
17.BÖLÜM İKİNCİ KISIM
AZRA
Telefonum susmuştu. Arayan kişi ya bıkmıştı ya da şarjım bitmişti. Telefonum susmuş kapıyı birisi elinden gelse tüm apartmanı inletecek kadar şiddetli bir şekilde çalıyordu. Gelen sesle melankoli halimi bir yana bırakıp Yüzbaşı Azra olarak kapıya doğru ilerledim.
“Komutanım, komutanım orada mısınız?” Görkemin endişeli sesiyle koşarak kapıyı açtım kapıyı yeniden yumruklayacağı esnada
kapıyı açtığım için bir an afalladı ama hemen kendini toparladı. “Komutanım acil hastaneye gitmemiz gerekiyor.”
Bir an da içime çöreklenen korkuyla beraber karşımdakilere baktım. Tufan ve İlker buradaydı. Galip ve Levent yoktu! Korkum büyüdü. Lidan hastaneydi. Süleyman Amca İstanbul'a gitmişti. Timdekiler henüz izinden dönmemişti.
Direkt “Kime ne oldu?” İlker ve Tufan rahatsız bir şekilde yerlerinde kıpırdandı. Gözlerimi sert bir şekilde Görkeme çevirip konuşması için onu bekledim.
“Doktor Hanım, sanırım kaza yapmış.”
“Saçmalama Lidan hastaneye gitti. Üstelik gideli çok oldu”
“Komutanım gitmemiz lazım” Başım döndü. Görkem hızlıca elini uzatıp kolumdan tuttu. Lidan’ın yaramazlık yapmış gibi gülen çocuksu hâli gözlerimin önünde belirdi. Görkem beni sarstı. Lidan gözümün önünden gitti. Görkem daha sert sarsarak kendime gelmemi sağladı.
Kendime gelir gelmez hemen kapıyı çekip evden çıktım. Katta olan asansöre bindik hemen. Ne olduğunu bilmiyordum ve ,rütbemden utanarak söylüyorum, çok korkuyordum. Lidan tarafından bir kez daha aynı acıyı yaşayamazdım. Bir kez daha onu o masada kanlar içinde göremezdim. Ne Yüzbaşı Azra ne de melankolik takılan Azra bunu kaldıramazdı.
Binadan nasıl çıktığımı Görkemin arabasına kendimi nasıl attığımı bilmiyordum Tufan ve Ülker'de arabaya binince Görkem hemen arabayı çalıştırıp hızlı bir şekilde hastaneye doğru sürmeye başladı. Yıllar önce yaşananlar kendini yeniden hatırlatmak istercesine acısı hiçbir zaman geçmeyecek bir yarayı yeniden kanatmıştı.
Henüz yedi yaşında olmama rağmen o günleri hiçbir şekilde unutamıyordum hele hele Lidan’ı sedyede kanlar içinde gördüğüm anları… O kadar berbat gözüküyordu ki biz üzülmeyelim diye güçlü durmaya çalışıyordu. Yanına yaklaştığımda ondan gelen kan ve idrar kokusunu anımsadıkça istemsiz bir şekilde ağlamak tutuyor çünkü ben o gün arkadaşımdan gelen bu kokudan dolayı midem bulanmıştı. Çok utanıyordum o gün henüz yedi yaşındaydım ama ben o utanç verici ayıbımı unutamıyordum.
Çalan telefon sesiyle kendime geldim. Tufan telefonunu açtıktan sonra bir süre karşı tarafı dinledi “Tamam kardeşim bizde geçiyoruz hastaneye. Bu hızla gitmeye devam edersek eğer cenazemiz gelmezse biz on beş dakikaya oradayız.” dedi. Görkem aynadan ters ters bakıp Tufan’ı gözleriyle susturdu ve sanki az önce Tufan’ı duymamış gibi biraz daha hızlandı.
“Nasıl?” diye sordum. Sert bir şekilde yutkundum ama devamını getiremedim, konuşamadım ama Görkem anlamış olmalı ki hemen anlatmaya başladı “Levent’i aradı. Acil AB negatif kan istedi askeriyeden bulabilir miyiz diye sordu sonra arkadan bir kadın sesi doktor hanımın iyi görünmediğini söyledi ve bir an da telefon kapandı muhtemelen şarjı bitti çünkü kendisine ulaşamıyoruz. Levent şu an askeriyede kan grubu uyanları hastaneye götürüyor. Orada buluşacağız.”dedi. Beni neden aramadığını düşünürken dakikalar önce ki halim aklıma geldi. Yine Çağatay’ın bende yarattığı yıkımın altında kalmıştım ve onun etkisiyle çevremdeki her şeye suspus olmuştum tabi dakikalarca çalan telefonuma da öyle..
Özür dilerim kardeşim, beni affet!
Umarım Allah tez vakitte benim belamı verirdi.
Tufan'ın söylediği gibi hatta daha da erken varmıştık. Hastanenin önünde Leventle karşılaşmıştık yanında da bir kaç asker vardı ve oldukça telaşlıydı. Askerler bizi görünce hemen selam vermişlerdi. Başımla rahat olmalarını işaret ederek hastaneye doğru ilerledik.
Hastanenin önünde yoğun bir araç ve insan trafiği vardı. Hastaneden içeriye girdiğimizde acil dışarıdaki kadar kalabalık olmasa da çalışanlar çok telaşlı şekilde hareket ediyorlardı. Yanımızdan koşarak geçen bir hemşirelerin telaşlı konuşmalardan anlayabildiğim tek şey “Kanı hâlâ bulamadık böyle devam ederse hasta ex olacak…” Levent tam o esnada başka bir hemşireyi kolundan tutup hızlıca kendisine çevirdi endişeli bir şekilde konuştu “ Doktor Lidan, Lidan Aksungur nerede?” dedi
“Doktor Hanım müşade odasında” deyip hemen hızlıca uzaklaştı. Kulaklarımda garip bir uğultu peydah oldu. Görkem Levent’e bir şeyler söylüyordu. Levent hemen yanıma geldi o da bir şeyler söylüyordu ama yüzüne boş bakışlar atmakla yetindim bana bir adım daha yaklaştı kendimi ona yaslayabileceğim kadar. O da bunu bekliyormuş gibi belimden tuttu. Gözlerimde tekrar birikmeye başlayan yaşlar görmemi engelliyordu.
Tam o esnada bir gümbürtü oluştu hepimizin eli otomatik olarak belimizdeki silahlara uzandı. Arkamizdaki gümbürtüye dönüp baktığımızda Aşiyan AKYAKA ve adamlarını görmüştüm. Adam tüm heybetiyle beraber adamlarıyla içeriye girmişti. Adamın biri hemen yanına gelip “Agam dohtor agamı muane ediyor daha çıkmamıştır bilgi de vermiyorlar kan arıyorlar ama bulamadılar bizim kan gruplarımız da uymamıştır.” Adam Aşiyan AKYAKA’nın önünde ellerini bağlayarak başını eğdi.
Arkamızdan sertçe açılıp kapanan kapıyla hepimiz oraya döndük. Gördüğümle öylece kalakaldım. Adım atmaya çalıştım ama beceremedim sendelememle beraber Levent hemen elleriyle belimden tutarak destek vermişti. Önce yanlış mı görüyorum diye etrafıma baktım. Görkem,Tufan, İlker, Levent hepsi endişeli gözlerle Lidan’a bakıyordu. Aman Allah'ım gördüklerim doğruydu. Gözlerimden yaşlar aka aka kafamı tekrar müşade odasının önünde bana bakan arkadaşıma çevirdim.
Lidan baştan aşağıya kıpkırmızıydı. Ne kirazın kırmızısı ne de elmanın tatlı kırmızısıydı. Kan kırmızısıydı. Saçları yüzü boynu kıyafetleri her yeri kan olmustu. Tıpkı o gün olduğu gibi. O günden beyaz giyinmişti. Saflığın temsilcisi olan beyaz, kırmızıya boyanmıştı, kanla…
O gün hastanede gördüğümde iki yandan bağlanmış dalgalı saçları, beyaz dantelli elbisesi, fiyonklu ayakkabıları her şeyi kan kırmızısıydı. Ben o gün ilk defa kırmızıdan nefret etmiştim.
Benim güçlü arkadaşım hiçbir şey yokmuş gibi o gün gülümsediği gibi yine gülümseyerek bana geldi. Ne düşündüğümü hemen anlamıştı Çığlık atmak istiyordum. Bu kızın yaşadığı tüm acılara rağmen bizim için güçlü durmasına, hiçbir şey olmamış gibi yaşamasına çığlık ata ata ağlamak istiyordum.
Hızlı adımlarla yanımıza geldiğinde gözgöze geldik ben hiçbir şey söylememiştim ama o anlamıştı Lidandı çünkü o bakışınızdan çözerdi hemen her şeyi. Buruk bir gülümsemeyle kafasını iki yana doğru salladı ellerimi tutarak “Yemin ederim, yemin ederim yüzbaşım bu benim kanım değil, ben iyiyim hiçbir şeyim yok.” dedi ama ben ağlamaya devam ettim. Ben orada bitip gitmiş bir aşk için uğraşırken kim bilir kardeşimin başına ne gelmişti de bu haldeydi. Beni tekrar sarsarak konuşmaya devam etti “Yapma lütfen” deyip bana sarıldı bende kafasından öptüm. Daha sıkı sarıldık.
Gelen sesle ikimizde ayrılarak kafamızı o yöne çevirdik. Aşiyan Akyaka… Acaba bu kaderin hangi tarafıyla gülüşüydü acaba? Arden AKYAKA. Annesi tabir-i caizse bir hayat kadınıydı. Ve Aşiyan Ağanın oğlunu doğurduktan sonra konağın kapısına bırakıp çekip gidiyor sırlara karışıyor demek daha doğru olur sanırım. Aşiret hiçbir zaman Arden Akyakayı kabul etmemişti ama herkes bilirdi Aşiyan Ağa bu oğluna daha çok düşkündü tabi bu düşkünlüğü onu koruyamamıştı. Adam delirmiş gibi başhekimin boynuna yapışmıştı. Eh o da haklı. Bir oğlu Lidan tarafından komalık olurken diğer oğlu da ölümle yüzyüzeydi şu an. Acaba Lidan şu an kurtarmaya çalıştığı kişinin kimliğini bilse ne yapardı?
Lidan geri tekrar çıktığı odaya girerken kulağımda hissettiğim esintiyle boynumu o tarafa kırdım. Levent. Biz hangi ara böyle dibdibe girmiştik be. Sırtım göğsüne yaslıydı ve ben bu şekilde bile hissediyordum kalbinin ne kadar hızlı attığını. Göz göze geldik hafif alayvari bir tonda “Daha iyi misin?” sormasıyla kendime gelip hemen ondan uzaklaştım. “Sağ ol Üsteğmen iyiyim” dedim. Az önceki alayvari ifadesi kaybolmuş aksine kaşları çatılmıştı.
Sonra Lidan’ın arkasında bıraktığı karmaşayı timle beraber ayırarak Aşiyan Ağanın adamlarını dışarıya gönderdik hastane personellerini de görev yerlerine. Başhekim sanırım hastanenin kan bankasından kan vermemişti yani tam olarak nasıl olunuyordu bilmiyorum ama yok demiş olmalı ve kavga patlak verdi. Şerefsiz bir de sizin oğlunuzun olduğunu bilmiyordum diyor.
Ortalık biraz sakinleştikten sonra köşeye geçip Lidan’ı beklemeye başlamıştık. Tufan “Çok şükür Lidan iyi bir şeyi yok, yemin ederim öyle görünce korktum lan” demesiyle ensesine bir tokat yedi. Görkem sert sert bakarak “Lidan ne lan? Lidan Hanım desene” dedi.
“Ulan Görkem, elinin ayarına başlayacağım şimdi lan yavura vurur gibi ne vuruyon it herif?” Görkem üzerine doğru yürüyeceği esnada bu sefer Levent hem Görkemin hem Tufanın ensesine vurarak “Yanınızda kadın var düzgün konuşsanıza” diye çıkıştı. Bir kaşımı kaldırıp şaşkınca ona baktım. O ise uyarı dolu bakışlarını Tufan ve Görkemin üzerinde gezdiriyordu.
Lidan odadan çıkarak hızlı adımlarla yanımıza geldi. Arden ameliyata hazırlanıyordu. “Ameliyat ne kadar sürer bilmiyorum ama uzun olacağı kesin siz eve geçin isterseniz.” Konuşur konuşmaz biz koro şeklinde”Bekleriz” dedik sanki planlamış gibi. Lidan gülerek “ O zaman odama geçelim orada bekleyin.” dedi.
Lidan önde biz arkada pıtı pıtı adımlarla ilerliyorduk. Tamam pek pıtı pıtı sayılmazdı çünkü sert attığımız her adımda yanlarından geçtiğimiz insanlar dönüp dönüp bize bakıyordu. Tabi bunda Lidan’ın adeta kırmızı boya kutusuna dönüşmüş hâlide etkiliydi. Odanın önüne vardığımızda gözlerim istemsizce kapının sağ üst köşesinde bulunan isimliğe takıldı ‘Genel Cerrahi Uzmanı Dr.Lidan AKSUNGUR’ gözlerime buruk bir ifade yerleşti. Acaba Lidan hatırlıyor muydu? Ben model olacağım diye ortalıkta dolandığı günleri.
*****
Yeni bölümde görüşmek üzere canlar. Oylarınıza ve yorumlarınıza tâlibim⭐⭐⭐⭐⭐
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.54k Okunma |
645 Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |