Ben geldim. Hem de upuzuuun bir bölümle geldim. Nazlı ve Emre dolu, bol bol eğlence, romantizm, göbek atma, kaos, kavga, minik atışmalarla dolu bir bölüm oldu.
Tepkilerinizi ve yorumlarınızı bekliyorummm 💃🏼
Keyifli okumalar...1
17. BÖLÜM
Emre beni piste doğru sürüklerken hiçbir şey diyemeden ona ayak uydurdum. O kadar şaşkınlık içindeydim ki ağzımı açıp söyleyecek bir kelime bulamıyordum. Nöbetleri bir şey olmadığı sürece iptal olmazdı. Buraya benim için gelmiş olma düşüncesi kalbimi sıkıştırıyordu.
Ve dümdüz kıyafetlerin içinde neden bu kadar yakışıklı görünüyordu?
Dans edenlerin arasına geldiğimizde eli tereddütsüzce belimi buldu. Dokunuşu ve yakınlığı arasında kalp çarpıntım bütün bedenimi titretiyordu. Bana baktığını biliyordum ama göz teması kuramayacak kadar utanıyordum. Neden bu kadar utandığımı bilmiyordum. Çok saçmaydı! Tamam mı, çok saçma!
Ellerimi içten içe beni kavuran heyecana ve onun yakınlığına kapılarak omuzlarına koymak yerine boynuna doladım. Ensesindeki sıcak teni temasımla titremişti. Hafif kasıldığını hissettim ama keyfinin yerinde olduğuna emindim. Nefesi yüzüme çarpıyordu. Ona bakmamaya çalışarak bakışlarımı etrafta gezdirdim.
Abim Elif ablanın gözlerine dalmış dans ediyordu. Babaannem ve dedem masaya geri dönmüşlerdi. Yaşlarından dolayı çabuk yoruluyorlardı. Derin'i en son beni satıp Kadir'le buraya gelirken görmüştüm ama şu an ortalıkta görünmüyordu. Biraz ileride de babam annemle dans ediyor ve Melih'in dikildiği yere doğru oldukça korkutucu bakışları atıyordu. Melih'in benim yanıma geldiğini görmüş olmalıydı. Emre'nin beni buraya getirdiğinde onun neden sırıttığını şimdi anlayabiliyordum. Oysa Emre'nin bana karşı hissettiği duyguları bilseydi beni buradan alır, onu da elinde tüfekle sokak sokak kovalardı.1
"Bu dümbelek biraz daha sana bakarsa çok fena şeyler olacak, Naz," dedi Emre burnundan solurken. Melih'in bakışları üzerimdeydi ve bu onu oldukça rahatsız ediyordu. "Tamam Emre, sakin oluyoruz, sen doktorsun. İnsanları iyileştiriyorsun, kimseyi dövmek yok."2
Kendi kendine konuşuyordu. Ona bakmadım. Kıskançlıktan kafayı yemişti iki saniyede. Günler sonra ilk defa yüz yüze gelmiştik ama onun bana söylediği sözler sadece bunlar oluyordu. Beyinsiz.
"Neymiş efendim, dans edecekmiş; aynen edersin, sik kafalı."1
Hâlâ söyleniyordu. Bir de bana ağzını bozmuşsun demişti. Bir çıkacaktım suratına, tepemizdeki renkli renkli dönen top avizeye doğru uçacaktı.
Sonunda benimle dans ettiğinin farkına varınca "Naz," dedi ama dönmedim. Sinirlerim bozulmuştu. "Naz, bana bak."
Cevap vermedim. Bakmadım da. Belediye baksın sana.
"Naz, bana bakar mısın güzelim?"1
Tamam, birazcık ama azcık yumuşamış olabilirdim ama bakmamak için biraz daha direndim. Çünkü ona bakınca sinirli olsam bile hipnoz oluyordum. Gözlerine dalıp gidiyordum ve her şeyi unutuyordum. Buna kendim de dahildim.
Aydınlık ortam karardı ve minik aydınlatmalar tepemizde belirdi. Şimdi sadece loş ışıklar vardı ve herkes bu ışıkta dans ediyordu. Ortam oldukça romantikti. Şarkının ritmine ayak uydurmaya çalıştım. "Hiçbir şeye değişmem, aşkla bakan gözlerini," diyordu şarkı. Bu şarkı çıkalı on yıldan fazla olmuştu ve dinledikçe eskiden ne çok dinlediğimi hatırlıyordum. Zaman ne çabuk geçiyordu.
"Bana bakmayacak mısın?" Sesi yumuşak ama ısrarcıydı; içinde belli belirsiz bir beklenti saklıydı, bu sefer kıramadım.
Başımı usulca kaldırdım. Gözlerimiz buluştuğu anda yüzüne yerleşen gerginlik dağıldı. Bana bakmak onu hep sakinleştiriyordu. Bunun bana verdiği mutluluk tarif edilemezdi. "Baktım," dedim. Sesim gereğinden fazla sevecen çıkmıştı. Benim sinirlenmem gerekiyordu.
"Çok güzel baktın." Gülümsüyordu. "Hep bak."
Olduğumuz yerde dans etmeye devam ederken diğer herkes bir anda yok olmuş gibi hissettim. Müzik vardı, sıcak bir ten vardı, birbirine dolanan bakışlar vardı ama başka kimse yoktu. İkimiz vardık, sadece ikimizdik.
Onunla ilk dans ettiğim günkü gibi hissediyordum. Kalbim deli gibi çarpıyor, aşkla tanışıyor, gözleri büyüleniyordu. Gözlerine dalmak, onda kaybolmak ve kaybolmaktan ilk defa bu kadar hoşnut olmak. Bütün yolların ona çıkacağını hissetmek, onun sokaklarında kalmak, ona aşık olmak, ona tutuklu kalmak...
"Niye buradasın?" diye sordum. Hesap sormuyordum. Sadece merak ediyordum.
"Senin için." Elini belime biraz daha bastırıp gülümsedi. "Seni kimselere bırakmamak için."
İçimde bir şeyler kalbimi deli gibi sıkıştırıp deli gibi çarpmasına neden oldu ama belli etmemeye çalıştım. "Nöbetine ne oldu?" dedim, soğukkanlı bir merakla.
Bakışları yüzümde gezindi, yüzümü ezberlemek ister gibiydi. "Selim'e kitledim." dedi. "Ayça hasta olduğu için onun yerine nöbetini devralmıştım. Şimdi o benim yerime geçti." Uludağ'da olduğumuz günden bahsediyordu. Selim istediği için gittiğini bilmiyordum. Demek Ayça rahatsızlanmıştı. Selim'in kız arkadaşıydı ve ikisiyle de Emre'nin beni götürdüğü yemekte tanışmıştım. O kızı sevmiştim. Birlikte sırt sırta verip göbek bile atmıştık.2
"Bana bunu söylemedin." Sesim bir sitemden çok, içinde merak barındıran bir tondaydı. En azından kıza bir geçmiş olsun yazardım.
Dudaklarını umursamazca büktü. "Sormadın ki," dedi mırıltıyla. "Sen bana pek bir şey sormazsın Naz."1
Gözlerimi kıstım. "Bu bir iğneleme miydi?" Öyleydi. Hissetmiştim.
Omuz silkti. Nasıl anlarsan o diyordu.
"Ayça'nın neyi vardı peki, iyi mi şimdi?" Konuyu değiştirmek istedim. Üstüne kurcalarsam kavga edecekmişiz gibi geliyordu.
Ne yapmaya çalıştığımı anladı ama bir şey demedi. Başını hafifçe salladı. "İyi iyi. Midesini üşütmüş."
"Bir ara onu arayayım. Kliniğine bakmamı istemişti." Ayça psikologdu. Kendine ait bir kliniği vardı ve iç mekânı yenilemek istiyordu, yemekteyken bu konuda yardımımı istemiş ve seve seve kabul etmiştim. Daha sonra birbirimizin numaralarını almıştık ama son haftalarda müthiş bir yoğunluk içinde olduğumdan ona dönüş yapamamıştım. Yarın yazmayı aklımın bir köşesine not ettim.
Emre'nin birden keyifle sırıttığını fark ettim. Kaşlarımı kaldırarak ona baktım. "Neye sırıtıyorsun sen?" dedim merakla kafamı sallayarak.
Beni işaret etti. "Arkadaşımın sevgilisiyle anlaşman hoşuma gitti." Çevresindeki insanlarla yakın olmam onu mutlu ediyordu. Bunu saklama gereği duymamıştı.
"Abartma," dedim hafifçe gülümseyerek. "Ben herkesle anlaşırım."
Gülümsemesi hiç solmadı. "Sen en çok benimle anlaş." Sesi derin, sıcak ve tanıdıktı. Şarkının ritimleriyle dans ederken hareketleri fark edilir şekilde aramızdaki mesafeyi azaltmaya başladı.
Boynuna sardığım ellerimi biraz daha birbirine kenetledim. Avuç içlerim terlemişti. Yakınlığınız beni fazla heyecanlandırıyordu. Heyecanımı bastırmaya çalıştıkça daha çok içine çekiliyordum. Başımı omzuma doğru eğdiğimde "Niye ki?" dedim fısıltıyla.
Fısıltım müziğin içinde kaybolacak kadar hafifti ama duymuştu. Dudakları yana doğru kıvrıldı. "Çünkü sen banasın, Naz."
Zaman bir anda durdu. Sesi kadifemsi bir dokunuş gibi tenime değdi. Bakakaldım. Öylece bakakaldım. Çok ani söylemişti. Hiç düşünmedi. İçinden geldiği gibiydi. Boynuna sardığım ellerim titremeye başladı. Burnumun direği sızlıyordu. Hayır hayır üzüntüden değildi, kesinlikle değildi. Aşkı hissetmektendi. Mutlu olmaktandı. Ondan duymaktandı. Nefes alışverişlerim hızlandı. Sözleri kalbimde yankılanıyordu. Sen banasın.
Konuyu tekrar değişmem lazımdı. Yoksa kendimi tutamayacak ve ağlayacaktım. "Mesaj attığında geleceğini niye söylemedin?"
Bir anlığına gözlerini kaçırdı. "Yoğunluktan düğünün bugün olduğunu unutmuşum." Ona şaşırmadığımı belli eden bir bakış attım. Tam onluk bir hareketti. "Annem bir saat önce gelip gelmeyeceğimi sorduğunda hatırladım. Geç olunca gelmem artık dedim ama bu dümbeleğin geleceğini söyleyince kan beynime sıçradı." Çenesiyle Melih'in olduğu yeri işaret etti. O kadar kıskanmış ki anlatınca bile gözü dönüyordu. Salak. "Hastaneden nasıl çıktığımı bilmiyorum."
"Şaka gibisin." Gözümü devirdim. Sonra bir şey hatırlamış gibi kaşlarımı çattım. "Hazır annem demişken... seni boş bir anımda döveceğim, hatırlat." Onun yüzünden Nermin teyzeyle rahat rahat konuşamıyordum.
Bir an duraksadı. Sonra yüzüne o bildik, umursamaz ve fazlasıyla arsız gülümseme yayıldı. "Ne oldu?" dedi bilmezden gelerek.
"Bana annenin bildiğini söylememeliydin," dedim dişlerimin arasından, sesim belli belirsizdi. "Senin yüzünden yaptığı imaları anlıyorum."
Gözlerini hafifçe kırptı. Hoşuna gitmişti. "Annem gerçekten mükemmel bir kadın." Sözleri ile kafasını annesinin olduğu tarafa çevirdi. Dudaklarındaki gülümseme büyüdü. "Ve şu an kendisi bizi izliyor. Oldukça da mutlu."
