
Selamlaarrr. Yine geldim.
Öncelikle part 2yi diğer bölümden hemen sonra atacaktım ama rahatsızlandığım için kaldığını söylemek isterim. Şimdi biraz daha iyiyim ve yazabiliyorum.
Yorumlarınızı bekliyorummm
Keyifli okumalar...

13. BÖLÜM - PART 2
Bugün kazandığım dünyanın en geri zekâlısı yarışmasında adımı altın harflerle Santa Monica Dağları'nın tepesindeki Hollywood yazısı yerine yazdırmayı düşünüyordum. Zira bugün yapacağım tek mantıklı hareketim de bu olurdu.
Bir insan bilgisayarını getirmeyi nasıl unuturdu? Hayır, hangi akla hizmet böyle bir aptallık yapardı. Her şeyim ama her şeyim oradaydı. Bütün gece proje üzerinde çalışırken masaya bırakmıştım ve evden çıkarken almayı unutmuştum. Aklımı kaçıracaktım. Şimdi ne halt yiyecektim bilmiyordum. Otel odasına geldiğimden beri etrafımda dört dönüyordum. Birkaç saat sonra toplantı vardı ve ne bok yiyeceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu.
“Nazlı bir dur,” dedi Derin yatağına yayılmış bir şekilde. Sesindeki bunalmış tavrını umursamadım. Tabii onun böyle derdi yoktu. Kafası rahattı. “Başım döndü kızım. Otur da ne yapabiliriz, ona bakalım.”
Oflayıp karşısındaki yatağa oturdum. “Eve gidip gelecek vaktim yok,” derken ağladı ağlayacaktım. “Bunun dışında yapabilecek bir şeyde yok.”
Biraz düşündükten sonra aniden gözlerinin içi parlamasıyla yerinde kıpırdanmaya başladı. Meraklı bakışlarımı ona gönderdim. Kafamı iki yana sallarken bir ayağını yatağın üzerine bağdaş yapıp oturdu ve gözlerini bana çevirdi. “Giray abi evdeyse önemli dosyaları mailine atsın, olmaz mı?” demesiyle yerimden ayaklandım ve kocaman açtığım gözlerimle çığlık atmaya başladım. Aklıyla bin yaşamalıydı. Kafamın içi bilgisayarı unuttuğum için o kadar durmuş gibiydi ki bunu düşünememiştim bile. Hemen yanına gidip ona sıkıca sarıldım. “Ay harikasın Derin!” diye sevinçle kollarımı ondan ayırdım ve aceleyle yatağın üzerindeki telefona uzandım.
Elini havaya kaldırıp tırnaklarını incelerken “E onu biliyoruz herhalde,” diye mırıldandı. Telefonumu kulağıma götürdüğümde keyfim yerine geldiği için onun bu haline gülmeden edemedim.
Telefon “Ne var Nazlı?” diye açıldığında öküz demek istesem de ona işim düştüğünden yüzüme sahte bir tebessüm yerleştirdim ve sabırlı olmaya çalıştım.
“Abilerin en mükemmeli, en yakışıklısı, en yardımseveri, en düşüncelisi…” diye yalandan şeyler sıralamaya başlamıştım ama abimin “Ne isteyeceksin, Nazlı?” demesiyle gözlerimi devirdim.
“Aşk olsun abicim, ben bir şey istemek için mi arı-” dememe kalmadan araya girdi. “Evet, genelde işin düşünce ararsın.”
Homurdanıp soluğumu bıraktım. “Peki peki,” dedim konuyu daha fazla uzatmamak için. “İşim düştü sana. Bana acilen bilgisayarımdan birkaç dosya atman lazım.”
“Kızım sen geri zekâlı mısın?” diye bağırdı telefonun öbür ucundan. Daha sonra iç çektiğini işittim. “bilgisayarını evde mi unuttun gerçekten?”
Onun diline düşeceğime uçurumdan düşsem daha iyiydi ama başa gelen çekilirdi. O yüzden sessizce sitemini dinlemek zorunda kaldım ama biraz daha devam ederse telefonu camdan aşağı atacaktım.
Biraz daha dinledim. Yüzüm şekilden şekle girmiş olmalı ki Derin kısık kahkahalarla bana gülüyordu. Başımı havaya kaldırıp sabır çektiğimde abim hâlâ söylenmeye devam edince, bana alttan alttan bir şeyler geldiğini hissettiğim için artık dayanamamış “Ay, evet! Unuttum işte, ne yapayım Allah Allah!” diye bağırmaya başlamıştım. “Söylenme de yardım edecek misin onu söyle!”
“Tam bir baş belasısın Nazlı!” Birkaç saniye sustu ama sonunda pes eden sesini işittim. “Okuldayım ama dua et, dersim yok şimdi, Yoksa oturup ağlardın.”
“Bir tanesin!” dedim yerimde zıplayarak. “Seninle üç gün kavga etmeyeceğim söz.”
“Kapat telefonu.” Gözlerimi devirerek telefonu kapattım ve kendimi sırt üstü yatağıma bıraktım. Abime atması gereken birkaç dosya ismi yazdıktan sonra telefonu yatağın bir kenarına fırlattım. Rahat bir nefes alabilirdim. Bugün o dosyaları atsa yeterliydi. Yarın sabah erkenden teleferikle şehre iner, bilgisayarımı alırdım.
“Halloldu mu bari,” diye sordu Derin merakla. Tavanı izlerken onaylar bir mırıltı çıkardım. “Eve geçecekmiş birazdan.”
Bir süre yol yorgunluğunu üzerimden atmaya çalıştım. Emre’ye daha sonra darlamaması için vardığımı mesaj attıktan sonra babamı gün içinde bilmem kaçıncı kez arayıp kısaca konuştum ve bavulumu boşaltmaya başladım. Dışarısı gerçekten çok soğuktu. Getirdiğim hiçbir şeye pişman değildim, aklım hâlâ getirmediklerimdeydi.
