
10.bölüm 2.kısım
Cengiz beyin ölümünün üzerinden iki gün geçmişti..
Lidan beyaz önlüğünün üzerine montunu giyip terasa sigara içmek üzere ilerledi.
Teras kapısını hızla açıp çıktığında ise gördüğü kişi ile kısa bir an duraksadı.
İrem.. Bu buz gibi havada yerde oturmuş sırtını duvara yaslayarak gözleri kapalı bir şekilde türkü söylüyordu.
“Ben bir göçmen kızı gördüm
Tuna boyunda.. Elinde bir deste gül var hasret koynunda.. Doğru söyle göçmen kızı, annen var mıdır ? Ne annem var ne babam var kalmışım öksüz..”
Sesindeki acıyı sadece Lidan değil duyan herkes hissederdi. İrem ise birisinin varlığını hissederek hemen gözlerini açtı. Doktor Lidan ! Son zamanlarda acısını paylaştığı, sürekli kalbini kırmasına rağmen elinden tutan tek insandı..
Lidan elindeki sigarayı hemen montunun cebine koyarak İrem'in yanına doğru ilerledi. Yanına varınca montu çıkarıp İrem'in omuzlarına doğru bıraktı. Kendisi de İrem gibi duvara doğru yaslandı. Her
ikiside çiseleyen yağmurun terasta çıkardığı sese karışan, ambulansların acı verici sirenlerini dinledi sessizce.
İrem günlerce babasının yanından ayrılmadığı için ne üzerini değiştirilmiş ne
de duş alabilmişti. Lidan ise bu sabah İrem’i odasına getirerek kıyafet verip odasında duşu kullanmasını sağlamıştı.
İrem kafasını yere eğerek; “her geçen gün daha da dibe batıyormuş gibi hissediyorum. Annem var gibiydi ama yoktu. Kardeşim Emre ! Annem hiçbir zaman görmeme izin vermedi.. Zaten Emre de beni hiç kabul etmemişti. Tek varlığım babamdı. Babamınki de ben ve Vatanıydı. Annem ve babam
Bosna Hersek'ten ailelerinden kaçıp gelmişler. Bi nevi göçmenler. Ben de göçmen kızı. Ben doğduktan sonra annem beni hiçbir şekilde kabul etmemiş sonralarda Emre olmuş Emre
annemle babamın evliliklerini bir süre uzatmış olsa da sonra ayrılmışlar. Emre annemle yaşamak istedi, babamı da beni de hiçbir zaman görmek istemedi. Anlayacağın birbirimizden başka kimsemiz yoktu. Ve artık kimsem yok.”
Her ikiside bir süre sessiz kaldı sonra İrem Lidan'a doğru dönüp; “Yürek dayanıyor dayanmasına ama can gitti gidecek Lidan” dedi ve bu defa önüne dönerek konuşmaya devam etti.
“Hayatımı babama adamıştım. Onu mutlu etmek için elimden gelen her şeyi yapmıştım. Okullardan her zaman dereceyle mezun olmuş, üniversiteyi dereceyle kazanıp dereceyle
bitirmiştim üstelik iki buçuk yıl da.. Kendimi her konuda çok geliştirmiştim. Yüksek Lisansımı Rusya da yapmıştım, doktoram devam ederken Türkiyeye geldim. İstanbulda büyük bir şirkete
iş başvurusu yapmıştım ve kabul edilmiştim. Doktorayı bırakıp tamamiyle dönmeye karar verdim. O gün de babamla bunu kutlamaya karar vermiştik. Biliyor musun Lidan, babam ölüme gülerek gitti. Severek, ağlayarak üzülerek giden insanlar var ama ben hiç gülerek giden insan görmedim..”
İrem’in gözyaşları hâlâ akmaya devam ederken, derin bir sessizliğe büründü. Lidan ise bu sessizliği bozmak istemedi geldiğinden beri hiç konuşmamıştı. Daha doğrusu konuşamadı.
Tam böyle sessizce oturmaya devam ederken İrem'in bir anda aklına gelenler hem sessizliğini bozmuş, hemde ses tonuna yansımıştı.
“Her şey benim yüzümden oldu !.. Babam benim yüzümden bu halde.”
Lidan, İrem'in son sözlerine hiç şaşırmadı. Anlattıklarından sonra böyle bir çıkışı bekliyordu. Kendisini suçluyordu. Kendisini suçluyor çünkü bu şekilde acısının hafifleyeceğini düşünüyordu.
Lidan ise bu defa sessizliğini bozdu.
“Kız Kulesinin hikayesini biliyor musun ?”
İrem, Lidanın konudan alakasız sorusuna bomboş gözlerle bakarak karşılık verdi. Lidan ise cevabını almış gibi konuşmaya devam etti.
“Aslında bir çok hikayesi var ama ben bildiğimi anlatayım sana. Bir rivayete göre dönemin hükümdarının bir kızı varmış. Kızın güzelliği tüm dünyaya nam salmış ve hükümdar kızını herkesten korur kollarmış. O kadar korurmuş ki bahçeye çıktığında bile kız kocaman bir insan ordusuyla gezermiş, çünkü kızına herkesten daha çok değer verirmiş. Bir gün hükümdar kızını rüyasında görmüş. Rüyasında kızı simsiyah bir yılan tarafından zehirlenerek
ölüyormuş. Hükümdar korkmuş bir şekilde uyanmış. Hemen kızının tüm eşyalarını toplayıp kimsenin gidemeyeceği bir yere kız kulesine götürmüş. Kulenin tüm giriş çıkışlarını kapatmış. Kimsenin oraya gitmeye izni yokmuş hatta hükümdarın kendisi bile gitmiyormuş. Öyle ki
kıza yiyecek içecekler bile borular yoluyla gidiyormuş. Zaman zorda olsa bir şekilde geçip gidiyormuş. Günlerden bir gün hükümdar güzeller güzeli kızından haber alamamış ve çok merak edip kuleye gitmiş..”
Lidan susup İrem'e doğru dönüp baktı. Merakla dinliyordu. Az da olsa bir şekilde İrem'i kafasındaki düşüncelerden uzaklaştırabilmek onu içte içe memnun etti. Derin bir nefes alıp kaldığı yerden anlatmaya devam etti.
“Hükümdar kuleye gidince kızının hasta olduğunu görmüş. Hemen kızı saraya getirmişler. Kız tedavi edildikten sonra yavaş yavaş toparlanmaya başlamış. Tabi dedikodu bu her yerde her dönemde aynıdır. Bu durum hemencecik herkese, tüm dünyaya yayılmış. Dünyanın dört
bir yanından çeşit çeşit yiyecekler, içecekler, ipek kumaşlar, birbirinden kıymetli mücevherler hediyeler gelmiş. Bu hediyelerin arasında sepet sepet üzümler varmış. Ve bu üzüm sepetlerinin birinin arasında da simsiyah bir yılan.. Bu hediyeler kız kulesine gönderilmiş ve bir gün kız odasında uyurken, bu yılan tarafından sokulup zehirlenerek ölmüş..”
Diyerek bitirdiğinde, İrem şok olmuş gözlerle Lidan'a baktı.
“Anlayacağın İrem, hükümdar ne kadar önlem alırsa alsın kızının ölümünü engelleyememiş. Üstelik kızını korumak için yaptırdığı o yerde.” Lidan derin bir nefes alarak konuşmaya devam etti.
“Kader diye bir şey var ki İrem, kimse ondan öteye geçemez. Bir şey yaşanacaksa mutlaka yaşanır. Hükümdar ne kadar önlem aldıysa kızının ölümünü engelleyememiş. Sen bu durumu fark edip babanı korumaya çalışmış olsan bile ölümü engelleyemezsin. Kimse
yaşanacakların önüne geçemez.” Dediğinde, aralarında yine bir sessizlik meydana geldi. İrem ise bu süre zarfında sakinleşmiş ve ağlaması normale dönmüştü.
“İnsanoğlu daha doğmadan, ana rahmine düşer düşmez üç şey onun için belli olurmuş. Ne zaman doğacağı..
Kiminle evleneceği.. Ve ne zaman öleceği.” Diyerek tüm dikkatini İrem'e odakladı.
“Siz o gün, o yemeğe çıkmasaydınız bile bu bir şekilde olacaktı. Belki bir görevde, belki aniden gelen bir kalp krizi, belki bir trafik kazası, belki de bir beyin kanaması..”
Diyerek, kafasını arkasındaki duvara yaslayarak karşıya bakmaya başladı.
Elleri kanlı küçük ağlayan bir kız çocuğu gözlerinin önünde belirdi. Lidan’ın gözünden akan bir damla yaş hem o küçük
kıza, hem de yanındaki büyümek zorunda kalan küçük kıza eşlik etti.
“Senin bir suçun yoktu. Yaşanması gerekiyormuş ve yaşandı.” Lidan sanki bunu kendine kabul ettirmeye çalışıyor gibiydi. İrem de kafasını kaldırıp Lidan’ın baktığı yere baktı, terasın giriş kapısına.
Üstelik Lidan ağlıyordu fakat bunun farkında değil gibiydi. İrem Lidan’ın
gözlerine doğru baktı. Bu kadın ne yaşamıştı bilmiyordu ama çokta kolay şeyler olmadığını anlıyordu.
İrem'in yüzünde buruk bir tebessüm oluştu.
“Terzi kendi söküğünü dikemiyor” dediğinde, Lidan da buruk bir tebessümle bakışlarını İrem'e doğru çevirdi.
İrem ise daha fazla dayanamadı,
karşısında ki güçlü duruşunun arkasında ağır yaşanmışlıkları saklayan bu kadının boynuna uzanıp sıkıca sarıldı. Lidan da aynı şekilde karşılık verdi.
Gökyüzü de bu iki kadına eşlik etmek istercesine büyük bir nârâ kopararak kendi gözyaşlarını bu iki kadının üzerine akıttı..
Ne kadar öyle kaldılar, ne kadar ağladılar.. Her ikiside bilmiyordu fakat sırılsıklam olmuşlardı. İrem bir anda ayağa kalktı elini uzatıp cebinden bir kart çıkarttı ve karta bakarak konuşmaya başladı.
“Babam.. Babam sanırım aylar öncesinden hissetmiş yaşayacaklarını ve kendisinden geriye bir şeyler bırakmak istemiş, başka insanları yaşatacak şekilde. Öldükten sonra bile birilerini yaşatmak istemiş” dedi.
Lidan da ayağa kalktı. “İrem senin baban ölmedi, senin baban şehit oldu. Ve Şehitler hiçbir zaman ölmez. Sen bir şehit kızısın. Biliyorum çok zor ama bu gurur duyulacak bir şey. O restauranttaki insanları
korurken şehit oldu Cengiz Binbaşı.” İrem gözyaşları arasında başını salladı. Derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.
“Gerekli tüm belgeleri imzalayacağım” dedi. Elindeki kartı Lidan’ın avucuna bırakıp arkasını dönüp her adımda bir damla gözyaşı bırakarak gitti.
Lidan ise elindeki kartla giden kızın
arkasından şaşkınca bakakaldı. Gözlerini tekrar elindeki karta, Binbaşı Cengiz Topel'e ait ‘organ bağışı’ kartına çevirdi.
Cengiz Binbaşı iki ay önce tüm organlarını, ölümü sonrasında ihtiyacı olan insanlara nakledilmesi için bağışlamıştı. İrem'in de söylediği gibi, Cengiz Binbaşı sonsuza kadar insanlara yardım etmeye devam
edecekti. Fakat bir farkla, daha önce onları koruyarak yardım ederken şimdi onlara
kendisinden bir parça vererek yardım edecekti..
Boşuna söylenmemiş; “Kiminin sonu kiminin yaşamı” diye.
Diyorlar ya; “Titaniğin batması,geminin mutfağında kurtarılmayı bekleyen ıstakozlar için bir mucizeydi ve Titanik battı..”
Hayat böyle devam ediyor galiba, birinin sonu diğerinin başlangıcı. Birinin hüznü, diğerinin mutluluğu olabiliyordu.
Lidan elindeki raporlarla Mehmet yüzbaşının odasına doğru ilerledi. Mehmet yüzbaşıya söylemeden Cengiz Bey ile dokularının karşılaştırılmasını istemişti. Mehmet beyden izin alarak bunu yapmış olsaydı ve dokular uyumsuz olsaydı umutsuzluğa düşeceklerdi çok
şükür ki dokular uyumlu çıkmıştı. Cengiz Bey'in karaciğeri Mehmet beye nakledilecekti.***
Mehmet Bey'in odasının önüne geldi. Kapıyı çalmadan önce derin bir nefes aldı ve kapıyı çalışıp içeriye girdi.
Gülümseyerek; “Merhabalar yüzbaşım, bugün nasılsınız ? Rahatsız etmiyorumdur umarım” dedi. Aslında rahatsız ettiğinin farkındaydı ve garip bir şekilde gülümsemesi kahkahaya dönüşmek üzereydi. Gördüğü manzara karşısında başka bir şey de yapamazdı zaten çünkü Mehmet yüzbaşı Özlem yüzbaşıyla öpüşmek üzereydi.
Ve Lidan onlarla uğraşmak için; “Şey.. Siz devam edin ben kapının önünde beklerim hiç sorun değil” dediğinde, Özlem yüzbaşı daha ne kadar kızarabilirdi Lidan o an bunu düşünmeye başladı.
Yüzbaşı hemen Mehmet Bey'in yanından kalkarak; “Kusura bakmayın Lidan Hanım” dedi. Mehmet Bey ise bu duruma hem bozulmuş hemde arsızca karşılık vermişti.
“Pardon ama nişanlımı öpmemin nesi yanlış acaba. İstersem sev-” cümlesini tamamlamadan Özlem yüzbaşının eliyle ağzını kapatması sonucu susmak zorunda kaldı.
“Ya Mehmet ne edepsiz adamsın ya ! Sussana yeterince rezil olduk zaten.” diyerek Mehmet beye bir kaç fiske attı.
“Özlem yüzbaşım lütfen hastamızı yormayalım zira kendisi yakında ameliyat olacak ve sonrasında her zaman özledim diye mızmızlandığı o mavi gökyüzüne kavuşabilecek.”
Bu iki çift ve Lidan arasında hastanede oldukları süre zarfında sağlam bir arkadaşlık bağı oluşmuştu. Güzel çift hem korku dolu hem de umutlu gözlerle Lidan’a bakıp konuştular.
“Ne ameliyatı ? Kötü bir şey yok değil mi?”
“Yoksa tahmin ettiğim şey mi Lidan ?..”
“Evet Özlem yüzbaşım tahmin ettiğiniz şey. Mehmet Yüzbaşıyı sabah organ nakli için ameliyata alacağız.”
Özlem yüzbaşı dopdolu gözleriyle ayağa kalkıp konuşmaya başladı.
“Doğru mu anladım ? Donör bulundu, Mehmet ameliyat olacak ve tamamiyle iyileşecek.”
Lidan başıyla onaylayarak cevap verdi ve tekrar konuşmaya başladı. “Size haber vermeden donörünüzle dokunuzu karşılaştırmak için birkaç test yaptık. Eğer
test olumsuz olsaydı ve biz size daha öncesinden haber vermiş olsaydık büyük bir hayal kırıklığı yaşayacaktınız bu yüzden sizden habersiz yaptık. Ne yalan söyleyeyim bunun için özür dilemeyeceğim çünkü şuan yüzünüzde gördüğüm mutluluk ne kadar doğru bir şey yaptığımı doğruluyor.”
Özlem Yüzbaşı ve Mehmet Yüzbaşı birbirine sımsıkı sarıldılar.
“Değerleriniz gayet güzel fakat ameliyata aç girmek zorunda olduğunuz için yarın sabah olacak. Yapmanız gerekenleri zaten biliyorsunuz” dedi. Karşısındaki çift günlerce hayatlarını altüst eden bir sorunun hallolması ile artık derin bir nefes almışlardı.
Mehmet yüzbaşı bir anda dönüp “Donörüm kim Lidan ? Konuşup teşekkür etmek istiyorum. Böyle bir imkanım var mı acaba ?..” diye sorduğunda, Lidan yüzündeki gülümsemesinin solmasına engel olamadı.
Bir askere nasıl söylenirdi ki şehit olan başka bir askerin organını alacağını ?.. Cengiz Binbaşı, kendisi gibi başka bir askeri pilotun bedeninde yaşamaya devam edecekti. Lidan yüzüne buruk bir tebessüm kondurarak konuşmaya başladı.
“Donörünüz, Şehit Binbaşı Cengiz TOPEL”
Lidan’ın konuşmasından sonra odada buz gibi bir sessizlik hakim olmaya başladı.
Odadaki üç kişi de ne konuşuyor ne de hareket ediyorlardı. Bu sefer akan gözyaşları
Cengiz Binbaşı içindi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.54k Okunma |
645 Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |