17. Bölüm

12. Bölüm

Esmacayım
esmacayim

Herkese merhaba..

Bölüm biraz gecikti biliyorum ama anca bitirebildim. Uzun bir bölüm oldu. Uludağ bölümü bir sonraki bölüme kaldı. Yazdıkça araya bir şeyler girdi... 1

Umarım beğenirsiniz. Yorumlarınızı bekliyorummmm

Keyifli okumalar...

12. BÖLÜM

Kaybetme korkusu ne demek bilmezmiş insan yaşamadan önce. Bilmezmiş bu duygunun ne kadar acıttığını. Ayaktasın ama değilsin. Yaşıyorsun ama kendinde değilsin. Nefes alıyorsun ama batıyor ciğerlerine. Önünü göremiyorsun. Kayboluyorsun duyguların karanlık gölgesinde. Kurtulmak istiyorsun o histen ama başaramıyorsun. Çünkü artık biliyorsun bu korkunun nasıl silah tuttuğunu.

Tek kurşun. Ve yerdesin. Can çekişiyorsun.

Babama bir şey olduğunu duyduğumdan beri bu duygu her yanımı esir almıştı. Daha önce ona bir şey olacağını düşünmemiştim hiç. Çünkü o, Gökhan Aladağ’dı. Dağ gibi adamdı benim babam. Dimdik dururdu böyle önümde. Hiçbir şey olmazdı. Ama olmuştu. Kalbi ona oyun oynamıştı. Çok şükür, şimdi iyiydi. Taburculuk işlemleri bitince eve getirmiştik ama ben ona bir şey olduğunu öğrendiğim andan beri iyi değildim. Onun iyileştiğini görünce susmuş, korkumu içime gizlemiş, kimseyle de paylaşmamıştım. Ağlayamamıştım da bir daha o güne dek. Bir tek o gün ağlamıştım, çünkü O, gülümsemem altındaki çaresizliğimi görmüştü. İyi değilsin demişti. Değildim. Babamın gözü her yüzüme değdiğinde bir şey anlamasın diye gülümsüyordum. Onun bakışları ne zaman benden gidiyor, ben işte o zaman yine dalıyorum ona, bakıyorum yüzüne böyle uzun uzun. Sanki gözümü kırpsam gidecekmiş gibi hissediyordum. Onu tekrar kaybetmekten korkuyordum.

Babam hastanede iki gün yatmıştı. O iki gün boyunca ben ve annem kalmıştık onunla. Abilerimin gitmesi gereken işleri vardı ama eve geldiklerinde hemen yanımıza uğruyorlardı. Ben uzaktan çalışıyordum. Bilgisayarımı hastaneye getirmiş projelerimi öyle çiziyordum. Babamı gözümün önünden ayırmak istemiyordum. Beni ne kadar eve göndermek isteseler de dinlememiştim onları. İnadımın fazla inat olduğunu bildiklerinden bir süre sonra bana bir şeyi demeyi bırakmışlardı.

Bu iki gün boyunca Emre de sürekli yanımdaydı. Benim eve gittiğim gün İbrahim ilgilenmişti babamla ama sonra Emre akşam gelmiş ve burada hep benimle kalmış, babamla ilgilenmiş ve benim binbir çeşit sorumla uğraşmak zorunda kalmıştı. Nelere dikkat etmeliyiz, nasıl hareket etmeli, bu işlem nasıl oluyor, niye yapılıyor… Aklıma gelecek, gelmeyecek her şeyi ama her şeyi sormuştum. O ise asla oflamadan, sıkılmadan tıpkı eskiden olduğu gibi; her soruma tek tek cevaplamış ama öyle geçiştirerek değil, beni ikna edecek kelimeleri seçerek yapmıştı bunu.

Hastanede kaldığımız süre içinde bir sürü insan gelmişti buraya. Onlardan birini Caner olması beni şaşırtmıştı. Haberi kimden aldığını sorduğumda Merve’nin söylediğini söylemişti. Merve bu hastaneden hemşirelik yapan liseden arkadaşlarımdan biriydi. Şans eseri hastanenin içindeki büyük markette denk gelmiştik. Biraz ayaküstü konuşmuş, babamın durumunu anlatmıştım. Üzüldüğüne dair bir şeyler söyledikten sonra daha iyi olup olmadığını sordu. Her şeyin yolunda olduğunu söyledim. Sonra yine haberleşmek için sözleştikten sonra vedalaştık. Ki zaten kendi gün içinde sık sık ziyaret etmişti babamı. Lisedeyken topluca onun işlettiği kafeye giderdik. Hepsi babamı çok yakından tanır ve severdi. Caner de haberi Merve'den alır almaz bu yüzden gelmişti. Beni aramış, aşağıdan onu almamı istemişti. Hastane kart sistemiyle çalıştığından garibim kata çıkamıyordu. Ne sövmüştüm ama o karta. Şimdi neyse ki bizde vardı. Hasta yakınlarına veriliyordu.

Elinde çiçekle gelmişti. Gülmüştüm onu öyle görünce. Sonra birlikte asansöre binmiş odaya geçene kadar konuşmuştuk. “Çok şükür, atlatmış ya, ona bak sen,” dedi o anlarda nasıl çok korktuğuma dair şeyler söylediğimde. “Babanı ilk gördüğüm andan beri demişimdir, kaya gibi sağlam adamdır diye.”

“Dua et de o kayayı kafanda kırmasın. Az sinir etmezdin adamı.” Caner dediğimi gülünce ona sen iflah olmazsın der gibi baktım. Babamı her gördüğünde garip garip sorular sorar, çok konuşur, adamı da deli ederdi. Dünya dönüyorsa niye zıplayınca aynı yere düşeriz, zombi saldırısı olursa ilk nereye saklanırdınız, Superman ve Batman savaşırsa maçı kim alır, bir yıl 365 gün 6 saatse neden yılbaşını her yıl gece 12de kutlarız gibisinden daha sayamadığım bir sürü absürt sorular… Babam her duyduğunda sabır çekip “oğlum seni benim başıma bela diye mi verdiler,” diye söylenirdi. Eve gelince de bana “getirme şunu bir daha kafeye,” derdi ama içten içe onu severdi. Sadece ergenken fazla ergendik. Neyse ki şimdi öyle değildi. Saçma soruları ergenlikte bırakmıştı.

Odaya girdiğimiz gibi tüm bakışları bize döndü. Odada, babamla annem dışında Giray abim, ve Açelya vardı. Serdar abim hâlâ çalışıyordu. Sibel ablayla birlikte daha sonra gelecekti. Giray abim de okuldan çıkar çıkmaz Açelya’yı da evden alıp hastaneye gelmişti. Dede dede diye geziyordu evde. Gelmezse ağlayacağını bildiği için onu da getirmişti abim, aynı bendi. Şimdi de babamın kucağına uzanmış sarılıyordu.

“Geçmiş olsun, Gökhan amca,” dedi Caner sessizliği ilk bozan kişi olarak. Yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle kapıda dikiliyordu. O an, babam kahkaha atmama neden olacak bir şey yaptı. Ellerini öne doğru uzatıp anneme göstererek “Ay benim tansiyonum düşüyor galiba Zelişim,” diye yakarmaya başladı. Normalde olsa ciddi sanıp hemen endişeye kapılırdım ama Caner ağzını açar açmaz bunu yapınca neden yaptığını anlayabiliyordum. Annem endişeyle yerinden kalkıp babamın yanına gitti. Abim de birini çağırayım ben diye ayaklandı. Açelya ise saf saf babama bakıyordu.

“Ay bi’ durun,” dedim hepsini susturarak. “Yok bir şeyi, numara yapıyor.” Uyarı dolu bakışlarımı babama gönderdim. Diğerleri ise bana anlamamış gibi bakıyordu.

Annem hâlâ endişeliydi. Bir açıklama bekler gibi bana baktı. “Ne numarası kızım?”

“Caner geldi diye yapıyor,” dedim nefesimi bırakarak Caner’le annem arasında bakışlarımı gezdirirken. Tekrar babama döndüm çatık kaşlarla. “Kaç yaşında adamsın baba.” Kafamı hayretle iki yana salladım. “Yakışıyor mu sana?”

Caner yanımda kıpırdandı. “Aşk olsun Gökhan amca,” dedi yalandan sitemle. Babamın neden böyle yaptığını tahmin ettiğinden gülmemek için zor duruyordu. “Kırıldım işte, gel de birleştir şimdi parçalarımı.”

Babam homurdanarak yerinden doğruldu. Huysuz bir şekilde “yani kızım, azıcık babana destek çıksan olmuyor değil mi?” diye mırıldandı. Omuz silktim. Bana kalbimin canı eğlenmek istemiş ne var bunda deyip beni çıldırmadan önce düşünecekti bunu.

Annem, yerine oturmadan hemen önce “Yani Gökhan,” diye söylendi inanamazcasına. Ellerini havaya kaldırmış sabır çekiyordu. “yüreğimize indirmek mi istiyorsun sen be adam!” Sonra bize döndü. Hâlâ ayakta dikildiğimizi görünce “geç oğlum sen, otur şuraya,” dedi Caner’e kusura bakma dercesine kafasını yan yatırmış bir şekilde bakarak. Bakışları tekrar babama kayınca kaşlarını çattı. Babamsa otuz iki diş sırıtıyordu. Sabır çekerek tekrar bize döndü. “Sen bu koca herifin kusuruna bakma. Sıkıldı buradan, ondan böyle davranıyor.”

“Ne kusuru efendim,” dedi Caner ondan beklemediğim bir centilmenlikte. Kendimi tutmasaydım şayet kahkaha atardım herkesin ortasında. “Gökhan amcam çok sever beni,” dediğinde babamın yanına yaklaşmıştı. Babamın yüzü buruştu. “Dimi Gökhan amcam!” Babama çiçeği uzatınca tuttuğum kahkahamı sonunda serbest bıraktım. Ta ki babamın sorusuna dek.

“Sen kızımın sevgilisi falan değilsin değil mi lan hergele?” dediği an girdiğim şokla kafamı duvarlara vurmak istedim. Caner elindeki çiçekle öylece kalırken bana döndü. Tüm bakışlar ikimiz arasında gidip geliyordu. Giray abim yerinden ayaklanmış, Açelya da babama dönüp sevgili ne demek gibisinden bir şeyler soruyordu.

“Gökhan!” Annem ümitsizce kafasını salladı. “O nasıl soru öyle?”

“Ya baba ne saçmalıyorsun?” dedim ağlamaklı bir tonda. Hangi baba şak diye bunu sorardı, düşüp bayılacaktım şimdi. Ailemde normal tek bir insan bile yoktu resmen.

“İnşallah saçmalıyordur abicim,” dedi Giray abim Caner’e kötü kötü bakarken. Caner ise şok olmuş şekilde elindeki çiçeği yatağın yanındaki komodinin üzerine koyup ellerini teslim olurcasına havaya kaldırdı. Çocuğun elinde çiçek görünce hastaneye gelen ikinci kız, hem de aynı kızı isteme vakası olacak sanıyorlardı. Babamdan bir adım uzaklaşırken “Allah çarpsın ki Nazlı dünya ahiret bacımdır,” dedi panikle. “Zaten ben başkasını seviyorum.”

Nasıl başkasını seviyorum? Bana niye söylememişti bunu? İnşallah o başkası dediği Derin’dir yoksa kuzenimle flört etmeye çalıştığı için kafasını kırabilirdim. Onları shipliyordum ben! Ama konumuz şu an bu değil. Konumuz şu an abim ve babamın rahatlamış bakışları da değil. Konumuz şu an tam olarak arkamda duyduğum sesti.

“Merhabalar?” demişti sorgular gibi, arkamda sesini işittiğim Emre. Durduğum yerde gözümü kapatmış dudaklarımı birbirine bastırmıştım.

“Emye abişş!” Açelya babamın yanından kalkar kalkmaz yanımdan geçip Emre’ye doğru koştu. Bir adım öne attım ve arkamı döndüm. Emre Açi’yi kucağına almıştı. Bakışları beni bulurken gülümsemiş, lakin babama doğru dönünce ve Caner’i görünce de o gülümseme yüzünden silinmiş ve kaşları çatılmıştı. Yine başlıyoruz. Yüce rabbim bana sabırlar versin en ama en bolundan.

“Hoş geldin Emre oğlum,” dedi annem gülümserken. Emre annemle ve diğerleriyle kısaca selamlaştı ama bakışları hâlâ Caner’e kayıyordu. Caner ise garibim, ailemin ahiret sorusu içinde kıvranmıştı.

“Sen bizim şu lisedeki Emre’sin değil mi?” diye sordu yanımıza yaklaşırken. Emre kafasını sallarken hâlâ onun kim olduğunu ve burada ne aradığını sorgular gibi bakıyordu. “Evet,” dedi sonra onu yanıtlayarak, bizim derken benden de kastettiğini anladığı için. “Sen?”

Caner tam konuşacaktı ki Emre’nin kucağındaki Açelya araya girdi. “Najlı’nın sevdiyisiymiş bu abiş,” demesiyle bir anda Emre’nin sert bakışları beni buldu. O an ne yapacağımı bilemedim. Bugün herkes özellikle mi üstüme oynuyordu anlamıyordum ki!

“Ne?” dedi Emre şok içinde.

“Ya Açi bir sus,” dediğimde ağladı ağlayacaktım. “Atacağım kendimi şu camdan, o olacak.”

“Valla değilim diyorum.” Caner açıklama yapmak için Açelya’ya baktığında buna daha sonra gülecektim. Şu an düştüğümüz durumdan kurtulmam gerekiyordu.

Dudağını büzdü. “Ama dediş öyle dedi.”

“Açi, sus halacım. Tamam mı bir tanem, sus.” Açi anlamasa da gülerek eliyle dudaklarına sahte bir fermuar çekti. Sonra babama döndüm. “Siz niye böyle abuk sabuk konuşup beni arkadaşlarıma rezil ediyorsunuz imdat ama ya!” diye söylendim.

“Dünden beri seninle ilgili bana gelen şeyler yüreğime indiriyor kızım ne yapayım,” dedi babam huysuzca. “ sorguluyorum herkesi.”

Bana gelen görücü olayından bahsediyordu. Meral abla beni şaşırtmamış, bu konuyu annemlere açmıştı. Adam hasta yatağında yatıyor be kadın, ne istemesi, ne hayırlı işi! Annemden duyduğuma göre babam katiyen istemediğini söylemişti. Bir tane kızı var, turşusunu kurmak istiyormuş diyerek göndermişti. İşime gelmişti de konumuz bu değildi. Sırf bir tane görücü geldi diye arkadaşlarımı sevgilim mi acaba diye sorgulayacak mıydı bu adam? Büyüdüğümü kabul etmiyordu çevremdeki tek kişi bile, ki buna şu an kucağında Açi ile gülümsemesini kapıda bırakmış şekilde bana bakan, hoşlandığım geri zekâlı herif de dahildi.

Ona arabada görücü geliyor bana galiba ya diye söylendiğimde şoka girmiş, “Ne görücüsü, kaç yaşındasın sen daha?” diye çıkışmıştı.

“Oha Emre, abart.” dedim hayretle. “ 23 oldum ben. Yakında 24 olacağım hatta. Çocuk muyum ben?”

“Evet, küçüksün hâlâ,” dediğinde direksiyonu sıkıca tutmuş, kafasını bana çevirmişti. “Evlenemezsin.”

İşaret parmağımı kaldırıp onu uzattım. Kaşlarımı çatıp, “Bana bir daha küçüksün dersen seni gebertirim!” diyerek salladım parmağımı. Bıkmıştım onun tarafından çocuk muamelesi görmekten. “İster evlenirim, ister evlenmem. Sana ne be!” Sabır çekerek saçımı arkama savurdum. Onun ise yüzü düşer gibi oldu ama hemen toparladı.

“Bana ne falan değil. Mevzu bahis sensen, o konu beni gayet ilgilendirir.”

“İyice Giray abim kesildin başıma,” diye söylendim. Bunu dediğim an kaşları çatıldı. “Zaten evlenmem ben. Kariyer yapmak için yurt dışına çıkacağım.”

“Çıkacak mısın?”

İç çektim yüzümü asarak. “Şu anlık sadece hayal.”

Sonrası günlük sohbet olarak dönmüştü aramızda. Ama bana çocuk muamelesi yapmasına yine de fena kurulmuştum. Ne demek küçüksün sen daha! Yok Açi kadarım hâlâ! Neyseki ona olan aşkımı aşabiliyor ve onunla normal konuşabiliyordum. Eğer aşamasaydım onunla o an kesin kavga ederdim ama etmemiştim, sadece Nazlılığımı yapıp yükselmiştim biraz. Söylediklerine içten içe kırılsam da belli etmiyordum. Aramızı bozmamaya çalışıyordum. Çünkü istesem de hayatımdan çıkarabileceğim birisi değildi o. Her daim olacaktı. Biliyordum.

Babama gidip yanına oturdum. “Sevgilim yok. Evlenmiyorum. Sonsuza kadar da seninle yaşayacağım,” dedim ellerini tutup kelimeleri tek tek söylerken. Sonra abime kısa bir bakış atıp sinsice gülümsedim. “Sen önce şu abimi evlendir, evden gitsin.”

“Nazlı!”

Başımı omzuna yasladım ve dişlerimi göstererek gülümsedim. “Efendim abicim?”

“Çeneni kapat güzelim.”

“Zelişim,” dedi babam hızlıca anneme dönerken. Annem merakla kafasını salladı. “Ben hastaneden çıkınca şunun sevdiği kızı eğer o da istiyorsa isteyelim.” Ben babamın göğsüne kafamı yaslayıp keyfim yerine gelmiş bir şekilde sarılırken abim renkten renge girdi. Elif ablaya emrivaki yapmamızdan korkuyordu. Tabii ki öyle bir şey yapmayacak ve onların istemesini bekleyecektik ama abimle dalga geçmek müthiş eğlenceli bir şeydi. Babam da bana uyduğu için abim iyice çıldırtıyordu ve benim keyfimi fazlasıyla yerine getiriyordu.

Annem neşeyle kıpırdandı. “Ay çok iyi olur, Gökhan.”

“Anne!” diye yükseldi abim, sinirden sakallarını ovuştururken. “Bi' sakin olun Allah aşkına ya! Kızı görünce de atlamayın üstüne.” Sonra bana döndü. “Sen de kapat çeneni. Her şey senin başının altından çıkıyor zaten küçük velet.”

Babamın göğsünden başımı ayırıp otururken abime dilimi çıkardım. “Sensin küçük velet, geri zekâlı!”

“Evlatlarım gerçekten çok iyi anlaşır.” Babamın sesi alaycı, aynı zamanda da keyifli çıkmıştı. Abimle böyle atışmalarımızı izlerken arada çekirdek alıp karşımıza geçtiği bile olmuştu. Annem ise başını ağrıttığımızı anlamamız için şakaklarına bir şeyler bağlayıp bıktım sizden gibisinden bir şeyler söyleyerek evin içinde dört dönerdi. Sonra da babama kızardı. Babam da usulca yanından tüyer, mutfağa kaçardı. İnanılmaz bir aileydik. Ki şu an da evdeki gibi bir an yaşandığından annemin öfkeli bakışlarına maruz kalıyorduk.

Emre bizim anlaşma şeklimizi bildiğinden kucağında Açelya’yla bir şeyler konuşarak keyifle bizi izliyordu. Caner ise bizi toplu halde hiç görmediğinden biraz şaşkındı. Evdeki halimizi okuldayken onlara az çok anlatmıştım ama görmek elbette ki farklıydı. Yine de yüzünde eğlendiğine dair bir ifade vardı.

“Giray, Nazlı!” diye söylendi annem abimle birbirimize biraz daha böyle bakarsak gözlerimizden ateş çıkartacağımızı anladığı an. “Misafirleri yanında yapmayın bari, çocuk gibisiniz!”

“Bırak Zelişim bırak. Eğleniyor çocuklar. Hem bu hergele,” derken Caner’e döndü. “Az kafamı şişirmezdi eskiden. Benimkilerden beter. Sorun etmez.”

Dudaklarımı bastıra bastıra güldüm. Emre ise bön bön bana bakıyordu. Ne dercesine kafamı salladım ama bir şey demedi. Dengesiz herif!

“Aşk olsun Gökhan Amca. Ne zaman şişirdim kafanı.” Babam Caner’e sen ciddi misin der gibi baktığında Caner pes ederek nefesini bıraktı. “Yapmışımdır kesin.”

“Kızımı da az yoldan çıkarmazdın,” diye devam etti babam. Bu sefer yüzümdeki gülümseme silindi. Emre babamın söylediği ile bön bön bana bakmaya devam ederken ben de sabır çekerek konunun nasıl yine bana geldiğine anlamaya çalışıyordum. “Sürekli okul sonrası bilgisayar oyunları oynamaya kaçıyordunuz,” derken işaret parmağını uzatıp salladı. “Bilmiyorum sanmayın.”

Hayretle babama baktım. “Kaç yıl geçti baba ya, nasıl aklına geldi bu?” Evet, okul sonrası sürekli Canerlerin peşine takılır, PlayStation oynamaya giderdik. Emre üniversitede olduğundan onlara takılıyordum sürekli. O sürede de manyak yakın arkadaş olmuştuk. Bana oyunların nasıl oynandığını öğretmiş, sonunda da bana yenilecek hale gelmişlerdi. Bir şeyi öğrenirsem en iyi şekilde öğrenirdim. Zaten onlar sayesinde iyi bilgisayar kullanmayı öğrenmiştim. Sonrası da mesleğime artı olarak dönmüştü. Kim demiş oyun oynamak faydasız diye?

“Seninle ilgiliyse hiçbir şeyi unutmam Nazlım. Neyse ki Emre oğlum vardı,” derken Emre’ye döndü. Emre bana diktiği delici bakışlarını babama çevirmiş ve gülümsemişti. “O olmazsa senin okulda ders çalışacağın yoktu.”

Gözümü devirdim. “Sürekli arayıp ders çalış diye darladığını unutmadım babacım merak etme.” Üniversitedeyken bile gün içinde beni arayıp zorla ders çalıştırdı. Çalışmazsam eve dönünce benimle dışarı çıkıp bir şeyler yapmayacağı konusunda tehdit ederdi. Ben de el mecbur, pıtı pıtı kitaplarımın başına dönerdim.

“Kötü mü yapmış sanki,” diye araya girdi abim. Pişkince koltuğa yayılmıştı. Konunun bana dönmesi onu keyiflendirmişti. “Salak olduğundan çalışmak senin aklına gelmiyordu hiç. Çocuk ne yapsın, kendi dersi yokmuş gibi bir de seninle uğraşıyordu.”

“Ben mi dedim uğraş diye Allah Allah!” dedim yükselerek. Emre ise az önceki bana attığı ruh emici bakışları yerini sırıtmaya bırakmıştı. Öfkelenmem hoşuna gidiyordu. “Sen niye gülüyorsun şimdi!”

“Öfkeyi civciv dehşet şaçtııı!” dedi Açelya ellerini birbirine art arda çarpıp bana gülerek baktığında. O an herkes şok içinde ona bakarken ben düşüp bayılacaktım. Cidden bugün herkes üstüme oynuyordu.

Abim şoktan çıktığı an böğüre böğüre kahkaha atmaya başladı. Sonra devamı geldi. Diğerleri de ona katıldı. Odada gülmeyen tek insan evladı bendim.

“Amcasının gülü be!” dedi abim Açelya’ya öpücük atarken. Açelya da boş durmadı, havada öpücüğü eliyle tutuyormuş gibi yaptı, sonra da öptü.

“Açi, sen beni herkese güldürdün ya,” diye söylendim homurdanarak. “Bir daha seni dışarı çıkarırsam ne olayım. Ağlarsın peşimden Najlı Najlı payka gidelim noluy diye.”

“Küştün mü baya?” dedi Açelya Emre’nin kucağında dudak büzerken. “Ama küşme Najlı, üzüyüyüm.”

“Üzül, bana ne,” dedim omuz silkerken ama aslında kıyamıyordum. Biraz daha öyle bakmaya devam ederse gidip öpecektim. Hala olmak çok zordu! İki trip atamıyorduk şurada.

“Çocukla çocuk olma Naz.” Sinirli bakışlarımı Emre’ye çevirdim. Sırıtıyordu tepkime. Ben ise söylediği söze takılmıştım. Hâlâ çocuk diyordu, geberteceğim ama artık, imdat ya!

Abim kollarını başının arkasında bağladı keyifle. “Bu kız hâlâ ergen diyorum ben,” diye söylendi. “dinlemiyorsunuz ki.”

Tahammülsüz bakışlarımı abime çevirdim. “Konuştu John Nash*.” Abimin kaşları çatılırken Emre kahkaha attı. Yaptığım imayı sadece ikisi anlamıştı.

“Najlı ,amcam sayak sayak tonuşuyo. Şen baya tüşme oluy mu?” Ben keyifle gülerken abim de az önceki attığı öpücüğe pişman olur gibi bakmaya başladı. Hızlıca Emre’nin kucağından Açelya’yı aldım.

“Küsmem aşk bahçem. Abimi zorbalamaya devam ettiğin için sana hiç küsmem.” Hızlıca yanağına öpücük bıraktım. O sırada annem Açelya’ya böyle şeyler öğretmemen gerektiğine dair bir şeyler söyledi. Abim de yazıklar olsun nidalarıyla boş yaptı.

Caner tüm süreç boyunca bizi izleyip durdu. Çünkü nasıl tepki vereceğini bilemiyordu. Bize damat gelirsen çok görürsün böyle ortam demeyi çok istesem de patavatsız çenemi hemen tuttum. Çünkü canım ailem onunla sevgili olduğumu sanacaktı tekrar. Bu sefer de benim Caner’i dünya ahiret eniştem olarak görüyorum nidaları atmam gerekecekti. Derin de beni gebertecekti. Aman kalsın.

Abuk sabuk tartışmamızdan çıkıp normal sohbet etmeye başladık. Emre de o ara katta olan diğer hastaları ziyaret edeceğini söyleyip odadan çıktı. Caner ve babam uzun uzun sohbete daldılar. Az önceki tavrını geriye bırakmış, normal bir şekilde konuşuyordu çocukla sonunda. Okulundan, okuldan sonra neler yapacağından falan konuştular. Konu bir şekilde dört gün önceki maça geldi. Caner de babam ve abim gibi Beşiktaşlı olduğundan fanatikler olarak ayrı bir sohbete girdiler. Arada bana da laf sokmayı ihmal etmediler. Ben Galatasaraylıydım. Konuştukları maçta da biz 2-0 kaybedince alay konusu olmuştum. Salak Emre’nin de tam şu sohbet öncesi gideceği tutmuştu. Az gelip bana destek çıksaydı ne olurdu sanki? Onun için Galatasaraylı olmuştum ben zaten. Üçe bir kalınca herkes üstüme gelmişti. Hepsine çemkirince sonunda benim çenemle uğraşamayacaklarını anladıkları için kendi sohbetlerine geri dönmüş, beni salmışlardı. Onlarla tekrar uğraşmamak için Açelya ile el oyunu oynamaya başladım. O su-ırada da dayın aradı, annem de onunla konuştu.

Dayım haberi aldığından beri gelmek için niyetlense de annem ve babam onlara engel oldu. Boşuna hastaneye gelmesinler, yakında eve geçeriz, iyileşince gelirler hem daha uzun süre misafir ederiz demiştiler. Ailecek uzun zamandır vakit geçiremiyorduk, bu bahaneyle toplanırız diye düşünüyorlardı. Serkan'la da dün telefonda konuşmuştuk. O da dayımlarla gelirim diyordu. Umarım gelirlerdi.

Babamlar bir süre daha sohbet ettikten sonra Caner “ben de kalkayım artık,” diyerek ayaklandı. Babamlar otursaydın dese de geç olmuştu. “Hasta ziyaretinin kısası makbuldür Gökhan amcam, bir dahakine kafene gelirim bol bol konuşuruz.”

“Beklerim evlat,” dedi babam göbeğini tutarak gülümserken. Eskiden olsa onu kesin kovardı. İnsan büyüyünce yetişkinlerin gözünde birey olarak görünebiliyordu artık. Hoş sohbetine seni de dahil ediyorlardı o zaman.

“Kendine iyi bak oğlum. Ziyaretin için çok sağ ol.” Annem Caner’e sıcak bir tebessüm gönderdikten sonra bana döndü. “Kızım sen de arkadaşını yolcu et.” Onu başımla onaylayıp ayaklandım. Açelya'yı kucağına bırakır bırakmaz Caner'e çenemle kapıyı işaret ettim. Peşimden geldikten sonra herkese son kez daha veda edince odadan çıktık.

“Demek sevdiğin biri var,” dedim odadan çıkar çıkmaz Caner in önüne geçerek geri geri yürüdüğümde. Dudaklarıma sinsi bir gülümseme yerleşti. “Kimmiş o kız?”

Köşeye sıkışmış bir şekilde ensesini kaşıdı. “Ben babanın sorusundan şey etmek için şey etmiştim.”

Kafamı omzuma yaslayıp gülümsedim. “ Ney etmek için ney ettin,” derken ellerimi arkamda birleştirdim.

Oflayarak nefesini bıraktı. “Soru sorma.”

“Kaçma sen de.”

“Kaçmıyorum Nazlı Hanım,” derken gözlerini kaçırdı. “yok öyle biri.”

“Var öyle biri,” derken geri geri yürümeye devam ediyordum. Caner karşısına birini görmüş gibi bakarken arkamı dönmeden önce sözlerime devam ettim lakin “kimmiş hoşlandığın kı–” diye lafımı tam bitiremeden sırtımla birine çarptım. “Siktir!” diye mırıldandım.

“Naz…” dedi arkamdaki sesin sahibi söylenir gibi. Şükür ki yabancıya çarpmamıştık. Yavaşça ona dönüp tatlı bir şekilde gülmeye çalıştım ama onun suratı sirke satıyordu. “düzgün yürü. Düşeceksin, sonra bir yerini kıracaksın.”

Omuz silktim. “Bir şey olmaz.”

“Düzgün yürümezsen olur.”

“Peki doktor bey,” diyerek gözlerimi devirdim. Sonra Caner’e döndüm. “Hadi gidelim.”

Emre araya girdi. “Nereye?” diye sordu, merakı tüm suratından okunuyordu.

“Yolcu edeceğim. Eve gidecek çocuk, gitmesin mi?”

“Tek gidemiyor mu?”

Hayretle ona baktım. “Şaka gibisin. Arkadaşım ya hani.”

“Neyse ne,” herkes göz ucuyla Caner’e baktı. “Eve sağ salim gittiğini öğrendikten sonra için rahat edince gel, konuşalım.”

“Aynen aynen.” Alaycı konuşmasına gözümü devirip Caner'le birlikte yanından uzaklaştık. Emre’nin delici bakışlarının sırtımı deştiğini hissedebiliyordum. Bu çocuğun sabahtandır olan bu agresifliğini gram çözememiştim. Kesin tersinden kalktı. Gerçi günde toplasan üç saat uyuyordu bazen. Az uyuduğu için de böyle mal mal davranıyor olabilirdi. Çünkü ben az uyuyunca herkesle kavga edebiliyordum.

“Emre bana sinirli miydi,” diye sordu Caner asansörden indiğimizde. “yoksa ben mi yanlış anladım?”

Kafamı olumsuzca salladım. “Senlik bir şey yok genel böyle. Herkese hemen yaklaşmaz o. Bir de çalışıyor tüm gün, yorgundur.”

Dediğimi onaylar bir mırıltı çıkardıktan sonra kafasını salladı. “Ailen fazla iyi,” diye devam etti, “keyif aldım sohbetinizden.”Yüz ifadesinden de eğlendiğini görebiliyordum. “Başta bir üç buçuk attım ama yalan yok.” İstemsizce güldüm. O da aynı sıcak gülümsemeyle karşılık verdi. Daha sonra üç gün sonra gideceğim Uludağ projesi için gitmeden önce haber vermemi istedi ve vedalaştık.

Onlar bizden iki gün önce gidecekti, yani yarın. Ben ise şu an hiç gitmek istemesem de mecbur olduğumdan gitmek zorundaydım. Babamı tek bırakmak istemiyordum. Tek olmayacağını bilsem de içimde bir yerde bir korku vardı ve tüm gülümsemem tek kaldığım şu andan itibaren tekrar solmuştu. Etrafımı inceledim. Bir hastanedeydim. Bu bile beni geriyordu yalnız kaldıkça. Bir an önce eve gitmek istiyordum.

Odaya çıkmadan önce Emre’ye mesaj attım. Müsait olunca, molaya falan çıkınca bana haber vermesini istedim. Konuşalım diyordu ama ne konuşacağı hakkında fikrim yoktu. Bekleyip görecektik.

***

Emre Körü: Aşağıda bekliyorum.

Emre Körü: Üzerine bir şey almadan çıkayım deme sakın!

Geliyorum.

Hasta olursam bana bakarsın bir şey olmaz.

Emre Körü: Kendini bilerek hasta edersen bakmam.

Ne demek bakmam! Doktorsun sen.

Hipokratı yeminini boşa mı ettin?!

Şikayet ederim seni!

Emre Körü: Hastanede yatmak istemiyorsan üstüne bir şey al.

Düşüncesi bile korkunç!!!

Emre Körü: Hadi gel, bekliyorum.

Bekle, işin ne.

Emre Körü: İşim sensin.

Telefonu kapatıp arka cebime attıktan sonra annemlere Emre’yle aşağıda oturacağımı söyledim ve ceketimi alarak odadan çıktım. Aşağı inene kadar Emre’nin yazdığı son mesajı kafamda döndürüp duruyordum. Böyle şeyler demesi olmaz mıydı yani? Yüreğime indiriyordu. Bendeki de kalpti.

Aşağı indiğim gibi bahçeye çıktım. Hava kararmıştı bile. Ceketi giydiğim için şükrediyordum çünkü gerçekten soğuktu. Bana direkt in deseydi ceketsiz inerdim kesin. Bunu bildiğinden ceketimi almamı özellikle tembih etmişti. Düşüncesi yüzümde tebessüm oluştururken ışıkların aydınlattığı kadarıyla bahçeyi taramaya başladım. Koca bahçede Allah bilir neredeydi? Her tarafı incelerken sonunda görüş alanıma girmişti. Yanında Levent’le konuşuyordu. İkisinin de üzerinde doktor önlüğü vardı. Onlar yerine üşüdüm burada. Soğuktu hava aloo! Ellerinde olan içeceklerle ısınır mıydı insan? Ya da ben çok üşüyen biriydim. Bunun daha mantıklı olduğuna kanaat getirdikten sonra adımlarımı onlara doğru çevirdim. Ne konuşacağını kafamda döndürüp duruyor ama bir sonuca varamıyordum.

Yanına geldiğimi hissetmiş gibi gözlerini bana çevirdi hemen. “Selam,” dedim karşılarında durduğumda. Ellerimi arkamda birleştirmiş dişlerimi göstererek gülüyordum. Ama Levent'in bıyık altından sırıtması kaşlarımı çatarak gülmeme neden oldu. “Selam külkedisi, ayıcıklar yok bugün?” dedi alaycı bir şekilde. Kaşlarım daha da çatıldı. Parmaklarımı etrafında çevirirken “Ip Man** olmamı istemiyorsan sus bence,” diye tısladım dişlerimin arasından. “Ucube Doktor Levent’ten bunca yıllık hırsımı da senden çıkarırım, morgda bulursun kendini.”

Emre gülerken kafasını salladı. “Yapar.” Elinde dumanı tepesinde tüten iki tane karton bardak vardı, birini bana uzattı. Suratıma yerleştirdiğim kötü bakışı Levent’in üzerinden çekmeden bardağı aldım ve birkaç yudum içtim. Çaydı. Şekersiz. Levent teslim olurcasına elini kaldırdı. “Ben kaçayım o zaman,” dedi geri geri yürürken. “Size iyi sohbetler.

“Kaç kaç.” Kaşlarımla ileriyi gösterirken keyiflenmiştim. Bakışlarımdan korkmuş gibi görünüyordu. Az bileydi ona. Dünden beri beni her gördüğü yerde dalga geçiyordu. Son kez el salladıktan sonra arkasını dönüp gitti. Bakışlarımı Emre’ye çevirdim. “Ee…” dedim merakla kafamı sallarken. “Ne konuşacaksın?”

Yüzündeki gülümseme silindi ve ciddileşti. Bana doğru bir adım atarken “İyi misin?” diye sordu. Bunun için mi çağırmıştı? İyi misin demek için? Alelade bir iyi misin sorusu değildi bu çünkü, gerçekten iyi misin diyordu.

Genişçe gülümsedim. “İyiyim.” derken meraklı bakışlarımı yüzünde çevirdim. Konunun gideceği yeri az çok tahmin ettiğim için odağı başka yere çekmeye çalıştım. “Niye ki? Kötü mü görünüyorum?” Telaşa kapılır gibi oldum. Boştaki elimi yüzüme götürünce endişeli bir şekilde “Solgun falan mı duruyorum yoksa? Ondan mı bana Külkedisi diyorlar?” dedim, dudaklarımı büzerken ağlayacak gibi hissettim. “Kesin çirkinleştim de.”

Emre şok içinde bana bakıyordu. “Hayır hayır,” derken gülmemek için zor duruyordu. “Öyle bir şey değil. Sen her halinle güzelsin.”

“Güzel miyim gerçekten?” dedim sevecen bir şekilde gülümserken. Ellerimi çay olan bardağa sıkıca sardım. Bana doğru bir adım daha attığında aramızda pek bir mesafe kalmamıştı. Elleri sanki olması gereken yerde durmak istermiş gibi açık bıraktığım saçlarıma gitti. O an, kalbim göğüs kafesimde çırpınmaya başladı. Gözlerim büyürken “Güzelsin.” dedi birden kadife bir sesle, saçlarımın uçlarıyla oynadı. “Hep güzelsin.” Allah'ım bismillah!

Bakışları yüzüme dalarken yutkunduğumu hissettim. Al işte, utanmıştım. Çok utanmıştım. Bu ara yüreğime indirecek şeyler söylüyordu. Beni fazla zorluyordu. Aşkımı unutmak istedikçe bana fazla yakın davranıyordu ve bu, benim kafamı oldukça kurcalıyordu. Kızların dediği şeye götürüyordu ama olmazdı. O beni, benim onun sevdiğim gibi sevmezdi. Kendimi böyle kandırıp sonra daha fazla üzülmeme müsaade etmeyecektim.

Gözlerimi ondan kaçırıp bir adım geri attım. O da transtan çıkmış gibi ellerini üzerimden çekti. “İyi olduğumu öğrendiğine göre içeri geçeyim ben,” diye mırıldandım doğal bir şekilde davranarak ama bakışları gitmeme müsaade edecek gibi değildi. “Değilsin,” dedi sadece. “Seni tanıyorum.”

Kaşlarım çatıldı. “Nereden çıktı bu?”

“Seni görüyorum.” Sen hiçbir zaman beni görmedin demek istesem de sustum. Devam etmesi bekledim. “İyiymiş gibi yapıyorsun ama yalnız kaldıkça karamsar düşüncelere kapılıyorsun.” Araya girip konuşacaktım ama ellerini kaldırıp bana engel oldu. “Durup durup babana daldığını görmediğimi mi sanıyorsun?” Kafasını iki yana salladı. “Kendini bile kandırabilirsin ama beni asla.”

“Öyle bir şey yok.” Gözlerimi ondan kaçırdım. Bunu fark etmesi sinirimi bozmuştu. Zayıflıklarımı görsün istemiyordum. “Paranoya yapıyorsun.”

Elimdeki birkaç yudum içtiğim bardağı masanın bir köşesine koydum ve gitmek için hareketlendim çünkü bu konuyu daha fazla deşsin istemiyordum ama arkamdan “Ağlamak istiyorsan ağla,” dedi birden. Kalakaldım. “Ben buradayım. Gizlenmek istersen de gizlerim seni. Yeter ki içine atma.”

Ağlamaktan bahsettiği an hain gözlerim sanki bu ânı bekliyormuş gibi dolmaya başladı. Omuzlarım çökerken hareketsiz kaldım. Dudaklarımı birbirine bastırıyor, aynı zamanda dişleyip duruyordum çünkü ağzımı açtığım an, arasından bir hıçkırık kaçacağını biliyordum. Bana doğru hareket ettiğini hissettiğim gibi tüm vücudum ürperdi. Ellerime uzandı ve beni kendine doğru çekti. Sırtım karnına çarparken omuzlarımdan tutup beni kendine doğru çevirdi. Yüzümü eğmiş ona bakmamak için çaba gösteriyordum çünkü yavaş yavaş gözyaşlarımın yanaklarımı ıslattığını hissetmeye başlamıştım.

“Bana bak,” diye fısıldadı ama yapmadım. İnat edeceğimi bildiği için çenemden tutup yavaşça kaldırdı. Gözlerimi ona değdirmemeye çalıştım ama ona bu kadar yakınken bu dediği oldukça zordu. “Naz…” derken adımı iç çeker gibi söylemişti. “ben yanındayken saklamaya çalışma duygularını.” Yanağımı okşarken nefesini bıraktı. “Ağladığını görmek beni mahvetse de bunu saklamaya çalışman beni daha da üzüyor. Çünkü gizlediğin her duygu seni hasta ediyor. Görüyorum.” Diğer elini de boştaki yanağıma koyduğunda yüzüm tamamen avuçları arasındaydı. “Yapma kendine bunu. Benim yanımda en azından.”

“Niye?” diye fısıldadım bakışlarının dudağıma kaydığını hissettiğimde. “Niye senin yanında?” Neyimsin ki sen benim demek istedim ama sustum. Çünkü çıkmaz bir sokaktaydım. Sözlerin devamının çıkacağı bir yer yoktu. Daha da dibe çekecekti beni.

“Başkası olsun ister misin?” dediğinde bunu söylediği için vücudu kaskatı kesilmişti. Pişman olmuştu sanki. Cevabımdan korkar gibi yüzüme baktı. “İstemem,” diye fısıldadığım an nefesini rahatça bırakmıştı ama “kimseyi istemem,” diye devam etmemle tekrar bozulmuştu. Kimseye ihtiyacım yok diyordum. Çünkü sen beni alıştırmıştın.

“Zaten başkasını istesen de izin verebileceğimi sanmıyorum,” diye mırıldandı. Ellerimi yüzümden çekti ve belimden tuttuğu gibi beni kendine bastırdı. Anın şokuyla elim havada kalırken onun elleri sırtıma dolanmıştı bile. “Sarıl bana,” diye fısıldadı çenesini omzuma yaslayıp bana sıkı sıkı sarılırken. “Lütfen.”

İsteğine boyun eğdim. Ellerim sırtına dolandı. Başımı göğsüne yasladım ve o an, sanki evimdeymişim gibi hissettim. Ona sarılmak neden evde olmak gibiydi? Yaşlar gözümden usulca akmaya devam ederken gecenin karanlığında bunu kimsenin göremeyeceğini bilsem de yüzümü göğsüne saklayıp hıçkıra hıçkıra ağladım. Beni bu kadar iyi tanıması sinirlerimi bozsa da ona sarıldığım andan itibaren güvendeymişim gibi tüm duygularımı bırakabilmenin rahatlığını hiçbir şeye değişmezmişim gibi geliyordu. Onu kimseye değişmezdim ama onda olmak da bir o kadar acı veriyordu. Çünkü ona yaklaştıkça ve kırdıkça aramıza inşa ettiğim buzdan duvarı, onun yine gözümü açtığım bir sabahta çekip gittiğini duyacakmışım gibi hissediyordum. Ona güvenemiyordum.

Elleriyle saçlarımı okşadı. “Rahatladın mı?” diye mırıldandı usulca. Ağlamalarım yavaş yavaş kesilmeye başladı. Kollarımı ondan ayırmadan başımla onayladım. Burnumu çekerken “rahatladım,” dedim çatallı sesimle. “Buna ihtiyacım vardı.”

“Biliyorum.”

“Bilmesen keşke,” diye mırıldandığımda belimi saran elleri dondu. “Beni böyle zayıf görmenden hoşlanmıyorum.”

Saçlarımın arasına öpücük bıraktı. O an tüm bedenim titredi sanki. “Ben senin her halini seviyorum,” dedi tüm netliğiyle. Sözlerini duyar duymaz ondan kaçmak istedim. Devamını getirmesin istedim. Beni yalan sözleriyle kandırmasın istedim ama yapamadım. Ona öylece sarılırken hareketsiz kalmak dışında hiçbir şey yapamadım. Kalbim güm güm atarken beynimin uzaklaş ondan komutu arasında sıkışıp kaldım. Aşk akıl işi olmadığından beynimle birlikte kalbin terazisine yenildim ve çaresizce bu anın bitmesini bekledim. “Biliyorsun. Sen benim çocukluğumsun.”

“Ama büyüdük,” derken nefesimi bıraktım. Başım göğsünün üzerindeyken kalp atışlarının delice çarptığını hissedebiliyordum. Benimki gibiydi tıpkı ama sevemezdi benim gibi. Sevmeyecekti.

“Büyümek siliyor mu geçmişi?”

“Gitmek siliyor.”

“Gidenler affedilmez mi?”

“Affedilmeli mi?”

“Affetsin,” derken sesi çaresizdi. Affet beni diyordu. “Çünkü kırgın kalmak onu hasta eder.” Saçlarım tekrar okşadı. Bir şeye kırgın kalırsam kafamda sürekli kurup beynimi yorardım. Bunu iyi bilirdi. Ve ben onu düşüncelerimin arasındaki çıkmaz sokaktan çıkaramıyordum. “Olmasın hasta.”

Başımı yavaşça kaldırıp yüzüne baktım. O da bakışlarını bana diktiğinde dudaklarımız arasında çok az bir mesafe kalmıştı. Harelerim oraya kayınca istemsizce irkilip kollarımı ondan ayırdım ve uzaklaştım. “Olursa sen bakarsın, doktor değil misin?” dedim alaycı bir şekilde ciddi konuşmaya son vererek.

Dudakları nın bir kenarı kıvrıldı. “Hastanede yatmak istiyorsun galiba,” dediği an yüzümü buruşturdum ve “Asla!” diye çıkıştım. “Hastanelerden nefret ederim.”

“Ben bakarım sana korkma.”

“Aman kalsın,” diye kestirip atarken telefonumdan bildirim sesi gelince ikimiz de sustuk. Merakla arka cebime koyduğum telefonu çıkarırken Emre pür dikkat beni izliyordu. Ona bakmadan telefonu açtım ve bildirime baktım. Instagram’dandı. Arda’nın mesaj attığını görünce kaşlarım çatıldı. Gece gece aklına ben mi gelmiştim? Emre “Bir şey mi oldu,” diye telefona uzanıp bakmaya çalışırken mesajı açtım.

ArdaTuna_: İyi akşamlar Nazlı. Rahatsız ediyorum kusura bakma.

ArdaTuna_: Caner’den babanın kalp krizi geçirdiğini öğrendim.

ArdaTuna_: Geçmiş olsun demek istedim. Umarım daha iyidir.

Yüzüme tebessüm yerleşince cevap yazdım hemen.

Nazlı_Aladağ: Çok sağ ol Arda.

Nazlı_Aladağ: Gayet iyi durumu.

Nazlı_Aladağ: Doktorlar taburcu eder bir iki güne.

Kafamı kaldırmadan gözlerimi Emre’ye diktim. Sorgular gibi kafasını sallarken “Kim o?” diye sordu bozulur gibi. Omuz silktim. “Bir arkadaş.”

ArdaTuna_: Çok sevindim. Umarım sen de iyisindir.

Nazlı_Aladağ: İyiyim ben de sağ ol. Sen nasılsın?

ArdaTuna_: İyiyim. Toparlanıyordum. Yarın Uludağ’a gidecektik. Sen gelecek misin?

Nazlı_Aladağ: Evet. Sizden iki gün sonra.

ArdaTuna_: Görüşelim mutlaka.

NazlıAladağ_: Zaten Caner salmaz beni. Mutlaka görüşürüz.

Nazlı_Aladağ: Ama benim şimdi gitmeme gerek. Sonra konuşuruz yine.

Nazlı_Aladağ: Kendine iyi bak.

ArdaTuna_ Sen de kendine iyi bak. Görüşürüz.

Konuşmayı sona erdirdiğimde telefonu cebime attım tekrar. Mesaj yazdığım süre boyunca Emre tepemde söylenip durdu. “Ay bi sus,” diye yükseldim sonunda. “Derdin ne?”

“Yok derdim falan,” diye söylendi ama vardı gayet. Öfke saçıyordu. Elleri gergince önlüğünün cebine gitti. Kafamı konuş der gibi iki yana salladım ama bana mısın demiyordu, bön bön bakmaya devam ediyordu. Bana çocuk diyene bakın, şu hareketlerinin çocuktan bir farkı yoktu. Onun dışında biriyle konuşuyorum diye böyle yapıyor olamazdı yani. Şaka gibiydi gerçekten!

“Bir arkadaşımdı. Babamı sordu,” diye mırıldandım. Ona niye açıklama yaptığım hakkında bir fikrim yoktu ama sirke satan suratını görmekten hoşlanmıyordum.

“Sormadım.”

“Aynen," dedim kafamı sallarken. “Aynen kesin sormadın.” Ümitsizce kafamı iki yana salladım. Sonra az önce Instagram’a girmemle aklıma geleni sormak için gözlerimi ona diktim. “Sen Instagram hesabını geri mi açtın bu arada?” diye sordum. Geçenlerde hikâyelerime kimin baktığına göz gezdirince onun adını görmemle şok olmuştum. En son üniversitedeyken kapatmıştı. Dersleri yoğun olduğundan girmek istemiyordu. Zaten hesabı kapalı olduğundan buradan gittiği dört sene boyunca onun neler yaptığının öğrenememiştim. Buraya gelince açmış olmalıydı.

“Evet,” dedi omuz silkerken. “Gelince açtım.”

“O zaman reelsler ile seni de darlayabilirim artık!” dedim neşeyle. Güldüğümü görünce yüzündeki sinir bozucu ifade bir çırpıda silinmişti. Gülmem onu da güldürüyordu.

“Görüldü atarım,” dedi dalga geçercesine. Anında kaşlarım çatıldı.

“Engeli basarım.”

“Yaparsın,” dedi gülerek elimden tutup beni süreklemeye başlamadan önce. Başımı sallayarak onayladım. “Yaparım.” Usulca peşinden yürüdüm. “Nereye gidiyoruz?”

“İçeriye.” Bir adım önümde yürürken kafasını hafifçe bana çevirdi. “Üşümedin mi?”

“Üşüdüm,” diye mırıldandım. Az önce hafifçe titrediğimi görünce beni daha fazla dışarıda tutmak istememişti anlaşılan.

Hastane kapısından içeri geçip asansöre doğru yürümeden önce söylediğim son şey “Reelslerin hepsini izleyeceksin!” demek olmuştu. Gerisi ikimizin gülüşmesiydi. Tehditimi ciddiye alması gerektiğini çok iyi biliyordu. Çünkü şakasız engellerdim.

***

“Anne!” diye bağırdım odamın içinde dört dönerken. “Atkım nerede gördün mü?”

“Nereye koyduysan ordadır, Nazlı,” diye bir cevap aldım. Sağ ol annecim ya, fazla yardımcı oldun.

Otel projesi için Uludağ’a gidiyordum. Beş gün kadar kalacaktım. O yüzden geceden hazırlamayı unuttuğum bavulu hazırlama işini gideceğim son dakikaya bırakmıştım. Ben asla iflah olmazdım. Yarım saat içinde çıkmam gerekiyordu ve atkımı bulamıyordum. Uludağ nisan ayının sonlarına gelsek bile hâlâ karla kaplıydı. Donmak istemiyordum. Oteller bölgesi en tepede olduğundan buz gibi olacaktı ve ben çabuk üşürdüm.

Atkımı sonunda gardırobun arka taraflarında bulurken nefesimi bıraktım rahatlayarak. Eve gelince şu gardıroba el atma düşüncesi aklımın bir köşesine koyarak kalan eşyalarımı kırmızı bavuluma tıkıştırmaya başladım. Birkaç ceket ve mont eklemeyi ihmal etmedim. Derin’le kız gecesi yapmak için el çantasına da abur cubur tıkıştırmıştım. Onun benimle gelmesi sorun olmamıştı, zaten ben odada tek kalacağımdan benimle kalacaktı. Bu proje biz çalışanlar için aynı zamanda tatil de sayılacağından benim gibi yanında birini getiren birkaç kişi daha olmuştu.

Bavulumu toplama işi bitince sonunda rahat bir nefes verebilmiştim. Aynanın önüne geçip kendimi son kez inceledim. Üzerimde su yeşili bir kazak, siyah bir pantolon vardı. Kazağın ön uçlarını pantolonun arasına sıkıştırıp yuvarlak tokası olan bir kemer geçirmiştim. Saçımın da ön kısımlarını tepeden toplayıp açık bırakmış, kazağımla aynı renkte bir peluş toka takmıştım. Oldukça tatlı duruyordum. Kendimi beğendiğime dair mırıltı çıkardıktan sonra el çantasını kırmızı bavulumun üstüne koyarak odamdan çıktım ve ve bavulu koridora doğru çektim. Bunları üç kat nasıl indireceğimi daha sonra düşünecektim.

Eşyalarımı bir kenara bıraktım ve oturma odasına geçtim. Babamı görmeden gitmeyecektim. İki gündür evdeydik ve durumu gayet iyiydi ama benim yine de aklım onda kalacaktı. Ne kadar gitmek istemesem de gitmek zorundaydım. Biraz daha onunla kalmak istiyordum ama babam buna gerek olmadığını söyledi. Kalırsam daha çok üzülürmüş. İyi olduğunu ve işimi aksatmamam gerektiğini söyledi. Hem biraz da tatil yapmış olurdum, bu sayede de kafam dağılırdı diye eklemeden geçmedi. Ona kocaman sarıldım söyledikleriyle.

“Babaların en yakışıklısı!” diyerek yanına yaklaştım sevecen bir sesle. Beni görünce gülümsedi ve hemen kollarını açtı. Koltukta oturmuş bir şeyler izliyordu. Yanıma yaklaştığım an koltuğa oturmuş kollarımı boynuna dolamıştım.

“Nazlım, güzel kızım,” dedi saçlarımı okşarken. “dikkatli git tamam mı?”

“Merak etme babacım,” dedim rahatlaması gerektiğini belli eden bir sesle. “Bensu arabasıyla alacak bizi, öyle gideceğiz. İyi şofördür.”

“Varınca haberdar et ama olur mu?”

Kollarımı ondan ayırıp başımı onaylarcasına salladım. “Merak etme her dakika arayacağım seni.”

Zil sesi gelince yerimden ayaklandım. Derin gelmiş olmalıydı. Babamı gördükten sonra aşağı inecektik. Hastanedeyken her gün gelip görüyordu onu, çok düşkündü ona. Evde kaldığımız günlerde de kütüphaneye gitmemiş, benim yanımda kalmıştı. O ders çalışırken ben de projelerimi çiziyordum. Aynı zamanda da babamla ilgileniyorduk. Babam böyle devam ederseniz hep isterim bu ilgiyi dediğinde de tüm aile gülmüştük. Biraz şımartmıştık sanırsam.

Kapıyı açtığımda “Ay kolum koptu!” diye söylendi Derin, krem bavulunu bırakıp üstüne çöktüğünde. Üzerinde krem bir kazak, mavi, geniş kot bir pantolon vardı. Saçları tepeden toplamıştı. Kollarını destek almak için kapıya uzattığında onun bu hali beni güldürmüştü. Daha bu bavulla üç kat indirecektik.

“Geç içeri,” dedim gülerek. Son kez soluklandıktan sonra bavulunu kapıda bırakarak oturma odasına koşturdu. Çıkardığı nidalardan babamın üstüne atladığını işitebiliyordum. Yanlarına gidecektim ki aklıma telefonu odamda bıraktığım geldi ve rotamı aksi yöne çevirdim.

Odaya girdiğim gibi komodinin üzerindeki telefonu aldım ve havalansın diye açtığım camı kapatmak için yönümü o tarafa çevirdim. Tam kapatacaktım ki karşı camın açıldığını görünce durdum. Camın ardından çıkan kişi götüş alanıma girince istemsizce tebessüm ettim. Kollarını ayılmak için iki yana açarken gözlerini aralamaya çalışıyordu. Dün gece üçe kadar çalışmıştı. En son o zaman mesajlaşmıştık ama sonra ben uyuyakalmıştım. dört beş saat uyumuştur ancak. Bakışları beni bulunca şaşırmış, sonra da gülümsemişti.

“Naz,” dedi uykulu sesle. “günaydın.”

“Günaydın,” diye karşılık verdim. “Yeni mi geldin?”

Esnerken elini ağzıyla kapattı ve kafasını iki yana salladı. “Dört beş saat oldu galiba.” Gözlerini ovaladıktan sonra sonunda tam açabilmişti. “Gidiyor musun sen?”

“Aynen,” dedim, daha sonra aklıma gelen şeyle gülümsemeden önce. Dudaklarımdaki gülümsemeyi büyütürken yaramazca sırıttım. “Senden bir şey isteyebilir miyim?”

Merakla kafasını iki yana sallarken “Elbette,” dedi tereddütsüz.

“Bizim bavulları aşağı indirebilir misin ya?” Beklentiyle yüzüne baktım. “Abim yok evde, yoksa ondan isteyecektim.”

“İndiririm tabii. Geliyorum şimdi.”

“Ay bir tanesin!” dedim neşeyle camdan uzaklaşırken. Ben camı kapatırken o öylece kalmıştı. Hâlâ ayılamadıysa demek. Son kez el salladım ve perdeyi çekerek odadan çıktım.

Yaklaşık beş dakika sonra Emre zilimize bastı. Beni baştan aşağı incelerken onu içeri davet ettim. Babamla ayaküstü konuşup durumunu sordu. Sonra pansumanı için geleceği konusunda tembihledi. Onlar konuşmaya devam ederken anneme sıkıca sarılıp her birine son kez veda ettikten sonra Derin’le aşağı indik. İnerken el çantasını kendimle aldım. Çocuğa bavul taşıtacağım diye her birini yük edinmek istemedim.

“Aklınla bin yaşa,” dedi Derin hemen yanımda kollarını ovuştururken. “Kolum felç geçirecekti yoksa.” Keyifle gülümseyip saçlarımı savurdum. Uzaktan gelen müziği işitince bakışlarımı ona yöne çevirdim. Siyah bir araç bize doğru yaklaşıyordu. Derin bana dönüp merakla kafasını sallarken önümüzde duran araçla kaşlarım çatıldı.

Çalan müzikten “bir fıstık görsem frene basarım,” sözleri yükseldiği sırada aracın camı aşağı inince gördüğüm kişiyle üzerimdeki gerginliği bir çırpıda yok edip kahkahayı basmıştım. Gelen Bensu’dan başkası değildi. Güneş gözlüğünü burnundan indirerek camlarının üzerinden bana baktı ve şarkıya eşlik etti. “çaktırmadan güzel mi bakarım.” Beni baştan aşağı süzdüğünde gördüklerinden memnunmuş gibi bakmaya başladı. Islık çalarken “Üff! güzelmişsin be cicim,” diye devam etti, kafasını sallayıp gözleriyle yan koltuğu işaret ettiğinde. “Gel beraber iki tur atalım.”

“İnanılmazsın Kızıl Bombam.” Derinle birlikte kahkahaya boğulduk. İkisini daha önceden tanıştırdığımdan Bensu’yu görünce rahatlamıştı.

“Kankalarımı bu şarkıyla karşılamayacaksam, niye arabam var?”

“Sen yeni araba mı aldın kız, ne ara?” diye sordum merakla kollarımı cama yaslarken. Çünkü arabasını tanırdım. O yüzden yanımızda başka bir araç durduğunda şaşırmıştım. Biraz daha camı açmasaydı üstüne dalabilirdim.

“Beğendin mi?”

Kaşlarımı havalandı. “Bayıldım.”

“E atla,” derken yan koltuğu işaret etti tekrar. “İki tur atalım.” İkimiz de gülünce bakışlarını yanımda duran Derin’e çevirdi. Müziği sesini kısarak araçtan indi ve kısaca selamlaştılar. Neler var, neler yok muhabbeti yaptıkları sırada arkamızda olan demir kapı açılınca bakışlarım o yöne döndü. Emre elinde iki bavuluyla bize doğru yürüyordu.

“Bismillah!” dedi Bensu sadece ben de Derin’in duyabileceği fısıltıyla gözlerini kocaman açtığında. “Kim bu fıstık?” Emre’den bahsettiğini anladığım an ona dönüp kaşlarımı çattım çabucak. Kıskançlık damarlarım bir anda kaynamıştı. Arkadaşlarım hoşlandığım kişiye yürüyemezdi.2

Derin araya girdi. “Yanlış sulardasın, uzak dur,” derken kaşlarıyla beni işaret etti. Ümitsizce kafasını iki yana sallıyordu.

“Ha…” Bensu bir şey anlamış gibi mırıltı çıkarınca keyifle sırıttı. “Enişte bey.”

“Daha o evreye gelmediler ama bence yakındır.” Derin bunu söylerken hiç memnun olmadığını haykırıyordu bakışlarıyla. Ben ise renkten renge girecektim. Öyle bir şey yoktu. Kendince gelin güvey oluyordu. Hızlıca sus der gibi kaşlarımı oynattım. Omuz silkip bana yaklaşan Emre’yi işaret etti.

“Nereye koyuyoruz?” dedi bavulları yanıma bıraktığında.

“Ben bagajı açayım.” Bensu araca uzanıp kilidi açtı. Emre tekrar bavulları alıp araca doğru yaklaştı ve bagajın kapağını açar açmaz bavulları yerleştirdi. Sonra önümde duran çantaya uzandı. Onu da koyduktan sonra kapağı kapatıp tekrar yanıma geldi.

“Çok teşekkür ederim,” dedim minnetle. Gülümseyen gözleri üzerimde geziniyordu. “Teşekküre gerek yok. Bir şey olursa direkt beni ara.”

“Olmaz bir şey.”

“Naz,” dedi uyarır gibi. “Varınca da ara.” Ben Emre’nin söylediklerine göz devirirken Bensu Derin’e dönüp “Naz mı,” diye fısıldadı Derin ellerini “Uzun hikâye,” der gibi salladı.

“Abartma Emre.”

“Abartmıyorum.” Cebinden iki adet eldiven çıkarıp bana uzatınca alnımın orta yerine vurmak istemiştim. Yine unuttuğuma inanamıyordum. “Her seferinde unutuyorsun. Çabuk hastalandığını bilmiyormuşsun gibi.”

“Nerden buldun bunu?” diye mırıldandım eldivenleri elinden alırken. Benim aklıma bile gelmemişti ki. “Annene sordum, unutacağını biliyordum.”

“Burada hava soğuk olmadığından unutmuşum,” diye üste çıkmaya çalıştım ama yemedi. Bakışlarında kesin öyledir imasını görebiliyordum. Yaz kış fark etmez, unuturdum. Onun benimle dalga geçmesine daha fazla katlanamayacağım için hızlıca buradan kaçsam iyi olurdu. Ki şu an Bensu’nun imalı bakışları altında can çekişiyordum. Her an Emre onun hareketlerinden bir şeyler anlayabilirdi.

“Neyse biz gidelim artık,” dedim ondan uzaklaşmadan önce. Kızlarla kafamı aracı işaret ettim. Bensu şoför koltuğuna geçti, Derin de arkadaki yerini aldı. Aracın etrafında dönerken Emre de peşimden geldi. Kapı kolunu tutarken ona döndüm. “Kendine iyi bak.”

“Sen de.” Gülümsedi. “Gözlerim seni arayacak.” Yoğun bakışlarını üzerimde hissettikçe kayboluyordum. Biraz daha böyle bakarsa düşüp bayılacağımı bildiğimden gözlerimi ondan kaçırdım. Aracın kapısı açacaktım ama çenemi tutmasıyla ellerim dondu. Biri bizi böyle görebilir, yanlış anlayabilirdi. Birilerinden daha çok kalbimi yanlış anlayabilirdi, bu kadar yakın olması bana zarardı. Bir an önce uzaklaşmalıydı. Yüzüme dalmış gibiydi. “Sen çok güz-” Lafını bitiremedi. Duyduğumuz sesle ikimizin bakışı aynı yöne kaydı.

Bu kızın bu sokakta ne işi vardı?

Emre çenemin üzerindeki ellerini çekip Gökçe’ye döndü. Bakışları kararmıştı. Sinirlenmiş gibi duruyordu. Avuç içleri yumruk olurken “Senin, ne işin var burada?” diye söylendi. Sesi o kadar sertti ki durduğum yerde gerilmiştim. “Gelme artık demedim mi ben sana? Rahat bırak kızım beni artık!”

Kendimi bu ortamda rahatsız hissettim. O kızla yüz göz olmak istemiyordum. Çünkü olursam bana o gün söyledikleri için saçını başını yolacağımı biliyordum. Buna izin verdiğim için kendime daha sonra kızsam da onları hâlâ sevgili sanmamdan dolayı suçluluk psikolojisiyle ses çıkarmadığımı bildiğim için bir şey dememiştim. Eğer biraz aklı varsa benimle muhatap olmazdı.

“Seni görmek istedim,” dedi Gökçe. O an ellerimin sinirle titrediğini hissettim. Bu sözleri duymak istemiyordum. Çünkü duydukça ikisi arasındaki geçmiş zihnimi sarıyor ve beni acı çektiğim günlere götürüyordu. Kalbimi kırıyordu.

“Ben gidiyorum,” dedim kapıyı açar açmaz. Emre bakışlarını bana çevirince sert ifadesi yumuşadı. “Naz,” dedi özür diler gibi ama ortada özür dileyeceği bir şey yoktu. Kendimi fazlalık gibi hissetmem onun suçu değildi. “Ararım seni,” dedim konuşmasına müsaade etmeden. Arabaya binip kapıyı kapattım. Yerinden hareketlenmeden camdan beni izledi öylece.

“Gidelim.” Sesimin çatallı çıkmasına engel olamamıştım. Bensu ne olduğunu sormak istese de Derin araya girerek sadece sürmesini istedi. Tek istediğimin bir an önce sokaktan çıkmak olduğunu biliyordu. Bensu onu onaylayarak aracı çalıştırdı. Emre tüm süre zarfında bana baktı. Ben ise ondan yana dönmemek için çaba sarf ediyordum.

Araç uzaklaşırken dikiz aynasından gördüğüm son şey Gökçe’nin Emre’ye yaklaşması, Emre’nin de biz gider gitmez ondan uzaklaşıp evine girmesiydi.

BÖLÜM SONU...

***

*John Nash: Paranoid Şizofreni tanısı olan ünlü matematikçi. Akıl Oyunları filminden hayatından bahsedilir. Filmdeki karaktere gönderme yapılmıştır.

**Ip Man: Aynı isimli filmde yer alan dövüş sanatları ustası olan karakter

Gökçe'yi kapıdan kovuyoruz bacadan geliyor. Emre direkt eve girmişsin aferin.

Bu iki aşk cahili arkadaş daha mı bi' yakınlaşıyorlar? Nazlı herkesin hareketini anlayabilecek kadar cin bakışlı biri ama konu Emre olunca kör oluyor. Ya da dediği gibi kendini kandırmaktan korkuyor. Çünkü bir kere giden hep gider diye düşünüyor.1

Haklı mı?

Peki Nazlı'nın Emre'yi telefonuna Emre Körü diye kaydetmesi dlkgjdgkdfhf1

Beğendiniz mi bölümü?2

Yeni bölümde görüşelim yine. Kendinize iyi bakın.

Esen kalın...

Bölüm : 21.01.2025 20:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...