7. Bölüm

7. Bölüm

EsAy
esay1007

BÖLÜM 5

Kahverengi gözlerindeki şaşkınlık görülmeye değerken, kalbimde garip bir heyecan ortaya çıkmıştı.

“Özür dilerim, timdeki askerler dışarıda olduğu için buranın boş olduğunu düşünmüştüm" diyerek, benim konuşmama dahi müsaade etmeden hızla kapıyı kapatarak çıktı. Ben ise hâlâ eğilmiş bir vaziyette postallarımın ipini sıkıca tutarken, saçlarımın arasından giden adamın ardından öylece bakakalmıştım..

Bu hissettiğim şeyde neyin nesiydi !..

Ah Lidan hemen toparlan !..

Kafamı hızla sağa sola sallayarak kendime geldiğimde, bu defa derin bir nefes alarak hızla işime odaklandım. Önce postallarımın ipini sıkıca bağlamış hemen ardından da saçlarımı ensemde toplayarak hızla yanımdaki çantaya doğru uzandım. Çantanın içinden küçük bir ayna ve boyaları çıkartarak yüzüme dikkatli bir şekilde savaş boyalarını sürmeye başladım. Görevdeyken her ne kadar yüzümüzdeki maskeyi çıkarmıyor olsak da ne olur ne olmaz diye, kimliklerimizi riske atmamak adına yüzümüzü boyalarla tanınmaz bir hâle getiriyorduk.

Yüzümü hallettikten sonra bu defa oturduğum yerden kalktım. Önce kulaklıklarımı takmış, silahımı belime hançerimi ise postalımın içine doğru güzelce saklamıştım. En son olarak kar maskemi de taktığımda artık hazırdım. Spor çantamıda yanıma alarak odadan hızla çıktım. Koridordaki yönlendirme işaretlerini takip ederek sert adımlarla toplantı odasına doğru hızlı adımlarla ilerledim.

Görev esnasında hedefime sessizce yaklaştığım için timdekiler ve düşmanlarım genelde bana; ‘hayalet’ derdi. Oysa günlük hayatımda attığım adımların çıkardığı sesler, yürüdüğüm yolda insanların dönüp bana bir daha bakmalarını sağlardı. Attığım bu güçlü adımlar Ahmet babama göre ise; 'güçlü kadın’ mesajını veriyordu..

Koridorda hızla ilerlerken beni birden durduran şey, yanımdaki pencereden gördüğüm bedendi. Dışarıdaki bahçede sırtı pencereye dönük, yanına indirdiği elinde ise sigarası vardı. Kaşlarımı merakla çatıp onu izlerken o ise

sigarasından bir nefes daha alıp dumanını dışarıya doğru üfledi. Ardından yanındaki çöp kutusunun küllüğüne sigarayı bastırarak söndürürken, sanki izlenildiğini hissetmiş gibi hemen arkasına dönmüş ve bakışları anında beni bulmuştu.

Gözleri..Gözleri sanki aramızdaki o kadar mesafeye rağmen şaşkınlık ve öfkeyle harmanlanmış bir duyguyla bana bakıyordu.

Daha fazla orada oyalanmak istemedim ve adımlarımı hızlı bir şekilde toplantı odasına doğru çevirdim. Odanın önüne geldiğimde ise derin bir nefes alıp kapıyı hızla tıklatarak içeriye doğru girdim.

Girmemle birlikte Ataman da hemen söze girdi. “Dora’da geldiğine göre toplantıya geçebiliriz” dedi. Ben hızla spor çantamı kenara bırakıp bana ayrılan yere geçip otururken, dikkatimi çeken şey odada bir yabancının oluşuydu.

Süleyman amcaya sorgu dolu bakışlarımı çevirdiğimde ise neyi merak ettiğimi anlamış gibi hemen konuşmaya başladı. “Tanıştırayım Dora, Binbaşı Tuğrul. Kendisi daha önceki dönemlerde Kaos timine oldukça fazla yardımlarda bulunmuştu şimdi ise sizlere yardım etmek için burada.” Dediğinde hemen selam verdim.

"Merhaba komutanım ben Dora. Kaos timinin operasyon yöneticisi ve lideriyim..”

Karşımda oturan adam da aynı içtenlikle karşılık verdi. “Merhaba Dora. Adını çok duydum herkes senden ‘hayalet’ diye bahsediyor. Sonunda büyük başarılarla kendisinden bahsettiren Dora ile tanışmak bana da nasip oldu.” Dediğinde, hafif bir tebessümle karşılık verdim.

“İltifatınız için çok teşekkür ederim komutanım ama ortada bir başarı varsa eğer hiçbir zaman tek kaynaklı olmamıştır. Biz bir takımız ve bu başarılarda takımıma aittir.” Dediğimde, Ömer hemen gülerek söze atladı.

“Çok mütevazisin Doracığım..” Dediğinde, ona karşı cevabımı gözlerimi devirerek vermiştim.

Benim mütevaziden yoksun zamanlarımı en iyi Ömer bildiği için şu an Dora’nın üzerine oynamaktan çekinmiyordu, tâki Süleyman amcamın uyarı dolu bakışlarına mâruz kalana kadar..

Ömer’e hain bir tebessümle karşılık verdikten sonra hızla ciddiyete büründüm. Bir an önce toplantıya geçmek için Süleyman amcaya ve Tuğrul Binbaşıya doğru bakarak; “Albayım, Binbaşım eğer müsadeniz olursa konuya hemen geçelim mi ?”

Sözlerim üzerine Süleyman amcam başını olumlu bir şekilde sallayıp Deniz'e bir bakış attı. Deniz ise sanki sözlü bir emir almış gibi hızla yerinden kalkmış ve sunum için materyalleri hazırlayıp projeksiyonu açmıştı.

Hepimizin gözü beyaz perde üzerindeki Kars haritasının üzerinde toplanırken, Çağatay ise boş bir şekilde parmaklarıyla oynuyordu. Ve Çağatay sadece strese girdiği zamanlarında parmaklarıyla oynardı..

Kimseye çaktırmadan masanın altından ayağına hafifçe vurarak bana bakmasını sağladım. 'Sorun ne ?' Der gibi baktığımda o ise hemen aynı şekilde 'bir şey yok' bakışlarıyla karşılık verdi. Her ne kadar sorun yok desede, gözlerindeki endişe onu yeterince ele veriyordu.

Kaos timinin Barlas'ı, Holdingin duygusuz yöneticisi bir şeyler için endişeleniyordu ha..

Ben bu düşünceler içerisinde boğuşurken, Binbaşının sesiyle bakışlarımı Çağatay'dan hızla çekerek ona doğru odakladım. “Ermenistan ve Türkiye ilişkileri şu an çok kritik bir durumda. Haliyle bu operasyonda ayrı bir özen istiyor. Hiçbir şekilde sınıra Türk askerleri yaklaşamaz. Çünkü tek bir askerimizle bile Ermenistan bunu tehdit olarak görüp, silahlarını kuşanarak savaşa hazırlanacaktır. Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkiler geçmişten geleceğe miras kalmış gibi hâlâ eskisi gibi kötü durumda. Bu yüzden de her ne kadar sınır kapısı açıp, iki ülke arasında ticareti başlatma konusunda görüşmeler yapılsa da çokta değişen bir şey yok.” Diyerek sözünü bitirdiğinde, Deniz hemen projeksiyondan başka bir resim açarak konuşmaya başladı.

 

“Baz istasyonu verilerine göre bazı sinyaller aldık, fakat bunlar çokta güçlü değiller. Sinyaller ise bu bölgede bulunan Ani Harabelerinden geliyor.."

Hepimiz karşımızdaki ekrana odaklanmış bir şekilde bakarken o esnada Binbaşı tekrar söze girdi. “Sinyallerin Ani Harabelerinden gelmesi oldukça şüpheli bir durum, çünkü bu bölge oldukça kolay bulunacak bir yer.” Dediğinde bu defa Çağatay sessizliğini bozdu.

“Aşîyan Akyaka'nın kızına ne kadar düşkün olduğunu tüm Kars ve civarı biliyor. O yüzden de adamı kendi saflarına çekmek için bu sefer kızını kullanıyorlar. Söylediğiniz gibi Binbaşım, bu durum bana da şüpheli geliyor fakat başka ihtimallerde var. Bana göre bu şeref yoksunları bu durumu bile isteğe yapıyor." Diyerek açıklama yaptığında, bu defa sözünü Ömer tamamladı.

“Kısacası kızı kaçırarak bir taşla üç kuş vurmayı hedefliyorlar. Hem ülkeleri birbirine düşürecek, hem Aşîyan Akyaka’yı kendi saflarına çekecek, hemde üzerlerine çekmek istedikleri kişi veya kişileri ki, ben bunların 'Kaos Timi' olduğunu düşünüyorum ! Böylelikle hepsine ulaşmış olacaklar..” Diyerek mantıklı bir açıklama yaptığında, Ataman hemen Deniz’e doğru döndü.

“Peki başka bir alandan sinyal alabildik mi ?"

“Maalesef, elimizde şu an sadece Harabelerden gelen zayıf sinyaller var.”

Herkes düşüncelerini söyledikten sonra sıra bana gelmişti. Yerimden hızlıca kalkarak helikopterdeyken çalıştığım kısımları anlatmak üzere, projeksiyonun önüne geçip tekrar harita resmini açtım.

“İki ülke sınırında oldukça fazla mağaralar ve gizlice kazılmış tüneller var. Ama bazı tünellerin çıkışı yok, bazı mağaralar ise tehlikeli olduğu için kullanılmıyor ve geriye sadece üç mağara kalıyor. Bunlardan biri de, içinde yedi girişi bulunan Ani Harabeleri. Diğer iki mağara kullanışlı olsa bile bir insanın saklanabileceği uygun yaşam koşullarını barındırmıyor. Saklanması diyorum çünkü kızın kaçırılmasından bu yana geçen süre zarfında o tehlikeler arasında sınırı geçmeleri imkansıza yakın bir ihtimal. O yüzden mağaralar her ne kadar Ermenistan dağlarına çıkıyor olsa da çok uzunlar.”Diyerek sözümü bitirdiğimde, Çağatay da ardımdan beni onaylarak söze girdi.

“Dora’nın da söylediği gibi mağaralar oldukça tehlikeli. Diğer mağarada garip bir şekilde ısı yoğunluğu var. Bu da çeşit çeşit zehirli yılanların ve böceklerin ortamda kol gezmelerine olanak sağlıyor. İkinci mağarada ise oksijen oranı %15’in altında, bu da oraya giren bir insanın en geç bir saatte ölmesini sağlar. Ani Harabelerinde ise belli bir yerden sonra oksijen oranı düşmeye başlıyor fakat diğerlerine göre daha yaşanılır bir durumda.”

Başından beri Binbaşının ve Süleyman amcanın gözleri yoğun bir parlaklıkla bize bakıyor ve sessizce bizi dinliyorlardı.

Durumu artık toparlamak için tekrardan söze girdim. “Tüm bu ihtimaller göz önünde bulundurulunca da geriye tek bir seçenekleri kalıyor o da Ani Harabeleri. Öncede söylediğim gibi içinde yedi tane mağara var ve bu mağaraların sadece üç tanesinin çıkışı Arpaçay nehrine çıkıyor. Yani kaçabilecek veya saklanabilecekleri üç mağara var. Nehrin şu anki su seviyesi yağışlardan dolayı 10 metrede. Yüzmesini bilen birisi rahatlıkla karşıya geçebilir tabi yanlarında bir esiri götürmedikleri takdirde. Çünkü Berfin ile oraya geçmeleri neredeyse imkansız. Mağarada belli bir süre sonra oksijen düşmeye başlıyor. Oksijen düşüşü ise nehre yakın bir yerde, hatta nehrin yanında son buluyor. Bu yüzden de tahminlerime göre Berfin bu üç mağaranın çıkışında bir yerde tutuluyor.” Diyerek sözümü bitirdiğimde, Binbaşı gülerek Süleyman Albaya doğru baktı.

“Albayım bana gerek yokmuş, ekip zaten zehir gibi.”

Hepimiz bu duruma karşı hafif bir tebessümle karşılık verdiğimizde, dışarıdan gelen bir el silah sesi ve hemen ardından bir kadının sert sesi duyuldu. "Aşiyan Ağa ! Burası eşkıyalık yapabileceğin bir yer değil, burası bir askeriye ! Şimdi adamlarını al ve geri bas !..”

Ben ve odadaki herkes bir anda pencereye doğru ilerleyerek dışarıya baktık. Aşiyan Ağa önde ardında oldukça kalabalık bir grup ve hepsi de silahlıydı. Açık olan pencereden Aşîyan Ağa'nın yüksek çıkan zehir gibi sözleri odada net bir şekilde yankılandı.

"Askeriye öyle mi ? Hani nerede askerler ? Nerede toplumun sağlığını, güvenliğini, huzurunu sağlayanlar ? Kızım saatlerdir esir ! Ve senin asker dediğin adamlar kılını bile kıpırdatmıyor !..” Zehir gibi olan bu sözler sadece bir babanın feryadıydı ve benim içimde bir sızı oluşturmuştu..

Dışarıdan bakan bir insan Aşîyan Ağa'yı kesinlikle haklı bulurdu. Aşîyan Ağa'da zaten kendisini haklı buluyordu. Fakat bulundukları coğrafyayı göz önünde bulundurup bir derinlemesine düşünseler, belki de gerçekleri göreceklerdi. Ben bunları düşünürken kadın komutanın sert sesi yine duyuldu.

“Aşîyan Ağa bu gördüğün askerlerin en büyük görevi, vatan toprağının her bir karışını canı pahasına korumaktır ! Ve sen hiçbir askere bu sözleri söyleyemezsin !.. Bu durumunu acına veriyorum. O yüzden adamlarını al ve hemen buradan gidin. Yoksa sizi içeriye atmaktan çekinmem !"

Hemcinsimin böyle güçlü bir şekilde konuşması gurur duymama neden olurken, aynı zamanda da dudaklarımda küçük bir tebessüm oluşturmuştu.

Aşiyan Ağa ve diğerleri geriye doğru dönerek gözden kaybolurken, bizlerde tekrar eski yerlerimize geçtik. Ekrana kısa bir an bakıp ardından aklımda oluşan planla birlikte arkamdaki adamlara doğru döndüm. "Tek bir yolumuz var oda Ani Harabeleri” dedim kısa ve net..

Bu durum herkesin aklına yatmıştı zaten. O yüzden fazla düşünmeden herkes hemen onaylayınca, bende aklımda oluşan planı hızlıca anlatmaya başladım.

“Öncelikle Deniz, sen bilişim üzerinden bize buradan yardımcı olacaksın. Ömer, Çağatay ve bende mağaraya gireceğiz. Ataman ise nehrin Türkiye tarafına pusuya yatarak mağaraların çıkışındaki hareketliliğe müdahale edecek. Nehrin bu kısmında ki akım düşük, dolayısıyla kaçacak olsalar bile burayı tercih ederler fakat biz Berfin’i başka bir mağarada bulursak eğer diğerlerine müdahale etmeden çıkacağız. Çünkü diğer tarafta çatışma çıkması muhtemel ve bu olay bizi daha zor duruma sokar. Ve son olarak da mağaraya oksijen tüpleriyle girmemiz gerekiyor. " Deyip beni dikkatle dinleyen Albayıma kısa bir bakış attım. "Bu durumda da sizin oksijen tüplerinizi ödünç alacağız Albayım." Dediğimde, Süleyman Albay kafasını olumlu bir şekilde sallayarak onayladı.

"Deniz bu arada mağaradaki oksijen seviyesini kontrol etmek için daha önce yaptığın programı kullanmamız gerek. En önemlisi de çok zor durumda kalmadığımız sürece ateşli silah kullanmayacağız. Albayım bu arada az önce dışarıda yaşanan olayı göz önünde bulundurursak eğer, sınırda bir nişancı daha bulundurmamız gerekiyor. O yüzden sizde müsaade ederseniz eğer bu konuda Jandarma Özel Harekattan yararlanabiliriz.” Diyerek sözümü bitirdiğimde, Süleyman amca yine başıyla onayladıktan sonra bu defa Ataman söze girdi.

“Sınırı geçmemiz gerekebilir. O yüzden olurda birini vurursak eğer baristik raporundan kullanılan merminin Türklere ait olduğu hemen anlaşılır. Bu yüzden silahları da değiştirmemiz gerekli.” Dediğinde Süleyman Albay yine sessizce başını sallayarak onayladı.

Deniz ise oturduğu yerden yapmamanız gereken talimatları tek tek hepimize bakarak anlatmaya başladı. “Size vereceğim kameraları hepiniz takacak ve ne olursa olsun çıkarmayacaksınız. Olurda ileride bir sorun çıkarsa kayıtları delil niteliğinde kullanabiliriz. Diğer bir konuya gelecek olursak, mağaraya girdikten 30 metre sonra oksijen oranı %19’a düşmeye başlıyor ve siz %16’ya düşmeden oksijen tüplerini kullanmaya başlamalısınız. Bunun için kulaklıktan sizleri uyaracağım.” Dedi profesyonel bir şekilde.

Binbaşı da; "yine de her ihtimale karşı ambulans beklemede olacak” dedi, güven vermek istercesine..

Başımı olumlu bir şekilde sallarken aklıma gelen detayla bakışlarımı hızla Albaya doğru çevirdim. “Bu arada Albayım dışarıda yaşananlardan dolayı ortalığın iyice karışmaması için bir grup askeri de Aşîyan Ağa'nın evinin önüne göndermek gerekli."Dediğimde, Süleyman Amca bu defa; "görünüşe göre öyle olacak" diye sözlü bir şekilde beni onaylayarak hemen kapının önünde duran postasını çağırdı.

"Onur !.." Bir iki saniye sonra kapı hızla açılmış ve genç bir asker selam vererek; "emredin komutanım" diyerek vereceği emri beklemeye başlamıştı.

“Depodaki oksijen tüplerinden beş tanesini getirin ve Görkem üsteğmene de söyle hemen buraya gelsin.”

“Emredersiniz komutanım !” Diyen asker hızla selam vererek odadan çıktı.

Askerin çıkmasıyla bizde çocuklarla beraber diğer hazırlıklarımıza göz atmaya başladık. İlk önce Deniz'in bize verdiği fener görünümlü kameraları kafamıza geçirdik. Kimse başımızdaki bu fenerlerin kamera olduğunu anlamazdı. Ben ve diğerleri kamerayı incelerken kapının hızla çalmasıyla bakışlarımız anında oraya doğru odaklandı.

Süleyman amcanın; "gel !” emriyle kapı hızla açıldı. “Üsteğmen Görkem Arslan ! Beni çağırmışsınız albayım..”

Gözlerim gördüğüm kişiyle bir süre kilitli kalırken, artık adama nasıl şaşkınlıkla baka kaldıysam Ömer’in beni dürtmesiyle kendime geldim. Uyuz, bir de bıyık altından gülüyordu !..

“Gel Görkem gel. Seni buraya çağırtmamın sebebi Kaos timiyle ortak bir operasyona katılacaksınız. Tim mağaraya girerken sizde sınırdan Kaos timine destek vereceksiniz."

Üsteğmen tam konuşacağı sırada kapı tekrar çalınca susmuş ve bakışlarını gelen kişilere doğru çevirmişti. Üç asker ellerinde oksijen tüpleriyle odaya girip tüpleri masaya bırakarak geri çıkarken Üsteğmen bu defa söze girdi.

“Elbette komutanım." Diyerek operasyonu onaylamış ve hemen ardından; "Bu arada komutanım dışarıda yaşanan olaya şahit olmuşsunuzdur. İzniniz olursa eğer bir grup askeri Aşîyan Akyaka’nın evine gönderip oradaki yaşanabilecek karmaşayı kontrol altına almalarını sağlayacağım.” Diye sorduğunda, ben ve oksijen tüpleriyle uğraşan arkadaşlarım şaşkınlıkla Üsteğmene doğru baktı.

Süleyman Albay gülerek; “Bizde aynı şeyi düşünmüştük Görkem, askerleri gönderebilirsin” diyerek onayladı.

Ömer ve Çağatay oksijen tüplerini takmış ardından da bana yardımcı olmak için atak yapmışlardı. Her ne kadar kendim takabilecek olsamda yardımcı olmalarına sesimi çıkarmazken, üsteğmenle anlık bir şekilde yine göz göze geldik.

Bakışları neden bana bu kadar tanıdık

geliyordu ?.. İsmiyle de çok uyumlu bir yapısı vardı. Görkem. Görkemli Görkem ! Derken tam da o anda aklıma gelen anıyla gözlerim büyüdü. Allahtan yüzümde maske vardı da Üsteğmen yüzümdeki şaşkınlığı göremiyordu. Seksen üç milyonluk bir ülkede Görkemli bir vücuda sahip olup da, bir Teğmenin telefonunda 'Görkemli Görkem' diye kayıtlı olan tek kişi o değildir herhalde ! Ben bu düşüncelerle boğuşurken Üsteğmenin tekrar konuşmasıyla dikkatimi tekrar ona doğru odakladım.

“Albayım sınır bölgesine askeri kamuflajlarla gidersek eğer büyük bir soruna yol açar bu yüzden sivil gitmemizi öneriyorum. Aynı zamanda askeri bir araç yerine sıradan arabalarla gitmemiz daha uygun olur. Aksi halde Ermeni askerler tarafından fark edilmemiz uzun sürmez.” Dediğinde, etkilenmedim desem yalan olurdu. Belli ki Üsteğmen operasyon planlama konusunda oldukça iyidi..

Süleyman Albay başıyla onayladıktan sonra Üsteğmen tekrar söze girdi. “O zaman izniniz olursa Albayım, ben gidip gerekli hazırlıkları hemen yapayım.”

“Tamam evladım çıkabilirsin” diyen Albaya selam verip hızla odadan çıktı.

Üsteğmen gittikten sonra bizde bir süre daha hazırlığımızı yapmış ve ardından bize hazırlanan araçlara binmek üzere Ömer hariç hepimiz odadan çıkmıştık.

Sanırım baba, oğul birbirinden helallik alıp vedalaşacaktı..

Süleyman amcamın Ömer'den 22 yaş küçük birde kızı vardı ve Süleyman amcam her ne kadar evlat ayırmıyor olsa da, Ömer'e karşı düşkünlüğü daha fazlaydı. O da sanırım oğlunun hem çok özel, hemde çok zor bir görev yaptığından dolayı her an onun için endişeleniyor oluşunaydı..

 

Çocuklarla birlikte çantalarımızı arazi araçlarına yerleştirirken, Deniz her zamanki gibi Deniz'liğini yapmıştı..

“Hayırdır kız, sanki Üsteğmeni görünce hormonların gereğinden fazla çalıştı ?..” Der demez, bunu bekleyen diğer iki dingilde aynı anda kahkaha atmaya başladı.

Derin bir nefes alıp sakince gülmelerinin bitmesini bekledim ama bu sefer de Ataman söze atladı. “Sende haklısın ama ! O alçıcıdan sonra böyle bir Üsteğmeni görmek, bir kadının hormonlarını elbette ki bozar..”

Kahkahaları bu sefer arşa çıkmıştı. Benim ise sanırım bugünkü sınavım sabretmekti !..

Sakince Ataman’a doğru dönüp; "Toprak’ın nesi var acaba ?” Diye merakla sorduğumda, Çağatay hemen ters köşe yaptı. “Ha yani Üsteğmenden etkilendiğini kabul ediyorsun..” Demiş ve yine gülmeye başlamışlardı ki, bu defa hangi ara yanımıza geldiğini görmediğim Ömer söze atladı.

“Sorun şu ki, Toprak’ın gerçek anlamda hiçbir şeyi yok.”Diyerek o da gülünce bende sabır falan kalmamış ve hızla Ömer'in üzerine doğru yürümüştüm ki, Çağatay hızla omuzlarımdan geriye doğru çekerek kulağıma doğru fısıldadı.

“Üsteğmen geliyor sakin ol. Sakin ol

ki seni uslu bir kız sansın” dedi..

Bizimkiler bu defa sessiz bir şekilde gülerken, bende salak gibi bir an Üsteğmene bakma gafletinde bulundum. Ve yine Çağatay’ın diline düştüm !..

“Sakin ol şampiyon evet Üsteğmen sivilken ayrı bir karizmatik olmuş ama sakin olup hormonlarını dize getirmelisin.” dedi yine aynı fısıltıyla !..

Ve ben bu defa sessiz kalmadım. Dirseğimi sert bir şekilde Çağatay’ın karnına doğru geçirdim. O da numaradan acımış gibi yaparak yüzünü buruşturduğunda ise, 'ben sana sonra soracağım' bakışları atıp hızla önüme doğru döndüm.

“Biz hazırız çıkalım mı?” Diyen Üsteğmen ile Çağatay da hemen toparlanmış ve ciddi bir ses tonuyla. “Biz de hazırız Üsteğmenim sizi takip edeceğiz.” demişti.

Tam arabalara geçerken Deniz hemen öne atıldı. “Bir dakika bu saatleri takmanız gerekiyor. Bu saatler sayesinde nabzınızı ve oksijen seviyenizi takip edeceğim” dedi.

Saatleri takıp Deniz ile vedalaştıktan sonra her iki timde araçlara yerleşerek yerini aldı. Sebebini bilmediğim bir şekilde araca binmeden önce içimden gelen dürtüyle bir anda dönüp Deniz’e sarıldım ve birşey demesine müsaade etmeden hızla araca bindim. Araca bindiğimde ise bu defa diğerlerine sırasıyla sarılmış ve bir de bunun için dalga konusu olmuştum..

 

Yerime geçip oturduğum da ise tam yanımızda olan aracın ön koltuğunda oturan Üsteğmenle yine gözlerimiz buluşmuştu. Kahve sandığım fakat güneşe çıktığında kehribara dönen o güzel gözleriyle, araçlar hareket edene kadar birbirimize öylece baktık..

Devamı sonraki bölüm de...

Instagram: esay1007

X: esay1007

Wattpad: esay 1007

Bölüm : 16.12.2024 16:36 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...