25. Bölüm

18. Bölüm - Part 1

Esmacayım
esmacayim

Selam selam selammm...

Ben geldim. Bölümü anca yazabildim. Eh, bayram telaşı, şehir dışından gleen misafirler derken bir saniye boş vaktim olmadı. Ki hâlâ bitirmek istediğim bölüm sonuna çok fazla sahne var, o yüzden part part böldüm. Diğer partı da Poyraz'da Açan Çiçek'in yeni bölümünü yazdıktan tamamlayıp atacağım. Bu bölüm kısa değil ama merak etmeyin, normal bölüm uzunluğu kadar yazdım.

Bölüm beni inanılmaz keyiflendirdi. İki salak fazla şebekler.

Bu arada normalde pek model kullanmam ama kafamda bir kişi tam Nazlı'ydı o yüzden size temsili bir Nazlı Emre getirdim.

Yorumlarını bekliyorum.

E keyifli okumalar madem...2

18. BÖLÜM - PART 1

Emre Alaca

Bazen sadece aşık olursun ve dünya senin için dönmeyi bırakır. Sen birinin ekseninde dönmeye başlarsın.

Ömrümün sonuna kadar Naz'ın etrafında dönebilirdim. Tıpkı bir ay gibi. Naz uydusu olmak isteyeceğim tek dünyamdı.

Her geçen gün ona olan aşkım içimde katbekat büyüyordu. Onu görmediğim her saniyeye olan tahammülüm giderek azalıyordu. Onu gözümden bile sakınmak istiyordum. Ona sıkıca sarılıp zamanı durdurmak ve sonsuza dek o şekilde kalmak istiyordum. Bu kıza hangi ara bu kadar tutulduğumu bilmiyordum ama hayatımda yaptığım en doğru şeyin onu sevmek olduğuna emindim.

Onu sevmek nefes almak gibi.

Ve bir insan, nefes almadan yaşayamazdı.

Evine girene kadar onu arkasından izledim. Onu öptüğüm için afalladığından, hatta daha çok utandığından bana bakmadan içeri girdi. Bu gibi anlarda genelde birilerini tersleyerek sıyrılırdı. Yine öyle yapmıştı. Sıkıntı olursa beni aramasını istememle beni asla aramayacağı konusunda ters yapması bir oldu. Arkasından gülmeden edemedim. Sinirlendiğinde veya ters davrandığında inanılmaz tatlı oluyordu.

Vicdansız. Fazla güzeldi de.2

Kapıyı kapatıp, yukarı çıkana ve odasının ışığını yakana kadar aşağıda bekledim. Ancak o zaman içim biraz da olsa rahat etti. Ardından anahtarımı çıkarıp evime girdim. Annem düğündeydi, o adam da şehir dışındaydı. Ev boştu. Saatlerdir uyumamıştım. Gözümden uyku akıyordu ama Naz evde tekken uyuyamayacağımı bildiğimden odama geçip perdeleri çektim. Odasının ışıkları odama doğru vuruyordu. Yakında uyuyacağına emindim. Fazla yorucu bir gün geçirmişti.

Dans ettiğimiz an aklıma gelince masama geçip okuduğum makalelere aptal aptal bakıyordum. Elleri boynuma dolanmıştı, yakınlığı fazla sıcaktı ve gözlerinin bana bakınca parlaması beynimi durduruyordu. Bakışları üzerimde olduğu her saniye içimde büyük bir kıvılcım belirliyordu, beni yıkabilecek büyüklükte. Gözleri öyle güzeldi ki, saatlerce bakmak istedim. Zaman dursun, etrafımızda kimse kalmasın istedim.

Elimdeki kağıtları gelişine masaya bırakıp masadaki çerçeveye uzandım. Okuduğumu anlamayacak kadar aklımı durduruyordu. Aklım ondaydı. Fazla güzeldi. Kokusu bir çiçek kadar ferahtı ve her içime çektiğimde bahar açıyordu kalbimin derinliklerinde. İlk defa aptal olmak bu kadar hoşuma gidiyordu.

Çerçevedeki fotoğrafımı parmağımın ucuyla okşadım. Uludağ’da o farkında olmadan çektiğim fotoğraflardan birini bastırmıştım. Habersiz çektiğim her fotoğrafa sinir olup çirkin çıktım diye söylense de benim için dünyanın en güzel kızı oydu ve hiçbir karesinde çirkin çıkamazdı. Elimdeki fotoğrafta da kafasını kaldırmış gökyüzünü izliyordu. Ara ara kendini gösteren güneş tam o an yüzüne vurmuştu ve gözleri kısılmıştı. Saçları omzundan aşağı salıktı, üzerinde de beyaz bir ceket pantolon vardı. Güzeldi. Hep güzeldi.

Masamdaki telefon çaldığında çerçeveyi eski yerine bıraktım. Naz’ın keçi inadını bildiğim için aramayacağına emindim. Giray’ın olduğunu düşünüyordum ki öyleydi de. Telefonu açıp kulağıma götürdüm.

“Efendim kardeşim,” dedim sırtımı sandalyeye yaslarken.

“Neredesiniz?” diye sorarken öfkesini dindirmeye çalıştığını anlayabiliyordum. Melih dümbeleği tüm ayarlarımızla oynamıştı. Bir daha karşıma çıkarsa kesinlikle yumruğumun tadına bakacaktı.1

“Eve geçtik, Naz odasında şimdi. Sorun çıktı mı orada?”

Nefesini bıraktı. “O puşt defolup gitmiş, bir daha karşıma çıksın bak nasıl ağzını burnunu kırıyorum.”

“Kavga çıkarma, Naz başımızı yer sonra.”1

İstemsiz güldüğün işittim. “Küçük velet, yapmaz diyemiyorum… Bu arada o puştun anasına bir şey mi dedi bu kız? Geldi anneme söylenip durdu. Annen araya girmeseydi zor gidecekti manyak karı.”

Oturduğum yerde daha da yayıldım. Keyiften sırıtıyordum. “Her zamanki Naz’lığını yaptı,” dedim o anları düşünürken. Öyle bir çıkışmıştı ki kim olsa uzak durmak isterdi. Haşin kızım benim. “Bir daha arayıp rahatsız edemez sizi. Kadına inme inecekti. Yalan yok, ben bile korktum. Kardeşin istediğinde dünyanın en korkutucu bakışlarına sahip olabiliyor. O yüzden bu ara ona sakın bulaşma. Ben ağzımın payını aldığımı düşünüyorum.”

Giray’ın kahkahası giderek büyüdü. “Kimin kardeşi be! Bugün onu bırakıp Serdar abimin yanına geçince de fena bozuldu. Bir ara bize de saldıracak sandım.”

Ben olmasaydım kesinlikle yapardı. Hatta onu tek bıraktılar diye günü onlara inadına zehir ederdi. Benim orda olmam Giray’ın işine gelmişti. Bu sayede daha rahat plan yapabileceklerdi. “Ne yaptınız, mekan düşündünüz mü?”

“Düşündük düşündük, bizim kafe küçük. Ahmet abilerin kafeye ayarlayalım diyoruz.”

“Güzel orası. Naz da seviyor hem.”

“O gün çalışırsan belanı sikerim,” dedi Giray uyarı dolu bir sesle. “Sen yoksun diye bu aptal kız doğum günlerini bile kutlamıyordu. Ne yap et, o gün boş ol.”

Altı gün sonra Naz'ın doğum günüydü. Yirmi dört olacaktı. Benim yüzümden bunca zamandır doğum günlerini kutlamadığını bilmiyordum. Giray bana bunu hiç söylememişti. Şimdi bir anda böyle bir şey söylemesi kendime olan öfkemi daha da arttırdı.

Bensiz geçen ilk doğum gününde ne kadar aramak istesem de yapamamıştım. Çünkü sesini duyarsam gelmek isterdim. Sesini duymak en büyük zayıflığımdı, duyduğum an özleme yenik düşerdim ve ben, o zamanlar bu şehre dönmek istemeyecek kadar berbat bir haldeydim. Bu yüzden gittiğimden itibaren her doğum gününde onun için isimsiz hediyeler yollamıştım. Bakışlarım yine aynı çerçeveye kaydı. Parmaklarım fotoğrafın üzerinde gezinirken özür dilercesine baktım.

“Önceden ayarlamıştım,” dediğimde bakışlarımı fotoğraftan çekip Naz’ın odasına çevirdim. Işıklar hâlâ yanıktı. “Kimse o güne bana bir iş çıkarmaz.”

“Onu bunu bilmem, gelmezsen benden çok pis dayak yersin.”

Güldüğüm sırada aniden elektrikler kesildi. Anlık refleksle masaya tutundum ama saniyeler içinde aklıma gelen kişiyle hızlıca yerimden kalkıp camın önüne geldim. Tüm sokağın elektriği gitmişti. Naz karanlıktan pek haz etmezdi. Beni aramak istemese bile evde tek olduğu için artık arayacaktı. “Geleceğim dedim lan, hatta ben getiririm Naz’ı mekâna. Şimdi kapat. İşim var benim.”

Cevap vermesine fırsat vermeden telefonu yüzüne kapattım. Bana küfrettiğine emindim ama umurumda değildi. İşim vardı ve işim Naz’dı.

Biraz bekledim. Arayacaktı. Aramazsa kendim arardım. Bakışlarımı camından hiç çekmedim. Telefonun ışığını açmış olmalıydı. Odada çok az da olsa minik bir ışık görünüyordu. Saniyeler sonra ışığını yönü değişti ve ona eş oranda elimdeki telefon çalmaya başladı.

Arayacağını biliyordum.

Telefonu kahkaha atarak açmış, onunla biraz eğlenmek istemiştim ama evde birinin olduğunu söylediği an yüzümdeki gülümsemeyi sildim ve yerimden fırladım. Tek başına evdeyken ona zarar gelecek olma düşüncesi beynimi birkaç saniyeliğine resmen durdurmuştu.

Koşar adım evimden çıkarken aynı zamanda telefonda onu sakinleştirmeye çalışıyordum. Dakikalar içinde onların apartmanından içeriye girdim. Anahtarı bana camdan atmıştı. Evlerine girdiğimde ilk işim evin içini aramak oldu.

Telefonumun şarjının biteceği tutmuştu. Artık sesini duyamıyordum. Evde kimsenin olmadığını anladığım an soluğu odasının önünde aldım. Birkaç kez kapıya vurduktan sonra aptallığıma küfredip elimi kapı kolundan çektim. Kız korkuyordu ve ben geri zekâlı gibi kapıya vurup açmaya çalışıyordum. Aklım başıma gelince birkaç kez ismini seslendim. İsmini seslenmemle odasında bir hareketlilik oldu ve kapı ardına kadar açıldı.

Kapı açılır açılmaz kolları anında boynuma dolandı. Hızlıca nefes alışverişinden bile nasıl korktuğunu hissedebiliyordum. Tir tir titriyordu. Bir elimi onu sakinleştirmek için beline doladım. Diğeriyle de saçlarını okşuyordum. “Şşş…” dedim kulağıma doğru. “Sakin ol güzelim, geçti. Kimse yok evde.”

Burnumu çektiğini işittim. “Kimse yok mu gerçekten?”

“Yok," dedim cıklayarak. "Mutfağın camı açık kalmış. Rüzgâr cama çarptığından biri var sanmışsın.”

“Çok korktum.” Sesi titriyordu. Onu daha da rahatlatmak için elimi saçları arasında gezdirmeye devam ettim. “Biliyorum ama ben buradayım artık. Korkma, tamam mı?”

“Gidersen döverim.” Hafifçe sırıttım. Kesinlikle yapardı. Ama istese bile gitmezdim.

“Gitmem.”

Ardından Kollarını benden ayırdım. Karanlık olduğundan birbirimizi göremiyorduk ama kokusu bile yetiyordu varlığını hissetmeme. “Ben…” dedi, çekingendi. “Uyusam… Sen de ben uyuyana kadar kalsan… Yani şey… Kalır mısın?”

“Gitmemi istesen de gitmem, Naz,” dedim oldukça net bir şekilde. Yavaşlayan nefes alış verişinden sözlerimin üzerinde etkisi olduğunu görebiliyordum. Rahatlamıştı ve gitmeyeceğimi anlamıştı. Bu onun için yeterliydi.

Daha fazla karanlıktan kalmaması için mum yakmak istedim ama evlerinde olmadığından onun telefonunun ışığıyla idare edecektik. Neyse ki hemen uyuyabilen bir yapısı vardı. Gözünü kapattığı an uykuya dalabiliyordu.

Yatağına uzandığında üzerini örttüm. Ellerini sıkıca elime sardı ve başının altına koydu. Her an kaybolmamdan korkuyordu. Ama gitmezdim, bir daha ondan hiç gitmezdim. O istese bile gitmezdim. Beni ne kadar kendinden itse de, uzaklaştırmaya çalışsa da onun etrafında dönmeyi bırakmayacaktım. Beni affetmesini sağlayacaktım.

İsmimi mırıldanıp teşekkür ettiğinde sesi mırıltıdan farksızdı. Şimdiden uykunun kollarına kendini bırakmaya başlamıştı bile. Çocukluğumuzdan beri bu huyunu fena kıskanırdım. Ben uyumak için dört dönerken o gözünü kapattığı gibi uyuyabiliyordu.

Saçlarını okşadım ve “Asıl ben teşekkür ederim,” dedim minnet dolu sesimle. “Beni sevdiğin için.” Beni sevmeseydi şimdi ne yapardım hiç bilmiyordum. Sadece uzaktan izlemek zorunda kalma düşüncesi bile işkence gibi geliyordu, ki ben yanındayken bile onu çok fena özlüyordum. Şimdi aramızdaki sınırı aşma cesareti gösterebiliyorsam onun beni sevdiğini bilmemdendi. Beni sevmeseydi veya benden rahatsız olsaydı yanına bu denli yaklaşamazdım.

Parmaklarımı sıkı sıkı sardığı elimi kendine doğru biraz daha çekti. Uyku mahmurluğuyla “Seni hep severim,” dediğinde içim ısındı. Sözleri net değildi ama anlayabiliyordum. Dudakları arasından çıkan her kelimeyi anlardım. Konuşmadığında bile anlardım onu ben.

Beni sevdiğini duymak nefes almak gibiydi. Yalandan bile olsa sevmiyorum dediğini duymak nefesimi kesiyordu, tıpkı bugün dans ettiğimizde söylediği gibi. O zamandan bu zamana kadar doğru düzgün nefes alamadığımı, tekrar nefes almaya başladığımda fark etmiştim.

“Sevmekse Naz,” dedim iç çeker gibi. “en çok sende güzel…” Ona doğru eğildim ve saçlarının üzerinden öptüm. Başka bir tepki gelmedi. Uyumuştu bile. Gerçek bir uyuyan güzeldi.

Bir süre daha telefonun fenerini açık tuttum, derin uykuya daldığında kapattım. Kapatmadan önce son kez yüzüne bakıp uyurken ne kadar huzurlu olduğuna baktım. Işıl ışıl parlayan gözleri kapalıydı. Dolgun dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Gülümsüyordu. Güzel rüya görüyor olsa gerek. Umarım içinde bana da yer vardır diye iç geçirmeden edemedim.

İlk geldiğim gün bana artık onun hayatında olmadığımı söylemişti. Belki de bana verebileceği en büyük ceza bu sözleri olurdu. Çünkü onun olmadığı bir hayatta olmak istemezdim. Onsuz artık devam edemezdim, devam etmek de istemezdim. Geçmişi geri almayı her ne kadar çok istesem de her istediğimiz gerçekleşmez ve keşkeler hiçbir halta yaramazdı. Keşkeler sadece dudaklardan çıkarak geçmişi yaralardı ve benim geçmişim yara bere içinde. Çok keşkem vardı. Şimdi ise yapmam gereken en önemli şey, geleceğimizi keşkelerden uzak tutmak olacaktı. Naz’ı bir daha bir keşke uğruna kaybetmeyecektim.

Bakışlarım kısa bir anlığına boynundaki minik bene kaydı. Çocukken o beni hiç sevmezdi. Bir ara sinirlenip oymaya bile kalkmıştı. Yaramaz kız, biraz bile yerinde durmuyordu. Sevmediği her şeye böyle dikleniyordu, işin sonucunda kendine zararı olsa bile bunu asla umursamıyordu.

Ona o beni sevdirmek için minik bir oyun kurmuştum. İkimizin gizli düğmesiydi ve üzerine her dokunduğumda sessizlik oyunu oynuyorduk. İlk dokunduğumda susuyor, ikinci kez dokunduğumda tekrar konuşuyordu. Uzun uzun basılı tutarsam onu görünmez bile yapıyordu, böyle anlaşmıştık. Ama o her ne kadar ısrar etse de ben bu özelliği hiç kullanmamıştım çünkü gözümün önünde kaybolma fikrinden hiç hoşlanmazdım.

Görünmez düğmesine basmamla ilgili ısrarına devam ettiğinde sessizlik tuşuna basardım, o da bunu her yaptığımda öfkeden delirirdi. Bu gibi öfke anlarında o minik noktadan daha fazla nefret edeceğini bile düşünmüştüm ama sırf aramızda bir oyun olduğu için, ikimizle ilgili bir şey olduğu için artık beni kazıyıp çıkarmaya çalışmıyor, varlığını her geçen gün biraz daha seviyordu.

Telefonu ışığını kapattıktan sonra yatağın yanındaki komodinin üzerine koyacağım sırada üstü üste birkaç bildirim geldi. Hâlâ da gelmeye devam ediyordu. Bu saatte kim yazıyordu böyle? Yine o Melih pezevengiyse artık beni Naz bile tutamazdı. Yavşak herif. Gün boyu ayarlarımla oynamıştı. Dans teklifi etme cüreti gösteriyor, üstelik kızı kapı köşelerinde sıkıştırıyordu. Kıskançlıktan bir ara aklımı kaybediyordum ki ben kontrolcü bir adamdım. Konu Naz olunca kontrol denen siktiri boktan şey de beni terk ediyordu.

Merakla telefonu açtım. Bu yaptığımın doğru olmadığını biliyordum, Naz da görse bana fena çıkışırdı. Ama Melih iti tekrar yazdıysa bunu bana söylemeyeceğine emindim. Kendi halletmek isteyecekti ve ben bir daha o herifle muhatap olmasını istemiyordum.

Bildirim panelinden mesajlara baktım. Tüm mesajların Bensuyum diye kaydettiği birine ait olduğunu görünce rahatladım. Gerisi onun özeliydi, kurcalamayacaktım, ta ki paneli kapatmadan hemen önce gözüme denk gelen mesajı görene kadar. Gitmek mi? Paneli tekrar açtım. Kaşlarım düz bir çizgi halini aldı.

Bensuyum: Aşko uyudun mu?

Bensuyum: Uyuyamazsın ya! Şimdi değil!

Bensuyum: Nazlı!!!

Bensuyum: Tam bir Uykucu Şirin’sin cidden. Suratını sabah maviye boyayacağım, hatırlat.

Bensuyum: Neyse onu bunu geç, Tarık’la konuştuk az önce, yurtdışı projesinde ismin çıkmış!!

Bensuyum: Bunu en kısa zamanda kutlamamız gerek, kızım manyak bir şey bu!!

Bensuyum: Seçilirsen gideceksin değil mi! O çocuk geldi diye gitmemek gibi bir aptallık yapmazsın umarım.

Bensuyum: Tamam, enişte beyle ikinizi çok fazla yakıştırıyorum. Ama kariyerin başka.

Bensuyum: Ara beni mesajları okuyunca.

Okuduklarımın üzerimde bıraktığı etkiyle telefonu masanın üzerine yerleştirdim. Nasıl tepki vermem gerektiğini bilmiyordum. Üzerimden buldozer geçmiş gibi hissediyordum. Telefonu açan elimi sikeyim. Böyle bir şeyi görmemeliydim. Ben gelmişken onun gitme ihtimaliyle bu şekilde karşılaşmak isteyebileceğim son şey bile değildi.2

Elimi sıkıca tutmaya devam eden Naz'a baktım. Aklıma gelen kısa bir ânla yüzüm asıldı. “Bugün bu yüzden mi gitmekten bahsettin?” diye fısıldadım saçlarını okşayarak. Arabadayken bana sinirlendiği için gitme sözü etmişti ama sinirinden ağzından öylesine çıkan sözler olduğunu düşünmüş, üstelememiştim. Gerçekten gidebilirmiş. Peki nereye? Ne kadar uzağa? Ne kadar süreliğine?

“Hayalinse git Naz,” dediğimde eğilip tekrar saçlarının üzerinden öptüm. Neredeyse iki hafta önce kariyer yapmak istediğini ve yurt dışına gitmek istediğinden bahsetmişti. Bu fırsat ayağına geldiyse kaçıramazdı, buna müsaade etmezdim. “Sen söyleyene kadar bilmiyormuş gibi davranacağım, merak etme. Konuyu açtığında da ilk ben destekleyeceğim seni.” Oturduğum yatağın başında biraz daha yayıldım. Saçlarının üzerindeki elimi yanağına götürerek okşadım.

“Beklemekse Naz,” dedim parmaklarımı yanaklarında gezdirirken. “En çok sana. Sadece sana. Seni ömrümün sonuna kadar bekleyebilirim. Sen sadece hayallerini yaşat. Ben hep bir adım arkanda, bazen yanında, gerektiğinde de bir adım önünde olacağım. Sen nerede olmamı istersen orada duracağım. Tek istediğim bana bir daha hayatında olmadığımı söyleme. Hayatında olmasam, hayatım olmaz, Naz. Naz'ın tek gülüşünde yaşar Emre. Bana istediğin kadar kız ama bunu çok görme. Hayatın Naz, hayatım. Sen benim çocukluğumsun. Anlıyorsun değil mi?”

Sessiz homurtular çıkardığında başımı yatak başlığına yaslayarak gülümsedim. Uykuda bile beni cevaplandırıyordu, minik dünyam benim. Onu sevmek dışında bana başka bir seçenek bırakmıyordu.

Dudaklarım arasında belli belirsiz bir esneme kaçtı. Ortam fazla karanlıktı ve ben yirmi altıncı uykusuz geçirdiğim saat dilimindeydim. Hastanede çalışıyor olsaydım bunu pek hissetmezdim ama bir şey yapmadan oturunca vücudum tüm yorgunluğu hissediyor, uykuya ilk elden komutunu veriyordu. Karanlık beni içine giderek daha fazla çekmeye başladı ama uyuyamazdım, en azından şimdi değil. Giraylar gelene kadar uyanık kalmalıydım. Lakin gözlerime söz geçiremiyordum. Birkaç kez yerimden doğrulup kendimi silkeledim ama işe yaramıyordu. Gözlerim uykuya direnemiyordu. Derken saniyeler sonra kendimi karanlığa teslim ettim.

***

Nazlı Aladağ

Başımı yastığımdan sert ama daha rahat bir yere yasladığımda kulaklarıma ulaşan garip sesler işitiyordum. Sese yüzümü buruşturup başımı yasladığım yere daha fazla yasladım. Gördüğüm rüyadan beni çekip aldığı için sesi çıkaran kişiye daha sonra feci küfredecektim ama şu an daha önemli bir işim vardı. Kollarımı bir şeye dolamak gibi. Neye doladığım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Açıkçası umurumda da değildi. Rahatlatıcı bir kokusu vardı. Oldukça da huzur veriyordu. Bu rahat bir uyku çekmem için yeterliydi.1

Kendimi tekrar uykuya bırakmak üzereyken sert bir kapı kapanma sesi işittiğimde ansızın irkildim. Gürültülü ses beni yarı uyanık olduğum uykunun kollarından çekip, yere doğru fırlatırken zihnim berraklaşmaya ve berraklaştıkça da beni düşünmem gereken asıl konuyu düşünmeme sebep oldu. Kollarımı bir şeye, daha doğrusu birine dolamış olmam gibi.

Şu an bir bedene sarılıyor olamazdım, değil mi?

Odamın dışında “Elektrikler niye gitti?” diye bir ses işittiğimde hafifçe kıpırdandım. Uyku bedenimi tamamen terk ettiğinde çabucak gözlerimi açtım ama etraf hâlâ karanlıktı. Gerçekten birine sarılıyordum.

İmdat?

“Ne bileyim baba ben, uyu sen. Gelmez daha.”

“Nazlı nerede?”

“Yatıyordur o salak.”

“Kızıma salak deme eşek sıpası.”

“Tepemize çıkarın küçük veledi, aman hiç vakit kaybetmeyin. Hem ben niye eşek sıpası oluyorum? Bu durumda sen eşek mi oluyorsun?” Kahkaha sesi büyüdü. Abim tam bir beyinsizdi.

“Giray seni küçükken dövmedim diye mi böyle salak salak konuşur oldun sen oğlum?”

“Nasıl dövmedin, Nazlı yüzünden az pataklamıyordun abimle beni.”

Babam kahkaha attı. “Canım kızım benim, sizin gibi asi mi o,” dediğinde bulunduğum konumu kısa bir anlığına unutmuş, yüzümdeki sırıtış büyütmüştüm. “Az bile yapmışımdır.”

“Aslında en asimiz oydu,” Abim tekrar güldü. Ben ise ona görmeyeceğini bildiğim halde dil çıkarıyordum. “Neyse ben bir markete gideyim. Evde mum kalmamış. Annem de hâlâ aşağıda Nermin Teyzeyle konuşuyor. Bu kadınların dedikodusu kapıya gelince bile devam ediyor ya, her seferinde hayret ediyorum.”

“Bak onu ben de anlamıyorum….” Babam esnemeyle gülme arasında bir ses çıkardı. “Hadi ben yatıyorum, kardeşine de bak sonra.”

“İyi geceler. Dönünce bakarım, uykusu hafiftir şimdi onun.”

Başka bir konuşma olmadı. Dış kapı tekrar kapandı ve ortam yine sessizliğe büründü. Rahatlamış gibi nefesimi bıraktım. Abim olacak mahluk şu an odaya damlasaydı ne bok yiyeceğimi bilmiyordum. Resmen ucuz atlatmıştım.

Şimdi sıra sarıldığım şeyin ne olduğuna bakmaktaydı. Üzerimde olan uyku sersemliğinden doğru düzgün düşünemiyordum bile. En son olanlar rötarlı olarak zihnime ulaşacaktı.

Başımı mümkün olduğunca az hareket ettirerek yukarı doğru kaldırdım. Aynı göğsün üzerinde uzanmaya devam ediyordum. Canım abim eve döndüklerini bir borazanla ilan etmemişti. Bağırırsam evde olan aile üyelerim her an odama damlayabilirlerdi ve neye yada kime sarılıyorsam başım büyük belaya girebilirdi.

Akıllı saat taktığım kolumu yavaşça doladığım bedenden ayırdım ve ekranı açarak sarıldığım bedenin yüzüne doğru tuttum. Yüzünü görmemle yutkunmam bir oldu. Başı yatak başlığına yaslı olacak şekilde oturur pozisyonda duruyordu. Yastığımdan kafamı kaldırıp göğsünün üzerine nasıl yatırdığımı çok merak ediyordum ama şu an konumuz bu değildi. Konumuz yakınlığıydı. Fazla fazla olan yakınlığıydı. Gözleri kapalıydı, huzurlu bir şekilde uyuduğu her halinden belliydi. Dudaklarının kıyısında hafif bir gülümseme vardı ve bir eli saçlarımın arasına karışmıştı.

Emre neden burada uyuyordu?

Ve asıl ben neden göğsüne uzanmış, ona sarılıyordum?

Bir açıklama lütfen!

Yüzümüz arasında az bir mesafe vardı. Dudakları dudaklarıma çok fazla yakındı. Uykusu normalde bu kadar ağır değildi ama şu an odamın dışından gelen gürültüye kulak asmayacak kadar kendini uykuya vermişti. Çok yorulmuş olmalıydı. İçimde bir yerde yanımda olduğu için bu kadar huzurlu olduğu düşüncesi geçse de bunu hemen zihnimden kovdum.

Yüzüne ışık tuttuğum elimi yanaklarına doğru götürdüm. Elim yanağına dokunduğu an içim titredi. Ona bu kadar yakın olmak, temas etmek ve bunun bir rüya olmadığını bilmek fazla heyecan vericiydi. Parmaklarım yanaklarının üzerinde gezindi. Rüyamdakinin aksine şimdiki gerçekti çünkü tenin sıcaklığını tüm zerremde hissedebiliyordum. Rüyamda onu görmüştüm ve yanaklarını avuçlarım arasına almış, onu ne kadar sevdiğimi söylüyordum. Bütün gün eğlenmiştik. Uzun zamandır bu kadar huzurlu bir rüya gördüğümü hatırlamıyordum. Şimdi ise buradaydı, yanımdaydı, ona sarılıyordum ve her şey gerçekti. Gerçek olamayacak kadar gerçekti.

Aklımı bu denli allak bullak ettiği için onu kesinlikle dövmek istiyordum ama en çok öpmek istiyordum. Çok fena öpmek istiyordum hem de.

İyice arsızlaştın Nazlı, dedim kendi kendime. Baban şu an odayı bassa büyük sıçacağını bildiğin hâlde içli içli öpmekten bahsediyorsun. Sus. Kapa çeneni!

Ama öpmek istiyordum.

Oldukça masum olan isteğimi bir kenara bırakarak ellerimi gezindirdiğim yanaklarından usulca uzaklaştırdım ama elimi çekmemle kolumun tutulması bir oldu.

Saatin ışığı tekrar yüzüne yansıdığında göz göze geldik. Uyanıktı. İmdat kere imdat! Yarı açık yarı kapı gözlerini bana dikmiş gülümsüyordu. “Yakından da ayrı bir güzelsin,” diye fısıldadı uyku dolu sesle, gülümsemesini bana göndermeyi ihmal etmeyerek. Sözlerinin üzerimde bıraktığı tesirler yutkunur bir şekilde yerimden doğrulmaya çalıştım ama diğer eli bu sefer saçlarımın arasından uzaklaşıp, belimi sardığında beni oldukça savunmasız bir şekilde kendine yakın bir halde bıraktı.

“Ne yapıyorsun!” diye tısladım fısıltı içinde. Yüzünü yüzüme eğdi.

“Sana bakıyorum.”

Sesindeki umursamaz havaya hayretle baktım. “Hadi canım!” dedim alayla. “Niye burada uyuyorsun sen ve asıl önemlisi, ben niye bu konumdayım?”

Dudaklarını büzdü. “Ben de onu sana soracaktım. Üstümde ne işin var?”

“Asıl senin yatağımda ne işin var!” dediğimde tekrar geri çekilmeye çalıştım ama bırakmadı.

Aramızdaki mesafeyi tekrar kapattı. “Sana kesinlikle B12 yazmalıyım. Karanlıktan korktuğun için beni aradın, ben de buraya geldim. Gitmeyeyim diye koala gibi kollarıma yapıştın. Gidersem diye beni dövmekle bile tehdit ettin. Balık hafızalı mısın kızım sen, yoksa uyuyor musun hâlâ?”

Hatırlar gibi olduğumda gözlerimi kıstım. Genelde uyandıktan sonra bir şeyleri algılamam için biraz zamanın geçmesi gerekiyordu. Ben unutkan bir insandım, uyanır uyanmaz en son yaptığımı hemen hatırlamamı kimse beklememeliydi. Her bir davranışım, korkarak ona tutunmam ve ben uyuyana kadar beklemesini söylemem gibi zihnime düşen tüm rezilliğimi yok saymaya çalıştım ama bu yine de onu gülmekten alıkoymadı. “Öyle bir şeyler olmuştu değil mi?” dedim ağzımın içinde kendi kendime.

“Ya… Öyle şeyler olmuştu.”

Alayını yok sayarak gözlerimi ona diktim. “Bu yine de niye uyuduğunu açıklamıyor,” dedim çokbilmiş bir tavırla.

“İçim geçmiş.” Sesi yorgundu. Gözlerinde bile hâlâ uyku vardı. “Yirmi altı saat uyanık kalmak bir yerde sonra beni bayıltmış.”

Gözlerim büyüdü. “Yirmi altı mı saat?” dedim hayretler içinde. “Vampirsin oğlum sen.”

Hafifçe güldü ve başını eğerek bana dikkatli bir şekilde bakmaya devam etti. Yüzüme doğru eğildiğinde “kanın tatlı olsa gerek. Beni bir çekti ki kendine, anlatamam. Hem bilirsin, vampirler sever kanı,” dedi eğlenir bir tonda ama ben yakınlığını tekrar hatırladığım için transa girmiştim.

“Vampir olduğunu kabul ediyorsun yani.”

Sırıttı. “Konu sensen her şey olurum.”

Salak salak konuşup aklımı bulandırmasına izin vermemek ve dikkatimi ondan uzaklaştırmak için “Ameliyatta hastaların kanını emiyorsun, değil mi?” dedim. “Hadi itiraf et.”

Müsait bir ortamda olsaydık söylediğime hayvan gibi kahkaha atacakmış gibi duruyordu. Sırıtışı dudaklarının tüm kıyısına yayılırken burnunu burnuma sürttü. “Sıra sana geldi.”

Geri çekilmeye çalıştım. “Ben kansızım, uzak dur benden.”

“Durmam,” dedi beni tekrar kendine bastırarak. “Fazla güzellere zaafım var.”

“Ler derken!” dedim bir anda çıkışarak. Yanlış ekler kullanıp sinirlerimle oynuyordu. “Dayak mı istiyorsun oğlum sen!”

Dudaklarının kenarı bir şeyi beğenmiş gibi şeytanca bir kıvrılma aldı. Gözlerinin içi zifiri karanlıkta bile kendini belli edecek şekilde parlıyordu. Eğilip burnumun ucuna minik bir buse bıraktığı sırada "Kıskanınca da ayrı tatlı oluyormuşsun sen,” dedi.

Temasını yok saymaya çalışarak “Kıskanmadım ben!” diye çıkıştım hemen. Yalan. “Ne kıskanacağım seni!”

“Gayet kıskandın.”

“Kıskanmadım diyorum.”

“Kıskandın diyorum ben de.”

“Döverim seni.”

“Döv. Kıskandın işte kızım. Düğünde de ateş püskürtüyordu gözlerin.”

Gözlerimi devirdim. “Asıl kim ateş püskürtüyordu kim kıskanıyordu hiç konuşmayalım,” dedim her kelimeyi bastırarak. “Sen zararlı çıkarsın.”

Tekrar burnumun ucundan öptü. “Hayvan gibi kıskandığımı inkâr etmiyorum kızım,” dedi elini belime bastırarak. “O yavşak herif bir daha karşıma çıkarsa hastanelik edene kadar döverim.”

“Sonra da kendin sararsın yaralarını.” Başımı ümitsizce salladım. “Doktorsun ya hani sen.”

Omuz silkti. “Sonra tekrar döverim.”

"Dövme işini bana bırak sen,” dedim kendimden emin bir şekilde kucağında hareketlenerek. “Ben döverim, sen iyileştirirsin.”

Kısa bir kahkaha attı. “Diyorsun.”

“Diyorum. Ama biraz daha gülmeye devam edersen dayak işine ilk senden başlarım, haberin olsun. Babam gelirse biteriz.”

İnadına yaparmış gibi tekrar güldü. “Babanın uykusu ağır, gelmez,” dediğinde tutmaya devam ettiği bileğimi yanağına doğru götürdü. “Hem sevsen ya biraz daha beni. Çok güzel seviyorsun, yine sev.”

Parmaklarım yanağına dokunduğu anda teninin sıcaklığı içimi ürpertti. Elimi çekmek istedim ama bileğimi tuttuğu eli buna izin vermedi. Yüzünü tam göremiyordum ama bakışlarında ondan uzaklaşmamam gerektiğini ifade eden derin bir istek olduğuna emindim. Devam etmemi istiyordu. Saatimin ışığı tekrar yandı. Göz göze geldik. Kendimi giderek ona çekilmiş bir halde bulduğum için ondan kaçmak istiyordum ama şimdi kaçacak tek bir alanım dahi kalmamıştı.

Dudaklarımız arasında bir karış kadar mesafe vardı. Harelerim gözlerinden ayrılıp oraya kaydı. Çok öpmek istiyordum. Avuçlarım tekrar yanaklarında dokundu. Bunu kendi isteğimle yapıyordum. Bunu fark ettiğinde bileğimi serbest bıraktı. Parmaklarımı elmacık kemiklerimin üzerinde gezindi ve nazikçe çene hattı boyunca yol aldı. Dokunuşumla birlikte titreyen bu sefer oydu. Yüzündeki kaslar oynama başladı. Gülümsemesi yavaş yavaş solarken yerini istek dolu bir bakışa bırakmıştı.

Dudaklarım aralandığında başımı arkama yatırıp ona doğru yükselmeye başladım. Anın büyüsünü bozmamak için ağzını açıp tek kelime etmiyordu, ben de öyle. Kendini tamamen bana bırakmış gibiydi. Sıcak nefesi yüzüm okşuyordu. En az benim kadar heyecanlandığı her halinden belliydi. Belimi saran eli ansızın hareketlendiğinde kısa bir anlığına kıpırdandım ama odağını tekrar ona verdim. Oda sanki giderek küçülüyor ve bizi daha da yakınlaştırıyor gibiydi. Benim de nefes alış verişlerim en az onunkiler kadar hızlanmıştı.

Kendime verdiğim sözü çiğneyip dudaklarımızın arasındaki mesafeyi tamamen kapatmak ve onu öpmek üzereydim ki bir anda odamın aydınlanmasıyla hareket etmeyi bıraktım. Elektrikler geri gelmişti. Yüzünün tamamını gözlerimin önüne geldiğinde girdiğim buğulu transtan çıkıp kendimi geri çektim. Karanlığın getirdiği çekime kapıldığıma inanamıyordum. Elimi hızlıca yanağından ayırdım. Onun bakışları hâlâ üzerimdeydi. Yüzümü inceliyordu, sanki her köşesini ezberlemek istiyor gibi yoğun bir bakışa sahipti.

“Gelen elektriğe küfretmemem için bana tek bir şey söyle,” diye fısıldadı dudaklarıma doğru. Anın büyüsü bozulduğu için çıldırıyordu. Onun çıldırması bana zevk verdi. Sürün köpek!2

Sinsi bir gülümsemeyi dudağıma yerleştirip kendimi tamamen geri çektim. Sonunda göğsünün üzerinden kurtulup oturur pozisyon alabilmiştim. Tamam, itiraf ediyorum. Az önceki konumum oldukça rahattı, ondan daha rahat bir yastık bulabileceğimi sanmıyordum ama kalbim vardı benim, manyak bir şeydi ve aramızdaki mesafe azaldıkça deli gibi atıyordu.

"Canım elektrik,” dedim zevk alarak. “Tam zamanında.”

Gözleri kısıldı. “Naz,” dedi söylenerek. “Sinirimi bozuyorsun.”

“Bu bana zevk verir,” dedim daha da sırıtarak. Tamamen rolleri değiştirmiştik. Hep o mu kıracaktı bu cümleyi? Bak bu düşünce de bana zevk verdi, müthiş bir şeymiş.

“Rol çalma.”

“Sen kalbimi çalarken iyiydi ama,” diye birden yükselip gözlerimi ona diktiğimde çok değil, sadece birkaç saniye sonra dediğimin farkına varıp kendimi odamın camından aşağı atmak istemiştim. Hay dilini eşek arılar soksun da bir daha konuşama Nazlı!

Alt dudağımı ısırıp gözlerimi ondan kaçırdığımda keyiften gülen bu sefer o oldu. Başını yasladığı yatak başlığından kaldırıp yerinde doğruldu ve bana doğru yaklaştı. “Demek kalbini çalmışım,” dedi çenemi tutup yukarı doğru kaldırdığında. Gözlerimiz tekrar buluştu. Onun hareleri yaramaz bir çocuk gibi sırıtıyordu. “Nasıl çalmışım, anlatsana biraz.”

“Vampirler kalp çalar bilmez misin?” dedim birden verebileceğim en saçma cevabı vererek.

Hımlar bir mırıltı çıkardı. “Demek öyle? Niye yaparız?”

Ellerim kucağımın üzerinde hareketlendi. “Göğsüme kazık çakıp beni de vampir yapmak için tabii ki.” Bakışlarım ciddiydi, bu onu daha da güldürdü.

Çenemdeki parmakları hareket etti. “Sana kazık çakmam. Fazla güzelsin, kıyamam.”

“Güzel olmasam beni deşecektin yani,” dedim hayretle ondan uzaklaşırken. Triplenmenin getirdiği etkiyle kaşlarım çatıldı.

Çenemden uzaklaşmasını sağladığım elleri bana temas etmeden duramadığını belli eder gibi bu sefer de saçlarımda gezindi. “Senin güzel olmama gibi bir ihtimalin yok, minik dünya.”

Yüzümü buruşturdum. “Minik dünya ne alaka be?”

Sırıttı. Parmakları saçlarımın ucuna dolanmıştı. “O da bana kalsın, bir ara anlatırım.”

Anlatırım derse anlatırdı. O yüzden üstelemeyip başımı omzuma yatırarak merak ettiğim en saçma sorulardan birini sordum. “Vampir olsam sevmez misin beni? Çirkin mi olurum?” Çocukken hep bu tarz sorular sorup onu çıldırtırdım ama şimdi gülümsüyordu.

“Seni her şekilde severim ve sen,” dedi gözlerime bakarak. “Asla çirkin olmazsın.”

“Ağlayınca çirkin oluyorsun diyen de ebemdi zaten,” diyerek terslendim. Bu cümlesinden nefret ediyordum. “Anca süslü laflarla beni kandırmaya çalış sen, ama yemezler.” Öyle bir yerler ki… Yine de bunu bilmesine gerek yoktu.

“Ah,” dedi yakalanmış gibi. “Büyük oyunu çözdün.”

Burnumu kırıştırıp ondan uzaklaşacağım sırada işittiğim anahtar sesiyle yerimden sıçradım. İşte şimdi bitmiştim. Evdekilerin varlığını yanımdaki vampir yarması yüzünden tamamen unutmuştum. Panik dolu bakışlarımı Emre'ye gönderdim. Onun dünya yansa umurunda değildi. Gereksiz derecede fazla sakindi. Suratının ortasına yumruk atsam kendine gelir miydi?

Başa gelen çekilir, bu sorunu kendim çözecektim. Odamın ışığı yanıktı ve gelen her kimse direkt olarak buraya gelebilirdi. Aklıma gelen süper zeka ötesi fikirle yerimden bile kalkmadan yatağımı yanındaki terliklerime uzandım ve tek atışla prize doğru fırlatıp lambayı kapattım.

Tam isabet!

Odam tekrar karanlığa bürünürken camdan gelen sokak lambasındaki ışıklar içeri aydınlatıyordu. “Yuh!” diye yükseldi Emre. Ona döndüm. Büyülenmiş gibi görünüyordu. “Tam on ikiden.” Gülüşü büyüdü.

“Ne sandın, var bizde de bir şeyler…” Lambayı kapatmaya üşenenler derneği başkanı olarak en sık yaptığım hamlelerden biri buydu.

“Elektrikler gelmiş, boşuna gittim o kadar yol,” diye söylenen abimin sesini işitince birden elimle konuşmaması için Emre'nin dudaklarının üzerini kapattım. Salonun lambası hâlâ yanıyordu. Dış kapının kapanma sesini işitince yerimden sıçradım.

“Olsun oğlum, evde kalsın. Lazım olur yine.” Annem de gelmişti. İmdatlar olsun! Bu aptalla konuşacağıma keşke evden atsaydım, şimdi asla atamazdım. Bitmiştim ben.

“Neyse uykum geldi benim, sabah okul var.”

“Elif kızımı daha erken göreyim demiyor da okul var diyor, biz bilmiyoruz sanki…” Annemin eğlenir tarzda konuşması benim de sırıtmama neden oldu. Bu huyun aynısı benden de vardı. Abimi çıldırtıyorduk.

“Anne başlama yine, bir tane Nazlı yeter bu eve.”

“Eşek sıpası onu ben doğurdum.”

“Ya bugün niye sürekli bana eşek sıpası deniyor!” Uyanık olduğumu bilseler öküz gibi gülerdim ama sessiz olmak zorundaydım ve bu oldukça sinir bozucuydu. Diğer elimle de kendi dudağımı kapattım.

“Söylenme söylenme… İleride–” Annemin her zamanki kurduğu cümleyi kuracağını anlayan abim lafını bitirmesine izin vermedi.

“İleride baba olunca halinizi anlarım falan filan, aynı şeyler. Başlama yine anne nolur, valla çok uykum var.”

“Yo…” dedi annem. “Onu demeyecektim.” Sesinden bile eğlendiğini anlayabiliyordum. “Baba olman için önce evlenmen gerek. Sana kalırsa ohooo… Nazlı bile senden önce evlenir.”

Mızrak yine Afrika'dan atılıp bana girmişti. İnanılmaz!

Kaçamak bakışlarım Emre’yi buldu. Elim hâlâ dudaklarının üstündeydi. Gözlerini kısmış kıs kıs güldüğünü bu halinden bile anlayabiliyordum. Huysuz bir şekilde diğer elimi dudaklarımdan çekip onu da dudaklarındaki elimin üstüne bastırdım.

“Bok evlenir, ben izin vermedikten sonra nereye evleniyor.” Sanki ondan izin isteyecek olan vardı da.

“Babası kılıklı. Neyse, ben yatıyorum. Uyumadan önce kardeşine bir bak. Karanlıktan korkuyordu, uyumuştur inşallah elektrik gitmeden. Meral cadısı ve oğlu bir elime geçsin bak neler yapıyorum onlara. Kızımın gününü zehir ettiler.” Canım annem, nasıl da beni düşünürdü. Utanmasam ağlardım.

“Hatırlatma şunu, gidip döveceğim o çocuğu yoksa.”

“Tamam tamam.”

“Uyu hadi, bakarım şimdi küçük velede. Uyumuştur zaten.” Küçük veletmiş, oksijen israfı herif. Bu abimi de bir ara dövmek şart olmuştu.

“Bak unutma ha.”

“Bu evin kadınları tamamdan asla anlamıyor.” Abimin söylenmesinden sonra annemin gülüşü büyüdü, ardından kapı kapandı. Sanırım odasına geçmişti ve abim de buraya geliyordu.

Abim odama geliyordu!

İmdat!

Abimin odama doğru hareketlendiğini işittiğim an ânın getirdiği adrenalinle Emre’nin dudaklarının üzerindeki elimi çektiğim gibi göğsünün üzerine yerleştirdim ve onu yere fırlattım.

Evet, löp diye yere yapıştı. En cafcaflı tabiriyle amele sümüğü gibi onu yere çakmıştım. Böyle bir şey beklemediği için dengesini kaybetmiş ve kendini tutamamıştı.

Çok olmasa da yere yapışmasıyla az bir gürültü çıktığı için içten içe küfrettim ama sesimi çıkarmadan yerde şok içinde bana bakan Emre’ye döndüm.

“Bu neydi şimdi?”

İşaret parmağımı dudağıma götürüp “Sus!” dedim fısıltıyla. “Sesini çıkarırsan öldürürüm seni, çöm oraya. Kafanı da sakın kaldırma.”

“Ben buraya nasıl sığayım kızım?”

Sitemine göz devirdim. “Odamda uyuyakalmadan önce düşünseydin. Sus şimdi. Abim gidene kadar sabret.”

Sabır çekerek yatağın altına girdi. Başka zaman olsa bu haline hönküre hönküre gülerdim ama şu an götümü kurtarma derdindeydim.

Hızlıca başımı yastığa yaslayıp üstümü örttüm. Saniyeler içinde kapım açıldığında odam salonun ışığıyla aydınlandı. Abime fark ettirmeden gözlerimi kapattım. “Uyudun mu bebe?” diye soran abime gözümü devirmemek için zor duruyordum. Kendimi biraz daha tutup gözlerimi açmamaya çalıştım.

"Cevap vermediğine göre uyanıksın.”

Söylediklerine dayanamayıp yerimden “Çüş ama artık!” diyerek doğruldum. “Uyuyan bir insan nasıl cevap versin beyinsiz misin!”

Kahkaha attı. “Her seferinde bu numarayı yiyen sensin, mal.”

Gözlerimi birkaç kez sinirle kırpıştırdım. Sinirlenmiştim çünkü söylediği doğruydu, yine yemiştim numarasını. “Defol git şuradan.”

“Çok meraklıyım sana.”

“Öylesin.”

“Yat zıbar.”

“Odamdan çok şahsi varlığınızı def ederseniz uyuyacağım sayın eşek sıpası bey.”

Abim her şeyi duyduğumu anladığında bezgince nefesini bıraktı. “Çok konuşuyorsun Nazlı. Allah bir çene vermiş gerisini koy vermiş.”

“Senin gece gece derdin ne? Ne diye benimle uğraşıyorsun?” diye söylendim battaniyeyi üzerimden çekiştirirken. “Elif abla kızmış sana belli.” Gerginliğini benimle atmaya çalıştığını anlayacak kadar onu iyi tanıyordum. En nihayetinde yirmi üç yıllık abimdi.

“Salak salak konuşup tepemin tasını attırma zaten sinirliyim sana.” Kesinlikle kavga etmişlerdi.

“Çok da umurumda,” dedim gözümü devirerek. “Defol git odamdan. Uyumak gibi senden önemli bir işim var.”

Pes ederek nefesini bıraktı. “Nasıl affettirebilirim kendimi?” dedi. İçeri gireceğini anladığımda yutkunmuştum. Yakalanmaktan feci korkuyordum. Bakışlarımı Emre’nin olduğu tarafa doğru çevirmemeye çalıştım. İçten içe bu kadar uzun kaldığı için abime küfrettiğine yemin edebilirdim.

Elimi dudaklarımın arasına götürüp abartılı bir şekilde esnedim. “İnsan gibi özür dile, çiçek falan al,” dedim esnemelerim arasında. “Elif abla papatyaları sever, inşallah bunu bilmeyecek kadar öküz değilsindir. Öyleysen senden ayrılsın daha iyi.” Araya girip birkaç kez ismimi uyarır nitelikte seslense de ona omuz silkip devam ettim. “Neyse, ona düzgün şeyler söyle. Hayvan hayvan konuşma. Gerçi senin bu hayvanlığın bir bana böyle, öküz herif. Bundan sonra Serdar abim en sevdiğim abim. Şimdi çık odamdan.”

Abim hayretle düşmüş bir şekilde bana bakıyordu. Konuyu getirdiğim noktaya inanamıyordu. “Şaka gibisin,” dedi başını salladığında kapı kolunu tutarken. “Konuyu nasıl buraya çektin şimdi?”

“Çekerim ben.”

“Neye sinirlendin yine?”

“Sadece bana özel hayvani konuşmana olabilir mi?” Yüzümü buruşturdum. “Sinirliymiş bir de bana, asıl ben sana sinirliyim yontulmamış öküz!”

“Kızım sen özel gününde falan mısın? Biz hep böyleyiz.” Doğru, öyleydik ama bu yine de anlık sinirlenmeme engel değildi.

“Her zaman öküz olduğunu kabul etmen de büyük bir gelişme, bir daha demeyeceğim. Odamdan çık.”

“Katlanılmaz birisin, bu evden gitmeyi düşünmüyor musun?”

Bir anlığına durdum. Aklıma gidebilme ihtimalim gelince kısa bir anlığına suratımı astım. Gidersem mutlu olur muydu, olmazdı ama söylediğinin şaka olduğunu bildiğim halde üzülmüştüm. Niye bu kadar üzülmüştüm?

Sessizliğim fark eden abim “Şaka yaptık be,” dedi, sesi beni rahatlatmak istediğinden fazla yumuşaktı. “Alınma hemen. Sensiz çekilmez burası.”

Kendimi silkeledim. “Tabii çekilmez. Senin muşmula suratını ne yapsınlar? Evlen de defol.”

Bir kaşı havalandı. “Sıra sana mı gelecek, düşünüyorsan şimdiden unut.”

“Sence evlenmek gibi bir derdim olsa seni bekler miyim?” Babam ve ben turşumu kurmayı düşünüyorduk. “Defol da ev bana kalsın, odanı çalışma odam yapacağım.”

“Ne hayırlı bir kardeş.”

Bezmiş bir şekilde onu işaret ettim. “Evleneyim mi yani, bunu mu istiyorsun?”

“Asla,” dedi hemen. “Odam senin olabilir.”

Şeytani bir gülümsemeyle “Yarın boşalt odamı o zaman, salonda yat,” dediğimde yatağın altında küçük bir gülme sesi işittim. Emre’ye en içten küfürlerimi ileterek panikle yerimde hareketlendim.

“O ses neydi?” dedi abim bakışlarıyla etrafı tararken.

Kafa anlamamış gibi salladım. “Ne sesi?”

“Gülme sesi duymadın mı?”

Dudaklarımı büzdüm. “Yo,” dedim. “duymadım.”

Sinirlenmeye başlıyordu. “Nasıl duymadın kızım, sağar mısın?”

İçeri adım attığı an “Kafa sesimdir o,” diye bağırdım.

“Kafa sesin mi?” Tekrar bir gülme sesi geldi. Allah seni kahretsin Emre!

“Evet,” dedim sesi bastırmaya çalışırken aynı zamanda kafamı sallayarak. “Benim kafa sesim var, bilmez misin?”

Dalga geçen gözleri beni baştan aşağı taradı. “Senin mi kafa sesin var, gece gece anırtma.”

“Cem Adrian'ın var. Benim niye olmasın, ne farkım var? Hem senin anırman için gece olmasına gerek yok. Sabah akşam yaptığın şey bu, anırmak. Sıpasın ya hani.”

“Birincisi, ne mi farkın var? Senin sesin korkunç.” Yüzü anında buruştu. Çocukken beni deli ettiği her saniye ona sesimle işkence ederdim. Hâlâ da yapmaya devam ediyordum. “İkincisi de…” dediğinde kaşları biraz daha çatıldı. "Bana bir daha sıpa dediğini duyarsam seni camdan sallarım.”

“Birincisi odamdan kalmaya devam edersen korkunç dediğin sesimle karşı karşıya kalacaksın.” Uyarım işe yaramış gibi kendini silkeledi. Sesime katlanamıyordu. “İkincisi de bok sallarsın beni camdan, sabah babama söyleyeyim de kim sallandırıyor görürüz. Gece gece bok gibi çenen açıldı, aşk acısından kendin uyuyamıyorsun diye beni uyutmama çabanı görmüyorum sanma.”

Nasıl bir mallık yaptıysa Elif abla gibi sakin birini bile kızdırmıştı. Bunun acısını niye ben çekiyordum? Benim mi aşk acım kardeşim ya? Oyununu çözdüğüm için bıkkın bir nefes verdi ve kapıya uzandı. “İyi, yat da zıbar. Gidip Emre'yi arayayım. Senden daha iyi kardeş, en azından dert dinler,” diye dert yandığında sadece dilimi çıkardım. O dediği biraz zordu. Kendisi telefon açamayacak kadar odamda mahsur kalmakla meşguldü.

Sonunda gidiyordu. Kapıyı kapattığı sırada söylediği son şey “Kabuslu geceler,” olmuştu. Arkasından “Senden ala kâbus mu var,” diye bağırdım ama cevap vermedi. Odasının kapısı açıldı ve kapandı. Öküz herif. Şu an Emre odada olmasa onu dinlerdim ama ciddi anlamda korkunç bir zamanlamaya denk gelmişti. Azıcık burnu sürtsün, bir şeycikler olmazdı.

Yerime uzanıp başımı yastığa uzattım. “Sen de kal orada!” dedim Emre’ye bakmadan. Yerinden hareketlenirken gülme sesini işitebiliyordum. Beni zor durumda bıraktığı için onu pataklayacaktım. “Sabah erkenden çıkarırım seni. Sakın tek kelime edeyim de deme, bu sefer hiç acımam döverim seni.”

“Giray’ın öfkelendirmesi yine bir şekilde bana patlıyor,” dedi gülmeyle inanmama arasında. Uyarmama rağmen konuşmaya devam ediyordu. “Yine fazla sinirlisin minik dünya.”

Bir hışımla onun olduğu tarafa doğru başımı çevirdim. “Rahatsızsan gelme yanıma o zaman!”

Gülümsemesi yüzünden silindi. “Senden hiç gitmem.” Oturduğu yerden yüzüme yaklaştı. “İstediğin kadar da sinirlen yanımda, sinirlendiğinde fazla güzel göründüğün için işime gelir.”

Başımı diğer tarafa çevirdim. İnadına yakınlaşıp beni saf dışı bırakması sinirlerimi bozuyordu. Yakın olduğunda düşünmeyi unutuyordum. “Yat uyu, zaten senin yüzünden az kalsın yakalanıyordum. Müsait bir anımda saçını başını yolacağım.”

“Cidden burada mı uyuyacağım?” dedi inanamayarak. Hâlâ yerde oturuyordu. “Bari yanına geleyim.”

Tekrar ona döndüm. “Sen cidden dayak istiyorsun,” dedim gözlerimi kısarak. Arsız herif. “Sürün yerde.”

“Vicdansızsın kızım sen,” diye söylendi. Ardından memnuniyetsiz bir şekilde kafamın altındaki yastığı çekip aldı.

“Hey!” dedim kafamı kaldırıp otururken. “Yastığımı ver.”

“Düz halıya mı yatayım kızım? Ha illaki yastık istiyorsan daha önceki gibi göğsüme yatabilirsin.” Pişkince sırıttı. “Eminim daha rahattır.”

Sinirlerimi ciddi anlamda bozduğu için saçına uzanıp geriye doğru çektim. Dudaklarından kısık bir inilti kaçtı. “Anca rüyanda!” diye tısladım. Saçını çekeceğimi beklemediği için kısa bir anlığına boş gözlerle bana baktı, onu umursamadan kafamı yastıksız yatağıma yasladım.

“Beni kel bırakmaya yeminlisin,” diye söylendi. Daha önceki sözlerime gönderme yapıyordu. Omuz silkerek kafanı onun aksi yönüne çevirdim. Bu onu yine de konuşmaktan alıkoymadı. “Öfkeli civciv, uyuyamadığı için dehşet saçıyor. Neyse daha fazla bulaşmayacağım sana. Sabah yine sinir ederim.”

Kısık gülüşü kulaklarıma dolduğunda bugün bilmem kaçıncı kez gözümü devirdim. Dediğini yapacak, beni yarın yine sinir edecekti ve evet, uyuyamadığım her saniye daha fazla öfkeleniyordum. Uyku benim için her şeydi ve ev halkıyla birlikte Emre yüzünden bir türlü uyuyamamıştım. Üstüne sabah erken kalkıp işe gitmem gerekiyordu. Kahvaltı yapmaya bile zamanım yoktu.

Ona cevap vermeden uyumaya çalıştım. Bir süre sonra onu da sesi kesildi. Odayı kaplayan tek ses nefes alış verişlerimize aitti. Normalde olsa gözümü kapattığım gibi uyurdum ama şimdi uyuyamıyordum. Hem onun odamdaki varlığı hem de yerde uyuduğu için bir yerleri ağrır mı düşünceleri gözümü kapatmama izin vermiyordu.

Sesli bir şekilde nefesimi bırakarak yataktan tekrar doğruldum. Başımı onun olduğu tarafa çevirdim. Boylu boyunca gözleri kapalı bir şekilde yerde uzanıyordu. Dizini birini kırıp kendine doğru çekmiş, bir koluyla da alnını kapatmıştı. Uyuduysa manyak büyük şaşıracaktım. Bu kadar çabuk uyuyan birisi değildi.

“Uyusana,” dedi birden, onu izlediğim için yakalanmışım gibi yerimden sıçradım. Uyumuyordu. Ama gözleri hâlâ kapalıydı. Cevap vermediğimde kapalı gözlerini araladı, anında göz göze geldik. “Uykun mu kaçtı?”

Oflayarak yerimden kalktım. Ben kalkınca hızlıca o da doğruldu yerinden. “Nereye?” diye sordu ama onu cevapsız bırakıp, telefonumu komodinin üzerinden alarak odanın kapısına doğru yürüdüm. Sonra ona döndüm. Aynı yerde dikilmiş gözleri kısık bir şekilde bana bakıyordu. “Bekle burada sen?” diyerek sessiz bir şekilde kapı kolunu indirdim.

Ne yapmaya çalıştığımı anlamasa da bana sorun çıkarmayıp bekledi. Evin salonu boştu, her yer fazla karanlıktı. Telefonun ışığını yaktım. Önce salondaki dolaptan bana lazım olan bir iki şeyi aldım, sonra parmak ucumda yürüyerek oturma odasına doğru yürüdüm. Ortalık sessizdi, herkes çoktan uyumuş olmalıydı. Odanın kapısını yavaşça indirerek ardına kadar açtım ve içeriye girdim. Elimdeki çarşafı koltuğa serdikten sonra yastığı ve battaniyeyi üzerine koydum. Aptal kalbim onun yerde yatması yüzünden rahat edemiyordu bir türlü. Oturma odasında yatarsa, sabah bizimkiler onu görünce sorun çıkarmazdı, bizim evde sık sık yattığı olmuştu. En azından benim içim de rahat ederdi. Bahanem de hazırdı, karanlıktan korkmuştum, ses duyduğum için de evde biri var sanıp onu aradım. Beni tek bırakmak istemediği için de biz gelene kadar odada kalmasını istedim. Yalanla doğru arasında müthiş bir gerçeklikti ve kimse de sorgulamazdı. Beni tek bırakmadıkları için teşekkür bile ederlerdi.

Odama dönmek için arkamı döneceğim sırada birden bir bedene çarptım. Ansızın olduğu için çığlık atacaktım ki eli dudaklarımın üzerini örttü ve çığlığımı bastırdı. “Şşş…” dedi kulağıma doğru. “Benim bağırma.”

Bir gün ciddi anlamda yüreğime indirecekti. Sinsi sinsi yaklaşmak zorunda mıydı?

Bezgin bir şekilde kafamı salladım. Bağırmayacağımı anladığında dudaklarımın üzerindeki elleri çekti. Ona doğru döndüm, anında kaşlarım çatıldı. “Bir gün senin yüzünden kalpten gideceğim,” dedim dişlerimin arasından fısıldayarak.

Eğlendiği apaçık ortadaydı. Saçlarımı parmakları arasına alıp sırıttı. “Gitmezsin korkma, ben çalmışım ya onu,” dediğinde ona bu fırsatı verdiğim için en çok kendimi dövmek istiyordum. “Gelmeyince merak ettim, niye geldin buraya ve…” Koltuğun üzerindekilere kısa bir bakış attı. “Neden bunları serdin?”

Yüzümle koltuğu işaret ettim. “Geç burada uyu,” dedim esneyerek. Uykum yavaş yavaş bastırıyordu. “Seni odamdansa burada görmeleri can sağlığın için daha doğru bir hamle. İkimiz de uyanamazsak, seni odamda göreceklerine eminim. Biteriz ve ben kafamda bin tane farklı felaket senaryo yazdım bile. Bu konuda ne kadar takıntılı ve yetenekli biri olduğumu en iyi sen biliyorsun. O yüzden ağzını açıp tek kelime etmeden geç yat. Bugünlük bana bu kadar aksiyon yeter.”

Parmakları saçlarımda gezinirken “Nefes al,” dedi. Yüzümü son derece dikkatli bir şekilde inceliyordu. Ansızın dudağının bir kenarı kıvrıldı. Ne düşünüyorsa hoşuna gitmiş gibi görünüyordu. Yüzüme doğru eğildi. “Hem beni mi düşündün sen?” Çarpık gülümsemesi biraz daha büyüdü. “Kıyamadın değil, mi? Kıyamadın.” Saçlarımda gezinen eliyle bir tutamı kulağımın arkasına sıkıştırdı. “Seviyorsun sen de bu çocuğu, kabul et.”

Kavurucu derecede içim yakan yakınlığından kaçmak için bir adım geriledim. “Gece gece çenen açıldı iyice,” dedim gözlerimi ondan kısa bir anlığına kaçırarak. “Şimdi biri uyanacak. Neyse, ben gidiyorum. Televizyon ünitesinin orada şarj aleti var, kullanırsın.”

Arkamı dönüp kaçar adım yanından uzaklaşmaya çalıştım ama kolumdan tutup beni durdurdu. Omzumun üzerinden ona dönerken “Ne var yine?” dedim sesimi alçaltmaya çalışarak.

Tuttuğu elimden beni kendine doğru çekti. “İyi geceler öpücüğüm yok mu?” dedi gözlerini kısıp gülümserken. Hayretle ona baktım. Ben yakalanacağız diyorum, o gelmiş öpücükten bahsediyor. “Yok,” dedim çenemi kaldırarak. “Ama iyi geceler dayağım var, uygun mudur?”

“Senden geliyorsa neden olmasın.”

“Uyu,” dedim, elimi ondan kurtarırken.

Oflayarak elimi bıraktı. “Küçük bir tane de mi olmaz?”

“Küçükken bu kadar ısrarcı olan bendim,” dedim hayretle. “Sana noldu böyle?”

Sırıttı. “Aşk oldu. Aşık oldum. Sana.

Yine yapıyordu, yine kalbime oynuyordu. Konuşmayı unutmuştum resmen. Bir şey diyemeden kaçar adım yanından uzaklaştım, bu sefer durdurmadı. Salondan çıkıp odama geçtim. Odama girdiğimde yaptığım ilk şey kapımı arkamdan kapatıp, sırtımı kapıya yaslayarak elimi göğsümün üzerine koymak oldu. Çok hızlı atıyordu. Tek lafına tüm sınırlarım kaybediyordum.

“Ben de aşık oldum,” diye fısıldadım kapı kolunu sıkıca tutarken. “Sana.

Devam edecek...

***

İkisini de çok seviyorum ya...

Bölümü nasıl buldunuz?

Atışmalarını ayrı seviyorum ya, Emre her saniye Nazlı'yla uğraşıp duruyor. Keza Giray da öyle. Giray'la Nazlı'nın abi kardeş çatışmasını ayrı seviyorum dkgjdfdgdgf

Emre Nazlı'nın gidebilme ihtimalini öğrendi, tepkisini nasıl buldunuz?

Eee, Nazlı'nın doğum günü geliyor, bakalım neler olacak?

Kıza vizdansız diyip duruyorsun ama o yine sana kıyamadı Emre. Gitti salonda yer ayarladı.

Neyse efenimler part 2de tekrar görüşürüz. Giray, Emre senden daha iyi kardeş diye Nazlı'ya atarlanıp telefondan tek bir cevap alamayınca ve sabah kalktığında Emre'yi oturma odalarında gördüğünde nasıl tepki verecek merak ediyoruz. Nazlı bunla bir posta dalga geçer kmlfhgfhgn2

Hadi esen kalın...

Bölüm : 03.04.2025 00:05 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...