Şarkının ritmiyle ayaklarımız zeminde hareket ediyordu. İzleniyor olma düşüncesi kasılmama neden oldu. Bana böyle şeyler söylememesine dair bir şeyler dememe fırsat bırakmadan başını yavaş bir şekilde bana doğru eğdi. Her hareketi beni büyülüyordu. Nefesi saçlarımın arasından süzülerek kulaklarıma dokundu. "Hiç bir şeye değişmem, senle geçen günlerimi," diye mırıldandı. Şarkıya eşlik ediyordu. Biraz daha yakınlaşırsak ya bayılacaktım ya da yanımızda kim var demeyecek, ona sıkıca sarılacaktım. "En son ânımda bile, tutmalıyım ellerini."
Kendimi geri çektim. Kalabalığın içindeydik ve burada çok fazla tanıdık vardı. Etraf fazla aydınlık olmadığı için gerçekten şanslıydım. "Yapmaz mısın şunu," dedim ona bakarak. Çatılan kaşlarım onu sadece keyiflendirdi.
"Neden Naz'cığım?" Beni biraz daha kendine çekmeye çalıştı. "Herkese söyleyebilirim. Hiç sıkıntı yok."
Alayla güldüm. "Babam da ağzına sıçsın ve bil diye söylüyorum. seni seviyor olması seni dövmeyeceği anlamına gelmez. Sokak sokak kovalar."1
Gülüşü daha derinleşti. "Senin için iki dayak yeriz, bir şey olmaz."1
"Geri zekâlı," dedim gözlerimi devirerek. Sonra yüzüne baktım ve alaycı tutmaya çalıştığım sesimle ekledim. "Hem seninle bir şey yaşamak isteyen mi var? Ben belki istemiyorum seni?"
Kaşlarım havalandı. "Senin istemen yeter mi?"
Eli bel boşluğumda gezindi. İçimde garip bir kıpırtı hissettim. "Sen de istesen tamamlanırız," dedi. Sesi toktu. Büyülüyordu. "Ama yine de seversin sen beni."
"Sevmiyorumdur belki artık seni." Fısıldamıştım. Seviyordum.
İnanmadığı her halinden belliydi. Sadece omuzlarını silkip geçiştirdi. "O da senin problemin."
"Sevmek yetmez, bilmez misin?"
Cıkladı. "Sensen, yeter," dediğinde bana doğru eğilmişti ve bu, yutkunmama sebep oldu. Bir anda nefesim kesildi. "Çünkü sevmek sensen güzel. En çok sende güzel." Dudağının iki kenarı kıvrıldı. Bana sağdan soldan ateşler geliyordu. Bu artık son noktaydı. "Seni seviyorum Naz," dedi göz kırparak. "Bilmez misin?"
Kurşun yedim sol yanımdan. Nazlı aşkın karşısında nakavt.
Etraf aydınlandı. Müzik durdu. Aklımı kaybettim. Hızla ellerimi ondan ayırdım. Yanaklarım yanıyordu. Cayır cayır yanıyordu. "Bu arada..." dedi beni baştan aşağı süzerken. "Yeşil yakışmış. Çok güzelsin."
Ona bir şey demeden bir adım geriledim. Kafamı sallayarak koşar adım yanından uzaklaştım. Bir an önce lavaboya gidip kendimi bir yere kilitlemek istiyordum. Rüyadaydım ve her ân bir kâbusa uyanacak gibiydim.
Ondan kaçar adım uzaklaştığımda son anda sırıttığını gördüm. Benim kafamı kurcalamaktan hoşlanıyordu. Bundan resmen zevk alıyordu.
Lavaboya kendimi atar atmaz boş bir kabine girdim ve sırtımı kapıya yasladım. Elim kalbimin üstüne gitti. Deli gibi çarpıyordu.
Kalp doktorları kalbin ritmini bozmamalıydı.
Ama o benim kalp sancım olmayı tercih ediyordu.
Sakinleşmek için birkaç kez derin derin nefes alıp verdim. Birkaç gün önce itiraf etmişti duygularını. İnanamadım. Gerçek değil sandım, rüyada gibi hissettim. Uyanmaktan korktum. Sonra o geri dönmek zorunda kaldı. Gidince yokluğu beni girdiğim masaldan çıkardı. Bak Nazlı, yanılsamaydı hepsi dedim kendime. Kendini kandırmak istedin dedim. Bakışlarının farkında olmamın bir önemi yoktu. Çünkü sevmez sandım, hep ben severim sandım. Gelip geçer diye düşündüm, sonra kırılırım ben. Ben kırılmaya alışıktım.
Gidince bu sefer mesajlar atmaya başladı, her gün aradı. Bazen görüntülü konuşuyorduk. Sanki beni buna ikna etmek ister gibi sürekli bana beni sevdiğini yazıyor veya söylüyordu. Olan şeylerin gerçek olduğunu unutturmamaya çalışıyordu. Telefondan uzaklaşınca yine boşluğa düşüyordum ve şimdi de buradaydı. Gidişinden günler sonra tekrar yan yana geldik ve bakışları o günkü gibiydi. Hatta daha başka, daha bir aşık gibiydi. Her kelimesi kalbime işliyordu ve ben bir yerden sonra kendimi tutamayacağımı biliyordum.
Sözleri beynimin içinde dönüp duruyor, kalbime ulaştıkça da aklım beni terk ediyordu. Aşk koca bir aptallıktı ve ben aptal olmaktan hoşlanıyordum.
Adımı duyunca olduğum yerde sıçradım. Elimi hâlâ deli gibi çarpan kalbimin üzerinden çekip kapının kilidine yöneldim. Gelen Derin'di. Beni nasıl bulmuştu?
Kapıya bir kez vurdu. "Burada mısın?"
"Evet," dedim derin bir nefes alıp kapıyı açarak. Lavabo boştu. Soru fışkıran gözleri beni bulunca cevap aramak için yüzümde gezindi. Ardından hızlıca kolumu kavradı.
"Emre buradaydı, beni görünce senin yanına gönderdi. Bir şey oldu sandım." Kaşları çatıldı. "O çocuğu döveceğim ama artık."
"Oldu," dedim ağlamaklı bir sesle. "Kalbim yerinden çıktı kızım, daha ne olsun."
Gözünü devirdi. "Sanki yeni bir şeymiş gibi söyleme şunu," diyerek elini kolumdan çekti ve aynaya yaklaşıp saçlarına göz attı. Göz ucuyla da beni inceliyordu. Hâlâ aynı yerde dikildiğim fark etmesi merakını biraz daha arttırdı. "Ne oldu?" diye sordu sesindeki belli belirsiz endişeyle. Aynadan gözlerini bana dikti. "İki dakikalığına dışarı çıktım, ne yaşanmış olabilir? Hem bu çocuk hani gelmeyecekti?"
"Melih yanıma geldi ya," dediğimde kafasını evet, orasını biliyorum der gibi salladı. "Tam bana dans edelim diyecekti ki birden Emre geldi. Ben daha ne olduğunu anlayamadan benim yerime cevap verip beni dansa kaldırdı."
Kaşları havalandı. "Dans mı ettiniz?"
"Evet," dedim kafamı sallayarak. "Ama... sadece dans değildi. Bir sürü şey söyledi. Aklımı bulandırdı yine."
Tekrar bana döndü. Gerçekten desteğe ihtiyacım olduğunu düşündüğünden elimi tuttu. "Ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu. Oldukça ciddi duruyordu. "Seni seviyor. Sen de onu seviyorsun. Bana kalsa tamamen kurtulmak isterim bu maldan." Gözünü devirdi. Emre'ye sinir oluyordu. "Ama senin mutluluğun benim için önemli."
Birkaç saniye düşündükten sonra nefesini bırakıp gözlerime baktı. "Affetmek istiyor musun?"
"İstiyorum." Fısıldamıştım. "Ama yapamıyorum. Güvenemiyorum Derin. Bu kadar kısa sürede tekrar güvenemem ona. Ama kaçamıyorum da... Gözüme her baktığında kayboluyorum ve onun gözleri de artık benim ona baktığım gibi bakıyor bana. Bundan nasıl kaçarım?"
Derin düşünceli bir ifadeyle dudaklarını büktü. "Onunla konuşsana," diye öneri attı ortaya. "Öğren her şeyi. O kız yüzünden gitmediğini söylemiş. Neden gittiğini öğren. Belki gerçekten değişir bir şeyler."
Sen bilirsin der gibi omuz silkti. "Kavga etmeyeceğine inanıyorsan şimdi." Sonra kahkaha attı. Böyle bir şeyin imkânsız olduğunu ikimiz de biliyorduk. "Ama sen kesin kavga edersin, istersen şimdi eğlenelim. Sonra sorarsın. Ama seni üzerse hemen bana geliyorsun ve onun saçını başını yoluyorum."
Kendimden emin bir şekilde başımı ve omzumu salladım. "Sana kalmadan ben yaparım, rahat ol."
"Bok yaparsın," dedi omzuma yavaşça vurarak. "Ağlarsın malak malak."1
Lavabonun önüne geçip ellerimi yıkadım. "O benim günlük rutinim kızım," dedim ona dönerek. Ümitsizce gülüyordum. Musluğu kapatıp duvardaki peçetelerden birkaç tane kopardım, Derin'in salaksın sen bakışlarına cevap verme gereksinimi duymadan elimi kuruladım. "Neyse hadi gidelim." Peçeteyi çöpe attım ve Derin'in koluna girerek onu dışarı çektim. Tam o sırada salonun içinden gelen roman havası tarzı bir şeyler kulağıma ulaştı. Yüzümde kendiliğinden bir gülümseme belirdi. "Bak müzik de başladı. Azıcık oynayalım. Kafayı dağıtmam lazım."
Derin hevesle beni onaylayıp kolumu daha sıkı sardı. Birlikte salona doğru yürüdük. "Sen nereye kayboldun bu arada," dedim koridorda yürürken, ona göz ucuyla bakıyordum. "Dans etmeyecek miydin Kadir'le?"
Piste yaklaştıkça sesin şiddeti daha da artıyordu. Derin beni geçiştirir gibi elini havada salladı. "Uzun hikâye, sonra anlatırım." Anlatacağını bildiğimden omuz silktim. Vücudum müziğe tepki vererek hareket ediyordu. Derin'in de benden farkı yoktu. Pistin ortasına geçtiğimiz gibi oynamaya başladık.
Müjgan, Müjgan, Müjgan..."1
Derin'le karşılıklı şekilde ellerimizi havaya kaldırmış, kıvırtarak oynuyorduk. Tüm vücudumuz aynı anda hareket ediyordu. Pist oldukça kalabalıktı; tanıdığım, tanımadığım birçok kişi vardı ve herkes kendi kafasındaydı. Şimdiden kafam dağılmaya başlamıştı bile. Son bir haftanın yorgunluğunu yavaş yavaş üzerimden atıyordum.
"Dudağını büzüyorsun, Müjgan," diye bağırdık Derin'le birbirimize doğru. "Niye beni üzüyorsun, Müjgan..."
Kendimden geçmiş gibi ellerimi daha da yukarı kaldırdım. Tam o sırada yanımıza doğru koştura koştura gelen Sedef'i görünce yerimde zıplayarak ona doğru yürüdüm. Önümde durur durmaz elini tuttum ve kendime çektim. Şimdi üçümüz beraber oynuyorduk.
"Size yazıklar olsun aşkolar!" diye bağırdı Sedef hem kıvırıp hem bize çıkışarak. "Beni niye almadınız?!"
Derin; bir elini beline götürüp, diğerini yukarıya kaldırarak salladı. Ayakları senkronize şekilde bir öne, bir arkaya hareket ediyordu. "Sonra sonra..." dedi, kendini tamamen kaptırmıştı. "Darbukası düm düm teke... Roman, oynar seke seke..."
Şarkı bitene kadar deli gibi oynadık. Sonra ara vermeden yeni bir parça daha başladı. Onda da tüm enerjimizle deli gibi oynadık. Vücudumda kurt denen şeyden varsa artık eser kalmamıştı, hepsini dökmüştüm.
Sonlara doğru yorulduğumu hissettim. Dinlenmek için durduğum sırada Emre'yle göz göze gelmem, evrenin bana karşı yaptığı en büyük oyunlarından biriydi. Onun burada olduğunu ve beni izleyebileceğini unutmuştum. Şu an hem abim ve Elif ablayla konuşuyor hem yüzündeki koca sırıtışla beni izliyordu.
Müziğe kendini kaptıran Derin'e yaklaşıp kulağına doğru bağırdım. "Ben yoruldum, masaya dönüyorum!" Yalan değildi, gerçekten yorulmuştum.
"Yaşlandın mı kızım!" diye bağırdı o da. "Ne yorulması!" Omuz silkip Sedef'e de gideceğimi söyledikten sonra yanlarından uzaklaştım. İkisinin hâlâ oynayacak enerjileri vardı. Kesinlikle yaşlanmıştım.
Masaya doğru yürüdüm. Emre geldiğimi görünce kaşlarıyla yanındaki yeri işaret etti. Benim oturduğum yere geçmişti. Çantam da hemen önündeydi. Dediğini yapmayıp çaprazına, abimin diğer yanına oturdum. Birazcık sinirlenmişti ama umurumda bile değildi.
"Niye bu kadar erken geldin sen?" dedi abim bana dönerek. Şaşırmıştı. "Piste yapışman gerekmiyor muydu senin?"
Alayına göz devirdim. "Yoldan geldim o kadar, izin ver de yorulalım."
"Sen ve yorulmak? Sen yorulmak ne demek bilir misin ya?"
Yanında bizi keyifle dinleyen Elif ablaya döndü. "Kaç yıl önce hatırlamıyorum. Okullarında folklor gösterisi var. Allah o hocasını kahre-" diyecekti ki sustu. Kendisinin öğretmen olduğu aklına gelmişti. Mal.
"İşte bunu da almışlar, almaz olsalarmış. Mahvetti hepimizi. Bütün gün tüm hareketleri bir gecede öğrenmek için bizi de oynattı. Hepimizin yorgunluktan pestili çıkmış. Bu kız hâlâ oynuyor. Hep böyle. Asla yorulmaz. Bizi bitirir, yorulduk diye de bir tur ağlar." Elif abla onun söylediğine güldü. İnanırım tarzı bir şeyler söyledi. Takıntılı manyağın teki olduğum için her şeyi hemen öğrenmek istiyordum. Sabırsızdım. Herkesi etrafıma toplamış sıraya göre öğrenmeye çalışıyordum. Abim hatırlatana kadar bu anımı unutmuştum bile. Manyak. Kin tutmuş resmen. Oh olsun. Az bile yapmıştım.
Abimin bakışları Emre'ye döndü. İkisi de o âna gitmiş gibi gülüyordu. "Emre bile isyan etmişti. Ki benim salak kardeşime sesini çıkarmayan tek kişidir kendisi. Sahi sen nasıl dayanıyorsun buna oğlum? Salak mısın?"
Emre onun söylediklerine gülümsedi. "Bütün hareketleri Naz için öğrenen sendin. Konuşturma şimdi beni."
Abim yanımda sevgilim var ne yapıyorsun oğlum, çizdin bütün karizmayı der gibi kaş göz işareti yapsa da; tamam bu alt metni ben çıkarmıştım ama kesinlikle demek istediği buydu. Emre onu sallamadı. Aferin. Böyle yola gel. Azıcık işe yara. Erkek dayanışmasından bıkmıştım.
"Zorla oynattı lan!" Elif abla onu tatlı bulmuş gibi gülüyordu. Şempanzeye benziyordu bence. "Yoksa tüm arabalarımı kıracaktı. Ve bunu derse..."
Onun lafını Emre tamamladı. "Kesinlikle yapar."
"Bu kız tam bir ruh hastası, o koleksiyonu zor yapmıştım." Abim çocukken oyuncak arabalara takıntılıydı ve her modelimi alıp biriktirirdi. Şu an bile hepsini saklıyordu. Tamam, hepsini değil. Birkaç tanesini kırmış olabilirdim. Ama hak etmedim diyemezdi.
"Sürekli sana sinirlenip bana patlıyordu." Emre bunu isyan edercesine söyledi. Meğer ne çok kindar insan biriktirmişim çevremde.
Abim sırıttı. "Sen de salaktın, sakinleştiriyordun."
"Sakinleşmeyince daha fazla patlıyordu."
"Bir şey değişmiyordu ki. Eve geldiğinde yine kavga ediyorduk. Sonra yine sana geliyordu."
"Senin yüzünden bir kez dayak yemiştim."1
"Ben her gün yiyordum lan. Biraz ağzımı açayım babama ağlıyordu. Babam da abimle bana kızıyordu."
"Sonra kavganızı çekirdekle izliyordu." İkisi de kahkaha attı.
Elif ablayla hayretler içinde onları izliyorduk. Sadece yoruldum demiştim. Sadece ama sadece yoruldum demiştim. Konunun geldiği nokta şaka gibiydi. "Cidden sinirimi bozuyorsunuz!" diye cırladım ikisine de bakarak. Ben de buradayım alo! Yanlarında yokmuşum gibi beni çekiştirip duruyorlardı. "Yemin ederim unuttuğum ve bana hatırlatmak için bin bir sinir bozucu hareket sarf ettiğin folklor provalarımıza ait bütün videoları Elif ablaya izletirim! Bak yemin ederim ki yaparım! Asabımı bozma benim!" Gözlerinin içine baktım. Böyle bir tepki beklemiyordu. Geldiğimden beri resmen beni gömmüştü. Abiler kapatılsın ya.
Elif abla öne doğru eğilip hevesle bana baktı. "Lütfen Nazlı!"
Emre'ye kısa bir bakış attım. Ona bir şey demediğim için sırıtıyordu ama kısa sürecekti. Tekrar Elif ablaya bakıp gülümsedim. "Olur," dedim harfleri uzatarak. "Yarın işten sonra bizde buluşalım. Daha neler var bende bir bilsen..."
Emre artık sırıtmıyordu. Ona dönüp sırıtan ben oldum. Yarın beni işten alacaktı. Bir yerlere götüreceğine emindim ama artık götüremeyecekti. Planlarını suya düşürmüştüm. Benimle uğraşırsa sonuçlarına katlanacaktı.
Abim ve Emre aynı anda "Olmaz!" diyerek yükseldi. Emre'nin tepkisi abimi şaşırmıştı. Sen ne alaka der gibi başını salladı.1
"Yarın işten sonra Naz'la işimiz var."
Umursamazca omuz silktim. "Artık yok."
"Çocuğun planlarını bozmasana," dedi abim. Gidecek olmam işine gelmişti. "Azıcık insan gibi davran."
"Benimle dalga geçmeden önce düşünecekti." Kaşlarımı çattım. "Sen de öyle ve görüyorum ki hâlâ aynı hareketleri sergiliyorsun. Sen bence kaşınıyorsun."
"Ne var bunda Giray," dedi Elif abla tatlı tatlı. "Çocukluktan kalma ânılar hepsi. Ben de sana benimkileri gösteririm." Abimin gözleri parladı.
Elif ablaya doğru eğildim. "Elif ablacım sen hepsinde eminim ki prenses gibisindir ama benim abim tam bir kurbağa prensti."
Abim bana kaşları çatık bir şekilde baktı. "Seninkileri ortalığa saçmamam için bana tek bir sebep söyle."
"Niye söyleyeyim?" dedim umursamazca omuz silkerken. "Küçükken de çok güzeldim. Görenlerin gözü gönlü açılır."
"Naz haklı," dedi Emre. "Küçükken de güzeldi." Ona döndüm. Gülümseyerek bana bakıyordu. Abimin yanında bu kadar rahat olması inanılır gibi değildi. Gerçi abim onun bana aşık olduğunu bilse aklını mı kaçırdın oğlum, o kız benim kardeşim demezdi.
Aklını mı kaçırdın oğlum, kendine hiç mi acımıyorsun; gel vazgeç bu sevdadan, yazık etme kendine derdi. Kardeşimi üzersen karşında beni bulursun konuşmasını da bana yapardı.1
Abim Emre'nin söylediğine burun kıvırdı. "Şımartma sen de şunu."
Cevap vereceğim sırada müzik sesi kesildi ve ortamdaki ses bir anda azaldı. Dikkatimi insanların gülüşü, çocuk koşturmaları arasında çantamın içinden çalan telefonumun sesi çekti.
Emre'ye "Çantamı uzatsana," dedim. Ama oralı olmadı.
Telefon ısrarla çalmaya devam ediyordu. "Versene şunu!"
"Git kendin al," dedi abim. "Giderken de orada otur. Hatta direkt üç masa ileriye falan geç." Sabır çektim. Onunla kavga etmek istesem de yeri ve zamanı olmadığı için bir şey demedim. Emre'nin de bunu yanında oturmam için yaptığının farkındaydım. İstediğini almadan rahat durmayacaktı. Sakin olmamı kendime hatırlatarak ayağa kalktım.
Masanın etrafını dönerken abim de ayaklandı. Elini kaldırmış birine selam veriyordu. "Serdar abimle Sibel yengenin yanına geçiyoruz, geliriz birazdan," dediğinde Elif abla da onunla ayaklandı. Bana bir şey söyleme fırsatı bırakmadan bir anda yanımızdan uzaklaştılar. Beni bu masada Emre'yle tek bıraktıklarına inanamıyordum. İki abim de beni resmen başından savıyordu. İnanılmaz gerçekten. Gelmemem için el kol hareketi yaparak anlaştıklarını bilecek kadar iyi tanıyordum onları. Eskiden olsa sen de gel nezaketi gösterirlerdi en azından ama Emre geri dönünce ona da gerek duymuyorlardı artık. En çok sizin sevdiğiniz insanlar var tamam. Kısık gözlerle onların bizden uzakta bir masada oturmalarını izliyordum. Her ikisinin de kaçamak bakışları üzerimdeydi ve gülmemek için zor durduklarını görebiliyordum. Emre de keza öyle. Beyefendinin keyfi gayet yerindeydi. Ona bakmadan ve yanına oturmadan çantamı önünden aldım. Eski oturduğum yere döneceğim sırada bileğimi masanın altından tuttu.
Ne yapıyorsun der gibi yüzüne baktım. "Yanıma otur," dedi yanındaki boşluğu işaret ederek.
Başımı belli belirsiz salladım. "Niye?"
Kendinden emin bir şekilde beni işaret etti. "Herkesin içinde söylememi sorun etmiyorsan seve seve yaparım."
Kaşlarım çatıldı. "Pisliksin biliyorsun değil mi?" dedim sinirle yanına oturarak. Çünkü yapabileceğini biliyordum. Bunu çok net bir şekilde bana göstermişti.
Kulağıma doğru yaklaştı. Müzik sesi tekrar yükselmeye başlamıştı. "Bilmem, öyle miyim?"
"Evet," dedim, yüzüne bakıyordum. "Sinirimi bozuyorsun."
"Bu hoşuma gider." Geri çekildi. Gülümsemesi yüzünde büyürken masanın altından elimi tuttu.
Beklenmedik hareketiyle gözlerim bir anda büyüdü. Panikle etrafa baktım ama neyse ki kimsenin gözü üstümüzde değildi. "Ne yapıyorsun?" dedim uyarı dolu bir fısıltıyla yüzüne bakarak. "Bırak elimi."
"Yarın seni almaya geliyorum ve dışarı çıkıyoruz. Fikrini sormuyorum." Sözleri netti. "Ha istersen," dediğinde sesi biraz daha gevşedi. "mekân tavsiyesi yapabilirsin."
"Fikrini sormadığımı söylemiştim."
Kaşlarım çatıldı. "Cidden ne yapmaya çalışıyorsun?"
Dudaklarını ne var bunda der gibi büzerek "Seninle vakit geçirmeye çalışıyorum," dedi. "İsteyemez miyim?"
"Hayır," dedim elimi ondan kurtarmaya çalışarak. Ama başaramadım, izin vermiyordu. "İsteyemezsin."
"En çok," dedi bana biraz daha yaklaşarak. Sesi derinden geliyordu. İçime işleyen bakışları yutkunmama sebep oldu. "En çok benim hakkım var." Yüksek müzik sesinden dolayı bir şey söylemek ister gibi kulağıma yaklaştığında, çoktan titremeye başlamıştım. "Çünkü sen banasın, Naz. Bunu unutma."
Geri çekildiğimde söyleyecek bir şey bulamadım. Kelimelerimin bittiği yerdeydim. Aklımın yine bir şeyler almadığı noktada takılıp kalmıştım. Buradaydık, herkes buradaydı, o bile yanımdaydı. Eskisi gibi bir ândaydık. Artık yarım değildim. Her şey tamamlanmıştı. Ama sonra bir şeyler değişmişti. O beni seviyordu. Bu noktadan sonrası tamamen başkaydı ve ben bu noktaya her geldiğimde gerçeklik algımı yitiriyordum.
Ben onun beni sevebilme ihtimaline inanamıyordum. Bu psikolojiden çıkmıyordum. Yıllardır kendime bunu ikna etmişken bir anda bazı şeylerin değişebileceğine inanamazdım. Güvenli alanımdan çıkamazdım. Kalbimi ellerine veremezdim.
Ama çoktan vermişim gibi hissediyordum.
Telefonum tekrar çaldığında daldığım gözlerinden çıktım. Kendime gelmek için kafamı iki yana sallarken, Emre de ânı bozduğu için telefona ağzı içinde küfürler savuruyordu. Ona göz devirerek telefonu çantamdan çıkardım. Onun çaldığını unutmuştum bile. Aptal Emre, aklımı durduruyordu.
Ekranda yazan isim kaşlarımın çatılmasına sebep oldu. İş yerinden yakın bir arkadaşımdı ve bu saatte beni kolay kolay aramazdı. Emre'nin bakışlarını üzerimde hissediyordum. Ona dönmeden "Sen ne alaka oğlum," diye mırıldandım kendi kendime.
Sesten dolayı burada cevap veremezdim. Dışarı çıkmam lazımdı. Elimi bırakması için Emre'ye döndüm. Onunsa gözleri üzerimde, arayanın kim olduğunu sorguluyordu.
"Kim o?" Kafasını merakla iki yana salladı.
Elimi kendime çektim. Bu sefer sorun çıkarmadı. "İş arkadaşım," dedim ayaklanarak. "Açmam lazım."
Yüzünde rahatladığını belli eden bir ifade belirdi. "Tamam," dedi sırtını sandalyeye yasladığında. "Konuş sen."
Gitmek için sandalyenin arasından çıktım. Bakışlarım kısa bir anlığına annemlerin olduğu masaya kaydı ama göz göze geldiğim kişi yüzünden hemen kafamı çevirdim. Nermin teyzenin ikimizin olduğu yöne bakıp sırıtması görmek, beni utançtan bayıltacaktı. Onun bir şeyleri biliyor olması beni geriyordu. Her an annemin de haberi olabilirdi ve annemin haberi olursa babamın da haberi olurdu. Ve babamın haberi olursa bütün sokakta Emre'yi kovalamasıyla, bütün herkesin de haberi olabilirdi. Sonra babam ortalığı kan gölüne döndürürdü. Kalp sıkıntısı da vardı. İnme inerdi adama.
İki saniyede kafamda kurduğum en hafif felaket senaryosu görmezden gelmeye çalışarak koşar adım salonun kapısına doğru yürüdüm. Pistin yanından geçtiğim sırada Derin'le göz göze geldik. Sedef'le oynamayı bırakmış, masaya doğru yürüyorlardı. Nereye dercesine kaş göz işareti yaptığında telefonla konuşacağımı söyleyerek yanından uzaklaştım.
Salonun dışına çıkıp bahçeye geçtiğimde sonunda içerideki müzik artık daha uzaktan geliyordu. Binaların ışıkları dışında dışarısı oldukça karanlıktı ve birkaç kişi kendi arasında konuşuyordu. Hafif esen hava çıplak tenimi delip geçiyordu. Fazla soğuk olmadığı için bunu görmezden geldim ve aramayı cevaplandırarak telefonu kulağıma götürdüm. Bu beşinci aramasıydı.
"Efendim Tarık," dedim merakla. "Ne var gece gece, kaç kez aramışsın?"
Tarık sonunda der gibi nefesini bıraktı. "Niye açmıyorsun kızım şu telefonu sen?"
"Düğündeyim oğlum, nasıl duyayım?"
"Evleniyor musun kız?" dedi alayla. Gözümü devirmekle yetindim. "Kim o şanssız adam?"
"Bir kere," dedim saçlarımı savurarak, onun görmeyeceğini bilsem de hareketimi yapmadan duramadım. "Benimle evlenecek adam dünyanın en şanslı insanı olur. O yüzden boş yapma, niye aradın onu söyle?"
"Sen ve şu egon..." Tarık kısa bir süreliğine güldü, ama sonra konuya girmek için birkaç kez öksürdüğünde önemli bir şey söylemek istediğini anladım. "Şu proje için aradım. Yurt dışı," dediği an, nefesimi tuttum. "Mehmet Bey senin de adını vermiş." Duyduklarımla gözlerim yuvalarından çıkacakmış gibi açıldı. Ellerim titremeye başlamıştı. Bu gerçek miydi? Yanlış duymamıştım değil mi?1
Uzun zamandır üzerinde çalıştığım bir proje vardı. Yurt dışına gitmek, orada deneyim kazanmak en büyük hayalimdi. Bunun sadece bir hayal olmasına izin vermedim ve kollarımı sıvayarak gece gündüz durmadan çalıştım. Bu meslekte yeniydim. Daha toy ve gelişime açık biri olarak iyi fırsatları değerlendirmeye çalışıyordum. Öğrenmek için, kendime bir şeyler katmak için her yolu deniyordum. Bu projeye adımı yazdırabilmek için sıkı sıkıya çalışmış ve sonunda başarmıştım. İlk adımı atmıştım. Gerisi çabayla seçilenler arasına girmem olacaktı. Girersem şayet, gidebilecektim.
"Nazlı..." Tarık art arda defalarca kez adımı söyledi. "Orada mısın kızım, alo? İnşallah düşüp bayılmadın. Hey! Sana diyorum. Yaşıyor musun? Kız öldün mü yoksa?"
"Ne... ne dedin?" dedim sonunda konuşarak. Hâlâ ânın şokundaydım. Ellerim deli gibi titremeye devam ediyordu.
"Sonunda bir tepki verdin." Rahatlamıştı. "Bir şey oldu sandım."
"Tarık!" diye bağırdım uzatmaması adına. "Ne dedin diyorum. Doğru mu bu? Benim a-"
"Evet," diyerek araya girdi. Sesi gülümsüyordu. "Doğru. Adın artık listede."
Düğün salonunun olduğu sokağı inletecek büyük bir sevinç çığlığı attım. Bir anda herkesin bakışları bana dönse de umursamadım ve iki elimle de telefonu sıkı sıkı tutarak yerimde zıplamaya başladım. "Sen bir tanesin!" diye bağırdım. "Dile benden ne dilersen!" Bu projeye adımı yazdırmamda bana çok yardımcı olmuştu. Birkaç yıldır orada çalışan diğer departmanlardan birindeydi ve benim en iyi kişilerle görüşmemi sağlamıştı.
"Kulağımın zarı artık yok!" dedi, biraz da şikayet eder gibi. "Sesin kısılsın kızım, çığlık atacaksan önce bir uyar. Neye uğradığımı şaşırdım!"
"Söylenme söylenme," dedim neşeyle. "Detayları anlat."
Mutluluğum onu güldürünce söylenmeyi bıraktı ve anlatmaya başladı. "Mehmet Bey bugün bana projede çalışmasını düşündüğü birkaç isim verdi," dedi. "Senin dışında iki kişi daha var. Oteldeki performanslarınızı beğenmiş... Ha bu arada..." dediğinde sondaki ses tonu eğlenceli bir vurguyla doluydu. Bu şekilde bu arada diyorsa kesin dedikodu vardı. "Ne olmuş öyle Uludağ'da?" Evet, dedikodu vardı ama benim dedikodum vardı. İmasına cevap vermedim. "Kim o çocuk?"
"Hepinizi beni mi konuşuyorsunuz?" dedim sinirle. Aptal Emre, herkese malzeme vermişti.
"Ofisin yıldızı son zamanlarda sensin." Güldü. "Yarın konuşuruz detaylı şekilde. Evine geçince bana otelle ilgili birkaç dosya atarsan sevinirim. Gerekli olanları WhatsApptan yazarım."
"Atarım atarım. Bir saat daha durunca geçerim eve zaten."
"Tamamdır, iyi eğlenceler aşk böceği."
Gözümü devirdim. "Döverim oğlum seni."
"Ölüyorum sana," dedim gülerek. İçeri geçmek için arkamı döndüm. Arkamı dönmemle Melih'le göz göze gelmem bir oldu. Biraz ileride dikilmiş bana bakıyordu. Kaşlarım çatılmıştı. "Kapatıyorum şimdi, yarın görüşürüz."
Telefonu kapattığımda Melih yanıma doğru yaklaştı. "Merhaba," dedi önümde durunca. "Konuşabilir miyiz?"
Ellerimle saçlarımı düzelttim. Açıkçası ne söyleyeceğini hiç merak etmiyordum. "Bak Melih," dedim söze girerek. Bu saçma konuyu kendim bitirecektim. "Annen bizimkileri sürekli hoşuma gitmeyen bir konu yüzünden darlıyor. Bu konu hakkında konuşacaksan konuşmayalım." Gözlerinin içine baktım. "Ben seni sevmiyorum, sevmem de." Fazla açık sözlü olmam ve direkt konuya girmem onu şaşırmıştı. Bakışlarını kaçırdı.
"Emre'yi mi seviyorsun?" diye sordu birden. Bu sefer bakışlarını kaçıran ben oldum. Böyle bir soru beklemiyordum. "O çocuk seni üzer, Nazlı."1
Dudaklarımı ıslatıp ona döndüm. Kaşlarımın kenarları sert bir kıvrımla aşağı indi. "Haddin olman şeylere karışma bence," dedim. Sinirlenmiştim. O kimdi ki hayatım hakkında bir fikir belirtebiliyordu. "Daha fazla konuşmayalım, belli ki sen saçmalayacaksın." Gitmek için yanından geçiyordum ki birden kolumu tuttu.
"Kolumu bırak!" dedim dişlerimin arasından. Sözleri umurumda bile değildi. Kendini ne sanıyordu? Benim arkadaşım bile değildi.
Kolumun üzerindeki elini farkında olmadan sıktı. "Nazlı, ben senden gerçekten hoşlanıyorum." Bana yaklaştı ama hemen kendimi geri çektim.
"Umurumda değil!" Kolumu kendime çektim. Tepkimden rahatsız olmuş gibi kaşları çatıldı. Kolumu bırakmamakta ısrarcıydı. "Kolumu bırak!" dedim son kez dişlerimin arasından. Yüzüme baktı. Gözlerimde harlanan öfkeyi gördüğünde neyse ki daha fazla zorluk çıkarmadan kendini gerçi çekti. "Benden uzak dur!" dedim, sesimde bariz bir tehdit vardı. "Bu hareketinden hiç hoşlanmadım. Bir daha karşıma çıkayım deme sakın!"
Gözü dönmüştü resmen. Hadsizce kolumu tutup Emre'yle ilgili bir şeyler söyleme hakkını kendinde buluyordu ama bulmazdı. İzin vermezdim. Bizim aramızdakiler bizi ilgilendirirdi. Üçüncü bir kişiyi alakadar etmezdi. Hele hayatımda zerre bir yeri olmayan Melih'i hiç ilgilendirmezdi. Bana dokunması da oldukça sinir bozucuydu zaten. Rahatsız olmuştum.
Söylediklerimden sonra ne yaptığının farkına varınca "Nazlı..." dedi özür dilercesine. "Ben gerçe–" Lafını bitiremedi.
Arkamdan "Naz?" dedi birden Emre. Uzun süre gelmediğim için peşimden gelmişti. Ona döndüm. Bana sesleniyordu ama keskin ve delici bakışları Melih'in üzerindeydi. Göz kapakları kısılmış öfkeyle soluyordu. Her an ona dalmasından korkuyordum. Yanıma yaklaştığında bir şey olup olmadığını anlamak için bana döndü. Yüzüme baktığı an bakışları yumuşamıştı. "Seni rahatsız mı ediyor?"
"İçeri geçelim," dedim gözlerine bakarak. Sorun çıksın istemiyordum. "Lütfen..."
Gözlerini gözlerimden çekmedi. Başıyla onayladı. Benim için öfkesini tutuyordu. Melih'in kolumu çekiştirdiğini görmediğine seviniyordum. Yoksa bu kadar sakin olmazdı.
Beni yavaşça kenara çekerken Melih'e döndü. "Duracağın yerleri bil, ben öğretmeyeyim sana," dedi dişleri arasından. Çenesi kasılmıştı. "Bir daha da Naz'ı rahatsız edersen sonu çok fena olur."
Melih alayla sırıttı. "Öğretsene ya," dedi. "Hatta ne oluyormuş bir göster." Bana baktı. Bana bakmasıyla Emre beni arkasına çekmesi bir oldu. Derdi neydi bunun? Onu sevmiyordum, neyini zorluyordu bu kadar?1
"Çekmezsem?" Bir kaşı havalandı.
Emre sabır çekerek kafasını salladı. Ona doğru öfkeyle yaklaştığı sırada kolunu tuttum. "Lütfen Emre, olay çıksın istemiyorum." Bana döndüğünde gözlerime bakmak neyse ki onu biraz da olsa sakinleştirmişti. Elleri gevşedi.
Melih'e döndüm. "Sen de onu kışkırtıp durma! Hayır diyorsam, hayırdır. Tamam mı! Uzak dur artık benden." Onu orada bırakıp, Emre'yi peşimden çekiştirerek içeriye götürdüm.
"Geri zekâlı beyinsiz!" diye söyleniyordum kendi kendime. Emre'nin kolunu bırakıp salona doğru yürüdüm. "Kendini ne sanıyor da bana akıl vermeye çalışıyor. Dua etsin düğündeyim de babam var burada. Bir daha karşıma çıksın bak nasıl dövüyorum onu. Göt."
Bir adım arkamda olan Emre, birden beni durdurup bir kenara çekti. Kör noktadaydık ve buradan pek fazla görünmüyorduk. Sırtım duvara değdiğinde kafamı kaldırıp gözlerine baktım. "Seni çok fena öpmek istiyorum," dedi dudaklarıma bakarken. "Sana bakan gözleri de oymak istiyorum. Sana biraz daha yaklaşırsa bunu yapacağım artık Naz. Yemin ederim ki yapacağım. Karşıma geçmiş gevşek gevşek sana bakacağını söylüyor." Bana doğru eğildi. "Bakamaz Naz. Bakmasın kimse."
"Emre..." dedim, sesim fısıltıdan farksızdı. Fazla yakındık. "Hallettim ben."
Gülümsedi. "Çok güzel hallettin. Aferin." Bir eli yüzüme doğru gittiğinde parmaklarının sırtıyla yanaklarımı okşadı. Dokunuşuyla omurgalarıma kadar bir ürperdiğimi hissettim. Tüm vücudum uyarılmaya başlamıştı. "Hep uzak tut kendinden. İzin verme. Tersle böyle."1
Bana biraz daha yaklaştı. Yakalanmaktan korkuyordum ama geri çekilemiyordum da. "Naz," dedi tekrar fısıltıyla. Yüzü çok yakınımdaydı. Kemikli yüzü kusursuzdu. Sinirimi bozacak derecede fazla yakışıklıydı. Ela gözleri ışıl ışıl parlıyordu. Bana bakarken hep böyle parlasın istedim. Burnu ne çok büyüktü ne de çok küçük. Koyu saçları hafif dağınıktı. Onlarla oynama isteğimi içimde tuttum. Alt dudağı üst dudağından biraz daha kalındı. Onu delicesine öpmek istedim. Gözlerim yavaşça kapandı.
Parmakları yanağımda gezinmeye devam ediyordu. "Çok güzelsin."
"Öyle miyim?" Gözerimi aralayıp ona baktım. Biraz daha eğilirse beni öpecekti.
Boştaki eli saçlarıma gitti. "Öylesin. Hep güzelsin." İç çekerken parmaklarını saçlarımın ucuna doladı. "Öpsen ya beni?"
Sözünü tutup ben onu öpene kadar beni öpmeyecekti. Kendini zor tuttuğunu görebiliyordum. Ben de zor tutuyordum. Parmak uçlarımda yükselmem yeterli olacaktı ama yapmadım. Bu kadar çabuk ona teslim olmayacaktım. Kafamı yana doğru eğerek keyifli bir şekilde onunla duvar arasından çıktım.
Emre, duvara doğru bakarken hayal kırıklığına uğramış gibiydi. "Bunun acısını bir gün çıkaracağım," diyordu kendi kendine. Aynen, bekle sen.
Saklandığımız köşeden çıkıp salona doğru yürüdüm. Peşimden gelmeye başladı. Yine bir adım arkamdaydı. Bir adım arkamda olduğunu bilme hissi çok güzeldi. Orada olduğunu bilmek kalbimin hiç durmadan çarpmasını sağlıyordu. Kesinlikle bu çocuk benim kalp sancımdı.1
Masaya doğru yürürken gözlerim mahalleden Selma ablanın kızı Sude'ye çarptı. Benim yaşlarımdaydı. Benim olduğum tarafa doğru bakıyordu ama bana bakmıyordu. Kaşlarım çatıldı. Baktığı yere bakmak için arkamı döndüm ve Emre'yle göz göze geldik. Ona baktığımda gülümsedi. Çatılan kaşlarımı görünce bir şey mi oldu der gibi kafasını salladığında daha da çattım. "Önüne bakıp yürü," dedim. "Hatta yere bak."
"Yok," dedi, aslında demek istediğim şeyi farklı anlamıştı. "Sana bakacağım." Bu da olurdu. Hatta daha güzel olurdu.
Neden böyle söylediğimi anlamadı ama gülümsedi. "Bakmam."
Masaya geçip oturduk. Elif abla ve abim gelmişti. Derin ve Sedef de buradaydı. Emre'yle beni yan yana gören Sedef kaş göz işareti yaparak sırıtıyordu. Derin'se suratını buruşturuyordu.1
Derin hemen yanındaydı. Diğer yanımda da Emre oturuyordu. Emre duymasın diye Derin'e yaklaşıp kulağına fısıldadım. "Ben bu Sude'yi boğarım."
Kaşları merakla havalandı. "N'oldu?" dediğinde kaşlarımla Sude'nin oturduğu yeri işaret ettim. Hâlâ buraya bakıyordu. "Emre'ye mi göz koymuş?" Hayretle kulağıma fısıldadı. "Bu çocuğu sevmem ama senin sevdiğine çevremizden bir başkası göz koyamaz. Dövmek istediğinde haber ver."
"Melih'e sinirliyim, sinirimi ondan çıkaracağım. Çeksin gözünü."
Ne oldu dercesine kafasını salladı. "Ne yaptı ki?"
"Ne yapmadı ki!" dedim sinirle. "Kapıda beni sıkıştırıp boş boş konuştu. Sonra Emre geldi, kavga edeceklerdi az kalsın."
Derin'in gözleri şaşkınlıkla büyüdü. "Yuh!" dedi. "Ne ara?"
Elimi geçiştirir gibi salladım. "Hepsini sonra anlatırım." Gözlerim yine Sude'nin olduğu yere kaydı. Bakmaya devam etmesi çıldırmama sebep oluyordu. Derin'den uzaklaştım ve Emre'nin kolunu tutup kendime çektim.
"Seni artık sevmiyor olabilirim ama kafanı kaldırırsan yemin ederim ki seni gebertirim!" diye yükseldim. Müzik sesinin yüksekliğinden beni bir tek o duyabiliyordu. Neden sinirlendiğimi anlamıyordu. "Önüne bak, bakmasın sana."
"Kimden bahsediyorsun sen?" Etrafa bakma gereksinimi duymadı. Hatta kim olduğunu umursamadı bile ama keyifle sırıtıyordu. Son söylediklerimle onu kıskandığımı anlamıştı. Hatta az önce de neden öyle dediğimi fark edip daha da sırıtmıştı.
"Kimse kim," dedim geçiştirerek. "Önüne bak sen. Kaldırma kafanı."
Kulağıma doğru yaklaştı. "Aferin. Koru beni böyle. Verme sakın kimselere. Ya bana ya kara toprağa de." Sözlerini bitirdiğinde benden uzaklaştı. Arsızca sırıtıyordu. "Böyle sevmemeye devam etmen hoşuma gitti. Çok güzel sevmiyorsun. Hep böyle sevme."1
"Döverim çocuk seni." Sinirlenmeye başlamıştım. Bu durumdan eğlenmesi siniri bozucuydu.
Dişlerini göstererek sırıttı. "Dövsene bir kere."
Derin beni kenara çekti. "Ben döveyim, ne dersin?" dediğinde Emre yüzünü buruşturdu.1
"Hah!" dedi birden Derin. "Beğendiremedik mi paşamıza? Sen niye geldin ki zaten?"
Cıkladı Emre. "Beğendiremedin. Aramıza girme."2
"Asıl sen girme aramıza!" diye yükseldi Derin. Dudakları düz çizgi olmuştu. "Geldin, yine kuzenimi benden çalmaya başladın. Sinir oluyorum sana."
Emre gözlerini devirdi. "Ben bayılıyorum çünkü sana."
İkisinin de birbirini yemesiyle uğraşamayacaktım. Sırtımı sandalyeye yaslayıp birbirlerine attığı ölümcül bakışların bitmesini bekliyordum. Ağzımı açarsam daha da uzatacaklarını biliyordum. O yüzden elimdeki telefonu açıp birkaç maile bakmaya karar verdim.
Tarık'ın verdiği haberle ilgili gelen maili gördüğüm an tekrar çığlık atmak istemiştim ama kendimi tuttum. Melih beyinsizi yüzünden adamakıllı sevinememiştim bile. İçimde tekrar mutluluk kırıntıları peydâh oldu, sonra büyüdü de büyüdü, tüm vücuduma yayıldı. Her zerrem kıpır kıpır olurken bu haberi birilerini vermek istedim. Bir şeyleri başarabilmenin verdiği tat, bambaşkaydı.
Kimsenin böyle bir şeyden haberi yoktu. Derin'e de çok önceden detaylara girmeden bahsetmiştim. Gitmemden yana olmasa da nasıl mutlu olacaksam onu yapmamı söylemişti. Daha sonra bir daha bu konuyu açmamıştık. Şimdi ise gidip gitmemem kesin olmasa da bu ihtimali düşünmek beni biraz geriyordu. Ne kadar istesem de bir yandan da içimde bir yerde gitmeye karşı tuhaf bir duygu vardı. O yüzden bu konuyu biraz daha kendime saklamayı düşünüyordum.
Maili kapattığım sırada bildirim panelinde telefonumda kayıtlı olmayan bir numaradan birkaç mesaj belirdi. Adımın yazıldığı mesajı görünce kaşlarım çatıldı.
0537....: Az önceki hareketim için gerçekten çok özür dilerim.
0537....: Öyle çıkışmak da canının yakmak da istememiştim. O çocuğun araya girip senin yerine konuşmasına sinir olup patladım. Gereksiz bir tepkiydi biliyorum ama sen de biliyorsun, yine gidecek ve seni geride bırakacak.
0537....: Güvenilir biri değil o. Yine üzülen sen olacaksın.
0537....: Lütfen müsait olduğun bir gün konuşalım.1
Her kelimeyi okuduğumda gözümün teki seğiriyordu. Sinirden elim ayağım titremeye başladı. Numaramı kimden istedi bilmiyorum ama vereni bulursam onu çok fena yapacaktım. Utanmadan bana mesaj atıyor, üstelik özür dileme bahanesiyle daha da saçma sapan şeyler yazıyordu!
"Siktir git!" dedim sinirle telefonu masaya fırlatır gibi bırakırken. Bir anda diğerlerinin bakışları bana döndü. Hepsi sorgular bir ifadeyle bana bakarken benim bakışlarım kapının olduğu tarafta dikilmiş Melih'in üzerindeydi. Pişkince bana bakıyordu. Ona baktığımı fark edince gözlerini kaçırdı.
"Ne oldu?" diye sordu Emre, merakla. Ona dönmedim. Birkaç kez ismimi seslense de cevap vermemeye devam ettim. Aynı yere, giderek katlanan bir öfkeyle bakmaya devam ediyordum. Nereye baktığımı anlamak için kafasını çevirip Melih'in dikildiği yere baktı. Gördüğü kişiyle birden çenesi kasılmıştı. Bana döndü ve kolumu tutarak ona bakmamı sağladı. Kimse ne olduğunu anlayamıyordu. Giray abim ben konuşmadıkça daha da sinirleniyordu. "Bir şey mi yaptı o?" dedi Emre, hiddetle. Sesi baskındı. Öfkesini her zerremde hissedebiliyordum ama ben daha öfkeliydim.
Giray abim başını hafifçe eğip kaşlarını çattı. "Kim?!" diye sordu dişleri arasından ama ikimizden de yanıt alamayınca arkasını dönüp Emre'nin baktığı yere baktı. Gördüğü kişiyle çenesi seğirirken çattığı kaşlarıyla önüne döndü. Bakışları Emre'ninkinden farksızdı. Elini sert bir şekilde masanın üzerine vurur gibi yerleştirince "Bu puşt seni rahatsız mı ediyor?" diyerek bana doğru eğildi.
"Eve gideceğim ben," dedim ayağa kalkarak. Tüm hevesim kaçmıştı. Emre'ye döndüm. "Beni eve bırak."
Giray abim de benimle ayaklandı. "Otur oturduğun yerde," dedi dişlerini sıkarak. "Ben onun ağzının payını veririm şimdi!"
Elif abla hızla kolundan tutup Giray abimi yerine oturtmaya çalıştı. Benim gibi kavga çıksın istemiyordu. Sakinleşmesine dair bir şeyler söylerken Emre hâlâ Melih'e doğru öfke dolu bakışlar atıyordu. Derin ise masanın üzerine fırlattığım telefonumu almış, Sedef'le gelen mesajı okuyordu.
Tüm mesajı okuduğunda sandalyeyi iterek ayağa kalktı "Pezevenk!" diye bağırdı bir hışımla. Emre'nin bakışları ona döndü. Elinde tuttuğu telefonumu görünce kaşları çatıldı. Yerinden kalktı ve Derin'in elindeki telefonumu aldı. Mesajlara göz gezdirirken baktığı her saniye gözünün daha fazla seğirdiğini görebiliyordum. Alnındaki damarlar giderek daha da belirginleşiyordu.
Bana baktı. Gözleri kısıktı ve her an gidip Melih'i dövebilecek gibi duruyordu. Sinirle kaşlarını çattı. Sesinden buram buram öfke kokuyordu. "Senin canını mı yaktı o!"
Bağırması birkaç masanın bize doğru dönmesine neden oldu. Cevap vermedim. Olay çıkarabileceğimiz bir yerde değildik. Önce masadaki çantamı, sonra da Emre'nin elindeki telefonumu çekip aldım.
"Ben. Eve. Gidiyorum." Her kelimeyi bastıra bastıra söyledim. "Ya beni eve bırak," dedim kafamı bir kere sallayarak. "Ya da otur oturduğun yerde, bana bulaşma!"
Sonra abime döndüm. Elif abla hâlâ onu zorla tutuyordu. Bıraktığı an kavgaya tutuşacağına emindim. "Kavga çıkarırsan, seninle bir daha konuşmam. İnsanların özel günün mahvedemezsiniz!"
Yanından çekip gittiğimde Giray abim arkamdan "Nazlı!" diye bağırdı ama ona dönmedim. "Bu kız beni hasta edecek!"
"Tamam," dedi Emre onu sakinleştirmek için. Kendisi de en az onun kadar öfkeliydi. "Ben giderim onunla."
"Kavga mı ettiniz yine," dedi annem abime. Birkaç kez bana seslendi ama hiçbirine kulak asmadım.
Melih dikildiği yerde yoktu. Gitmişti. En azından bunu akıl edebilmişti. Eğer karşıma çıksaydı suratının ortasına yumruğumu bırakacaktım. Yere vura vura salonun çıkışına doğru yürürken, gözlerim Melih'in annesi Meral ablaya çarptı. Artık bir şeylerin bitmesi gerektiğini düşündüm ve rotamı çevirip ona doğru yürüdüm. Adımlarım en az öfkem kadar sertti. "Nereye?" dedi Emre arkamdan ama onu dinlemedim.
Meral ablanın önünde durduğumda Emre kolumu tuttu ama "Bırak," diyerek tekrar önüme döndüm.
Bir an sessizlik oldu. Meral abla yumuşak sesiyle "Bir şey mi oldu, Nazlı'cım?" dedi.
Öfkem o kadar büyüktü ki, sesim kendiliğinden daha yüksek çıktı. "Oldu!" Meral abla irkilerek sırtını masaya yasladı. "Oğluna söyle, beni bir daha rahatsız etmesin. Yoksa abimlere kalmadan yemin ederim ki ben döveceğim kendisini. Hayır diyorsak, hayırdır. Anlayın artık şunu!"
Cümlem ağzımdan dökülürken, Meral abla suskun kaldı. "Sen de bir daha bu saçma sapan konu yüzünden annemi arayıp rahatsız etme," diye devam ettim. "Alttan aldıkça üste çıkıyorsunuz, yeter artık!"
Bir şey demesine izin vermeden, hızlıca çekip gittim. Birkaç kişi şok içinde bana baktı ama umursamadım. Kimseyle papaz olmamaya çalıştıkça tepeme çıkıyorlardı. Çirkef olacaksın ki haddini bilsinler. Arkamdan sadece "Ah, deli mi ne?" demişti. Sözlerine burun kıvırıp çıkışa doğru yürüdüm. Emre de hemen arkamdan geliyordu. Bir şey demedi, öfkeliyken bana dokunmaması gerektiğini iyi biliyordu.2
Kapıya çıktığımda sağa sola bakarak Emre'nin arabasını aradım. Arkamdan gelirken elindeki anahtara bastı. Düğmeye basmasıyla biraz ilerideki siyah arabasının sarı ışığının yanıp sönmesi bir oldu. Adımları oraya doğru yönelttim. Yürürken sakin olmam gerektiğini kendime hatırlatıp duruyordum ama hiçbir halta yaramıyordu. Bir şey anlamayan insanlardan nefret ediyordum.
Arabanın kapısını açıp içine bindim. Hemen arkamdan Emre bindi ve herhangi bir şey demeden arabayı çalıştırdı.
Direksiyonu çevirdiği sırada bakışları beni buldu. "Kemerini tak," dedi ama onu dinlemedim. Kollarımı birbirine geçirmiş önüme bakıyordum. Kaşlarım çatık, dudaklarım düz bir çizgi halini almıştı. "Naz, kemerini tak."
Sinirli olduğumda ânlarda bana bir şey söylenmesinden nefret ediyordum. Bunu bildiği hâlde umursamaması beni daha da sinirlendirdi. "Bana ne yapacağımı söyleme!" Ona döndüm, sesim yüksek ve sertti. Öfkeli anlarımda kendimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Saçlarım yüzüme doğru savrulduğunda onlardan kurtulmak için bir hareket yapmadım. Sinirliyken fazla sinirli olurdum ve yanımda kim varsa ona patlardım. Bu yüzden sinirim geçene kadar genelde benden uzak dururlardı.
Arabayı durdurdu. "Kemerini tak," dedi tekrar. Gözlerim ateş saçıyordu. Bir şey demedim, önüme döndüm ama o lanet olasıca kemeri de takmadım.
Bezgin bir şekilde soluğunu bırakırken "Sen ve şu inadın..." diye söylenerek bana yaklaştı. Üzerime doğru eğildi. O kadar yakındı ki, derin bir nefes almak bile zorlaştı. Gözlerim ânın şaşkınlığıyla büyümüştü. Aramızdaki mesafeyi hızlıca kapatıp dibime kadar girdi. Yakınlığının içimde oluşturduğu kıpırtı, sinirimi bir anlığına geride bırakmıştı.
"Ne yapıyorsun?" dedim neredeyse fısıldayarak. Kelimeler dudaklarımdan zorla çıkıyordu.
Kemerime uzandı. Tokasını tutup geri çekileceği sırada tam yüzümün önünde durdu. Gözlerimin içine baktı. Fazla yakındı. Kalbim güm güm atarken, sesim iyice boğazıma tıkanmıştı. Ama hemen geri çekildi. Kemerimi takıp önüne döndü. Sinirli duruyordu. Şu an sinirlenmesi gereken kişi bendim.
Arabayı çalıştırdı. Herhangi bir şey söylemiyordu. Ben de konuşmaya meraklı bir ânımda değildim. Aracın içi ölüm sessizliği ile kaplıydı. Telefonumu açtım. Açmamla Melih'in mesajına denk gelmem bir oldu. Öfkenin tekrar vücuduma yayılmaya başladığını hissettim. Cevap olarak "Siktir git!" yazdıktan sonra numarasını engelledim. Bir daha karşıma çıkarsa kesinlikle annesine dediğimi yapacak, onu en temizinden dövecektim.
"O numarayı engelle!" Sesi aracın içinde yankılandı. Bana baktığını hissedebiliyordum.
Çatık kaşlarımla ona döndüm. "Sana bana ne yapacağımı söyleme dedim!" diyerek bağırdım. Sesim fazla tizdi. "Engelledim zaten, ne yapıp yapmamam gerektiğini biliyorum ben!"
"O sikik herife şu an dalmıyorsam tamamen senin için!" diye bağırdı o da. Sesi öfkeden titriyordu. "O yüzden şimdi değil Naz, şimdi bana ben hallediyorum deme sakın!" Önüne döndü ama sinirle tekrar bana baktı. Tüm damarları yerinden çıkacaktı. "Senin canını yakıyor ve bunu bana söylemiyorsun! Nasıl söylemezsin!"2
Başımı dik tuttum, gözlerim kararlılıkla sabitlendi. "Gerek duymadım," dedim ve bu onu daha da sinirlendirdi. "Kendim hallediyorum. Hep hallederim. Hep de hallettim."
Yüzüne baktığımda söylemeye çalıştığım sözlerimi yuttum. Kavga edecek hâlde değildim. Dilimin olmayan kemiğini ilk defa onun için tutmaya çalıştım. "Bana istemediğim şeyleri söyletme. Sus. Tamam mı? Eve kadar şu çeneni kapat ve sus. Beni konuşturma. Ağzımı açınca neler söylediğim en çok sen bili-"
"Bıraksana Naz!" dedi araya girerek. "Tutma kendi. Söyle hadi. Bir şeyi söylüyorsan onu söylemeyi istiyorsundur. O sik beyinlinin yazdıklarını doğru olduğunu düşünüyorsun değil mi? Durma söyle! Siktir olup gideceğini düşünüyorum de!"
Bir şey demeyip önüme döndüm. İkimizin de kalbini kırmak istemiyordum ama o inadına zorluyordu. Sinirli olduğumda pişman olacağım şeyler söylediğimi bile bile damarıma basıyordu.
Dudaklarımı ısırıp durdum ama sakinleşemiyordum. Dayanamayarak "Hepinizin canı cehenneme!" diye bağırdım kendi kendime. Sesim çatallandı. Bana bağırmasından hoşlanmıyordum. "Siktir olup giden ben olayım da rahatlayın!"
Araba ani bir frenle durduğunda öne doğru savruldum. Kalbim hızla atmaya başladı. "Ehliyeti manavdan mı verdiler sana!" diye bağırdım ona dönerek. Yüzümün öfkeden kızardığına emindim.
Emre başını öne doğru eğip bana yaklaştı. Bakışları yumuşamıştı. Dudaklarının iki kenarı kıvrıldı ve beni rahatlatmak ister gibi tebessüm etti. Sonra da yüzümü avuçları arasına aldı. "Tamam," dedi sakin bir sesle. Sesimin giderek kötüleştiğini fark edince öfkesini geride bırakmıştı. "Tamam sakinleş, bir şey demiyorum. Ağlama sakın."
Ağlama dediği an gözlerim sanki bunu bekliyormuş gibi dolmaya başladı. Sinirlerim bozulmuştu. "İnsanların özel gününde sorun çıkarmak istemedim," dedim, dudaklarım titriyordu. Öyleydi. Kimse düğününde rezalet çıksın istemezdi.
"Biliyorum," dedi yanaklarımı okşadığında, elleri sıcacıktı. "Ama sakın kendini suçlama, fena bozuşuruz." Bir elini yanağımdan çekip burnumu sıktı. Yüzümü buruşturdum ama o verdiğim tepkiye sadece sırıttı. "Öfkeli olunca bu kadar güzel olmayı bırakman gerekiyor. Hemen yumuşuyorum."
Geriye çekildim. Elleri havada asılı kalırken önüme dönüp kollarımı birbirine geçirdim. "Aynen, kesin öyledir," dedim alayla. "İki saniyede ağzıma sıçtın şurada."
"Diyene bak..." Arabayı tekrar çalıştırdığında gülüyordu. En baştaki kadar sinirli durmuyordu. "Asi kızlar gibi terör estirdin."
"Konuşmuyorum seninle." Omzumu çocukken onunla küstüğümde yaptığım gibi indirip kaldırdım. "Geri zekâlı!"
"Küstün mü bana?" Yüzüme bakmaya çalıştı, ona bakmadığımda da gülerek önüne döndü.
Dudağımın bir kenarını yana çekip burnumu buruşturdum. Dudaklarımın arasından "Hıh!" diye belli belirsiz bir ses çıktı. "Naz," dedi tekrar. Cevap vermeyip bir omzumu oynattım. "Küstün mü gerçekten?"
"İzin vermiyorum," dediğinde ona döndüm. Yolla bana bakıp duruyordu. Yüzünde belli belirsiz bir gülümseme vardı. Gözlerimi kırpıp başımı hafifçe yana eğdim, kaşlarım istemsizce gerildi. Gerçekten sabrımı zorluyordu.
"İzin istemedim zaten," dedim kafamı sallayarak. "Arabanı sür, eve kadar da sesini çıkarma." Başka bir şey söylemeyip tekrar önüme döndüm ama o inadına gülmeye devam ediyordu. Kesinlikle sinirlerimi bozuyordu.
"Pişt," dediğinde ona döndüm. Dudağının bir kenarını kıvrıldı. "Torpidoyu açsana," dedi kaşlarıyla aynı yeri işaret ederek.
"Açsana kızım." Sabır dilercesine elini kaldırdı. Her şeyi gerekli gereksiz sorgulanmamdan hoşlanmıyordu.
Omuz silkerek dediğini yaptım. Kapağı indirdiğimde beni karşılayacak şeyin çikolata dolu bir torpido gözü olacağını elbette ki tahmin edemezdim. Şaşkın bakışlarım torpidoyla Emre arasında gidip geliyordu. "Burada..." dedim çikolatalardan birine uzanırken. En sevdiklerimdendi. "Niye bu kadar çok çikolata var?" Merakla kaşlarım havalandı. "Sen bunları sevmezsin ki?"
Bana baktı. "Sen seviyorsun." dedi. Sesi fazla naifti. "Senin için hepsi."
Gözlerimi kaçırdım. Elimdeki paketi açtım. Ağladığımda, sinirlendiğimde veya öfkeye kapıldığımda bana hep bunlardan alırdı. Sinirlerimi nasıl yatıştıracağını biliyordu. Benim için bu kadar almasına bir çıtır düşmüş olabilirdim ama gerçekten bir çıtırdı. Çikolatadan bir ısırık aldım. Tadı damağımda yayıldıkça kendimden geçmeye başlamıştım bile. Kesinlikle çok iyi geliyordu. Tuhaf tuhaf sesler çıkarıyordum. Bana baktığını hissediyordum ama çikolata ile olan randevumdan dolayı bakışlarını yok saydım. Güldüğünü işitebiliyordum.
Son parçayı da dudaklarıma atarken "Sen de yer misin?" diye sordum, ağzımın dolu olmasını umursamadım. En doğal halimi görmüş biriydi, onun yanında öküz gibi tıkınırken çekinmiyordum. İkinci bir pakete uzanıp açtım. Dudaklarına doğru uzattım. "Bak, kolay kolay çikolatalarımı paylaşmam ben." O almış olabilirdi ama hepsi benimdi.
"Bu özel olduğum anlamına mı geliyor?" Çarpık gülüşü büyüdü.
Kafamı ne münasebet dercesine iki yana salladım. "Paranı midemi indirdiğim için iyi niyetimi gösteriyorum sadece."
Kısa bir anlığına bana dönüp güldü. "Herkese gösterme," dediğinde gözümü devirdim. Ama ciddiydi. Salak.
"Emre'dersiniz." Başımı ümitsizce sallayıp çikolatamdan yeni bir ısırık aldım. Söylediğimi bir süre sonra anladığında kahkaha attı. Jeton köşeli tabii.
İkinci çikolatamı bitirdiğimde araba durmuştu. Eve gelmiştik. Odama gidip bir an önce uyumak istiyordum. Saat on bire geliyordu. Normalde bu saate uyumazdım ama hem yol yorgunluğum vardı hem de sonu bok gibi biten ama eğlendiğim yorucu bir gece geçirmiştim. Göz kapaklarım ağır ağır çöküyordu.
Emniyet kemerini çıkardım. İnmek için kapıya yöneldiğim sırada Emre kolumu tutup birden beni kendine doğru çekti. Saçım yüzümde savruldu. Hareketi beni hazırlıksız yakalamıştı. Yüzü yüzüme haddinden fazla yakındı. Bu yakınlık kalbimde varlığını belli edecek şekilde attığında yutkundum. "Ne oldu?" diye fısıldadım.
Gözlerimin içine baktı. Sonra bakışları yavaşça aşağı inip dudaklarımda durduğunda gözlerinde yaramaz bir ateş parlar gibi oldu. Beni öpmeyeceğini biliyordum ama üzerime doğru eğilmesi kalbimin ritimlerini bozmasına engel değildi.
"Ben..." dedi dudaklarını ıslatırken. Biraz daha üzerime eğildi. "Paylaştığın şeyi istiyorum."
Çikolata için bu kadar şova gerek var mıydı? Gözlerimi devirerek ondan uzaklaştım ve torpidoya uzandım ama hızlıca bileklerimi tuttu. "Onu değil," dedi. Beni tekrar kendine çektiğinde ellerini yüzüme götürdü. Parmakları dudağımın hemen kenarındaydı. Yine çikolata yerken batırmış olmalıydım. Parmakları dudağın üzerinde gezinirken dokunuşu içimi titretiyordu. Yüzü yüzüme tekrar yaklaştı ve bu sefer aramızdaki mesafeyi kapattığı gibi dudaklarını dudağımın kenarındaki boşluğa dokundurdu.
Dudağımın hemen kenarını öptükten sonra yanağıma da minik bir buse bırakıp geri çekildi ama ben şok içinde aynı noktada dikiliyordum. "Bu daha güzeldi," dedi ama bahsettiği çikolata değildi. Yüzündeki haylaz gülümsemesi giderek büyüyordu. Beni kandırdığına inanamıyordum.
"Sen..." dedim kendime geldiğimde geri çekilirken. "Hani ben öpene..." Devamını getiremedim. Utanmıştım. Çok utanmıştım. Çok utanmıştım. Elimle yüzümü kapattım.
Kahkaha attı. "Sözünü tutmaya devam ediyorum," dedi arsızca. "Seni ilk öptüğüm gibi beni öpene kadar seni o şekilde öpmeyeceğimi söyledim ve öpmedim."
Elimi yüzümden çekip ona döndüm. Resmen bana oyun oynamıştı. "Düzenbaz!"
Daha da sırıttı. "Ben de sana karşı boş değilim."1
Telefonumu çantama atıp arabadan çıktım. Yediğim çikolatanın çöplerini atacaktım ama beni sinir ettiği için arabasında bıraktım. Kendi atsın. Arabanın etrafından dolanıp karşı eve, apartmanımın kapısının önüne geldim ve çantamdan anahtarımı çıkarıp dış kapıyı açtım.
"Bir sıkıntı olursa ara," dedi arkamdan. Sesindeki mutluluk tonunun suratının orta yerine yumruk atma isteğimi içimde tuttum ve elit kişiliğimden ödün vermemeye çalıştım.
"Seni arayacağıma sabit hat bağlatır, telesekretere mesaj bırakırım daha iyi," dedim arkasından ve attığı sinir bozucu kahkahayı duymazdan gelerek apartmandan içeri girdim.
Umarım hayat bana bu lafımı yedirmezdi.1
***
Ben böyle hayatın gelmişine de geçmişine başlayacaktım ama şimdi. Bir kere de, sadece ama sadece bir kere de benim yanımda olsa olmaz mıydı? Sindiğim duvar dibinden Emre'nin numarasıyla bakışmam fazla haksızlıktı. Yediğim lokma kursağımdan inmek üzereydi.
Eve girdiğimde sessiz sakin bir şekilde odama geçtim. İlk işim odamı aydınlatmak oldu. Karanlıkla münasebetimiz biraz kötüydü. Sonra kıyafetlerimden kurtulup krem renkli altlı üst gecelik takımımı giydim, üzerinde pembe minik tatlı ayıcık desenleri vardı. Ardından bilgisayarımı açıp Tarık'ın istediği belgeleri mail olarak gönderdim. Tam o sırada mutfaktan gaipten sesler işitmek elbette ki isteyebileceğim son şey bile değildi. Evde benim dışımda kimsenin olmaması gerekiyordu.
Ne yapacağımı bilmiyordum. Ya hırsız girdiyse diye düşünmeden edemiyordum. Buraya kadar yine iyi idare etmiştim. Tekrar ses işitince ağlamaklı bir şekilde elime nereden bulduğumu bile hatırlamadığım bir sopa aldım, hırsızsa en fazla kafasına vururdum. Tabii o bana bir şey yapmadan hemen önce yapmam gerekiyordu. Bir daha ses gelmedi ama yine de gergindim. Elim cebimde telefona gidip geliyordu ama lafımı çiğnememek için Emre'yi aramadım. Boktan gururun yeri ve zamanı değildi ama bir kere inat ettiysem asla geri almazdım.
Ta ki bir anda elektrikler gidene kadar.
Kısa çığlığım evin içinde yankılanınca korkuyla odama geri dönüp kapıyı arkamdan kilitledim. Şimdiyse duvar dibinde Emre'yi arayıp aramamak için çok büyük bir iç savaş veriyordum.
"Yapacak bir şey yok, Nazlı," dedim pes ederek sopaya sarılırken. "Denize düşen yılana sarılır. Mecbur arayacaksın."
Abimleri aramak aklımdan geçmişti ama Emre'yi bana göndereceklerini bildiğimden hiç aktarma yapmaya gerek duymadan adının üzerine tıkladım ve düşünmeden aradım. Düşünürsem aramazdım. Birkaç saniye çaldı ve hayvani bir kahkaha sesiyle açıldı.
"Gülme!" dedim bağırarak ama daha da güldü. Karanlıktan korktuğumu ve onu arayacağımı biliyordu.
Alacağın olsun hayat. Beni buna güldürdüğüne inanamıyordum.
"Şu an telefonu açamıyorum, biri beni asla aramayacağını söylemişti. Telesekretere mesajını bıraktıktan sonra tekrar deneyebilirsiniz." Saçımı başımı yolacaktım. Pislik herif.
"Şu an seninle kavga etmek isterdim ama..." Yalan. "Evde biri var galiba. Tuhaf tuhaf sesler geliyor." Sonlara dolu sesim panikledi. "Seni aradığım için sinirlerim aşırı bozuk ama gelebilir misin?"
Kahkahası bir anda kesildi. "Geliyorum şimdi," dedi hızlıca. Ayaklandığını ve hareket ettiğini işitebiliyordum. "Telefonu kapatma sakın."
"Tamam. Ama çabuk ol." Fısıltıdan farksızdı sesim.
"Hemen geliyorum. Korkma sakın. Odandan da çıkma."
Sakinleşmek için birkaç kez nefes alıp verdim. Yavaşça çömeldiğim yerden kalktım. Elimdeki sopayı inatla bırakmamaya devam ediyordum. Her yer fazla karanlıktı. Telefonumun feneriyle odayı aydınlattım. Emre inene kadar iyi olduğumu anlamak için bana bir şeyler soruyor, ben de kısa mırıltılarla onu cevaplandırıyordum.
Yatağımın üzerinde çantamın yanına gidip içinden anahtarımı çıkardım ve temkinli adımlarla camın önüne geldim. Kapıları ona açamazdım. Perdeyi çektim ve dışarı baktım. Bütün sokak karanlıktı. Elektrik gideceği günü bulmuştu resmen. Özellikle evde yalnız kalmamı tercih etmesi fazla sinir bozucu bir durumdu. Zar zor seçebildiğim apartmanının kapısının açılma sesini işitince rahatlamış bir şekilde nefesimi bıraktım.
"İyi misin?" dedi yukarı bakarken. Işığı ona tutunca net de olmasa yüzünü görebildim.
"Evet," dedim kafamı sallayarak. "Anahtarı atıyorum, yakala."
"At." Anahtarı yere fırlattım. Saniyeler içinde zemine çarpma sesi kulağıma ilişti. Ardından Emre onu yerden alıp kapının önüne geçti. "Geliyorum şimdi," dediğinde telefondan anahtarla dış kapıyı açma sesini işitebiliyordum.
Odanın dışından tekrar bir ses işittiğimde dudaklarımın arasından kısık bir çığlık kaçtı. "Naz!" dedi panikle Emre. "N'oldu? İyi misin? Naz!"
"Emre tuhaf tuhaf sesler geliyor. Çabuk gel." Ağladı ağlayacaktım.
Nefes alışverişleri giderek artıyordu. "Geldim," dedi soluğunu bırakarak. "Korkma birtanem tamam mı?"
Sesi bir anda kesildi. Birkaç saniye sonra kapı açılma sesi işittim. Adım sesleri büyüyordu. Biri evin içinde geziniyordu. "Emre..." dedim panikle. "Sen misin?"
"Emre! Cevap versene aptal beyinsiz!" Cevap gelmeyince sesi kesildiği telefona baktım. Kapanmıştı. Şaka mıydı bu?
Adım sesleri odama doğru yaklaşıyordu. İyice duvar dibine sindim. Tabiri caizse götüm tutuşmuştu. Ağzımı açmaya korkuyordum. Ya Emre değilse?
Kapı bir kere açılmak için zorlandı. Sonra biri iki kez vurdu. Bacaklarımı panikle karnıma doğru çektim. Emre saniyeler içinde "Naz?" diye seslenmeseydi yemin ederim ki çığlık çığlığa ağlayacaktım. Çok korkmuştum. Çok ama çok korkmuştum. Tekrar "Naz?" dediğinde hızlıca yerimden kalkıp kapıya doğru koştum. Kilidi iki kez çevirip kapıyı açmamla kollarımı boynuna dolamam bir oldu.
Çenemi omzuna yaslamış ağlıyordum. Sinirlerim bozulmuştu. Aptal!" diye bağırdım omzuna vurarak. "Niye cevap vermiyorsun? Niye kapatıyorsun telefonu?"
Bir elini beni sakinleştirmek ister gibi beline doladı. Diğeriyle de saçlarımı okşuyordu. "Şşş..." dedi kulağıma doğru. "Sakin ol güzelim, geçti. Kimse yok evde."
Burnumu çektim. "Kimse yok mu gerçekten?"
Cıkladı. "Yok. Mutfağın camı açık kalmış. Rüzgâr cama çarptığından biri var sanmışsın." Bana gelmeden önce evin güvenli olup olmadığını kontrol etmişti.
"Çok korktum," dediğimde sesim titremişti.
Eli saçlarımın arasında gezinmeye devam ediyordu. "Biliyorum ama ben buradayım artık. Korkma, tamam mı?."
İçten bir şekilde güldü. "Gitmem."
Kollarımı ondan ayırdım. Yüzünü göremiyordum. Her yer karanlıktı. Varlığını kaybetmemek için elini sıkıca tuttum. "Ben..." dedim gergince. "Uyusam... Sen de ben uyuyana kadar kalsan... Yani şey... Kalır mısın?"
Sıkıca tuttuğum elimin üstüne diğer elini sardı. "Kalma desen de kalırım, Naz." Beni odaya doğru çekti. Arka üstü yere düşen telefonuma uzanıp kaldırdığında fenerinin odamı aydınlatmasıyla yüzünü görebilmiştim. Yüzünü görmek içimi rahatlatmıştı. Işığı bana yol göstermek için yatağıma doğrultu.
Bana döndü. "Evde mum var mı?" diye sordu. Kafamı olumsuz iki yana salladım. Varsa bile bilmiyordum. "Telefonumun da şarjı biteceği tuttu," diye söylendi kendi kendine. "Neyse..." Elimi tutup beni yatağıma götürdü. "Uzan sen, ben yanında kalacağım."
Endişeyle ona baktım. "Gitmeyeceksin hemen değil mi?"
"Hayır," dedi çabucak. "Sizinkiler gelene kadar kalırım."
Yatağıma geçtim. Battaniyeyi çekip altına girerken elini asla bırakmıyordum. Evde birinin olmaması benim o korkuyu yaşadığım gerçeğini değiştirmiyordu. Ve kafamda kurduğum türlü türlü felaket senaryoları yüzünden yalnız başıma asla uyuyabileceğimi sanmıyordum. Burada olmasa ne yapardım bilmiyordum.
Başımı yastığa koydum. Emre yatağın başucuna otururken iki elimle sıkı sıkı sardığım elini çekmeden diğer eliyle battaniyeyi üstüme sardı. "Emre..." dedim mırıltıyla. Yastığa başını koyar koymaz uyuyabilenlerdendim ve şimdiden gözlerim kapanmaya başlamıştı. "Teşekkür ederim."
Boştaki eli saçlarımın arasında gezindi. "Asıl ben teşekkür ederim," dedi gülümseyen ses tonuyla. "Beni sevdiğin için."
Gülümsedim. Ellerini kendime biraz daha çektim. Bir şeyler söylüyordum ama sözlerim giderek anlamsızlaşıyordu. Varlığı sayesinde korkmadan uyuyabiliyordum. "Seni hep severim," dedim uyku mahmurluğuyla.
"Sevmekse Naz, en çok sende güzel..." Saçlarımın üzerinde minik bir buse hissettim. Gerisi kendimi uykunun kollarına bırakmamdı.
***
Ay imdat ama artık! Çok fazla güzel olmaları sinirlerimi bozuyor.
Yo, hiç de kıskanmadım...2
Aslında devam edecektim ama fazla uzun bölüm oldu. Sonraki sahneler de ayrı güzel. Giderek daha bir yakınlaşıyorlar, deliriyorum.
Bu bölümün her sahnesini ayrı ayrı sevdim. Emre ve Nazlı'nın yakınlaşmaları, Nazlı'nın Emre'yi öpmemek için direnmesi ve Emre'yi çıldırtması, Giray ve Emre'nin Nazlı ile ilgili konuşması...
Bu arada kavga ettiklerinde beni korkutuyorlar. Sonra nasıl oluyor anlamıyorum yumuşuyorlar, deli oldum burada.3
En sevdiğim klişelerden biridir karanlıktan korkma klişesi, tam onlara yakışırdı.
Minik bir spoi... Ya Emre uyuyakalırsa... 🤫🤫1
Şimdilik benden bu kadar.3
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
12.83k Okunma |
1.11k Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |