30. Bölüm

30. Bölüm

EsAy
esay1007

13. BÖLÜM

SÜMÜKLÜ AZRA

AZRA

İlk defa bir silâh arkadaşımın gözlerini kendi ellerinle kapattığımda bir acı hissettim; derinde hem de çok derinde bir acı. Kaybetmek…

Küçükken annem sürekli “bir güneş gibi doğuverdin dünyamıza” derdi ve ben buna hep inanır mutlu olurdum. Hatırlıyorum da ‘ben güneşim benim saçlarımın sarı olması gerekiyor’ diye saçlarımı, dedemin çiftlik evindeki çitleri boyamak için aldığımız rengarenk boyalardan sarı boyayla boyamıştım. Tabi işler pek de istediğim gibi gitmedi çünkü gün sonunda annem çıldırmış elimden tuttuğu gibi kuaföre götürmüş saçlarımı kısacık kestirmişti. Bizim Sidikli Emrah vardı onun saçları bile benimkinden uzundu o kadar çok ağlamıştım ki adım sidikli Emrah tarafından Sümüklü Azra olmuştu. O günden sonra babam her gün saçlarımı saç köpükleriyle şekillendirmişti. Hiç usanmadan, bıkmadan.

Dünyayı aydınlattığımı, herkesi soğuktan koruduğumu düşünürdüm bu yüzden adeta bir özgüven âbidesiydim.

Büyüdüğümde de bu düşüncem pek değişmemişti

İnsanların hayatını gerçekten aydınlattığımı, karanlıkta yol gösteren olduğuma inanıyordum çünkü ben bir askerdim ve bir asker, bir Türk askeri daima insanlara ışık olurdu bende öyleyim sandım ta ki kara güne kadar.

O gün, o gözleri gözyaşlarımla beraber karanlığa boğduğum gün anladım insanlara aydınlık değil de karanlık olduğumu, yol gösteren değilde o yolu kapatan olduğumu, gün değilde gece olduğumu…

Vatanım için, gelecek için, geleceğimiz için, bayrağımız için, bastığımız her karış toprağı kanlarıyla sulayan şehitlerimiz için, canlarını, cananlarını bu vatana feda edenler için savaşmaya devam ettim ve başardım da ama o, karanlığa gömdüğüm, gözlerle her gece verdiğim savaşta büyük yenilgiler aldım, güneşi gün olmaktan çıkartan…

Ben Azra KATAR, 28 yaşında meslek hayatı başarılarla dolu, bu başarılar sonucunda genç yaşına rağmen kısa sürede Yüzbaşı olmayı başarmış birisiyim. Ama her gece gömdüğüm o gözler hayatımın en büyük hezeyanıydı, tüm başarıları alıp götüren…

        ****

Her sabah olduğu gibi sıcacık suda harika bir duş aldıktan sonra beyaz bornozuma sarılıp banyodan çıktım. Duştan sonra etrafa vücut losyonumun, şampuanımın kokusunun yayılması beni ayrı bir mutlu eder, farklı bir özgüven aşılardı. Ama bu sefer ki mutluluğun kokusu, doğru dürüst içine girip dolaplarını bile açıp bakmadığım mutfağımdan geliyordu.

K9'lar gibi koku duyularımı aktifleştirip kahvaltıda ne olduğunu çözmeye başladım. Kahretsin! Evim çok güzel kokuyordu ve tabi en önemlisi bergamotlu çay…

Ah Lidan! Kalabalık bir ortamımız vardı ve bu ortamda bergamotlu çay içen tek kişi Lidandı. Aslında kimse çay seçimi yapmazdı bize yeterki çay olsundu ama Lidan için işler pek öyle yürümüyordu illaki o çay bergamotlu çay olacaktı. Bu yüzden Lidan ortamdayken hep bergamotlu çay içilirdi.

Mutfağa doğru sessiz adımlarla ilerlemeye başladım. Yavaş hareket ediyordum ola ki kahvaltı tam anlamıyla hazır değilse geri dönüp odamda oyalanacaktım şimdi yanına gidersem bana kesin iş yaptırırdı. Ben küçükken de böyleymişim iş yapmasını sevmezmişim tıpkı iş yapılmasını sevmediğim gibi. O yüzden ne zaman anneannemlerin yanına gitsem hala sorar “sen gerçekten asker mi oldun?” diye sonra ben de evet derim bu sefer büyük teyzem -anneannemin kardeşi- arkama geçip kalçama bakar “Bunda o göt yoh, eğleniir bizimlen” der bende morarır kalırdım oracıkta.

Canım teyzem tam olarak aradığın göt hangi kriterlerde acaba?

Ben her ne kadar Bordo Bereli Azra Yüzbaşıysam karşımdaki kişi de Kaos'un Dorasıydı haliyle bu savaş uzar giderdi bu yüzden yormadan hemen kaçmak en iyisiydi.

Mutfağa doğru attığım adımlarımı durdurup geri dönüp parmak uçlarımda yürümeye başladım nasıl olsa hazır olduğunda gelip çağıracaktı. İçimdeki Azra şeytansı kahkahalar atıp Lidana el hareketi çekerken ben duyduğum sesle olduğum yerde kalakaldım.

Siktir Azra! Yakalandık! İçimdeki Lidanın orta parmağı gözümün önünde dolanıp duruyordu.

“Azra Hanım teşrif ettiniz sonunda efenim.” Neden götüme iğne batmış gibi hissettim şu an. Çok kıymetli götümü düşünmeyi bırakıp mutfağa geri döndüm ve gördüklerim karşısında kendimi şaşırmış bir şekilde buldum.

Mutfağın tezgahının yanında elinde bıçak, domates ve salatalıkları doğramış nizami bir şekilde servis tabağına yerleştirmiş saçını tepesinde kuş yuvası gibi toparlamış mickey mouselu şortlu pijaması ve yine mickey mouselu beyaz çoraplarıyla Lidan…

Kapı pervazına yaklaşıp can kardeşimi izledim ama en çok kurduğu sofrayı. Arkamı dönüp evi baştan aşağıya tekrar kontrol ettim doğru evdeyim burası benim evim. Ama bu kahvaltı sonrasındaki malzemeler benim evimde miydi? Peki neden benim bunlardan haberim yoktu.Bence Lidan alışverişe çıktı kahvaltılık malzeme aldı Yoksa evde malzeme olsaydı bu sofrayı bende hazırlardım ne vardı yani.

Bir yerlerden büyük teyzemin “O göt yoh sende” diyen sesini duydum sanki. Kadın kendi kafamın içinde bile beni gömüyor ya. Travmam oldun teyzeeeegh!

Hayatımda aksiyon yokmuş gibi son bir haftamı daha bir aksiyonlu -onun tabiriyle ekşınlı- hale getiren arkadaşıma baktım. Mutfağıma ne çok yakışmıştı. İş bölümünde kesinlikle dalaverelik yapıp mutfağı ona bırakmalıydım.

Teyzem yine beni duymuş olacak ki “Zaten sende mutfakla ilgilenecek göt yoh.” Bu kadının benim güzel kıçımla nasıl bir derdi vardı ya?

“Orada dikilmeye devam edecek misin?”

“Bir an kendi evimde miyim acaba diye kendimi sorguluyorum ve iznin olursa sorguya devam edeceğim bir de diğer odalara bakayım sen hiç rahatını bozma kendi evindeymiş gibi kahvaltıyı hazırlamaya devam et.” Yedi mi? Tabiki de hayır!

Kahkaha atarak bana döndü. “Yerinde bir sorgu tabiki de sorguna devam edebilirsin ama ekmek almaya giderken, evde ekmek yok.” dedi daha sonra tezgâhın üzerindeki yeşillenmeye başlamış olan patatesleri ve soğanları gösterip “Büyük bir alışverişe çıkacağız sonra” dedi.

“O patateslerin neyi var ki? Niye çöpe gideceklermiş gibi duruyor?” Hızlı bir şekilde kafasını bana çevirip ‘Ciddi misin’ der gibi baktı ben de ‘evet’ der gibi gözlerimle cevap verdim.

Soğanın, yaşlı amcaların uzun ve beyaz sakallarını andıran köklerinde. tutup sallandırırken eliyle havaya kaldırdı “Aslında çok şeyi var fakat bunlardan hiçbiri yemek için yeterli kriterleri karşılamıyor.” nasıl bakışlar attıysam artık bana ‘Azra sen gerçekten mal mısın?’ diye sorarcasına bakışlar attı. Sesli cevap verdim

“Hayır, sadece organik tarıma başladım.” höykürürcesine kahkaha attı. Allah’ım bu karşımda gördüğüm kulun sonradan cinsiyet değiştirip içinde hala eski cinsiyetinin karakteristik özelliklerini taşıyan kızlardan olabilir mi acaba? Eğer öyleyse bunun yanında açık saçık giyinmeyeceğim çünkü sapık tipi de var.

“Benim bildiğim organik tarım tarlalarda yapılır hani toprak falan var ya. Buzdolabında değil Azra.!” Ne var yani bozulmasın diye buzdolabına yerleştirmişsek. Omuz silktim ve otellerin harika restoranlarındaki enfes sunumları aratmayacak kahvaltı sofrasına baktım bakarken bile doymuştum tam sandalyeyi çekip oturmuştum ki alnıma yediğim fiskeyle olduğum yerde kalakaldım.

“Ne yapıyorsun be?” diye cırladım.

“Evde ekmek yok diyorum kızım, kalkıp ekmek al gel.” Bezmiş bir şekilde ayağa kalkıp çirkef bakışlarım eşliğinde mutfaktan çıkıp odaya giyinmeye gittim.

          ***

Askeriyede ne kadar sert ve disiplinliysem dışarıda tam tersiydim. Maalesef ben askeriyenin kazandırdığı disiplini karakter olarak benimseyip özel hayatında da aynı şekilde devam eden eli öpülesi askerlerden değildim.

Siyah uzun kollu eşofman takımımın üzerine yine siyah şişme montumu ve botlarımı geçirip dışarıya çıktım. Tabi kendimi parfüme boğmayı da unutmadım. Türkiye olarak ilkbahar mevsimindeydik fakat Kars olarak hava hala mont giymelik bir dönemdi.

Bir elim telefonda bir elim asansörün düğmesine sürekli basmaktaydı. Lidan bana inanmamıştı ama ben organik tarıma başlamıştım. Şimdi çiftliğimdeki mısırları hasat etme zamanıydı sonra da patates ve soğan ekecektim malum evdekilerin hali hiç iyi değildi ama önce keçilerimin karnını doyurmak zorundayım yazık Nazikeciğim nasılda zayıflamış bir hafta da.

Elim işte gözüm oynaşta pardon telefondayken asansörün ‘geldiiiim’ diyen tın sesi duyuldu. Kapılar açılır açılmaz ortalığı bir parfüm kokusu kapladı. Garip bir şekilde koku tanıdık gelmişti. Kokunun sahibini henüz görememiştim ama benim gibi tüm şişeyi üzerine dökmüş anlaşılan. Kafamı telefondan kaldırıp asansörün kabinine bakacağım sırada bana bakan bir çift ela gözle karşı karşıya kaldım. Ah o taze ekmek kokusu mis gibi koktu be.. Ekmek kokusundan artık nasıl mest olduysam adamın gözlerine de öyle hülyalı hülyalı bakmış olmalıyım ki uyarı niteliğinde taşıyan hafif bir şekilde öksürdü.

Levent Üsteğmen! Asansörün kapısında durmuş beni beklerken muzip bakışlar atıyordu. Tam ağzımı açıp bir şey diyecektim ki telefonumdan yükselen Nazikeciğimin sesiyle asansörün içine girip asansörle beraber yere çakılmak istedim. Aç Nazike! Allah’ın cezası Nazike! Çifter çifter doğurasıca Nazike! Bir hafta dayandın bir dakika mı dayanamadın Nazike. Gerçekten mi Nazike?

Telefonumdan yükselen keçi sesiyle Levent Üsteğmen gülmemek için kendini tutuyordu içe gömülen yanaklarından anladığım kadarıyla da baya bi zorlanıyordu. Telefonumun ekranı kapalıydı ama oyun açık olduğu için bildirim gelmeye devam ediyordu bunun bir oyun olabileceğini düşünmeyen karşımdaki adam telefonun bildirim sesinin keçi sesi olduğunu düşünüyordu. Kendini durdurmayı başarmış olmalı ki kafasını kaldırıp

“Günaydın Yüzbaşım” dedi. Fiziken gülmese bile gözleri, karşımda adeta raks ediyordu. Uyuz adam!

“Günaydın Üsteğmenim” dedim.

“İzniniz olursa geçebilir miyim yüzbaşım?” dedi.

“Ah, Pardon!” diyerek bir adım yana kaydım. Üsteğmen yanımdan geçerken kokusu burnuma doldu. O tanıdık koku… Yok canım nereden bileceğim adamın kokusunu ekmek kokusu o ekmek kokusu.

“İyi günler Yüzbaşım” diyerek baş selamı verdi. Şaşkınlıktan konuşamadığım için aynı şekilde karşılık verip kabine girip bir an önce asansörün kapanması için hızlı hızlı düğmeye basmaya başladım.

Azra, kızım kalk git kendini bir yerlerden at. Yanına Nazikeyi de al. Bu nasıl bir rezilliktir?Azra kızım sen ne zamandan beri yemek yemiyorsun? Yemin ediyorum Metehan ile yarışırsın şu halinle.” Dolu ağzıma hala bir şeyler sıkıştırmaya çalışırken Lidana gözlerimi devirerek baktım. Metehan mı? Oturduğunda 5 porsiyon sonrasını saymayı bıraktıracak kadar yemek yiyen birisiyle, sadece kahvaltı sofrasını silip süpüren ben mi? Münasip bir yerim ve ben sana gülüyoruz Lidan.

“Kızım uzun zamandır böyle güzel kahvaltı yapmamıştım. Hem o konuda Metehan’ın eline kimse su dökemez şekerim.” İkimizde güldük bu duruma. Dün gece aklıma gelince gülümsem hafif bir buseye döndü ağzımdaki lokmayı düşüne düşüne çiğnedikten sonra yutup adeta “yürüyen bir bela olan” arkadaşıma baktım. Göz göze gelir gelmez hemen ne diyeceğimi anlamış olmalı ki daha ağzımı açmadan konuşmaya başladı.

“Hiç o güzel ağzını boşuna yorma o konuda dün söylediklerim hala geçerli.” ağzımdaki lokmayı yutup konuşmaya başladım.

“Lidan kendini koruyacak bir eğitimden geçtin ama sen tek başınayken maksimum on adamla mücadele edebilirsin ama yüzlercesiyle bunu yapamazsın. Doğuda işler çok farklı yürüyor adaleti kendileri sağlıyor ve maalesef ki buradaki adalet hiçbir zaman kadının yanında olmuyor.

Sen şu an tek bir aşiret olarak görebilirsin ama olay hiçte göründüğü gibi olmayacak. Tüm aşiret ağaları bir araya gelecek ve hepsi bu durumun sorumlusunu araştıracak. Şu an en mantıklı seçenek koruma kararı çıkartarak sahte bir kimlikle başka bir yerde devam etmen daha sağlıklı olacak.” Gözlerine beni onaylaması gerektiğine ikna edercesine bakmaya devam ettim söylediklerimi tartıyor gibiydi.

“Şimdi sen bana tek başına işe yaramazsın mı demek istedin?” Sinirli bir nefes verdim.

“Eğer bu fikrini değiştirecekse onu da söyleyebilirim.” Kıza bak ya o kadar konuştum cımbızla içinden onu tutup çekmiş.

“Azra ben 7 yaşındaydım KAOS için yetiştirilmeye başladığımda ki bunun temel eğitimleri daha öncesinden başladı. 21 yıl önce Dora oldum ben. İnan bana bu aşiret olayları bizim savaştıklarımızın yanında sinek ısırığı. Evet çok tehlikeli bir durum ama ben daha tehlikelileriyle savaştım ve çok şükür ki yaralansam bile hepsinin üstesinden geldim, geldik. Bunun üstesinden de geleceğim ayriyeten buraya doğu görevi için gelmedim.”

Son cümlesine kadar bir taraftan dinlerken bir taraftan yemek yiyordum. Son cümlede ise ağzımda lokma öylece kalakaldım. Bir tuhaflık olduğunu biliyordum zaten ama çözememiştim. KAOS’a yeni bir görev verilmiş olsa hepsi gelip düzen kurardı fakat bu olamaz çünkü KAOS hiçbir zaman sivil bir göreve çıkmaz asla yüzlerini göstermezler. Hadi bunu da geçtim asla ama asla gerçek kimlikleriyle hareket etmezler KAOS değil özel kuvvetlerde bulunan hiçbir tim bunu yapmaz ki Lidan buraya “Genel Cerrahi Uzmanı Lidan AKSUNGUR” olarak gelmişti. Tüm bu ihtimalleri göz önünde bulundurunca Lidan buraya KAOS için gelmemişti. Burnuma pis kokular geliyor ama umarım sonumuz foseptik çukuru olmaz. Hayırlısı bakalım...

Lidan çayından bir yudum alıp konuşmaya devam etti.

“Ben KPSS’ye girdim ama asla tercih yapmamıştım ayriyeten atama dönemi çoktan geçti ,atamalar yapıldı. Bu dönemde sadece il dışı tayinler ve görevlendirmeler yapılır. Bunun içinde önceden atanmış olman gerekiyor. Ben devlette çalışmadığım için tayin derdim yoktu. Anlayacağın ben buraya üstlerin isteğiyle geldim. Ama gel gör ki bunu dillendirmiyorlar.”

Bir an yutkunamadım... Lidan’ı bireysel göreve mi göndermişlerdi üstelik gerçek kimliğiyle bu resmen bile bile ladese gitmekti. Şaşkınlığımı görmüş olmalı ki devam etti.

“Fakat üstlerin bunu yapmasını isteyense bizim yaşlı kurtlar…” Az önce yutkunamadığım çayı bu sefer arkadaşımın suratına püskürttüm, yarısı da musluktan su akar gibi ağzımdan boşalıyorken sinirle ayağa fırlayan arkadaşım birazdan beni öldürecekti.

“Azra ağzının yayına diyeceğim. Ne bu ya iki gündür yüzüme bir şeyler püskürtüyorsunuz buradan bakınca insan gibi duruyorsun ama artık lama olabileceğin düşüncesi beynimde yer etmeye başladı.” Şaşkın şaşkın onu izlerken ciyaklamaya devam etti. Ama ben onu dinleyemiyordum oldukça şaşkındım çünkü Yaşlı kurtlardan kastı KAOS’un eski üyeleri; Ahmet Amca, Süleyman Amca ve Cafer Amca. Süleyman Amca Ömer'in, Cafer Amca ise Deniz'in babasıydı ve bu adamlar bu kızı tek başına Kars'a göndermislerdi. Şaşkınlığımı üzerimden atıp konuşmaya başladım.

“Onlar seni niye buraya göndersin?”

“Ben de bilmiyorum araştırmak için karargâhtan Derya’yı aradım o da bilmiyor dosyayı o bile görmeden hemen kapatmışlar. Tek bildiği birilerinin dikkatini çekmiş olmalıyım ki beni araştırmaya başlamışlar.”

İçimde çöreklenen endişeyi kuytulara göndererek konuştum

“Çok merak ediyorum Lidan yine kimin kuyruğuna bastın?”

Gülerek eline sigara ve çayını alıp mutfak balkonuna çıktı.

“Kimin kuyruğuna bastım bilmiyorum ama birazdan seninkine basacağım.” Benim şu an hemen R yapmam gerekiyor...

“Boş konuşma da Sezen Teyzelere gidip eşyalarını alalım akşam da orada olacağız” zaten gülerek bakmaya devam etti. Ama bu gülüş senin tüylerini yolmadan şuradan şuraya gitmem gülüşüydü.

“Çekirge bir zıplar iki zıplar Azra Hanım ama üçüncüde ne olur biliyorsun.” Göz kırptı üstüne.

Lidan asla zorlamazdı çünkü bilirdi ona gideceğimizi her şeyi onunla konuşup yeniden yaşayıp sonrasında beraber silip atacağımızı. sadece sabırsızdı ve o konuda sizi zorlayabilirdi. “Yediğin boku anlatma vakti daha gelmedi mi?” diye

“Ben yedim Allah artırsın sofrayı kuran kaldırsın” deyip hemen mutfaktan kaçtım arkadan kahkaha atarak bağırıyordu.

“Çabuk gel sen toplayacaksın.”

Lavaboya girer girmez kendime gelmek için yüzümü soğuk suyla defalarca yıkadım kafamı kaldırıp aynadaki görüntüme baktım. Aynada sanki bir ekran vardı ve o gün yaşadıklarımı bana gösteriyor bende izliyordum. Görevden dönmüştüm Ankara’ya gelmiş hemen babama gitmiştim. Babamla yaşadığımız kavga sonucu soluğu Lidanın çalıştığı hastaneye yakın bir barda almıştım. Hem babama hem de yıllardır acısını çektiğim aşkıma içiyordum sonra biri yanıma geliyor yüzüne bakıyorum ama hatırlamıyorum. “Yeşil gözlü dev” aklımda bu cümle ve bir de adamı çılgınca öptüğüm anlar dönüp duruyordu. Ama adamın suratı fluydu. Kahretsin dudaklarını da hatırlıyorum! Uyandığımda odadaki fotoğraf kalabalık bir fotoğraftı.

Beş erkek bunlardan ikisi yeşil gözlü üç tane de kız hepsi birbirine sarılmış oldukça güzel gülüyorlardı. Fakat bu fotoğraf biraz eski bir fotoğraftı çünkü oradaki beş erkekten biri olan Levent TUNCER oldukça değişmiş bir şekilde bugün benim silah arkadaşımdı. Yani o yeşil gözlülerden birini ben o gece öpmüş ve onun evinde kalmıştım. Levent sanırım bu durumu biliyordu zira Lidan’la salona girdiklerinde bana bakışlarından anlamıştım. Fakat anlamadığım nokta Levent yüzümü nereden biliyordu? Yoksa ben yeşil gözlü dev ile yetişkin içeriğe dair sahne çekmeye başlamışken o da mı izleyiciler arasındaydı…

 

Bölüm : 16.12.2024 23:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...