haliyle günümün çoğu burada geçiyordu. Bu süreçte hiçbir göreve çıkamamıştım fakat tüm toplantılara katılıp olaylardan geri kalmayıp aksine bazen saha dışında çalıştığım bile olmuştu. Fakat değişmeyen bir şey vardı; Zaman ne kadar geçerse geçsin Toprak tehlikesi hala geçmemişti.

Toprak hala harekete geçmemişti. Ne bir ülkeye giriş ne de kameralara takıldığı bir nokta… Hiçbir halt yoktu. Yapılan son toplantıda bu durum karşısında düşündüklerim sorulduğunda herkesi şaşırtan ve söz konusu Topraksa onun yapacağına ihtimal verdiğim görüşümü sundum; Estetik Ameliyatı…

Şu an Toprak bunun için tüm şartları sağlıyor. Dünyada aranan bir suçlu,oldukça zeki ve güçlü bir ajan, şeytana diz çöktürtecek kadar kötü, gözünü hırs bürümüş, bir işi yarım bırakmaktan asla hoşlanmayan psikopat ve kaybedecek hiçbir şeyi olmadığı için hedefine doğru ilerlediği yolda gözünün kimseyi görmeyeceği kadar vicdansızın teki…

Herkes imkansız gibi görsede aslında onlarda Toprak'ın daha doğrusu Dimitrinin asla durmayacağını biliyor.

Hastanedeki odamın bir tarafı komple camdan olan duvarından gökyüzünü izliyordum. Elimde ise üsteğmenin mavi safir yüzüğü.. İstesem yüzüğü yollayabilirdim ama vermek istemiyordum. Yüzükle oynadıkça sanki gökyüzündeki yıldızların arasında üsteğmenin sinirli siması beliriyordu. Hayır benim zorum ne acaba? Adam senin hayatını kurtarıyor sen tut adamın nişan yüzüğünü kolye yapıp boynunda taşı.

'Sen iflah olmazsın Lidan!'

diye söylenerek ayağa kalktım. Son zamanlarda tüm vaktimi hastanede geçirdiğim için odamda küçük bir kıyafet dolabı vardı ve haliyle Burcu buradaki dolabımı da ele geçirip tüm kıyafetlerimi değiştirmişti. Burcunun adeta hastanede defile yapmak amacıyla düzenlemiş olduğunu düşündüğüm dolabımdan uzaklaşarak daha rahat olması sebebiyle yeşil ameliyat formalarımının üzerine önlüğümü giymiştim. Yine kendime nöbet yazmıştım. Bir gün birileri bana böyle bir şey yapacağımı söylese kıçımı döner gülerdim çünkü Lidan Aksungur rahatına düşkün birisidir ve doktor olduğu gerçeği bunu değiştirmezdi takî bugüne kadar. Bilmem kaçıncı nöbet bilmem kaçıncı kahve… Şükür ki bugün sakindi tabi yediği muzda HIV* olduğunu düşünüp bir poşete çıkartıp muzu incelememiz için getiren, beş saat önce yediği pizzayı daha iyi ısıtılmış bir şekilde çıkardığı için ve yeni evlenmiş bir hanımefendinin binlerce lira verip aldığı çatal bıçak takımından bir tane tatlı kaşığının eksik olduğunu görüp yutmuş olabileceğini düşünerek gelen hastalarımı saymazsak…

Allahım anlıyorum bir sınavdayız ama neden böyle şeylerle sınanıyoruz? Odadaki oksijeni çiçeklerime bırakıp kendime büyük boy bir bardakta kahve yaparak hastanenin terasına doğru yol aldım…

Bir elimde kahve bir elimde karamelli çikolatalarımla ilerlerken koridorlarda gördüğüm hastalara selam verip nöbetçi hemşire ve hasta bakıcılarla ayaküstü dedikodu yaparken yolu bitirip terasa geldim. Kim kimle yemeğe çıkmış, kim kime aşıkmış ve en önemlisi Derya hemşireye evlilik yıldönümleri için eşinin aldığı son derece seksi victoria secret geceliklerini öğrenip dedikoduya doyduğum bir vakitten sonra şükür ki terasa çıkabilmiştim.

Her zamanki yerime doğru giderken karşımda, sırtı bana dönük, saçları rüzgarın etkisiyle savrulan, bacaklarını terasın duvarlarından aşağıya sarkıtmış, bir elinde de sigarası olan Emreyi görmemle biraz durdum.

Geldiğimi fark etmemişti. Hafiften öksürerek kendimi belli ettim hemen arkasını dönüp beni görmesiyle ayağa kalkıp duvardan inmeye çalıştı elimle durdurarak

"Rahatsız olma Emre, keyfine bak." dedim.

Mahçup bir ifadeyle elindeki sigarayı saklayarak konuştu

"Kusura bakmayın Hocam!" Ya Emre sen ne tontiş bir hemşirsin öyle ya.

"Rahat ol Emre bende sigara içmeye geldim" diyerek Emrenin yanına çıkıp bende aynı şekilde oturdum.

Elimi cebime attım fakat cebimdeki boşluğu hissetmemle kahve keyfim yarim kalmış oldu. Takî uzatılan sigara paketine kadar. Emre gülerek

"Ev arkadaşım Azerbaycanlı hocam sigarayı da Azerbaycandan o getirdi malum burada mentollüler yasaklanınca artık oradan temin etmeye başladık."

 

Önce şaşkın bir şekilde Emreye baktım sonra kahkaha attım.

"Sen yakın zamanda bunu da ticarete dökersin"

"Ve siz de daimi müşterim olup beni zengin edersiniz."

"Çok yerinde bir tespit." gülerek paketten sigara aldım

"Woww! Hemde çift mentollü Emre." konuşmamla gülmeye başladı. Gözlerimi kısarak baktım

"Emre sen çok fenasın biliyorsun değil mi?" o da gülerek bana döndü

"Eee kır atın ya huyundan ya suyundan" dedi bu sefer kahkaha atmaya başladı ağzım açık ona bakarken

"Bak bak laflara bak" dedim ve aldığım sigarayı yakarak ciğerlerimin zehirlenmesine izin verdim. Emreye dönüp

"Bardağını uzat." dedim. Ne yapacağımı anlamadığı için şaşkın bir şekilde bardağını uzattı elimdeki büyük termos bardağın kapağını açarak içindeki kahveden birazını Emrenin bardağına boşaltıp uzattım. Teşekkür etmesini beklerken

" Bu kadar mı? Ben size çift mentollü sigara verirken siz bana yarım bardak kahve mi veriyorsunuz? Kusura bakmayın Hocam ama çok cimrisiniz otobüslerde bile sizin verdiğinizden daha fazla veriyorlar"

Bilmem kaçıncı şaşkınlığımı yaşayarak cevap verdim

"Emreciğim tüm haftanın nöbetlerini tutmak istediğini anlayabiliyorum ama keşke bu kadar uzatmasaydın bana söyleseydin ben hiç çekinmeden tüm nöbeti sana yazardım" dedim ve kötü kadın kahkahamı Emreye sundum.

"Ama hocam kaçak dövüşüyorsunuz."

"Seni mi kıracağız be Emreciğim sen hastanemizin gözde bekarlarından tüm hemşireleri peşinden koşturan yakışıklı hemşirimizsin. Sana güzel davranmamak bizim suçumuz." dedim ve güldüm.

Emre işinde iyi olduğu kadar kendine bakmakta da iyiydi kendine bakmasa bile yakışıklılığı ve mavi gözleri onu yeterince ön plana çıkarıp bekar hemşirelerin Emrenin peşinden koşmasını sağlıyordu.

"Hocam sizde mi ya!!" kahvesinin üzerine biraz daha dökerek

"İsyaaaaan! diye sen şarkıya başlamadan ben Halil abiciğimden açayım."dedim. O da gülerek kafasını salladı.

Şarkı çalmaya başlarken karşıdan bir anda havai fişekler patlamaya başladı. Hastaneye çokta yakın olmasada ileride bir düğün salonu vardı ama havai fişekleri uzak yakın demez hastane terasındaki herkese görsel bir şölen sunardı.

Emreye dönüp konuşacakken yüzündeki ifadeyle durdum

"Hayat çok garip değil mi hocam?" Bugün şaşırmaya doymayan ben Emrenin bu cümlesiyle tekrar şaşırdıktan sonra ciddiyete döndüm sigaramdan bir fırt çekerken "Hangi açıdan baktığına bağlı" dedim. Her ne kadar kısa bir cümle gibi dursada altında, uzun cevaplar istediğim bir soru vardı. Emre de sigarasından bir fırt çekerek

"Sadece Genel Cerrahi yoğun bakımında 20 tane hasta var. Bunların dışında nakil bekleyen hastalar, onkolojiden bahsetmiyorum bile oranın koridorunda dolaşmak yeterli bazı acıları hissetmeye…" biraz duraksayıp söylemek istediklerini tekrardan düşünüp devam etti kafasıyla düğün salonunu işaret ederek

"Fakat orada da sanki hayatlarında her şey iyiymis gibi şen şakrak oynayanlar… Başka hiçbir dertleri yokmuş gibi yaşıyorlar."

"Belkide öyledir Emre, belkide hayatlarındaki en büyük dertleri menemeni soğansız mı yoksa soğanla mı yeyip yiyemeyeceklerini karar verememeleridir."

İkimizde güldük

"Peki hangi hayat gerçek?"

Emre paketinden iki sigara daha çıkarttı birini bana uzatıp diğerini kendine yaktı.

"Bu soruna Cahit Zarifoğlunun satırlarıyla cevap vereyim; Gerçek şu ki otogarlar düğün salonlarından daha samimi sarılmalar görmüştür. Ve hastane duvarları da câmii duvarlarından daha fazla inanan… " dememle beraber ikimizinde çağrı cihazları çalmaya başladı akabinde de siren sesleri…

Acile indiğimizde ortalık karışmış bir durumdaydı her yer kan gölü olmuştu. Hızla Eldivenlerimi ve maskemi taktıktan sonra gelen hastaya doğru koştum.

Hastanın vücudu tamamiyle kan içindeydi. Öyle ki kanamalara sebep olan kurşun izlerini görmem bile zor olmuştu.

Ambulanstaki görevli hemen hastayı anlatmaya başladı.

"Cengiz TOPEL**" diye başlayan görevli benim hızlı bir şekilde dönüp bakmamla şaşırdı, şaşkınlığını hemen atarak anlatmaya devam etti;

"49 yaşında erkek hasta. Tunalı Hilmi Caddesinde uğradığı silahlı saldırı sonucu vücudunda 8 kurşun yarası var. Kurşunlardan üç tanesi kollarını ve bacaklarını sıyırıp geçmiş 3 tanesinin çıkış yarası var 2 tanesinin yok. İlk yardımı kızı yapmış kanama durmadı fakat öncekine göre daha az. Oksijen 45, tansiyon 185' e 115 nabız 105 ambulansta gelirken iki defa kalbi durdu."

Hızlı hızlı konuşmaya başladım "Emre ameliyathanelerden hangisi boş ise hemen hazırlansın Kalp ve Damar Cerrahi doktorlarını arayın hastaneye en yakın hangi doktorumuz varsa çok acil gelsin çıkmayan kurşunlardan birisi sol göğsün hemen altında. Derya hemen hastanın kızıyla konuşup tüm bilgileri öğrenilsin 5 ünite kan hazırlansın hasta yakınına izin belgeleri imzalatılsın öncelikli işimiz şu an kanamaları durdurmak anestezi ve kalp cerrahı gelene kadar diğer herkes benimle beraber kompres uygulamaya devam etsin."

Herkes telaş içerisinde koşmaya başladı. Hastanın göz kapaklarını açıp göz bebeklerini inceledim. Bilinci kapalıydı kahretsin!

Yarim saatin ardından kanama durdurmuş hemen ameliyata almıştık. Her iki kurşunda o kadar tehlikeli yerlerdeydi ki alnımdan terler dökülüyordu.

8 saatin sonunda oldukça zor bir ameliyat yapmıştık. Ameliyathaneden çıkıp ellerimi yıkadım başımdaki kepi çıkardığımda saçımın terden ıslandığını fark ettim. Ve evet işin en zor kısmındaydım; hasta yakını ile konuşmak…

Diğer doktorlar için en zor olan neydi bilmiyorum ama benim için en zor olan şey soğuk bir duruşla aileler ile konuşmaktı. Hele hele işin sonucunda 'her şeye hazırlıklı olmamız gerek!' sözü ağzımızdan çıkacaksa…

Ameliyathanenin kapısından çıkmamla beraber karşımdaki ,hastaneyi başımıza yıkacak olan kadınla şaşırdım. Karşısındaki kıza deliler gibi bağırıyordu

"Her şey senin yüzünden İrem…"

 

Garip bir şekilde bu cümle içimdeki bir yerleri sızlatmış, kabuk bağlamaya çalışan yaramı yeniden kanatmıştı.

Karşımdaki insanlara doğru ilerledim.

"Neler oluyor burada?"

İstemsiz bir şekilde sesim sert ve yüksek çıkmıştı.

Muhtemelen kırklı yaşlarının sonunda olan kadın bana dönüp mahcup gözlerle baktı

"Özür dilerim" dedi sadece.

Kız ise hiçbir tepki vermiyordu.

"Buranın bir hastane ve şu an da ameliyathanenin önünde olduğunuzu lütfen unutmayın" dedim.

Derin bir nefes alıp konuşmaya başladım

"Cengiz Bey' in yakınları sizler misiniz?"

Kadın kafasını sallayıp önce bana sonra da sinirli bir ifadeyle kıza bakmaya başladı.

"Cengiz'in durumu nasıl hocam?" dedi.

"Öncelikle geçmiş olsun. Oldukça uzun ve zorlu bir ameliyat oldu. Eşinizin yaşına göre oldukça dinç bir vücuda sahip olması ve olay yerinde ilk yardımın hemen yapılması bizim tek avantajımızdı çünkü oldukça fazla kan kaybetmiş ve kurşunların iki tanesi vücudun oldukça tehlikeli bölgelerindeydi."

Her ikisi de pür dikkat beni dinliyorlardı. Kızın gözlerine baktım garip bir şekilde parlıyordu fakat bu parlaklık akmak için fırsat kollayan yaşlardan kaynaklı değildi. O yaşların arkasında çok farklı duygular barınıyordu.

O esnada kadın konuştu

"Kocam, yani eski kocam askerdir kendisi o yüzden oldukça dinç bir vücudu vardır." dedi. Ilginçtir kin şaşırmamıştım bu cevap karşısında sanki beklediğim bir şeydi. Sanırım beni bu beklentiye sevk eden şey ismiydi… Cengiz TOPEL…

"Cengiz Bey hastanemize gelene kadar yolda iki defa kalbi durmuş ve hastaneye geldiğinde maalesef ki bilinci çoktan kapanmış. Kanamalarını durdurduk, vücudunda ki diğer kurşunları çıkardık fakat Cengiz Bey'i komaya girmekten alıkoyamadık."

Karşımdaki her iki kadın da bana dönüp baktılar. Gözlerinde şok ifadesi aradım ama burada tek şok ifadesi bulunduran kişi bendim galiba zîra karşımdaki insanlar beni oldukça şaşırtmıştı.

Kadın kıza dönüp bir tokat attı.

"Hanımefendi ne yapıyorsunuz?" diye, ikinci bir tokat için kaldırmış olduğunu elini tutarak ikisinin arasına girdim. Kızda hiçbir tepki yoktu. Kadın ağzına geleni sayıp kızı suçladıktan sonra gelen güvenlikler tarafından dışarıya çıkartılmıştı.

Bu sefer kıza dönüp baktım

"İyi görünmüyorsunuz, yardımcı olmama izin verir misiniz? Lütfen?" dedim.

Kız yine harika bir şekilde parlayan gözleriyle bana bakıp konuştu

"Babam uyanacak değil mi?" dedi yorgun ama parlaklığından ödün vermeyen gözlerle.

Kurduğu cümle karşısında gözlerim dolmuştu. Gözlerimin önüne o küçük kız çocuğu gelmişti. Baba çok yalnızım diye ağlayan…

Lanet bir şekilde soğuk maskemi takınarak tekrardan konuşmaya başladım.

"Keşke size, sizi telkin edecek cümleler kurabilseydim. Ama maalesef ki durum pek iç açıcı değil her şeye hazırlıklı olmamız gerekiyor. Evet ameliyat başarılı geçti fakat Cengiz Bey'in kalbinin iki defa durması demek beyne yeterli miktarda oksijen gitmemesi demek."

Susmuştum. Daha doğrusu buradan ileriye gidememiştim.

Kız arkasını dönüp ilerideki bekleme salonuna doğru yorgun ve sarsak adımlarla ilerlerken ben arkasından bakıyordum.

Kızın sırtında sanki geçmişi izliyor gibiydim. Karşımdaki kız sanki bir anda yedi yaşında minik bir kız çocuğuna

dönüşmüştü.

Kızın kanlı elleri, minicik, beyaz ve kanlı bir ele dönüşmüştü…

Bölüm : 16.12.2024 17:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...