42. Bölüm

42. Bölüm

EsAy
esay1007

18. Bölüm

Herkese merhaba Kaos Severlerim. Kısa ama güzel bir bölüm olduğunu düşünüyorum. Bu bölümde sadece Azra kuşum var. Umarım Doktor Hanımın ameliyatı başarılı geçer 🙈 Bu aradaaaaa okunmada 5k olmak üzereyiz oylamada 500'ü geçtik :) Teşekkürler canlar. İyi ki varsınız hep var olun, sağlıklı, mutlu olun⭐⭐⭐⭐⭐

 

AZRA

 

Saat gece yarısını geçtiğini belirtir cinsten sesler çıkartıyor ve kafamdaki seslere eşlik etmekten asla çekinmiyordu. Kafamdaki sesler… Anneannem hep söylerdi ‘senin kafandaki tilkilerin kuyruğunun birbirine değmediği gibi sesleri de hiç dinmiyor.’ o kadar doğru bir tespit yapıyordu ki bazen beni benden daha iyi tanıdığını düşünüyordum.

 

Akrep ve yelkovan kendi aralarındaki savaşlara devam ederken biz odada hepimiz bir yere konuşlanmıştık. Lidan’ın ameliyattan çıkmasını bekliyorduk. Açıkçası hepimizin beklediği Lidan’ın gitmeden önce İlker’den kazaara öğrendiği gerçeğin karşısındaki alacağı tepki tabi bir de bunun aşiret tarafı vardı. Bu kız gerçekten başını belaya sokmadan duramıyordu. Bir aşiretin tek veliahdı diye düşündüğümüz adamı döverek komalık ederken ,ki Lidan böyle biliyor her ne kadar inanmasa da kimse gerçeği ona söylememişti, yine aynı aşiretin,sonradan bir oğlu daha olduğunu öğrendiğimiz, başka bir valiahdını kurtarırken buluyoruz. Ah Lidan, ah! Bir insan nasıl bu kadar sürede başına böyle belalar alabilirdi ki.

 

Hepimiz odada İlker'in bilmem kaçıncı defa getirdiği kahveleri yudumlarken kafamızda milyonlarca düşünceyle oturuyorduk. Düşünmek istemiyordum gerçekten düşünmek istemiyordum biliyorum ki düşünmeye devam edersem canım daha çok yanacaktı. Çağatay’ın yüzündeki o güzel gülümsemeyi düşünmek istemiyordum . Üzerinden 11 yıl geçmesine rağmen ona bu denli kırılabilecek kadar değer veren kalbimi düşünmek istemiyordum. Artık mutluluğun bana haram olduğunu bir kez daha görmüş olduğumu düşünmek istemiyordum.

 

Kafamı kaldırıp teker teker herkesin üzerinde gezdirdim. Eksiktiler! Hiç düşünmeden “Galip nerede?” diye sordum. Nöbet çizelgesini daha bugün imzalamıştım bu hafta Galip’in nöbeti yoktu. Eğer İlker veya Tufan ortadan kaybolmuş olsaydı bir köşede çapkınlık yapıyor derdim ama adam yakında evlenecek.

 

Hepsi birbirine baktıktan sonra Görkem’in konuşmasında karar kılınmış gibi konuşmaya başladı. “Memleketine gitti komutanım” yerimde dikleşerek konuşmaya

“Benim neden bundan haberim yok, birine bir şey mi olmuş?”

 

“Gönül meselesi komutanım” dedi Görkem. Çok şükür bizim aşık vuslatı yaşayacaktı. İçimdeki rahatlamaya koltuğa yaslanıp konuşmaya başladım.

“Sonunda düğün oluyor. Çocuk yıllardır kızı beklemekten perişan oldu. Sabır taşı Galip kadar sabırlı değildir. Adı gibi sevdasında da galip geldi.” kahvemden bir yudum daha aldım az da olsa keyiflenmiştim.

 

Adamın bir Fadimesi bir de vatanı vardı gerisi teferruattı onun için ah unuttum bugün öğrenmiş olduk ki bir de Range Rover sevdası varmış.

 

Görkem yerinde rahatsız bir şekilde kıpırdanarak konuşmaya devam etti “Oluyor komutanım oluyor ama ne biz damat tarafıyız ne de Galip damat.”

Dudaklarımla buluşturmak üzere olduğum bardakla beraber öylece kalakaldım. Az önce unutmak için yaşanmamış olmasını dileyerek hafızamın gerilerine doğru iteklediğim tüm olaylar gözümün önünde bir bir yeniden yaşanmaya başladı ama bu sefer elinde telefon beş dk da olsa konuşmak için buz gibi hava da dışarıda bekleyen Galipte gözlerimin önünde gidip gelmeye başlamıştı. Hüzün dolu bir nefes alarak konuşmaya başladım

 

“Bu deli kızı kaçırmasın, zorla mı evlendiriyormuş ailesi?” Görkem başını iki yana sallayarak cevap verdi “Hayır komutanım kız isteyerek evleniyor aksine babası şu an ki adama izin vermediği için kız kaçıyor Galipte olayı bu şekilde öğrenmiş bulunuyor.” Odada büyük bir ölüm sessizliği vardı.

 

“Galip yıllardır bu kızla beraberdi nasıl görememiş kızın gözünün başkasında olduğunu?” İlker kendi kendine mırıldanıyordu. Yaşamayan bilmezdi ama aşk insana bir geldi mi insanın kalbini nakavt edip çekip gidiyordu ve kalp o haldeyken ne göz görüyor ne de gönül ferman dinliyordu.

 

Odadaki tek ses dışarıdan gelen fırtınanın sesiydi. Gökyüzü bizim yerimize çığlıklar ata ata halimize dert yanıyordu. Biz içimizde savaşırken gökyüzü tüm silahlarını kuşanmış çığlık çığlığa savaş açmıştı.

 

“Bir kalbe iki sevda sığmaz…” dedi Levent. Hepimizin gözleri sanki onun konuşmasını bekler gibi anında ona çevrildi onun gözleri ise bana çevrilmiş sinir dolu bakışlarıyla hem etrafa ateş saçıyor hem de bana savaş açıyor gibiydi. Rahatsız hissettirmişti bu bakışlar. Ona aynı şekilde karşılık vermeye çalıştım ama o bu konuda daha güçlü gibiydi. Konuşmaya devam etti.

 

“Fadime Galip’in uçsuz bucaksız sevgisini kalbine sığdıramadı. Bunca yıl atanma bahanesiyle gerçekleri ertelediği gibi Galip’in hayaller kurmasına sebep oldu. Eğer ki Galip bu olayları bu şekilde öğrenmeseydi bu savaşı kazanarak hayata kaldığı yerden devam edebilir diye düşünürdüm ama bundan sonra ne Galipte başkasına güvenecek inanç ne de kalbine birini alacak güç kalmıştır.” Söylediklerini deliksiz bir şekilde dinledim.İstemsizce yerimde kıpırdandım. Üzüldüm çok üzüldüm hem de çünkü ben az önce kendimi başkasının dilinden dinlemiştim. Gözlerimiz Leventle kesiştiğinde içimde oluşan kaçma isteğiyle gözlerimi çektim ondan.

 

“Yakınlarda kuzeni vardı sabah onunla beraber gönderdik ama geri dönüyorlarmış İlker sağ olsun Doktor Hanımın durumunu hemen anlatmış Galipte geri dönmeye karar vermiş” Görkem sinirli bir şekilde İlker'e bakıyordu. Biraz daha bakmaya devam ederse İlker olduğu yerde Görkemin gözlerinden gelen ateşle yanıp kavrulacaktı. Dikkatlerini az da olsa dağıtmak için konuştum. Tabi benden daha hızlı davrananlar olmuştu.

 

“Lidan bir yana onun asıl derdi oradan kaçıp kurtulmaktı. Çünkü olayı öğrenir öğrenmez ben arayıp haberdar etmiştim gelmekte ısrarcıydı. Haksız da sayılmaz tabi adamın evinin karşısında düğün alayı var” konuşması biten Levent'e tekrar bakmadım ama bakışlarını üzerimde hissediyordum. Derin bir nefes alarak konuşmaya başladım

 

“Desenize artık aramızda bir ‘deli’ var.” hepsinin öldürücü bakışları teker teker ok gibi beni buldu. Saygı sen ne büyük bir erdemsin öyle, komutanları olduğum için kimse ağzını açamıyordu biri dışında tabi ona da konuşma fırsatı vermeden hemen anlatmaya başladım

 

“Osmanlı Devleti ordusunda ‘Deliler’ adında bir askeri birlik varmış. Üstün cesaret ve kahramanlıklarıyla bu ismi almışlar tabi bir de savaş esnasında düşmanı korkutmak amacıyla girdikleri hallerde bunda etkiliymiş. En çok dikkat çeken etken ise gruptaki askerlerin yaşlarının 20-25 civarında olmasıymış çünkü bu birlik savaşın en ön safhasında yer alıyormuş. Haliyle ölüme daha yakın oluyorlar insanlar anlam veremiyormuş hayatın baharında böyle bir birlikte sürekli savaş içerisinde olmayı… ‘Deli cesareti’ deyimi de bir nevi bu birlikteki askerlerin savaş esnasında yaptığı kahramanlıklarından geliyormuş.

 

Askerler bu birliğe girmeden önce ailesi, dostu, yâri, evi neyi varsa hepsini geride bırakırmış onlara göre buradan geri dönüş yokmuş yani bilet tek yönmüş onlar için o yönde vatan için ölmek. İnsanlar bu hareketlerinin biraz gaddarca olduğunu düşünüyorlar çünkü onlara göre bilet tek yön değil ve hayatın kaldıkları yerden devam edeceğine inanırlarmış. Ama gidene öyle değilmiş özellikle yârini bırakırken ‘beklemesin beni, yoluna baksın, beni beklerken bahtını kapatmasın’ vesaire bu tarz düşüncelerle giderlermiş. Giderlermiş ama kimse bilmezmiş bu adamların yüreğinde vatan aşkının yanında bir de yârin aşkının olduğunu… Ve kalplerinde bu sevdayla ölüme yürürlermiş. Tabi bunlar yıllardır dilden dile anlatılanlar gerçek kaynaklar bunları yazmıyor. Ne kadar doğru olduğu da bilinmez ama insanların içine işliyor” bir nefeslik bir sessizliğin arkasından konuşmaya devam ettim

 

“Aslında söylediklerim tam olarak Galip’e uymuyor ama o da bir nevi bu şekilde hareket edecek. Operasyona gidildiğinde en ön de savaşacak en tehlikeli yerlerde mevzi alıp canını hiçe sayacak yeri geldiğinde üstünü, verilen emirlerleri bile dinlemeyecek. Çünkü o yârin sevdasını yüreğine gömmüş vatan sevdasıyla ölüme yürümeye başlayacak. Sevdasının biri yarım kalmış yoluna vatan sevdasıyla devam edecek.” konuşmaya daha fazla devam edemedim benden sonra da kimse devam etmediği için odayı garip, kimsenin ne yapacağını bilmediğini belirten cinsten bir sessizlik kapladı.

 

Ayağa kalkıp Lidan'ın çalışma masasının diğer tarafına geçtim. Hastanedeyken her zaman sigarasını en alt çekmecenin sol köşesine saklardı. Eğilip oradan bir sigara aldım. İlker’in az önce getirdiği kahvelerden birini alarak kapıya yöneldim “Terasa gidiyorum” dedim. Herkes baş selamı verirken Levent köşede durmuş sert bir şekilde bana bakıyordu. Bu adamın benimle bir derdi vardı ama hadi bakalım. Sert bakışlarımla ona karşılık verip odadan çıktım. Hodri meydan Levent Tuncer.

 

              *****

 

Yorgun adımlarla sonunda terasa varmıştım. Kars'ın buz gibi havasıyla bir savaş içerisindeydim. Şehrin herbir sokağına düşüncelerimden bir tanesini bırakıp sakin kafayla sigara içmek istiyordum.Bugün senin için içecektim Galip. Ama içemiyorum bilin bakalım neden? Tabi ki çakmağı unuttuğum için! Neyse soğumaya yüz tutmuş kahvem bana yeterdi. Sigarayı, hemen sol tarafımda bulunan plastik çöp kovasının içine atacağım sırada yanımdan gelen çakmak sesiyle kafamı oraya çevirdim. Levent. Çakmağını yakmış sigaramı çakmağıyla buluşturup yakmam için bekliyordu. Gözgöze geldik. Öylece kalakaldım. Gözleri çok şey anlatıyordu. Bir bana bir kendi elindeki çakmağa bakıyordu. Çakmağı sigaramı yakmam için tutuyordu ama gözleri bendeki bazı şeyleri yakıp atmak ister gibiydi. Sigara onun görünürdeki sebebiydi ama bakışları kendini ele veriyordu.

 

Rüzgar tam yedi kere çakmağı söndürdü Levent yedi kere çakmağı ateşledi. Rüzgar söndürdü, Levent ateşledi. Pes etmedi. Onbirinci ateşlemesinde, sigaramı yakması için izin verdim. Elimle ateşe siper yaparak sigaramı yaktım. Sigaranın ucundan gelen cızırtı sesi içimden gelmiş gibiydi ve ben bilmiyordum o ateşin sigaramla beraber her şeyi yakacağını.

 

Ateş çakmakta değil de sanki onun yeşil gözlerinde gibiydi. Yanan sigara değilde sanki benim içimde var olan bir şeylerdi. Yeşil gözleri. Yeşil gözler. Yeşil göz- Kafama bir an da üşüşen düşüncelerle içime çekmekte olduğum sigara dumanı adeta beni öldürmek istercesine genzimi yakmaya başlayarak acı verici bir öksürüğü beraberinde getirdi. Yeşil Gözlü Dev, Levent'in arkadaşı…

 

Gülmeye başladı. “İyi misin?” diye sordu. Öksürükten kızaran ve sulanan gözlerimle sinirli bakışlarımı ona fırlattım. “Sigara içmesini bilmediğini çakmağı unuttuğundan tahmin etmeliydim.” dedi hala gülerek. Derin derin nefesler alarak az önce zehirlediğim ciğerlerimi oksijenle buluşturarak onlara özürlülerimi sundum.

 

Delilikti, sigara içmek kesinlikle aptalca bir delilikti! Levent’in uzattığı suyu alarak içtim. Hafif tarazlanmış bir sesle konuştum “Teşekkür ederim.” dedim. Az önceki gülümsemenin yerine hafif bir tebessüm alarak kafasıyla onayladı beni. Teşekkür eden bir insanı kafayla onaylamak ne demek ya.

 

Ben kendi kendime konuşurken siyah bir poşeti bana uzattı. Biraz poşetle biraz Leventle bakıştık. Poşeti aldıktan sonra içine baktım. Bakar bakmaz önce Levent'e sonra ayaklarıma baktım. Bana bir çift çorap almış…

 

“Ayakkabı satmıyorlardı aşağıda. Yakınlarda da alabileceğim bir mağaza yoktu. Kusura bakma.” Levent'in konuşmasıyla hastaneye çorapsız bir şekilde sadece terliklerle geldiğimi fark ettim. Tırnaklarımda bulunan kırmızı ojeleri de unutmamak gerek. Her iddiasına varım şu an kahkaha atmamak için kendini zor tutuyordu.

 

Arabada Görkem hırkasını vermişti. Ama ayaklarımın üşüdüğünü Levent’in uzattığı çoraplarla hissetmeye başladım. Oysa ki Levent benden önce hissetmiş, üşüdüğümü..

 

Birimizin artık konuşması gerekiyordu ve bu görevi Levent üstlenmiş olmalı ki konuşmaya başladı ama keşke konuşmasaydı “Şey giydirmemi bekliyorsan, yapmam!” Ateş saçan gözlerimden oklar fırlatmaya başladım ona doğru, gülmek üzereydi. “Hayır tabiki de beklemiyorum kendim giyerim, teşekkür ederim” kahvemi ve artık rüzgarın içtiği sigarayı Levent'e doğru uzatarak eğilip poşetteki çorapları aldım. Çoraplarda gördüğüm figürle tekrar ona baktım yeşil gözleriyle masum bir şekilde çipil çipil bana bakıyordu “Başka yoktu.” dedi. Kafamı tekrar çevirip çorapları giymeye başladım. O bilmezdi ama ben çok severdim Buz Devrinin Elliesini. Çorapları giyip ayağa kalktım önce Levent'e sonra tekrar ayağıma baktım. En sevdiğim animasyon filminin baskısı olan bir çorabım vardı artık. Saatler önce yıllarca acısını çektiği yarım kalan aşkı tamamen bitirmemiş gibi güldüm. Levent'e dönüp tekrar teşekkür ettim.

 

“Tam bir deli olduğunu biliyordum.” İkimizde neyi kastettiğini biliyorduk. Yüzümdeki gülümsemeyle öylece donup kaldım. Kafam yerde hala çoraplarıma bakıyordum. Kendime gelerek kafamı kaldırıp gözlerine baka baka elindeki kahveme uzanıp tuttum

 

“Benimle ilgili ne biliyorsun ki” dedim. Sıkı sıkı tuttuğu bardağımı elinden aldım.Kalan kahveyi yudumlayıp çöpe attım. Bir an da aklıma Ankara'da bardan sonra onun arkadaşının evinde uyandığım gün geldi hemen sonrasında sabah Burak’a söylekleri. Askeriyede kadın mı var oğlum..?

 

Bilmem dercesine dudaklarını büktü. “Bir şey bilmiyorsan iki defa hatta sen üç ya da dört defa düşün öyle konuş!” dedim. Sabahki sinir yerini almış bunun etkisiyle sert bir şekilde konuşmuştum. Yüzümün de bir o kadar ifadesiz ve sert durduğuna eminim.

 

“Olur seninle ilgili bir şeyler öğrenince tekrar konuşacağım.”

  

Üzerine doğru sinirli bir adım atarak “Sen nasıl konuşuyorsun benimle? Komutanınım ben senin! Ne bu saygısızlık!” Sinirin verdiği etkiyle gereksiz bir şekilde yüksek tonda konuşmuştum. Ama adama işlememiş olmalı ki alayvarî bir şekilde konuşmaya başladı

 

“Üzerimizde üniformamız yok, üstelik askeriyede de değiliz yani ne sen benim üstümsün ne de ben senin astınım.” Ben bu adamı parçalardım!

 

“Kendine gel asker! Kendine gel yoksa ben paramparça ederim hiç toparlanamazsın! Benimle oynayıp şansını daha fazla zorlama!” Sinirim iyiden yükselmeye başlamıştı ve eminim boynum dahî kızarmıştı.

Arkamı dönüp gideceğim sırada konuştu

 

“Askeriyede bir kadın yok!” Bu sefer onun sesi yüksek çıkmaya başlamıştı. İyiden iyiye kızışmıştık. Geri dönüp sert adımlarla üzerine doğru ilerledim geldiğimde yakalarından tutup kendime doğru çektim burun buruna geldik tam konuşacağım esnada o konuştu “Askeriyede bir erkekte yok!”

 

Gözlerimde ki alev ona da geçmiş olmalı ki yeşil gözleri tatlı bir şekilde çipil çipil bakarken şimdi koyu yeşile dönerek sert bir şekilde bakmaya başladı.

“Orada sadece asker vardır. Hepsinin tek ülküsü de vatan uğruna ölmektir. O kapıdan içeriye girip üniformalar giyilince kadın erkek yoktur, aşk yoktur, sevda yoktur. O kapıdan girdin mi sadece asker olursun ve orada sadece vatan sevdası vardır. Tıpkı Delilerde olduğu gibi. O kapıdan girdin mi cinsiyetini de sevdanı da kapının diğer tarafında bırakırsın. Orada artık vatan için ölmek isteyen nice neferlerden birisindir.”dedi.

Bunu beklemiyordum, bunun gururunun gözlerimi doldurmasını beklemiyordum, ve bunun o an içimde bir şeylerin tohumunu ektiğini bilmiyordum.

 

Yakalarını bırakıp bir adım geri gittim. Her iki elimle de ,yakasını tuttuğumda, oluşan kırışıklığı düzeltirken “Ayağını denk al!” deyip geri döndüm terasın kapısına doğru ilerledim. Yüzümde büyük bir gülümsemeyle ama bu gülümsemeyi cama yansıyan görüntüden Levent'in de gördüğünü bilmeden…

⭐⭐⭐⭐⭐

Bölüm sonu...

Bir aksilik çıkmazsa inşaAllah haftaya görüşürüz ❤️

Bölüm : 08.02.2025 23:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...