Derin de benden sonra ayaklanıp eşyaların boşalttı. Tatil bile yapsa test kitaplarını yanına getirmişti. Onları masaya dizerken ben de duş malzemelerimle banyoya gittim. Sıcak bir duş almadan kendime gelemeyeceğim biliyordum. Üzerimdekileri çıkarıp kendimi suyun altına bıraktım. Yalnız kaldıkça salak saçma düşüncelere girip kendimi boğacağımı bildiğimden rastgele bir müzik açmıştım. Müzik eşliği sayesinde aldığım duşta Gökçe’ye takılmadım ve keyifle yıkandım.
Duş aldıktan sonra bornozuma sarılıp odaya geçtim. Biraz böyle takılıp cilt bakımım yapacak, saçlarımı kuruladıktan sonra da abim dosyaları attıysa birinden bilgisayar alacaktım.
Kendimi yatağa bıraktığım sırada bu sefer banyoya Derin girdi. Ben de telefonda tuhaf tuhaf reelsler izleyip beğendiklerimi yakınlarıma attım. Buna artık Emre de dahildi. Hesabını açtığını öğrendiğimden beri onu da sürekli darlıyordum ve her attığıma cevap vermek zorunda bırakıyordum. Yüzünü buruşturduğunu bilsem de başının etini yiyeceğim bildiğinden her birine yanıt yazıyordu.
Yaptığım tembelliğin yeterli olduğuna karar verdikten sonra ayaklandım. Önce cilt bakımı ürünlerimi çıkarıp yüzümü nemlendirdim ve serumlarla besledim. Maske yapacak vaktim yoktu. Bunu gece yapmayı düşünüyordum. Daha sonra saçlarımı kuruttum ve kıyafetlerimi giyinmeye başladım. Toplantı olacağı için salaş bir şeyler giyemezdim. Üzerime ekru tonlarında bir takım giydikten sonra üzerime de bir tık koyu tonlarında olan bir kaban geçirdim. Aynı renk topuklu botlarımı giydikten sonra tamamen hazırdım. Sadece saçımı ve makyajımı yapacaktım. Hafif bir makyajdan sonra saçlarımı açık bıraktım. Düzleştirdikten sonra uçlarını kıvırdım. Büyük halka küpelerimi taktıktan sonra tamamen hazırdım. Artık dışarı çıkabilirdim.
Derin’e dışarı çıkacağımı söyledikten sonra odadan çıktım. Abimden hâlâ bir dönüş olmadığından gerilmiştim, içim sıkılıyordu. Telefon elimde, lobiye doğru yürüyordum. Tam asansöre vardığımda arkamdan ismimi işitince adımlarım durdu. Arkamı dönüp sesin sahibine baktım. “Efendim Bensu?” dedim ona doğru yüzümü çevirerek.
Odası hemen benimkinin yanındaydı. Buraya gelir gelmez direkt odalara çekilmiştik. O da benim gibi eşyalarını yerleştirmişti. Yanıma geldiği gibi koluma girdiğinde onun da benim gibi üstünü değiştirdiğini fark ettim. Siyah bir takım giymiş, kızıl saçlarını tepeden toplamıştı.
“Dışarı mı çıkıyorsun?” diye sordu, başını hafifçe yana eğerek.
Başımı sallayıp kısa bir mırıltıyla cevap verdim. “Aynen,” dedim. “Hem hava alayım hem de Caner’i bir göreyim dedim.”
“Caner?” derken kaşları merakla havandı.
Yüzüme hafif bir gülümseme yayıldı. “Liseden arkadaşım,” dedim açıklayıcı bir ses tonuyla. “Üniversitesinin staj programı otel çalışmasını görmeleri için getirmiş.”
Onaylar bir mırıltı çıkardıktan sonra gülümsedi ve kolumu daha sıkı sararak gelen asansöre beni sürükledi. Dördüncü kattaydık biz. Giriş katına bastıktan sonra Bensu heyecanla yeni aldığı makyaj malzemelerinden bahsederken heyecanına ortak olup en kısa zamanda bana göstermesini istedim. Belki gece bizim odaya gelirse üçlü kız partisi bile verebilirdik.
Asansör durduktan sonra beraber lobiye doğru ilerledik. Arada bakışlarım telefonuma kayıp duruyordu. Biraz daha cevap alamazsam arayacaktım. Eğer istediğim dosyaları atmazsa başım büyük beladaydı. Bu aptal sorumsuzluğum yüzünden büyük projelerden beni bir süre uzak bile tutabilirlerdi. Düşüncesi bile korkunçtu.
Bensu beni durdurunca kafamı meşgul eden düşünceleri bir kenara bırakıp ona döndüm. Ne oldu dercesine kafamı sallarken gözleriyle işaret ettiği noktaya bakışlarımı çevirdim. Gördüğüm kişilerle yüzümdeki ifade anında değişti. Leyla ve saz arkadaşları Tuğçe ve Umay kendi aralarında bir şeyler konuşuyordu. İş yerinde sevmediğim tek üçlüydü.
“Leyla saçları yine boyamış.” dedi Bensu beğenmediğini açıkça belli eden yüz ifadesiyle. Gözlerimi Leyla’nın saçlarına kaydırdım. Sarının bu tonunu nereden bulmuştu Allah aşkına? Ne olduğu belli belirsiz neon sarısını andırıyordu. Eski saçları, koyu kestane tonlarındaydı ve ona oldukça da yakışıyordu. Kendine bu kötülüğü neden yaptığını açıkçası merak ediyordum. O kuaförü acilen şikayet etmeliydi.
“Berbat duruyor,” dedim açıkça. “Bir haftaya o saçlar akmazsa bir şey bilmiyorum.”
“Kesinlikle.” diye onayladı Bensu sırıtarak. Daha sonra kaş göz işaretiyle yanlarını gidelim mi demeye çalıştı ama hemen başımı iki yana salladım. O kızlar da benim onları sevmediğim kadar beni sevmezdi. Birbirimizden zerre haz etmezdik. Elektriğimiz uyuşmuyordu. Karakterlerimiz tersti bir kere. İş dışında da sohbetimiz olmazdı. Ellerimi havaya kaldırıp “Ben hiç almayayım,” dedim çenemle ileriyi işaret etmeden önce. “Sen git istersen. Ben de arkadaşıma bakayım.”
Omuz silkerek beni onayladı. Ona ufak bir öpücük attım ve yanından uzaklaştım. Otelin bahçesine doğru ilerlerken düşüncelerim yine zihnimi istila etmişti. Aklım evdeydi. Masadaki bilgisayardaydı. Daha doğrusu Emre’deydi.
O geri zekâlının son zamanlarda bana olan tavrının daha farklı olduğunun elbette ki farkındaydım. Nasıl olmazdım? Her hareketine dikkat ederdim onun. Sadece bunu neden yaptığını anlamamak için özellikle çaba gösteriyordum. Anlamak istemiyordum. Anlamaya çalışırsam kendimi kandıracağıma inanırdım. Çünkü öyleydi. Çünkü dile almaya bile çekindiğim o kelimelerin gerçekleşme düşüncesi kendimi kandırmaktan başka bir şey değildi. Gökçe’yi günler sonra tekrar görmek de benim bu düşüncemi daha da destekliyordu. Bu gerçek değildi.
O beni…
Hızlıca kafamı iki yana sallayarak bu düşünceleri zihnimden kovmaya çalıştım. Kendime bir dizi sövdükten sonra otelden çıktım ve buz gibi havanın yüzüme çarpmasına izin verdim. Anında içim titremişti. Gerçekten inanılmaz soğuktu. Şehirdeki havanın en az on katı soğukluğunda bir hava vardı. Yerdeki karlar tek tüktü. Kayak mevsimi bitmişti, yoksa burası inanılmaz kalabalık olurdu. Gökyüzünü bulutlar kaplamıştı. Gün içinde yağmur yağabilirdi. Soğuk ve yağmur beraber inanılmaz bir kombinasyondu. Atkımı almadığım için kendime daha sonra sövecektim ama önce abimi aramam gerekiyordu. Onu aramak için telefonu açtım fakat biri ismimi seslenince bakışlarımı o yöne çevirdim. Bana doğru yürüyen bir adet Caner görmek yüzüme tebessüm yerleştirmişti. Telefonu cebime atıp ona doğru ilerledim. Yan yana gelince de sarıldık.
Kollarımı ondan ayırdığımda yüzünde alaycı bir ifade vardı. “Oo, Nazlı Hanım,” dedi beni baştan aşağı incelerken. “Pek bir şıksınız.”
Özgüvenli bir şekilde sırıttım. “Biliyoruz herhalde.”
“Aman, kendini övmekten hiç eksik kalma zaten,” diye söylenirken gözlerini devirdi. Sonra bakışlarıyla etrafı taramaya başladı. Birini arıyor gibiydi ve ben o birinin kim olduğunu elbette ki biliyordum.
“Derin odada,” dedim sinsice sırıtarak. Bunu duyar duymaz gözlerini kaçırdı. Fena yakalandım diye içten içe kendine sövdüğüne emindim.
“Ben Arda’ya bakınıyordum aslında,” diye mırıldandı ama yemezlerdi. Gözlerinin parladığına yemin edebilirdim. “Akşam topluca görüşelim o da geldiyse madem.” Sesini doğal davranıyormuş gibi tutmaya çalışıyordu ama pek becerdiği söylenemezdi.
“Aynen aynen, Ardaya bakıyordun,” dedim sesime keyif aldığımı belli eden alaycı bir ton ekleyerek. “Ama görüşürüz akşama, merak etme.” Onun gözleri daha da parlarken telefonumu cebimden çıkardım. Ona bakarak, “Benim birini aramam lazım, iki dakika bekle,” dediğimde sessizce başını sallayarak onayladı.
Son aramalardan abimin ismini basıyordum ki ekranda başka bir isim belirdi. Gelen aramaya bakınca kaşlarım çatıldı. Mesaj attım diye arıyor olamazdı değil mi? Mesaj atarak haber vermiştim işte. Aramama ne gerek vardı? Sesini duyarsam onu özleyeceğimi biliyordum.
Caner, “Açsana,” diyene kadar ekranla bakıştığımın farkında bile değildim.
“Haa,” dedim dalgın bir şekilde. “Açayım. Doğru.”
Yeşil tuşa bastıktan sonra telefonu kulağıma götürdüm. “Efendim?”
“Naz, neredesin?” Sorusuna kaşlarım çatıldı. Ne demek neredeyim? İş için otele geldiğimi biliyordu gayet.
“Mesajımı görmedin mi?”
“Gördüm.”
“Eee…” dediğimde sesimde bariz bir bezginlik vardı. “Niye soruyorsun o zaman?”
“Şu an tam olarak neredesin, onu soruyorum,” dedi sakin bir şekilde. Kaşlarımı iyice çattım. Amacının ne olduğu hakkında zerre fikrim yoktu. “Otelin hangi bölgesindesin?” diye eklediğinde buna daha çok şaşırdım. Etrafta kamera falan yoktu değil mi? Hayır yani beni bir yerden izlemeyecekse nerede olduğumun ne önemi vardı?
“Ne yapacaksın Emre bunu Allah aşkına? Gerçekten çok merak ediyorum. Buraya mı geleceksin?”
Caner konuştuğum kişinin adını duyunca bana döndü. “Emre mi?” diye sorduğunda kafamı sallayıp gözümü devirdim.
Emre Caner’in sesini duymuş olsa gerek ki “Kim var yanında?” diye sordu hemen. Ses tonu biraz gergindi.
Caner dudaklarını oynatıp “Selam söyle,” diye mırıldanırken “Caner var,” dedim gayet normal bir şekilde. Sonra güldüm. “Hatta selam söylüyor sana.”
“O niye orada?”
“Ee o gün kapıda dedim ya onlar da gelecek diye.” Ona niye sarılmıyormuşum diye beni kapıda sıkıştırdığı gün bahsetmiştim. Unutmuş olsa gerekti.
“Ben beni kızdırmak için yapıyorsun sanmıştım,” diye mırıldandığında kaşlarımı çattım. “Niye öyle bir şey yapayım?”
“Neyse ne,” diyerek geçiştirdi. Sinirlendiği bariz belliydi. “o lavukları gram sevmedim.”
Caner kaşlarımın neden çatıldığını merak ettiği için yüzünü ne oldu dercesine salladığında hızlıca gülümsedim. Elimle telefonu gösterip “onun da sana selamı var,” dedim.
Caner elini göğsüne vurup sırıtırken Emre telefonun diğer ucunda kükrüyordu. “Yok selamım falan!”
“Yanlış biliyorsun, var,” diye üsteledim.
“Yok diyorum.”
“Ben de var diyorum.”
“Sen neredesin onu söylesene,” dediğinde bezgince soluğumu bıraktım. “Sana ne?” dedim sinirle.
“Naz…”
“Ne var?”
“Bilgisayarını istemiyor musun sen?” dediğinde gözlerimin keloğlandaki sözde sihirli sepet gibi kocaman açıldığına yemin edebilirdim. Telefonu sıkarken onun dediği şeyi anlamaya çalışıyordum. Onun bilgisayarımdan nasıl haberi olmuştu ve asıl önemlisi istemiyor musun derken neyden bahsediyordu?
“Ne saçmalıyorsun sen?” diye sordum şok içinde.
“Yerini söylersen bilgisayarını getireceğim. Oteller bölgesine iki dakikalık mesafem kaldı.”
Emre benim bilgisayarımı mı getirmişti? Şaka mı?
***
İşi bitince eldivenini çıkardı ve diğer malzemelerin arasına atınca, karşısındaki adama gülümseyerek işlemin tamamlandığını söyledi. Gökhan, elini hafifçe Emre’nin omzuna iki kez vurduğunda “Elin dert görmesin, oğlum,” dedi minnet dolu sesiyle. “valla sen de olmasan hastanelere kadar gidecektik.”
Emre Gökhan’ın samimi sözlerine karşılık gülümsedi. “Ne demek Gökhan amca, seni hastanelere kadar göndertecek değiliz herhalde,” diye yanıtladı.
Evden çıktığı gibi direkt Nazlı’nın evine gelmişti. Söz verdiği gibi yapacağı bir pansumana vardı. Sonra dışarı çıkıp biraz kafa dağıtacaktı ama Zeliş teyzesi yemek yemeden bırakmam deyince onu kıramamıştı. Daha çok Nazlı’nın babası seviyor diye sarmış olduğu yaprak sarması olduğunu duyduğu için kalmak istemişti. Nazlı çok güzel yemek yapardı. Onun elinden yapılmış yaprak sarmayı yemeyeli yıllar olmuştu. Eskiden her yaptığında bir tabak da ona getirirdi. İlk lokmasını da kendi eliyle ağzına tıkardı. O günleri hatırlayınca yüzü gülmüştü.
“Sağ ol oğlum,” dedi Gökhan tekrar teşekkür ederek. “İyi ki döndün geri. Özlettin kendini kerata.” Elleriyle Emre’nin dizine vurunca gülmüştü. Emre de ona karşılık verip gülümsedi.
Gökhan, Emre ve babası arasındaki durumu biliyordu, bu yüzden çocukluğundan beri onun dertlerini dinlemek için hep yanında olmuştu. Emre pek derdini anlatan biri olmasa bile Gökhan bir şekilde onu anlardı. Eskiden neyse, şimdi de öyle olmasını istiyordu. Bunu ona hatırlatmak için elini sırtına koyup iki kez vurdu ve son derece ciddi bir ifadeyle “Senin gözümde Serdar ve Giray’dan farkın yok, bunu biliyorsun,” diye konuşmaya başladı. Emre bunu bildiğini belli edecek şekilde kafasını salladı. Gökhan amcası onu gerçekten kendi öz evlatlarından ayırmazdı. Bir zamanlar baba dediği o adamdan daha çok emeği vardı üzerinde. “O yüzden,” diye sürdürdü Gökhan dudaklarını ıslatırken. “bir derdin, sıkıntın olursa bana gelmeye çekinme olur mu?”
Emre başını sallayıp onu onayladı. “Gelirim,” dedi keyifli bir sesle. Oysa içten içe bir derdim var, kızınıza aşık oldum ve bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyorum diyordu. Bu derdini elbette ki ona anlatamazdı. Gökhan amcasının kalbinin durumunu dinlemeden baltayla sokak sokak onu peşleyeceğini biliyordu. Konu Nazlı olunca dikenlerini çıkarıyor, onu kimseye vermek istemiyordu. Ama Emre onun kalbini kazanmaya çoktan niyetlenmişti. Duygularının ne olduğunu anladıktan sonra Nazlı’dan uzak durmak gibi bir düşüncesi yoktu. Emre net bir insandı. Eğer duygularından eminse geri adım atmazdı, onu kazanmak için çabalardı ve çabalayacaktı da. Nazlı’nın peşinden koşacaktı.
Gökhan rahatlamıştı. Gülümseyerek koltuğa yayıldığında “İşler güçler nasıl peki?” diye sordu meraklı bir sesle. “Yoruluyor musun çok?”
Emre bir kenara bıraktığı kirli pansuman malzemelerini toplamaya başlarken “Eh, yani. Yorucu oluyor tabii,” dedi ama sesi keyifliydi. “İşimi sevdiğim için tatlı bir yorgunluk oluyor benim için. Senin kafe işleri nasıl gidiyor. Naz geliyor mu hâlâ yardıma?” Kalan son atığı da poşete yerleştirdikten sonra Gökhan’a döndü. Nazlı’nın eskiden okul çıkışları babasına yardıma gittiğini hatırlıyordu. Hatta onu da kendiyle sürüklerdi.
“Geliyor tabii,” dedi Gökhan gururla. “abileri gibi hayırsız değil,” derken ciddi olmadığını Emre elbette ki biliyordu. Oğullarını tabii ki çok severdi, onlar için her şeyi yapardı ama Gökhan için Nazlı’nın yeri her zaman başkaydı. Nazlı’nın onun için ne kadar önemli olduğunu bilmeyen yoktu. Onun gözbebeğiydi. “İşten çıkınca arada uğrar yanıma, çalışır. Bazen boş günlerinde de gelir.”
Evdeki kimse onun hemen işe gitmesine izin vermediği için Gökhan kafeye gidemiyordu. O yüzden Emre “Şu an var mı orada biri?” diye sormadan edemedi. Gökhan onaylar bir mırıltı çıkarırken “Benim çırak var,” dedi. “o bakacak yokluğumda.” İç çekerek soluğunu bıraktı. Evde olmaktan çok sıkılmıştı. Çalışmayı severdi ama özellikle kızı izin vermiyordu. Sadece Emre hastanede yürüyüş yapmasını önerdiği için akşamları yürüyüş yapıyordu.
Gökhan aklına bir şey gelince beklentiyle Emre’ye baktı. “Sen bizimkilerle bir konuşsan,” diye söze girdiğinde Emre onun amacını anlamış ve başını sallayarak gülümsemişti. “Gökhan amcam iyi desen de ben de çıksam artık şu evden. Valla duvarlar üstüme üstüme geliyor. Benim kız zaten başıma gardiyan kesildi. İzin vermiyor hiçbir şeye.” Sessizce iç çekse de gülümsemişti. Biricik kızının ona bir şey olacak diye hâlâ çok korktuğunun farkındaydı. Gittiğinden beri birkaç kez aramış ve ilaçları konusunda tembihlemişti bile. “Sen Nazlıma Gökhan amcam iyi, artık çıkabilir evden desen dinler seni.” Gözlerini büyük bir ümitle Emre’ye dikti. “Yap be amcana şu iyiliği, hadi be oğlum…” Bunalmış gibi ellerini iki yana bıraktığında Emre onun bu haline gülmeden edemedi. Gökhan yerinde durmayı seven biri değildi. “Nazlım bana boks maçları bile izletmiyor, ne kadar zor durumdayım düşünebiliyor musun?”
Emre Gökhan amcasını üzmek istemiyordu ama bir doktor olarak dediklerini yapması pek mümkün değildi. “Naz biraz haklı gibi sanki Gökhan amca,” derken kafasını salladı. “Kalbin için bu tarz maçlar pek iyi değil. Ki daha yeni çıktın hastaneden. Biraz dinlenmen lazım.”
Gökhan suratını astı. “Alacağın olsun be Emre oğlum. Sen de mi?” diye mırıldandı. “Bari koşulları biraz yumuşat.”
Emre teslim olurcasına ellerini havaya kaldırdı ve “Naz beni çiğ çiğ yer, Gökhan amca. Kusura bakma,” diyerek ayaklandı. Ellerindekini ona gösterirken “Ben şunları atayım,” diyerek kapıya yöneldi. Çöpleri atıp ellerini yıkayacaktı. Zeliş teyzesi de üst kata, Derinlerden bir şey alıp geleceğini söylemişti. O geldikten sonra biraz daha oturup giderdi.
Emre odadan çıkacağı sırada Gökhan koltuğa yayılıp kumandaya uzanırken kendi kendine “Kendi kızım diye demiyorum,” dedi gururla. “çevresindekilere korku salması çok hoşuma gidiyor.” Rastgele bir kanal açtığında suratı düştü. “Tabii bana da salmasa güzel olurdu.”
Emre onun bu haline gülerek odadan çıktı ve lavaboya gitti. Oradaki çöp kutusuna elindekilerini attıktan sonra ellerini yıkadı. Bu ev ona hiç yabancı değildi. Yıllar sonra tekrar geldiğinde bile hâlâ eski sıcaklığı hissedebiliyordu.
Oturma odasına geri dönmek için hareketlendi ama bakışları Nazlı’nın odasına deyince adımları durdu. Kapısı açıktı. Çocukken sürekli gidip gelirdi buraya Şimdi ise girmesinin doğru olmadığını bildiğinden bunu yapmadı ama hâlâ eskisi gibi mi diye merak etmesi yüzünden açık kapının ucundan bakayım bari diye düşünen zihni, ona hiç fark ettirmeden kapının önüne kadar götürdü onu. Kapının ucundan içeriye bakınca gülümsemişti.
Değişmişti.
Eskiden rengarenk ve cıvıl cıvıldı odası. Şimdi ise daha sade ve ferahtı. Duvarları pastel tonlarındaydı, mint yeşili odasına farklı bir hava katmıştı. Eskiden pembeydi diye hatırlıyordu. Mobilyaları beyaz ağırlıklıydı. Odanın ortasında yatağı vardı ve düzenliydi, Nazlı dağınıklıktan pek haz eden biri değildi. Yatağın üstünde üzerinde yazılar, resimler olan küçük yastıklar yerleştirmişti. Yatağın yanında büyük bir gardırop, diğer yanında aynalı bir masa vardı. Sanırım makyaj malzemelerini oraya koyuyor ve orada hazırlanıyordu. Yatağın karşı tarafında çalışma masası, masanın üzerinde de raf raf dizilmiş kitaplar ve sahte olduğunu düşündüğü sarmaşıklar vardı. Masanın üstü evraklarla kaplıydı ve bir adet bilgisayar vardı. Dün gece onunla konuştuklarında projeye çalıştığını söylemişti. Gece geç yattığından masayı toplamaya pek vakti olmamıştı anlaşılan.
Emre onun bu yaşam alanına tebessüm ederken yüzünü en çok gülümseten şey; duvar köşesinde gözüne çarpan büyük, beyaz ayıcık olmuştu. Bunu atmadığına inanamıyordu. Ona sinirli olduğu halde doğum gününde onun için aldığı hediyeyi hâlâ saklıyor olması içini ısıtmıştı.
Yüzünden silemediği sırıtışla oturma odasına geri döndü. Gökhan amcası televizyona dalmış görünce gülerek yanındaki boş koltuğa geçti. Yabancı bir takımın futbol maçını izliyordu ve kendini oldukça kaptırmıştı.
Gökhan, “ben senin ayağının ayarının gelmişini geçmişini…” diye sövmeye başlarken koridordan gelen karısının sesini işitince sözlerini yuttu ve çenesini kapadı. Karısı onun küfür etmesinden nefret ederdi.
Oturma odasının kapısının eşiğinde beliren Zeliş, “Ay bu kadın laftan sözden zerre anlamıyor,” diye homurdanarak içeri girdi. Sesindeki bezginliği herkes hissedebiliyordu. Emre merakla onu izlerken Gökhan yerinden doğrulmuş maça olan ilgisini bırakmıştı. “Ne oldu Zelişim? Kim sinirlendirdi seni yine?”
Zeliş, Emre’nin yanındaki tekli koltuğa geçti ve soluğunu bıraktı. Ellerini dizlerinin üzerine koyarken sakin olmaya çalışıyordu. Eşine döndü ve “Meral aradı yukarıda,” dedi bıkkın bir ifadeyle. Kaşları çatılmıştı. Kadının ısrarlı aramalarından gerçekten sıkılmıştı. Gökhan'ın bir gözü seyirirken kaşları düz bir çizgi halini aldı. “Yine aynı şeyi mi saçmalıyor bu kadın?”
Zeliş iç çekerken Emre aralarındaki muhabbeti anlamaya çalışıyordu. Meral derken o kadından mı bahsediyorlardı? Yoksa yine…
Zeliş elini havaya savurup başını iki yana sallayarak homurdandı. “Gökhan yine bir düşünsün diyor. Benim oğlan seviyor seni kızı diye söylendi durdu. Diyorum yahu, vermiyor adam kızını kimseye, istemiyor. Hem kızımın da senin oğlandan gönlü yok ama yok, kadın bana mısın demiyor.”
Emre duyduklarıyla tepeden tırnağa sinirle dolduğunu hissetti. Dişlerini sıktı, parmaklarını yumruk yaparak avuç içlerine bastırdı. Sakin olmaya çalışıyordu ama başaramıyordu. Biraz daha bu isteme muhabbeti devam ederse birine dalacakmış gibi hissediyordu. O kişinin “seviyor” dedikleri Melih olması oldukça muhtemeldi.
“Nazlı küçüklüğünden beri sevmez Melih'i.”
Zeliş'in son söyledikleri Emre’yi öfkesinden biraz uzaklaştırıp istemsizce gülümsetti. Nazlı çocukluğundan beri en çok onunla vakit geçirmeyi severdi. Bunu bilmeyen yoktu.
“Başlarım onun oğluna!” diye yükseldi Gökhan, bir anda yerinden kıpırdanarak. Konu Nazlı olunca onunla ilgili istemediği bir şeye karşı öfkesi hemen kendini belli ederdi. “Kızım kaç yaşında daha, vermiyorum kimseye! Ha illa benim çocuklardan birini istiyorlarsa o zaman Giray’la evlendirsin oğlunu.”
Odadaki gerilim Emre’nin kahkahasıyla dağıldı. Gökhan'ın söyledikleri istemsizce zihninde canlanmıştı. Zeliş de kafasını yana yatırıp güldü. O kadın biraz daha zorlarsa Gökhan’ın bu teklifle onlara gideceğini biliyordu.
Onlar gülmeye devam ederken tam o sırada kapı açılmış ve içeri Giray girmişti. “Kahkahanız bol olsun ev halkı,” diyerek yanlarına geldiğinde Emre ayaklanmış ve selamlaşmışlardı.
“Hoş geldin kardeşim.”
“Sen de hoş geldin kardeşim.”
İkisi de yerlerine oturunca Giray'ın meraklı bakışları onların etrafında gezindi.
“Siz neye gülüyordunuz?” diye sorduğunda Emre'nin kahkahası tekrar yükseldi. Sohbetin üzerine denk gelmesi gerçekten mükemmel bir zamanlamaydı. Oturduğu koltuğa yayıldı ve hafifçe yana eğilip alaycı bir şekilde Giray'a baktı. “Seni evlendiriyorduk kardeşim,” dedi.
Giray'ın gülümsemesi aniden yüzünden silindi. Kaşları çatılırken “Anne!” diye söylendi bakışlarını hızla annesine çevirerek. “Elif'i darlamadık diyin bana!”
Zeliş kaşlarını kaldırıp şaşkınca baktı. “Ne Elif’i oğlum?” diyen sorarken keyfi oldukça yerindeydi. Gökhan da bu andan zevk alıyormuş gibi bıyık altından onlara gülüyordu. Ona eğlence çıkmıştı, asla kaçırmazdı. Ki bu sayede az önceki öfkesini de bir kenara bırakabilmişti. “baban seni başkasına verdi.”
Duyduklarının şoka giren Giray bir anda yerinden fırladı. “Ne!” diye bağırdı. Gözleri büyümüştü, neredeyse sendeleyecek gibi oldu. Emre onun bu haline daha da güldü. “Ne saçmalıyorsunuz siz anne Allah aşkına? Ne başkası?”
“Yo,” dedi Gökhan bir eliyle sakalıyla oynarken. “gayet ciddiyim.”
Giray, nefesinin sıkıştığını hissetti. Ellerini iki yana açarken “Elif dışında kimseyle evlenmem!” dedi oldukça ciddi ve net bir şekilde. Elif’e deli gibi aşıktı, ki her halinden de belliydi ona aşık olduğu. Bu sokağa ilk geldiği andan beri ona tutulmuştu. Ondan başkasıyla da asla olmazdı.
Emre kahkahasını zor bastırırken ayağa kalktı. Giray'ın yanına yaklaştı ve omzuna destek olmak için iki kez vurdu. “Melih de iyi bir seçenek, kardeşim,” dedi oldukça ciddi bir sesle. O bunu diyince Gökhan daha çok güldü.
Giray içine düştüğü durumdan zerre bir şey anlamıyordu. Kaşlarını çatmış “Melih kim be?” diye kendi kendine söylenirken birkaç saniye sonra dönen muhabbeti anlamıştı. Her birine gerçekten mi der gibi bakarak Emre’nin üzerindeki elini kenara itti ve düştüğü konuma inanamazcasına ellerini havaya kaldırdı. Emre dudağının bir kenarını kıvırmış şekilde sırıttı ve tekrar yerine oturdu. Giray ise sinirden gülüyordu. “Şaka gibisiniz gerçekten,” dedi bıkkınca. “başka eğlence mi bulamadınız kendine. Hem bu meymenetsiz Melih yine ne alaka?”
Emre Giray’ın meymenetsiz kelimesini duyunca keyiflenmişti. Kendi de Melih konusunda kesinlikle aynı fikirdeydi.
“Anası aradı yine,” dedi Gökhan dudaklarını büzerek. “Nazlımı istiyorlarmış yine. Ben de onun yerine seni veririz dedim.”
Gözünü devirdi. Başka zaman olsa babasının seni veririz lafı üzerinden onunla uğraşırdı ama asıl takıldığı nokta Nazlı’yı yine yüzsüzce istemeleriydi. Hoşnutsuzca kaşlarını çattı. Vücudu kasılırken elleri yumruk olmuştu. “Bunlar niye hâlâ arıyor sizi? Valla gider oğlunu pataklarım!”
“Giray,” dedi Zeliş uyarı dolu bir sesle. “saçmalama oğlum istersen.”
“Ne saçmalama anne?” Sesindeki sinir herkes tarafından hissediliyordu. “daha kaç kez reddettiğiniz halde arayacaklar böyle? Hem onlar değil miydi adam daha yeni ameliyat olmuş, daha tam kendine gelememiş yine de pişkince gelip müsait olduğunuz bir gün gelip kızınızı isteyelim diyen? Nerede ne konuşacağını bilmiyorlar daha. Bir de kardeşimi mi istiyorlar? Siktirsinler gitsinler!"
Gökhan oğlunun söyledikleriyle gururla göğsünü kabarttı. Annesi küfretme diyip dursa da o oğlunu destekledi hemen. Sonra karısının çatık kaşlarına demek gelince de susup köşesine çekildi. Emre ise bu konu üzerinde daha fazla durmak istemiyordu. Çünkü Nazlı'nın adının başkasıyla yan yana gelmesine bile tahammülü kalmamıştı.
“Adama eve neden geldiğini unutturdunuz!” diye söylendi Giray. Zeliş de oğlu geldiğinden beri bunu soracaktı ama sohbetten araya kaynamıştı. “Sahi sen niye erken geldin oğlum? Dersin bitti mi?”
Giray bezgin bir şekilde kafasını salladı. “Senin salak kızın bilgisayarını evde unutmuş. Bütün evrakları da içinde,” dedi. Emre pür dikkat Giray'a odaklandığında az önce gördüğü bilgisayardan bahsettiğini hemen anladı. “Bu kız bu kafayla bu zamana kadar nasıl yaşadı çok merak ediyorum. Aklı bir karış havada.”
“Kızıma salak deme.” Giray babasının söylediklerini umursamadı. Salak salaktır diye düşünmeye devam edecekti.
“Bütün gece çalıştı kız,” diyen Zeliş’in sesi üzgündü. Kıyamıyordu kızına. “Gece kaça kadar ekran başında bir şeyler çizip durdu.”
“Her neyse,” diye mırıldandı Giray. “ben şuna evrakları atayım. Bilgisayarı nerede bunun?”
Zeliş kaşlarıyla ileriyi işaret etti. “Odasındadır.”
Giray başını sallayarak arkasını döndü ve oturma odasından çıktı. Birkaç saniye sonra da Nazlı’nın bilgisayarıyla geri döndü. Boş koltuğa geçip oturacaktı ki tam o sırada gelen arama olunca ekrana baktı ve bilgisayarı Emre’ye uzattı. Emre kafasını merakla salladığında Giray gelen aramanın okuldan olduğunu, açması gerektiğini söyledi ve ona konuşma fırsatı vermeden yanından uzaklaştı.
Gökhan koltuğa yayılarak televizyonu izlemeye geri döndü. Zeliş de sofrayı hazırlamak için ayaklandı. Emre ise bakıştığı gri bilgisayarla ne yapacağını düşünüyordu. Açıp açmama konusunda kararsızdı. Daha sonra düşünmekten vazgeçti ve bilgisayarın ekranını hızlıca açtı.
Önüne şifre ibaresi gelince bekledi. Şifrenin olduğu yerde Nazlı Aladağ yazan yerin hemen üstündeki fotoğrafla bakıştı bir süre. Nazlı’nın dişlerini göstererek gülümseyen yüzünü görünce kendi de gülümsemişti. İşaret parmağımı fotoğrafın üstüne gitti ve bir süre fotoğrafın üzerinde durdu, sonra da yavaş yavaş okşadı.
Çok güzeldi.
Saatlerce onu istemek isteyecek kadar güzeldi.
Aşk onu saatlerce izlemek istemek miydi?
Fotoğrafa bakmaya devam ederken Gökhan’ın futbol oynayanlara söven sesini işitince kendine gelmiş ve elini fotoğrafın üstünden hızlıca çekmişti. Sanki yakalanmış gibi hissediyordu.
Bakışları şifre kutusuna kaydı ve ne olabileceğini düşündü. Nazlı eskiden kendi ve onun okul numarasını şifre olarak kullanırdı. Her ikisinin okul numarası da üç haneliydi. Yine öyle miydi acaba diye düşünmeden edemedi. Tek seferlik denemek için rakamları girdi ve saniyeler sonra ekranda açılıyor yazısı belirdi. Gülümsemişti.
Emre’nin içinden bir şeyler filizlendi. Nazlı ondan kaçsa bile ondan kaçamamıştı. Unuttum dese bile unutmamıştı. Geri döndüğü ilk gün artık hayatımda değilsin derken bile, aslında hep hayatındaymış. Bunu gördüğü ekran söylüyordu ona.
Nazlı Emre’nin masasındaki çocukluktan kalma o fotoğrafı bilgisayar ekranına koymuştu. Kimseyi değil. Onu koymuştu.
“Hah, bilgisayarı açtın mı?” diyerek yanına yaklaşan Giray'ın odaya geri döndüğünü daha yeni fark ediyordu Emre. Kafasını bilgisayardan kaldırıp gözlerini ona dikti. “Şifreyi çözmene niye şaşırmıyorum acaba?” Giray kafasını iki yana sallarken sesindeki alaycılığı gizlemedi. Emre’nin kardeşini ne kadar iyi tanıdığını biliyordu. Emre ise gözlerini devirmekle yetindi.
Giray telefonuna kısa bir bakış attı. Yüzündeki telaş kendini ele veriyordu. “Benim acil okula dönmem gerek,” diye devam ettiğinde telefona tekrar baktı. “Benim sınıf birbirine girmiş. Sen dosyaları ona atsana bi zahmet be.”
Emre tereddüt etmeden kabul edecekken aklına gelen şeyle bir anda gözleri parladı. “Ben bu bilgisayarı direkt Naz'a götüreyim,” dediğinde Giray'ın kaşları çatıldı. “Onu biraz bile tanıyorsam bugün dosyaları ona atsan da yarın yine bilgisayarı almaya gelir.” Gülerek kafasını iki yana salladı.
Giray ona delirmişsin der gibi bakıyordu. “Manyak mısın oğlum? Bir bilgisayar için gidilir mi?” diye sordu ümitsizce kafasını sallamadan hemen önce. “Bırak gelsin geri, salak olmasaydı da unutmasaydı. Sürünsün biraz.”
Onların sohbetiyle ilgilenmeyen Gökhan “kızıma salak deme lan hergele,” diye araya girdi lakin bakışları hâlâ ekrandaydı. Sonra ayaklandı ve lavaboya gitmek için odadan uzaklaştı.
“Ya sabır,” diye mırıldandı arkasından Giray. “Kızına da laf söyletmez, aman.”
Emre bilgisayarı kapatıp ayaklandığında “Sen harbi ciddisin,” dedi Giray şok içinde.
“Abartma oğlum, yıllardır gitmiyordum dağa. İki gün de çalışmıyorum biraz kafa dağıtırım belki,” dedi sakince. Sonra gözlerini kaçırdı. “Evdeki durumları biliyorsun.”
Giray destek olmak için elini omzuna koydu. Babası ile arasındaki ilişkinin ne durumda olduğunu biliyordu. Zaten annesi olmasaydı o eve geri döneceğini sanmıyordu. “Sen bilirsin kardeşim,” dedi bir süre sonra. Sonra gülümsedi. “Hazır gidiyorsan o salağa da bak bari. Kesin hasta eder kendini. Yine unutmuştur bir şeylerini.”
Emre gülümsedi. “Ona ne şüphe.”
Giray'ın telefonu tekrar çalışınca evde daha fazla oyalanırsa sorun çıkacağını anladığından Emre’yle vedalaştı ve çabucak evden çıktı. Emre de mutfağa, Zeliş'in yanına gitti. Bilgisayar durumunu ona açıkladığında Zeliş mahcup hissetmişti. Ne kadar buna gerek olmadığını söylese de Emre hemen araya girmiş ve böyle hissetmesine gerek olmadığını söylemişti. Konu Nazlı’ysa elbette ki her şey önemli ve gerekliydi onun için ama bunu kendi içinde tutmuş ve kafa dağıtacağı bahanesini öne sürerek onu rahatlatmıştı.
Emre yemeğe kalamadan bilgisayar çantasını Zeliş'ten istedi ve kendi eşyalarıyla birlikte Gökhan amcasına da veda ederek onlardan çıktı. Zeliş ne kadar yemeğe kalması için ısrar etse Emre başka sefer için söz verdi. Hem o zaman Nazlı da onlarla olmuş olurdu. O zaman her şey tamamlanmış gibi hissederdi. Şimdi ise hemen gidip onu görmesi gerekiyordu. Çünkü özlemişti.
Evine gidip çabucak odasına geçti. Birkaç parça kıyafeti dolaptan çıkardı ve dolabın içinden aldığı küçük bir çantaya yerleştirdi. O sırada kapı aralandığında annesi merakla yanına yaklaştı. “Bir yere mi gidiyorsun oğlum?” dediğinde kaşları biraz havalanmıştı.
Emre çantasını toplarken gözlerini annesine yöneltti. Kendinden emin bir şekilde gülümsedi. “Tutmam gereken eli tutmaya gidiyorum.”
BÖLÜM SONU...
***
Sonraki bölüm Nazlı ve Emre'yi yan yana göreceğiz artık. Bakalım neler olacak... Çok bi' heyecanlandım çünkü diğer yan yana gelişleri gibi olmayacak bu. Emre aşkının farkında ve kendisi duygularından eminse bunun üstüne yürür. Geri çekilecek birisi değil.
Nazlı'nın kalp biraz taşikardik atacak gibi ama raad olun, Emre kalp damar cerrahisi üzerine uzmanlık yaptı :)))
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.56k Okunma |
1.3k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |