
Selam selam selammm...
Biraz geciktim ama hastane işleri, sağlık sorunları derken anca yazabildim.
Hiç part 2 gibi değil, yazdığım bir normal bir bölüm uzunluğu kadar oldu. Oldukça eğlendim. Veee... bölümün yarısını Emre'den okuyacağız...
Lütfen paragraf arası yorum yapmayı unutmayın, en azından tepkilerini görmek isterim. Çünkü onca şeyin içinde vakit bulup yazabilmem gerçekten zor oluyor ama yine de yazıyorum işte. Onları seviyorum.
Neyse... Sizi onlarla başbaşa bırakayım.
Keyifli okumalar...

15. BÖLÜM - PART 2
Dakikalardır yaptığım tek şey boş tavanı izleyip durmaktı. Düşünmeyeyim diye geçenlerde sosyal medyada keşfettiğim düşünmeyi önleyen cızırtılı bir sesi son ses açarak dinliyordum. İşe de yarıyordu. Beynimin içinde yankılanan tek şey bu tuhaf sesti. Düşünmeye çalıştıkça düşünemiyordum. Bu iyi bir şeydi. Bu sesi karşıma çıkaran her şeye binlerce kez dua edecektim. Bundan sonra Emre kişisi aklımı her durdurduğunda -ki ondan başkası yapamaz bunu zaten- onu düşünmeyeyim diye bu yeni keşfettiğim sesi açacaktım.
Odaya geldikten sonra ilk olarak duşa girmiş, sıcak suyun altında biraz da olsa kendime gelmiştim. Gün içinde aldığım ikinci duştu. Ama iyi geldiği inkâr edilemez bir gerçekti. Üstümü değiştikten sonra odaya içecek sıcak bir şeyler istedim. Onun gelmesini beklerken de tavanla arkadaşlık yapıyordum. Pek bir faydasını göremesem de yine de yetinmeye çalışıyordum.
Telefondan tekrar bildirim sesi gelince sesli bir küfür savurdum. Sabahtandır ötüp duruyordu ve ben de inatla bakmıyordum. Kimden geldiğini biliyordum. Cevapsız kalsın. Umurumda bile değildi. Beyinsiz, aptal! Her şeyi böyle bir anda yapmak zorunda değildi. Sözlerine inanabilmem için benim önce bir şeyleri sindirmem gerekiyordu. Buna izin vermeliydi. Bugün peşimden gelmemeli, düşünmem için bana alan bırakmalıydı. Evet, beni seviyordu. Bunu gözlerinde görebiliyordum. Kör veya aptal değildim. Ama ona güvenmiyordum. Ona bu saatten sonra kolay kolay güvenemezdim. Nereden bilecektim hislerinin de kendi gibi çekip gitmeyeceğine? Belki geçiciydi bu duyguları? Nasıl emin olacaktım? Olamazdım.
Odayı bu sefer arama sesi kaplayınca, “Açmıyorsam açmak istemiyorumdur!” diye bağırarak gelen aramayı kapatmak için telefona uzandım. Öfke dolu bir şekilde ekrana baktım ama üzerinde yazan ismi görünce öfke yerini şaşkınlığa bıraktı. Ekranda yazan isim beklediğim kişiden değildi. Sedef arıyordu. Saat gece yarısını geçiyordu. Bu saatte neden aradığını merak ediyordum. Sakince nefesimi bıraktım ve aramayı cevapladım.
“Efendim?” diye mırıldandım telefonumu kulağıma götürerek.
Benim aksime onun sesi oldukça keyifliydi. “Cenaze mi var aşko, bu nasıl ses?”
Uzanmaya devam ederken kapıya doğru yan döndüm ve telefonu kulağımda bıraktım. “Duygularım darmadağın, anlayamazsın,” dedim şarkı söyler mırıltıyla. Söylediklerime güldüğünü işittim. “Niye aradın? Bir şey mi oldu?”
“Onu sen söyleyeceksin aşko?” dediğinde ne demek istediğini zerre anlamamıştım.
“Ben ne alaka kızım?”
“Aşk itirafı almışsın.”
Gözlerimi kapanınca “Derin…” diye mırıldandım bezgince. “Hangi ara anlattı bu kız size?”
“Az önce görüntülü konuşuyorduk. O sıra söyledi. Hatta tam o sırada seninki geldi. Ona bir şey veri-”
Sedef’in sözleri kapı anında açılınca ve Derin içeriye “Kızım niye açmıyorsun sen telefonunu?” diye söylenerek girince kesildi. Yanında Bensu da vardı. İkisi de gergin bir şekilde bana yaklaştıklarında oturduğum yerden aceleyle doğruldum. Kulağımdaki telefon yatağa düştüğü sırada Sedef bir yandan “Kızım beni dinlemiyor musun sen?” diye bağırıyordu.
Ben kime yetişecektim? İmdat!
Telefonu tekrar kulağıma götürdüm. “Derinler geldi,” dedim. Bir yandan da Derin’e dönüp telefonu işaret ederek “Sedef’le konuşuyordum,” diyordum.
“Sesi dışarı ver. Hatta dur, görüntülü arıyorum. Tüm detayları almam gerek. Ablam da merak ediyor.”
Telefon cevap vermeme gerek kalmadan kapandı ve saniyesinde görüntülü olarak çalmaya başladı. O sırada Derin ve Bensu da karşımdaki yatağa geçmiş meraklı bakışlarla bana bakıyordu.
Görüntülü aramaya cevaplandırdığımda Elif abla ve Sedef görüş alanıma girdikleri gibi sırıtan ifadeyle gözümün içine bakarak el salladılar.
“N'aber Nazlı?”
“Selam aşko, hadi anlat.”
Bıkkınca nefesimi bıraktım. “Neyi anlatayım!” diye yükseldim.
Hepsi sanki anlaşmış gibi aynı anda “Her şeyi!” diye bağırınca irkilmeden edemedim.
Derin elindeki küçük poşeti bana uzattı. Anlamsız bakışlarla ona bakarken ne olduğunu sorarcasına kafam salladım ve poşeti elinden aldım. İçinde ne olduğuna bakarken “İlaç,” diye cevapladı beni. İçindeki iki kutu ilacı çıkardım. “Emre verdi az önce. Hasta olmadan bunları içsin dedi, sonra da çekip gitti. Aklım çıktı sandım. Sana bir şey mi oldu diye sormak için merakla ayaklandım hemen ama ağzımı açıp bir şey sormama bile fırsat vermedi bok kafalı. Ne hastalanmasından bahsediyordu?”
İlaçları yatağın üzerine bıraktım. Bu manyak yanında ilaç mı taşıyordu her saniye? “Yağmurda sırılsıklam oldum,” diye mırıldandım. “O da öyle.”
“Siz o yağmurda dışarıda mı kaldınız lan?” diye sordu Derin hayretle. “Ben bir yere girmişsinizdir diye düşündüm.”
“Ben de öyle,” diyerek onayladı onu Bensu.
Bıkkınca soludum. “O beyinsiz yüzünden.” O âna gidince elim istemsizce dudaklarıma kaydı. Beni öpmüştü. Beni öpmüştü! Gerçekti! “Kavga ettik.”
“Kavga mı ettiniz?” Sedef’in yüzünde şaşkın bir ifade vardı. “Nerde o Derin? Bana aşk itirafı geldi dedi. Çevir hemen ona telefonu!”
“İyi bok yemiş,” diye mırıldanırken gözlerimi devirip telefonu Derin’e çevirdim. Derin ben masumum dercesine ellerini havaya kaldırdı. “Valla öyle oldu.”
Telefonu tekrar kendime çevirdim. Bu sefer konuşan Elif ablaydı. “Niye kavga ettiniz kuzum?” diye sordu merakla. Hepsinin yüzünde aynı meraklı ifade vardı. Dudaklarımı birbirine bastırıp durdum. Gözlerimi hepsinden kaçırdım. Nasıl söyleyeceğimi bile bilmiyordum çünkü kendim bile inanamıyordum.
Derin artık sessizliğime dayanamamış olsa gerekti ki “Söylesene kızım!” diye yükseldi.
Kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Son kez nefesimi bıraktım ve hepsine tek tek baktıktan sonra “Beni öptü,” dedim bir anda gözlerimi odada gezdirirken. “Sana aşığım dedi ve öptü.”
Önce derin bir sessizlik oldu. Hepsini gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi açılmıştı. Dili tutulmuş gibi bana baktıktan yaklaşık iki saniye sonra dördü de aynı anda çığlık atıp “Ne?!” diye bağırmaya başladı. “Ne demek öptü?!”
“Bağırmasanıza ya!” dedim ağlamaklı bir ifadeyle. “Şok geçiriyoruz şurada.”
Derin iki eliyle yanaklarını sardı. “Ciddi ciddi öptü mü?” dedi şaşkın bir ifadeyle. Bensu ise sırıtıp duruyordu. “Tuttum bu çocuğu.”
Sedef elindeki elma dilimini ağzına götürürken “Öptüyse niye kavga ettiniz kız, sen zaten sevmiyor musun bunu?” diye sordu.
Dudaklarımı ıslatıp iç çektim. “Seviyor olmam bir şeyleri değiştirmiyor çünkü. İnanmıyorum ona. Kalbimi kıracak. Biliyorum. Çekip gitti, üstüne bir de…” dediğimde gözüm doldu. Gitme sebebi aklıma geldikçe kalbim sızlıyordu.
“Ne oldu?” diye sordu Derin telaşla. Ağlayacak üzere olduğumu fark etmişti. “Yanlış bir şey mi dedi sana? Yemin ederim elimde kalır bu sefer.”
“Gitme sebebini öğrendim.” Gözümden bir damla yaş aktı. Kalbim kırıldı işte. Yine kırdı. Dokunabildiğini kırabilirdi de.
Bütün gece neler olduysa anlattım. Gökçe yüzünden gittiğini, bana sarf ettiği sözleri, ona onu sevdiğimi söylediğimi, hatta kaç yıldır aşık olduğumu, neler hissettiğimi ne var ne yoksa her şeyi detayına kadar anlattım. Konuşma sırasında oda servisi içeceğimi de getirmişti. Ben nane limonu yudumlarken Derin her saniye Emre’ye sövmüştü. Konuşmam bitince nefesimi bıraktım ve onlara döndüm. “Böyle işte…”
“Yuh…” diyen Bensu’ydu. Ayakkabılarını çıkararak yatak üzerinde Derin gibi bağdaş yaparak oturdu. “Bu çocuk firesiz yürümüş.”
Derin gözünü devirdi. “Yürüyen ayaklarından tutup tavanda sallamak gibi çok kıymetli planlarım var.”
“Asıl o Gökçe denen yellozun yaptıklarına bak! Hem çocuğu aldatsın hem de sen suçluymuşsun gibi gelip senin üstüne atlasın. Yüzsüzlükte zirve gerçekten!” Sedef’in sesi oldukça sinirli çıkmıştı ve sözlerinde oldukça haklıydı. O kız elime düşmesin. İçimdeki mahalle cadısını ortaya çıkarıp saçını başını tek tek yolacaktım çünkü.
“Gerçekten o kız için mi gitmiş?” Ağlamaklı ifadeyle Elif ablaya bakıp kafamı salladım. “Ben öyle mi gerçekten deyince cevap vermedi, sustu. Bunun başka nasıl açıklaması olabilir?”
Sedef gözlerini benden kaçırırken “Bir şey diyeceğim ama kızma,” diye mırıldandı. Kaşlarımı kaldırarak konuşması için onu işaret ettim. Kesin kızacaktım. “Sen bir şeyleri kendince yorumlayıp inanmayı seversin.” Bu konuda bir şey diyemeyecektim. En boktan özelliğimdi. “Cevap vermedi diye öyle olacak değil ya, belki başka bir şey var. Sana anlatamadığı.”
Kaşlarım çatıldı. “Başka bir şey varsa söylesin o zaman!” diye yükseldim sinirle. “Ben ondan hiçbir şeyi saklamadım o gidene dek. O böyle yapıyorsa zaten eskisi gibi olamayız. Ama eğer…” dediğimde durdum. Söyleyeceğim şeylere kendimi hazırlıyordum. “Eğer gerçekten o kız için gittiyse onu asla affetmem. O yüzden gittiyse ve bunca zaman sonra anca dönebildiyse bana olan aşkına da zerre inanmam. Onu çok seviyormuş ki aldatmasına dayanamamış ve defolup gitmiş. Bunun başka bir açıklaması olamaz.”
“Nazlı’ya katılıyorum,” dedi Derin. “Bir kız için gittiyse siktirsin gitsin.”
“E aşko sen bu çocuğa niye tüm duygularını anlattın o zaman?” Bensu merakla bana baktı. “Bıraksaydın da tek kendi seviyor sanıp delirseydi.”
Bensu’ya döndüm. “Bir anlık sinirle onu beş yıldır sevdiğimi söylemek gibi bir salaklık yaptım. Sonrasını da siktir ettim söyledim. Hem sence ben bir şeyleri ne kadar gizleyebilirim?” dedim alayla. Gülmeye başladı. Cevabını almıştı. Ben her türlü belli edebilecek potansiyele sahip bir geri zekâlıydım. Şayet o buradan defolup gitmeseydi bir süre sonra kendi de anlayabilirdi. Gerçi salaktı o. Anlamazdı.
“Bir de…” diye devam ettim soluğumu bırakırken. “Ben okuduğum, izlediğim şeylerde duygularını saklayan salaklardan nefret ederim. Niye saklayayım ki abi? O mal bilsin de ona göre hareket etsin. Onu sevmiyorum diye değil, onu sevmeme rağmen bir şeylerin hemen öyle düzelmeyeceğini anlasın.”
Derin uykusu gelmiş gibi gözlerini ovaladı. “Bir şeylere geç kaldığını anlasın istiyor,” diye mırıldanıyordu uykulu bir sesle. Beni en iyi o tanırdı.
Sedef’in sinsice sırıtmasını işittim. “Süründüreceğim diyorsun.”
Kafamı art arda sallarken “Sürünsün köpek, hatta var ya…” dedim son yudumu da içip bardağı komodinin üzerine bırakarak. “Beni dediği gibi gerçekten seviyorsa köpek olsun peşimde. Ben az mı süründüm? O sürünsün şimdi. Ama dediğim gibi gidişi o kız içinse hiç boşa çabalamasın. Unutsun beni.” Gözlerimin dolduğunu hissettiğimde kafamı hafifçe yukarı kaldırıp yaşların pınarlarımdan akmalarına engel oldum. “Ben kimsenin gideceği son durak değilim.”
“Ay keşke orada olsam da sana sarılsam…” Derin Sedef’in bu söylediğiyle ayağa kalkıp yanıma geldi ve boynuma kolunu doladı. Dudağımda hafif bir tebessüm belirdiği sırada ekrana bakıp “Senin yerine de sarılırım ağlama,” deyip yanağıma öpücük bıraktı. Bensu da ayağa kalktı. Diğer yanıma geçip ellerini karnıma dolayarak yanağıma öpücük bıraktıktan sonra kızlara el salladı. Onları tanıştırmama gerek yoktu. Zaten daha önce tanışmışlardı.
“Ne yapacaksın bundan sonra?” Elif ablaya bakıp dudağımı büzdüm. Beynimi kaybetmiştim. Ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.
“En iyi yaptığım şeyi galiba,” diye mırıldandım.
Kızlar ne olacağını soracağı sırada Derin araya girdi ve kollarını benden ayırarak “Saklanacak,” diyerek cevapladı onları. “Tüm gün ona görünmemeye çalışacak ama benim de adım Derin ise o mal buna asla izin vermez.” Alayla kafasını iki yana salladı. “Geçen hafta iki gün ondan kaçtı diye kafayı yemişti.”
“O hafta üç gün boyunca beni işe bırakmak için sabahın köründe kapıda dikilmişti,” dedim söylenerek.
Bensu şaşkınca bana döndü. “Enişte beye bak sen…” Sesi oldukça keyifliydi.
Gözlerimi devirdim. “Söylemesene kızım şunu.”
“Valla tuttum çocuğu. Bence olur sizden. Kendisini ilk defa bugün gördüm ama bakışlarından bile belli seni sevdiği. Hiç uzatma bence.”
Derin onaylamaz homurtular çıkardı. “Yok öyle bir dünya,” dediğinde sesi oldukça netti. “Kuzenim onun yüzünden az üzülmedi. İzin vermiyorum.”
Yerimde hareketlenirken “Tamam,” diye mırıldandım. “Kapatalım konuyu, kafam almıyor hâlâ.” Bakışlarımı Elif ablaya çevirip sırttım. Konuyu kendimden atmanın en iyi yolu ona sataşmaktı ve annemle bugün iş sırasında yaptığım konuşma aklıma gelince bunu hemen ona söyleme kararı aldım. “Elif abla…” derken son harfi keyifle uzatmıştım. “Abimle nasıl gidiyor?”
Sedef kaşlarını çattı. “Görüyor musun, nasıl da kaçıyor?” Ona sadece sırıttım. Bu taktiğimi zerre sevmiyordu.
Bensu “Abin derken,” dediğinde ses volümü giderek yükseliyordu heyecanla. “abinle mi sevgili! Ay oha!”
Ona dönüp kafamı salladım. “Müstakbel yengem olur.”
“Güzel gidiyor Nazlı'cım.” Parmağını kaldırıp salladı. Yalandan bir sitemle kaşlarını çatmıştı. “Annenlere her şeyi pat diye anlatmanı unutmadım sanma.” Abimle ikisinin ilişkisini ifşa eden bendim. Bence çok bile dayanmıştım.
“Ben olmasam kimse bir şey yapmayacak,” derken omuz silktim. “Hem sen bilmiyorsun… Babam bugün az kalsın abimi benim yerime evlendiriyordu.”
Dördü tekrardan aynı anda “Ne?!” diye bağırınca kulaklarımı tıkama gereği hissettim. Bu sefer ikisi de tam dibimdeydi ve bağırışlarıyla kulak denen şeyden eser kalmamıştı.
Kulaklarım sakinleşince ekrana baktım. Elif ablanın gözleri resmen büyümüştü. “Ne… Ne demek evlendiriyordu?” Alt dudağımı dişleyip kafamı sallarken düşündüğüm tek şey bunu anlattığım için abimin beni çiğ çiğ yiyeceğiydi. Umurumda mıydı?
Asla.
“Bugün Meral cadısı yine annemi aramış. Beni oğluna istemişti ya, yine gelelim mi size muhabbeti yapmış. Tabii babam da…”
Lafımı bitiremedim. Bensu oldukça şaşkın bir şekilde “Bir dakika bir dakika… Neee?” diye bağırmaya başlayınca kelimelerim yarıda kesildi. Gözlerini defalarca açıp kapanıyordu. “Sana görücü mü geldi?”
Onu kafamla onayladığım sırada Derin “Yine mi aramış sonradan görme ucube?” diye sordu. Elif abla da abimin olayını anlatmam için ısrar ediyordu. Aldım başıma belayı…
Bu şarkı olmaz, sus Nazlı.
Hatırlama. Hatırlama. Hatırlama.
“Eee.. Sonra?”
Düşüncelerimden kaçtığım gibi önce Bensu’nun sorusunu yanıtladım. “Bizim eski komşu Meral abla. Oğlu iyi bir işe kapak atınca zengin oldular ve taşındılar. Bence mafyaya falan bulaştılar da neyse…” Derin beni onaylar mırıltı çıkarınca kahkaha attı. Bunun az dedikodusunu yapmamıştık. “Neyse işte bu Melih, onun oğlu, benden hoşlanıyordu. Geçenlerde babam için hastaneye gidince karşılaştık. Annesi de beni görünce aklımda sen vardın kaç gündür falan dedi. Salak salak babam hasta yatağındayken beni istemeye gelme muhabbeti yapmış. Bu devirde görücü usulü mü kaldı ablacım? Hem ben ne yapayım senin oğlunu ya…” Boştaki elimi kaldırıp gelişine savurdum. “Sonra işte bugün yine aramış. Babam duyunca da delirmiş.” Kıkırdayıp Elif ablaya baktım. “Babam da demiş ki, kızımı vermem. Çok istiyorsa Giray’la evlendirsinler. Yani Elif ablacım…” Kafamı ümitsizce iki yana salladım. “Sizin aşkınız mahşere kaldı. Babam beni vermez.”
Sedef bir anda kahkaha atmaya başladı. “Kime nasip kime kısmet.”
Derin de ona katılırken “Amcam Nazlı’nın turşusunu kurma pahasına herkesi harcar,” diye eklemeden edemedi. “Üzgünüm Elif abla…”
Bensu kıkırdadı. “Nazlı’nın aşk hayatı da ayrı aksiyonlu. İki kişiden gelen şarkı ile aşk itirafı, onu seven tarafından gelen görücü… Eski sevgililerini de eklersek… E kızım bize de adam bırak. Olmaz böyle.”
Ben onun söylediklerine göz devirirken Elif abla hemen araya atladı. “Melih’i alabilirsin,” dediğinde Sedef ve Derin büyük bir kahkaha patlattı. Onlara ben de dahildim. Kıskandığı günbegün ortadaydı. Kıskanma nedeni ise abimin başka biriyle evlenecek olma düşüncesinin zihnine kazınmasıydı.
Bensu’nun merak ettiği şey başkaydı. “Yakışıklı mı?” diye sordu heyecanla.
Derin onu onayladı. “Gideri var ama salak biraz.”
Heyecanı birden yok olurken yüzünü buruşturdu. “Salaktan olmaz.” Bensu aptal insanlara katlanamıyordu. Tipine kanıp sevgili olduğu herkesin aptal olduğunu fark eder etmez hepsinden anında ayrılmıştı.
Elif ablanın kafası başka yere gidince hemen onu neşelendirecek haberi vermek istedim. “Abim benim bilgisayar için eve gidince öğrenmiş bunu,” dediğim an bakışı beni buldu. “İnme inecekmiş çocuğa. Elif dışında kimseyle evlenmem deyip evi ayağa kaldırmış.” Elif ablanın yüzü anında parladı. Gözlerinin heyecandan büyüdüğünü ekrandan bile görebiliyordum.
“Öyle mi dedi gerçekten?” dediğinde gözlerini kaçırdı ve bir eliyle sarı saçlarının önüne düşen tutumlarını kulağının arkasına sıkıştırdı. Utanmıştı. Yemin ederim ki yerdim. Çok yerdim.
Kafamı art arda salladım neşeyle. “Yakında evlilik teklifi gelirse şaşırma yani Elif ablacım. Beni istemek bahane, sizin düğün şahane.” Ellerimi art arda çarpmak istedim ama bir elimde telefon olduğu için oturduğum yerde zıplamakla yetindim. “Acilen elbise bakmam lazım!”
Sedef dışında herkes güldü. Elif ablayla abimi evlendireceğim fikri her ortalıkta döndüğünde kız bayılacak gibi oluyordu. Abimin işi işti. Onu çileden çıkaracak bir baldızı olacaktı. Beni mumla arardı artık. Yemin ederim ki düşüncesi bile keyif vermişti. Bir an önce evlenmeliydiler.
“Ben de kıyafet bakacağım,” dedi Derin Sedef’i daha fazla kızdırmak için. “Yengem eve döndüğümüzde isteme için gün verir yakında.”
“Susar mısınız!” Sedef elindeki meyve tabağını sinirle yanına bıraktı. Sonra Elif ablaya sıkıca sarıldı. “Ablamı hemen alamazsınız, izin vermiyorum." Elif abla gülümseyerek yanağına öpücük bıraktı.
“Seninkine söyleriz seninle evlenir hemen. Abimi evden atmam gerekiyor! Ne kadar zor durumdayım haberin var mı?” Dudaklarımı büzerken kendimi acındırmak için en tatlı halime bürünmeye çalışıyordum ama yer miydi Anadolu çocuğu, yemezdi.
Sedef gözünü devirdi. “Biz de derdimiz var sanıyoruz.”
“Senin de mi başın bağlı ya?” diye yükselen Bensu’nun derdi yine çok başka bir mevzuydu. “Bir sap ben miyim aranızda?”
“Yo,” dedim hemen ona dönüp kafamı sallarken. “Ben de boştayım hâlâ.”
Bensu gözünü devirdi. “Sen boştaysan ben bomboştayım. Açtırma ağzımı aşko.”
Derin araya girdi. Kafasını Bensu’ya uzatırken “Asıl ben boştayım,” dedi.
Bensu yine gözünü devirdi. “Caner'in senden hoşlandığını görmüyorsun herhalde. Nazlı’ya laf söylüyoruz, çarpı ikisi çıktın kızım sen de.”
Benim ağzım Bensu'nun da bunu fark ettiğini öğrenince şaşkınlıktan açılırken Derin donmuştu. Sedef Abla ve Elif de en az onun kadar şaşkınlık içindeydiler. Bu sefer bunu benim patlatmamış olmam büyük bir mucizeydi. Bence bunu duysalar en çok buna şaşırırlardı. Ben ki, dedikodu sofralarının aranan yüzü Nazlı Aladağ; bu bilgiyi bildiğim halde susup kimseye anlatmamıştım. İnanılır gibi değildi.
Değildi zaten. İçimde tutamamış ve daha bu sabah Emre’ye anlatmıştım. Zaten ona bu bilgiyi verdikten sonra Caner’le iyi anlaşmaya başladıklarını öğrenmiştim. Bu bilgiyi ona vermeden önce Caner’in benden hoşlandığını düşündüğüne emindim. Koca bir maldı. Zihnime yine onunla dolduğunu için bir koca mal da bendim.
Derin sonunda transtan çıktığında “Ne?!” diye çığlık attı. “Benden…” derken şaşkınca kendi işaret etti. “Caner benden mi hoşlanıyor?” Sonra bakışları beni buldu. Yutkunmuştum. Elif abla ve Sedef şaşkınlıktan art arda sorular sorarken benim sakin durmam ve tek kelime dahi etmemem elbette ki gözüne çarpmıştı.
“Kızım sen harbi körmüşsün,” dedi Bensu sırıtarak.
“Sen niye bir şey demiyorsun Nazlı,” diye soran Derin’in bakışları beni buldu. Dudaklarımı art arda bastırıp ıslattım ve gözlerimi kısarak yavaşça ona döndüm.
Çatık kaşları üzerimdeydi. Artık ne olacaksa olsun, ben söylememiştim bir kere kafasına girdiğim gibi “Ben uzun zamandır sizi shipliyordum!” diyerek ağzımdaki baklayı çıkardım. Bunu söylediğim gibi omuzlarım gevşemişti. “Oh be!” dedim rahatlayarak. “Ne zormuş bir şeyi içinde tutmak.” Bensuya döndüğümde minnetle gülümsedim. “Allah razı olsun canım arkadaşım. Beni büyük bir kıvranmadan kurtardın.”
Bensu kahkaha attığı sırada kaşlarıyla Derin’i işaret etti. Küplere bindiğine ve domates gibi kızardığına emindim. Dudaklarımı birbirine bastırarak yavaşça ona doğru döndüm. Bir gözünün seğirmeye başlaması yerimden topuklamak için yeterliydi. Oturduğum yerden sakin bir şekilde doğrulmaya çalışırken ekrana baktım ve kızlara “Sonra konuşalım olur mu?” diye söyleyerek onlara cevap hakkı bile tanımada telefonu kapattım. Derin ne yapacağımı anlamıştı. Dişleri arasından “Bittin sen,” gibisinden bir şeyler söylediği sırada hemen ondan uzaklaştım.
Geri geri adım atarken “Benim suçum yok,” dedim. “Sadece yakıştırdım! Yakıştırmak suç mu?”
Bensu bize gülmeye başladı. Onu hemen ayağa kaldırdım. Ne olduğunu bile anlayamadan onu önüme çekmiş, kendime koruma kalkanı yapmıştım.
“Bana niye söylemiyorsun!” dedi Derin Bensu’yu kenara çekiştirmeye çalışarak. Diğer taraftan da ben onun zıttı yönüne çekiyordum.
“Nasıl söyleyeyim?” dediğim sırada Bensu da “Başım döndü! Bensiz kavga edin!” diyerek ikimizin de arasından çıktı ve ben kalkansız kaldım. Derin bana kötü kötü sırıtırken yutkunarak geriye doğru adımladım. “Caner benimle konuşmazdı.”
Sözlerim onu durdurdu. “Ciddi ciddi benden mi hoşlanıyor?” dediğinde afallamış gibiydi. Buna inanamıyordu hâlâ. “Dalga geçmiyorsunuz değil mi?”
Bensu’yla aynı anda “Asla!” diye bağırdık. Derin kendini yatağa bıraktığı. Öylece boşluğa baktığı sırada bundan cesaret alarak yanına yaklaştım ve yamacına oturdum. “Sana yalan söylemeyeceğimi biliyorsun,” derken nefesimi bırakıp elini tuttum. Bakışları beni buldu. “Senin ucube Can yüzünden çok üzüldüğünü biliyorum. O yüzden Caner ile aranıza girmek istemedim. Her şey kendiliğinden gelişsin istedim. Yoksa rahat edemez, kaçardın yanından.”
Dudaklarını birbirine bastırıp kafasını usulca salladı. “Kaçardım,” dediğinde sesi fısıltıdan farksızdı. Başını önüne eğdiğinde bir şeyleri düşünmeye başladığını biliyordum. Bugün ikimiz için de şok geçirmelik bir gün olmuştu. Kafasını kaldırdığı sırada Bensu bana eğilip dişleri arasından utana sıkıla “Pot mu kırdım?” diyordu ki Derin’in “Ama şimdi kaçmam,” demesiyle ikimizin de bakışları ona döndü.
Aynı anda “Ne?!” diye bağırdık.
Umursamazca omzunu silkti. “Kaçmam diyorum. Hoş çocuk. Beni dinliyor, saygılı, fikirlerimi önemsiyor. Onunla konuşmak eğlenceli aynı zamanda.” Gözlerini bana çevirdi. “Ama o bir şey diyene kadar bilmezden geleceğim. Ümit vermek istemiyorum. Onun gibi hoşlanıyor muyum ondan bilmiyorum. Şu an tek derdim önümüzdeki birkaç ayı bir an önce atlatmak. Sınavıma dört aydan az kaldı, biliyorsun.”
Derin’den böyle bir tepki beklemiyordum. Asla ama asla beklemiyordum. Ağzım açık kalmıştı. Gözlerimi birkaç kez açıp kapattım ama yok, hâlâ inanamıyordum. Can malından sonra ilişkilerden kaçar sanıyordum ama onu siktir etmesi hoşuma gitmişti. Önceliğinin sınavı olması oldukça doğaldı ama Caner’e bir şans verirse ikisinin de mutlu olacağına emindim. Dizi izler gibi onları izlemeye devam edecektim. Shipimden ilk kıvılcımı almıştım bu gece.
Ben bu gece asıl kıvılcımı başka kişiden almıştım.
Tamam Nazlı, sus. Sonra. Sonra. Sonra.
“Bence güzel olursunuz,” dedi Bensu ayakta dikilirken. “Ben sizi yakıştırdım aşko.” Güldüğünde parmağını kaldırıp salladı. “Ama bana da birini buluyorsunuz acilen.”
“Buluruz be,” dediğimde keyfim yerine gelmişti. “Dert etme sen.”
“Sözünü aldım.” Kaşları uyarı dolu şekilde havalandı. “Ben şimdi odama kaçıyorum. Sabah toplantı var, uyuyacağım.”
Toplantı tamamen aklımdan çıkmıştı. Beynimi durdurduğu için hiçbir şeyi hatırlayacak kafada olmadığımdan buna şaşırmıyordum. Aptal olmuştum. Aşkın adamı aptala çevirdiğini zaten biliyordum da bu kadarını beklemiyordum.
Bensu’yla vedalaştıktan sonra Derin’le direkt yataklarımıza geçtik. İkimiz de konuşacak bir halde değildik. Lambayı kapattım ve karanlık tavana doğru baktım. Ellerim dudaklarıma kaydı. Beni öpmüştü. Dudaklarımdan öpmüştü. Bugün rüya değildi ve ben buna hâlâ akıl sır erdiremiyordum. Ona sormam gereken çok soru vardı. Beni gerçekten seviyor muydu? Seviyorsa ne zaman aşık olmuştu? Burada olması üzerinde üç ay geçmemişti. Bu kadar kısa sürede olacak iş miydi? Bilmiyorum işte. Onun beni sevme düşüncesi aklımdan geçmemişti ki hiç, o yüzden anlayamıyordum bir şeyleri. Bildiğim tek bir şey vardı. O da aşkın bir anda olunduğuydu. Ben ona bir anda, bir şarkıyla aşık olmuştum. Aşık oldum ben sana, diyordu o zaman şarkı. Aşık oldum ben sana, gözlerine baka baka…
Dört yıl önce o kızdan ayrılmıştı. O kızdan sonra başka birini sevmiş miydi? Gittiğinde beni düşünmüş müydü hiç? Dönerken ne düşünmüştü? Niye dönmüştü geri? Gerçekten o kız için mi gitmişti? Eğer öyleyse affedemezdim onu. Çocukluğumuzu aldatıldığı uğruna hiçe sayması altı yaşında onunla gökkuşağı önünde sözleşen küçük Nazlı’nın kalbini çok kırardı. Aldatılmak onun suçu değildi. O kızın karaktersizliğiydi. Bu yüzden ikimizin geçmişini harcamaya hakkı yoktu. O gittiğinde çok düşündüm ben, sen sadece arkadaşısın Nazlı demiştim kendime. Herhangi bir arkadaşı, sonsuza kadar yanında olacak değilsin. Kendini o kadar önemli zannetme demiştim. Bunu düşündüğüm için de çok ağlamıştım. Çünkü haklı olduğumu biliyordum ve haklı olmak beni genelde ağlatırdı.
Haklı olmak değil, mutlu olmak istiyordum.
Yarın onun yanında nasıl davranacağımı bilmiyordum. Gözlerine bakabileceğimi sanmıyordum. Onun bana vereceği tepkileri de kestiremiyordum. Ona söylediklerim bir şey demese bile onu üzdüğünü biliyordum. Beni üzülmeyeyim diye tartışmayı uzatmazdı genelde o. Üzüldüğümü görürse, sözlerini yutar; beni güldürmek için bir şeyler yapardı. Ciddi olmaz, sadece gülümserdi. İçten içe üzülür ama belli etmezdi. Bunu çok sonradan fark ederdim. Üzülmem bitince anlardım onu ama o yine bir şey demezdi. Bu gece de haklı olduğumu bildiği için susmuştu. Başka şeyler varsa altında bunu daha sonra söyleyecekti.
Gidişi altında başka bir şey olsun istiyordum. Çok istiyordum. Bilmiyorum, belki bencildim. Onu üzen başka bir şey vardı belki ama yine de o sebep olmasın istiyordum. Onun beni sevmesi düşüncesine alıştıkça bunu kaybetmek istemiyordum. Ona güvenmek istiyordum ama yapamıyordum. Belki zaman gerekiyordu, belki de bunların hepsi öylesine bir hevesti, kendini kandırmacaydı. Bilmiyordum, kahretsin ki bilmiyordum ve üzülmeden edemiyordum.
Sevdiği kişiden aşk itirafı aldığı için ağlayan tek geri zekâlıydım.
Onu seviyordum, onu hâlâ seviyordum. Çok ama çok seviyordum ama onun elini tutmaya korkuyordum. Bir kere giden hep giderdi. Ya yine giderse? Bilemezdim ki. Kalbimin tekrar kırılmasına müsaade edemezdim. Kırılmak kalbimin çok umurunda değildi, bunu biliyordum ama yine de ondan bir süre kaçınmaya çalışacaktım. En azından bir şeyleri algılayabilene kadar.
Yatağımın içinde tepinirken “Bilgisayarı evde unutan aklıma sıçayım!” diye söylendim sesli bir şekilde. Unutmasaydım gelmezdi ve o itirafı almazdım.
“Uyu Nazlı,” dedi Derin uykulu bir sesle.
Oflayarak çenemi kapattım ve uyumaya çalıştım. Yatağın içinde dönüp durdum, bir işe yaramıyordu. Bir yerden sonra gözlerim artık dayanamadığında rahatlayarak nefesimi bıraktım. Bir süre sonrası da uykunun kollarına kendimi bırakmamdı.
***
Emre Alaca
Kalp hakkında bildiğim tek şey onun işimin parçası olan bir organ olduğuydu. İki atriyumu ve iki ventrikülü olan dört odacıklı bir kas yığınıydı. Sağ tarafından oksijenden fakir kanı akciğere yollarken sol tarafı oksijene doymuş kanı vücuda pompalardı. Elektriksel iletim sistemi sayesinde düzenli kasılmalar gerçekleşir ve bu sayede de kan akışı sağlanırdı. Günde yaklaşık yüz bin kez kasılır ve bir dakikada beş litre kadar kanı vücuda pompalardı. Bu sirkülasyonu ömür tükenene kadar fire vermeden gerçekleştirirdi. Fire verirse devreye biz doktorlar girerdik.
Kalp kendi düzeni olan mekanik bir organdı benim için. Sadece sorunu varsa tedavi etmem gereken vücudun belki de en önemli parçasıydı. Bir saniyeliğine dursa ve kanı vücuda göndermezse o bir saniye içinde beyin oksijensiz kalır ve büyük sorunlar ortaya çıkarabilirdi. Benim devreye girmem gereken yer de o sorunun kendisiydi.
Yani böyle düşünüyordum evime geri dönene kadar, ona geri dönene kadar.
Kalp sadece atması gereken bir organken benim için, baştan sona odacıkları tek kişiyle dolmaya başladığında kalbin aşkın sığındığı bir yuva olduğunu öğrenmiştim.
Kalp Naz’ın kendisiymiş.
Benim Naz'ım.
Tıp dilinde Naz benim için sinoatrial düğümdü. Bunu ona söylesem benimle dalga mı geçiyorsun Emre, senin canın dayak istiyor galiba yine diyerek sinirlenirdi bana. Sinirlenince bile çok güzeldi. Kaşları arasındaki iki çizgi kendini belli eder, gözleri kısılır -ki onun gözleri çok güzeldir- bakınca içim gider, kitlenirdim.
Bana kızardı ama sinoatrial düğümün kalbin doğal pacemekerı olduğunu bilmezdi. Yani kalbin piliydi. Kalbin ritmini düzenlerdi. Ona bakmak ritimleri bozmak gibiydi.
Aşk neydi bilmezdim, kör gözüm açılana kadar. Ona aşıktım. Onu yirmi altı yıllık hayatımda yirmi üç yıldır tanıyordum ama onu geç fark etmiştim. Bunun için kendimi asla affetmeyecektim. Çocukluğumuzdan beri yan yanaydık, onun varlığına alışmıştım. Hep yanımda olacak bir arkadaşım gibiydi. Çok yakınımdı. Naz’dı o. Beni en çok gülümseten kişi.
Çocukken sürekli peşimde dolanırdı. Okuldan geldiğimde beni beklerdi. Okula başladığında benimle aynı okula gitmezse ağlardı. Aynı okula gittiğimizde onu beklemezsem ağlardı, geç kaldığı için hafif söylensem üzülürdü. Onu ağlarken görmeye dayanamazdım, susardım. Ben ona çok susmuştum. Onun ağlaması benden önemliydi.
Onu ağlatmamak için susan ben, gidişimle onu çok ağlatacağımı bilememiştim. Oysa Naz bana sen her şeyi biliyorsun Emre diyerek hayran hayran bakardı.
Ben bir bok bilmiyormuşum.
Ben dünyanın en kör insanıymışım.
Beni nasıl severdi onca yıl? Nasıl görmezdim? Beş yıl demişti! Beş yıl! Benim gibi birini nasıl severdi onca yıl? Ben gitsem bile beni hâlâ sevmeye nasıl devam ederdi? Kalbini kırmıştım onun, nasıl severdi?
Onu seviyordum. Onu son bir yıldır seviyordum. Ona son bir yıldır aşıktım ama bunu yeni fark ediyordum. Giray’dan, annemden aldığım her fotoğraf ve videoda özlemim daha da kabarıyordu. Baktığım her fotoğrafta gözlerim ilk ona değiyordu, Naz’a. Benim Naz’ıma. Fotoğrafı büyütüyor, gülüşüne kitleniyordum. Ben onun gülüşünü çok severdim. Her baktığımda onu daha da görmek istiyordum. Kanlı canlı karşısında konuşmak, saatlerce onu dinlemek istiyordum. Bunu fark ettiğim an geri gelmek istedim. Gelecektim de. Bir yıl önce geri dönecektim. Ama gelemedim. Zorunlu görevim yüzünden Urfa’ya gitmek zorunda kalmıştım. Zorunlu sürecim bittiği gibi de geri dönmüştüm ama geç kalmıştım, bunu biliyordum. Ona geç kalmıştım. Hayatındaki önemli anlara geç kalmıştım. Çok fazla geç kalmıştım.
Geldiğimde araba kullanabildiğini gördüm, oysa ben öğretecektim. Üniversite mezuniyeti vardı, gelememiştim. Gelecektim ama son anda acil vaka olmuş ve kalmak zorunda kalmıştım. Sonra işe başlamıştı. Arayıp tebrik edememiştim çünkü açmayacağını düşünmüştüm ama açardı. Naz’dı o, bana ne kadar kırgın olursa olsun yine de açardı. Ama ben cesaret edemeyen bir aptaldım. Şimdi aynı hatayı yapmayacaktım; ondan da, duygularımdan da kaçmayacaktım.
Ben ona aşıktım. Ben ona son bir yıldır çok fena aşıktım.
Geri döndüğümde ve onu ilk kez sokakta gördüğümde kalbim durmuştu sanki. Beynime kan gitmiyordu. Nasıl yapıyordu bilmiyorum ama beynimi durduruyordu. Aklım onu görünce çalışmıyordu. Bana dönene kadar dikilmiştim durduğum yerde. Yıllar sonra gözleri gözlerime değsin istedim. Çok güzeldi, bana baksın istedim. Telefonda gördüğümden bile güzeldi. Eskiden de çok güzeldi ama dört yılda daha da güzelleşmişti, büyümüştü. Çok güzel büyümüştü. Aklımı durduracak kadar güzelleşmişti. Bu kadar güzel olmamalı diye düşündüm, güzelliğini benden başka kimse görmesin istedim. Bana baksın artık istedim.
Bu dağ başına gelirken aklımda zerre öyle bir şey yoktu ama ona aşkımı itiraf etmiştim. O an ona şarkı söyleyen kafasını duvarda sürtmek istediğim limon kafalı zibidi beni tetiklemişti. Birinin daha ona yanaştığını görürsem ortalığı ayağa kaldıracağıma emindim. Katlanamıyordum. Ona birinin benim gibi bakmasına katlanamıyordum. Hakkım olup olmaması sikimde bile değildi. Bencillikse bencillikti. Konu o olunca dünyanın en bencil insanı da olabilirdim, umurumda bile değildi. Umurumda olan sadece oydu. Naz’dı. Naz’ımdi. Benim Naz’ım.
Önce onu darlayan eski sevgilisinin mesajıyla başlamıştı içimdeki bu kıskançlık duygusu. O bunu neden yaptığımı anlamamıştı ama delirmiştim o an. Ona aşık olduğumun bile farkında olmadan kafayı yemiştim. Özledim demişti ona. Özleyemezdi. Naz'ı özleyemezdi. Kafayı yerdim.
Sonra onu dışarı çıkardığımda İbrahim'le onu yan yana görmek beni delirtmişti. Kıskanmıştım. Arkadaşımdı İbrahim, iyi çocuktu ama Naz bana gülümsemiyordu. Ben hariç herkese gülümsüyordu. Bunu hak ediyordum, biliyordum ama olmuyordu. Bilmek yetmiyordu. Ona gülümsemesi beni kıskandırıyordu. Gülüşü beni es geçmesin istedim. O bana gülmedikçe karanlıkta kalıyordum, güneş doğmuyordu sanki.
O günden sonra Naz benden kaçtı. Kaçtığı için aklımı kaçırdığımı hissettim. Beynimi durdurdu. Düşünemiyordum. Gergindim. Herkese patlıyordum. Oysa kontrolcü biriydim ben. Naz’ın yokluğu bile ayarlarımla oynamaya yetiyordu. Onu görmemek aklımı daha fazla kaçırtmasın diye onu kapısında bekledim. Ceketini vermek bahanesiyle yüzünü görmek istedim. Ama yoktu. Gelmemişti. O gün arkadaşlarıyla dışarı çıkmıştı. Gördüğüm fotoğrafta yanında Caner ve onun için şarkı söyleyen zibidi vardı. Başta tehdidi Caner sandım. Onu gördüğüm her yerde onu boğasım geliyordu. Aynı günün gecesi ikisinin sarılması ve hastaneye Naz’ın babasını görmeye geldiğinde ortada dönen muhabbet canımı sıkmasıyla onun Naz’ı sevdiğini sandım. Naz ona sarılınca o da onu seviyor sandım, hayatımda hiç o kadar korktuğumu hatırlamıyordum. Çok geç kaldığımı bilmenin verdiği pişmanlık ilk kez o kadar sert vurmuştu tokadı yüzüme.
Ama Caner onu sevmiyor, Naz için de sadece bir arkadaşmış. Naz’ın Caner’in Derin’i sevdiğini söylemesiyle deli gibi rahatlamıştım. Şimdi kendisine kin duymuyor, lisede olan muhabbetleri döndürüyorduk. İyi çocuktu. Bir zamanlar muhabbetimiz olduğunu ona sinirim geçince hatırlamıştım. Ama arkadaşını zerre sevmemiştim. Tüm gün Naz’a olan bakışlarının farkındaydım. Bir de üstelik ona şarkı söylüyordu. Söyleyemezdi. Naz da bundan hoşlanmamıştı. Şarkı boyunca kasılmış, bakışlarını kaçırıp durmuştu. Bugün onu kucağımda otele getirdiğimde Naz fark etmemişti ama o zibidi bizi görmüştü. Bu saatten sonra da ona o şekilde yaklaşamazdı. Cevabını aldığını düşünüyordum.
Bunlar dışında bir de Melih denen meymenetsiz herif vardı. Kendisinden eskiden beri zerre haz etmezdim. Hiç anlaşamazdık. Annesinin Naz’ı onun için istediğini duymak beyin fonksiyonlarımla oynamıştı. Nöronlarım arasındaki sinapslar İstanbul trafiğine takılmıştı resmen. Şalterlerim atmıştı. Naz’ı istemek ne demekti? İzin falan vermezdim buna. Unutsun. Birazcık aklı varsa ondan uzak durmalıydı.
Öğrendiğime göre de eski sevgilileri de vardı. O Mert dışında birkaç tane daha. Bunu duymak bana zerre iyi gelmemişti. İçimdeki kıskançlık duygusuyla alt edemiyordum. Çevresinde çok fazla insan vardı ve ben hepsini dövmek istiyordum. Bunun üstüne zaten kafam yerinde değilken Arda denen zibidi şarkı söyleyince onu dövmek isteğiyle dolup taşmıştım ama yine de kendime engel olmaya çalıştım. Naz’ın bundan hoşlanmayacağını ve benden uzaklaşacağını biliyordum.
Sonra hiç düşünmeden ayağa kalktım, Naz arkamdan bir şeyler söylese de onu duymazdan gelip gitarı elime aldım ve onun için en sevdiği sanatçıdan şarkı söyledim. Normalde insan içinde şarkı söyleyen biri değildim. Bunu sadece onun için yapardım, yapmıştım da. Anneme evden çıkarken tutmam gereken eli tutmaya gidiyorum derken bu kadar hızlı harekete geçeceğimi beklemiyordum ama yapmıştım. Ona sesinde aşk var derken sana aşığım demiştim. O da anlamıştı.
Naz beni hep anlardı.
Annem o senin elini tutar dediğinde onun aslında bir şeylerin farkında olduğunu anlamıştım. Benim onu sevdiğimi ve onun da bana beslediği duyguları olduğunu anlamıştı. Annemdi o, bir şey kaçmazdı ondan.
Bugün Naz’ın Derin ile yaptığı konuşmaya şahit olduğumda benim de aklımda artık bir şeyler netleşmişti. Beni seviyordu. Ona iltifat ettiğimde utangaç bakışlarının, lafı değiştirmelerinin, yanaklarının hafifçe kızarmasının ve gözlerini kaçırmalarının nedeni yerli yerine oturuyordu. Hepsi bana ne kadar kızgın ve kırgın olsa da beni hâlâ sevmeye devam etmesindendi. Naz bana aşıktı. Rüya değildi. Hayal değildi, gerçekti. Naz beni seviyordu.
Şarkı söylediğimde önce utanmış, sonra bir şeyleri anlamış ve şok olarak kaçmıştı. Peşimden gitmiştim hemen. Benden böyle bir şey beklemiyordu. Kendi kendine yerde taşı tekmeleyip şarkı mırıldanırken çok tatlı duruyordu. O kadar tatlıydı ki o an kendini benim gözümden görmesini istedim.
Peşinden gidip onu durdurana, sonra onu öpene kadar keyifliydi her şey. O an yapmak istediğim tek şey onu öpmekti. Ki onu öpmek nefes almak gibiydi. İlk defa gerçek bir nefes aldığımı hissetmiştim. Sonra masal bitti ve ben gerçeklerle yüzleştim.
Her şey öyle basit değildi. Onu seviyorum diye öyle sarılmazmış bana hâlâ. Hatam vardı. Hatamı unutmuştum bir anlık nefes aldığım süre içinde. Ama değmişti. Onu öpmek her şeye değerdi. Bana istediğini yapabilirdi, bakmamak dışında. Bana bakmamasıyla baş edemezdim.
Bağırdı, ağladı, öfkelendi, çok şey söyledi ama ben ağzımı açıp tek kelime edemedim. Çünkü haklıydı. Dediği her kelimede sonuna kadar haklıydı. Beni beş yıl sevdiğini söylediği andan beri sadece boynum büküldü. Onu çok üzdüğümü biliyordum ama bu kadar üzdüğümü tahmin edemiyordum.
Onu görmemiş olmama ve adını anmaktan bile iğrendiğim kızla bir zamanlar sevgili olmama kızmadığını söylemişti, beni suçlamıyordu ama ben suçluyordum. Ben kendime çok kızıyordum. Hataydı. Bu hayattaki en büyük iki hatamdan biriydi. Diğeri de onun hayatından gitmemdi.
Şimdi bana eskisinden daha da öfkeliydi. Buradan gitme sebebimin aldatılmam olduğunu sanıyordu ama değildi. Gökçe benim umurumda bile değildi. O kızı gittiğim ilk aylardan sonra siktir etmiştim. Ben asıl kazığı beni aldattığı arkadaşım denen sik beyinli karaktersizden yemiştim. En yakın arkadaşımdı. O zamanlar öyle sanıyordum ama değilmiş, şimdi ikisi de midemi bulandırıyordu.
Gitme sebebim çok başkaydı ve bunu Naz’a nasıl söyleyeceğimi bilemediğim için o an cevap verememiştim. Konu uzardı ve yağmurda sırılsıklam olduğumuz için biraz daha dışarıda kalsa hasta olacaktı. Üstelik vereceğim cevaba üzülürdü. Üzülürdü bilirdim, ağlardı. Daha fazla ağlasın istemedim. Şimdiyse ne yapacağımı bilmiyordum. Ona gerçeği söylemekten çekiniyordum. Bana üzülsün istemiyordum.
Babamın öz babam olmadığını, onunla kavga ettiğimi, kavgamdan sonra da bir anlık sinirle çıktığımı ona söyleyemezdim. Beni o evde istemiyordu. Kendi öz çocuğu olmadıkça nefret etmişti benden. Beni istemeyen biriyle aynı evde yaşamak istemediğimi ona nasıl söylerdim bilmiyordum.
O adamın babam olmadığını öğrendiğimde on yedi yaşlarındaydım Tam ergenliğimin asi dönemleriydi. Annemle benim yüzümden tartıştığı bir günde duymuştum ama duymamış gibi yapmıştım. Annem bildiğimi bilse üzülecekti. Onu üzmek istemedim. Kendimle baş başa kaldıkça da onun beni yıllardır neden sevmediğini anlamıştım. İnsan kendi kanından olanı sevmezdi diye düşünmüştüm ama sonra Naz’ın babası Gökhan amca böyle düşündüğüm bir gün karşıma çıktı. Bana en babacan gülümsemesini gönderdi, derdimi sordu, sohbet etti. O an birini sevmenin bunun kan bağına bağlı olmadığını anladım. Gökhan amca beni hiçbir zaman öz çocuklarından ayırmamıştı. O adam ise beni zerre sevmemişti.
Bu gerçeği öğrendiğim ilk gün Naz’a anlatmak istedim. Hafta sonuydu, havalar güzeldi. O elindeki kitapla parkın en köşesinde bir bankta oturuyordu. Kitabın sayfalarını çevirdikçe kaşları daha da çatılıyordu. Uzaktan bile gözlerinin dolacağını fark etmiştim. Hemen yanına gittim. Zaten onu arıyordum, beni dinlesin istedim ama onun yanına vardığımda ve ağlamayı başladığını gördüğümde susmuştum.
Ben ona çok susmuştum.
Onu ağlarken görmeye bile katlanamıyordum. Yanına oturdum ve hemen onu kendime doğru çevirdim. “Ne oldu, Naz?” dedim panikle. “Niye ağlıyorsun böyle?”
“Emre…” dedi çatallı sesiyle. “Öldü. En sevdiğim karakterdi, niye öldü? Yazardan nefret ediyorum!”
Yüzümden hafif bir tebessüm kaçtı. Kafamı iki yana salladım. Kurgu evrene bile çok üzülüyordu. Dün de bir filmin sonunda biri öldü diye saatlerce ağlamıştı, zor susturmuştum. Şimdi de bir kitaba ağlıyordu. “Sadece kurgu, Naz,” dedim yüzün avuçlarım arasına alıp baş parmaklarımla yaşlarını silerken. “Bu kadar ağlama, çirkin oluyorsun.”
Ona her çirkin dediğimde deliriyordu. Yine sinirlenmiş ve ellerini iki yana açarak ellerimi yüzünden uzaklaştırmıştı. “Sensin çirkin!” dedi kaşlarını çatarak. “Hem ağlarım, sana ne! Öldü işte, ölenin arkasından ağlanır.”
Sırtımı banka yasladım. “Çirkin olmaya devam etmek istiyorsan ağla,” dedim keyifle. Daha da sinirleniyordu. Amacıma ulaşmıştım. Ağlaması kesilmişti. Sinirlendikçe de tatlı oluyordu. Ağlamak gözlerine yakışmıyordu.
Kitabını arasına ayracı yerleştirdi ve aramıza bıraktıktan sonra çattığı kaşlarıyla bana dönüp “Beni çok fazla sinir ediyorsun,” dedi bıkmış bir sesle. “Dün de izlediğim filmden sonra adamın fotoğraflarını gösterip bak hâlâ yaşıyor, boşu boşuna ağlıyorsun demiştin.”
Omuz siktim. “Çünkü yaşıyor.”
Gözlerini devirdiğinde “Şaka yapıyorsun,” dedi alayla. Sonra kitabı tekrar eline aldı. “Beni rahat bırak, ağlayacağım ben.”
O an onu neden aradığımı unutmuştum. Ona kendi derdimi anlatmak istemiştim ama vazgeçmiştim. Kurgu evrene bile deli gibi ağlıyordu. Babamla ilgili gerçeği duyduğu an kafasına bunu takardı, ben ağlamamıştım ama o benim yerime de ağlardı. Kafasına taktıkça da hastalanırdı.
Biraz daha ağlamasını istemediğim için kitabı elinden alıp ayaklandım. “Ağlayamazsın,” dediğim gibi o daha neye uğradığını anlamadan yanından kaçtım. “Emre!” diye bağırdı arkamdan. “Gebertirim seni, kitabımı ver!”
Onu dinlemedim ve kitabıyla birlikte mahallede koşmaya başladım, o da kitap için beni peşleyip durdu. Arkamdan bağırdıkça deli gibi kahkaha atıyordum. Onunla vakit geçirmek tüm her şeyi unutturuyordu. Derdimi unutmuştum.
Ertesi gün olduğunda ve birkaç gün geçtiğinde yine berbat bir ruh haline girmiştim. Naz anlamasın diye ondan uzak durmuştum. Ben lise sondaydım o zamanlar, o da lise bir. Aynı okuldaydık. Okula beraber gidiyorduk, gitmezsem bana küsüyordu. O gün onunla gitmedim. Erken çıkmıştım. Okulda bana kızmıştı, sonra da çekip gitmişti. Moralimin bozuk olduğunu bana olan sinirinden anlamamıştı ama ona hiç kızmamıştım. Naz’dı o. Kızamazdım. Gün boyu yanıma gelmemişti hiç, normalde sürekli uğrardı ama o gün gelmemişti. Gelseydi, mutsuz olduğumu anlardı ama gelmemişti. Okuldan da bensiz gitmişti. Bana fazla sinirlediğini anlayabiliyordum.
Ertesi gün olduğunda onu kapıda bekledim. Başta beni görünce gülümsedi. Sonra kaşlarını çatarak bir adım önümden ilerledi. Elinde de okuduğu başka bir kitap vardı, otobüste okuyacaktı. Benimle konuşmazsa otobüste kitap okurdu mutlaka. Yine konuşmayacağını anlamıştım. Hem kafam yerinde değildi. Konuşmak istemiyordum zaten diye düşünüp kendimi kandırıyordum. Ama istiyordum.
Ona her şeyi anlatmak istiyordum. Lakin yapamıyordum.
Berbat bir ruh hâlindeydim ve bencilce miydi bilmiyorum ama ben anlatamasam da beni görsün istiyordum.
Görmemişti.
Olsun, ağlamamıştı en azından.
Kaldığım odaya girdiğimde kafamdaki işkenceden kaçmak için kucağında bilgisayarla bir şeyler üzerinde cebelleşen Caner’e baktım. Tuşları döve döve küfrediyordu. “Ne o,” dedim alayla yanındaki yatağa geçip uzandığımda. “Savaş mı var? Kıracaksın.”
Boynu bükük şekilde bana döndü. “Güzel fikir, bence de kırmalıyım.”
Telefonu cebimden çıkarıp Naz’a bir kez daha mesaj attım. Derin’le onun için ilaç göndermiştim, içip içmediğini merak ediyordum. İnadı tutarsa içmeyeceğini biliyordum. “Sonra da bir sene daha uzat okulu kardeşim,” dedim ona dönmeden. Burada yaptıkları proje üzerinden ödevleri olduğunu söylemişti ve iyi bir sonuç çıkmazsa bir sene daha bu okulda kalacaktı.
Kendi kendine “Nazlı’dan mı yardım alsam?” diye söylendiğinde hemen ona döndüm.
“Unut bunu.”
Kaşları havalandığında bana döndü. Yüzündeki alayı görebiliyordum. “Niye?”
“Senin ödevlerini mi yapacak lan?” dedim sert bir sesle. “Lisede de ona ödevlerini yaptıran sendin değil mi?” Gözlerini kaçırdı. Tabii ki oydu. “Az kızmazdım bunun yüzünden ama yine Naz’lığını yapıyordu.”
Omuz silkti. “Vefalı olmak diyoruz biz ona.”
Uzandığım yerden doğrulup sırtımı yatağa yasladım. “Hayır,” dedim kafamı iki yana sallarken. “Enayilik diyoruz.” Elimi kaldırıp ona uzattım. “Kendi ödevini kendin yap, tüm gün çalışıyor zaten. Git şu limon kafayla hallet işini.”
Kaşları merakla havalandı. “Limon kafa?” diye sorguladı, kimden bahsettiğimi anlayınca kafasını bezgince iki yana salladı. “Arda’yı mı diyorsun?”
“Her ne sikimse.” Gözlerimi yüzüne diktim. “Naz’ın peşinde dolaşıp ona bir daha şarkı söylemek gibi bir hata daha yapmasın.”
Dudağını bir kenarı kıvrıldı. Keyif alır bir şekilde “Nazlı’ya mı aşıksın?” diye sorduğunda tereddüt bile etmeden “Evet,” dedim. Bu kadar çabuk itiraf edeceğimi tahmin etmediğinden afallamıştı.
“Gerçi şarkı söylemenden anlaşılıyordu,” dedi kendi kendine. Merak ettiği başka bir şey var gibi yine bana baktı. “Nazlı peki?” diye sordu. “O seviyor mu seni?” Cevabını bildiğine emindim ama yine hiç tereddüt etmeden “Evet,” dedim.
Hafifçe güldü. “Belliydi.” Söylene söylene tekrar bilgisayarına döndü ama bitmeyen soruları peşimi bırakmadı. “Bu arada ona niye Naz diyorsun?”
“Keyfimden.” Telefona baktım ama hâlâ cevap yoktu İnatçılığa deva ediyordu. Öyle olsun.
“Nazlı pek hoşlanmaz ama sana bir şey demiyor.” Sesi meraklıydı. “Geçen sene miydi neydi, biri ona Naz dedi diye oturup ağlamıştı, zor susturduk.”
Bakışlarım aniden ona döndü. “Ağladı mı?” dedim fısıltıyla. Sadece kafasını salladı. Ona sadece ben Naz derdim. Beni unuttuğunu sandığı anlarda bile beni hatırlamış ve ağlamıştı. Kendimden bir kez daha nefret ettim.
Başka bir şey demedim ve kafamı koyup uyumaya çalıştım. Sabah olmalı ve bir an önce onu görmeliydim. Şimdi içten içe kendini yediğini biliyordum. Kafasının içinde çok fazla düşünce vardı. Kendiyle bir savaş içinde olduğuna emindim. Benim onu sevdiğime inanmıyordu ama onu inandıracaktım. Onu ne kadar sevdiğimi ona gösterecektim. Pes etmeyecektim.
***
Mesleğin getirisi yüzünden fazla uyuyan biri değildim. Erken saatlerde uyanmış otelden çıkmış yürüyordum. Sabah yürümeyi severdim. Ankara’dayken de Urfa’dayken de sabah erken kalkıyorsam mutlaka biraz yürürdüm. Buraya geldiğimden beri pek vaktim olmamıştı. Şimdi doğa ile iç içe bir yerde olunca bu fırsatı değerlendirmek istedim. Odadan çıktığımda Caner camış gibi uyuyordu. Tüm gece çalışmıştı.
Bir saat dolandıktan sonra otele geri dönmeye karar verdim. Artık görmek istediğim kişinin uyandığına emindim. İş başında bile olsa onu izleyebilecek bir yer bulabileceğimi düşünüyordum. Çatık kaşları gözümün önüne gelince istemsizce sırıttım.
Vicdansız, fazla güzel sinirleniyordu.
Otele doğru yürüdüğüm sırada cebimdeki telefon çaldı. Cebimden çıkarıp ekrandaki isme baktım. Selim'in adını görünce kaşlarım merakla havalandı. İzin günlerimde beni kolay kolay aramazdı.
Aramayı cevaplandırıp telefonu kulağıma götürdüğümde “Efendim?” dedim merakla.
“Bro işim düştü sana ya,” dediğinde şaşırmamıştım.
Yürümeye devam ederken “Ne oldu?” diye sordum.
“Benim akşamki nöbeti sen alır mısın ya? Ayça hasta, onunla ilgilenmem gerek. Levo ve İbo nöbetteler zaten. Bir sen kalıyorsun isteyebileceğim.”
Ne kadar Naz'la vakit geçirmek istesem de hastalarla ilgilenmesi gereken biri olması gerektiğinden “Olur kardeşim,” dedim onu onaylayarak. “Şimdi Uludağ’dayım ama akşama olurum orada.”
“Ne işin var lan orda?” dedi meraklı bir sesle.
“Uzun hikâye.”
“Kimlesin?” İmasını görmezden geldim. “Naz’la,” dedim otel kapısından içeri girdiğimde. Bakışlarım onu arıyordu.
“Vay…” Gülmeye başladı. “Ne zaman yengemiz oluyor?”
“İyice İbrahim oldun başımıza, kapat,” dedim söylenerek. Sonra da gülmesini umursamadan telefonu suratına kapattım. Bize bir tane İbrahim yeterdi.
Dün Naz ile oturduğumuz yere bakmak için hareketlenirken aynı zamanda telefonla onu arıyordum. Sadece birkaç saat burada kalacaksam onunla az da olsa vakit geçirmek istiyordum.
Otelin kafesine vardığımda bana arkası dönük şekilde oturan Naz’ı hemen tanımıştım. Bir yandan bilgisayarla bir şeylerle uğraşırken bir yandan da kahvaltı yapıyordu. Karşısında Derin vardı. O da kahvaltı yapıp elindeki kitaptan soru çözüyordu. Sınavına az kaldı diye biliyordum.
Naz başını kaldırıp Derin’e baktığında “Gitmiştir o geri zekâlı,” diye söylendi. Ses tonundan bile benden bahsettiğini anlayabiliyordum. Sadece bana böyle içli içli geri zekâlı derdi. “Sabah olunca aklı başına gelmiştir ve ben ne yaptım deyip çekip gitmiştir. Gram şaşırmam.”
Sabahtan beri telefonuna bakmadığını anlamıştım. Baksaydı ona attığım mesajları görür ve onu görmek istediğimi anlardı ama o benim kaçtığımı sanıyordu.
“Siktirsin,” dedi Derin kaşlarını çatarak. “O salakta hâlâ ne bulduğunu çözemedim zaten. Boş ver onu. Kendime daha iyi enişte bulacağım.”
Naz bir cevap vermedi. Yüzü düşmüştü. Ondan gitmemden hoşlanmıyordu ama bana olan sinirinden de beni yanına yaklaştırmıyordu.
Yanlarına doğru yürüdüm. Naz'ın arkasına vardığımda “Öyle bir şey olmayacak,” dedim sırıtarak. Derin kafasını kaldırıp beni gördüğünde şaşırmıştı. Naz oturduğu yerde kasıldı. Şu an utanmıştı. Onun yüzünü göremesem bile bunu anlayabilecek kadar iyi tanırdım onu. Elleri bilgisayarın üzerinde hareketsizce duruyordu.
Naz’ın yanındaki sandalyeyi çekip oturdum. “Günaydın,” dedim ona dönerek. Yüzüme bakmıyordu. Yanakları kızarmıştı. Onları duyduğumu anlamıştı. Kafasını salladı sadece.
“Benim günüm karardı şu an,” dedi Derin homurdanarak. Ona döndüm. Kaşları çatıktı ve birazdan bana saldıracakmış gibi duruyordu. Dudağımın bir kenarını alayla kıvırırken “O da senin problemin,” dedim. “Tek ilgilendiğim kişi şu an yanımda.”
Naz'ın bakışları bana döndü. Sinirliydi. Hâlâ bana inanmıyordu. “Sen niye geldin, gitsene ya. Kendime başka enişte istiyorum ben. Sen olamazsın,” diyen Derin’i ikimiz de dinlemiyorduk. Birbirimize bakıyorduk. Ben gülümsedikçe o kaşlarını çatıyordu.
Ona doğru yaklaştım. Hareket etmedi. Beklenmedik hareketlerimin onu şaşırtması hoşuma gidiyordu. Ona yaklaştığım her saniye nefes almayı unutuyordu. Önce ellerimle açık saçlarının bir tutamını kulağının arkasına sıkıştırdım. Sonra aramızdaki mesafeyi kapattım ve dudaklarımı kulağına yaklaştırarak “Çok güzelsin,” diye fısıldadım. Bir anda donup kalmıştı. Artık tamamen nefes almayı bırakmıştı. Bu anın gerçek olmadığını düşünüyordu ama her anımızın gerçek olduğunu ona öğretecektim. Şampuan kokusu burnumu sardığında iç çektim. Çok güzel kokuyordu. Ondan yavaş yavaş uzaklaşmaya başladığım sırada gözlerimiz buluştu. O an yutkunduğunu gördüm.
Dudakları içinde kendi kendine “Bilerek yapıyor,” diyerek bir şeyler söyledi.
Güldüm. “Hoşuma gidiyor.”
Ondan tamamen uzaklaştığımda Derin bana sövüp duruyordu. “Defolup gider misin?” dese de onu umursamadım ve Naz’ın önündeki zeytinlerden bir tane alıp ağzıma attım.
“Birkaç saate gidiyorum,” dedim istemeye istemeye. Gözleri hızlıca bana döndü. “İşin bitince görüşelim.”
Başka bir şey diyecek gibiydi ama bilgisayarının ekranı kapatıp “Gidersen git,” dedi omuz silkerken. “Umurunda değil ve hayır, görüşemeyiz.”
Derin’in keyifli kahkahasını işittim. Aptal Caner bu kıza ne zaman duygularını itiraf edip bizim aramızdan alacaktı? Kesinlikle katlanamıyordum.
“Görüşeceğiz,” dedim inatla.
O da inadını sürdürdü. “Görüşmeyeceğiz.”
"Görüşeceğiz diyorum.”
“Ben de görüşmeyeceğiz diyorum.”
“Görüşeceğiz.”
“Görüşmeyeceğiz.”
“Peki,” dedim meydan okurcasına. “Görüşürüz bakalım görüşüyor muyuz görüşmüyor muyuz?”
Hırsla çenesini kaldırdı. ”Görüşürüz.”
Sırıttım. “Görüşelim. Madem ısrar ediyorsun.” Gözleri hayretle büyürken ne dediğini daha sonra farkına vardı ve sinirle kısa bir çığlık attı.
“Bilerek yaptın,” diye söylendi bana doğru biraz yaklaşarak. “Kafamı karıştırmak için bilerek yaptın.”
Ona doğru eğildim ve aramızdaki mesafeyi azalttım. “Kafanı karıştırmak hoşuma gider,” derken fısıldıyordum. “İşin var mı şimdi?”
Bir hışımla ayağa kalktı. “Var!” diye yükseldi bilgisayarı sandalyenin arkasına astığı çantasına koyarken. “Gidiyorum ben.” Derin’e bakıp baş hareketi yaptıktan sonra bana dönüp yüzünü yüzüme doğru eğdi. “Görüşmemek üzere!” dediğinde sesi baskındı ama sırıttım. Daha da sinirlendi. Buna da sırıttığımda ellerini öfkeyle havaya kaldırıp sabır diledi ve arkasını dönüp bizden uzaklaştı.
Ben arkasından gülmeye devam ettiğimde Derin, “Onu üzersen seni çarmıha gererim,” deyince ona döndüm. Ellerini masaya yaklaştırarak bana çatık bakışlarla bakıyordu. “Sonra da intihar süsü veririm.” Fazla ürkütücü bakıyordu. Korkmadım desem yalan olurdu.
Gülümsedim. Kaşlarını daha da çattı. “Onu üzersem bunu yapmana izin veririm. Ama onun üzmemek için elimden geleni yapacağım.” Yerimden kalktım. Şaşkın gözlerle bana bakıyordu. “Şimdi müsaade edersen,” dediğimde sandalyenin arasından çıktım. “Peşimde dolanmam gereken bir adet Naz var.”
Sinsice sırıttı. “Sürüm sürüm sürünürsün inşallah.”
Ona cevap vermeden arkamı dönüp ilerledim. Sırıtmasının altında başka bir şey vardı ama Naz’a çıkan her yola razıydım. Gerisi umurumda değildi.
Bugüne kadar hep aklımı dinleyen kişi oldum. Aşık olduğumu anladıktan sonra aklımın kapıları bana tamamen kapandı ve kalbimin sokaklarına sürgün edildim. Bulunduğum sokaktan şikayetçi değildim. Aşk Naz’da biten çıkmaz bir sokakken buna sadece sevinebilirdim. O sokakta ömrümün sonuna kadar bana kalbinin kapısını açmasını bekleyebilirdim.
Birkaç saattir onu izliyordum. Dışarıda arabama kalçamı yaslarken bakışlarım sürekli üzerindeydi. Otelin dışında iş arkadaşlarıyla bir konu hakkında tartışıyordu ve oldukça ciddi görünüyordu. En son kitaplardaki sonlar için ağlayan o kızken şimdi bir iş kadını olmuştu. İnanılmaz güzel duruyordu. Birkaç kez fotoğrafını çektim. Özellikle tebessüm ettiği anları yakalamaya özen gösterdim. Arada bakışları bana kaydığı gözümden kaçmamıştı. Hemen kendini toparlıyordu ama içten içe bana sövdüğüne emindim.
Dağılır gibi olduklarını fark ettiğimde bana döndü. Ona el salladım. Sabır dileyerek yanındaki kızıl saçlı bir kızla otele doğru ilerlemeye başladı. Buraya arabasıyla geldiği kızdı. Adını hatırlamıyordum ama ikimizin arasındaki ilişkiyi bildiğine göre Naz ile yakınlardı. Toplantı boyunca Naz ile bana bakıp sırıttığını görebiliyordum. Şimdi ise Naz bana bakmadan ilerlerken onun koluna vurup bir şeyler söyledi. Naz onu dinlemedi, otelden içeri girdi.
Buraya gelmeden önce sırt çantamı da kendimle getirip arabaya koymuştum. Birazdan çıkmam gerekiyordu ama Naz’ı görmeden gitmeyecektim. Cebimdeki telefonu çıkarıp ona mesaj attım.
Toplantın bitti sanırım.
Dünkü yerde bekliyorum.
Dün onu öptüğüm yere doğru ilerlemeye başladım. Nereden bahsettiğimi anlayacağına emindim. Birkaç dakika içinde telefondan bildirim sesi gelince hemen açtım.
Naz: Sana geleceğimi düşündüren şey ne tam olarak?
Naz: Çok merak ediyorum.
Emre olmam.
Naz: Ha ha ha
Naz: Bekle sen, gelirim aynen.
Geleceksin.
Naz: Gelmeyeceğim.
Geleceksin.
Naz: Gelmeyeceğim.
Gelmezsen ben gelirim.
Naz: Gel. Sabahtandır tepemde dikiliyorsun zaten.
Naz: Aptal.
Utandın mı? :))
Naz: Niye utanayım?
Orasını sen bileceksin.
Naz: Gelmiyorum.
Birkaç gün seni göremeyeceğim. O yüzden gelmen gerekiyor.
Naz: Gelmediğin yıllara sayarsın.
Gelmezsen ben gelirim ve sana aşık olduğumu herkese söylerim.
Naz: Yapamazsın. Dünkü şovundan sonra beni daha fazla rezil etme.
Naz: Gebertirim seni.
Geliyorsun o zaman.
Naz: GELMİYORUM.
O zaman ben geliyorum. Seni görmeden gitmem.
Ama yapacaklarımdan ben sorumlu değilim.
Naz: Döverim seni. Yemin ederim bu sefer döverim.
Gel.
Naz: Tamam Allah’ın cezası, tamam!
Naz: Geliyorum.
Naz: Ama seni dövmeye.
Yeter ki gel.
Seni seviyorum.
Telefonu cebime attığımda ıslık çala çala keyifli bir şekilde ilerlemeye başladım. Uzun bir süre ekrana bakacağını sonra kendine gelince de bana söverek yanıma geleceğini biliyordum.
Bir gün kendi isteği ile koşa koşa gelecekti yanıma. Bunun için elimden geleni yapacaktım. Kendi sarılacaktı. Ona kendimi affettirecektim. Ne kadar sürerse sürsün bunu yapacaktım. Ona onu sevdiğime inandıracaktım.
Onu seviyorum, onun da beni sevdiği gibi.
Ona aşıktım. Sırılsıklam.
BÖLÜM SONU...
***
Noluyo' hocam, nerelere geldik...
Emre biraz kendini anlattı, ne düşünüyorsunuz?
Naz beni hep anlar diyen Emre ama onu görmedi diye üzülse de o ağlamayacak diye sevinen yine Emre...
Kızlar arasındaki sohbetten çok canım çekti. Bu ara aşırı ihtiyacım var ona.
Emre bey de yürümüyor koşuyor hatta uçuyor. Kendisi duygularını gizlemekten hoşlanmaz. Seviyorsa söyler. Ölümlü dünya, seviyorsan söyle skfjsdlkgjsdhf
Banaaa beni sevdiğin söyleee... Utanma cınım...
Emre Nazlı'yı çıldırtmaktan Nazlı da Emre'yi döverim demekten zerre sıkılmayacak.
Ve şey... Nazlı biri ona Naz dedi diye ağlamış. Ulan Emreeee...
Derin ve Caner cephesinde de bir şeyler oluyor ama hadi bakalım. Eğer sevgili olurlarsa buna Nazlı'dan bile çok sevinen tek kişi Emre olacak gdlkgjfdlhfm
Nazlı'nın da şu anlık tek derdi Giray ve Elif'i evlendirip abisini evden postalamak. İşte gerçek bir kardeş!!
Gitmeden önce ileriki bölüm için de küçük bir spoi vereyim :)) Mahalleden birinin düğünü olacak ve evet, düğüne gidiyoruz. Kim bizim kızı dansa kaldırır acabasııııı...
Neyse, çok konuştum. 16. Bölümde görüşelimmm...
Hadi esen kalın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 16.56k Okunma |
1.3k Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |