Normalde erken atacaktım. Ama bende işler ne zaman yolunda gitti ki... Bir de yazarken bazı yerlerde durdum ve Ne diyorsun seeennnn diyerek çığlık attım. Kalp ritmimle oynuyorlar. İmdat???
Yazdıkça yazdırdılar bana. Şaka gibiler. Son sahne yüzünden uzadı zaten. Ama var ya manyak keyif aldım.
Bu saatte de bölüm atılmaz ama işte atıyoruz, ne yapalım. Yani kim sabahın 5'inde bölüm atardı ki?.. Gün içine bırakmak istemedim, öğlene kadar uyurum ben. 1
Neyseeee.... Bölüm sonunda görüşelim.
Yorumları görmezsem üzülürüm. Valla bu ay bu kitaba çalıştım ful...
Hadi keyifli okumalar...1
14. BÖLÜM
Tam karşımdaydı. Üzerinde siyah bir pantolon ve gri dik yaka yarım fermuarlı sweatshirt vardı. Sweatshirtün içine beyaz bir tişört giymiş, üzerine de siyah bir mont geçirmişti. Elindeki gri bilgisayar çantamla da bana doğru yürüyordu. Rüya falan da değildi. Gerçekten buradaydı.
Telefonun diğer ucundan buraya geldiğini söylediği andan beri, ki yaklaşık üç dakika kadar oldu bu, şok olmuş biçimde olduğum yerde dikildim. Caner birkaç kez “Ne oldu?” diye sorsa da cevap verememiştim. Çünkü gerçekten gelmiş olduğuna inanamıyordum. Bilgisayarımı getirmek için geldiyse çıldırmış olmalıydı. Kim uğraşırdı bunun için? Kim bu kadar zahmete girerdi?
Bana doğru yürümeye devam edince girdiğim şoktan çıkmış ve ona doğru koşmaya başlamıştım.
Sesim heyecanla yükseldi. Caner’i ve Emre’yle ilgili sorularını geride bırakmış bana gülümseyen adama varmak için acele ediyordum. Hızımı alamayıp az kalsın ona çarpacaktım ama kendimi durdurup kollarımı boynuna dolamayı başarabildim.
Vücudu ilk anda gerildi. Benden böyle bir şey beklemediği için elleri havada asılı kalmıştı. Sonra derin bir nefes aldı ve bana eşlik ederek elinde çanta olmayan kolunu belime sardı. Sanki kokumu içine çekiyormuş gibi başı omzuna yakın bir yerde duraksadı.
Ona daha sıkı sarıldım ve parmak uçlarımda yükselerek çenemi omzuna yasladım. “Hayatımı kurtardın!” diye şakıdım. Gerçekten hayatımı kurtarmıştı. Bugün abim dosyayı atsa bile yarın gidip kendim alacaktım bilgisayarı. Beni büyük bir yükten kurtarmıştı.
Emre hafifçe gülümsedi. Sesinde tarif edilemez bir yumuşaklık vardı. “Yalnız ben buna alışırım,” diye fısıldadığında bahsettiği şeyi anlamam birkaç saniyemi almıştı. Ona sarılmamdan bahsediyordu ve bunun göremesem bile yüzümün kızarmasına sebep olduğundan yüzde yüz emindim.
Kollarımı ondan ayırdım. Gözlerimi kaçırırken “Çok beklersin,” diye mırıldandım. Hemen ardından da bir şey olmamış gibi aşk dolu bakışlarımı gönderdiğim bilgisayar çantamı elinden kaptım. "Bebeğim…” diye sarıldım bilgisayarıma sıkı sıkı. “Anne bir daha unutmayacak seni, söz.”
Bir adım önümden gelen hafif kahkahası bakışlarının üzerimde gezindiğini hissettiriyordu. Bilgisayarıma hasret gidermeyi sonraya bıraktım ve yavaşça kaldırdığım gözlerimi ona diktim. “Çok teşekkür ederim,” dedim içten bir şekilde. Gülümsemem onu da gülümsetmişti. Sen mutlu olursan ben de mutlu olurum.
“Rica ederim. Bana da bahane oldu,” derken elleri saçlarına gitti. Saçlarını karıştırırken istemsizce saçlarına dokunmak istemiştim ama kendimi tuttum. “bayağıdır gelmiyordum. İki gün kalıp gideceğim.”
“Kalacak mısın?” Gözlerim istemsizce büyüdü. Yani bilgisayarım için o kadar yol gelmişti. Bir anda çekip gitmesi saçma olurdu. Ama yine de burada kalacak olması beni hazırlıksız yakalamıştı. Zaten hâlâ buraya gelmiş olmasına şaşırıyordum.
Kaşları merakla havalandı. “Kalmamalı mıyım?”
Bir an duraksadım, sonra omzumu silktim. “Kal canım,” derken dudaklarımın kenarının hafifçe kıvrılmasına mani olamadım. İçten içe seviniyordum. Onunla birlikte buraya gelmeyeli yıllar olmuştu. “O kadar yol geldin.”
Emre dediğime gülümserken gözleri bir an için ileriye kaydığında yüzü bir anda düşmüştü. Ne olduğunu anlamak için merakla arkamı döndüm, o sırada da salak salak bize el sallayan Caner’le karşılaştım. Kafamı iki yana sallarken hafifçe kıkırdadım. Hâlâ oradaydı. “Salak bu çocuk ya,” diye mırıldandım tekrar önüme dönerken. “Hâlâ bekliyor.”
“Kimi bekliyor?” diyen Emre’nin sesi sorgulayıcıydı. Bir kaşını kaldırdı ve çenesiyle beni işaret etti. “Seni mi?”
Elimi havaya kaldırıp salladım. “O salak beni bekler mi sence?” Kafamı ümitsizce sallarken gülmeye devam ediyordum. “Onun derdi başka.”
Bakışlarımla etrafı taradım, sonra Emre’ye döndüm tekrar. Hareketlerimden bir şey anlamıyordu. Ben de içimdekini tutamıyordum. “Ay biraz daha içimde tutarsam patlayacağım,” dedim heyecanımı saklamayarak. “Sana söyleyeceğim ama aramızda kalacak.” İşaret parmağımı kaldırıp ona uzattım. Uyarı dolu bakışlarımda biraz tehdit vardı. “Söz ver.”
Gözlerini devirirken “Kime söyleyebilirim, Naz,” diye mırıldandı. “Çıkar ağzındaki baklayı.”
“Caner birinden hoşlanıyor,” dedim hemen, nefesimi rahatlamış şekilde bırakırken. “Ve ben o kişi tanıyorum.”
Emre'nin bedeni gerildi. Bakışlarının sertleştiğini görebiliyordum. “Umarım sen de-” diye başladı ama hızlıca araya girdim.
“Ay ben değilim tabii ki, salak mısın?” derken yükselmiştim sinirle. “O benim sadece yakın bir arkadaşım ve,” dedim, parmağımı kaldırıp ona uzatarak. “bir kere daha bunu birinden duyarsam feci şekilde dalacağım. Yeter ama yani.”
Rahatlamış gibi nefesini bıraktığında yüzüne aptal bir sırıtış yerleşti. “Tamam, sinirlenme,” dedi ama hâlâ gülüyordu.
“Bir tane çakarım sana,” dedim, çeneni kaldırarak. “feleğin şaşar.” Kollarımı önümde birleştirip keyfimin kaçtığını belli ettim. “Al işte, kaçtı hevesim. Konuşmuyorum ya…” diye söylendim. Bir şey anlatıyordum ve gelip heyecanımı öldürüyordu.
Saçlarımı karıştırarak gülümsedi. “Küsme, dinliyorum hadi.”
Sinirle ellerini üzerimden çekip attım. “Daha yeni düzleştirdim onları, oynamasana,” diye söylendim sinirle.
“Bir şey olmaz, böyle de güzelsin.”2
Yine ve yine bunu yapıyordu. “Demesene şöyle,” dedim gözlerimi ondan kaçırarak. Kalbimle zoru vardı. Çok aniden söylüyordu ve kalbimin ritmi bir anda değişiyordu.
“Niye?” Sesinden eğlendiğini anlayabiliyordum.
“Öyle.” Biraz daha devam ederse deli gibi utanacağımı biliyordum. Normalde bu konuda utanan biri değilim. Biri güzelsin diyince biliyorum diyerek geçiştirebiliyordum ama bunu o diyince kalbim deli gibi çarpıyordu. Uslanmaz koca bir geri zekâlı olduğumu düşünüyordum çoğu kez. Aşk denen şey benim neyimeydi ki zaten?
Merakla kafamı salladım. “Senin nasıl haberin oldu bilgisayarımdan?” diye sordum konuyu değiştirerek. Giray abim eve gelmeye üşenip onu mu aramıştı yoksa? “Abim sana kitlemedi umarım.”
“Asıl sen beni niye aramadın?” Bir adım bana doğru yaklaşınca saçlarımın ucundan tutup parmaklarına doladı ve oynadı. “bir sorun olursa ara dediğimi hatırlıyorum.”
Yakınlığı titrememe sebep oldu. Kaçmak istedim ama ayaklarım hareket etmedi. “Bilmem,” diye mırıldandım zorlukla. Saçlarımın üzerindeki ellerine odaklanmamak için oldukça çaba gösteriyordum. “Aklıma gelmedin.” Aslında aklımdan hiç çıkmadın. Durup durup seni düşündüm. Ama bunu sana söyleyemezdim.
Kafasını sallarken benden uzaklaştığını hissettim. Elleri usulca saçlarımdan ayrılınca gözlerimi yüzünde gezdirdim. Morali bozulmuş gibi duruyordu. Eskiden sorunum olduğunda ilk ona giderdim. Şimdi ise aklıma gelmediğini söylemem keyfini kaçırmıştı. Gittiği için bazı şeylerin değiştiğini kabul edemiyordu, onu anlıyordum. Ama etmeliydi. Çünkü kalamazdı hiçbir şey, eskisi gibi.
Kafasını hafifçe sallayıp “Öyle olsun,” diye mırıldandı ama sonra gülümsedi. O gülümseyince ben de gülümsedim. Gülmek ona çok fena yakışıyordu. “Ama hayır, abin aramadı beni,” diye devam etti, ona sorduğum soruyu cevaplamak için. “Evinizdeydim. Babanın pansumanını yaptım. Gidecektim de annen yemeğe davet etti. Kıramadım. O sırada da abin geldi.”
Yemekten bahsettiğinde “Yaprak sarma yapmıştım,” dedim gülümseyerek. “Yedin mi?” Severdi benim yaptıklarımı. Az ağzına tıkamamıştım. Annesi Nermin teyzem de hiç kusura bakmasın, ondan bile iyi yapardım. Gerçi kendi de derdi bunu. Ellerimi uyarır bir şekilde kaldırdım. “Kötü tek kelime edersen saçlarını yolarım,” diye cırladım. Bu konuda zerre taviz vermezdim. “Çok güzel olmuştu.”
Kafasını olumsuzca salladığında yüzü düştü. “Yiyemedim.” Kaşlarıyla bilgisayarımı işaret etti. “Biri bilgisayarını unutunca getireyim dedim.”
Konu yine aptallığıma gelince utançtan yere çöküp ağlayacaktım ama kendimi durdurdum ve “Hâlâ getirdiğine inanamıyorum,” diyerek mırıldandım. “Yoksa yarın dön-”
Lafımı kesti. “Getirmeseydim yarın gelip kendin alacaktın. Biliyorum,” dedi kendinden emin bir şekilde. Şok içinde ona baktım. Bu kadarını tahmin etmiş olamazdı. Amacı her neyse bir an önce durmalıydı çünkü ondan geri durma düşüncelerim beni daha fazla tutamazdı. Fena halde kapılıyordum hareketlerine.
“Gelecektim evet.” Gözlerimi kaçırıp ayaklarıma doğru çevirdim. “Çok fena utandım.”
“Sürekli bir şeyleri unutup rezil oluyorum,” dedim kafamı kaldırıp ona bakarak.
O anda kaşlarını kaldırıp dikkatlice beni inceledi. Sonra başını eğip dudaklarının kenarını belli belirsiz kıvırarak alaycı bir şekilde “Atkını da unutmuşsun.” dedi
“Emre!” diye çıkıştım sinirle ama ama o çoktan gülmüştü. Unutmuştum ve bunun için kendime daha sonra sövecektim evet ama niye yüzüme vuruyordu? Bu hayatta kimsenin diline düşmeyeceksin yemin ederim ki ya.
Gözlerini kısarak “B12’ne bakayım mı senin?” diye sordu. Sesinden eğlendiği bariz belli oluyordu.
Sabırla soludum. “Valla gebertirim seni!” diye tısladım dişlerimin arasından. “Dalga geçme benimle.”
Umursamazca omuz silkerek, “doktorum kızım ben,” dedi keyifle. “işim bu.”
Deli gibi göz devirdim. “Ha ha ha…” dedim yalandan bir gülüşle.
Tam o sırada telefonumdan gelen bildirim sesi dikkatimi dağıttı. Hızla ekrana baktım. Toplantının birazdan başlayacağına dair bir yazı vardı ve bilgisayarım şu an kollarımdaydı. Bunun için bile Emre’ye tekrar sarılabilirdim.
“Ben gidiyorum,” dedim, oteli işaret ederek. “Toplantım var.” Bakışları gitmemi istemiyor gibiydi ama bir şey demedi.
Adımımı atmaya hazırlanırken birden durdum. Burada kalacağı aklıma gelmişti. Kaşlarımı hafifçe çatarak ona döndüm. “Ha bu arada,” dedim merakla. “Nerede kalacaksın sen?”
Soruma hazırlıksız yakalanmış gibi donup kaldı. Sonra gözlerini kaçırdı, belli ki düşünmemişti. Direkt gelmişti. İç çekip başımı iki yana salladım. “Takıl sen burada,” dedim hafifçe gülerek. “Toplantıdan çıkınca ayarlarım sana.”
Kalmak istediğine de buraya gelme fikrine de bir anda karar verdiğine emindim çünkü Emre’nin plansız pek bir şey yapmadığını iyi bilirdim. Bu işin altında farklı bir amacı vardı ya da benimle vakit geçirmek istiyordu belki eskisi gibi bilmiyorum ama onu burada görmek beni sevindirmişti. Ona sıkı sıkı sarılmak, gardımı indirmek ve hiçbir şey düşünmeden yamacında kalmayı çok istiyordum. Saatlerce susabilirdim yanında. Yeter ki gözleri gözlerime değsin, yeterdi benim için ama olmuyordu. Kendimi rahat bırakamıyordum. Çünkü alışırsam giderdi. Çünkü alıştığımda gitmişti. Gelmemişti geri.
“Ararım seni,” dedim yanından uzaklaşırken.
Tam birkaç adım atmıştım ki “Şu lavuğun,” dedi ve ileriyi işaret etti. Caner'den bahsettiğini anlamıştım. “sevdiği kişiyi söyleyecektin en son. İçinde tutamazsın sen.”
“Tutarım, “ diyerek inatlaştım. “Hevesimi kaçırmadan önce düşünecektin, söylemiyorum işte.”
“Tutarım.” Bir kaşını kaldırınca istemsizce nefesimi bırakıp pes ettim. “Tamam, tutamam.”
“Eee?” Kafasını merakla salladı. “Kimmiş.”
Bir adım ona doğru atıp fısıltıyla “Derin,” diye mırıldandım. Onun gözleri anında büyürken ben de etrafı kolaçan ediyordum sanki buradan kimse ikisini tanıyormuş gibi. Sonra tekrar ona döndüm ve hemen “Ağzından kaçırırsan seni gebertirim!” diyerek uyardım.
Sadece gülmüştü. Söylediğim şey hoşuna gitmişti. “Onu genelde sen yaparsın,” dediğinde keyif aldığı her halinden belli oluyordu. Söylediğine pişman ediyordu işte. Sevmiyorsan dedikoduyu istemeyeceksin o zaman. Neyse, en azından birine söylemiştim. İçimde tuta tuta şişmiştim resmen.
Dalgasını ciddiye almayarak başımı iki yana salladım ve “Seninle hiç uğraşamayacağım, gidiyorum ben,” diyerek hızla yanından uzaklaştım. Arkamı döndüğümde Caner’i bu sefer aynı yerinde görmedim. Çok da umursamadım. Ya dersi vardır ya da biri çağırmıştır. Daha sonra her türlü görüşürdük zaten. Bu konuyu es geçip ilerlemeye devam ettim.
Tam otelin girişine yaklaşmıştım ki “Naz,” diye seslendiğinde durdum ve ona döndüm. Kafamı hafifçe yana eğerek ona bakarken beni baştan aşağı süzdüğünü fark ettim. O an nefesim durdu gibi oldu. Sonra dudaklarından nefesimi daha da kesecek o cümle döküldü: “Çok güzel görünüyorsun.”1
İltifatıyla hafifçe sarsıldım. Yapma şunu diye bağırmak istesem de sırıtmaya başlamıştım bile. Aptal aşık modum tekrar online olmak üzereydi ve şimdiden tüm arkadaşlarıma gerçekten çok geçmişler olsundu.
Utancımdan arkamı döndüm tekrar. Ona bir daha dönmeden “Biliyorum,” diye bağırdım ama yüzümün domatese döndüğüne adım kadar emindim. Bilerek yapıyordu. Beni tanıyordu, utandığımı anladığı için bilerek yapıyordu. Ama çok hoşuma gidiyordu.
***
Toplantı bitmişti. Her alandan insan vardı. Ki buna üniversiteden akademisyenler de dahildi. Caner ve Arda da sınıfından birkaç kişiyle gelmişti. Çok kalabalık bir ortam vardı ve patronum bu projeyi benim anlatmamı istemişti. Başta dalga geçiyor sanmıştım ama bu kadar kişinin içinde böyle bir şey yapmayacağını bildiğimden şok içinde ayağa kalkmıştım.
Bilgisayarımda sunumu açarken ellerim titremiş ama sonra derin bir nefes alarak kendime gelmiştim. Ben bunu yapardım, kendime güveniyordum. Sadece sakinleşmem gerekiyordu o kadar. Daha iyi olduğuma emin olduktan sonra bilgisayarı projeksiyona bağladım ve sunum anlatmaya başladım.
Projenin her detayını, bu beş günde neler yapacağımızı tekrar teker anlattım. Asla kekelememiş ve takılmamıştım. Patronumun gurur dolu bakışları üzerimde gezinirken toplantı sonunda herkes beni alkışlamış, kalanının da yarın devam edeceğimizi planlayarak dağılmışlardı.
Patronum gelip beni tebrik ettikten sonra iyi iş çıkardığımı söyleyerek odadan çıktı. Odada tek kalınca eşyalarımı topladım ve “Bu ben değilim ki!” diyerek toplantı odasından çıktım. Ter basmıştı. Ortam o kadar ciddiydi ki bir an o ciddi konuşmada kendimi de kaybetmiştim. Üstelik konuşmaktan çenem çıkmıştı. Ama üstesinden çok iyi gelmiştim.
Alnımın ortasını nasıl öpebilirim?
“Vay vay vay…” Sesin sahibi yanımda durunca kafamı yana yatırıp sırıtıyordum. “Bizim Nazlı hanıma bak sen?” Caner etkilenmiş gibi duruyordu.
“Parmağımı kaldırıp onu işaret ettim. “Nutkun tutuldu di’mi? Kabul et.” dedim özgüvenimi sesime de yansıtıp göğsümü kabartırken.
“Aksini söyleyemeyeceğim kadar iyiydin, dalga geçmek istesem bile bu sefer dalga benimle dalga geçerdi.”
Söyledikleri kahkahamı büyütmüştü. “Feyz alacaksın. Öğren ablandan bir şeyler.”
Yüzünü buruşturdu. “Şımarma hemen. Hem ben büyüğüm senden.”
Omuz silktim. “İlgilenmiyorum.”
Gözünü devirdiği sırada Arda elinde bilgisayar çantasıyla yanımıza yaklaştı. Onlar benden önden çıktığından odasına gidip gelmişti bile anlaşılan. “Merhaba tekrardan,” dedi neşeyle gülümserken. Bana döndüğünde gözlerinin içi parlıyordu. “İçeride gerçekten harikaydın.”
“Biraz daha söylerseniz her gün duymak isterim,” dedim alaycı bir tonla. “Şımartmayın beni.”
Caner ümitsizce kafasını salladı Arda’ya doğru. “Kesinlikle her gün ister,” derken sesi bezgindi. “tecrübe konuşuyor, dinle kardeşini sen.”
“Benimle programlara bakarsan her gün söylemeye gönüllüyüm.” Arda hevesle bana baktı. Buraya gelmeden önce bu konu hakkında konuştuğumuzu hatırlıyordum. Onun da az çok bilgisi vardı, belki eksik olduğum yerlerde bana yardımcı bile olurdu. Bu yüzden hemen “Olur, bakalım,” dedim. Bunu dememle de neşesi yüzüne yansımış, gülümsemesi büyümüştü.
“Ama birini aramam gerek,” diye ekledim. Emre kişisine toplantımın bittiğini haber vermem gerekiyordu. İkisi de beni başıyla onaylarken rehberden adını buldum ve onlardan uzaklaşarak telefonu kulağıma götürdüm.
Telefon birkaç saniye sonra “Efendim, Naz,” diye açılınca gülümsedim.
“Bakacak'a geldim,” dediğinde gözlerim büyümüştü. “Oğlum ne ara çıktın oraya?”
“Üff,” dedim bıkkınca. “Uzatma Emre. Bitti toplantım. Haber vereyim dedim. İşin bitince gelirsin o zaman.”
“İşim sensin demiştim,” dedi bir çırpıda. Telefon girdiğim şokla elimden düşecekti ki zor tuttum. Çığlık atacaktım ama bugün onun yüzünden, imdat ya. Çok ani şeyler söylüyor, yüreğime indiriyordu.
“Kapatıyorum ben,” diye mırıldandım.
Hâlâ gülüyordu. “ Sen sanki biraz utandın,” dedi keyif dolu sesiyle. Artık emindim. Kesinlikle bilerek yapıyordu.
“Sen de sanki biraz kaşındın, ha Emre, ne dersin?” Tekrar güldüğünde cevap vermesine izin vermeden telefonu suratına kapattım. Şu an bile telefonun ekranına bakıp böğüre böğüre güldüğüne emindim. Onu arayan aklıma sıçayım diye söylenmeden edemedim.
Sabırla soluyarak biraz ileride beni bekleyen Caner ve Arda’nın yanına geçtim. Caner geldiğim an “Kiminle konuştun?” diye sordu hemen.
Gözlerimi devirip “Beklediğin kişiyle konuşmadım Caner. Ders çalışıyordur o,” dedim yürümeye başlarken. İkisi de peşimden geldi.
Otelin içindeki kafeye doğru gidiyorduk. Caner artık onun Derin’den hoşlandığını anladığımı anladığı için kıvırmaya çalışmakla uğraşmıyordu.
Asansörün önünde dururken Arda “beklediğin kişi kim?” diye sordu Caner’e. Ben ise inanamazca onlara bakıyordum.
“Siz erkekler yemin ederim körsünüz,” diye yükseldim bezgince. Gözünün önünde çocuk kıza nasıl bakıyor görmüyor muydu? Hayır onu geçtim, bunlar birbirleriyle bunları hiç konuşmuyor muydu? Erkekler bu konuda biz kızlara göre farklıydı anlaşılan. Ben birinden hoşlandıysam bunu bilecek ilk kişi hoşlandığım çocuktan önce elbette ki Derin olurdu. Erkekler ise herhalde düğün davetiyesi gidince öğrenirdi anca. Gerçekten değişik bir türlerdi.
Asansör kapsısı açılınca “Ne alaka kızım şimdi bu?” diye sordu hayretler içinde Caner.
Başımı ümitsizce sallayıp boş asansöre bindim. “Sana anlatsam da anlamayacaksın Caner, boş ver, tamam mı,” dedim düğmeye basarken. Ardından peşimden ikisi de bindi.
“Biraz sinirli galiba,” diye fısıldadı Arda Caner’e doğru eğilirken.
Caner kafasını sallayarak onu onayladı. “Gelmişler yine.”
Hayretle ikisine baktım. “Yalnız ben hâlâ buradayım,” dediğimde sadece güldüler. Gözümü devirmekle yetindim ama içimde ufak bir homurdanma hakimdi.
Asansörden çıkıp kafe bölümüne geçtiğimizde, rahat bir koltuğa yerleşir yerleşmez ilk işim bilgisayarımı çıkarmak oldu. Tam ekranı açıyordum ki o sırada Derin'den toplantının bitip bitmediği ile ilgili bir mesaj geldi. Ona toplantının bittiğini ve nerede olduğumuzu yazıp gelmesini istedim. Onay verdikten ve birazdan geleceğini söyledikten sonra telefonu kapatıp masaya koydum.
Caner sorgular biçimde “Nazlı?” dediğinde merakla ona döndüm. “Hı?”
“Emre sizinle mi geldi buraya? Çalışmıyor muydu o?”
Elimi gelişine sallayarak “Yok be,” dedim. “Bilgisayarımı getirmiş.” Sonra önüme, bir daha unutmayacağıma söz verdiğim bilgisayarıma melül melül baktım ve ekranını açtım.
“Bilgisayarını mı unuttun lan?” Sesindeki alayı gizleyemedi. Birinin daha alay radarına girdiğim için kendimi kesecektim en sonunda. Tuşlara sert şekilde basarak şifreyi girdiğimde “Unuttum evet!” diye söylendim. Ardından kaşlarımı çattım ve ona döndüm. “Eğer dalga geçersen gebertirim seni!” Uyarımı anladığını belli eder mırıltı çıkarsa da gülüşünü gizleyemiyordu.
“O kadar yolu bilgisayar için mi geldi?”
Yüzümde kocaman bir gülümseme belirdi. “Evet, bir nevi,” diye mırıldandım ekran açılınca karşımdaki ekran resmine bakarken. “Şimdi ona kalacak yer ayarlamam lazım.”
Caner bir an durdu, sonra elini masaya koyarak bana döndü ve “Arda başka odada kalıyor, benim yanımdaki de gelemiyor, tek kalıyorum,” dedi. Bakışlarımı ekrandan çekip ona döndüm. Gözümün içi parlarken “İstersen benimle kal-” bile diyemeden hemen lafa atladım.
“Olur,” dedim neşeyle. Emre benimle yakın diye ona kıl oluyordu. Bunu fırsata çevirmemek aptallık olurdu. u sayede ikisini aynı odaya koyarak nasıl davranacaklarını keyifle izleyebilirdim. Evet, mükemmel bir arkadaş olduğumu biliyordum.
O sırada Arda da bilgisayarını açtı ama gözü benim ekranıma kaydı. Dudaklarının bir kenarı kıvrılırken, “Sen misin?” diye sordu ekran resmini gösterirken. “Çok tatlı.”
Gülümsedim. Bu fotoğrafı çok seviyordum. Emre ile çocukluğumuzda, yine burada çekilen bir fotoğraf vardı ekranımda. Yıllar sonra yine gelmişken acaba aynı şekilde bir tane daha mı çekinseydik diye düşünmeden edemedim.
“Evet,” dedim, gülümsemem büyürken.
Cümlesini bitirmesine bile izi vermeden “Hayır,” dedim hemen. Onunla kardeş görülme düşüncesi benim için tam bir travmaydı. “kardeş değiliz, Emre o. Arkadaşım.”
“Hani, bakayım?” Caner hızlıca ekranı kendine çevirdi ve fotoğrafı inceledi. Kaşlarını hafifçe kaldırarak “Emre’de yine aynı sakinlik var ve sen…” Fotoğrafa biraz daha yaklaştı ve alayla ekledi: Tipe bak. Aynı şımarıklık. Hiç değişmemişsin.”
Gözlerimi devirdim ve bilgisayarımı hızla kendime doğru çevirdim. “Seni gebertirim,” diye tısladım dişlerimin arasından
Söylediklerimi umursamadı, sadece kıs kıs gülerek ayaklandı ve bize kahve almak için hareketlendi. Bana çay alacağını biliyordu. Gitmeden önce Derin’in de geleceğini ve sıcak çikolata sevdiğini söyledim. Yüzüne yerleşen aşkın getirdiği şebek gülümsemesini görünce ben de gülümsedim. Kendimden biliyordum. İnsanı aptala çevirirdi. O gidince Arda ile baş başa kaldık. Bilgisayarda programları açarak sunumda kullandığım üç boyutlu çizimleri nasıl yaptığımı gösterdim.
İkimiz de mesleki anlamda bir düzeni oluşturuyoruz. Ben estetik ve ergonomi açısından olaya bakarken o verimliliğe odaklanıyordu. Ben görsellerle uğraşırım, o ise sayılarla. SketchUp’tan örnek bir ofis dekorasyonu yapmaya başladım. Ben yaparken o da her hareketimi izledi.
“Şu mesafeyi biraz daha açmalısın,” dedi, ekrana eğilerek.
“Biliyorum,” diye mırıldandım. “Ama açıklık ne kadar olmalı o? Onu hesaplamak için bir algoritmaya ihtiyacım var.”
Rahat hareket edilip edilemeyeceğini anlamak için bir simülasyon gerekliydi. Arda hemen devreye girdi ve bilgisayarı benden aldı.
“Bu programda basit bir walkthrough özelliği var,” dedim ne yaptığını izlerken. “Detaylı analiz için başka bir yazılıma ihtiyacımız olabilir.”
Bilgisayarın tuşlarını hızlıca yazarken “Hareket yollarını simüle etmek için yeni bir Python kodu yazabilirim,” dedi.
“Yazılımda iyi misin?” Merakla onu izledim. O sırada Caner elindeki içeceklerle yanımıza geldi. Ona kısaca teşekkür edip işimize odaklandık.
“Yan dal yapıyorum,” dedi ve son kez bir tuşa basıp ekranı bana çevirdi. Yeşillerini üzerimde gezinirken ben yaptığı şeyi izliyordum. Oda tam istediğim gibi olmuştu. Yazılımı gerçekten kusursuzdu.
“İki işkolikle aynı ortamda bulunmak gerçekten çok sıkıcı.” Caner’in sızlanmasını umursamadan çayımı yudumladım ve gözlerimi bilgisayar ekranında gezdirmeye devam ettim.
“Selam millet.” Derin’in neşeli bir şekilde. Onun sesini duyunca hemen ayağa kalktım. Aynı anda “Çok özledim,” diye şakıyarak birbirimize sarıldık. Bizim için uzun bir ayrılış süresiydi.
Derin’le kollarımızı birbirimizden ayırırken Caner ellerini yanaklarına götürüp “Sonunda işkolik olmayan birisi,” dedi neşeyle. Bahaneni yesinler diye çığlık atmak istesem de susmuştum. “şükürler olsun Yarabbi…”
Yerimize geçerken Derin Caner ve Arda’ya kısa bir selam verdi. O benim yanıma otururken Caner hemen karşısına geçti. Arda ile yan yana çalıştığımız için karşımda kimse yoktu.
Derin ortada dönen muhabbeti tam olarak anlayamadığı için bana döndü. “Ne oldu,” diye sormadan edemedi.
İç çekerek ona baktım. “Arda ile programlar üstüne çalışıyoruz ama sıkıldı salak, ” dedim, çenemle Caner’i işaret ederek. Derin kafasını sallayıp gülerken bakışları bilgisayarıma kayınca gözleri büyüdü.
“Bir saniye bir saniye,” dedi hemen. “Sen bunu evde unutmamış mıydın?”
Kaşları merakla havalandı. “E nasıl geldi? Uçarak mı?”
“Haa…” dedi anlamış gibi bir ifadeyle ama sonra kafasına dank edince.“Nee?” diye yükseldi. “Emre mi getirdi? Emre ne alaka?”
“İnan bana ben de hâlâ bunun şokundayım.”
“Burada yani?” Kafasını hafifçe eğip şaşkınlık içinde salladı. “Gerçekten geldi. E bu çocuk fitili ateşlemiş uçuyor,” diye devam ederken bana yaklaştı ve kulağıma doğru “Yakında itiraf da gelir,” diye fısıldadı.1
“Sen sussana ya!” diye söylendim, sesimdeki sinir kendini belli ediyordu. “Salak salak konuşup asabımı bozma. Ha bak,” derken çenemle Caner’i işaret ettim. “Git onunla konuş. Benim işim var.”
Sinirlenmeme hoşuna gitmiş gibi sırıttı ve odağını benden çekip Caner’e çevirdi. Onlar kendi arasında muhabbet ederken ben Arda’ya dönmüş bana yazılım öğretmesini istemiştim. O da seve seve kabul etmişti. Zaten bilgisayar merakımdan yazılımın temelini az çok biliyordum. Python’tan da biraz anlardım. O yüzden çabuk öğrenirdim.
Bir süre beraber çalışıp durduk. O bana bildiklerini anlatırken ben de ona bildiklerimi anlatıyordum. Caner ve Derin ise koyu bir sohbete dalmıştı ve konuştukları şey hakkında zerre fikrim yoktu. Odağım tamamen bilgisayardaydı. Lakin Arda’nın ara ara bakışlarınını üzerimde gezdiğini hissediyordum.
Yapma çocuğum, etme çocuğum, benden olmaz çocuğum demek istesem de susmak zorunda kalmıştım. Benden hoşlandığını elbette ki anlamıştım; güzel kızdım, yalan yok ama yemin ederim ki olmazdı. Birincisi eskiden, ki bu eskiden dediğim yaklaşık üç ay önceye tekabül ediyordu, çok flörtöz bir kişiğim olsa da prensip olarak arkadaşlarımın arkadaşlarıyla çıkmıyordum. İkincisi de sevdiğim kişi yine girmişti hayatıma ve ben, ondan hiçbir şekilde kaçamıyordum. Flörtöz yanım da ölüp gitmişti zaten o geldikten sonra. Aptal Nazlı geri dönmüştü.
Hani bazı filmlerde bad boy erkekler derdi ya üzerim kızım ben seni, diye. Hah, işte ben de bad girl versiyonu olurdum Arda için. Valla üzerdim. O yüzden yanlış sulardaydı. Önüne bakmalıydı. Ona sadece arkadaşça yaklaşıyor ve ümit verecek her hareketten uzak duruyordum. Salak değilse benden hoşlanmayı bırakır ve aşık olmazdı. Katlanamazdı bana bir kere. Bana bu dünyada ailem dışında katlanabilecek tek bir kişi vardı, o da birazdan buraya gelecekti.
İkinci çayımı da bitirirken “Benden bu kadar,” diyerek bilgisayarı bıraktım. Yorulmuştum. Kafam kazan gibiydi.
“Gerçek dünyaya döndün yani, şükür.” Caner’in dediklerini umursamadan bilgisayarın ekranını kapattım. Arda’ya döndüm ve “Sonra devam edelim,” dedim.
Gülümserken “Olur olur,” dedi hemen. “Ben de yorulmuştum zaten.”
Derin “Ben açım,” dediğinde hızlıca kafamı salladım. “Ben de açım.”
Hepimiz acıktığımızı söyleyince “Ben de acıkayım bari,” dedi Caner.
“Acık bari,” dediğim sırada bana doğru yaklaşan kişiyi görünce yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü ama aynısını Derin için söyleyemeyecektim..
“Asla kurtulamıyorum, her yerde bu çocuk,” diye homurdandı, Emre duysun diye bilerek sesini yükseltmişti. Ciddi olmadığını biliyordum, keza Emre de öyle. Onlar hep böyle anlaşılırdı.
Emre hiçbir şey olmamış gibi hafifçe gülümsedi. “Ben de seni gördüğüme sevindim Derin,” diyerek tam karşıma oturdu. Bakışları üzerimde geziniyordu. “Nasıldı toplantın?” diye sordu merakla. Ben dışındaki herkesi yok saymıştı. İlk önceliği bendim.
Yüzümdeki gülümseme büyürken sırtımı dikleştirdim ve “Günün starıydım,” dedim cilveyle. “Herkes bayıldı.”
Gülümsememle o da güldü. “İsteyip de başaramayacağın şey yok.”
Caner homurdanıp dururken “Şunu şımartmayın lütfen,” diye söylendi. “Çenesini kapatamıyoruz sonra.”
Emre ona dönüp, “Sana ne oğlum," diye kaşlarını çatarken ben de aynı anda “Sana ne be!” diye yükseldim.
Caner bizden senkronize bir tepki beklememiş olacaktı ki bir an duraksadı, sonra.geri çekilip gözlerini devirdi. “Bir şey demedim sayın.”
Arda’nın sesi araya girdi “Yarın da olacak mı toplantınız?” diye sorduğunda ona döndüm ve başımı onaylarca salladım. “Aynen, olacak.”
“İyi, o zaman yarın da katılırız biz,” dedi keyifle. “Sen mi anlatacaksın yine? Bugün bayağı iyiydin.”
Dudaklarımı büzdüm. “Bilmem,” diye mırıldandım. Genelde herkes sunuma çalışırdı ama patron birini seçerdi. Her an değişebiliyordu.
“Sen anlatırsın umarım,” dediğinde Derin tarafından kolumun çimdiklendiğini hissettim. Kısa bir çığlık atacaktım ki kolumdan tutup beni kendine hafifçe çekti ve kulağıma doğru yaklaştı.
“Karşı tarafta kırmızı boğa alarmı var, dikkat dikkat…” Sesi alaycı ve uyarıcıydı. Başta ne olduğunu anlamadım ama önüme dönünce her şey rayına oturdu. Emre kaşlarını çatmış, omuzlarını germiş bir şekilde Arda’ya bakıyordu. Arda ise bana.
“Ben sizi tanıştırmadım,” dedim hızlıca Emre’ye gülümserken. Arda’yı işaret ettim. “Arda, Caner’in okuldan arkadaşı.” Sonra Arda’ya dönüp Emre’yi işaret ettim. “Emre de… Söylemiştim zaten, çocukluk arkadaşım.”
Arda elini Emre’ye doğru uzattı. “Memnun oldum,” dedi. Sesi oldukça nazikti. Emre’nin yüzü ifadesizdi, yine de gerginliği ben tarafından fark edilmeyecek gibi değildi. Sorun çıkarırsa ona kızacağımı bildiği için susmayı tercih etti. Sonra da elini uzatıp tokalaştı.
Ortamın gerginleşeceğini anlayınca “Bence biz yemeğe gidelim,” diye bir fikir sundu Derin. Onu hemen onayladım. Bir an önce buradan kaçmam gerekiyordu. “Ben eşyalarımı odaya bırakacağım.”
Emre “Ben nerede kalıyorum,” dediğinde ayaklandım ve sinsice gülümsedim. “Caner’le,” dediğim an gözleri büyümüş ve itiraz edecek gibi olmuştu ama bakışlarımla susmasını sağlamıştım.
“İstemediğim bir cevap alırsam ne yapacağımı gayet iyi biliyorsun, o yüzden beni konuşturma.” Derin’le birlikte ilerlemeden önce “Hadi ben gidiyorum,” dedim ve onlara el sallayarak arkamı dönüp koşturdum.
“Çok fenasın,” dedi Derin keyifle gülerken.
Onaylar bir mırıltı çıkarırken koluna daha sıkı sarıldım. “Biliyorum.”
***
Yemek inanılmaz gergin geçmişti. Emre yemek boyunca bana bakan ve benimle konuşmaya çalışan Arda’dan bakışlarını ayırmıyordu. Ben ise uslu uslu köşeme sinmiş yemeğimi yiyordum. İş toplantım daha sakindi yemin ediyorum. Stresten düşüp bayılacaktım.
Yemekten sonra hepsinden kaçmış birkaç iş arkadaşımla proje üzerinde çalışmıştık tekrar. İnşaatı biten otele geçtik. Orada dizayn, ışıklandırma, ses, yalıtım, kullanılacak malzemeler, malzemelerin kalitesi ve daha birçok şey üzerinden konuştuk. Çalışan ustalarla sohbet etmiş ve onları yönlendirmiştik. O günlük işim bitince yorgunluktan düşüp bayılacak gibi hissetmiştim.
Kaldığım otele dönmek için dışarı çıktığımda hava çoktan kararmıştı. Akşamları burası daha bir soğuk olduğunu tir tir titreyen vücudumla öğrenmiş olmuştum.. Kabanıma sıkı sıkı sarılarak otele doğru yürüdüm. Neyse ki buradaki oteller birbirine yakındı.
Otele vardığım gibi direkt odama çıktım. Derin içeride yoktu. ona nerede olduğunu mesaj atarken ilk işim ayağımı deşen topuklulardan kurtulmak oldu. Tüm gün şunlarla yürümek işkence gibi geliyordu ama seviyordum.
Ayakkabılardan kurtulduktan sonra tam yatağa oturmuş dinlenmeye çalışıyordum ki telefondan bildirim sesi gelince telefona uzandım.
Bestiem: Dışarıdayız, Canerlerle ateş etrafında oturduk. Gel sende.
Bestiem: Seninki de burada. Ve Caner’le gayet iyi anlaşıyorlar şu an.
Siz: Erkekler işte. Bir şey demiyorum artık.
Siz: Üzerimi değişip geliyorum.
Bensu’ya da dışarıda oturacağımıza dair mesaj attım. Hemen dönüş yaptı. Birazdan asansörün önünde olacağını söylüyordu. Ona giyineceğimi haber verdim ve telefonu yatağa fırlattım.
Emre ve Caner’in iyi anlaşmasına hâlâ şok içindeydim. Hayır o, Caner’e kıl olmuyor muydu en son? Şu birkaç saatte ne değişebilirdi ki? Her şeyi kaçırdığım içip oturup ağlayabilirdim ama önce şu odadan çıkmam gerekiyordu.
Kıyafetlerimi çıkardım. Takımın içinde boğulmuştum. Dışarıda oturacağımız için daha rahat bir şeyler giymeyi tercih ettim. Pembe kazak ve açık mavi kotumu üstüme çektikten sonra beyaz pelüş ceketimi de giyindim. Ayakkabı olarak da beyaz sporlarımı tercih ettim. Dışarıda kar da yoktu yağmur da. Tabii şimdilik. Ama sporların rahatlığını hiçbir şeye değişmezdim.
Telefonu alıp odadan çıkacaktım ki gelen bildirimle durdum. Mesaj Emre’dendi.
Emre Körü: Atkısız gelme, geri dönersin.
Külliyen yalandı. Hemen gidip beyaz atkımı aldım ve odadan çıktım.
Mesajına gözümü devirip cevapsız bıraktım. Kapıyı kapattıktan sonra beni asansör önünde bekleyen Bensu’ya doğru yürüdüm. “Sen orada ben burada,” diye seslendim ona doğru. Bakışları beni bulunca sırıtmış ve hemen devam etmişti. “Ben de özledim ben de…”
Yan yana gelince sarıldık. Toplantıda bugün o yoktu. Otelin diğer departmanlarıyla ilgilenmişti ve gün boyu görüşememiştik. “Özleştik,” dedi kollarını benden ayırırken. Kafamı art arda ağır çekimle salladım. “Çook.”
“Bir şey sorcam,” dediğinde gelen asansöre binip ona bakmıştım. “Ben bugün seninkini mi gördüm, yoksa elf gözlerim yalan mı söylüyor bana?”
“Benimki?” derken kaşlarım havalanmıştı.
Üfleyerek kafasını salladı. “Şu kapınızda gördüğüm ultra yakışıklı arkadaşın.”
Kimden bahsettiğini anlayınca “Ha Emre mi?” dedim, ardından dudaklarımı büzüp omuz silktim. “Bilgisayarımı getirdi ya.”
“Bilgisayarını mı unuttun ki?” Şok içinde bana baktığında sinirden ağlayacak gibi oldum.
“Bugün birinden daha şu cümleyi duyarsam keseceğim artık bileklerimi.”
Sitemim onu güldürmüştü. Benimle uğraşmayı bıraktı ve ne her şeyi adamakıllı anlatmamı istedi. Ben de her şeyi anlatıp, üstelik asansörden çıkarken gün içinde olanları da anlattım. Sözümü kesmeden beni dinledi ama her dediğime abartılı tepkiler vermeden de duramadı.
“Bunca yıllık tecrübeme dayanarak diyorum ki bu çocuk olmuş.”
“Sen de başlama Derin gibi,” diye söylendim otelden dışarı çıkarken. Üzerime titreme gelince elimdeki atkıyı hemen boynuma doladım.
“Sen de kabullen aşko, her boku bilirsin, anlarsın ama konu kendin olunca mala bağlarsın.”
Ona cevap vermedim. Bu konuda haklıydı. Koluna girerek Derin’in söylediği yere doğru onu sürükledim. Otelden ve ağaçlardan uzak bir bölgede yakılan ateşin etrafındaki kalabalık bir kesimi görünce adımlarımı oraya çevirdim. Gözlerim ilk önce bana doğru bakan Emre’yi buldu. Gülümsemiştim ama Emre’nin yanındaki Leyla’yı görünce kaşlarım istemsizce çatılmıştı.
“Bu kız ne alaka?” diye sordum Bensu’ya dönerken.
“Ha ben de sana onu söyleyecektim,” dediğinde sabırsızca kafamı salladım. “Seninkini gördüm dedim ya,” diye devam ettiğinde tekrar kafam salladım. “İlk Leyla’yı gördüm. Birinin yanına gittiğini görünce de merakla izledim. Meğer seninkinin yanına doğru gidiyormuş. Sonra ona bir şey dedi ama çocuk sallamadı, arabaya bindi gitti.”
“Konuşsaydı ağzına sıçardım,” diye söylendim. Bensu tepkime kahkaha attı. “Deli ya,” derken kalabalığın arasına girdi ve herkese selam verdi. Ben ise çattığım kaşlarımı Emre’ye gönderiyordum. Çenesiyle beni işaret ettiğinde bir şey mi oldu der gibi bakıyordu ama omuz silkip Derin’le onun arasındaki boş sandalyeye geçip oturdum. Derin’in yanında da Caner vardı. Caner’in yanında ise Arda. Diğerleri de birazı bizim ofisten birazı da Canerlerin okulundandı.
Bensu sandalyesini çekip benle Derin’in arasına çekti. “Beni onlarla muhatap etmeyin,” derken Leylaların yanındaki boşluktan bahsediyordu. Derinle onun haline gülüp aramızdaki boşluğu açtık.
“Sorun mu var?” dedi Emre bana doğru eğilirken. Sesi sakindi.
“Yok,” Kestirip attım ama vardı. Senin o kızın yanında ne işin vardı?
“Çok yok gibi değil sanki, ha?” Gözlerimi devirip sorusunu cevapsız bıraktım. Kollarımı birbirine geçirdim. Suratımı ne kadar asabilirsem o kadar astım. Ama “Bilgisayar ekranındaki fotoğrafın aynısından çekelim mi yarın?” demesiyle astığım suratım şaşkın bir ifadeye bürünmüştü. Bunu bugün ben de düşünmüştüm ama takıldığım nokta tamamen başkaydı.
“Bilgisayar ekranımdaki fotoğrafı nereden biliyorsun sen?” diye sordum bedenimi hafifçe ona doğru döndürürken. Onun yanında bilgisayarı açmamıştım ki hiç.
“Sizin evde dosyaları sana atmak için bilgisayarını açtığımda gördüm,” dedi sırıtarak. “Sonra atmaktan vazgeçip geldim.”
Başımı hafifçe eğdim. Korkarak gülümserken gözlerimi kıstım. “Şifreyi abim mi girdi, sen mi?” diye sorduğumda kızarmaya başlamıştım bile. Utandım. Utandım. Çok utandım!
Lütfen abim girmiş olsun. Lütfen, lütfen lü-
“Abine sormadım bile,” Sözleri kulaklarımda yankılanırken onun keyif aldığını görebiliyordum.
Gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatıp önüme döndüm. “Tamam, devam etme,” dedim, dudaklarımı birbirine bastırırken. “Çok utandım.” Fısıldamıştım ama duymuş, bir de üstüne gülmüştü. Sinirle koluna vurdum ama daha da güldü. Şifrelerimi ikimizin lisedeki okul numaramızı yapardım. Unutması zordu ama onun bunu hatırlıyor olması fena utanç verici bir durumdu. Üstelik ekrandaki fotoğrafı bile görmüştü. Ayağa kalkıp gitsem ne olurdu?
Kalksam, dağ bayır gezsem, sonra da atlasam bir yerden kendimi? Nasıl olurdu?
Girdiğim utanç nöbetinden Leyla’nın “Siz tanışıyor musunuz?” demesiyle çıktım. Soru bana değil, Emre’yeydi. Şaka mıydı bu kız? Asıl sen onu tanıyor musun?
“Evet,” diye araya girdim. “Arkadaşız.”
“O doğduğundan beri,” diye devam etti Emre bana dönerken. Leyla’nın suratı düşmüştü. Benimse keyfim yerine gelmişti. Bensu’nun da öyle olmalıydı ki kolumu tutup kısık kısık gülüyordu.
Yapmacık bir gülümsemeyle ona baktım. “Asıl siz tanışıyor musunuz?” diye sordum.
“Hayır, tanışmıyoruz,” dedi hemen Emre. Ardından Leyla’ya döndü. “Sabah bana soru soran sizdiniz galiba?”
“Evet,” diye mırıldandı Leyla.
Büyük ihtimalle ona yürümeye çalışmıştı ama Emre onunla ilgilenmemişti. Benim için buraya gelip başkasıyla ilgilenseydi onu gebertirdim. Hakkım olmasa bile umurumda değildi bu. Ama neyse ki öyle bir şey olmamıştı. Muhataba aldığı tek kişi bendim.
Leyla’nın yanındaki Umay, “Nazlı,” dediğinde hoşnutsuzca kafamı salladım. Beni sevmeyen insanlar benimle muhatap olmasa olmaz mıydı? “Efendim?
“Senin sevgilin vardı ya, ne oldu ona?”
Soru beynimde yankılanırken kimi kastettiğini düşünmeye çalıştım. Mert denen aptalla sevgili olduğum zamanlar bir keresinde beni işten almıştı, Umay da onu o zaman görmüştü. Sanırım ondan bahsediyordu. Ona sana ne diyecektim ki Emre’nin bakışlarının bana dönünce üstelik boşboğaz Caner “Hangisi?” diye ekleyince gözlerimi kapatıp mal gibi kalmıştım.
Caner’e döndüm ve dişlerimin arasında fısıltıyla “Sen bugün elimde kalacaksın!” diye tısladım. Pot kırdığını anlayıp geriye yaslandı ve çenesine fermuar çekti ama çok geçti. Derin benim yerime kafasına bir tane geçirince sinirle soluyarak önüme döndüm.
Emre şoka girmişti. “Hangisi mi?” dedi. “Kaç tane bunlar?”
Leyla ve Umay keyifle sırıtırken ortaya meze olan aşk hayatıma ağlayacaktım. “Caner saçmalıyor. Mert vardı, ondan da ayrıldım işte. Ondan öncekiler de…” dediğimde ona döndüm ama devam et der gibi kafasını sallıyordu. “Evet ondan öncekilerde…”
“Flört falan filan işte. Olmadı, önümüze baktık.” Emre bir şey diyecekti ama hemen araya girdim. “Hem şu an ne diye bu konuyu konuşuyoruz?”
Bensu bana yardımcı olmak için “Biri şarkı söylesin de kafamız dağılsın. Gitarı olan var mı?” diye fikir sunduğunda ona minnetle baktım. Boş bir anımızda direkt sarılacaktım ona.
“Bende vardı,” dedi Caner'in okuldan arkadaşlarından biri. Gidip getireceğini söyleyerek ayaklandı. O gidince herkes kendi arasında sohbet çevirdi. Ben ise Emre’ye bakmamak için Bensu ve Derin’le ediyordum. Derin akşam bizim odamızda üçümüzün pijama partisi vermesi gerektiğine dair bir şeyler söyleyince ikimiz de hemen kabul ettik. Acil yapmamız lazımdı. Çok ihtiyacım vardı. Birazda akıl almam gerekiyordu. Kaçmaya çalıştığım şeyler iyice peşimden geliyordu. Bu çocuk aklımı yerle bir ediyordu.
Adının Yusuf olduğunu öğrendiğim çocuk gitarıyla döndüğünde hilal şeklinde dizilen sandalyelerin ortasına bir sandalye çekti ve oturup çaldı. O çalarken sessizce söylediği şarkıyı dinliyordum. Üzerimdeki bakışa odaklanmamaya çalıştım ve kendimi müziğe bıraktım. Sesi güzeldi.
Şarkı bittiğinde herkes onu alkışladı. “Var mı başka söylemek isteyen?” dediğinde Arda ayaklanmıştı.
Yusuf oturduğu yerden kalkıp gitarı Arda’ya verdi ve yerine oturdu. Arda da gitarı kucağına alıp sandalyeye geçti. Ellerini tellerin arasına götürdüğünde tebessümle onu izledim. Sesini merak ediyordum.
Gitarı çalmaya başladığında Caner’den “Siktir,” diye mırıltı çıktığını işittim.
“Simsiyah bi' gecede yalnızdın, aydan bile beyaz…” diye başladığı an gözlerim büyüdü. Ellerim alnıma gidince bakışlarımı ondan kaçırdım.3
“Seni ilk gördüğümde dedim bu kız lütfen biraz… Benim olabilir mi?.. ” Bensu bir anda ondan yana olan kolumu tutup sallamaya başladı. Şokla ona dönünce Derin’in bakışları da beni buldu. Kafasını sallayıp dudaklarını birbirine bastırırken “bu harekete birazcık düşmüş olabilirim,” dedi fısıltıyla. Başkasına yapılmış olsaydı kesin ben de çok pis düşerdim ama şu an oturup ağlamak istiyordum.
“Aptal dizi karakterlerine döndüm,” dedim onlara doğru ağlamaklı bir sesle. Sürekli benden hoşlanan insanlar çıkıyordu karşıma. Bayılmak üzereydim. Şu son bir ayda herkesin aşık olduğu o karakter olmak zorunda mıydım gerçekten? Çok yanlış zamanlamaydı. Çok ama çok yanlış zamanlamaydı.
Şarkı bitene kadar ne Emre’ye baktım ne de Arda’ya. Önüme dönüp bu işkencenin bitmesini bekledim. Ama neyse ki şarkı bitmiş, alkışlar kopunca da Arda başka bir şey söylemeden yerine dönmüştü.
“Başka söylemek isteyen var mı?”
Sonunda rahat dinleyebileceğim bir şarkı olacak derken Emre’nin ayaklanıp gitara doğru yürümesiyle şoka girdim. “Şaka yapıyorsun de,” diye yükseldim ama bana dönmedi.
“Yok artık,” dedi Bensu. Sesindeki şok bende de vardı.
Derin araya girdi. “Ben dedim, itiraf gelecek dedim. Eğer Yalın’dan bir parçaysa da tamamdır. Geçmiş olsun.,” dediğinde sesindeki alayı hissedebiliyordum. Bir ay bunun dalgasını geçecekti bana, biliyordum.
Bensu’nun kaşları merakla havalandı. “Niye Yalın?”
“Nazlı en çok Yalın şarkılarını sever çünkü.”2
Damarlarımda dolaşan kan aniden çekildi. Kolonya. Biri bana acilen kolonya getirmeliydi. Tansiyonum düşüyordu, bayılacaktım. Bunu yapmamalıydı. Beni kandırmamalıydı. Beni buna inandırmamalıydı.
Saniyeler sonra gitar sesi ortamı kapladı. Nefesimi tuttum. Kafamı usulca kaldırdım ve gözlerimi gözlerine değdirdim. Sanki ona bakmamı bekliyor gibiydi. Gözlerimin içine bakınca gülümsedi ve “Aldım başıma belayı,” diyerek başladı şarkıya.1
“Evet, şimdiden geçmiş olsun. Bu ilişkide asıl yanan ben oldum,” dedi Derin iç çekerek. Çünkü Emre, Yalın’dan “Sesinde aşk var”ı söylüyordu. En sevdiğim şarkıydı.
“İlk günden belli biraz delisin,” diye devam ettiğinde gözlerim dolmuştu ve dolan gözlerim “Biraz kendine Naz,” demesiyle yaşlarını usulca akıtmaya başladı. Çünkü şarkı öyle değildi. Kendine has diyordu şarkıda, Naz değil. Bana söylüyordu.
Bana beni sevdiğini söylüyordu.
Sesi çok güzeldi. Eskiden de dinlerdim çok. Zaten bir tek benim için söylerdi. Kalabalıktan söylemekten haz etmezdi pek. İlk defa yapıyordu ve bunu benim için yapıyordu.
“Asıl buna düştüm ben,” diye yükseldi Bensu. Elleriyle kolumu tutup sarstı. “Kızım manyak bir şey bu!”2
Dudaklarımı bastırıp durdum. Şarkı boyunca gözlerimin içine baktı. Ben de ona ama daha fazla burada duramazdım. Acilen gidip hava almam gerekiyordu. Boğuluyordum. Aşktan boğuluyordum. Biraz daha kalırsam gider ona sarılırdım. Bunu yapardım, emindim.
Ayağa kalktığım sırada Emre “Sesinde aşk var, bir ben duyuyorum…” diyordu.
Nefesimi bıraktım ve kızlara döndüm. “Ben gidiyorum, yoksa düşüp bayılacağım şimdi,” diye söylendim ve kimseye soru sorma fırsatı bile vermeden arkamı dönüp ilerledim. Onu ise bana bakarken geride bıraktım.
Adımlarım otelin aksi yönünde ilerlemeye başladı. Soğuk vücuduma tesir ederken bir damla yağmurun alnıma düştüğünü hissettim ama durmadım, karanlıkta ilerlemeye devam ettim. Kalbim sıkışıyordu.
Ben onu çok sevdim, ki hâlâ da çok seviyordum. Ama ben onun beni sevebileceği ihtimalini hiç düşünmemiştim.
Görmedi ki beni o hiç. Sonra gitti zaten. Geri gelince de zor alıştım ona. Zar zor alıştırdığı yokluğundan sonra, yine zar zor alıştım varlığına ama bir şekilde alıştım işte. Konu o olunca alışırdım ben zaten. Emre’ydi o çünkü. Seviyordum onu ben, böyle çok. Silip atamazdım. Aşk ha diyince silinen bir şey değildi zaten. Gelir otururdu kalbine, o sevmedikçe deşer geçerdi, acırdı böyle her zerrende. Çok acıtmıştı da.
Ona kendimi bırakmak istemiyordum. Çünkü inanamıyordum hâlâ beni sevdiğine. Kalbimi açarsam ve kırarsa sonra beni? Zaten çok kırılmıştım ona ben. Daha da kırmasın istiyordum. Son zamanlarda hareketlerinin farkına varıp aptala yatmaktan da yorulmuştum. İmalarını da anlıyordum ama anlamazdan geliyordum. Çünkü kendimi bırakırsam o beni tutmaz gibi hissediyordum. Çünkü benim kalbimin her köşesi onda biten çıkmaz sokak iken ben onun kalbinin sokaklarına hiç uğramamıştım. Şimdi geçtiğim sokağından beni daha sonra kovup kovmayacağını bilemezdim. Onu ne kadar sevsem de ona hemen güvenemezdim.
Ayağıma gelen taşı tekmelerken kendi kendime “Kadere bak, bilmem neden beni buldu. Alıştırdı kendine, git gide ben oldu…” diye mırıldandım. Sonra elimi yumruk yapıp mikrofon gibi dudaklarıma götürdüm. “Sökemiyorum içimden kök saldı, yüreğime…” Şu an şu durumu anlatan şarkı tam olarak buydu. Cidden, kadere bak.
Arkamdan birinin bana seslendiğini işittim. Ama durmadım. Tekrar “Naz,” dedi. Sesi oldukça keyifliydi, ben ise mala dönmüştüm. Haksızlıktı bu!
Durmadım ve şarkıya devam ettim. “Zaman durdu, hayat durdu, aşk durdu…”
“Kandırıyor beni, kandırıyor, Yalanlarına inandırıyor…” diye bağırdım duysun da derdimi anlasın diye ama anlamayı geç, o gidip yüksek sesle gülmüştü.
Yağmur damlaları giderek fazlalaşmaya başladığında tekrar “Naz…” dedi. Yine durmadım.
“Duymuyor sözümü, kör ediyor gözümü aklımı çeliyor bulandırıyor…”
Arkamdan yavaşça gelmeye devam ediyordu. İsterse beni durdurabilirdi ama bilerek yapmıyordu. Oldukça eğleniyordu. Aklımı durdurması hoşuna gidiyordu.1
Durmayacağımı anlayınca yüksek sesle “Bir de naz, bir de naz,” diye şarkı söylemeye başladı. Keyifli çıkan sözleri etrafta yankılanırken gözlerim anın şokuyla büyümüştü. “Nasıl tatlı utanmaz…”1
Ellerimi kızaran yanaklarıma götürdüm. Baş parmağımı çeneme yaslarken işaret parmaklarımla kulaklarımı tıkadım, çünkü daha fazlasını duyma istemiyordum. Diğer parmaklarım titreyen yüzümde gezinirken, ona odaklanmamak için “Aklımı çeliyor bulandırıyor…” diyerek kafamı iki yana salladım. “İlerle, ilerle, ilerle…”
Yağmur giderek hızlandığı için daha fazla bu halde gitmemi istemiyordu. Bir eli kolumu sarınca, “Bu kadar eğlence yeter,” dedi keyifle. Beni durdurdu ve önüme geçti. Ellerim hâlâ yüzümdeydi. Fena halde utanmış hissediyordum. Çenemi tutup yukarı kaldırdı. Gülümsemesi büyürken “Çok tatlısın,” dedi iç çekerek.
“Sus,” diye fısıldadım ama susmadı.
“Bu sefer seni dinlemeyeceğim.”
Elleriyle bileklerimi tuttu, beni kendine daha çok çektikten sonra kollarımı usulca iki yanıma indirdi. Gözleri ıslanan yüzümde geziniyordu. Her zerremi incelerken sanki her bir köşesini ezberlemek ister gibi bakıyordu. Bakışlarının son noktası dudaklarım olunca tüm bedenim bir anda titredi. “Çok güzelsin.”
O bana dalmışken ellerimi ondan kurtardım ve kaçmak için hareketlendim ama izin vermedi, omuzlarımdan tuttu. Beni kendine çevirirken kalbimin deli gibi attığını hissedebiliyordum. Nefes alışverişlerim sıklaşmıştı, keza onun da öyle.
Gözlerim ondan kaçırdım. Burada yağmur bir anda yağar ve bastırırdı. Şimdi de öyle olmuştu, ikimizi de sırılsıklam olmuşken “Kaçmana izin vermem,” diye fısıldadı. “Hislerin benimkiyle aynıyken izin vermem buna, Naz.”
Kafamı hızla iki yana salladım. “Yok öyle bir şey. Bırak beni.”
Elleri sırılsıklam olan saçlarımın arasına kaydı, parmakları saçlarımın arasında gezinirken yüzümü avuçları arasına aldı. Yüzünün yüzüme doğru eğdirdiğinde bana oldukça yakındı.
Sanki nefes alırmış gibi “Seni çok seviyorum,” dedi bir anda. Kelimelerinin sıcaklığı yağmurun soğukluğuna meydan okurken gözlerim gözlerine kitlendi anında. Kaçmak isteyen bedenim hareket etmeyi bıraktı. Az önceki sözlerine beni ikna etmek için kafasını hızla salladı. “Duydun mu çok seviyorum!”
Bir eli parmak uçlarıyla yüzümde gezinirken, diğeri nazikçe saçlarımı okşuyordu. Her hareketinde eriyip gidiyordum. “Senin adını başkalarıyla duymaya dayanamıyorum ben. Senden hoşlanan birinin sana şarkı söylemesine katlanamıyorum. Sana bakmasına dayanamıyorum ben Naz!”
Duyduğum itirafla gözyaşlarım yağmur damlaları arasına karıştı. Her şey o kadar bulanıktı ki ona zar zor odaklanıp “Emre…” diyebildim çatallı sesimle ama lafımı bitirmeme izin vermedi.
“Naz!“ diye bağırdı gürültülü yağmur sesinin arasından. Yağmurun söylediklerini baskılamasına izin vermek istemiyor gibiydi. “Ben sana sırılsıklam aşık oldum!” Elleri yanaklarımı okşarken bana doğru son bir adım daha attı ve aramızdaki mesafeyi tamamen kapattı. Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bilemedim. O kadar beklenmedikti ki her şey, her zaman susmaya çenemin bugün söyleyebilecek tek kelimesi yoktu. Kalbim heyecandan çığlık atıyordu. Aklım ise bu savaşta bayrağını bırakarak geri çekiliyordu. Onu aştığını biliyordu; zaten o, kaybettiğinin en başından beri farkındaydı.4
Başını bana doğru biraz daha eğdi. Yutkunduğumu hissettim. Kaçmak istedim ama elleri yüzümü sıkı sıkı sardığından hareket edemedim. Beni bırakmasını isteyecektim ama o, “Bunu yaptığım için bana daha sonra istediğini yapabilirsin,” diye devam ederken ne söylemeye çalıştığını anlamama bile fırsat bırakmadan dudaklarımı dudaklarıyla kapatmıştı.
Yağmur yağmaya devam ederken, o bana sırılsıklam aşık olduğunu itiraf etmişken ve ben de ona ondan fazla aşıkken nefes alırmış gibi öpüyordu beni.
Emre beni öpüyordu.10
***
Emre'nin Nazlı'nın arkasından bir de naz bir de naz nasıl tatlı utanmaz demesi günlerdir kafamda döndü durdu. Durup durup sırıttım. ŞAKA MISIN ANNEM??1
Nasıl buldunuz bölümü?2
Çok bitmemesi gerek yerde bitirdim biliyorum ama benden bir süre hemen bölüm beklemeyin. Artık Poyrazda Açan Çiçek'e yoğunlaşacağım. Dram Erasına giriyorum. Bu kitaba karışmaması gerekiyor.
Şimdi yayın sürecimi konuşalım.
Çıkmaz Sokak bitince ki daha var. Yazmak istediğim çok şey var, bu evreni seviyorum. Kafam dağıtıyor. Sakin, kendi halinde minik bir ütopya.
Bu kitap bitince büyük ihtimalle şu an profilimde olan ama askıda olan Kırık Kalbin Portresine başlarım. 2019'da kurguladım onu. Biraz daha geliştirip baştan başlayacağım. Gençlik, Dram, Aile, Lise temalı bir kurgu.2
Bir texting kurgum var, dram olacak bi' çıtır.
Bir de BSD kısatmalı bir kurgum var, üniversite, gençlik, dram işi olacak ki onu da 2020'de kurguladım. 5 bölüm falan yazmıştım.
Bir tane yaz kurgum, bir tane daha mahalle kurgum ve birkaç bilim kurgu fantastik kurgum var. Onları da süreç gösterecek.2
Bi' çıtır uzun süre sonra 15. Bölümde görüşelimmm...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
12.91k Okunma |
1.11k Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |