
Öncelikle geciken bölüm için özürlerimi dilemek isterim. İş yerinde yoğun bir dönemden geçiyorum yine...
Bir de Poyrazda Açan Çiçek diye bir kurguya daha başladım. Artık ona da bölüm atacağım, o yüzden bölüm gelme süresi biraz uzayabiliyor.
Anlaşmalı evlilik tarzı kitaplar seviyorsanız sizi oraya da beklerim efenim.
Şimdi sizi bölüm ve Emre’yle baş başa bırakıyorum. O ne yaşadığını anlayamadığı için mala döndü, az destek olun.
Keyifli okumlar...

10. Bölüm
Emre hastanenin bahçesinde oturmuş kahvesini yudumlarken rüzgârın yüzüne yaptığı dokunuşları umursamadan etrafını izliyordu. İzlemek de değildi. Nereye baktığının farkında bile değildi. Bakışları zihninin aksine boştu. Kafası patlayacakmış gibi hissediyordu. O hiç bu kadar karmaşık bir ruh haline girmemişti. Kimse zihnini bu denli meşgul etmezdi. Hep iş odaklı olurdu. İşini yapar, kenara çekilirdi. Düz mantık yaklaşırdı her şeye. Lakin konu duygular olunca dünyanın en aptal insanına dönüşüyordu.
Gözlerini kahve bardağına çevirmiş düşüncelerini toplamaya çalışıyordu. Nasıl oldu da böyle çıkılmaz oldu her şey anlamıyordu. Nazlı'ydı o. Çocukluk arkadaşıydı. Eskiden neyse şimdi de öyle olmalıydı. Ama neden öyle değilmiş gibi hissediyordu? Neden bir şeyler değişmiş gibi hissediyordu?
O gece Nazlı'yı kendiyle götürdüğünde her şey çok güzel gidiyordu. Ta ki onu İbrahim'le yan yana sahnede görene dek. İbrahim onun kulağıma yaklaşmış bir şeyler söylerken içinden bir şeyler kopmuş gibi hissediyordu. Bir şey sanki onu rahatsız ediyor gibiydi ama neydi, anlamıyordu. Bu aptalca duygu da neyin nesiydi?
Deli gibi sinirlenmişti Emre. Oysa onu dansa kaldırmayı düşünüyordu. Nazlı'nın da bunu beklediğini biliyordu. Emre, Nazlı inkâr etse de tanıyordu hâlâ onu. Her hareketini ezbere biliyordu. Ama o anki anlamlandıramadığı siniri yüzünden tek yaptığı Nazlı'yı daha da delirtmek olmuştu. Ona çocuk demesi tamamen buna kendini ikna etme çabası yüzündendi. Onun büyüdüğünü kabul etmek istemiyordu. Ederse bir şeyler değişecekmiş gibi hissediyordu ama o bir şeyin çoktan değişmeye başladığını fark edemiyordu. Aklını kaçıracak gibiydi.
Emre o gece ona gereğinden fazla yakın olunca bakışlarının dudaklarına kayması yüzünden kendini berbat hissetmişti. Bu hareketinin yanlış olduğunu düşünüyordu. Nazlı onun arkadaşıydı. Onunla büyümüştü, rahatsız hissedebilirdi. Bu yüzden onunla konuşmak istemeyebilirdi. Ona sinirlenebilirdi. Emre o gece fazla kaçan hareketleri yüzünden evine gidince kendine sövüp durmuştu ama Nazlı'nın bakışları, öfkelenince çatılan kaşları, dolgun dudakları tüm gece zihninin dört bir yanında dolanıp durmuştu. Elinden bir şey gelmemişti. Nazlı çok güzel büyümüştü. Ona yakın olduğu her an bunu daha da fazla hissediyordu.
O gece Gökçe'nin yaptığı saçmalığı öğrendiğinde bedeni sinirden kaskatı kesilmişti. Kimse Nazlı'ya zarar vermeyi bırak, onunla o şekilde iğrenç konuşamazdı bile. Nazlı Gökçe'nin ona neler söylediğini anlatmamıştı ama Emre az çok tahmin edebiliyordu neler saçmaladığını. Kimse onu niye getirdiğinin hesabını soramazdı. İzin vermezdi buna. Ertesi gün olunca Gökçe yine hastaneye dadandığında ona bağırıp çağırmış, bir daha Nazlı'ya bir şey demeyi bırak bir adım yaklaştığını duyarsa bu sefer sessiz kalmayacağını, onu polise şikayet edeceğini söylemişti. Tacizlerinden bıkmıştı. Sülük gibi hayatının her yerine yapışıyordu. Kaç yıl geçmişti, yaptığı iğrençliği kabul edip kendi yoluna bakmalıydı. Onu artık salmalıydı ama Gökçe onu takıntı haline getirmişti. Giderek daha da hastalıklı bir kişiye dönüşüyordu ve bunu onun hayatındaki insanlara da yansıtıyordu. Nazlı'ya dokunması Emre için son nokta olmuştu.
Emre hâlâ onun o gün oraya gelmesine şaşırıyordu. Adresi nereden bulduğunu merak ediyordu. Öğrenmesi kısa sürmüştü. Mola vermek için Levent ve İbrahim'le bahçede oturduklarında İbrahim denen boş boğazın açıklamasıyla onun söylediğini anlamıştı.
"Şu senin sarı kafa gelmedi geçen gece, benden sana sürpriz yapmak için adres istedi oysa," dediğinde Emre'nin gergince kaşları çatılmıştı. Levent içtiğini kahveyi püskürtürken "İyi bok yedin," diye mırıldandı öksürükleri arasında.
"Seni ilgilendirmeyen şeylere niye karışıyorsun oğlum?!" Emre'nin birden sinirle çıkışması İbrahim'i şaşırtmıştı. Anlamamış gibi ona bakarken Emre sabır çekip duruyordu. İbrahim çenesini tutamadığı için Nazlı o ruh hastasıyla muhatap olmak zorunda kalmıştı ve ondan kaçıyordu. Emre bunun tabii ki farkındaydı. Onu görünce araladığı kapıyı kapattığının, sokağın bir ucundayken Emre'nin geldiğini görüne hemen bir yere saklandığının, akşam camda onu gördüğü an hemen perdelerini çektiğinin... Nazlı fark ettirmediğini sansa da Emre hepsinin farkındaydı. Yine de bir şey demedi. Futbol oynadıkları gecede Nazlı'nın zamana ihtiyacım var, sözlerini hatırlayıp sabretmeye çalışmıştı ama o sabrın tükendiğini hissediyordu. Şu geçen üç günde onu görememek işkence gibi gelmişti.
Emre dört yıl onu fotoğraflarda ya da annesi veya Giray'ın attığı videolarda görüyor, sesini duyuyordu. O zamanlar bu denli değişik bir his yoktu. Son bir yılda evet, onu görmeyi çok istemiş ve onu çok fazla özlemişti ama yine de bir şekilde devam edebilmişti. Şimdi ise onu üç gün görmemiş olmak bile canını fazlasıyla sıkıyordu. Onunla konuşmadığı şu üç gün sanki geçmek bilmemişti. Emre onun sesini özlemişti. Emre neden Nazlı'yı bu kadar çok özlemişti?
"Neyine bu kadar sinirlendin kardeşim? Kız sana sürpriz yapacağını söyledi. Ne deseydim?"
"Bir şey deme İbrahim. Tamam mı kardeşim. Sen bir şey deme." Emre gergince çattığı kaşlarıyla yerinden doğruldu. Hayatında olanlara birilerinin müdahale etmesinden zerre haz etmiyordu. Gitmek için hareket ediyordu ki onlara kısa bir bakış attı. "O ruh hastası kız beni sorarsa yerimi falan söylemeyin. Zorluk çıkarırsa da güvenliğe şikayet edin." Emre arkasını dönüp giderken İbrahim şaşkınca ona bakmaya devam ediyordu.
"Ruh hastası mı dedi o?" derken ağzı açık bir şekilde gözlerini Levent'e dikiyordu.
"Sik kafalısın harbi İbo," diye mırıldandı Levent kahvesini içerken. "Kız her geldiğinde Emre'nin ondan kaçtığını fark etmiyor musun hiç? Takıntılı delinin teki işte."
"Hiç fark etmedim." Önündeki çikolataya asık suratla uzandığında canı sıkılmıştı. "Harbi sik kafalıymışım." Bundan sonra boşboğazlık etmeyeceğine söz veriyordu kendince ama böyle bir şeyin mümkün olmayacağını herkes elbette ki biliyordu.
***
Yoğun poliklinik gününden sonra Emre sonunda hastaneden çıkabilmişti. Levent hastane çıkışı bir yerlere gitmeyi teklif etse de onu reddetmişti. Kafası dağınıktı. Bu kadar aptalca bir ruh halinde olduğuna inanamıyordu. Bu sıkıntısını çözüp bir an önce normale dönmeliydi. Bunun için de Nazlı'yı görmeliydi.
Kendini kandırıyordu. Özlediği için Nazlı'yı görmeliydi.
Arabada rastgele açtığı şarkıyla eve doğru ilerledi. Nazlı'nın eve geliş saatine de az kalmıştı. Hep aynı saatte gelirdi. Onu kapıda bekleyecekti. Vermesi gereken bir ceket vardı. Nazlı ceketini istediğini söyleyince eve gider gitmez Levent'e mesaj atmış, yarın hastaneye getirmesini söylemişti. O günden beridir de ceket arabanın sol koltuğunda öylece bekliyordu.
Emre kafasını çevirip cekete kısa bir bakış atınca Nazlı'nın buna servet ödedim derken ki hâli gözünün önüne geldi. İstemsizce bir gülümse belirdi dudaklarında, sonrası zaten yüzünde koca bir sırıtmayla sonuçlandı. Bu kız tam bir çatlaktı.
Emre arabasını evinin önüne park edince araçtan inmedi. Dışarıda beklerse Nazlı onu görür görmez yine bir yerlere saklanırdı. Bunu yapardı, biliyordu. Onu çok iyi tanıyordu. Arabadayken en azından apartmana yaklaşana kadar varlığını fark edemez ve kaçamazdı. Bu sefer olmazdı. Bu sefer kaçmasına izin vermeyecekti.
Bir süre bekledi. Saati geçmesine rağmen Nazlı hâlâ sokağa giriş yapmamıştı. Hava yakında kararacaktı. Acaba onu görmüş müydü ki? Hiç sanmıyordu. İşi uzamış olabilir miydi? Arada mesaisi oluyor diye biliyordu. Yine de merak etmeden duramadı. Sol koltuktaki ceketi de alarak, arabadan çıkıp kapıyı kilitledi. Giray'ı görme bahanesiyle onlara gidebilirdi. Ceketi de gelmişken veririm derdi. Onlara gitmek için böyle bahanelere ihtiyacı olmadığını bilse de yine de sebepsiz gitmek istememişti. Yaptığının fazla aptalca bir şey olduğunu biliyordu ama onu görmeden rahat etmeyecekmiş gibi hissediyordu.
Adımlarını karşı apartmana doğru çevirirken işittiği sesle durdu. "Emye abişş!.." diye neşeyle bağırıyordu. Emre sesin geldiği yöne dönünce yüzüne sıcak bir tebessüm yerleşti. Açelya kollarını açmış ona doğru koşuyordu. Arkasında da siyah kıvırcık saçlı, ondan birkaç yaş büyük olan erkek bir çocuk geliyordu. Ona koşmamasını, yoksa düşeceğini söylüyordu. Emre bu görüntüyle sanki yirmi yıl öncesine gitmiş gibiydi. Nazlı ve kendisini görüyordu.
Açelya yanına yaklaştığında Emre dizlerinin üstüne çökmüş onun kollarını boynuna dolamasına izin vermişti. Arkadan gelen çocuk da çatık kaşlarla ona bakıyordu. Geldiğinden beri yoğun çalışmasından dolayı mahalleliyle pek konuşmamıştı, o yüzden hâlâ çoğunu tanımıyordu ama ona böyle sinirli bakan gözlerin Efe'ye ait olduğunu biliyordu. Açelya'nın ona sarılmasından zerre haz etmiyor gibiydi.
"Nasılsın prenses?" dedi Emre onun boynundan ayrılan elleri tutarken. Açelya neşeyle bedeninin sallarken gülümsüyordu. "Çoook iyiyim Emye abiş, Efe baya ayaokulundan öğyendikleyini öğyetiyodu."
Emre'nin kaşlarını kaldırdıktan sonra "Öyle mi?" derken ki bakışları Efe'yi buldu. Efe gururlu bir ifadeyle gülümsemek istiyordu lakin bozuntuya vermemek için çatık kaşlarla bakmaya devam ediyordu. Pek beceremiyordu. Dudaklarının kenarı istemeden de olsa kıvrılıyordu.
"Ebeet," dedi Açelya kafasını sallayıp onaylarken. Aklına bir şey gelmiş gibi gülümseyip kafasını yan yatırırken gözlerini açıp kapatıyordu. "Şen de Najlı'ya anlatıy mıydın abiş?"
Kısa bir gülümseme kaçtı dudaklarından. "Hem de her gün."
"Duydun mu Efe?" derken Açelya'nın uyarı dolu bakışları Efe'yi buldu. "Şen de baya hey gün analatacaksın."
"Çattık belaya," dedi Efe dudaklarının arasında kısık bir mırıltıyla. Delici bakışları Emre üzerinde geziniyordu. Açelya ise onun bu söylediğine kaşlarını çatmıştı.
"Ben beya mıyım Efe!" Emre'den ayırdığı elleri bellerinde birleşmişti.
"Öyle bir şey demedim Açi!"
"Dedin!"
"Demedim diyorum sana!"
"Dedin işte," derken dudaklarını büzüyordu Açelya. "Küştüm ben sana işte."
Emre onların bu halini izleyince gülmeden edemedi. Açelya kesinlikle Nazlı'nın aynısıydı. Her geçen gün buna daha da emin oluyordu. Trip atma şekilleri bile aynıydı. Emre de az uğraşmazdı Nazlı'yla ama onunla uğraşmayı bile severdi. Arada yalandan sızlansa bile kıyamazdı ona. O üzülünce hemen gönlünü almaya çalışırdı. Nazlı zaten asla kin tutamazdı. Hemen yumuşardı. Affederdi bir çikolataya her şeyi. Ama her şey affedilmezdi.
Dört yıl öyle kolay affedilmezdi. Emre bunu biliyordu.
Hayatında ilk defa bir şeyi hesap edememişti Emre. Nazlı'nın dört yıl boyunca ondan haber almak istemeyecek kadar inatçı olacağını hiç hesap edememişti. Bunu hesap edemediği için onun ona olan kırgınlığının büyüklüğünü anlayamamıştı. O en azından şu geçen dört yılda onunla ilgili haberleri Giray'dan alıyor, fotoğraflarını görebiliyordu. Zaten uyumaya bile zor zaman ayırdığı bir okul hayatı olduğundan bir şeylerin eksikliğini hissetmeye çok zamanı olmuyordu. Sadece onu özlüyordu, özlemişti de. Çok özlemişti. Etrafında neşe saçmasını, canı sıkılınca herkese susup ona konuşmasını, merak ettiği şeyleri koşup ona sormasını, sıkılınca onu aramasını, etrafında dolaşmasını, öfkelenince yüzünün tatlı bir hal almasını, varlığını, her şeyiyle her şeyini çok özlemişti.
Aklına düştüğünde ve onu aramak istediğinde, telefona uzanmış ama yapamamıştı, arayamamıştı. Nazlı'nın ona sinirli olduğunu biliyordu. Nazlı her şeyi affederdi ama bir anda çekip gidenleri affetmezdi. Çıktığı hayatına tekrar girmekten çekindi. Eksikliğini kalbinin bir yerinde hissetse de hayatına devam etti. Geri döndüğünde kendine ne kadar kızsa da etmişti işte hayatına devam. Lakin biliyordu. Ona ulaşmaya çalışmamasının bahanesi de affı da olmazdı.
Açelya ve Efe tatlı tartışmalarına devam ederken Emre düşüncelerinden uzaklaşmış, bakışlarını Nazlı'nın evine doğru çevirmişti. Hâlâ görünürde yoktu. İyice meraklanmaya başlamıştı.
"Sana çikolata alırsam beni affeder misin?" diyordu bir yandan Efe. Açelya ona bakarken kollarını önünde birleştirmiş, bir ayağının da parmak uçlarını üst üste yere vurarak kaşlarını çatıyordu. "Şence ben biy çikoyataya kanay mıyım akıyyım?"
Efe bilmişçe kafasını salladı. " Kanarsın."
"Doğyu," dedi Açelya, ümitsizce kafasını sallıyordu. "Kanayım." Yüzüne bir sırıtma yerleşti. Dişlerini gösterip gülerken Efe'nin ceketini çekiştiriyordu. "Hadi çitoyata ay o zaman."
"Bekle eve gidip para alayım." Efe gitmek için hazırlanırken onların bu halleri Emre'yi gülümsetti. Yoldayken Nazlı için aldığı çikolatalar aklına gelince Efe'yi durdurdu. Arabanın kilidini açıp torpidoya yöneldi. Efe anlamamış bakışlar atarken Açelya merakla açtığı gözlerle ellerini arkasında birleştirmiş Emre'yi inceliyordu.
Emre tekrar arabayı kilitledikten sonra "Alın bakalım," dedi elindeki iki çikolatayı onlara uzatırken. İkisinin de gözleri heyecanla açılınca hemen çikolataya uzandılar.
"Teşekkül edeyim Emye abiş," dedi Açelya Emre'nin üzerindeki ceketi çekiştirirken. Emre eğilmesini istediğini anlamıştı. Gülümseyerek isteğini yerine getirdi. Açelya o eğilir eğilmez yanağına öpücük bıraktığında Efe'nin kaşları çatılmıştı ama elindeki çikolatanın hatırına ses etmedi. "Najlı'nın en sebdiği çikoyatalay bunlay. Ona da aydın mı?"
Emre gülerek kafasını sallamıştı. Aslında hepsini ona almıştı. Her markete girdiğinde bu çikolatalardan alıp cebine atıyordu bir iki tane. Açelya "O jaman eve delince ona da vey," diye devam edince kaşları çatıldı. Demek evde değildi gerçekten de. "Daha gelmedi mi?" diye sordu merakla.
Açelya kafasını olumsuzca iki yana salladı. "Hayıy," dedi suratını asarak. "Aytadaşlayıyla dışayıda buluşcakmış. Babaayyem öyle dedi." Emre onu onaylar bir mırıltı çıkardıktan sonra ayağa kalktı tekrar. Arkadaşlarıyla buluştuysa geç gelirdi. Burada onaylanmasına gerek yoktu. Her ikisine de veda ettikten sonra hava daha da kararmadan eve gitmelerini tembihleyerek yanlarından uzaklaştı.
Biraz mahallede dolanıp kafayı dağıtmak istiyordu. Yürürken Sibel'in Açelya'yı eve çağırdığını işitmişti. Açelya'nın itiraz dolu naraları kulaklarına ulaşınca istemsiz gülümsedi. Kesinlikle bu kız birebir Nazlı'ydı.
***
Emre kulaklığını takmış çalan müzikle birlikte saatlerce sokak sokak gezip durdu. Kafasını dağıtmak istiyordu sadece. Ama pek işe yaradığı söylenemezdi. Dinlediği şarkının sözlerini bile bir yerden sonra kaçırmıştı. Sadece anlamsız sözler yankılanıyordu kafasında. Geri geldiğinden beri koca bir mala dönmüştü, öyle hissediyordu. Bu haline ümitsizce sırıtırken yolun kenarında yürümeye devam ediyordu. Her adım attığı yerde geçmişinden bir anı canlandı zihninde. Bu, onu daha da aptal bir ruh haline soktu. Anlayamıyordu bu duyguyu.
Mahalleden eski arkadaşlarıyla denk gelince kulaklığını çıkarıp yanlarına geçti, ayaküstü konuşup sohbet ettiler. Geldiğinden beri yoğun çalışmasından dolayı tek tük görebilmişti onları. Sohbet sırasında bazılarının evlendiğini öğrenmişti, düğüne gelemediği için üzgün olduğunu belirtmeden edemedi. Biraz daha sen neredeydin lafını duymak isteyecek durumda değildi. Nazlı sağ olsun hiç unutturmuyordu. Neyse ki öyle bir şey olmadı. Erkekler bu konuda gamsız olduğu için yıllar sonra yine denk gelseler de eskisi gibi konuşurlardı. Genelde tanımadığı birileriyle bile ayak üstü konuşup bir anda kendilerini plan yaparken bulurlardı. Bu yüzden Nazlı'nın tepkilerini anlayamamıştı başta. O olaya dümdüz bakan, detay aramayan, tamamen çözüm odaklı kafa yapısına sahipti. Klasik erkek modeliydi. Kadınların kafasının daha farklı çalıştığını yediği tiriplerden sonra anlamıştı. Bunun daha da devam edeceğine emindi.
Arkadaşlarıyla uzun uzun konuştular. İş, güç, futbol falan derken biraz eskilerden bahsettiler. Hepsi ona laf arasında Nazlı'yı sormuştu. Yalandan bir sitemle Nazlı yüzünden eskiden onları hep ektiğini söylüyorlardı. Nazlı ağlıyor diye oyunu bırakıp az gitmemişti yanlarından. Emre bunları hatırlayınca yüzüne içten bir tebessüm yerleşti. Nazlı hayatının en büyük parçasından biriydi. Buradan gitmeden önce hayatında bu kadar büyük bir yer edindiğinin farkında bile değildi. Çünkü onun varlığına alışmıştı. Hep hayatındaydı.
Arkadaşlarıyla biraz daha konuştuktan sonra yakında halı saha yapalım diye sözleşip vedalaştılar. Emre mahallede dolaşmaya devam ederken yolda sürekli onu durduran birileri çıkıyordu. Özellikle onu tanıyan yaşlı teyzelerin "şuram ağrıyor oğlum, sen doktorsun, bir baksana bana," sorularına gülmeden edemiyordu. Emre kıramıyordu hiçbirini, ayaküstü sohbet edip bir iki şey söyleyip gidiyordu.
Yol boyunca çocukluğundan anılar zihninde canlanmaya devam etti. Buralardan gitmeden önce Nazlı'yla yazları geldiği çorbacıya gelip bir şeyler atıştırırken yine kafasının içinde gülüşü dolanıp durdu. Neden bu kadar kafasının içindeydi bu kız? Niye çıkmıyordu aklından? Tamam arkadaşıydı, çocukluğuydu, Naz'dı ama niye bu kadar zihnini bulandırıyordu? Eskiden böyle değildi. Eskiden bu denli dolaşmazdı zihninin her zerresinde. Sanki onu özleme şekli bile değişmişti, bir farklılaşmıştı ama nedenini anlayamıyordu.
Çorbasını bitirdiğinde telefondan bildirim gelince masanın üzerinden ona uzandı. Bildirim Instagram'dandı. Kaşları hafifçe çatıldı. Bu hesap beş altı sene önce kullandığı hesaptı. Üniversitede dersleri yoğunlaşınca uygulamayı silmişti ama hesabı duruyordu. Yaklaşık bir ay önce geri yüklemiş ve sadece tek bir kişinin bildirimlerini açmıştı.
Nazlı'nın.
Nazlı'nın hesabında bir şeyler paylaştığına dair bildirimi görünce hızlıca açtı. Derin'le bir arabanın arka koltuğunda şarkı söyleyip duruyordu. Onun neşeli halini görünce Emre'nin de yüzü gülmüştü. Nazlı çok güzel gülerdi. Gülüşü bulaşıcıydı.
Yüzündeki tebessümle diğer hikâyeleri gezmeye devam ediyordu lakin gördüğü fotoğrafla aniden kaşları çatıldı. Vücudu gerginleşirken yüzündeki gülümseme de silindi. Derin ve Nazlı dışında iki çocuk daha vardı fotoğrafta. Biri tanıdık geliyordu ama kim olduğunu hatırlamıyordu. İçinde bir şeyler kopmuş gibi hissetti. Aynı İbrahim ve Nazlı'yı yan yana görünce olan şey gibiydi bu. Ama neydi? Bu his de neyin nesiydi? Niye böyle rahatsız hissediyordu? Niye kalbi sızlar gibi olmuştu? İçinde bir yerlerde olan bu korku da neydi böyle? Arkadaşlarıydı işte. Buluşabilirdi, gayet normal bir şeydi ama neydi bu nefes aldırmayan his? Kafayı yiyecekti.
Nazlı onların yanında böyle gülerken kendini kötü hissetti Emre. Ona geldiğinden beri gülmemişti hiç böyle. Evet, suçlu olan kendiydi. Bunu biliyordu ama üzülmeden edemiyordu. Ona geldiği halde ondan oldukça uzakmış gibi hissediyordu. Nazlı eskiden en çok onun yanında gülerdi. Şimdi ise onun yanında yaptığı tek şey ağlamaktı. Oysa Emre onun bir tek yaşına bile dünyayı yakacakmış gibi hissediyordu.
Emre yanındaki boş sandalyeye koyduğu ceketi aldıktan sonra hesabı öder ödemez mekandan çıktı. Burnundan soluyordu. Tam olarak yaptığı buydu. Burnundan solumak. Siktiğimin duygusuyla nasıl baş edebileceği hakkında hiçbir fikri yoktu. O duygunun ne olduğunu anlamıyordu bile. İnsan anlamadığı şeyle nasıl baş ederdi zaten. Ki Nazlı baş edilebilecek biri değildi. Nazlı tam bir baş belasıydı. En sevdiği belaydı.
Hava oldukça kararmıştı ve giderek daha da soğuyordu. Emre yerde önünde gelen taşlara vura vura sinirle evine doğru yol aldı. İçinde bir yerde anlamsız kıskançlıkla baş etmeye çalışırken aynı zamanda aptallaştıran duygulara da sövüp duruyordu. Sokağa girince yere değdirdiği bakışlarını kaldırıp önüne baktı. Ela hareleri Nazlı'nın evinin önünde duran mavi araca değince kaşları merakla çatıldı. Gözleri kısılırken adımları durdu.
Araçtan Nazlı inince içindeki özlem duygusu tekrar gün yüzüne çıktı. Yüzündeki tebessümle ona doğru ilerlemeye başladı lakin araçtan inen diğer bedenlerle adımları tekrar durdu. Sokak lambalarının aydınlattığı kadarıyla görüyordu onları. Fotoğraftaki iki lavuk olmalıydılar. İçindeki duyguya akıl sır erdiremiyordu. O çocuklar ona yaklaştıkça elindeki ceketi daha da sıktı parmakları. Sırtındaki kasların teker teker gerildiğini hissetti.
Çocuklardan biri Nazlı'yla sarıldığı an, Emre için bir şeylerin geldiği son nokta olmuştu. Sikerlerdi vereceği zamanı. Ondan uzak falan durmayacaktı. İki aydır buradaydı. Emre iki aydır sarılamamıştı ona. Aklını kaçıracak gibi hissetti. Durduğu yerde gerildikçe gerildi. Onu özlemişti ama ona sarılamıyordu bile. Bir başkasıyla sarılmasını izlemek kalbinde derin sızılar oluşturuyordu. Hatalı olanın kendisi olması umurunda falan değildi, ona sarılmak istiyordu sadece. Ona başkalarının sarılmasını görmek istemiyordu. Nazlı yine ona gelsin istiyordu. Bencildi evet, bencil olmaya da devam edecekti.
İçinde kaynayan öfkeyi dindirmek isterken bakışları Nazlı ile kesişti. O an tüm öfkesi silindi. Onu görür görmez duruldu sanki hareleri. Sadece özlem belirdi gözlerinde. Üç gün sonra sonunda göz göze gelebilmişlerdi. Emre üç günün sanki koca bir asır gibi geçtiğine inanamıyordu. Nazlı donmuş bakışlarla ona bakarken sarıldığı kişiden uzaklaşana kadar onunla göz temasını kesmedi.
O iki lavuk gidene kadar Emre Nazlı'ya bakmaya devam etti. Sonunda hareketlenmiş, el sallayarak araca geçmişlerdi. Birkaç saniye sonra da araç çalışmaya başladı. Araba sokaktan çıkar çıkmaz Emre içindeki boğucu duygularla birlikte adımlarını Nazlı'ya doğru çevirdi.
Derin Emre'nin onlara yaklaştığını gördüğünde yüzünü buruşturdu. Emre'yi Nazlı'yı çocukluktan beri ondan çalmasından dolayı pek sevmezdi. Şimdi ise onu üzdüğü için sevmiyordu. Yine de ikisi arasında bir konuşma geçeceğini anladığı için Nazlı'ya bir şeyler söyleyerek apartmandan içeriye girdi.
Nazlı, Emre ona yaklaştıkça daha da gerildiğini hissetti. Sonunda yanına geldiğinde her şeyin normal olduğuna kendini ikna ederek ona selam vermiş, uzun zaman görüşemediklerine dair bir şeyler söylemişti. Bu Emre'nin oynayan ayarlarıyla daha da oynamıştı. Dayanamamış ondan kaçıp durduğunu belirtmişti lakin Nazlı ondan şaşırılmayacak tepkiyi gösterip inkâr mekanizmasını gün yüzüne çıkarmıştı.
Emre onun inkâr etmesiyle yine kendi ve Nazlı'nın sınırlarını zorlamıştı. Tüm gün beynini yiyip bitiren özlem duygusuyla ne yapacağını bilememiş, ona daha da yaklaşmıştı. Bunu neden yaptığı konusunda zerre fikri yoktu ama önemseyecek durumda da değildi. Sadece ona yaklaşmak istemişti. Çok istemişti.
Nazlı'nın yine kaçmaya çalıştığını anlayan Emre, "Kimdi o?" diye sordu hızlıca. Nazlı anlamamış gibi kafasını sallayınca devam etti. "Az önce sarıldığın?"
"Arkadaşım," dedi Nazlı, omuz silkerek. Emre arkadaşı olduğunu elbette ki biliyordu ama yine de herhangi bir arkadaşı olup olmadığını merak ediyordu. Bu duyguyla baş edemiyordu. Ya çok yakınsa? Ya, ya... Ya neyse? İçini yiyip bitiriyordu devamını getiremediği ve neden getirmediğine anlam veremediği kelime öbeği.
Kaşları merakla havalandı. "Normal bir arkadaş mı?"
"Yok anormal arkadaş," dedi Nazlı bezgince. "Ne saçmalıyorsun gece gece Allah aşkına?"
Emre Nazlı'nın dediğini umursamadan tekrar ona doğru yaklaşmaya başladı. O yaklaştıkça Nazlı uzaklaştı. Nazlı'nın ondan uzaklaşmasına dayanamıyordu. Yine yaklaşmaya çalıştı, Nazlı yine uzaklaştı. Yine yaklaştı ve o yine uzaklaştı derken bu aralarında sessiz bir oyuna dönüştü. Biri yaklaştıkça diğeri uzaklaşıyordu. Ta ki Nazlı'nın sırtı apartman kapısına değene kadar. Son adım yine Emre'den yanaydı, aralarındaki mesafeyi kapatarak kimseye kaçacak alan bırakmadı. Aralarında tek nefeslik mesafe kaldı. Nazlı o an ne yapacağını bilemedi. Sadece kaçmak istedi. Kaçmazsa eskisi gibi olacağından korkuyordu. Yine gardını indireceğinden emindi. Çünkü aşk denen şey koca bir aptallıktı. Bunu biliyordu.
Emre'nin kaldırdığı eli Nazlı'nın çenesini bulunca zihninde yankılanıp duran yanlış yapıyorsun alarmına kulak asmayıp gözlerini ona dikti. Yanlış ya da doğru, o an yapmak istediği tek şey buydu. Nazlı ise giderek daha da geriliyordu. Ondan kaçmak istedikçe bu denli yaklaşması her şeyi zorlaştırıyordu.
"Sen," dedi Emre dayanamayarak. "Geldiğimden beri bana niye hiç sarılmadın?" Onları birinin görüp görmemesi umursayacak durumda değildi. Sadece cevap istiyordu. Nazlı'nın çenesi üzerindeki parmakları yanaklarına kadar uzandığında Nazlı iyice gerildi. Tüm bedeni titremişti sanki. Şu an ikisi de nasıl bir anda olduklarının farkında olmayacak kadar uzaklaşmıştı dış dünyadan. "Oysa," diye devam etti Emre parmaklarıyla Nazlı'nın yanaklarını okşarken. "Ben seni deli gibi özlemiştim."
Nazlı yutkunduğunda Emre'nin bakışları tekrar onun dudaklarına kaydı. Sarhoş değildi ama sarhoş olmuş gibi hissediyordu. Ona bu kadar yakın durduğu ve onu gerdiği için sabah kendine bir dünya söveceğini bilse de şu an bunu umursayacak kafada değildi. Nazlı için ise Emre'nin son söylediği kelimeler sabrının son noktası olmuştu. Emre'nin göğsüne iki elini yaslayarak bu anlamsız oyuna son verip onu bir çırpıda geriye doğru itti. Emre'nin parmakları ondan uzaklaştığında bakışlarını Nazlı'ya değdirdi tekrar lakin Nazlı'nın öfke dolu gözleri ile karşılaşınca kendini geri çekti.
"Özledin?" diye yükseldi Nazlı öfkeyle solurken. "Eğer özleseydin arardın!" Onu tekrar geriye doğru ittiğinde Emre hiçbir şey yapmadı. Öfkesini çıkarmasına izin verdi. "Aramadın. Tamam mı! Sen beni bir kere bile aramadın. Bir kere bile gelmedin, görmedin beni! O yüzden özledim diye boş yapma şimdi bana!" Ellerini öfkeyle saçlarının arasına geçirirdi. Emre yüzünden yine sar başa yapmıştı her şey. Tekrar onu terk etme duygusu günyüzüne çıkmıştı. Çünkü Emre ona yaklaştıkça Nazlı yine o bir gün gidecekmiş gibi hissediyordu.
Bir süre öylece ona baktı Nazlı. Sinirini atmaya çalışıyordu ama bir işe yaramıyordu. Sakin olmak için derin bir nefes alırken konuşmak için tekrar araladı dudaklarını. "Bak," dedi çatallaşan sesiyle kendini işaret ederken. "Ben bir şeyleri aşamıyorum. Gerçekten aşamıyorum. Benim için bu çok zor. Senin o kas kafan basmıyor olabilir ama zor, tamam mı! Alışmaya çalışıyorum dedikçe daha da batıyorum. Normal olmaya çalıştıkça daha da aptallaşıyorum. Bazı şeylerin üstesinden gelmeye çalışıyorum ama olmuyor, yine çıkıyorsun karşıma. Yine karıştırıyorsun aklımı. Yapma. Bana bunu yapma."
"Ne yapmayayım?" dedi Emre yorgun sesiyle. Onu özlemişken ondan gitmesini isteyemezdi. Bunu bir daha yapmazdı. Yapamazdı.
"Yaklaşma bana. Uzak dur bir süre benden."
"Durmam." diye kestirip attı. "Bunu isteyemezsin. Olmaz, olmaz." Kafasını belli belirsiz iki yana sallıyordu. Boğuştuğu duygularla birlikte Nazlı ile bu gerginliği yaşamak onu daha da boğuyordu. "Bu sefer ne giderim ne de kaçmana izin veririm Naz," derken sesindeki netlik Nazlı'yı irkiltti. "O gün sana arabada da aynısını dedim. İzin vermem dedim, vermem Naz. Kaç gündür aklım durdu benim." Ela harelerini Nazlı'nın kehribarlarına diktiğinde bakışlarındaki yoğunluk ikisini de koca bir aptala çevirdi. "Aklımı durdurdun."
Nazlı onun dedikleriyle öylece kitlendi. Ne demeye çalıştığını anlamıyordu. O hiçbir şey yapmamıştı ki. Gözüne bile görünmemişti. Onu görmediği için böyle yapacak değildi ya? Üç gün onun için hiçbir şey olmalıydı. O dört yıldır yoktu buralarda. "Eve gidiyorum ben," dedi onunla daha fazla konuşmak istemediği için. Sinirleriyle beş dakikada oynamıştı. Şaka gibi geliyordu. "Bir hafta daha gözüne görünürsem ne olayım," diye homurdandı kendi kendine.
"Yok öyle dünya," dedi Emre dediklerini işittiğini belli ederken. "Yarın seni işe ben bırakacağım." Onun kaçmasına izin vermemekte ısrarcıydı.
"Pardon?" dedi Nazlı anlamayarak, kaşları çatılmıştı. "O niyeymiş?"
"Bu sefer kaçamazsın, Naz."
"Öyle bir kaçarım ki," dedi Nazlı gözlerini gözlerine dikerken. "Aklın şaşar."
"Kaçtığını kabul ediyorsun sonunda yani?"
Nazlı kaşlarını çatarak ona baktı. "Öyle bir şey demedim."
"Aynen ondan," dedi Emre kafasını dalga geçerek sallarken. "Sabah kapının önünde bekliyorum."
"Bekle sen, kesin gelirim bak."
Emre elindeki ceketi kaldırıp ona gösterince Nazlı'nın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Yüzüne istemsiz bir tebessüm yerleşirken hızlıca ona uzandı lakin Emre ondan kaçırdı. "Gelirsen alırsın."
"Emree!!" diye yükseldi Nazlı sitemle. "Ver şunu, benim o!"
Emre sırıtmaya başlayınca Nazlı'nın kaşları daha da çatıldı. "Dediğim gibi, sabah arabaya binince alırsın."
"Servet ödedim ona!"
"Beni ilgilendiren bir durum yok."
"Emree!!" derken tekrar cekete uzandı ama Emre yine geri kaçırdı ondan. "Ver şunu."
"Vermiyorum."
"Ver!" dedi tekrar ona uzanırken. Emre ceketi yukarıya doğru kaldırınca Nazlı parmak uçlarında yükselmeye başladı. "Gelmeyeceğim seninle, ver şunu."
Emre elini biraz daha kaldırırken "Hiç alamazsın o zaman," diyordu keyifle. Onunla tartışmak bile o kadar iyi gelmişti ki üstündeki günlerdir olan bu gerginlik bir anda silinivermişti sanki. Daha mutlu hissediyordu.
Nazlı alamayacağını anlayınca pes etmişti. "Aman be," diye mırıldandı kendi kendine. Parmak uçlarından inip onu bezgince geriye doğru itti. Emre hafif sendelese de dudağının bir kenarını kıvırmıştı. "Sabah alırım ama bir daha karşına çıkanın ağzına sıçsınlar."
"Bu hafta hep gündüz gideceğim, yani hiç kaçma planı yapma sen."
Nazlı bezgince nefesini verirken ona bakıyordu. "Siktir git Emre," dedi bıkkın bir sesle. "Bela mısın, oğlum sen?"
"Sen gerçekten ağzını çok bozmuşsun," diyordu Emre yalandan sitemle kafasını iki yana sallarken. "Hadi içeri gir, yarın bekleyeceğim seni burada."
"Adam bizi gram takmıyor," dedi Nazlı hayretle ellerini kaldırırken. "Ben diyorum Hanya, o diyor Konya." Bedenini ondan uzaklaşıp eve girmek için hareketlendiğinde Emre de bir kaç adım geri çekildi. "Haftaya bul bulabilirsen beni," diye geveledi ağzının içinde. Emre'nin bunu işiteceğini düşünmemişti lakin duymuştu. "O ne demek?" diye sordu kaşlarını çatıp merakla gözlerini Nazlı'ya dikerken.
Nazlı tekrar ona döndüğünde sahte bir tebessümle kafasını yan yatırdı. "Ne ne?"
"Haftaya bul bulabilirsen de ne demek, Naz? Bir yere mi gidiyorsun?" Meraklı gözlerle Nazlı'ya bakıyordu. Nazlı ise gözlerini kısa bir süreliğine kapatıp dudaklarını birbirine bastırırken içinden dilimi eşek arıları soksaydı da şimdi konuşmasaydım diye söylenip duruyordu. Şu patavatsız çenesini ne yapacağını bilmiyordu.
"Evet," dedi Nazlı, söyleyeceğini söylemişti zaten artık. "Bir hafta yokum."
"Nereye?"
"Sana ne?" Omuz silkti Nazlı.
"Kiminle peki?" Emre'nin kaşları giderek daha da çatılıyordu. Nazlı yine ona ne olduğunu söyleyecekken lafını bölüp araya girdi. "Az önceki iki lavukla mı?"
Nazlı düşünmeden "Ev-" diye söze başlarken devamını getirmeyip sustu. Yalan değildi. Onlar da gelecekti ama asıl gitme sebebi işti. O yüzden devam etmedi. Emre ise duyacağını duyduğundan daha da gerildi. "Sana ne Emre," diye devam etti.
Emre sabrının son noktasına gelmiş gibi hissediyordu. Yine o anlamsız duygular sarmıştı her zerresini. "Nereye Naz?" dedi hiddetle.
"Bu seni hiç alakadar etmez." Nefesini bırakıp ilerlemeye başladığında Emre onu durdurmak için bu sefer bir şey yapmadı. Boş bakışlarla durmuş, gidişini izliyordu. Onu sonunda saldığı için şükür edecekti Nazlı. "Hadi sana iyi geceler," diye arkasından keyifle söylenip apartmandan içeri girdi. Emre ise öylece yere doğru sarkıttığı ceketle kapanan kapıyı izliyordu.
"Ben böyle sikindirik duygunun gelmişini de geçmişini de..."
***
"Ben böyle aşkın gelmişini de geçmişini de..." diye söylenmeye başladım yayıldığım koltukta. Kimse beni takmadığından boş tavanı izliyordum. Tavandan da bana fayda çıkmayınca kısa bir çığlık atarak tekrar yerimden doğruldum.
"Aşkına sıçayım Nazlı," diye söylendi Derin, yere oturmuş büyük sehpanın üstüne koyduğu bilgisayardan bir şeyler araştırıyordu. Bakışları bana dönmemişti ama yüzünün öfkeden çatıldığına emindim.
"Ay karışmayın kıza," dedi Elif abla bana pamuk bir suratla bakarken. Karşımdaki koltukta oturmuş tepeden topladığı saçlarıyla sınav kağıtlarına bakıyordu. Onun bu tatlı haline gülümsemeden edemedim. Koca bir öpücük gönderdim oturduğum yerden ona doğru.
Derin'le birlikte Elif abla ve Sedef'e yatıya gelmiştik. Elif abla özellikle gelmemizi istemişti, kız kıza gece vakit geçirmek eğlenceli olacağından hemen kabul etmiştim. Kafam bok gibiydi zaten son günlerde. Emre ile siktiri boktan geçen gecemizden sonra üç gün geçmişti. Aptal herif ne bok yaptığını bilmiyordu. Hadi ben aşıktım, benim mallığım ondandı, peki ya o? Ne bokuma böyle mal mal hareketler yapıp beni daha da geriyordu. Beynimi durdurmuştu resmen. Onu unutacağım diye kendime söz verdikçe daha da yaklaşıyordu bana. Mal! Koca bir maldı!
O gün dediği gibi ertesi gün beni işe bırakmak için sabahın köründe kapıya dikilmişti. Bilerek ona görünmemek adına erken kalkıp çıkmıştım evden ama sürpriz! Arabanın içinde beni bekliyormuş. Ne bok yemeye bu kadar erken kalkmıştı aklım almıyordu. Benim erken kalkacağımı tahmin edecek kadar beni tanıyor olması sinirimi bozmuştu. Çekip gitmek istedim ama yine kavga edeceğimize adımın Nazlı olduğuna emin olduğum kadar emin olduğumdan oflaya oflaya yan koltuğa geçtim. Geçer geçmez koltuğun üzerindeki ceketimi görünce yüzüme kocaman bir tebessüm yerleşti. Onunla günaydın faslını üzerinden kısaca geçtikten sonra oturduğum koltukta ceketime sarılıyordum. Bu ceketi ilk maaşımla almıştım. O yüzden bende yeri ayrıydı. Emre ise bu halime gülüp duruyordu.
Yol boyunca benimle konuşmaya çalışmıştı. Ona kısa cevaplar veriyordum. Ondan uzak durmama izin vermiyorsa onunla daha az konuşmama sesini çıkaramazdı. Çıkarmamıştı. Bozulsa da soru sormaya devam etmişti. Onunla uzun uzun konuşabilmem için onunla ilgili bazı hisleri unutmam gerekiyordu. O ise buna zerre izin vermiyordu.
Ertesi gün de beni yine işe bıraktı. Sabah erkenden yine kapıya dikilmişti. Yalan yok başta mırın kırın etsem de sonra hoşuma gitmişti bu şoförlük işi. Yolda sürünmekten iyiydi. Ama bu aptalı unutmam giderek zorlaşıyordu. Yine de yapacaktım. Başaracaktım. Bu sefer ciddiydim.
"Bu sefer ne oldu?" diye sordu Sedef çaprazımdaki koltukta telefonla mesajlaşırken.
"Bir bok olmadı. Sorun da o işte. Bir bok olmuyor. Unutmak denen şey olmuyor. Hani unutmak kolaydı?"
"Unutacağın şeye göre değişir aşko." Sedef'in bakışları mesaj attığı telefondaydı hâlâ. "Aşk unutulmaz öyle kolay kolay."
"Ama unutmak istiyorum," diye homurdandım koltukta tepinirken. "Ben bu aşktan çok yoruldum."
"Ya siktir ordan," diye söylendi Derin kafasını bilgisayardan kaldırıp bana kısa bir bakış atarken. Tekrar önüne döndüğünde bana söylenip duruyordu. "Bugün unutayım dersin, yarın özledim diye gezersin. Ben malımı bilmiyorum sanki. Dört yıl sana bir şeyi unutturmamış, varlığı mı unutturacak?"
"Ya Derin ya." Söylenip duruyordum ağlamaklı sesimle.
"Ne Derin, ne? Yalan mı kızım?" Kafasını bezgince salladı. "Hem sen anlatsana bana artık o gece neler olduğunu?" Bakışları tekrar beni bulduğunda gözlerimi kaçırdım. "Geldin eve zırlayıp durdun. Sabah bir şey olmamış gibi de işe gittin. Yine ne bok yaptı?"
"Hangi gece?" diye yerinden doğruldu heyecanla Sedef. Elindeki telefonu bırakmış bana bakıyordu. Ona da eğlence çıktı tabii.
"Geçen perşembe," diye mırıldandım. Hepsinin bakışları bana dönünce gerildim. Ayaklarımı bağdaş yapıp otururken cümlelerimi toparlamaya çalışıyordum. "O gün Derin, ben ve liseden bir arkadaşım ve onun arkadaşıyla dışarıda buluştuk. Sonra gece geç saatlere gelince bizi eve bıraktılar. Eve girmeden Emre'yle karşılaştık." Nefesimi bırakırken Derin buraları biliyorum, geç der gibi bakıyordu. "Sonra Derin içeri girdi. Emre de yanıma geldi. Ben selam falan verdim, ne zamandır görüşmüyoruz falan diye geveledim işte, maksat sessizlik olmasın. Bu da başladı kaçmasaydın görüşürüz falan demeye. Fark etmiş tabii ondan kaçtığımı, delirmiş. Mal, ne bokuma deliriyorsa? Sanki hakkı var da!"
"Niye kaçıyordun ki?" diye sordu Elif abla bağdaş yaptığı bacakları üzerine yerleştirdiği peluş yastığa dirseklerini yaslarken.
"Bana çocuk dedi," dedim çatallaşan sesimle. "Beni çocuk gibi görüyormuş hâlâ. Eski olduğunu yeni öğrendiğim sevgilisi de o gün Emre'yle dışarı çıktığımızda beni tuvalette kıstırıp bir sürü boş yaptı. Seni kardeşi olarak gördü o hep dedi. Ben zaten ona olan aşkımdan yorulduğumu hissediyorum, bir de böyle şeyler duymak beni iyice çıkmaza soktu. Bu aşk beni boğuyor artık. Adamakıllı insan gibi iki sohbet edemiyorum çünkü kafamda yeri başka konumda. Bu kardeş görme faslı da bazı şeyler için son nokta oldu. Ondan kaçarsam belki alışırım bazı şeyler diye düşündüm ama bir bok olmadı, olacak gibi de değil."
"Bir saniye bir saniye," diyerek lafımı böldü Sedef. "Eski olan sevgili derken, dışarı çıktık derken ve seni sıkıştırdı derken? Bunların hepsi hangi ara oldu çok pardon?"
"Son bir haftada."
Gözleri şaşkınca açıldı. "E çüş!" Kafasını şaşkınca iki yana salladı. "İnsan haber verir!"
"Sence bunun son bir haftada beyni çalışıyor muydu Sedef, sadece soru?" Derin'in bana attığı ümitsiz bakışlara sadece omuz silktim.
"Ay susun siz," dedi canım yengem, biricik Elif Ablam onları sustururken. Bakışları bana dönünce yüzüne sıcak bir gülümseme yerleşti. "Anlat bir tanem sen."
Onu başımla onayladıktan sonra devam ettim: "İşte bu mal ben kaçıyorum diye bana bir yükseldi. Sonra gelmiş bana niye geldiğimden beri hiç sarılmadın diyor. Bizi kapıda Caner'le sarılırken gördü. Az önce bahsettiğim bizi eve bırakan liseden yakın arkadaşım. Sonra yok ben seni özlemiştim falan diye boş yaptı. Siktirsin ordan. Özleyen insan bir kez arar! Bunu dediğimde yine kavga ettik. Kaçmak istedikçe dibimde bitiyor, üstüne bir de benim aklımla oynuyor. Valla çok yoruldum ya."
"Yuh!" diye araya girdi birden Derin. "Bu çocuk seni kıskandı mı lan!"
"Dümdüz kıskanmış aşko."
"Bence de kıskanmış."
"Öf abartmayın siz de, ne kıskanması?" diye mırıldandım bezgin bir şekilde. "O mal aptal aptal triplerde. Ona eski yakınlığımı göstermediğim için kuduruyor sadece."
"Hiç sanmıyorum aşko." Sedef bakışlarını bana dikerken oldukça ciddi duruyordu. "Sen bir kalanını anlat, kesin sonuca varalım biz."
Dediğini yaptım. O gece ne olduysa tek tek anlattım. Bana olan fazla yakınlığını, aklımı durdurdun demesini, beni işe götürmek için uğraştığını, bir daha gitmene izin vermem demesini her detayı tek tek anlattım. Elif abla ve Sedef sakince dinlerken Derin şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Normalde sakince beni dinleyen hep o olurdu. Sonra da söverdi.
"Yok ebesinin nikâhı," diye söylendi birden Derin lafımı bitirdiğimde. "Lan yoksa bu çocuk cidden..."
"Evet kesinlikle," dedi Sedef onu anlamış gibi. Elif abla da onlara hak verir bir mırıltı çıkardı. Niye ben bir bok anlamıyordum? Biri beni de aydınlatsın hemen!
"Siz ne diyorsunuz?"
"Aşk diyoruz," dedi Sedef ayağa kalkıp etrafında dönerken. "Havada aşk kokusu var."
Derin suratını buruşturmuş ona bakıyordu. "Ben bunu kabul edemem." Sesi oldukça hoşnutsuz çıkmıştı. "Hiç hazır değilim."
"Bir bok anladıysam ne olayım," derken yerimde hareketlendim. Elif abla bu halime gülmüştü. "Benim aşık olmam yeni bir bilgi mi, ne saçmalıyorsunuz?"
"Aşk harbi aptallaştırıyor," dedi Derin, bakışlarındaki ümitsiz ifadeyi yakalamıştım. Önüne dönüp bilgisayarıyla uğraşmaya devam etti. "Bu aptal senden hoşlanıyor olabilir diyoruz."
"Aradaki ebilmek ifadesini çıkar canım. direkt hoşlanıyor diyebiliriz."
Onlarımı kaşlarımı çatmış bakıyordum. "Ben de aklınızı kaçırdınız galiba diyorum." Hâlâ aynı şeyleri diretir gibi baktıklarında derin bir iç çektim. "Aradaki galibayı da çıkarayım hatta, direkt aklınızı kaçırdınız diyorum."
"Bu çocuk sana hep yakındı Nazlı, bunu en iyi ben biliyorum ama bu kadarı fazla. Bu normal değil," dedi Derin beni ikna etmek ister gibi ama olmazdı. Böyle bir şey olmazdı. O beni sevmezdi. Onun zamanında Gökçe'ye baktığı bakışları görmüştüm ben. Bana bakmazdı öyle.
"Kimse çocukluk arkadaşı da olsa bu kadar dibine girmez Nazlı," dedi Sedef, Derin'e hak verirken. Elif abla da araya girdi. Sen yapma bari ablam. "Bir tanem, kızlar haklı gibi. Gözü dönmüş çocuğun kıskançlıktan."
"Ay bir ara şu arkadaşla yüz yüze sohbet etmem lazım," dedi Sedef heyecanla. Emre iki aydan fazla buradaydı neredeyse ama o futbol gecesinden sonra hiç aynı ortama girmemişlerdi. Yoğun çalışıyordu herkes. "Konuşursak anlarım ben. Gözümden bir şey kaçmaz, bilirsiniz."
"Susun artık," dedim öfkeyle laflarını bölerken. Elimi havaya kaldırdığımda sinirlerim iyice bozulmuştu. "Karıştırmayın kafamı. Kimsenin kimseyi sevdiği falan yok. Ben onu bu sefer unutacağım. Söz verdim kendime. Bu aşktan kurtulacağım."
"Yeminler etsen, Allah biliyor desen," diye mırıldanmaya başladı Derin tekrar bilgisayarına dönerken. Sedef kahkaha atarken devamında ona eşlik etmeye başladı. "İçini görüyorum, sana güvenmiyorum..."
Benimle hâlâ dalga geçiyorlardı. Kaşlarımı çatarken elime gelen iki yastığı gelişine ikisine doğru fırlattım. Sedef yastığı havada kapınca kahkahası daha da büyüdü. Derin de başına yediği darbeyi umursamayıp bilgisayarıyla uğraşmaya devam etti. İkisi de elimde kalacaktı. Dert yakınıyoruz şurada. Onlarsa benimle uğraşıyordu. Ne iyi dostlar biriktirmişim!
"Boş ver sen bunları bir tanem," diyen Elif ablaya kafamı omzuma yatırarak baktım. "Sen nasıl hissetmek istiyorsan öyle hisset. Ne yapmak istiyorsan onu yap."
"Beni bir sen anlıyorsun canım müstakbel yengem." Ona öpücük attığımda o da bana karşılık verdi. "Ee," dedim konuyu artık kendimden uzaklaştırmak adına. Daha fazla dalga konusu olmak istemiyordum. "Senin abimle durum ne alemde? O mal bana bir şey anlatmıyor."
"Sevgilime mal deme, Nazlı'cım," diye savunmaya giren Elif ablaya üçümüz de hayretle bakmaya başladık.
"Ablama bak be, sevgilisini de korurmuş."
"Abiler kardeşler için hep maldır Elif ablacım, kusura bakma," dediğimde gülüyordum.
"Kuzenler için de," dedi Derin beni kafasıyla onaylarken.
"Baldızlar için de diyelim." Sedef kafasını iki yana sallıyordu. "Ablamızı çalıyor şurada."
"Ne istiyorsunuz çocuktan siz?" Elif abla uyarı dolu bakışlarını bize atarken kahkaha atmadan duramadık.
"Aşkınızı herkese ilan etmesini bekliyoruz yengem." Abim denen mal, iki aya yakın Elif ablayla sevgiliydi ama bizim dışımızda hâlâ kimse bir şey bilmiyordu. Araları git gide daha da iyi oluyordu. Bana kalsa yarın bile evlendirirdim onları. Abimi de evde atardım. Ev de bana kalmış olurdu. Böyle de iyi niyetli bir görümceydim ama gel gör ki abimden tek hareket yoktu. İnsan azıcık babam gibi hanımcı adamdan feyz alırdı ama yok, anca katıksız odun olsun o.
"Annenlere söyleyecekmiş bu akşam," dedi Elif abla birden. Gözlerim faltaşı gibi açılırken hızlıca yerimden doğruldum. Hadi canım ordan!
"Sen o yüzden mi bizi yatıya çağırdın?" diye sordum hayretle. "Evde olup abimle uğraşmayayım diye."
"Yo," dedi Elif abla sırtını koltuğa yaslayıp gülerken. "Maksat kız kıza vakit geçirmek."
"Kesin öyledir!" Suratımı astım bozularak. Abimle dalga geçecektim ne güzel ya. Bunu abimin ondan istediğine emindim.
"Vay be," diye yükseldi Derin heyecanla. "Giray abi herkese anlatırsa Zeliş yengem bir aya seni istemeye gelir, benden söylemesi."
Derin'i başımla onayladım. "Annem yapar. Senden iyisini bulamayacağını bilir."
"Ablamı size hemen vermem, susun!" Sedef çatık kaşlarla konuşurken Derin'le onun bu haline gülmüştük. Elif abla ise utanmış görünüyordu. Yiyecektim, valla yiyecektim.
"Hemen elbise bakacağım ben." Derin hızlıca beni destekledi. "Ben de öyle!" derken bilgisayarın ekranı kapatıp telefona uzandı.
"Kızlar sakin mi olsanız?" dedi Elif abla utanç arasında gülerken. "Yarın düğün de yaparsınız siz."
"Yarın geç!" dedik Derin'le aynı anda birbirimize bakıp gülerken. "Bu akşam bile yaparız."
"Çüş ama yani siz de," diye yükseldi sitemle Sedef. "Vermiyorum kimseye kız falan."
Omuz silkip koltuğa yayıldım. "Senden icazet alacak değiliz."
"Kes be!"
Derin çalan telefonunu açıp konuşurken biz Sedef'le gelin ve damadın kız kardeşleri tartışmasına devam ediyorduk. Elif abla ise bize bakıp gülüyordu. Gerçekten düğün yapsak harbi birbirimizi yerdik. İnanılmaz eğlenceli olurdu. Abim bir an önce evlilik teklifi yapmalıydı!
Biz kahkahalarla tartışmaya devam ederken Derin birden "Ta-tamam anne, hemen geliyoruz biz," diye çatallaşan sesiyle konuşunca bakışlarım ondan yana kaydı hızlıca. Kaşlarım çatıldığında kafamı salladım merakla. Beti benzi atmıştı resmen. "Ne oldu?"
Telefon konuşması bittiğinde eli titriyordu. Çok kötü bir şey olmuş gibi hissediyordum. Hemen yerimden kalkıp yanına gittim, kalbim sıkışıyordu sanki. Sedef abla ve Elif de doğrulup Derin'e yaklaştı. Derin kızaran gözlerini bana çevirdiğinde bakışları donmuştu sanki.
"Anlatsana kızım, ne oldu, betin benzin attı resmen," dedim korkuyla. "Yengemle amcama mı bir şey oldu?"
"Ha-hayır," dedi ağladı ağlayacağı sesiyle. "Amcam..." derken hıçkırmaya başladı birden. Elif abla Sedef ne oldu diye sorarken benim sadece bakışlarım kitlenmişti. Çok kötü bir şey olmuştu. Çok kötü.
"Sadi amcam mı?" Kafasını olumsuzca sallarken ağlamaya devam ediyordu. İkimizin de iki amcası vardı. Sadi amcam değilse... Babam... Babama mı bir şey olmuştu? Hayır. Hayır. Hayır.
"Derin konuşsana!" diye yükseldim, gözlerimin yandığını hissediyordum.
Yanağımdan süzülen bir damla yaşı hissederken kalbimde bir baskı oluştu sanki. Olmazdı. Benim babama bir şey olmazdı. Daha sabah öpmüştüm ben yanaklarını. Sarılmıştım sıkıca. İyiydi, bana evimin en güzel ikinci çiçeği demişti. İlkinin ise hep annem olduğunu söylemişti. Sonra Açelya gelmişti bize, onu sevmişti. Oyun oynamıştı onunla. Olmaz. Babama kötü bir şey olmaz. O iyiydi. Yanlış anlamıştı, kesin basit bir şeydi. Parmağına bıçak değmiştir. Derin büyütüyordur. Ben öpünce geçer. Ben bilirim. Babam öyle derdi. Ama değildi. Hiç basit bir şeyi değildi. Derin'in söylediği kelimeler öyle basit bir kesik değildi. Benim ciğerim sökülmüştü. Ben nefes almayı unutmuştum. Ben o an sanki ölmüştüm.
"Gökhan amcam.. Kalp krizi geçirmiş. Şimdi hastanedelermiş."
BÖLÜM SONU...
***
Gökhan Amcam ne yaptın ya... Giray inşallah adama birini seviyorum derken kalp krizi geçirtmedin.
Bakalım neler olacak?
Bölümü nasıl buldunuz?
Emre sizce tam olarak ne yaşıyor?
Bu bölümden sonra Poyraz'da Açan Çiçek'e bölüm yazacağım. Sonra 11. bölüme başlayacağım.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.
Kendinize iyi bakın.
Esen kalın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.56k Okunma |
1.3k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |