
Selam selam selam...
Yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalar...

11. BÖLÜM
TUTULAN ELLERİ BIRAKMAYANLAR
Hikâyemin hangi yerine uzansam elimde kalıyordu. Avuç içlerim katran katran acılar silsilesi. Ruhum kan revan içinde bir serzeniş arasında meçhul bir umutsuzluğu boyluyordu. Ne yapmalıyım ya da nasıl hissetmeliyim hiçbir fikrim yoktu. Tek bildiğim canımın çok yandığıydı, tek bildiğim canımı çok yaktığıydı.
Yalnız kalmış gibi hissediyordum. Gibisi de fazlaydı. Yalnızdım. On iki yıldır hep yalnızdım. Yalnız olmadığımı sandığımda bile evime gidip kapıyı ardımdan kapattığımda içeride kendi sesimi bile duyamayacak kadar yalnızdım. Kafamın içinde sıkışıp beni boğan düşünceler sarmaşığına dolanmış canhıraş debeleniyordum. Onun bana nüksettiği yalnızlık zehrine kapılmıştım. Can çekişiyordum.
Hayat uzun bir yoldu ve ben yıllardır ilerlemek için tek başıma çaba sarf ediyordum. Bazı anlar oluyor ilerleyemiyordum ya da kalkıp o yolu geri dönemiyordum. Her şey için geç oluyordu. Geride kalan yollar kapanıyordu ama ileriye de gidemiyordum. Durduğum yerde tükeniyordum. Durduğum yerde soluyordum. Oysa ben her acıya inat çiçek açardım.
Aşk acıtır. Aşk kanatır. Aşk yeri gelir öldürür. Yanlış toprakta büyüyen her aşk solmaya mahkûmdur. Ve ben, Elvin Erden. Yanlış toprakta, yanlış kişi için büyümüştüm. Her yaprağım yavaş yavaş dökülüyordu üzerimden. Döküldükçe eksiliyordum biraz biraz kendimden. İyileşemiyordum. Yaralarım büyüyordu.
Yaş on altı, aşk umarım bir gün canımı yakmaz demiştim.
Yaş şimdi yirmi altı, yanmayan yerim kalmamıştı.
Poyraz elimi tuttuğunda ondan destek almak için elini biraz daha sıktım. Parmakları sakinleşmem için parmaklarımı okşuyordu. Nasıl hissettiğimi anlıyordu. Ben burdayım dercesine dağ gibi yanımda dikiliyordu. Benim için yalnızlığın kapısı kapatıyordu. Bu sefer kapının içinde değildim, ilk defa kapının dışındaydım. İlk defa biri beni o kapıdan çekip almıştı.
Gözlerimi koyu kahve gözlerden çekmedim. Dudağımdaki gülümsemeyi güçlü olduğumu ona göstermek için hiç silmedim. Görkem'in bakışları sadece Poyraz'la birleşen ellerimizdeydi. Bundan rahatsız olduğunu her halinden anlayabiliyordum, onu iyi tanırdım. Gittiğimi düşünüyor olmalıydı ama buradaydım, hiçbir yere gitmemiştim. Onun hayatını yerle bir edecektim. Beni en son utanmadan hastaneye yanıma geldiğinde görmüştü. Buradan gitmemi söyleme cesaretini de o gün göstermişti. Bebeğimi öldürmüştü ya da öldürülmesine müsaade etmişti. Her türlü bebeğimi kaybetmenin bedelini ödeyecekti. Benim nefretimle yüzleşecekti. Onun bu zamana kadar bende gördüğü tek şey aşktı. Artık nefretimi tadacaktı.
Beni kaybettiğine pişman olacaktı. Dizlerinin üstüne çökecek, benden af dileyecekti. Onu yine sevmemi isteyecekti ama ben ondan nefret etmeye devam edecektim.
İnsanlara ikinci bir şans vermezdim. Bunu öğrenecekti.
Beni geri isteyecekti. Öyle bir isteyecekti ki aklını kaçıracaktı. Ama ben, onun gözlerinin içine baka baka başkasıyla evlenecektim.
Onun gözleri beni sevdiğini söylemeye devam edecekken ben nefretimi her saniyemde hissettirecektim.
Poyraz'la el ele yanlarına doğru ilerledik. Tarık iş ortamı olacağı ve buranın onu boğduğundan bahsederek hızlıca yanımızdan kaybolup bahçeye kaçmıştı. Bu ailenin asi çocuğu da o olmalıydı. Salonda Görkem dışında üç adam daha vardı her birini iş camiasından tanıyordum. Cengiz Karaaslan, Ahmet Karaaslan ve Selim Karaaslan.
Yanlarına vardığımızda Görkem benden ayıramadığı gözleriyle yerinden ayaklandı ve "Elvin?" dedi tekrar bocalarcasına. "Senin ne işin var burada?"
Diğer adamlar bize döndü. Onlara dönmeden önce Görkem'e bakıp "Özel hayatımın sizi ilgilendirdiğini düşünmüyorum, Görkem Bey, " dedim ve onu sözlerimle şok içinde bırakarak diğerlerine döndüm. Her birinin bakışları ben ve Poyraz üzerinde geziniyordu. "İyi akşamlar, Elvin ben."
Ahmet Karaaslan'ın oğlu Selim Karaaslan beni başıyla selamladı. Sanırım Defne'nin babası oydu. Saçları ve gözleri Defne'ninkiler aksine zift kadar koyu bir renge sahip olsa da bakışları birebir aynıydı. "İyi akşamlar." Gözlerindeki merak kendini belli ediyordu. Poyraz'dan bir açıklama istediği her halinden belliydi. "Yanlış hatırlamıyorsam..." Bakışları Görkem'e kaydı. "Siz Görkem Bey'in kişisel asistanıydınız, değil mi?"
"Eski asistanı," dedim, oldukça sakin tutmaya çalıştığım sesimle. Selim Bey söylediklerime şaşırdı. "Beraber çalışmayı bıraktık, birkaç ay oluyor." Poyraz'a döndüm. Bakışları babasının üzerindeydi ve oldukça öfkeli görünüyordu. Sıktığı elimden de bunu hissedebiliyordum. Ona baktığımı hissedince bana döndü ve yüzündeki öfke biraz da olsa yumuşadı.
"Elvin artık bizimle çalışacak," dedi Poyraz sessizliğini bozarak. Görkem'in gözlerine baktı. Görkem duyduklarından dolayı şaşkındı. Ama asıl büyük şoku Poyraz'ın tuttuğu elimi her birine göstererek "Biz yakında evleniyoruz," demesiyle yaşamıştı. Göz bebekleri yerinden çıkacakmışçasına büyüdü. Vücudu kasıldı. Parmaklarını avuç içlerine delmek ister gibi bastırdı. Böyle bir şey beklemiyordu. Tepki veremeyecek kadar kendini kaybetmişti. Poyraz bu sefer babasına döndü. "Ve bu sakinliğine göre, senin bundan haberin var. Aylin yine haddi olmayan şeylere burnunu sokmadan duramıyor."
Cengiz Karaaslan sırtını yaydığı koltuktan çekip yavaşça ayaklandı. Poyraz'ın dediği gibi fazla sakin duruyordu. Koyu kahve bakışları sertti. Önümüzde durduğunda gözlerini bana dikti. "Masaya geçelim," dedi. "sonra konuşuruz." Başka bir şey demedi ve yanımdan çekip gitti.
Poyraz kulaklarıma yaklaştığında daha kötü hissetmem için "Sen istersen yukarı çık," dedi yumuşak bir tonda. "Kalmak zorunda değilsin."
Ona bakıp kafamı belli belirsiz iki yana salladım. Kaçmayacaktım. "Sorun değil," dedim. "Baş ederim. Sadece yanımda kal, o bana yeter."
Gülümsedi. "Her saniyesinde."
Görkem'i aramızda bırakarak el ele masaya doğru ilerledik. Aynı yerde hareketsizce dikiliyordu. Selim Bey'in onu masaya davet etme komutuyla kendine gelmişti. Büyük bir bocalama ile savaştığını biliyordum ama bu daha başlangıçtı.
Masanın başında Cengiz Karaaslan oturdu. Bir yanına Poyraz, diğer yanına da Ahmet Karaaslan geçti. Ben hemen Poyraz'ın yanındaki yerimi aldım. Görkem tam karşıma geçti. Selim Karaaslan da hemen yanındaydı.
Cengiz Karaaslan'ın bana olan bakışlarında burada ne aradığımı sorgulayan bir ifade vardı ama onu umursamadan "Ne için toplandık?" diyerek direkt konuya girdi Poyraz. Bakışları babasının üzerindeydi. "Ve neden benim önceden haberim olmuyor?"
Görkem gözlerini benden ayırmıyordu ama inatla ona bakmamaya devam ediyordum. Cengiz Karaaslan'a döndüm. Görkem'le ne zamandan beri çalışmayı planlamıştı? Bundan Poyraz'ın haberi olmadığı her halinden belliydi. "Saçma sapan şeylerin peşinde olmasaydın, haberin olurdu," dedi Cengiz Karaaslan. Burada bahsettiği saçma sapan şeyin ben olduğumu elbette ki anlıyordum. Kendince bana gönderme yaparak bir şeyler elde edebileceğini sanıyordu ama bana yemezdi. Diğerleri de lafın bana geldiğini anlamış olmalı ki kısa bir anlığına bana baktılar. Ben ise sadece gülümsüyordum.
"Saçma sapan şeylerin peşinde olanın kim olduğunu hepimiz iyi biliyoruz ve sen," dedi baskın bir sesle, masadaki elimin üzerine uzanıp tutarken. "Elvin hakkında tek bir iğneleme daha yapmayacaksın. O yakında bir Karaaslan olacak ve sen de ona saygı göstereceksin." Dönüp bana baktı. "Ben onu seviyorum."
Sözleri o kadar gerçek gibiydi ki ben bile inanacaktım. Elimin üzerindeki elini sıkı tutup ona içten olacak bir şekilde gülümsedim. Gözlerinin içi parlıyor gibiydi. Sahte müstakbel karı koca olarak müthiş oyuncular olduğumuzu düşünüyordum. Düşünmüyordum, direkt olarak bundan emindim. Sadece aşk konusunda kendimden emin değildim. Hiçbir zaman askın sahtesini oynamam gerekmemişti.
Karşımdaki iki ayaklı mahluk onun dışında birine gülümsediğimi gördükçe oturduğu yerde kasım kasım kasılmaya başladı ama ağzını açıp tek kelime dahi edemiyordu. Ederse her şeyi mahvedeceğini biliyordu. İş onun çoğu zaman önceliği olmuştu.
"Şimdi," dedi Poyraz tekrar babasına bakıp ciddileşerek. "Aile içindeki konuyu aile arasında daha sonra konuşalım. Esas konuya gelin." Aile arasında derken buradaki tek yabancının Görkem olduğunu ve benim de artık bu ailenin bir üyesi olduğumu her kelimesiyle belli ediyordu.
Görkem Poyraz'ın imasını anlamıştı. O kadar aptal biri değildi. Ona dönüp baktım. Gözleri gözlerime değdi. Benim onların ailesinden biri olduğumu düşündüğü her saniye tutmaya çalıştığı öfkesinin giderek arttığını seğiren gözlerinden anlayabiliyordum. Tekrar Poyraz'la birleşen ellerimize baktı ve bu, yutkunmasına sebep oldu.
Poyraz Görkem'in bana bakmaya devam ettiğini fark ettiğinde birleşen ellerimizin parmaklarını birbirine kenetledi. "Görkem Bey'le hangi konu üzerinde birleştik bu gece? Zira ben kendisiyle çalışmak istemediğimi çok iyi bir şekilde belirttiğimi hatırlıyorum." Duyduklarımın üzerimde bıraktığı şaşkınlıkla hızlıca Poyraz'a döndüm. Onunsa bakışları Görkem'in üzerindeydi. Kaşları çatık, yüzü gergindi. Bakışlarında anlamlandıramadığım bir ifade vardı. Bundan haberim yoktu. Onunla çalışmak istemediğini ne zaman söylemişti?
"Sadece sana göre yürümüyor bu iş," diye araya atladı Cengiz Karaaslan. Sesi fazla sertti. "Kafana göre iş yapamazsın."
Uzun zamandır sessiz olan Ahmet Karaaslan sessizlik yeminini bozarak Cengiz Karaaslan'ı onayladı. "Abim haklı yeğen. Senin fikirlerine her zaman önem veririm bilirsin ama Soykanlarla çalışmak istememe inadını bir türlü anlayamadım. İki aydır kan kusturuyorsun bize. Öncesinde böyle bir şey yoktu, daha ılımlıydın."
Biz Poyraz'la iki aydır tanışıyorduk.
Benden sonra mı değişmişti fikirleri?
"Çalışma prensiplerini bana ters," dedi Görkem'in gözlerinin içine bakarak. Görkem gözlerini kısmış bir şekilde Poyraz'ın ne söylemek istediğini anlamaya çalıştı ama ben anlamıştım. Yarı yolda bırakanlarla aynı yola girilmez, yanlış sona ulaşırsın.
Ve yolun sonu, uçuruma çıkar.
Görkem duruşunu biraz daha dikleştirdi. Ellerini masada birleştirdi ve ciddi bir tavır sergileyerek Poyraz'a baktı. Bakışları tekrar beni bulursa konuşmayı unutacak gibi durduğundan konuşması boyunca harelerini bana değdirmedi. Hâlâ burada olduğumu idrak edebilmiş değildi. "Soykan Holding olarak misyonumuz; disiplin, planlı hareket ve kesintisiz odaklanma ile iş dünyasında fark yaratmak," dedi tok bir sesle. Kendinden oldukça emin duruyordu. "Hedeflerimizde gecikmeye, hataya ve belirsizliğe yer yok. Her projeyi en yüksek kalite ve verimlilikle tamamlıyoruz. İlkelerimizde iş yapan değil, iş bitiren bir holding olarak sektöre yön veriyoruz. Bu doğrultuda iki büyük şirket olarak güçlerimizi birleştirirsek daha büyük işlere imza atar, her projeyi hedeflenen sürede ve en yüksek verimlilikte tamamlarız. Keza yazılım olarak sektörün en iyilerindeniz. Her iki aile için de mutualist bir anlaşma olacağına inanıyorum."
Selim Karaaslan onu onayladı. "Görkem Bey'e katılıyorum," dedi bakışları Poyraz'ın üzerindeyken. "Finansal olarak her iki holding için de uzun vadede bir fayda sağlayacak."
"Uluslararası bağlantılar bizim için faydalı olacak." Ahmet Karaaslan bu konuya ikna olmuş gibi duruyordu. İstemsiz bir sırıtma kaçtı dudaklarımın arasından. Bakışlarım Görkem'in üzerindeydi. Bana baksaydı neden böyle güldüğümü anlardı.
Poyraz amcasını böyle fütursuzca Görkem'in yanında onları övmesine ümitsiz bir şekilde sırıttı. Ne kadar iyi olursa olsun, onlar bu sektörde hâlâ rakipti ve kimse rakibin iyi özelliğini ona söyleyip göğsünü kabartmamalıydı, bu onlara sadece eksi getirirdi. "Sahada bizim kadar deneyimleri yok," dedi Poyraz Görkem'e bakarak. Sesindeki alay anlaşılmayacak gibi değildi. Görkem'in kaşları arasındaki boşluk kırıştı. "Evet, akıllı bina özellikle yurtdışı bazında fazla kullanılan bir yenilik, ama sırf bunun için ortaklık yapılmasını, üstelik her projeyi buna göre entegre edilmesini doğru bulmuyorum. Ki Karaaslan Holding olarak yazılım konusunda destek almayı gerektirecek bir durumda olduğumuzu düşünmüyorum."
"Bize sağlam bir yurtdışı bağlantısı lazım," dedi Selim Karaaslan. Kısa biri anlığına söyleyeceği şey sanki beni ilgilendirecekmiş gibi bana baktı. "Bunu Demirkıranlar ile sağlayacaktık ama biliyorsun ki anlaşma bozuldu." Poyraz ve Aylin'in iptal olan nişanı yüzünden olduğu apaçık ortadaydı.
Cengiz Bey öfkesini gizlemeye bile gerek duymadan "Bunu da kimin yüzünden bozulduğunu hiç konuşmayalım," dedi. Hayretle ona baktım. Kız adamı aldattı ama Poyraz onunla evlenmedi diye suçlu olan o oluyordu. Tam bir saçmalık. Cidden aldatan insan yüzsüzlüğü diye bir gerçek vardı.
"Yurt dışı pazarlarındaki potansiyelimizi hafife almayın Poyraz Bey," dedi Görkem, Poyraz'ı ikna etmek isteyerek. "Hem Asya hem de Avrupa'da sağlam bağlantılarımız var." Bu işi Poyraz'ın dediği gibi inşaat sektöründe Karaaslanlar kadar sahada deneyimleri olmadığı için istiyordu. Bunu en iyi ben biliyordum, bunu için Poyraz'a ulaşmanın türlü türlü yollarını az aramamıştım. Herif kolay ulaşılan biri değildi, yurt dışındakilere ondan daha rahat ulaşabiliyordum. Şimdi ise ulaşamadığım bu adam, yakında evleneceğim kişi olacaktı. Dünya anlaşılan benimle eğlenmeyi seviyordu.
Daha fazla bu muhabbete dayanamadığım ve Poyraz'ın yanında olduğumu belirtmek için konuşmak adına iki kez öksürüp dikkatleri üstüme çektim. "Yurtdışı konusunda size ben yardımcı olabilirim," dedim, kendimden oldukça emindim. "Karaaslan Holding ile çalışacaksam tüm bağlantılarımı da bunun için kullanacağıma emin olabilirsiniz."
Poyraz dahil çoğunun şaşkın bakışları üzerimdeydi. Görkem benden böyle bir hamle beklemiyordu. Artık onunla çalışmadığım için tüm bağlantılarımı ona bırakacağımı sanmıyordur umarım. Sanıyorsa, onu gözümde fazla büyütmüştüm. Aslında ben onu gözümde gerçekten fazla büyütmüştüm.
Üzerindeki şaşkınlığı atan Cengiz Karaaslan bir kaşını alaycı bir şekilde kaldırıp "Sen mi?" dedi küçümser bir şekilde. "Sen sadece bir kişisel asistan değil misin?"
Poyraz araya girecekti ki elimi kaldırıp onu susturdum. "Soykan Holding'in çoğu yurtdışı projelerini ayarlayan kişi bendim," dediğim an bakışları kısa bir anlığına benden çekip Görkem'e çevirdi. Görkem sadece bana bakıyordu. Ondan bu kadar basit bir şekilde intikam alacağımı düşünüyordu.
Ben onu mahvedecektim.
"Bunu Görkem Bey'e de sorabilirsin." Nefret dolu bakışlarım onu yerine sindirmişti, bu haline keyifle sırıtıyordum. Cengiz Bey'e dönüp dudak büktüm. "Ha... Artık kendisiyle çalışmadığım için aksini iddia etmek isteyecekse bu konuda bir şey diyemem. Ama beni hafife almayın. Hiçbir zaman basit birisi olmadım."
Alayını biraz da olsa bir kenara bıraktı. Eh, bu da bir gelişmeydi. Önyargıları kırmakta müthiş yetenekli birisiydim. "Sizin bu konuda düşünceniz neler?" dedi Görkem'e.
Görkem "Elvin, iyi bir çalışan," dedi Poyraz'la tutmaya devam ettiğimiz ellerimize istemsiz bakarken. "Önceliklerini iyi belirler, doğru hamleler yapar. İşi gereğince de çoğu projemizi ayarladığı doğrudur. Ama son nokta yine bizde biter." Histerik bir şekilde sırıttım. Eskiden beni övmelere doyamazdı, şimdi ise işi gereğince yapması gerekeni yapıyor demeye getiriyordu. Hayır, ben yapmam gerekenden de fazlasını yapmıştım ama aşk gözümü öyle kör etmişti ki kendimi sürekli geri planda bırakmıştım.
Emeğimi hiçe saymasına göz yummayacaktım. "Ülke çapında uzun süre gündemde olan Soykan Holding ve Japon ortaklığının baş mimarı bizzat bendim," dedim sanki normal bir şeyden bahseder gibi. Poyraz şaşkınca elimi sıkarken diğerleri gibi bakışları üzerimde geziniyordu. "İşim değil, karakterim gereğince en iyisini yapmak temel hedefim. Doğru strateji ve doğru teknikle elimden gelmeyen iş yoktur. İş onlarda biter ama başlatan hep bendim. Ve başlamayan hiçbir iş, bitişi göremez."
Görkem hiçbir şey diyemedi. Haklı olduğumu ve beni ne kadar zorlarsa onu o kadar dibe çekeceğimi iyi biliyordu. Selim Karaaslan anlattıklarıma hayret dolu sesler çıkardı. "Siz mi?" dedi gözlerini kırpıştırarak. "Gerçekten Japonları ayarlayan siz miydiniz? Onlarla toplantı ayarlamak bile çok zordu, nasıl başardınız?"
"Eh," dedim omuz silkerek. "Tatlı dilli birisiyimdir. Kolay kolay reddedilmem." Aylarca sürünmüştüm. Değdi mi?
Asla!
Poyraz'a dönüp gülümsedim. "Asıl ulaşılması zor olan Poyraz'dı," dedim. Kesinlikle Japonlardan daha zor birisiydi. "Onunla bir toplantı ayarlamak için bile çok uğraştım ama asla geri dönüş alamadım."
Poyraz bu söylediğime güldü. "Kader," dedi dudak bükerek. "Şimdi de yan yanayız."
Selim Karaaslan sırıttı. "Poyraz biraz inatçıdır."
"Biraz mı?" dedim alayla. "Benden daha beter bir durumda, ki ben bu dünyada benden daha inatçısı yok sanıyordum."
Ahmet Karaaslan konu dışına kaçan sohbetimize hafif tebessüm ettikten sonra herkesin merak ettiği o soruyu sordu. "Soykanlarla çalışmayı neden bıraktın, kızım?" Son söylediği kelimeden sonra bana babacan bir gülümseme gönderdi. "Böyle hitap etmemde umarım sıkıntı yoktur, yakında gelinimiz olacaksın sonuçta."
Görkem kaskatı kesildi. Bu gerçeği uzun bir süre kabullenemeyecekti. Onu yok saydım ve Ahmet Karaaslan'a aynı sıcak gülümsemeyle karşılık verdim. "Elbette, istediğiniz gibi hitap edebilirsiniz," dedim. "Diğer sorunuza gelecek olursam..." Görkem'e baktım. Söyleyeceğim her kelimeden korkuyordu. "Anlaşamadık diyelim. Bir yerden sonra prensiplerimiz birbirine çakıştı, biz de sağlıklı bir şekilde yollarımızı ayırdık."
Selim Karaaslan bundan memnun olmuş gibi gülümsedi. "Az çok methinizi duydum," dedi bana bakarken. "kulaktan dolma bilgiler ne kadar doğru bilemem ama çalışma prensibiniz duyduklarım gibiyse bizimle çalışacak olmanıza sevindim. O kadar büyük projeleri ayarlamak kolay değil."
Görkem sessizliğe gömüldü. Dişlerini sıktığı çenesinin belirginleşen kaslarından anlayabiliyordum. Ne dese durumu berbat bir hale getireceğini biliyordu, çünkü ben onunla ilgili her şeye hakimdim. Bu hali bana keyif verdi. Eskiden olsaydı şimdiye bu birlikteliği kazanmak için her şeyi yapar ve başarırdım, onun yanında otururdum ama o bizi karşı karşıya getirmeye seçmişti, bunun sonuçlarına katlanacaktı. Beni kaybettiğine pişman olacaktı.
Poyraz'a döndüm. Selim Karaaslan'ın sözlerini başıyla onayladı, ardından bana baktı. Bakışları içinde hem takdir hem de büyük bir hayranlık vardı. Beni tanıdığı andan beri savunmasız, sürekli ağlayan ve acı çeken bir Elvin görmüştü. Gün boyu sergilediğim tüm tavırlarım gözlerinde imajımı başka konuma getirmiş olmalıydı ama bilmiyordu, gün bittiğinde ve odama çekildiğimde yapacağım şey maskemi indirip ağlamak olacaktı. Gün boyu yaptığım role kendimi fena kaptırmıştım, ben yalanıma ilk kendini inandırandım ama gün sonu ayna karşısına geçtiğimde kendimle tekrar yüzleşecektim. Şimdi kaldırabiliyorum sanıyordum ama kendimi gördüğümde bunun öyle olmayacağını görecektim.
Gülümsemeye devam ettim.
"Elvin mükemmel birisi," dedi Poyraz sadece bana bakarak. "Hem de her anlamda. Bizimle çalışması şansımız olacak. Onun çalışma stilini gördüğünüzde uzun süreli bir ortaklığın gerekli olmadığını göreceksiniz." Elleri masanın üzerinde yumruk olmuş Görkem'e doğru döndü. "Eminim Görkem Bey de onu gibi birini kaybettiği için pişmandır ama ben mutluyum. Hayat bu sayede yollarımızı kesiştirdi."
Poyraz'ın sözleri Görkem'in sarsılmasına neden oldu. İkimizin geçmişini Poyraz'dan gizlemediğimi ve her şeyi bildiğini anladı. Neler çevirdiğimi merak ediyordu, benim hamlelerimi asla tahmin edemez, her seferinde şaşırmaktan kendini alamazdı. Her zaman onu mutlu eden bu şaşkınlık silsilesi şimdi sadece korkutuyordu. Poyraz'ı gerçekten sevip sevmediğimi, onu hemen unutup unutmadığımı merak ediyordu.
Cengiz Karaaslan oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı. "Ben lafla iş yapmam," dedi kuşkulu bakışlarını üzerimde gezdirirken. "Şu an için iki holding arasındaki ortaklığın gerekli olduğunu düşünüyorum. Küresel pazarda stratejik bir adım atarak her iki holdingin de marka değeri yükselebilir."
Poyraz bir an sessiz kaldı, ama bakışlarındaki hafif gerginlik kendini ele veriyordu. Babasına döndü ve "Garanti veriyor musun?" diye sordu, sesinde ciddiyetten çok alay vardı. "Ben olabilirlerle iş yapmam. Bu bağlamda uzun vadede sürdürülebilir iş garantisini bana vermeden o ortaklığa imzamı atmayacağımı bilmeniz gerekiyor."
Görkem giderek Poyraz'a karşı daha da nefretle bakıyordu ama bunu gizlemeye çalıştı. "Stratejik bir yol haritası sunarak size bir sonraki görüşmemizde dosya halinde gösterebilirim. Bu birleşme bize sadece zaman değil, sektörde iki grup olarak liderlik de sağlayacak."
Daha fazla araya girmedim. İlk günden her şeye burnunu sokmak isteyip, antipati toplamak istemiyordum. Eski Elvin olsa bunu umursamazdı, her şeyi kurcalardı. Şimdi daha temkinli yaklaşıyordum. Karaaslan Holding benim çöplüğüm değildi, bilmediğim yerde kafama göre hareket etmek sadece hata yapmama neden olurdu. Biraz işin içine girecek ve araştırmalarımı yaptıktan sonra kozumu oynayacaktım. Bu gece kısa bir şekilde araya girmem benim de bu oyunda olduğumu ve hafife almamaları gerektiğini göstermek içindi.
Masadaki diğer herkes ortaklık hakkında konuşmaya devam etti. Cengiz Karaaslan bu konuda hâlâ ısrarcıydı. Bunu Görkem'e bayıldığı için değil, Poyraz'a inat yaptığını her halinden anlayabiliyordum. Sırf istediği düğün olmadığı için Poyraz'ın reddettiği grupla anlaşıp onun sabrının sınırlarını zorlamak istiyordu. Cengiz Karaaslan hırslı ve kindar bir adamdı. Yasemin Hanım'ın Poyraz'a olan bakışı Cengiz Karaaslan'da yoktu. O an Poyraz'ın nasıl bir çocukluk geçirdiğini merak ettim. Adam oğluna babadan çok rakip gibi yaklaşıyordu.
Ahmet Karaaslan'ın Poyraz'ı sevdiği her halinden belliydi. Abisi Cengiz Karaaslan'dan daha çok bir baba gibi yaklaşıyordu Poyraz'a. Beni bile hemen kabul etmişti. Bu süreçte onu sevebileceğimi düşünüyordum. Oğlu Selim Karaaslan'ın nasıl biri olduğunu ise tam çözemedim. Ona karşı nötrdüm. Zamanla herkesi daha iyi tanıyacaktım.
Sohbet devam ederken yemekler de masaya getiriliyordu. O sırada Poyraz'ın telefon sesi ortamı kaplayınca kısa bir sessizlik oldu. Poyraz arayanın kim olduğuna baktı. Ardından bakışları beni buldu. "Ali Bey arıyor," dedi. Ali Bey bugün gelen doktordu. Sonuçlarım çıkmış olmalıydı.
Birleşmiş ellerimizi ayırıp ona uzattım. "Ben konuşurum, sen devam et." Başıyla onaylayıp telefonu bana verdi. Telefonu açmadan önce diğerlerine bakarak "Kusura bakmayın, açmam gerekiyor," dedim ve yerimden ayaklandım. Cengiz Karaaslan sadece başıyla onayladı. Ali Bey'in kim olduğunu biliyordu.
Arkamı dönüp gideceğim sırada "Hayırdır?" dedi Selim Karaaslan. "Sorun mu var, Ali Bey kolay kolay aramaz. Biri mi hasta?"
"Elvin'in biraz başı döndü, kan tahlili baktırdık. Sonuçlar için arıyordur," diyerek onu yanıtladı Poyraz. Gerisini duymadım. Kim nasıl tepki verdi bilmiyordum.
Bahçeye çıktığım gibi telefonu cevaplandırdım. "İyi akşamlar Ali Bey, Elvin ben."
"İyi akşamlar Elvin Hanım, numaranız olmadığı için direkt Poyraz Bey'den ulaşmak istedim." Kısa bir sessizlik oldu, sonra devam etti. "Sonuçlarınız için aramıştım."
Bu beklediğim şeydi ama sesi beni biraz tedirgin etti. Pek iyi bir haber verecek gibi durmuyordu. "Sizi dinliyorum," dedim havuz başına doğru yürürken. "Kötü bir şey mi var?"
"Bazı değerlerinizde anormallik var," dedi sanki beni hazırlamak ister gibi. "Kesin bir şey söyleyemem ama genel bir doktor taraması gerekiyor."
Dudaklarımı birbirine bastırıp ıslattım. "Sizin aklınızda olan nedir?" dedim gözlerimi kısa bir anlığına kapatıp açarken. "Daha önceki sonuçlarımdan daha mı farklı?"
Telefonun ardından mouse tıklama sesi işitiyordum. Bilgisayar başında olmalıydı. "Evet, farklı... Karaciğer değerleriniz giderek yükseliyor. Ciddi bir yükseklikten bahsediyorum Sanırım bir ilaç zehirlenmesi yaşamışsınız. Normalde bu gibi durumlarda belirtiler kendini belli eder ama sizinki öyle değil." Hamilelik bazı değerleri değiştirebiliyordu, bunu bana söylemişlerdi. Yaptığım düşük ile kendini göstermemiş olmalıydı. "İlaç zehirlenmelerinin çok farklı sonuçları oluyor, bunu net görebilmek için bir hastanede genel tarama yapmanızı tavsiye ediyorum. Baş dönmeniz de bundan kaynaklı olduğu yüksek ihtimal. Bu gibi durumlarda erken müdahale her zaman çok önemlidir."
Bir bu eksikti. Başıma daha ne gelebilir dedikçe her seferinde başka şeylerle karşılaşıyordum. Öleceksiniz Elvin Hanım desinler de tam olsun. Ölmekten vazgeçtiğim zamanda öleceğimi öğrenmek fazla ironik bir durum olurdu ve hayat, benimle dalga geçmeyi hep çok severdi. Yani başıma gelmesi muhtemel bir durumdu.
Durumu tam idrak edebilmiş değildim ama Ali Bey'i "Tamam," diyerek yanıtladım. "Ben yakında genel bir kontrol yaptırırım ama sizden bir şey isteyeceğim."
"Nedir?" diye yanıtladı beni merakla.
Eve doğru baktım. "Bu konuda Poyraz'a bir şey söylemenizi istemiyorum." Öğrenirse o hastaneden bu hastaneye beni koşturacağını iyi biliyordum. Benimle çok fazla uğraşıyordu, mahcup olmak bile bir yerden sonra mahcup olmaya başlıyordu. "Boş yere onu tedirgin etmeyelim. Genel sonuçları öğrenince ona kendim söylerim."
Kısa bir sessizlik oldu. Bir an reddedeceğini düşünüyordum ki "Siz nasıl isterseniz," dediğinde rahatlamıştım. "Hasta doktor mahremiyeti bizim için önemlidir."
Başka bir şey konuşmadık. Telefonu kapattığımda içeriye girmeyi düşündüm ama biraz daha burada kalmak istiyorum. Ilık hava suratıma çarpıp tenimde gezindikçe düşünme eylemini geride bıraktım. Biraz bile olsa düşünmemek bana iyi gelmişti. Başımı enseme yaslayıp gökyüzüne baktım. Yıldızlar vardı ama artık parlak değillerdi.
"Baba," dedim yıldızları incelerken. "Her şeye rağmen yaşamaya karar verdim, şimdi ya kötü bir şey olursa... Ölmek istediğimde hayat beni yaşamakla sınadı. Şimdi yaşamak istiyorum, ya..." devamını getiremedim. Kötü bir şey olmayacaktı. Düşük yüzünden bu kadar yüksek olmalıydı. Bir şey çıkmayacaktı. Paranoya yapıyordum. Ölmeyi beceremeyen biri ölemezdi.
Babamdan cevap almak istercesine gökyüzüne bakmaya devam ettim. Onun bir yıldız olduğunu düşünüyordum. Bütün ailem ölünce gökyüzünün bir yıldız mezarlığı olduğunu düşünmeye başlamıştım. Sevdiğim herkes de oraya gidiyordu. Bana bunu düşündüren de babamın gökyüzüne olan tutkusuydu. Ölse bile tutkularından vazgeçmeyecek biriydi.
Beş yaşımdayken onunla teleskopla gökyüzünü incelerdik. Gezegenleri, yıldızları, uzayı hakkındaki her şeyi çok severdi. Bana her bulut olmadığı gecede parmağını kaldırıp gökyüzünde bir yeri gösterirdi. "Bak bu Küçükayı, bu Büyükayı, bu Sirius yani kuzey yıldızı; en parlak yıldızdır. Büyük Köpek Takımyıldızı'nın bir parçasıdır. Canopus var bir de. İkinci parlak yıldızdır. Güney Yarım Küre'de en önemli yıldızken Kuzey Yarım Küre'de ancak 37. paralelin altında görülebiliyor." Daha bunu gibi çok şeyden bahsederdi. Dediklerini çok anlamazdım, hatta hiç anlamazdım ama onu dinlerdim. Çünkü o anlatırdı. Babamın anlattığı her şeyi dinlemeyi severdim. O kadar mükemmel bir adamdı ki her şeyi bildiğini düşünüyordum, ileride onun kadar zeki olmak istediğimi söylerdim her seferinde. O da güler, sen daha zeki olacaksın prensesim derdi.
Babamla baktığımda gökyüzü daha parlaktı. Babam anlattığında gökyüzü daha bir parlardı, daha bakılasıydı. Şimdi ise sönmüştü ışıkları, parlamıyordu eskisi gibi ve ben baktıkça heyecan değil, hüzün duyuyordum artık. Mezarlıklar aydınlanmazdı. Mezarlıklar karanlıktı.
Babam bana her seferinde sen benim en parlak yıldızımsın, Sirius gibi doğdun hayatıma derdi ama ben solmuş gibi hissediyordum. Işıklarım da rengim de solmuştu. Tıpkı artık eskisi gibi parlamayan bu gökyüzü gibiydim. Kalabalık içinde yapayalnızdım.
Doktorun söylediklerini bir kenara bırakarak içeriye girmeye karar verdim. Biraz daha gitmezsem Poyraz ters bir şey olduğunu anlar ve yanıma gelirdi. Verandadan geçip içeriye geçtiğimde adımlarımı yemek masasına doğru çevirdim. Masaya yaklaştığımda Poyraz geldiğimi hissetmiş gibi bana döndü. Onun dönmesiyle Görkem de bana baktı. Bakışlarında endişe görür gibi oldum ama bunu umursamadan Poyraz'a baktım. Ona baktığımda gülümsedi.
"Elvin!"
Duyduğum sesle yüzüme büyük bir gülümseme yerleşti. Başımı sesin geldiği yere çevirdim. Bana doğru koşan minik beden az önce yüzüme yerleşen hüznü bir anda yok etmişti. Defne inanılmaz tatlı bir çocuktu. Arkasından "Koşma, düşeceksin," diye onlu yaşlarında görünen bir erkek çocuğu geliyordu. Sanırım abisiydi. Görüntü olarak Selim Karaaslan'ın tıpatıp aynısıydı. Aynı kara saçlar, aynı kara gözler.
Defne önümde durduğunda eğilip onunla aynı boya geldim. "N'aber prenses?" dedim saçlarıyla oynarken.
Ellerini arkada birleştirip tatlı tatlı bedenini iki yana salladı. "Seni gördüm, müsmükemmel oldum." Sözleri o kadar büyümüş de küçülmüş gibiydi ki bu bana kahkaha attırdı. "Ben de seni gördüm ve müsmükemmel oldum."
"Yaa..." dedi şımararak. "Öyle mi?"
Başımla onayladım. "Öyle tabii." Bakışlarım hemen Defne'nin arkasındaki çocuğa kaydı. Ona baktığımı görünce gözlerini kaçırdı. Tekrar Defne'ye döndüm ve abisi olduğunu düşündüğüm tatlı çocuğu işaret ederek "Bizi tanıştırmayacak mısın?" diye sordum.
Defne'nin suratı buruştu. "Boş ver, gereksiz biri o."
Çocuk Defne'nin arkasından saçlarına uzandı ve çekti. "Defne!" dedi uyarı dolu bir sesle. "Sinir etme beni!" Defne saçı çekildiği için öfkeyle abisine döndü. "Seni babama söyleyeceğim, görürsün."
Çocuk burnunu kırıştırdı. "Söyle, ben de bana gereksiz biri dediğini söylerim."
"Söyle, gayet doğru söyledim." Defne omuz silkerken bana döndü. Onları hayretle izliyordum. Daha önce hiç kardeşim olmadığı için bu hareketleri bana tuhaf geliyordu. "Bu aptal şey benim abim Çınar," diye mızmızlandı. "Abiler hep gereksizdir. Senin abin var mı Elvin?"
"Yok," dedim keşke olsaydı der gibi. "Ben tek çocuğum."
"Çok şanslısın," dedi kollarını birbirine geçirerek. Eh, ben pek öyle demezdim. Hatta şansızlık diye bir kelime olmasaydı yine gelir, beni bulurdu.
Çınar'a bakıp gülümsedim. Defne'nin sözlerini aldırış etmiyordu. Hep böyle oldukları için sanırım onlar arasında normal bir durumdu. "Bence asıl şanslı olan sensin," dedim Defne'nin kulaklarına doğru fısıldayarak. Geri çekildiğimde şaşkın bir şekilde bana bakıyordu. "Ben miyim?" diye sordu merakla. Başımı salladım. "Evet sen."
"Nasıl şanslıyım ki, beni hep sinir ediyor."
"Sen onu ediyor musun peki?"
Gözlerini kaçırdı. Çınar hemen Defne'nin yanına gelip "Çok," diye söylendi bana bakarak. "Çok sinir ediyor hem de." O böyle yükselince Defne yine sinirli bir şekilde ona baktı. "Ben çok tatlıyım bir kere!"
Çınar gülmeye başladı. "Öyle olmasaydın bu hallerine biraz bile katlanamazdık." İkisinin de birbirlerine olan sevgisini gözlerinde görebiliyordum. Sanırım kardeş, birbirinizi deli etseniz de bu dünyada sevgisinden şüphe etmeyeceğiniz tek kişi olurdu.
"Abin seni seviyor, Defne'cim. Mesela sen az önce bana doğru koşarken o senin düşmenden endişeleniyordu. Sen düşsen ilk o koşar. Çünkü kardeş olmak bunu gerektirir. Hem..." dedim onun abisine attığı kaçamak bakışları işaret ederek. "Sen de böyle diyorsun ama onu seviyorsun, evde olmazsa üzülmez misin?"
Defne pes ederek nefesini bıraktı. "Tamam tamam, üzülürüm. Salak falan ama abim işte." Çınar huysuz bir şekilde yüzünü buruşturdu ama bir şey demedi. Defne'nin onu sevdiğini kabul etmesine bile şaşırıyordu. Sanırım Defne herkese karşı fazla huysuz bir çocuktu ama inanılmaz tatlı bir şeydi.
"Ee, bizi tanıştıracak mısın şimdi?"
Çınar'a dönüp öldürücü bakışlar attıktan sonra bana baktı. "Tanıştırayım madem, ama," dediğinde işaret parmağını uyarır gibi kaldırıp bana uzattı. "En çok beni sevmeye devam edeceksin, söz ver."
Tepkisi benim için o kadar beklenmedikti ki şaşkın bir şekilde kahkaha attım. Elimi kahkahalarım arasında söz verir gibi göğsümün üzerine götürdüm. "Sen bu evde tanıştığım ilk kişisin, yerin hep ayrı olacak."
Defne rahatlamış gibi nefesini bıraktı ve Çınar'ı işaret etti. "Bu Çınar," dedi, ağzını yüzünü yamultarak. Sonra beni gösterip Çınar'a baktı. Beni işaret ettiğinde yüzündeki memnuniyetsizlik silinmişti. "Bu da Elvin." Başını dikleştirip tehditkâr bir şekilde parmağını uzattı. 'Söz verdiği gibi en çok beni sevecek, sakın yerime göz koyayım deme. Arabalarını kırarım!"
Çınar hayretle onu izliyordu. "Sen Poyraz amcamdan başka kimsenin sevgisiyle ilgilenmezsin ki..." Bana döndü Çınar. "Acaba kardeşimi başka biriyle mi değiştirdiler?"
Konuşacağım sırada Defne araya girdi. "Sana ne be! Elvin çok güzel bir kere, çok da şey biliyor. Sana teyzemlerde anlattığım çiçeklerin hepsini o bana anlattı. Büyüyünce onun gibi ben de çok şey bilmek istiyorum."
Sözleri bana beni hatırlatmıştı. Geçmişin küflenmiş duvarları arasını ziyaret ettikçe gözümde canlanan her şey bir yaş misali pınarlarımda dolmaya başladı. Küçükken babama sarf ettiğim cümleleri şimdi minik bir kız benim için söylüyordu. Hem de tanışalı daha bir gün bile olmamışken. İçimde bir yerde büyük bir sıcaklık oluştu.
Dudaklarımı ıslatarak gözlerimde biriken yaşların akmasını önlemek için başımı hafifçe yukarı kaldırdım. Ağlamak için daha erkendi, tekrar musluklarıma beton dökmem gerekiyordu. Bir kez yutkunarak ikisine baktım. "Sen benden daha çok şey bileceksin, Defne. Çok akıllı bir kızsın çünkü."
"Yaa..." dedi yine utanmış bir şekilde. Onu iltifat ettiğimde her seferinde utanıyordu. Çınar onun bu haline yine şaşırmıştı.
Elimi Çınar'a doğru uzattım. "Tanıştığıma memnun oldum koca adam." Ona yetişkinmiş gibi davranmam hoşuna gitmiş gibi bir eliyle ensesini kaşıyıp diğer eliyle de uzattığım elimi tuttu. "Ben de memnun oldum," dedi omuzlarını dikleştirerek. "Kardeşim tüm gün sizi anlattı. İlk defa birini bu kadar seviyor."
Defne abisine uyarı dolu bir bakış atıp karnına hafif olacak şekilde vurdu. Utanmıştı. O an etrafta üçümüz dışında birilerinin daha olduğunu "Aklımı kaçıracağım, bu Defne mi?" diye Yaprak'ın hayret dolu nidasıyla hatırlamaya başladım. Çocuklarla ilgilenmek bana diğer herkesin varlığını unutturmuştu.
Kucağıma bıraktığım telefonu alarak ayaklandım. Nergis, Sevinç ve Yasemin Hanım dışındaki evin neredeyse tüm üyeleri buradaydı. Karşımda dışarıdan gelen Ceyda ve Yağmur dikiliyorken erkekler de masada oturmaya devam ediyordu. Her biri ben çocuklarla konuştuğum süre zarfınca tek kelime bile etmeden bizi izlemişlerdi. Ciddi anlamda kolay kolay utanan biri değildim ama şu an en az Defne kadar utanmıştım.
Yaprak ve Yağmur yanımıza doğru yaklaştı. Yaprak'ın hayran dolu bakışları üzerimdeydi. Beni sevmiş gibi görünüyordu. "Müstakbel yengemde şeytan tüyü olduğuna artık kesinlikle emin oldum." Defne'ye baktı. "Bu yer cücesi ne birini sever, ne birini kıskanır ne de böyle utanır. Düşüp bayılacağım şimdi.'
Yağmur "Annesiyim, bana bile kan kusturuyor ya," diye söylendiğinde Yaprak'a hak verdi. "Sınıfta bir sürü çocukla baş ediyorum ama kendi kızıma tek söz geçiremiyorum."
"Anne bence uzaylılar kardeşimi kaçırdı, bize de klonunu bıraktılar." Çınar'ın söylediği Defne hariç herkesi güldürdüğünde Defne'nin tek yaptığı kollarını birbirine geçirip dudak bükmek oldu. Herkese sinirli olduğunu göstermeye çalışıyordu.
Defne masanın olduğu tarafa doğru baktı. Kıstığı gözleri babasına değer değmez "Baba ya!" diyerek koşmaya başladı. Babasının önüne geldiğinde Selim Karaaslan onu kucağına alıp yanaklarını öptü. Defne babasının sevgisinden güç alır gibi "Beni çok sinir ediyor hepsi," dedi her birini şikayet ederek.
Yanımdaki Çınar yerinde kıpırdandı. "Tamam," dedi ağzının içinde homurdanarak. "Bu kesinlikle bizim Defdef."
Selim Karaaslan gülerek Defne'ye baktı. "Kızım ben de onlarla aynı şoku yaşıyorum, biraz şaşırmama müsaade var mı?" dediğinde sesindeki muzip tını eğlendiğini belli ediyordu.
Defne yüzünü buruşturup onun kucağından inmeye çalıştı. "Sen de artık beni sinir ediyorsun. Bırak, amcama gideceğim." Selim Karaaslan onu indirdi ama gülmeye devam ediyordu. Defne ondan uzaklaştı ve bu sefer masanın etrafından dönerek Poyraz'ın yanına gitti. Poyraz tüm bu olanlar boyunca bana bakıyordu. Ta ki Defne yanına gelinceye dek. Defne önünde durduğunda odağı ona kaydı ve hemen kucağına aldı.
"Çok mu sinir ettiler seni?" dedi Defne'nin burnuna minik bir fiske atarken.
Defne ilk önce yüzünü buruşturdu ama sonra onu onaylar gibi başını salladı. "Hem de çok! Sen de sinir etme, bir tek sen anlıyorsun beni zaten." Poyraz onun yanaklarından makas aldı. Bu sefer Cengiz Karaaslan bile gülmüştü. Defne bu evin neşesiydi. Herkese mutluluk saçıyordu.
Gözlerim Görkem'e değdi. Onu görmemle varlığını tekrar hatırlamıştım. Bana bakıyordu. Bana öyle bir bakıyordu ki ona olan nefretim artıyordu. Daha kabuk bağlamaya fırsat bile bulamayan yaralarım kanıyordu. Bebeğim aklıma geliyordu ve bu canımı yakıyordu. Çocuklarla hep iyi anlaşırdım. Görkem bunu çok iyi bilirdi. Sert kabuğumun altında beni yumuşatan tek şey çocuklardı. Bana her seferinde sen çok iyi bir anne olacaksın derdi. Niye benden bunu almıştı? Niye bebeğimin gitmesine müsaade etmişti? Beni bırakması umurumda bile değildi artık, ama bebeğime bunu yapmaya hakkı yoktu. Bebeğimi benden almaya hakkı yoktu.
Dudaklarımın titrediğini hissettiğimde bakışlarımı ondan çektim. Elim istemsiz olarak karnıma gitti. Gözlerim doldu. Başımı iki yana sallayarak geriye doğru yürüdüm. "Lavabo ne tarafta acaba?" dedim Yaprak'la göz göze geldiğimde.
Gülümsedi. "İleride, sola döndüğünde karşına bir koridor çıkacak. Oradan geçtiğinde göreceksin. İlk değil, ikinci kapı." Başımla onaylayıp ona teşekkür ettim. Hızlı adımlarla yanından uzaklaştım. Şu gün bitsin istiyordum. İnat etmiş gibi bitmiyordu.
Yağmur'un dediği koridoru görünce ilerledim. Yan yana iki kapı vardı, ikinci olana girdim. Ardından kapıyı arkamdan kapatıp sırtımı kapıya yasladım. Aynanın önüne geçip kendimi görmek istemediğim için burada dikilmeye devam ettim. Kendimle yüzleşmek için doğru zamanda değildim. Maskeler beni koruyorken kendimi hemen savunmasız bırakamazdım. Burada yapamazdım. Bu gece burada kalacağımı söylesem de şimdi istemiyordum. Yalnız kalabileceğim bir yere gitmek, bu günü sindirmek istiyordum. Burada kalırsam maskemi çıkaramazdım, çıkaramazsam tüm duygularımı yaşayamazdım. Benim kendime öğrettiğim şey bu değildi. Duyguları sonuna kadar yaşamadan iyi olamazdım, roller de yorulurdu ve ben şimdiden yorulduğumu hissediyordum.
Bir süre lavaboda bekledim. Ağlamadım. Onu sonraya saklıyordum, başlarsam duramayacağımı biliyordum. Boş gözlerle karşımdaki duvara baktım. Toparladığımı hissettiğimde sırtımı dikleştirdim ve kapı açarak lavabodan çıktım. Adımlarımı salona doğru çevirdim. Umarım artık dağılıyorlardır, Poyraz'dan beni benim için ayarladığı eve bırakmasını isteyecektim.
Salona girdiğimde çalışanların masayı topladığını, diğer herkesin de koltuğa geçtiklerini gördüm. Hatta Nergis, Sevinç ve Yasemin Hanım bile buradaydı. Geldiğimi gördüklerinde her birinin bakışları beni buldu. Neden bana böyle tuhaf baktıklarını anlamıyordum. Kötü mü görünüyordum? Aynaya bakmadığım için kendime sövmek üzereydim. Çizdiğim imajı bozmak istemiyordum. Poyraz kucağındaki Defne'yi indirip yerinden ayaklandı. Yanıma yaklaştı. Anne ve babasının arasında oturan Yaprak'ın bakışlarında eğlendiğini gösteren bir ima vardı. Cengiz Bey ise onun aksine oldukça somurtkan duruyordu. Yasemin Hanım'ın bana bakarken gözleri parlıyordu. Görkem hâlâ buradaydı. Bugün burada buluşmaları resmi bir toplantı değildi, yemek yerken sadece bir şeylerin üstünden geçmek istemişlerdi. Şu an görünen iş konuşmasının bir kenara bırakıldığıydı ama o hâlâ oturuyordu ve bana ıstırap dolu bir bakış atıyordu.
Poyraz önümde durdu. Elimdeki telefonun alıp cebine attıktan sonra ellerimi tuttu. "N'oldu?" dedim fısıltıyla başımı sallarken. Gözlerini kısarak güldü. "Bu sefer umarım kovulmam," dedi eğlenerek ama ben neyden bahsettiğini anlamıyordum. Benim aksime buradaki diğer herkes ne olduğunu biliyor gibi bakıyordu. Defne'nin suratında büyük bir gülümseme vardı.
"Hiçbir şey anlamadığım için kendimi geri zekâlı gibi hissediyorum," dedim söylenir tarzda. "Böyle hissetmekten nefret ediyorum, lütfen neyden bahsettiğini açar mısın?" Söylediklerim oturanlarının bazılarını güldürmüştü. Poyraz da onlara eşlik ettikten sonra tuttuğu ellerimden sağdakini kaldırıp parmak eklemlerimin üzerinden zarif bir şekilde öptü. Ne oluyordu burada? Ne kaçırmıştım?
Oldukça eğlendiğini her halinden belli eden Yaprak "Geliyor gelmekte olan," dedi annesine bakarak. Yasemin Hanım onun gülümsemesine karşılık verip kucağında tuttuğu elini biraz daha sıktı.
Poyraz gözlerimin içine baktı. "Çiçek," dedi buğulu bir sesle. Bana çiçek demesi tuhaf bir şekilde hoşuma gidiyordu. "Sende gördüğümü görecekler diye ödüm kopuyor," diye devam ettiğinde iliklerime kadar titrediğimi hissettim. Neden böyle şeyler söylüyordu bilmiyorum ama tuhaf hissettiriyordu. Kendimi role kaptırmakta zorluk çekmiyordum.
Mavilerinin derinliklerine bakarak "Özdemir Asaf," diye fısıldadım. Kimden alıntı yaptığını anlayacağımı biliyordu. Onu yanıltmadığımı görünce dudağının kenarındaki kıvrımları yanaklarına doğru tırmandı.
Öptüğü elimi yavaşça indirip bıraktığında "beni yokluğunla savaştırma, kaybederim diyerek bitirir şiiri. Ve sen Çiçek, kazanmak isteyeceğim tek savaşsın," dedi ne ara çıkardığını fark etmediğim siyah kadife küçük bir kutuyu bana göstererek. Tahmin ettiğim şey olamazdı değil mi? Burada, herkesin önünde mi bana bir teklif yapacaktı? "Varlığınla hayatıma çiçek açar mısın?" Poyraz'da açan Çiçek olmak...
Kutuyu açıp önümde diz çöktü. Sözlerini idrak edebilmiş değilken şimdi de böyle hareketler sergilemesi beni tamamen dilsiz bırakmıştı. Etrafımdakilerin varlığını unutmuştum. Gözlerimi kutunun içindeki yüzükten alamıyordum. Orkide işlemeli, tahminimce beyaz altından yapılmış bir yüzüktü. Dört beyaz orkide çiçeği vardı. Ortadaki orkidenin merkezine minik bir safir taşı yerleştirilmişti. Diğer üç orkidenin ortasında ise küçük taşlar parlıyordu. Yüzüğün etrafı en üstte dala ayrılıyordu, tıpkı kıvrımlı çiçek damarları gibiydi. Damarların en dıştakinde de içteki gibi minik parlak taşlar vardı. Ne gösterişliydi ne de sade bir şeydi. Oldukça zarif ve büyüleyici duruyordu.
Orkide çiçeklerin atası olarak bilinirdi. Yeryüzünde açan ilk çiçekti. Safir ise bağlılığı ve sadakati temsil eder. Aile yadigarı olduğu her halinden belliydi. Evet, evlenelim demiştik ama bu gerçek bir evlilik değildi. Böyle değerli bir şeyi bana takmak istiyorsa kesinlikle aklını kaçırmış olmalıydı.
Üzerimde olan gözleri yok saymaya çalışarak sadece başımı sallayabildim. Gözlerim dolmuş olmalıydı, bunu giderek bulanıklaşan bakışlarımdan anlayabiliyordum. Bir yerden sonra ben ne kadar bir oyun sergilemeye çalışsam da vücudum tepki vermeye başlamıştı. İki ay önce aşık olduğum ve evleneceğim adamla aynı ortamdaydık. Onun gözleri önünde bir başkası bana evlenme teklifi ediyordu.
Hayatımı mahvetmişti. Ben de onun hayatını mahvedecektim. Beni düğün salonunda terk etmesinin de, başkasıyla evlenmesinin de, bebeğimi kaybetmeme neden olmasının da bedelini ödeyecekti. Bunun için sadece iki ayda tanıdığım bu adamla evlenmem gerekiyorsa bunu yapacaktım.
Poyraz'la evlenme kararı verdiğimde daha çok onun için istemiştim. Bana çok yardımcı olmuştu, olmaya devam edeceğini de biliyordum. Ben de ona yardım etmek istemiştim. İstemediği evlilikten sayemde kurtulacaksa bunu onun için sağlayacaktım.
Şimdi ise bu evliliği kendim için istiyordum. Görkem'in gözlerinde gördüğüm kıskançlık ve pişmanlıkla ne kadar doğru karar verdiğimi görebiliyordum. Başkasıyla evlenmem ona büyük bir ceza olacaktı. Beni buradan göndermeye çalışırken gözden ırak olursam rahat edebileceğini düşünmüş olmalıydı ama ben, her şeyi onun gözüne gözüne sokacaktım.
Beklenti dolu gözlerle bana bakan Poyraz'a sonunda "Evet," diyebildim, sesim titremişti. Buradaki herkes heyecandan böyle olduğunu düşünse de Poyraz neden böyle olduğunu anlamıştı. Canımın yandığını biliyordu. Alkışlar odayı doldurduğunda Poyraz bana destek vermek ister gibi gülümsedi ve yerinden doğruldu. Kutudaki yüzüğü çıkarıp yavaşça sağ elimi kaldırdı. Bana baktı, izin ister gibiydi. Gözlerimi bir kez açıp kapayarak onu onayladım. Yüzüğü yüzük parmağıma taktığında tekrar bir alkış koptu ve tebrikler havada uçuştu. Parmak uçlarımda yükselip kollarımı Poyraz'ın boynuna doladım.
Ellerim boynundaki çıplak tenine dokunması onu kısa bir anlığına kasmıştı ama sonra rahatça kendini bırakıp kollarını belime doladı. O an gözlerim bize bakan kalabalığa değdi. Yasemin Hanım'ın gözü dolmuştu, kızına sarılıyordu. Yaprak annesi mutlu diye seviniyordu. Cengiz Karaaslan'ın bakışlarından memnuniyetsizliğini görebiliyordum. Benim yerimde olmasını istediği kişi Aylin'di. Ahmet Karaaslan onun aksine gülümsüyordu. Yanındaki eşi Sevinç Hanım yüzünü buruşturmuştu, beni pek sevmemişti. Bununla ilgilenmiyordum, ben de kendisini sevmemiştim. Selim ve Yağmur çiftinin yüzünde de tebessüm vardı. Defne sanırım odadaki en mutlu kişiydi. Amcasıyla evlenirsem hep yanında kalacağımı düşünüyordu. Nergis Hanım'a baktığımda ise pek bir tepki göremedim. Duygularını hâlâ belli etmiyordu, bu durumdan hoşlanmamışsa bile ses çıkarmıyordu.
Bakışlarım en son ona değdi. Görkem'e. Oturduğu yerde gözlerinin içinin kızardığını görebiliyordum. Bana neden ıstırap dolu bir şekilde baktığını anlamıştım. Poyraz ben gelmeden buradakilere evlilik teklifi yapacağını söylemiş olmalıydı. Ve Görkem, kendi eseriyle karşılaşmaktan zerre memnun olmamıştı.
Kollarımı Poyraz'dan ayırdığımda geri çekildim. Göz göze geldik. Ben buradayım dercesine gülümsedi. Ardından oturanlar ayağa kalkıp yanımıza yaklaştı. İlk yanıma gelen Yasemin Hanım oldu. Elimi kaldırıp tuttu ve "Ailemize hoş geldin, güzel kızım," dedi.
Beni isteyebilecekleri bir ailem olmadığı için bunun nişan gibi bir şey olduğunu biliyordum. Kaşlarımla yanımdaki Poyraz'ı işaret ederek "Tuzlu kahvemi yapamadım kendisine ama," dedim eğlenir gibi. "hoş buldum efendim."
Kollarını boynuma dolayıp sarıldıktan ve saçlarıma elleriyle okşadıktan sonra geri çekildi. "Tuzlu kahve evliliği istemeyenler içindir aslında," dedi gülerek. "İçmeyiversin bizimkisi."
Poyraz annesine yandan bir sırıtış attı. Onlar birbirine sarılırken diğerlerinin tebriğini aldım. Sevinç hanım yarım ağız bir şeyler geveledi, Yağmur içten bir tebrik etti. Selim Karaaslan da beni aralarında göreceğine mutlu olduğunu söyledi. Poyraz'la birlikte Ahmet ve Cengiz Karaaslan'ın yanına geçtik. Cengiz Karaaslan'dan pek hoşlanmasam da uzattığı elini geleneklere uyarak öptüm. Ben Ahmet Karaaslan'ın karşısına geçerken Poyraz da babasının karşısında durdu. "Hoş geldin aramıza, hanım kızım," dedi Ahmet Karaaslan. Abisinden daha sevecen biri olduğu her halinden belliydi. Ona tebessüm edip "Hoş buldum," diyerek elini öptüm.
Adımlarım bu sefer Nergis Hanım'ı buldu. Önünde durduğumda bir süre birbirimize baktık. Beni kabul etmekle etmemek arasında gidip geliyordu. Poyraz'a bir kere baktıktan sonra elini uzattı. Tebessümle uzattığı eli tutup öpüp alnıma koydum. Başka bir şey demeden kenara çekildim. Onun da konuşmaya hevesi yok gibiydi. Sonra Poyraz onun karşısına geçti ve birbirlerine sarıldılar. Babaannesine düşkün biri olmalıydı.
Artık herkesin sırası bittiğini düşünen Defne hemen yanıma gelip önümde durdu. Ona baktığımda gülümsüyordu. Gülümsemesine karşılık verdim ve eğilip onu kucağıma aldım. "Tebrikler Elvin," dedi ellerini boynuma dolarken. "Artık bizimle yaşayacaksın değil mi?"
Parmağımla burnun ucunu dokunduğumda "Bunu ister misin?" diye sordum gülümseyerek. Hızlıca başını salladı. "Çok isterim!"
Poyraz yanıma geldi. Defne kucağımdayken başımı kaldırıp ona baktım. O an Yaprak bir şeyler söyledi ve zihnimi yakan düşüncelerle ellerim kaskatı kesildi. "Yer Cücesi'yle birlikte tam bir aile gibi duruyorlar," dedi hülyalı bir sesle, elini kalbine götürürken. "Evlendiğinizde bana yeni yeğen veriyorsunuz hemen! Mümkünse daha az cadı olanını."
Defne Yaprak'a bir şeyler söylüyordu ama ben onu duymuyordum. Kafamın içinde yas çığlıkları her tarafımı istila ederken zihnimi bulandıran tek cümle bebeğimin öldüğüydü. Bebeğim öldü. Bebeğim öldü. Bebeğim öldü benim, bir daha anne olamam. Anneliğimi gömdüm. Minik Ceylan'ın mezarında anneliğim de vardı. Ben içimde çok mezarlar taşıdım. Ben bir daha ne birini sevebilirim ne de anne olabilirim. Ben anne olmayı beceremediğimi görmüştüm. Bebeğimi kaybetmiştim.
Bir elin belime sarıldığını hissedince kendime geldim. Poyraz kucağımdaki Defne'yi alıp yanağını öptükten sonra yere indirdi. "Sakin ol," dedi kulağıma yaklaşarak. Rahatlamak için gözlerine baktım. Sakinleşmek için gittiğim deniz kenarlarına benzer gözleri vardı, bana huzur veren. İşe yaramış gibi gevşemiştim. Belimi saran elinin arasına parmaklarımı geçirdim ve ona gülümsedim.
Derken önümüzde biri dikildi. Koyu kahveleri üzerimde gezinirken derinliklerindeki keder kendini belli ediyordu. Ellerimi bana doğru uzattığında anlamsız bakışlarım içimde körüklenen nefretle daha da büyüdü. Bir de tebrik mi edecekti? Midem kasıldığı sırada onun bana uzattığı eli Poyraz tuttu. Dokunuşunu bile istemediğimi anlıyordu. Belki de Görkem sırf ellerimi tutabilmek için bu hamleyi yapmıştı bilmiyorum ama hâlâ burada dikilmeye devam edebilmesi ona olan iğreltimi daha da arttırıyordu.
Görkem güçlükle "Tebrikler," diyebilmişti Poyraz elini sıktığında. Bir daha bana elini uzatmadı. Poyraz onu başıyla onaylamakla yetindiğinde geri çekildi. Rahatsız duruşundan burada daha fazla dikilmek istemediğini anladım.
Tebrik merasimi, sarılmalar, kucaklaşmalar bittikten sonra Cengiz Karaaslan ve Görkem daha sonra planladıkları bir günde bir araya gelmeleri konusunda sözleştikten sonra Görkem veda ederek ayrıldı. Gözleri bir daha bana değmedi. Kendiyle savaştığı her halinden belliydi. O gidince rahat bir nefes aldım. Kendimi gün içinde çok fazla kasmıştım, bir yerden sonra fena patlayacaktım.
Ev halkı kendi arasında konuşurken Poyraz'la yan yana bir köşede oturuyorduk. Geç olduğu için Yağmur Defne ve Çınar'ı uyumaları için odalarına göndermişti. Defne gitmeden bana sarılıp yanağıma kocaman bir öpücük bıraktı. Çınar onun kadar bana yakın değildi ama gitmeden Poyraz ve beni tebrik etmeyi ihmal etmedi. İkisine de içten bir şekilde teşekkür ettim ve Defne'ye aynı öpücüğüyle karşılık verdim. Daha sonra Yaprak Yasemin Hanım'ı odasına götürdü. İlaç ve uyku saati gelmişti.
Yerimde kıpırdanırken Poyraz'a döndüm. "Beni eve bırakır mısın?" dedim sadece onun duyabileceği bir sesle. Hangi evden bahsettiğimi anlamıştı.
Bir kaşı havalandığında "Kalacağını söylemiştin," dedi merakla, sorun mu oldu der gibi yüzümü inceliyordu. Başımı yorgunca iki yana salladım. "Daha sonra," diye mırıldandım. Şimdi açıklamak istemiyordum. Sorun çıkarmadı, başını bir kez salladığında ayağa kalkmadan önce elimi tuttu.
Ayağa kalktığımızı görenler bize döndü. "Bizim dışarıda işimiz var," dedi Poyraz meraklarını gidermek için. "Elvin'i evine bırakacağım sonra." Başka bir şey demedi, kimse de sorgulamadı. Yüzük merasiminden sonra baş başa kalmak istediğimizi düşünüyor olmalıydılar. Ben varken de rahat konuşamıyorlardı, gittiğimde kendi aralarında bu durumu tartışacakları açıktı.
Her birine tek tek baktıktan sonra Nergis Hanım'da durdum. "İyi akşamlar," dedim başımı sallayarak. "Sizleri tanıdığıma sevindim."
Nezaketini bozmadan aynı şekilde başını salladı. "İyi akşamlar hanım kızım, daha sonra yine bekleriz."
Gülümsedim ve arkamı dönerek Poyraz'ın elini bırakmadan evden çıktım. Evden çıktığımızda tuttuğu elimizi ayırdım. Hava daha da karanlığa bürünmüştü. Yaz sıcaklığı tenimi okşadığında kendime gelmek ister gibi derin derin birkaç kez sesli bir nefes aldım. Ellerim saçlarımın arasına gitti. Yüzümdeki maskeyi indirdim ve buna eş oranla gözlerim doldu.
Ne yaşadığımı anlamadığım bir gündü.
"İyi misin?" diye sordu Poyraz, sakin bir ses tonuyla. Başımı olumsuzca iki yana salladım. Ona dönmeden "Değilim," diye fısıldadım. Basamakları inmeye başladığımda peşimden geldi. "O yüzden şimdi değil, şimdi bana soru sorma. Konuşmak istemiyorum."
Sesli bir şekilde soluğunu bıraktı. Arabanın önüne geldiğimizde "Tamam," dedi. "Ama sen hâlâ bir şeyler yemedin." Yemek yemeyi tamamen unutmuştum ve onun buna dikkat etmesi beni şaşırtmıştı. "İlaçların da içeride kaldı. Sen istersen arabaya geç, istersen de biraz burada dur, hava al. Ben ilaçlarını alıp geliyorum."
Arabanın kilidini cebinden çıkardığı anahtarla açtı. Ona "Tamam," dediğimde son kez bana bakıp arkasını döndü ve gitti. Fazla düşünceli birisiydi, bu bana kendimi kötü hissettiriyordu. İçeri girene kadar onu arkasından izledim. Kapıdan geçtiğinde gözlerimi kapatarak temiz havanın ciğerlerimi doldurmasına müsaade ettim.
Gün boyu yaşadıklarım trajikomikti. İlk önce saçlarımı kestim, kendimi değiştirmek istiyordum. Anneme benzeyen yanlarımı kapatmak için de saçlarımı boyadım. Aynı kalırsa bana intiharımı hatırlatacağını düşündüm. Sonra kuafördeki televizyondan Görkem'i gördüm, yanında Didem'le. İyi bir evlilikleri olduğunu söylüyordu, ona göre Didem harika bir eşmiş. Benim aksime mutluydular ve ben bu durumdan nefret ediyordum. Buna dayanamadım, telefondan Poyraz'a evlenme teklifi geçerliyse bunu kabul edeceğimi yazdım. O sırada bebeğimin fotoğrafıyla karşı karşıya kalmak beni deli gibi ağlatmıştı. Poyraz beni aradığında telefondan sesimin kötü işitince beni hemen buldu. Nasıl yapıyor bilmiyorum ama beni bir şekilde hep buluyordu. Sonra annesi kriz geçirdiği için buraya geldik. Herkese beni evlendireceği kişi olarak tanıttı. Bu yola girmiştik. Artık çıkışı yoktu. Evdekilerle yavaş yavaş tanıştım. Minik bir kız bana bebeğimi hatırlattı, yine ağladım. Sonra maskemi taktım, güçlü durmaya çalıştım. Ki durdum da.
Derken bahçede bir kadın beni kendi kızına benzetti. Kaderi neredeyse bana benzeyen kendi kızına. Bu kadın Poyraz'ın annesiydi. Pek iyi değildi, hastaydı ama beni kabul etti. Kızı olarak gördü, bir anne şefkatini hissettim onda. Yirmi yıldır bu duygu bana o kadar uzaktı ki oturup ağlayamadım da maskem yüzümden. Her şeye inat güçlü durmaya çalıştım.
Sonra akşam oldu. Bu sefer Görkem çıktı karşıma, daha kendimi buna hazırlamamıştım oysa. Bir anda kendimi daha garip bir ânın içinde buldum. Bir bakmışım beni terk eden adamla evleneceğim adamın geri kalan aile üyeleriyle aynı masada oturmuşum, üstelik iş konuşuyorum. Yıllarımı verdiğim holdingin bugün karşısında duruyordum.
Bir de Poyraz'a abarttığını, sadece normal bir baş dönmesi olduğunu söylediğim bir baş dönmesi durumum vardı. İnat etmeseydi ve bir doktor çağırmasaydı sonuçlarımın korkunç bir halde olduğunu öğrenemeyecektim. Doktor ciddi bir yükseliş olduğundan söz ediyordu. Sesinden bile berbat bir durumda olduğumu hissedebiliyordum. Bugün içinde sindirmem gereken kaçıncı duyguydu bilmiyorum ama bir de bu çıkmıştı başıma. Bana on gün önce böyle bir şey deselerdi umurumda bile olmazdı. Şimdi ise nasıl tepki vermem gerektiğini bilmiyordum.
Hastane mevzusunu atlatamadan birden kendi başıma açtığım yüzük belası çıkmıştı. Herkesin içinde evlilik teklifi almak benim bile bekleyebileceğim bir şey değildi, yine de elimden geldiğince Poyraz'a ayak uydurdum.
Şimdi ise buradaydım. Evin bahçesinde. Koca bir günde yaşadıklarım film şeridi gibi beynimde dönüp durdukça oturup saatlerce ağlamak istiyordum. Bunların hepsinin bir günde olması ağır ve fazla sinir bozucu geliyordu. Birini sindirmeden bir diğeri peşi sıra geliyordu. Nefes almam için biraz bile alanım olmamıştı.
Yine de iyi idare etmiştim. Kendimi bile kandırmayı başarmıştım.
Berbat hissediyordum.
Başımı kaldırıp tekrar güç almak ister gibi gökyüzüne baktım. "Baba..." Fısıltım benim bile işitemeyeceğim kadar kısıktı. "Yorgunluk da geçer mi?" Büyüyünce her şey geçer demişti, yorgunluk da geçsin.
Gökyüzü bana cevap vermedi, ben de önüme döndüm. Poyraz girdiği kapıdan çıkıyordu. Elinde çantam ve büyük bir poşet vardı. Çantamı bile unutmuştum. Gerçi aklımı kaçırmadığıma dua etmeliydim.
Bana yaklaştığında sessizce aracın ön kapısını açıp oturdum. Poyraz elindeki poşeti arka koltuğa bıraktıktan sonra şoför koltuğuna geçti. Bir şey demeden çantamı bana uzattı ve aracı çalıştırdı. Konuşmak istemediğimi söylemiştim, bana ayak uydurmaya çalışıyordu.
Yol boyunca ikimiz de konuşmadık. Aracın içinden çıkan tek ses nefes alış verişlerimize aitti. Sessiz bakışlarım karanlık yolda aracın farlarının aydınlattığı yerdeydi. Başım cama yaslıydı. Ağlamıyordum. Hâlâ ağlamak için doğru bir zamanda değildim. Her zaman olduğu gibi, yine yalnız başına kalınca ağlamalıydım. Ağlarsam rahatlayacağımı biliyordum. İçimdeki tüm yük gözyaşlarımla üzerimden akıp gidecekti. Hep öyle olurdu.
Gözlerimi kapatıp kendimi sakinleştirmek istediğim sırada Poyraz sanki bu sessizliğe dayanamamış gibi "Ağlamak istiyorsan ağla," demişti birden. "Tutma kendini."
Ona döndüm. "Öyle bir isteğim yok!" Sesim fazla serti. Beni anlaması bana kendimi zayıf hissettiriyordu.
"Gözlerin aksini söylüyor." Yüzümü işaret etti. "Her an akacak gibiler ama izin vermiyorsun."
Suratımı buruşturdum. "Sende miyopluk var. Çalışmaktan gözlerin bozulmuş."
Direksiyonu çevirirken kahkaha attı. Bence komik değildi. Gülüşü kesildiğinde meraklı bir şekilde "Doktor ne dedi?" diye sordu. "Sorun var mı?"
Omuz silkip gayet normal bir şekilde "Yok," dedim. "Normal bir baş dönmesi sadece. İlaçlarımı düzenli kullanırsam toparlayabileceğimi söyledi."
Yine kendimi inandırdığım bir yalan daha.
Sözlerim o kadar yalan gibi değildi ki herhangi bir şekilde kuşku duymadı. Başıyla onaylamakla yetindi. "Bir daha kullanmayı unutma."
Ona cevap vermedim. Bakışlarım kucağımda birleşen ellerime kaydığında yüzükle göz göze geldik. Sağ elimi kaldırıp baktım. Maviye çalan yüzüğün her bir detayı özenle işlenmişti.
"Bunu..." dedim yüzüğe bakmaya devam ederken. "Niye bana verdin? Fazla kıymetli bir şey."
"Seninle evleniyorum çünkü," dedi birden. Bana baktığını hissediyordum. "Bu yüzük evleneceğim kadına takmam için bana miras kaldı."
Kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Yine de..."
"Yinesi yok," diyerek lafımı böldü. "Sahte ya da değil, seninle evleneceksem o yüzük senin parmağında olmalı."
Onunla aynı fikirde değildim. Ona döndüm. Bakışları yolla benim aramdaydı. Bir anda "İleride birini seversen bana taktığın yüzüğü ona nasıl takacaksın?" diye sorma gafletinde bulundum. Sert bakışları beni buldu. Sorumdan hoşlanmamış gibi duruyordu. Belki de Aylin'i seviyordu ve sorum ona ihanetini hatırlatmıştı.
"O yüzüğü başka kimseye takmayacağım." İtirafıyla sarsıldığımı hissettim.
Gözerimi birkaç kez kırpıştırırken " Nasıl yani?" diye sordum.
"Senden başkasıyla evlenmeyeceğim çünkü." Bakışları benden yana değildi. Ademelmasının oynadığını fark ettim.
Gözlerimi ondan çekmeden "Yalnız biz boşanacağız," dedim ona bunun gerçek bir evlilik olmayacağını hatırlatmak ister gibi. "Sen altı ay demiştin, en fazla bir yıl evli kalırım seninle. Sonra defolup gideceğim bu şehirden."
Son söylediğime kadar tepki vermemişti ama gideceğimden bahsettiğimde arabayı bir anda durdurup bana baktı. "Gidecek misin?" diye sordu. Bugün ona ben bir şehirde birini kaybettiysem o şehri terk ederim derken gideceğimi çok önceden söylemiştim ama anlaşılan o fark etmemişti.
"Evet," dedim. Nettim. "Gideceğim."
Yüzüme baktı. Bir cevap arar gibiydi ama bulamayacağını anladığında pes ederek "Peki," dedi. O da netti. "Ama gideceksen kendini bu kadar sevdirme. Geride kalanlar arkandan üzülür."
Defne ve annesinden bahsediyor olmalıydı. Bu açıdan hiç düşünmemiştim. Ama beni tam tanımıyorlardı. Bugün tanışmıştık. Belki biraz daha tanırlarsa artık sevmezlerdi.
"Kimse üzülmez," diyerek söylediğini yok saydım ve önüme döndüm.
"Ben..." dedi birden ama sonra sustu. Devamını getirmedi. Önüne döndü ve aracı çalıştırdı. Sen ne? Ne ben sordum ne o cevap verdi. Sessizliğimiz yolun kalan kısmı boyunca devam etti.
Araç benim için ayarladığı evin önüne gelince durdu. Poyraz'la birlikte arabadan çıktık. Tek başına gideceğimi söylesem de araçtan aldığı poşetle beni dinlemeden peşimden geldi.
Birlikte yukarıya çıktık. Evde kimse yoktu. Poyraz bu gece onların evlerinde kalacağımı düşündüğü için Berfin ablayı göndermişti. Bu iyi bir şeydi. Evde saatlerce rahat rahat ağlayabilirdim.
Kapıyı açtığımızda Poyraz direkt mutfağa doğru ilerledi. Peşinden gelmemi istediğinde gözümü devirerek dış kapıyı kapatıp arkasından ilerledim. Mutfağa girer girmez poşetin içindekileri çıkarmaya başladı. Her bir kapta yemek görmek beni elbette ki şaşırtmıştı.
"Zorla yedirmesem aç yatacağını iyi biliyorum," dedi bana bakarak. Evet, aç yatacaktım. Yemek yapmak isteyecek bir kafada değildim. "Yemek yemeyi sevdiğini söylerken benimle dalga geçiyordun, değil mi?"
Kapıdan içeri geçtim. Masanın önünde durduğumda "Yo," dedim yaprak sarmalardan birine uzanırken. "Gayet severim." Sarmayı ağzıma attım. Tadı güzeldi. Fazla güzeldi. Lokmamı bitirirken ona döndüm. "Sadece bugün psikolojimi bozduğum bir gün oldu, aklıma gelecek bir vakit olmadı. Anlarsın ya." Tüm gün yaşadığımızı hatırlamasını ima etmiştim.
Omuz silkti. "Kendin kaşındın."
"Senin evlenme teklifini kabul ettiğim günü tüm ailenin önünde, ha bir de beni terk eden o herifin olduğu yerde yüzük takacağını hesap edemedim kusura bakma," dedim alayla. "Hayır bunların hepsi bir günde olmak zorunda mıydı? Birini idrak edemeden diğeri geldi. Oscar'ı en çok ben hak ediyorum."
Sandalyeye oturmamı işaret etti. İkimiz de sinirlerimiz bozulmuş gibi gülüyorduk. Onu bilmem ama benim sinirlerim ciddi anlamda bozulmuştu. Sandalyeyi çekip oturdum. Sarmalardan birini daha ağzıma attığımda "Bir de tebrik ederim diyor ya," dedim lokmalarım arasında. Sesim giderek kötüleşiyordu. Galiba artık ağlayacaktım. "Al o tebriğini bir yerlerine sok... Ağzımı da bozdum ya. Beni düşürdüğü hallere bak! Şerefsiz, pislik!"
Poyraz yemekleri benim için açtı. Isıtmakla uğraşmak istemediğim için kaşıkla her birini yemeye başladım. Gözlerimin önü giderek bulanıklaştığından ne yediğimin bile farkında değildim. Tek yaptığım bir şeyler yiyip ağlamalarım arasında küfretmek olmuştu.
"Biraz daha rahatladın mı?" diye sordu Poyraz. Bütün tabakları bitirene kadar yemiş ve her saniyesinde ağlamıştım ama gram rahatlamamıştım.
Ayağa kalktım. "Altı gün ağlarsam geçer herhalde," diye söylendim. "Aradığınız ruh sağlığıma uzun bir süredir ulaşılamıyor."
Kapıdan çıkacağım sırada "Yarın istersen gelme, biraz kafanı dinle," dedi, iyi olmadığımı görebiliyordu.
Ona döndüm ve "Aslında iyi olur," diye mırıldandım. "Zaten yarın cuma. Ben pazartesi başlayayım en iyisi."
"Nasıl istersen."
"Sen de evine dön, ben biraz tek kalmak istiyorum. Kimseyi de buraya gönderme." İtiraz edeceği sırada elimi kaldırdım. "Kendimi öldürmek gibi bir düşüncem yok. Bunu anla artık. Aksime oynayıp beni zorlama. Sonra senin bile kalbini kırabilecek şeyler söylerim. Bunu nasıl yapabilirsin deme, çünkü yeri geldiğinde korkunç birisine dönüşebiliyorum."
Biraz düşündü. Sonunda sözlerim işe yaramış gibi pes ederek nefesini bıraktı. Yalnız kalmaya ihtiyacım olduğunu görebiliyordu. "Peki, nasıl istiyorsan."
Ona başka bir şey söylemeden arkamı dönüp lavaboya doğru gittim. Uzun bir süre kapının arkasında kaldım. Kapı kapanma sesi işitince nefesimi bırakarak lavabonun önüne geçtim ve ellerimi yıkayarak banyodan çıktım.
Evde artık tektim. Olması gerektiği gibi. Hep olduğu gibi.
Kaldığım odaya geldiğimde yatağa geçip oturdum. O an bakışlarım tam karşıma değdi. Sürekli ertelediğim şeyle ansızın bu şekilde yüz yüze gelmek istememiştim ama artık çok geçti.
Aynadan kendime bakıyordum.
Ama kendimmiş gibi hissetmiyordum.
Yüzüm solgundu. Yine de bugün herkes bana çok güzelsin demişti. Oysa kendimi hiç güzel hissetmiyordum. Kendimi solmuş hissediyordum.
Saçlarım bana benzemiyordu. Annem gibi değildim ve bu beni üzüyordu. Ben çok severdim anneme benzemeyi. Artık istemiyordum. Artık anneme benzemek istemiyordum ve bu kalbimi kırıyordu.
Tüm gün yaşadıklarımla aynada göz göze geldim. Aniden yaşlar yanaklarımı ıslatmaya başladı. İnsanı anlatamadığı şeyler ağlatır. Ben bugün kendime anlatamadıklarıma ağlıyordum. Aynadakinin artık yeni ben olduğunu kabul etmek istercesine ona bakarak saatlerce ağladım. Ardından üstümü bile değiştirmekle uğraşmadan yatağa geçtim.
Elimi kendime çekerken bakışlarım parmağımdaki yüzükle buluştu. Bunu başka kimseye takmayacağını söyledi. Neden böyle bir şey demişti? Beni böyle bir düşünceyle bir başıma bırakması hoş değildi. Parmağıma taktığı şeyin ileride bana kelepçe olmamasını dileyerek uzun bir süre daha ağlamaya devam ettim. En sonunda ağlamaya mecalim kalmayınca kendimi uykunun kollarına bıraktım. Uyumadan önce zihnimden tek bir şey geçiyordu.
Poyrazda sert esen bir rüzgârdı, çiçek açmazdı; yine de bana çiçek açtıracakmış gibi hissediyordum ve böyle hissetmek, sanki yanlışmış gibi geliyordu.
BÖLÜM SONU...
***
Elvin gibi benim de beynim çorba oldu. Her şey üst üste gelmeye devam ettiğinde ve gün inadına bitmedikçe bit artık be biittt diye diye klavyeyi tuşluyordum.
Elvin delirmesin de ne yapsın.
Bölümü nasıl buldunuz?
Görkem hakkında düşünceleriniz neler? Elvin ve ikisi için değişik bir an oldu. Elvin'in ona karşı olan hamleleri...
Poyraz'ı çok seviyorum... Öyle içimden geldi.
Cengiz Karaaslan bize rahat verecek mi acaba? Ki daha Aylin var. Onun karşısında yan yana bir çift olarak durduğumuzda neler olacak merak ediyorum. Görkem ve Elvin 3 yıldır birbirlerini tanıyorlardı ama Poyraz ve Aylin çocukluklarından beri...
Defne bebem yüzümü güldürüyor ya.
Bundan sonra neler olacak, bekleyip göreceğiz.
Yeni bölüme kadar kendinize iyi bakın.
Esen kalın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.77k Okunma |
1.36k Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |