
Merhabalar efenimmm
Ben geldim. Bu bölümü yazarken kafamda oluşan sahneler beni çıldırttı, bir an önce yazmak istedim lakin bitirmek istediğim yere hâlâ gelemedim. Çoook uzuyordu. O yüzden bölümü ikiye böldüm. Kalan kısmı da bugün bitirip yarın atmayı düşünüyorum.
Yarını bölümden sonra da bir süre Poyrazda Açan Çiçek yazacağım çünkü orada çok kritik bir yerde kaldım ve artık ona da odaklanmam gerekiyor.
Ben yazarken çok eğlendim. Siz de seversiniz umarım.
Yorumlarınızı bekliyorum. Gelmezse üzülüyormuşum :((
Keyifli okumalar...

13. BÖLÜM - PART 1
Aşk bir hastalıktı. En belirgin özelliği de kalp sancısıydı. Acı çektirirdi ve herhangi bir tedavisi de yoktu. Kalpte başlardı bu hastalık, sonra da vücudunun her yerine sirayet ederdi. Onun seni sevip sevmemesi önemli değildi. O sevmiyor diye bulaşmaz değildi ya aşk. Gelir konardı sol köşenin en sancılı yerine, sonrası zaten bu duyguyla boğuşmaktan ibaret zehir zemberek bir ana dönüşürdü. Zihnimi ele geçirmiş gibi hissediyordum. Kurtulmak için çırpındıkça da altında eziliyordum. Onu unutmak için her yolu deniyordum ama olmuyordu. Aşk, unutulmazdı. Unutulsa zaten adı aşk olmazdı.
Ondan kaçtıkça kendini onda bulmaktı aşk. Bunu çok iyi öğrenmiştim. Çünkü kaçamıyordum ondan. Sağa dönüyordum, sola dönüyordum, ondan uzaklaşmak için her yolu deniyordum, sonra kendimi yine kolları arasında buluyordum. Gitmek istedikçe daha bir yapışıyordu sanki ayaklarım aşk denen bu merete. Bütün yollar ona çıkıyordu. Ve ben, o yolun sonundaki çıkmaz sokaktan dışarıya tek bir adım bile atamıyordum. Çünkü ona ait olan bu kalp, benden gelen hiçbir komutu dinlemiyordu. Seviyordu sadece öyle uzaktan, seviyordu öyle kıyamadan.
Aşk tek kişilik bir bilet. Filmin ortasında çıkıp gidemeyeceğin kadar ıstırap veren…
Yol boyunca somurtup durdum. Şu birkaç günde aramız gerçekten çok iyiydi. Onunla iletişimimiz gayet sağlıklı ilerliyordu. Tersleşmiyor, iki normal birey gibi konuşabiliyorduk. Ama Gökçe’yi tekrar görmek tüm moralimi çıktığı en tepeden alıp bir anda aşağı itmişti. Toparlanması için de ne yapacağımı bilmiyordum. O kızı sevmiyordum. Ve o, bir zamanlar onu seviyordu. Onun sevdiği birini görmek bana iyi gelmiyordu. Şu an sevmiyor olması moralimin bozulmasına engel değildi. Çünkü onu sevmişti. Benim yanımda, gözümün önünde el ele gezmişti. Beni görmemişti. Beni hiç görmemişti. Görmesi kalbim için hiçbir zaman önemli olmamıştı. Ne olursa olsun tutulmuştu o hastalığa; sevmişti onu. Çok sevmişti ama o, çekip gitmişti.
Gökçe’yi görmek her seferinde ona olan kızgınlığımı ve kırgınlığımı gün yüzüne çıkarıyordu. Neden hâlâ geliyordu ki bu sokağa? Terslendiği halde sürekli gelmesi Emre’nin onu affetmeyeceği bir şey yaptığını gösteriyordu. Ne geçmişti aralarında? Bunu düşünmek bile beni öfkelendiriyordu. Hakkım yoktu belki ama elimden gelen bir şey de yoktu. Onu seviyordum.
“İçimi baydın, Nazlı,” diye söylendi Bensu. Ona sadece omuz silkip camdan dışarıyı izledim. Dağ yolundaydık. Her yer boy boy ağaçlarla kaplıydı. Tepeye çıktıkça hava giderek soğuyordu. Zaten ağaç tepelerinde hâlâ kar vardı. “Kimdi o kız? Bir anda moralin bozuldu. Yol boyunca ağzından tek kelime çıkmadı.”
“O kendince sessizlik depresyonunda.” Derin’in sesi oldukça bezgindi. “O salak kız yüzünden moralini bozduğu için daha sonra sövecek kendine.”
Arkamı döndüğümde ona kaşlarımı çattım. Beni tanıması bazen sinirlerimi bozmuyor değildi. Ne dercesine kafasını salladığında sabır çekerek tekrar önüme döndüm.
“Biraz daha konuşmazsan kendimi keseceğim!” Bensu’nun uyarı dolu bakışları üzerimdeydi. Görmezden gelmek istedim ama beni daha sonra tekrar darlayacağını bildiğim için pes ederek nefesimi bıraktım.
“Emre’nin eski sevgilisiydi,” dedim sonunda konuşarak. İkisi de ağzımı açtığım için şükür eder bir haldeydi. Bensu direksiyonu tutarken devam etmem için yandan bir bakış attı. “Ve ben o kızı görmeye dayanamıyorum.”
“Eski sevgilisiyse niye geliyor evinin önüne kadar?” dedi Bensu kaşlarını çatarken. Keşke bunu ben de bilseydim. “Hem o çocuk kim? Hiç anlatmadın bana.”
“Ne bileyim niye geliyor. Ayrıldıklarını da yeni öğrendim sayılır zaten.” Aklıma tuvaletteki yaşadığım an gelince sinirden titredim yine. “Emre de… Çocukluk arkadaşım işte. Çok yakındık eskiden…” Eskiden kelimesi fazla keskin bir kelimeydi ve dudaklarımın arasından çıktıkça canımı yakıyordu.
“Eskiden?” Kaşları merakla havalandı. “Aranız mı bozuldu?”
Kafamı olumsuzca salladım. “O gitti,” dedim, gitmesinin verdiği yarayı hâlâ üzerimden atamadığımı fark ettiğimde. “Dört yıl boyunca da gelmedi. Ondan onu hiç görmedin çevremde. Gitmeseydi muhtemelen etrafında dolaşan o geri zekâlı olarak kalırdım.”
“Geri zekâlı olduğunu bilmen büyük bir gelişme,” diye mırıldandı Derin arka koltukta telefonuyla biriyle mesajlaştığı sırada. Onu sallamayıp tekrar Bensu’ya döndüm. Merakla beni dinliyordu.
“Niye gitti?”
Dudaklarımı büzdüm. “Bilmiyorum.”
“Bu geçenlerde moralinin bozuk olmasına neden olan çocuk muydu? Hani kavga ettik dediğin?” Kafamı olumlu anlamda salladım. “O dönemde moralimi bozan tek kişi kendisiydi.”
“Peki şimdi?”
Derin homurdanır gibi oldu. “Aşk böceğine döndü yine,” dediğinde kusacak gibiydi. “Neyse ki gördüklerim tek taraflı değil. Yoksa o çocuğu fena benzetirdim bu sefer.”
“Saçmalamaz mısın artık!” Arkamı dönerken öfkeli şekilde ona bakıyordum. Sürekli bana böyle şeyler söyleyip durmamalıydı. Çünkü ümit etmek istemiyordum. Bunu bildiği halde devam ediyordu.
“Sen kör gözünü aç bence artık. Çocuk bayağı hoşlanıyor senden.” Nefesini bıraktığında yüzünde sıkıldığını belli eden bir ifade vardı. “Gerçi o senden daha mal, farkında değil hâlâ.”
“Bu konuda Derin’e hak veriyorum aşko.” Gözlerimi açıp dudaklarımı araladığımda Bensu’ya sen de mi dercesine baktım. Tek elini havaya kaldırıp sallarken “Çocuğu beş dakika kadar gördüm ama sana olan bakışları kendini ele veriyor,” dedi. “Biz sokaktan uzaklaşınca direkt içeri girdi. Kızı da sokağın ortasında bıraktı, ki sen de gördün bunu.”
“Öyle mi yaptı?” derken Derin’in sesi bayağı şaşkın çıkmıştı. “Aferin, gözüme girdi bu sefer.”
“O kızla niye ayrıldı peki?” Cevabını bilmediğim bir soruydu. Dudaklarımı büzüp “Bilmiyorum,” diye mırıldandım. “Dört yıl önce ikisi sevgiliydi. Sonra Emre gitti işte. Geldiklerinde kız da tekrar onun olduğu yerlere gelmeye başladı. Sonra bir öğreniyorum ayrılmışlar. Nedenini sormadım. Aslında bakarsan ben Emre’ye hiçbir şey sormadım. Ona o kadar kızgındım ki…” Soluğumu bırakırken bunun farkındalığını idrak etmeye çalıştım. Ben ona bu dört yılda neler yaptı, niye gitti gerçek anlamda hiç sormadım. “Onunla ilgili bir şey öğrenmek istemedim. Yakın olmam artık sandım. Uzaklaşır, kendi yolumdan devam ederim sandım ama…”
“Ama o işler pek öyle olmuyor,” diye devam ettirdi Bensu. “Çünkü kalbin sana izin vermiyor.”
“Vermiyor,” derken sesim fısıltıdan farksızdı. “Odası bile odamın karşısında, nasıl uzak durabileceğimi düşündüm ki ondan?”
“Karşılıklı oda deyince aklıma şey geldi,” diye araya girdi Derin gülerken. “Hatırlıyor musun, siz camdaydınız yine, film konuşuyordunuz.” Bakışlarını Bensu’ya çevirirken “İkisi sürekli izledikleri filmler hakkında camda muhabbet yapardı da,” diye açıklama yaptı. Bu anlarımız aklıma gelince yüzümde sıcak bir tebessüm oluştu. Derin’in de amacını anlamıştım. Kafamı Gökçe'yle meşgul etmemi istemiyor, bilerek konuyu değiştiriyordu.
“Neyse işte, yine film konuştukları bir gece, saat bilmem gecenin kaçı olmuş. Benim odam da Nazlı’nın odasının üstünde hemen. Hava sıcak, camları açmışım, bunlar hâlâ bik bik konuşuyor. Asla uyuyamıyorum.” Bıkkınca nefesini bıraktı. Ben ise neyi bahsettiğini hatırladığımdan gülmeye başladım ama o gün deli gibi sövmüş, sonra da intikamımı çok güzel almıştım.
“Eee…” dedi Bensu merakla. “Sonra.”
“Sonra işte cama çıktım, susun artık uyuyamıyorum dedim. Onlar dinledi mi?”
Kafamı olumsuzca salladım. “Dinlemedik.”
“Dinlemediler,” diyerek onayladı beni. İkimiz de gülüyorduk. “Ben de gidip bir kovaya doldurduğum suyu camdan aşağı döktüm.”
“Kafamın üstüne.”
“Kafasının üstüne.”
Bensu’nun kahkahası arabayı doldururken “Ne?” dedi şok içinde. “Yaptın mı gerçekten?”
“Yaptı tabii,” derken kaşlarımı çattım. “Sırılsıklam olmuştum. Emre ve ben birkaç saniye öylece kaldık. Şok olmuştuk resmen.”
“Sen ne yaptın sonra?”
Gülmeye başladım. Derin o anı hatırlayıp surat assa da kendi de gülmüştü. “Evlerini bastım.”
Odamdan nasıl çıktığımı hatırlamıyordum. Derin’e söve söve kapıyı çarparken bütün aile ayaklanmıştı. Annemler arkamdan ne bu halin, ne oldu falan diye sorarken onlara kulak asmayıp öfkeyle merdivenlerden çıktım ve onların kapısını yumrukladım. Kapıyı Derin’in erkek kardeşi Kadir açmıştı. Üstümü o halde görünce şoka girmişti velet. Bir şey demesine müsaade etmeden onu kenara itip içeri geçtim. Ahmet amcamla Aynur yengem sesimi duyunca odalarından çıkıp telaşla yanıma geldiler.
“Kız ne oldu sana,” diye sordu yengem gözlerini kocaman açtığında. Ellerimle Derin’in göt korkusundan kilitlediği odasını işaret ettim. “Kızın camdan aşağı kafama bir kova su boşalttı yenge,” diye söylendim. O sırada bizimkiler de evden çıkıp peşime gelmişlerdi. Abilerim söylediğimi duyar duymaz hayvani bir gülüş sergilediler. Onlar güldükçe tepem daha da atmıştı. Kafamı bir çırpıda onlara çevirirken ıslak saçlarım yüzüme yapıştı. Gözlerimde bariz bir öfke vardı ve biraz daha gülerlerse hepsini mahvedeceğimi bildiklerinden susup kenara çekildiler ama dudaklarını birbirine bastırırken gülmemek için kendilerini zor tuttuklarını görebiliyordum.
Hızlıca Derin odasının önüne geçip kapıyı yumrukladım. “Aç şunu!” dedim bağırarak.
“Açmıyorum, var mı! Siz de susun dediğimde sussaydınız, bana ne!”
“Derin aç şunu!” Kapıyı daha da yumrukladım. Annem yanıma gelip beni durdurmaya çalıştı. Gece gece ne diye insanları rahatsız edip kapısına dayanıyormuşum falan da filan da. Asıl o ne diye gece gece kafama bir kova su boşaltıyordu?
“Derin su yavaş akar da seninki hızlı olmuş biraz,” dedi Giray abim kendince espri yaptığını sanıp gülmeye başlarken. Serdar abim de ona eşlik etti. “İçtikleri su ayrı gitmez lafını yanlış anlamış abicim çok üzülme.” dediğinde Giray abim daha çok güldü.
“Aralarından su sızmaz.”
“Daha çok aşağı doğru akar.”
Gözümün tekinin seğirdiğini hissediyordum. “Defolun gidin şuradan!” diye bağırdım ama daha çok güldüler. Hatta diğerleri de onlara eşlik etti. Babamın elindeki çekirdekleri görünce beynimden vurulmuşa döndüm resmen. “Ya baba bu saatte onları nereden buldun Allah aşkına,” derken kendimi camdan atmak istemiştim. Film mi çekiyoruz şurada, imdat ya!
Giray abim kaşlarıyla babamı işaret ettiğinde “Adam tam teşkilat hazır kaosa,” dedi Serdar abime bakarak. Hönkürerek gülüyorlardı.
“Ne zaman değil ki?”
“Ceplerinde çekirdekle gezmiyorsa bi’ bok bilmiyorum.”
“Evde Nazlı gibi biri var. Her daim kaos çıkacağını biliyor adam.”
Annem babama bezmiş bir şekilde bakarken Giray abim de babamdan biraz çekirdek almak için uzandı ama babam ellerini kendine doğru çekti. “Kızımla uğraşmayın keratalar,” diye kızdı ikisine. Benim yüzümde tebessüm oluşurken “babasını keyiflendirmeyi biliyor, terminatörüm benim,” demesiyle yüzümdeki gülümseme anında silindi. Abilerim daha çok kahkaha attı.
“Hayır Nazlınatör!”
“Şaka gibisiniz gerçekten!” diye bağırdıktan sonra öfkeyle mutfağa gittim. Derin’den öfkemi çıkardıktan sonra onlara da gülmesinin hesabını soracaktım.
Tezgahın üzerindeki boş sürahiye su doldurdum. Herkes ne yapacağımı merakla izlerken Derin’in kapısını tekrar yumruklayıp açmasını istedim.
Kadir, ablasını “Sakın açma abla,” diye uyarmaya çalıştığı sırada ateş saçan gözlerimi üzerine diktim. Eğer karışırsa aynısının başına geleceğini hesap ettiği için geri çekildi ve sustu. Amcam, yengem ve annem de bize karışmaması gerektiğini anladıklarından kendi halimize bırakmıştı bizi, babamın zaten işine geliyordu.
Kapıyı tekrar yumrukladığımda içeriden gelen homurtuları duymazdan geldim. Beklediğim an sonunda geldiğinde, yani kilidin dönme sesini işittiğimde yüzümde sinsi bir gülümseme belirdi. Kapı aralandığı anda Derin’in kaşlarını çatmış bir halde “Ne var be ne v–” demesine fırsat kalmadan elimdeki sürahi dolu suyu yüzüne doğru savurdum.
Su Derin’in yüzüne çarptığında zaman bir anlığına dondu gibi oldu. Şok içinde çığlık atarken ellerini hızla yukarı kaldırdı ve sendeleyerek geriye doğru birkaç adım atmak zorunda kaldı. Suyun etkisiyle saçları yüzüne yapışmıştı ama yüzündeki ifade her şeyden komikti. Bana bir şey yaparsa karşılığını göreceğini hesap edecekti. Asla altta kalmazdım. Odada kahkaha sesleri yükselirken Derin’in öfke dolu bakışları arasında Kadir kahkahasını zor zapt ederek, “Su uyur düşman uyumaz, açmayacaktın o kapıyı abla,” dedi. Bu lafının ardından kahkahalar daha da büyüdü. Su espri duyunca yüzümü buruştursam da ben de gülmüştüm.
Derin Kadir’i dövecek gibi bakarken elimdeki sürahiyle mutfağa topukladım. Bir an önce evime kaçmalıydım. Ama sürahiyi tezgahın üstüne bırakırken gitmeden önce almam gereken bir intikamım daha olduğunu hatırlayınca gitmekten vazgeçtim ve bakışlarımı dolaba çevirdim. Sinsi bir gülümseme daha dudaklarıma yerleştirdiğim sırada dolabın kapağını açtım. Aradığım şey gözüme ilişince sırıtarak onlara uzandım ve küçük şişelerden iki tanesini çıkarıp kapaklarını çıkardım. Her ikisini de arkamda saklarken sakin adımlarla yönümü salona çevirdim.
Derin hâlâ olduğu yerde donmuş bir şekilde duruyordu, yüzündeki şok olmuş ifadesi tek kelimeyle görmeye değerdi. Beni fark ettiğinde gözleri kısıldı, kaşlarını çatarak sinirle üzerime doğru bir adım attı. Üstüme atlayacağını anladığım an kaşlarımı kaldırarak onu durdurdum.
“Yapmam gereken bir şey var,” dedim, yüzümdeki ifadeyi korumaya çalışarak. Ardından abilerime doğru yöneldim. “Ondan sonra saldırsan, olur mu?” Kaş göz işaretimi anlayınca şok olsa da sesini çıkarmadı, beklenmedik şekilde yerinde durdu. Kadir arkamda olan şişeleri fark edip sırıtmıştı ama o da ses etmemişti.
“On saniyen var,” diye mırıldandı. Topuklamak için yeterli bir süreydi.
“Ne salakça bir anlaşma lan bu,” dedi Giray abim. Yanındaki Serdar abim de onu onayladı ama önlerinde durduğumda gülümsememle kaşları çatıldı.
“Bence kaçm-” demesine kalmadan arkama gizlediğim iki buz gibi su şişesini bir anda çıkarıp topuklarım üstünde yükselerek ikisinin başlarından aşağı boca ettim. Buzlu suyun etkisiyle önce irkildiler, sonra dudakları arasından kalın bir çığlık firar etti. Ellerini havaya kaldırıp titreyerek birbirlerine bakarken yüzlerindeki ifade kesinlikle görülmeye değerdi. Öyle bir keyiflenmiştim ki uzun bir süre onlara gülmeyi düşünüyordum. Ama o uzun süreyi istiyorsam kesinlikle artık topuklamam gerekiyordu.
Annem yengem ve amcamın gülüşleri büyümüştü ama babamın gür kahkahası odayı tamamen kaplamıştı. “Babasının kızı!” diye gururla bağırdı.
Giray abim ve Serdar abim gözlerini kısmış ağızları arasından bir şey homurdanırken şişeleri babamın eline tıkıştırdım ve hangisinin “Bitti sen Nazlı!” dediğini bile anlayamadan hızlıca kendimi evden dışarı attım. Ayaklarım hızla merdivenlerden inerken arkamdan ismimi seslendiklerini duyabiliyordum.
“Benimle dalga geçmeyecektiniz!” diye bağırdım adımlarımı durdurmadan. Onlardan kaçsam da sözümü esirgemeden de duramıyordum. Deli cesareti bu olsa gerekti. Dedemlerin katına geldiğimde babaannemle ikisi kapıya çıkmış şok içinde bana bakıyordu.
“Kız ne oldu, ne diye bağrışıyorsunuz gece gece, hem ne bu halin?” dedi babaannem şaşkınlıkla ama onu dinleyecek durumda değildim. Yanından hızlıca geçerken, “Hiç sırası değil Şaziye Sultan. Peşimdekileri durdur,” diyerek apartman kapısını açtım ve kendimi dışarı attım.
Arkamdan gelen ayak sesleri üzerine dönüp baktığımda Giray abimin merdivenden indiğini gördüm. Gözlerimi korkuyla büyürken babaannem neyse ki onu durdurdu. Ondan duyduğum son şey, “Sen niye ıslaksın oğlum, hepiniz sudan çıkmış balığa dönmüşsünüz,” sözleri olmuştu. Biraz daha su lafı duyarsam su kusacaktım. İşin suyu çıkmıştı artık.
Sokağa çıktığıma, panik içinde etrafa bakınırken soluğu Emrelerin kapısının önünde aldım. Evin önündeki siyah araba imdadıma yetişmişti. Arkasına saklanıp nefesimi tuttuğum sırada da abilerim ve Derin apartmandan çıkmıştı. Korkuyla yerime tüneyip beni görmesinler diye dua ettim. Her birinin adımı seslendiğini işitiyordum. Adım sesleri sokakta yankılandıkça eve nasıl girerim diye plan yapmaya başladım. O sırada arkamdaki kapı açılınca hızlıca o tarafa döndüm.
“Naz,” dedi kapıyı açan kişi nefes nefese. Koşturmuş gibiydi. “Sana sesleniyorlardı, bir şey oldu sandım. Niye burada saklanıyorsun sen?”
Sol işaret parmağımı kaldırıp dudağıma götürüp “Şşş..” dedim hızlıca. “Yakalanacağım şimdi senin yüzünden!” Ellerimle eğil dercesine işaret yaptım, şaşkınlıkla dediğimi yaptı. Onu hemen yanıma çektim. “Allah aşkına beni gizle,” derken kafamı yan yaslayıp sevecen bir sesle yalvarıyordum. Yüzümü olabildiğince masum tutmaya çalıştım. Asla kıyamazdı.
“Hiçbir şey anlamadım ama bekle burada.” Yerinden kalktığında korkuyla gözümü kapattım. Beni ele vermesin diye dua ederken kapısını açtığını işittim. Gözlerimi aralayıp ona baktığımda etrafa bakınıyor olduğunu gördüm. “Kimse yok etrafta.” Kaşlarıyla kapıdan girmemi işaret etti. Ona güvenip ayağa kalktım. Etrafı incelediğimde gerçekten de dediği gibi kimsenin olmadığını gördüm. Sonra da onların apartmanından içeri süzüldüm.
O geceyi onların evinde geçirdim. Nermin teyze yaşadığımız olayı anlattığımda kahkaha atıp durdu. Emre’yi salona postalayıp, onun odasını da bana hazırlarken anneme onlarda kaldığımızı haber verdi. O an hemen rahatlamış hem de kazandığım küçük zaferin keyfini çıkarmıştım. Gece boyunca beni bulamadıklarından başıma bir şey geldiğini sandıkları için ertesi gün de bana bulaşmamışlardı.
“Öyle işte,” dedim gülerek Bensu’ya döndüğümde. “Çok eğlenmiştim o gün.”
Derin gözünü devirip “Emre olmasa ben de eğlenecektim de yine seni kurtardı o salak,” diye homurdandı.
Bensu konuştuğum süre zarfınca şok içinde beni dinlemişti. Abilerimi ıslatmamı beklemiyordu. “Valla senden korkulur aşko,” dedi hayretle.
Sağ elimi kaldırırken gözlerimi kısarak ona baktım. “Bana bulaşırken iki kez düşünün,” dedim ciddi bir ifadeyle. Sonra da sırıtmaya başladım.
“Keyfin yerine geldiğine göre artık eğlenceli bir şeyler açabiliriz,” dedi Derin, yüzüne yayılan kocaman bir gülümsemeyle. Amacına ulaştığını anladığı için oldukça keyifliydi. Salaktı ya. Çok seviyordum onu.
Bensu hemen radyoya uzandı ve hareketli bir parça açtı. Müzik aracı doldururken müziğin ritmine kendimi kaptırmıştım bile. Oturduğum yerde dans ediyordum. “Aşkıydı, işiydi, ihtirası, düşüydü…” diyerek sözlerini bağırmaya başladık topluca. “Yere batsın faturası, malı mülkü… Bağlasalar durmam…” Derin telefonunu çıkarıp video çekmeye başladı. Sonra önde olduğum için telefonu elime tutuşturdu. Gülerek elinden telefonu aldım. Bensu bana döndü. Kısa bir saniye şarkıya bana bakarak eşlik ettikten sonra arabayı sürdüğü için tekrar önüne döndü. Dağ yolu fazla virajlı olduğundan yola bakmak zorundaydı. Biz de Derin’le kameraya bakıp bağıra bağıra şarkıyı söylemeye devam ettik.
“Hadi kalk gidelim hemen şu anda.
Kapa telefonunu, bulamasın arayan da
Açarız radyoyu
Yol nereye biz oraya…”
***
Emre odasının içinde sinirle dört dönerken üzerindeki bu öfkeyi nasıl atacağını düşündü ama bir sonuca varamadı. O kızı daha kaç kez uyaracağını bilmiyordu. Sürekli etrafında olmasından ciddi bir şekilde sıkılmıştı. Bir hastaneye mi yatacak, tedavi mi olacak artık ne yapacaksa bir an önce yapmalı ve ona olan bu takıntısından kurtulmalıydı. Dört yıl geçmişti ama hâlâ peşinde sülük gibi geziniyordu. Bir insanda biraz bile gurur olmaz mıydı, anlamıyordu ki. Onu aldatan kendisiydi.
Yatağına geçip oturdu. Elindeki stres atmak için kullandığı küçük sarı topu art arda duvara atıp durdu. Yıllar önce bu topu ona Nazlı almıştı. O günden beri ne zaman sakinleşmek istese topu duvara atıp dururdu ve işin tuhaf tarafı da işe yarardı. Rahatlardı. Yine rahatlamıştı.
Nazlı gitmeden önce onunla konuşuyor ve ikisi de gülümsüyordu. Emre ona yine gereğinden fazla yaklaşmıştı. Başta bunu yapmamak için uğraşsa da Nazlı’nın yanındaki yaşadığı o çekim hissi giderek onu daha bir kendine çekiyor gibiydi. Bir süre sonra kendini ona bırakmış, geri çekilmek için uğraşmamıştı. Onun çekimine direnmemişti. Aralarındaki çekilme Gökçe tarafından bozulduğunu hatırlayınca kaşları yine öfkeyle çatıldı. Nazlı’nın bakışları değişmişti o an. Yüzü asılmıştı ve Emre buna dayanmıyordu. Ona yine soğuk davranacak diye korkuyordu.
Nazlı’ya karşı hissettiği yoğun duygular giderek artıyordu. Bu duyguyu daha önce hiç hissetmemişti. Gökçe’yi sevdiğini düşündüğü zamanlarda bile ona karşı bu çeşit derin bir duygu hissetmiyordu. O yüzden bu hisleri başta anlamlandıramadı. Onu başkasıyla gördüğünde öfkesi kabarıyor, onun dışındakilere güldükçe de yerin yedi kat dibindeki karanlığa tutsak edilmiş gibi hissediyordu. Çünkü Emre, Nazlı ona gülmedikçe güneşin hiç doğmayacağına, hep kasvetli karanlığın içinde kalacağına inanıyordu.
Nazlı babası için hastanede kaldığı süre zarfınca Emre hep onun yanında olmuştu. Elinden geldiğince ona destek olmuş, sorularını onun aklını kurcalamadan cevaplamış ve rahatlatmaya çalışmıştı. Hastanede iyi olmadığını görebiliyordu Emre. Nazlı hassastı. Sevdiklerine zarar gelince aklı dururdu onun. İyiymiş gibi yapardı ama iyi olmadığını bilirdi Emre. Onunla bu konuyu konuşmak için bahçeye gelmesini istedi. O gece Nazlı gelmeden Levent’le hastanenin bahçesinde konuştuğu sırada Levent’in “Bir şey diyeceğim ama hemen celallenme,” demesiyle meraklı bakışlarını ona çevirdi. Kafasını salladığında Levent bir adım geri çekilmiş, sanki onu duyacaklarına hazırlamak istermiş gibi derin bir nefes almıştı. “Sen bu kıza aşık mı oldun?”
Emre duyduğu cümleyle öylece kalakaldı. Çatık kaşlarla “Ne saçmalıyorsun sen?” derken böyle bir şeyi nasıl düşündüğünü merak ediyordu. Öyle mi duruyordu gerçekten? Hem o Naz’dı. Çocukluğuydu. Bütün hayatıydı belki de. Ama aşk? Bu hissettikleri basit bir şey değildi bunu biliyordu ama aşk mıydı?
“Kızı kardeşin gibi görmüyorsan bu deli gibi kıskanmalarının başka bir açıklaması yok kardeşim.” Levent elindeki kahveyi içerken keyifle sırıtıyordu. Arkadaşı, Caner adlı kişiyi gördüğü için nasıl delirdiğini anlattığında her hareketini pür dikkat izlemişti. İçten içe öfke kusarken kendini tutmaya çalıştığını elbette ki görebiliyordu. Söylediğine göre çocuk lise zamanında aynı okulda olduğu birisiymiş. Az çok muhabbetleri olduğunu sonradan hatırlamıştı. Eskiden nötr olduğu çocuğa şu an Nazlı ile yakınlar, geçenlerde de evlerinin önünde ikisinin sarıldığını gördü diye öfke duyuyordu. Bir de bir gün önceki Melih adlı çocuğun onunla buluşmak istediği ve duyduğu an kulaklarından ateş püskürttüğü görücü muhabbeti vardı. Bu kızla ilgili şeyler Emre’yi fena delirtiyordu.
“Ne kardeşi oğlum, sik sik konuşup asabımı bozma!” diye yükseldi Emre. Levent daha da sırıttı. Artık emindi. Emre Nazlı’ya kör kütük aşıktı.
Karton bardağı tuttuğu eliyle boştaki elini yavaşça havaya kaldırırken “Sakin ol şampiyon, demedim bir şey,” dedi keyifle. Boştaki elini sarı saçları arasına götürürken kahvesinden bir yudum daha aldı.
Emre onun söylediklerinin etkisindeydi. Sol yanı sıkışmıştı sanki. Aşk kelimesi zihninde dönüp dolaştıkça kaşları çatılıyordu. Yaşadığı ihanetten sonra kimseyi bir daha sevmeyeceğine dair sözler vermişti kendine. Bunca yıldır da kimseyle birlikte olmamıştı zaten. Önüne bakmıştı sadece. Şimdi birine aşık olması ve onun Nazlı olduğu düşüncesi… Nazlı bu hayatta annesiyle birlikte en çok değer verdiği insandı ama ona aşık olma fikri tuhaf geliyordu. Saçının teline zarar gelse kendi canının yanacağı hissi miydi aşk? Nazlı’nın saçının teline dünyayı yakardı.
“Ağzıma sıçtın iki saniyede,” diye söylendi Emre kahvesini yudumlarken. “Naz gelecek şimdi, yanında bu konuyu açıp boş yapma, belanı sikerim.”
Levent yumruğunu sıkıp dudaklarına götürdü. “Aşıksın… Aşıksın…” diye mırıldandı Emre’yi daha da sinir etmek için. “Sen aşıksın arkadaş…”
Emre sessizce sabır diler bir şekilde dikildi. Yüzünden sinirlendiği anlaşılıyordu ama Levent bunu umursamıyordu. Onunla uğraşmaktan keyif alıyordu. Nazlı’nın yaklaştığını görünce ona kaş göz işareti yaptı ve susmasını istedi.
Emre o günden beri Levent’in dediklerini düşünüp durdu. Günlerdir Nazlı ile vakit geçirdiği her saniye gözlerini ona dikiyor ve bir şeyleri anlamaya çalışıyordu. Ona baktıkça da yüzüne dalıyor, yanağındaki çukurda yaşamak istiyordu. Nazlı çok güzel gülerdi. Yüzünde çiçek bahçesi açardı.
Odasında oturmaya devam ederken bakışları masasının üstündeki tıp kitaplarının yanındaki çerçeveye kaydı. Nazlı ile ikisinin çocukluktan kalma fotoğrafıydı. Ayağa kalktı ve yavaşça masaya yaklaştı. Beyaz çerçeve içindeki Nazlı ve Emre’ye baktıkça gülümsemesi büyüyordu. Çerçeveyi yerinden kaldırıp eline aldı. Bir fotoğrafa ne kadar uzun bakılırsa o kadar uzun baktı.
Küçük Nazlı’nın üzerinde çocukken en sevdiği kırmızı kabanı vardı. Almak için ağlayıp durduğu parlak kırmızı botları da ayağındaydı. Kırmızı beresinin altında saçlarını açık bırakmıştı. Elini Emre’nin beline sarmış boncuk boncuk bakan gözleriyle ona bakıyor ve gülümsüyordu. Emre de onun gibi gülümsüyor, bir eliyle de Nazlı’nın kızarmış burnunu sıkıyordu. Üzerinde siyah botları ve siyah montu vardı. Kışın yarıyıl tatilinde Uludağ’a gitmişlerdi. O güne ait bir fotoğraftı. Zaman nasıl da çabuk geçiyordu.
Emre Nazlı’nın fotoğrafını farkında bile olmadan okşarken ona yaklaşan annesini duymamıştı bile. “Oğlum sana diyorum,” diye söylendi annesi Nermin. İrkilerek kafasını kaldırdı. Merakla kafasını sallarken annesine baktı. “Var mı kirlilerin?” diye yineledi annesi. “Aklın nerede senin?” Bunun cevabını Emre de bilmiyordu. Nazlı arabaya binip sokaktan uzaklaştıktan sonra aklına ulaşamıyordu.
“Yok anne,” diye cevapladı Emre onu. Annesi cevabını aldıktan sonra odadan çıkacaktı ki oğlunun aklını alan şeyin ne olduğunu merak ettiği için yanına yaklaştı. Çerçeveyi görünce de gülümsedi. Yıllardır bu masada dururdu bu fotoğraf. Yavaşça oğlunun elinden fotoğrafı aldı. Uzun uzun incelerken nasıl da kocaman olduklarını düşündü. Ama onun gözünde bu iki çocuk hâlâ çocuktu. Nazlı onun kızı gibiydi. “Güzel fotoğraf,” diye mırıldandı. “Nazlı kızım giderek daha da güzelleşmiş.” Gülümsediğinde Emre de gülümsedi. “Gerçi hep güzeldi.” Annesinin söylediğini mırıltıyla onaylarken bakışlarını ona çevirdiğini fark etmemişti bile. O fotoğrafa bakıp gülümserken annesi de ona bakıp gülümsüyordu.
Nermin imayla kaşlarını kaldırırken “Bir bakarsın birini sever, evlenir de,” dedi, Emre duyduğu cümleyle bir anda irkildi ve bakışlarını hızlıca annesi çevirdi. Elleri yumruk olmuş, vücudu kasılmıştı. “Kocaman kız oldu.”
“Anne, ne evliliği, ne kocaman kızı!” diye söylendi çabucak. “Küçük daha o.”
Annesi hafifçe güldü. “Valla Zeliş dün dedi, görücü bile gelecekmiş kıza.” Bunu biliyordu ve duyduğu o anki öfkesi yine gün yüzüne çıkmıştı. “Bizim Meral, oğluna isteyecekti kızı. Neydi adı?” Düşünür gibi yaptıktan sonra ismi aklına gelince kaşlarını kaldırdı. “Hah, Melih evet. Yakışıklı çocuk valla, işi de var elinde.”
“Anne başlatma işine! Hem ne görücüsü? Kaçıncı yüzyıldayız? Evlenemez.”
Nermin istediği cevabı oğlunun bakışlarından aldığı için keyiflenmişti. Bozuntuya vermemek için kaşlarını şaşırmış gibi kaldırdı. “Ne var oğlum, sevemez mi kız birini? Belki vardır sevdiği. Ne zamandır da konuşmadık bak ama sen bilirsin kesin.” Kafasını merakla iki yana salladığında Emre’nin renkten renge girmesi hoşuna gidiyordu.
“Yok anne, yok.” Emre sabrının sonuna gelmiş gibi hissediyordu. Biraz daha Nazlı’nın başka erkeklerle yakıştırılmasını geç yan yana ismini geçtiğini bile duymaya devam ederse iyi şeyler olmayacağını biliyordu. “Hem senin işin yok mu?”
Nermin elindeki çerçeveyi özenle aynı yerine koyduktan sonra Emre’ye döndü. “Senle de iki dedikodu yapılmıyor,” diye yalandan bir sitemle söylense de içten içe sırıtıyordu. Son zamanlarda oğlunda farklı bir haller olduğunu elbette ki anlamıştı. Anneydi o. Nazlıyla nasıl ilgilendiğini, ona nasıl baktığını, adı geçince yüzünün o fark etmese bile nasıl güldüğünü görebiliyordu. Oğlu çok sevdiği bu güzel kıza tutulmuştu. Ona hayırsız bir gelin getirecek diye hep çok korkardı. Nazlı bu hayatta görüp görebileceği en sevecen insandı. Beraber büyüdükleri için ikisini hiç birlikte düşünmemişti ama şu son zamanlarda ikisinin de gerçek anlamda büyüdüğünü fark etmişti. Nazlı’nın da bakışlarında oğluna karşı bir şeyler olduğunu görebiliyordu. Yoksa oğlunu çileden çıkarmak için uğraşmazdı. Sadece gözünü açmak istiyordu.
“Çünkü ben hep seninle dedikodu yapardım zaten,” dedi Emre alayla yatağına geçip otururken. Annesi gülümsedi. Oğlu dedikodudan nefret ederdi. O yüzden onun yerine hep Nazlı’yla yapardı bu muhabbetleri.
“Nazlı’yla aranız iyi mi?” diye sordu Nermin yanına yaklaşıp oturduğunda. Sesi alaycı tondan uzaktı artık. Ciddi bir şekilde bakıyordu.
Emre gülümsedi. “İyi,” dedi gülümseyerek ama Gökçe’nin gelip her şeyi mahvettiğini yine hatırlayınca gülümsemesi yüzünden silindi. “Yani ilk zamankiler gibi terslemiyor beni. Konuşuyor artık.”
Annesi elini onun elinin üstüne koyunca Emre yavaşça kafasını kaldırıp “Haksız mıydı peki?” sorusu yüzünden iç çekti. “Hayır,” dedi kafasını sallarken. “değil.”
Oğluyla uzun zamandır bu konuşmayı yapmak istiyordu. Çünkü o yokken neler olduğunu bilmiyordu. “Niye hiç aramadın kızı?” derken merakla kaşları havalandı. Cevabını biliyordu.
“Aradım.” Kafasını sallarken buna kendini de ikna etmeye çalışıyor gibiydi. “ama açmadı.”
“Peki sonra niye aramadın?”
“Açmayacaktı.”
Annesi ihtiyatla güldü. “Açacaktı,” dedi. “Kendini kandırıyorsun ama beni kandırmaya çalışma oğlum.”
Emre yerinde kıpırdandı. Sohbetin gideceği yerden hoşlanmamıştı. “Yok öyle bir şey,” dese de annesinin inanmayacağını biliyordu. Öyle de oldu. “Ararsan ve o açarsa gardını indirip geri döneceğini biliyordun. Sen ona hiç kıyamazsın.”
“Anne…” dedi ama devamını getiremedi. Omzu çöktü. Yüzünü ayaklarına çevirirken haklı olduğu için kendinden nefret etmeye başlamıştı.
Nermin'in eli Emre'nin saçlarının arasına gittiğinde kafasını tekrar kaldırıp ona baktı. “Keşke arasaydın ama oğlum,” dedi hafif bir ses tonuyla konuşarak. “Onun nasıl üzüldüğünü hiç görmedin sen. Kaç kez odanı havalandırmak için cama çıktığımda senin geldiğini sandı hatırlamıyorum.” Derin bir iç çekti. O anı hatırlayınca omzu çökmüştü. “beni gördüğünde her seferinde hayal kırıklığına uğruyor ama gülümsemeye çalışıyordu. Seni sordu bana birkaç kez. Sonra soruları da kesildi. Kendi de sessizleşti zaten.” Burukça gülümsediğinde Emre pişmanlıktan yerin dibine girecekmiş gibi hissetti. Annesi ona bunu neden yapıyordu?
“İnanabiliyor musun, o nazlı kız, sokağın neşesi olan o kız bir anda susmuştu. Gülmedi yüzü. Sonra da gitti zaten buradan.” Annesi harelerini oğluna diktiğinde gözlerinin dolduğunu fark etti. Bunu o üzülsün diye değil, bir şeylerin farkına varsın diye anlatıyordu. “Sen birkaç kez geldiğinde onun gittiğini duydun ama senin yüzünden gittiğini hiç bilmedin oğlum. Üzülmeni istemedim. Zaten mutsuzdun bir başına.”
“Benim yüzümden mi gitti gerçekten?” diye sordu çatallaşan sesiyle. Bunu hiç bilmiyordu. Evet, gitmiş olduğunu biliyordu ve onu gittiği yerde bir kere ona fark ettirmeden görmüştü ama gitme sebebinni kendi olduğunu bilmiyordu. Az çok tahmin etse de bunun gerçek olduğuna inanmak istememişti. Onun neşesini öldürmek istememişti.
Nermin Emre'nin sorusuna cevap vermedi. Dizlerine yerleştirdiği ellerinin üzerine iki kez destek vermek için vurduktan sonra ayaklandı. “O kızı üzme oğlum. Eğer kalbindekinden eminsen de elini tut. Çünkü o hep senin elini tutar.”
“Tutar mı gerçekten?” diye mırıldanırken artık annesinin ne yapmaya çalıştığını anlıyordu.
“Tutar,” dediğinde gülümsedi. Sonra kaşlarını çatıp işaret parmağını kaldırdığında “Ama onu üzersen karşında beni bulursun,” diyerek salladı.
Annesinin bu tavrı onu istemsizce güldürmüştü. “Her seferinde onun tarafında olman inanılmaz gerçekten,” diye söylendi alayla.
“Nazlım benim biricik kızım. Tabii ki onun tarafında olacağım.”
Emre bir kaşını kaldırdı. “Ben sokak çocuğu muyum?”
“Sen benim eşek sıpası oğlumsun.” İkisi de karşılıklı gülüşürken evin kapısının açılma sesi gelince Emre istemsizce gerilmişti. Annesi “baban gelmiştir,” dediğinde kaşları iyice çatıldı. “ben bir ona bakayım.”
“Anne baban falan deme şu adama!” derken tıslamıştı adeta. Zaten ne olduysa onun yüzünden olmuştu. Emre ona öfke kusarken annesi ikisi arasındaki bu gerilimden oldukça yorulmuştu. Biri oğluydu, biri de yirmi beş yıllık eşi.
“Oğlum deme öyle,” derken oldukça üzgündü sesi.
Emre dudaklarını ıslatıp ayaklandı. Bu evde hâlâ durmaya devam ediyorsa annesi çok üzüldüğü içindi. “Bunca yıl gitmemin sebebini o adam olduğunu bildiğin halde sen de bana böyle yapma, anne.” Masasına yaklaştı ve üzerindeki çantayı aldı. “Gerçekten sinirleniyorum.”
O adam yüzünden gitmek zorunda kaldığı aklına her geldiğinde Emre biraz daha sinirleniyordu. Şimdiki aklı olsa böyle bir şeyi asla yapmazdı ama o zamanlar daha toydu ve doğru kararlar veremiyordu.
Dönme sebebi hem annesi hem de Nazlı'ydı. İkisini de gerçekten çok fazla özlemişti. Onlar olmadan daha fazla başka şehirde yaşamak istememişti. Nazlı’nın hayatına girip düzenini bozma isteğini daha fazla sürdüremedi. Özlem daha ağır geliyordu. Tekrar onunla aynı şehirde yaşamak, her şey eskisi gibi olsun istemişti. Son bir yıldır da bu istekle dolup taşmıştı. Gelmek için her yolu denemiş ama ancak bu yıl dönebilmişti.
Aldığı çantayla annesine Nazlılara gideceğini söyleyip evden çıktı. Gökhan'ın pansumanını yapacaktı.
Şu iki gün evde olacaktı ama görmek istediği kişi de buralarda yoktu. Onu şimdiden özlediğini hissediyordu. Apartmandan çıkıp kafasını kaldırdığında bakışları Nazlı’nın odasına değdi. Yüzüne tebessüm yerleşirken eli de giç farkında olmadan deli gibi atan kalbinin üzerine gitti. Annesi her şeyi anlamıştı, elini uzatırsan tutar demişti.
Tutar mıydı?
Emre artık anlam veremediği hislerinin ne olduğunun farkındaydı. Nazlı’ya aşıktı. Öyle basit, öyle sıradan değil; Emre Nazlı’ya sırılsıklam aşıktı. Ve ona elini uzatacaktı.
Devam Edecek...
***
Şükürkine Emre bir şeyin farkına vardı. Part 2'de çok eğleneceğiz :))))
Görüşelim yine.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.56k Okunma |
1.3k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |