
4.Bölümün devamı
Bu durumu şimdilik sorgulamayı bir kenara bırakıp tebessüm ederek baş selamı vermiş ve hemen odadan çıkarak Ahmet babamı aramıştım. İkinci çalışta açılan telefonla Ahmet babam; "hemen helikopter pistine gel !” Diyerek telefonu hızla kapatmıştı.
Helikopter pisti dediğine göre acil bir görev vardı. Ayağımdaki topuklularla koşmaya çalışırken her ne kadar fiziki olarak güçlü bir kadın olsam da, topuklu ayakkabılarla koşamayacak kadar zayıftım. O yüzden hızla ayağımdaki topukluları çıkarıp elime alarak koşmaya devam ettim.
VIP katı hastanenin en üst katında olduğu için helikopter pistine gitmem de sadece beş dakikamı almıştı. Helikopter uçuşa hazır bir şekilde beni beklerken Ahmet babam da koşarak hemen yanıma geldi.
Helikopterin sesinden dolayı yüksek sesle;
“Kars’a gidiyorsunuz ! Ermenistan sınırında olay çıkmış. Barlas size tüm detayları anlatacak. Sen burayı ve konuştuklarımızı sakın düşünme, ben halledeceğim !..” Diyerek omzuma bir iki kez hafifçe vurarak, gitmem için önümden çekildi.
Koşar adımlarla helikoptere ilerleyip bindiğimde ise beni Aybar ve Barlas karşılamıştı. Sırasıyla her ikisini de sarılıp yerime geçip otururken, helikopter de havalanmıştı.
Yukarıdan Ahmet babama doğru bakarken nedense içimde çok farklı hisler oluşmuştu. Bir şeylerin ters gideceği korkusundan ziyade, bir şeylerin hayatımın temposunu değiştireceğini hissettirmişti bana..
Aybar’ın helikopter için taktığımız kulaklığa doğru konuşmasıyla düşüncelerimden sıyrılıp ona doğru döndüm. “Doktor hanım hayırdır, sanırım alçıcı beyle işler yolunda gitmiyor ?..”
Aybar malesef ki Toprak'ı hiç sevmezdi ve Ortopedi Doktoru olduğu içinde onunla hep; 'Alçıcı' diye dalga geçerdi.
Kaşlarımı hafifçe çatıp merakla; “onu da nereden çıkardın ?” Dediğimde, Aybar bu defa gülerek cevap verdi. “Prenses gibi ayakkabılarını eline alınca öyle sandım.”
Barlas’ın hunharca kahkaha atması kulaklarımı tırmalarken, önce elimdeki ayakkabılara, sonra da ayakkabısız ayaklarıma bakınca Aybar gülerek devam etti.
“Yalnız olmamış bak. Prensinin seni bulmasını istiyorsan eğer o ayakkabının birini geride bırakman gerekiyordu.” Her ikiside gülmeye devam ederken ben ise kaşlarımı çatmış ve hemen ayakkabıların sivri olan topuğunu onlara doğru çevirerek göstermiştim.
"Bir yerlerinize batmasını istemiyorsanız eğer şuan susmanızı tavsiye ederim.” Diyerek sinsi bir şekilde sırıttığımda, bu defa her ikiside gerçekten yapacağımı anlamış olacaklar ki hemen gülmeyi kesmişlerdi.
Onların susmasıyla bu defa elimdeki ayakkabıları bezmiş bir şekilde ayağıma geçirerek giyerken, Çağatay bu defa ciddi bir ses tonuyla konuştu.
“Şimdi il Jandarma Komutanlığına gidiyoruz. Diğerleri ayrı ayrı geçtiler orada buluşacağız. Sende orada giyinirsin.” Dedi bana bakarak. Kafamı olumlu bir şekilde sallarken aynı zamanda da merakla; “olay ne peki ?" Diye sordum.
Bu sefer de Deniz öne atılarak soruma cevap verdi. "Bir grup şerefsiz aşiret reisinin kızını kaçırmış..”Dediğinde, sinirden olduğum yerde resmen sarsılmıştım.
Bir kız, o şerefsizlerin elinde !.. Sağ kurtarabilsek bile kim bilir psikolojisi ne durumda olacaktı..
Deniz'in ardından bu defa Barlas, olayları daha iyi anlamam için konuyu en başından anlatmaya başladı. "Adamların silah kaçakçılığından tut, uyuşturucu satıcılığına kadar her türlü pis işte parmakları var. Daha sonra aşiret reisinden yardım istemişler. Silah kaçakçılığı, uyuşturucu pazarlığı ve dağdakiler için her türlü ihtiyaç yardımı. Ama Aşiret reisi yani Aşiyan Akyaka, adamlara yardım etmiyor ve olaylar bununla başlıyor. Önce oğullarıyla tehdit ediliyor ama adam kulak asmıyor daha sonra da tek kızını yani Berfin Akyaka’yı kaçırıyorlar. Jandarma Özel Harekattakiler henüz müdahale edemeden de adamlar Ermenistan sınırları içerisine giriyor. Özel Harekat müdahale etmek için izin bekliyor fakat yıllardır patlamaya hazır bir volkan gibi olan Ermenistan’ın bu müdahaleyi yanlış anlayarak olmalarından dolayı birşey yapamıyorlar. Sonuçta Şerefsizlerin de istediği bu zaten. Eğer resmi bir şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinden bir asker oraya girecek olursa bu durumu kamuoyuna yanlış lanse edecekler. Bu da ülkemiz için kötü bir durum olur.." Dediğinde sinirden kaşlarım iyice çatılmış olsada, Barlas'ı dikkatli bir şekilde dinlemeye devam ediyordum.
"O yüzden de Aşiyan Akyaka, Kars Milletvekilli Baran Bozyaka ile irtibata geçmiş. Baran Bozyaka zaten Kaos’un gizli görevlerde ki başarılarını bildiği ve bizi desteklediği içinde bu görev için üst düzeye bizi öneriyor. Zaten haber gelir gelmezde üst düzeyden hemen operasyon için gerekli izinler alındı."
Duyduklarım beni çok şaşırtmamıştı fakat şimdi her zamankinden daha sağlam bir plan yapmamız şart olmuştu. Çünkü ortada büyük bir problem vardı ve bu problem en ufak bir dikkatsizlikle daha da büyük bir probleme yol açabilirdi..
Hepimiz bir sessizliğe bürünmüştük. Bizi sessizliğe bürüyen şey ise kesinlikle içimizdeki endişeydi.
Ya Berfin’e bir şey yaparlarsa ?..
Barlas bu defa elinde incelediği Berfin hakkında ki dosyaya bakarken, bir yandan da düşünceli bir şekilde çenesini sıvazlıyordu. Deniz ile ben ise aynı düşüncelerle boş bir ifadeyle bakarken, Barlas bir anda sanki dehşete düşmüş bir yüz ifadesiyle oturduğu yerden bize baktı.
Aybar ile aynı anda “Ne oldu ?..” diyerek sorduğumuz da ise Barlas bu defa sıkıntılı bir nefes vermiş ve kafasını arkaya yaslayarak gözlerini kapatmıştı. Bu durum daha da endişelenmeme neden olurken, sinirle soludum.
"Barlas söylesene ne fark ettin ?.." Dedigimde, bu defa bize doğru dönmüştü.
"Kızın siması bir yerden tanıdık geliyordu daha önce emin olamadım ama dosyayı daha detaylı inceleyince fark ettim..” dedi ve duraksadı. Sanırım söylemesi gerekeni endişesinden dolayı söyleyemiyordu..
“Üniversitedeyken Berfin ile aynı bölümü okumuş ve yine aynı dönemde İngiltere’de doktora yapmışız..” Dediğinde, kaşlarım bu defa şaşkınlık ve merakla havalanmıştı.
Berfin ve Çağatay arasında ne olmuştu da, bu koca adamın gözleri sinirden iyice koyulaşmıştı ?.. Berfin ve Barlas’ı bu şekilde bir araya getirmesi sanırım kaderin farklı bir cilvesiydi !..
Pilotun iniş yapacağımızı anons etmesiyle hızla toparlandık ve direk alayın uçak pistine indik. Bizi karşılayan Süleyman Albay olmuştu. Hep beraber bu defa alayın alt girişinde olan gizli bir kapıdan içeriye girmiştik. Sonuçta gizli bir timin geldiğini herkes biliyor ve şu an bu tim üyelerinin yüzleri gün gibi ortadaydı. Bu kadar önlem ve gizemde bu yüzdendi. Süleyman Albay önce bana giyinmem için bir oda göstermiş ve diğerleriyle birlikte direk toplantı odasına geçmişti.
Süleyman Albayın tarif ettiği giyinme odasına seri adımlarla ilerleyip hızla kapıyı açarak içeri girdim. Birçok dolap ve 'U' şeklinde büyük bir bank vardı sanırım birilerinin giyinme odasındaydım. O yüzden her an birilerinin gelme ihtimaline karşı kapıyı ardımdan hızlıca kapattım. Önce helikopterden inerken yanıma aldığım yedek olan spor çantamı hızla açmış ve içinden kıyafetlerimi hemen çıkarıp soyunmaya başlamıştım.
Üzerime siyah kalın askılı sporcu atleti mi, altıma da siyah kargocu pantolonu mu hızlıca giyindim. Ardından banka oturup postallarımı bağlamak için eğildim esnada kapı hızla açılmış ve; “ben böyle işin içine sıç-..“ diye sövmeye başlayan kişi muhtemelen beni görünce, sözünü kesmek zorunda kalmıştı.
Toplamayı unuttuğum saçlarımın yüzümü kapatmasını fırsat bilerek, hiç istifimi bozmadan kafamı hafif bir şekilde kapıya doğru çevirdiğinde ise yaşadığım şaşkınlıktan dolayı, ellerim postalımın bağcıklarında o şekilde kala kalmıştı.
Karşımda iki metreye yakın bir boy, oldukça kaslı hatta heybetli diyeceğim bir vücut ve siyah saçları dağılmış, üniformasının tişörtüyle buğday teninin oldukça güzel bir uyum yakaladığı bir adam duruyordu.
Ben arsızca adama bakarken o ise beni görünce çok şaşırmış olmalı ki, gözleri kocaman olmuş bir şekilde hâlâ bana bakıyordu. Daha doğrusu saçlarımın açıkta bıraktığı ensemde ki yaraya bakar gibiydi derken, bir anda yeşillerim ile kahveleri buluştu.
Bakışları..
Bakışları neden bu kadar tanıdıktı ?..
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 6.54k Okunma |
645 Oy |
0 Takip |
43 Bölümlü Kitap |