22. Bölüm

15. Bölüm | İlk Yanan Kıvılcımlar

Esmacayım
esmacayim

Selam selam selammm...

Nabersiniz görüşeyeli??? Ben faazzzzlasıyla yorgun :(((

Çalışmak çok yorucu arkadaşlar dkgjfdlkhfdlk arada istifa etme perileri geliyor ama atanana kadar dayanıcazz!!!

İşten geldiğimde bayılmasam bölüm çoktan bitecekti ama yorgunluktan gözümü açmaya bile halim kalmıyor bazı günler. İş hayatıyla yazma hayatı rahat ilerlemiyormuş, onu gördüm.

Bölüm oldukça uzun bu arada. Ben eğlendim. Şeyyy... Sonda görüşelim olur mu?

Çok uzatmayacağım. Yorumlarınız bekliyor diyor ve keyifli okumalar diliyorum...

15. BÖLÜM

İLK YANAN KIVILCIMLAR

Poyraz’ın söylediklerinden sonra kapımı çalan şaşkınlıkla bulunduğum yerden ayrıldım. Üst kata çıkana kadar bırakmayacağım sözleri zihnimi kurcalayıp duruyordu. Defne'yi ikna etmek için böyle söylediğini düşünmek işime geldiğinde o an için öyle yaptım ve kimsenin olmadığına emin olduğum çalışma odasına geçtim.

Kapıyı ardımdan kapattıktan sonra masanın üstündeki dağınık dosyaları es geçerek koltuklardan birine geçip oturdum. Dirseğimi bacaklarıma yaslarken alnımı avuçlarıma yasladım. Saçlarım önüme düştüğünde bunu umursamadım. Kendimi sakinleştirmeye çalışıyordum. Daha evlenmeden yaşadığım ve işittiğim şeylere inanamıyordum. Kendi hayatımın ağırlığı altından kalkamazken bir başkasının hayat hikâyesi beni her geçen saniye biraz daha boğuyordu.

Defne'ye üzülmeden edemiyordum. Onun kaçırıldığı anda yaşadığı korkuyu düşünmek bile göğsümü sıkıştırıyordu. Bulunmuş olmasına ve şu an yanımızda gülebilmesine bu olayı öğrendiğim saniyeden beri şükredip duruyordum. Küçük kızda kocaman bir travma bırakmışlardı. Bunu hazmedemiyordum.

Dünyada çok fazla iğrenç insan vardı.

En büyük zararları da hep çocuklaraydı.

Stresten terleyen avuçlarım alnım ve saçlarımı arasından kaydı. Ellerimi tekrar aynı yere sabitlediğim sırada kapı açılma sesi işittim ama dönüp bakmadım. Poyraz’ın olduğunu tahmin etmek zor değildi. Kendisinden önce yoğun parfüm kokusu kendi varlığını göstermişti.

Hareket etmeyi bıraktığında “Elvin?” dedi şaşkın bir ses tonuyla, kapıyı ardından kapatırken. Adım sesleri içeri doğru hareket etti. Duruşumu bozmadım. Ona bakarsam fazla empatinin getirisiyle mavilerinde durgunlaşıp yaşlarımı bırakırdım. “Neyin var, bir şey mi oldu?” Sesi endişeliydi.

“Bir şey olmadı,” dedim ona bakmadan. Çok şey oldu.

Önünde diz çöktüğünde boylarımızı eşitledi ve bileklerimden tutarak ellerimi yasladığım alnımdan ayırdı. O an için başımı kaldırmak zorunda kaldığımdan göz göze geldik. “Çok şey mi oldu?” diye sordu gözlerimin içine biraz daha bakarak. “Gözlerin yine dolu dolu. Kızarmışlar da. Olmuyor bak böyle. Orman yangını iyi bir şey değil. Kızarmasın bu kadar yeşillerin.”

Dudaklarımı büzerek oldukça masum bir sesle “Gözlerim ormana mı benziyor gerçekten?” diye sordum başımı hafifçe yana eğerek. Babam da hep böyle derdi. Sonra da “Nefes almak istediğimde gözlerine bakmak yetiyor güzel kızım,” diye eklerdi. Yıllar sonra başka birinden gözlerimin ormana benzediğini işitmek, içimde bir yerlerde var olan yaralarımdan birine merhem sürmek gibi bir şey olmuştu.

Poyraz’ın dudak kenarları yukarıya doğru kıvrıldığında gözleri kısıldı. “Evet,” dedi tereddüt etmeden. “Yemyeşil bir orman, insanın kaybolası geliyor.” Sözleri fazla beklenmedikti.

“Ormanda kaybolmak iyi bir şey değil.”

"Kayboldun mu hiç?" diye sordu.

Başımla onayladım. "Babam şehirden gitmeden önce, gitmesin diye ağlayarak evden kaçtığımda evimizin arka tarafında olan ormanda kaybolmuştum. Sonra babam buldu beni. " Onu işaret ettim. "Peki sen? Sen kayboldun mu hiç? Pek bir heveslisin de kaybolmaya."

Güldü. “Çocukken kaybolmuştum.”

Kaşlarım endişeyle çatıldığında “Ormanda mı?” diye sordum. Başını sallayarak onayladı. “Çok korktun mu peki, kaç yaşındaydın o zaman?”

Düşünür gibi başını hafifçe kaldırdı. “Sanırım altı yedi yaşlarındaydım,” dediğinde tekrar bana baktı. “Ablamın beni bulacağını bildiğim için çok korkmadım.” Ablasından söz ederken sesinde özlem vardı. İçim burkuldu.

“Ablan mı buldu peki?” Merakla yüzüne baktım.

Gözlerini kapatıp açtı. “Ablam buldu.”

“Al bak,” dedim onu işaret ederek. “Ormanda kaybolmak iyi bir şey değil. Sürekli birilerinin bizi bulmasını bekleyemeyiz.” Sürekli bulunamaz, Poyraz. Bazen kimse olmaz. Bazen tek olursun.

Yüzünü bana doğru yaklaştırdığında gözlerini gözlerimden bir saniye olsun çekmedi. “Belki bulunmak istemiyorumdur bu sefer?” dediğinde sesindeki derinlik ve netlik afallamama neden oldu. Yutkunduğumu hissettiğimde gözlerimi ondan sonunda kaçırabildim. Elleri hâlâ bileklerimin üzerindeydi. Dudaklarımı ıslatıp yavaşça ellerimi ondan çektim.

Bileklerimi bıraksa da duruşunu bozmadı. Hâlâ dizlerinin üstüne çökmüş şekilde bana bakıyordu. “Ben de kaybolmak istemiyorum, kaybolmak ürkütücü geliyor,” dedim ona bakmadan. Sesim fısıltıdan farksızdı. Başım eğik, gözlerim kucağımda birleştirdiğim ellerimin üzerindeydi.

Derken Poyraz bir anda bir eliyle çenemi tutup kaldırdığında kucağımdaki ellerimi birbirine kenetleyip hareket etmeyi bıraktım. Gözlerimi gözleriyle buluşturdu. “Seni hep bulacağımı söylemiştim,” dedi tok sesiyle, işaret parmağını çenemin etrafında gezdirirken. “O yüzden Çiçek, kaybolmaktan korkma sen.”

Gözlerine baktım. Ne söyleyeceğimi anlamış gibi başını hafifçe iki yana salladığında belki bundan bu kadar net sarf ettim sözlerimi. “Sen her zaman olmayacaksın hayatımda,” dediğimde çenemin üzerinde hareket eden parmağı durdu. Sözlerimi sevmediğini çatılan kaşları ele veriyordu. “O yüzden Poyraz, sözler verip durma bana.”

“Gelecekten fazla eminsin,” dedi homurdanır gibi. “Ne olacağını bilemezsin, Çiçek.”

Güldüm. “Gelecekten emin olan senmişsin gibi daha çok, ben hiçbir zaman söz vermedim sana.”

Çenemin üzerindeki elini çekti. “Verdiğim her sözü tuttum ben, yine tutarım.”

“İleride ne olacağını bilemezsin.”

“Sen de ilerisi için konuşmayı bırakmalısın.” Yüzüme doğru yaklaştı. “Sürekli ya geriye bakıyorsun ya da ileriye. Ama Çiçek…” Duraksadı. Sözlerini tartıyor gibiydi. “Şimdi bir kez olur, Bugünü yaşamazsan onu bir daha hiç yaşayamazsın. Yarını da dünü de rahat bırak. Ne oldu ya da olacak diye düşünme. Sadece yaşa.”

Sözleri benim yaşama biçimime tersti. “Carpe diem insanı değilim ben.”

“Onu görebiliyorum. Hesap yapmaktan yaşamayı unutmuşsun sen.”

Kelimeleri belki de fazla sertti ama yalan değildi. Histerik bir gülümseme dudaklarımın arasından kaçarken “Sence yaşanabilir bir hayatım mı var?” dedim. “Dünyadaki tüm felaketler dönüp dolaşıp benim başıma gelmiş sanki. Trajikomik bir hayatım yokmuş gibi bir de ânı mı yaşayayım?” Gözlerimi devirirken tekrar güldüm. “Aman istemez.”

“En çok bu yüzden ânı yaşamalısın zaten,” dedi yerinden doğrulurken. Bakış açım onun sinirini bozmuşa benziyordu. Ben oturmaya devam ederken başını öne eğerek bana baktı. “Bazen tek bir ânın olur, onu da boşa harcama. Sonrasını sonraya bırak.”

Gözlerimizi ayırmadan yerimden doğruldum. “Sen de mi öyle yapıyorsun?” dedim meraklı bir tonla. Karşı karşıya geldiğimizde başımı hafifçe kaldırıp yüzüne baktım. “Sonrayı sonrada bırakabiliyor musun? Açıkçası hiç de öyle bir izlenim veren birisi değilsin.”

Yüzüme doğru eğilirken güldü, az önceki gerginliği silinmiş gibiydi. “Nasıl bir izlenim veriyormuşum?”

“İlk olarak…” Düşünür gibi başımı kaldırıp tekrar Poyraz'a baktım. “Kesinlikle inatçı. Benim gibi akrep falan mısın sen?” Kaşlarım çatıldı. İnadı gerçekten sinirimi bozuyordu. “Bu inadının başka bir açıklaması olamaz çünkü.”

“Burçlardan hiç anlamam, o ne oluyor tam olarak?”

Dudak büktüm. “Yani… Ben de pek anlamam. Arada haber okurken burç yorumlarına denk gelince böyle göz gezdiriyorum, o kadar. Kasımda doğduğum için akrep olduğumu da oradan öğrendim. Su grubu mumuymuş, neymiş. Çok inatçı olduğumuzdan bahsediyordu. Ama seni görmemişler. Sen de mi akrepsin?” Parmak uçlarımdan Poyraz'ın yüzüne doğru yükseldim. “Bak yine sinirimi bozdun.”

Poyraz tüm konuşmamı ilgiyle dinledi. Son söylediğimden sonra gözlerini kıstı , hemen arkasından odayı kaplayacak bir kahkaha kaçtı dudaklarının arasından. “Değilim sanırım,” dedi gülmeye devam ederken. “Ağustosta doğduğuma göre başka bir şey oluyor olmalıyım.” Yüzüyle beni işaret etti. “Entelektüel biri olarak bunun da cevabını ver. Ben ne oluyormuşum?”

Alaycılığına gözümü devirsem de sorusuna cevap verdim. “Ağustos kaç? Değişebiliyor çünkü.”

“On dört.”

“Aslansın o zaman,” dedim bu burç bilgisini neden zihnimde tuttuğumu sorgulayarak. “Ateş grubu oluyorsun.”

Poyraz inanamazmış gibi güldü. “Bir şey bilmiyorum dediğin halin bu mu?” Tekrar güldü. “Bir şey bilsen Yaprak gibi haritalardan konuşacaksın galiba.”

Gözlerim kısıldı. “Yaprak anlar mı haritalardan?”

“Ne o?” dedi eğlenir gibi kirli sakallarını kaşıyıp gülümserken. “İlgini mi çekti.”

“Yo,” dedim omuz silkerek. Çekmişti. “Niye çeksin, benimki genel merak. Her şey hakkında bilgi edinmeyi seviyorum.”

“Yani ilgini çekti.”

Gözümü devirdim. “Evet çekti. Ne var bunda?” İtiraf ettiğime göre devamını da tekrar sorabilirdim. Gözlerimi kısıp merakla başımı salladım. “Yani anlar mı haritadan, onu söyle sen.”

Dudak büktü, “Hiçbir fikrim yok,” derken. Bıkkın bir şekilde nefesimi bıraktım. “Sen de hiçbir şey bilmiyorsun.”

“İlgilendiğim şeyler hakkında bilgili olmam yeterli.” Diliyle dudaklarını ıslattı. “Gerisi bilgi kirliliği.” Fazla meraksız bir adamdı ama yine de bana sürekli sorular soruyordu. Şimdi de yaptığı gibi. Gözlerini kısarken “Bu arada… Kasım kaçta doğdun?” diye sordu merakla.

Alaycı sırıtışım yüzümdeydi. “Bilgi kirliliği olarak değerlendirmeyeceksen on bir.”

“Öyle hissetseydim sormazdım,” dedi net bir şekilde. Bana doğru bir adım attı ve aramızdaki mesafeyi azalttı.

Geri çekilmeye gerek duymadım. “Fazla netsin.”

Güldü. “Her konuda,” derken sanki başka bir şey için demiş gibiydi. Üstünde durmamaya çalıştım. Altını kurcalamayacaktım. Ona cevap vermediğimde yine konuşan kendisi oldu. “Peki?” diye sordu sorarcasına kaşlarını kaldırırken. “Başka nasıl izlenimler veriyorum?”

Kaşlarımı çattım. “Nasıl yani?”

“İlk olarak inatçı olduğumu söylemiştin.” Beni işaret etti. “Sonra peki?” Az önceki konuşmanın devamını merak ediyordu. Meraksız bir adama göre şu an fazla meraklıydı.

Dudak bükerken “Az konuşuyorsun,” dedim, lakin ardından aklıma gelenle gözlerimi büyüterek “Tüm konuşma özelliğini Yağmur’un aldığını tahmin ediyorum. Senden ona geçmiş,” diye ekledim. Bu Poyraz’ı güldürdü.

“Biraz çok konuşur.”

Başımla onayladım. “Aynı eski ben gibi.”

Poyraz’ın gülüşü ansızın soldu. “Yeni sen de çok konuşabilirsin,” dediğinde bunu istiyormuş gibi sarf etti kelimelerini.

Yine aynı şeyleri tartışmak istemediğim için eğlenir tarzda “Sonra bana da kafanı şişirdiğimi söylersin,” dedim. Poyraz ne demek istediğimi anlamamıştı. “Yağmur’a öyle diyormuşsun ya.”

“Sana demem.” Gözlerimin içinde bir şey ararmış gibi derin bir şekilde baktı. “Sen hep konuş.”

Bazen kelimeler ölür Poyraz. Konuşacak bir şey kalmaz.

Kollarımı önümde kavuşturdum ve “Niye demezsin?” derken merakla gözlerine baktım. Sonrasında güldüm. “Gerçi diyemezdin de, seni fena benzetirdim.”

Sözlerimden keyif almış gibi ensesini kaşıdı. “Ona ne şüphe.” Ellerini tekrar iki yanına bıraktığında bakışları ciddileşti. Soruma cevap vermek için yüzünü bana eğdi. “Demezdim çünkü…” Bana doğru bir adım attı ve aramızda başka bir mesafe bırakmadı. “Seni dinlemek hoşuma gidiyor. Çok okuyorsun, çok izliyorsun, her şey hakkında bilgin var ve bunları anlatırken, farkında değilsin ama kendini kaptırıyorsun. Her saniyesinde gözlerinin yeşili biraz daha parlıyor. Yanağındaki çukurlar her saniyesinde biraz daha derinleşiyor. Gülmek sana gerçekten çok yakışıyor. Güldüğünde yanağındaki çukurlar çiçek açıyor sanki. Bence hep çiçek açmalısın. O yüzden Çiçek, çok konuş sen. Çiçek açasın diye dinlerim ben hep seni.”

Kucağımda birleşen ellerim işittiğim kelimelerin hazırlıksızlığıyla boşluğa savrulurken kocaman açılan gözlerim seğrilerek Poyraz’ın üzerinde gezinmeye başladı. Beklemiyordum. Bu denli bir cevabı asla ama asla beklemiyordum. Vücudumda kol gezen bir gerginlik oluştu. İşittiğim her kelime kalbimde fırtına yaratmış gibi, bir de o fırtınayla beni bir başıma bırakmış gibi içimde büyük bir savaş başlattı. Savaşın üstümde bıraktığı hasarla söyleyecek kelime bulamadım. Dudaklarım aralanıp duruyordu ama sarf edecek tek bir kelime bile türemiyordu aralarından. Geri çekilmek ve aramızdaki yakınlığa son vermek istedim. Onu da yapamadım. İçimdeki savaşa yenildiğimde başımı önüme eğmek zorunda kaldım.

“Niye öyle söyledin ki?” dedim masumca, sonunda konuşabilmiştim.

Bir eli çenemi kavradı. Yine. Usulca yere bakan başımı kaldırırken gözlerimizin buluşmasını sağladı. “Söyleyesim geldi.”

Parmakları çenemden yanaklarıma uzandığında içim ürperdi. Dokunuşu elektrik çarpma hissi yaratıyordu. Her parmağının en ufak hareketi bile içimi titretti. Üstümde binlerce voltluk elektrik vardı sanki. Bu fazlaydı. Bu kadarı fazlaydı. Sonu iyi olmazdı.

Yazık olurdu.

“Gelmesin,” dedim fısıltıyla. Bana bir şey söylemeye çalışan gözlerine, üzerimdeki şaşkınlığı tek kalemde çizip buz gibi gözlerle bakmaya başladım. Benden ilk kez böyle bir bakış gören Poyraz afallasa da bir şey demedi. Beni bırakmamaya niyetli gibiydi, bundadı elleri arasından kurtulup aramıza mesafe açmam. “Bazı şeyleri öyle rahat söyleme, Poyraz. Ne bunu kendine yap ne de bana.” İkna olsun diye gözlerimi kaçırmak istesem de yapmadım. “Kapıda söylediğim gibi; sınırlarımız olsun, olur mu?”

Sözlerimi beğenmemişti. Kaşları çatıldı. “Ne demek istiyorsun?”

“Kendini kaptırıyorsun, Poyraz.” Başımı üzgünce omzuna yatırdım. “Yapma bunu.” Savaştırma beni kendinle.

“Ben bir şey yapmıyorum.”

“Sorun da o ya…” dedim onu işaret ederek. “Farkında bile değilsin.”

Gözlerini kapatıp açtığında inkâr etmek için bir şeyler aradı ama bulamadı. Çünkü ortada inkâr edilecek bir durum yoktu. Yanlış vardı. “Ne istiyorsun?” diye sordu pes edercesine. Ardından yutkundu. Hep konuşmamı istediğini söylediğine pişman olmuş gibi bakıyordu. Bu konuda konuşmamı istemiyordu.

Kuruyan dudaklarımı ıslattım ve istersem ne kadar sert bakacağımı bildiğim bakışlarımla ona baktım. Onu üzmek istemiyordum, ama bazen bazı kelimeler sonradan üzülmememiz için sarf edilmeliydi. Bazı yollar açılmadan kapanmalıydı. Ümit bağlanmamalıydı. Yolun sonu yoktu, bir yerden sonra bitecekti. Bunu fark etmeliydi.

Benimle gidilecek uzun soluklu hiçbir yol yoktu.

Poyraz’a doğru bir adım attım. Başımı kaldırdım ve sol işaret parmağımı göğsünün üzerine götürüp, iki kez vurduktan sonra aramıza sınır açacak kelimelerimi bazı şeyleri netliğe kavuşturmak için sarf ettim.

“Bana karşı yanlış duygular besleme, Poyraz.”

***

Aynanın karşısına geçtiğimde uzun zamandır kendimi böyle görmediğimi fark ediyordum. Üzerimde ince askılı, zümrüt yeşili bir elbise vardı. Kumaşı oldukça hafifti, adım attıkça dalgalanıyordu. Göğüs kısmı V şeklinde derindi ama zarif duruyordu. Etek boyu yere kadar uzansa da sağ bacağımda dizimin bir karış üzerinden yere kadar uzanan uzun bir yırtmacı vardı, yürüyünce bacaklarım görünüyordu. Ayağımda gümüş renkli, ince topuklu stilettolar vardı. Saçlarımı da dalgalandırmış biçimde omzumdan aşağıya salmış, bir tutamı sağ kulağıma sıkıştırırken o tarafta kalan saçlarıma da gümüş zarif, taşlı bir toka geçirmiştim.

Çok güzel görünüyordum.

Son kez daha gül kurusu rujumdan sürdükten sonra oldukça iddialı olan makyajıma son vererek rujumu küçük siyah çantamı içine attım ve aynanın önünden ayrıldım. Evden çıkmak için telefona uzandığım sırada gelen arama sesi odayı kapladı.

Poyraz gelmiş olmalıydı.

Telefona masanın üzerinde alıp aramaya baktım. Tahmin ettiğim gibi Poyraz’dı. Telefonu açar açmaz “İniyorum şimdi,” dedim, konuyu hiç uzatmadan. Onaylar bir mırıltı çıkardıktan sonra “Tamam,” dedi telefonun arkasındaki sesi. “Bekliyorum.” Sesi tüm gün olan soğukluğunu korumaya devam ediyordu.

Telefonu kapattıktan sonra çantama attım ve son kez derin bir nefesi ciğerlerime armağan ettikten sonra gitmek için hareketlendim. Bugün nefes almaya alanım olmayacağını hissediyordum. En az hasarla atlatma düşüncesi bugünlük en büyük dileğimdi.

Poyraz’la birlikte Feyza Soykan’ın verdiği davete katılacaktık. Sabah şirketteyken yine istersem gelmememi söylese de kafama bir şeyi koyduysam onu yapacak biri olduğumdan teklifini reddettim ve geleceğimi söyledim. Bir daha da sormadı. Zaten dünden beri de benimle gerekmedikçe konuşmamaya çalışıyordu. Bozuldu mu bilmiyorum ama ona dün akşam çalışma odasında söylediğim ve ardından yalnız bıraktığım sözlerimden sonra tavır almış gibi davranıyordu. Akşam topluca yemek yerken bile sofradan erken kalkmıştı.

Yanlış bir şey söylediğimi düşünmüyordum. Bazı şeylerin önünü almazsak daha sonra üzüleceğimizi biliyordum. Zaten bir sürü derdimiz varken bir de birbirimize zarar verecek duygulara kapılmamalıydık.

Kendimi apartmandan dışarı attığımda Poyraz direkt görüş alanıma girdi. Her zamanki gibi kalçasını arabasının kaputuna yaslamış bir şekilde telefonuyla ilgileniyordu. Gecenin karanlığında bile ciddi anlamda yakışıklı görünüyordu. Kumral saçları dağınık durmuyordu. Uzaktan bile olsa az da olsa var olan sakallarını kestirdiği gözümde kaçmamıştı. Üzerinde siyah bir takım vardı. Poyraz genelde açık renkler tercih eden bir adam olsa da davetlerde siyah giyindiğini fark ettim. Kravat takmaktan da nefret ediyor gibiydi ki, şu an bile boynunu saran şeyi boştaki eliyle gevşetip dururken ne kadar bunaldığını fark edebiliyordum.

Çok değil, birkaç saniye sonra Poyraz geldiğimi hissetmiş gibi bakışlarını telefonundan ayırıp benim olduğum yöne doğru çevirdi ve o an, az kalsın telefonu elinden düşüreceğine yemin edebilirdim. Durduğu yerde sendeledi ama çabucak kendini toparlayıp duruşunu dikleştirdi. Adımlarımı onun olduğu yöne doğru ilerletmeye devam ettim. Bakışlarındaki tuhaf ve bir o kadar yoğun ifade, ona her yaklaştığımda biraz daha artarken benim de gerilmeme sebep oluyordu.

Poyraz’ın önünde durduğumda “Merhaba,” dedim sesimi sakin tutmaya çalışarak. Onunsa bakışları yüzümde gezinip duruyordu. Herhangi bir şey söylemedi. Sanki konuşmayı unutmuş gibi bakıyordu. Başımı hafif yan yatırıp onu işaret ettiğimde transtan çıkmışçasına kendini silkeledi ve “Çok güzel görünüyorsun,” dedi hiç tereddüt etmeden. “Gerçi hep güzelsin.”

Genelde itiraf aldığımda kibirli davranırdım, şimdi ise tuhaf bir biçimde utandığımı hissettim ve gözlerimi kaçırarak “Teşekkür ederim,” dedim. Neden teşekkür ettiğimi bile bilmiyordum. İltifat için, evet. İltifat edilince teşekkür edilir.

Gözlerimi etrafta gezdirdikten sonra tekrar Poyraz’a baktım. Utangaçlık benim kişiliğimde yoktu, o yüzden hemen kendimi toparlamalıydım. “Sen de oldukça yakışıklı duruyorsun.” Yüzüme keyifli bir gülümseme yerleştirdim. “Hemcinslerim etrafında dolanırsa müstakbel kocam olduğunu söyle. Kaçmak istediğin anda da yapacağın tek işaretle yanında olacağım, merak etme.”

“Buna gerek kalmayacak, tüm gece müstakbel karımın yanında olmayı planlıyorum,” dediğinde gözlerini gözlerimden çekmedi. Benim aksime onun sesinde eğlenir bir hava yoktu, daha çok gerçek düşünceleri bunlarmış gibi duruyordu. “Tabii kendisi bunu da başka yere çekmeyecekse.”

Yüzümdeki gülümseme soldu. “Ne bu şimdi, iğnelemeye devam mı?” Benimle sabahtan beri konuştuğu her kısa anda yaptığı şey tam olarak buydu.

Cevap vermedi. Yüzüyle arabayı işaret ederek “Gidelim,” dedi ve yanımdan geçerek aracın kapısını benim için açtı. Tavırları sinirimi bozduğu için bir süre aynı yerimde durdum ve ona bakmaya devam ettim. Kaşlarımın arasındaki çizginin kırıştığını hissedebiliyordum. Poyraz açık kapıyı işaret ettiği halde hareketsiz kalmaya devam ettim.

Hiçbir şey olmamış gibi “Gitmiyor muyuz?” dediğinde dudaklarımın arasından histerik bir gülümseme kaçtı. Benimle dalga geçiyor olmalıydı.

Yüzüne ters ters baktım. “Gerçekten sinir bozucu bir adamsın.” Öfkeli ve sert adımlarımın yeri delmesine izin verdikten sonra açık kapıdan Poyraz’ın yüzüne bir daha bakmadan kendimi aracın içine attım ve çantamı gelişine torpidonun üzerine fırlattım. Poyraz kapımı kapattıktan sonra arabanın etrafından döndü ve saniyeler sonra yerini alıp aracı çalıştırdı.

Yolun ilk yirmi dakikası ikimiz de konuşmadık. Keza radyoyu da açmadığımızdan aracın içindeki ölüm sessizliği beni her geçen saniye biraz daha boğuyordu. Sessizlikten nefret ediyordum, uyurken bile bir şeyler izleyip ya da dinleyip uyumaya çalışan biriydim. Sessiz ortam beni rahatsız ediyordu. Yıllardır yalnız yaşadığım halde bu duruma bir türlü alışamamıştım. Sessizlik beni korkutuyordu ve bana hissettirdiği en büyük duygu yalnızlıktı, Poyraz böyle sessiz kalmaya devam ettikçe beni yalnızlığa esir ediyormuş gibi hissediyordum. Yine de gururumdan o konuşmadan konuşmayacaktım. O inatçıysa ben de inatçıydım.

Poyraz sanki her geçen saniye rahatsızlığımı hissetmiş gibi çenesini açtığında söylediği şey “Babaannemin teklifini düşündün mü?” demek olmuştu. Ona döndüğümde zaten bana bakıyor olduğunu gördüm.

Cevabımda nettim. “Düşünmedim.”

O da netti. “Düşün o zaman.”

Alayla kaşlarım havalandı. “İstediğin cevabı vermezsem beni iğnelemeye devam mı edeceksin?”

Poyraz’ın dudaklarının arasında ufak bir kahkaha kaçtı ama suratında mutluluktan yana eser yoktu. Dudakları düz bir çizgi olurken başını yan yatırıp yola baktı. “Lafı başka yere çekmekte üstüne yok,” dedi homurdanarak. “İstemiyorum demem yeterli, Elvin. Kimse seni bir şeye zorlamıyor.”

Omzumun üzerinden ona baktım ve “O zaman bu tavırların ne?” diye sordum kaşlarımı çatarken.

Bir eli direksiyonda dönerken diğerini indirdi. “Ne varmış tavırlarımda?”

“Ne mi var tavırlarında?” Hayretle suratına baktım. “Poyraz sabahtan beri ya beni iğneliyorsun ya da soğuk yapıyorsun. Sen kendinin farkında değil misin?”

Gözlerini benden kaçırdı. “Sınırlarımız olsun diyen sendin, Elvin.” Kısa bir anlığına bana baktı. Bozulmuş gibiydi. “Ben de kimse olmadığında o sınırlarımızı korumaya çalışıyorum.”

“Soğuk yaparak mı?”

“Ben böyle bir adamım. Netim Elvin. Aralarda takılamam. Aramıza mesafe koymak istiyorsan öyle olsun, o mesafeyi sen kaldırmadıkça aşmayı düşünmüyorum. Benim mesafe anlayışım sana soğuk bir tavır olarak geliyorsa üzgünüm Elvin, bu konuda bir şey yapamam.” Direksiyon üzerinde gezinen parmakları her saniye biraz daha direksiyonu kavrarken parmak uçlarının kızarmış olduğunu görebiliyordum. Sözlerine benden çok kendini ikna etmeye çalışıyor gibiydi. “Haa…” dedi tekrar bana bakarken. “Her zaman yanında olur muyum, olurum. Bunu sana da söyledim. Söz verdiysem o sözü tutarım ben. Yanında olmaya her zaman devam edeceğim ama aramızdaki o sınırı da geçmeyeceğim. Bunu bil."

Yüzüm düştü. “Ben bundan bahsetmemiştim. Sadece…”

Lafımı bitirmeme izin vermedi. “Elvin bana öyle bir baktın ki, tek bir bakışınla seni rahatsız ettiğimi hissettirdin!” dedi dünden beri içinde tuttuğu hissi bir anda söylediğinden yüksek çıkan sesiyle. Oturduğum yerde irkildim. “Öylesiyle, böylesiyle ilgilenmiyorum. Seni rahatsız ettiğimi hissetiysen bitmiştir. O yüzden sana istediğini vereceğim Elvin, sınırlarımı koruyacağım.”

“Ben…” dedim afallarcasına. Ona böyle düşündürdüğümün farkında bile değildim. “Öyle bir şey yok, Poyraz. Tabii ki rahatsız hissetmedim. Benim söylemek istediğim şey çok farklıydı.”

Kestirip attı. “Önemi yok.”

“Var,” dedim hemen. “Tabii ki var. Beni yanlış anlamanı istemem. Arkadaşımsın sen benim.”

Bana bakmadı. Arabayı sürmeye devam ederken söylediklerimden hoşlanmamış gibi gürültülü bir nefes verdi. “Arkadaşmış,” dedi ağzının içinde kendi kendine geveleyerek. “Öyle olsun.”

Yüzüm düştü. “Arkadaşım olmak seni rahatsız mı ediyor?” Sesimin titremesine mani olamadım. Bunu fark etmiş gibi bana döndü. Berbat hayatımda gördüğüm tek arkadaşım oyken o bundan rahatsız olmuş gibiydi. Kendimi onun hayatında fazlalıkmış gibi hissettim.

Poyraz bir anda aracı durdurdu. “Seninle ilgili hiçbir şey beni rahatsız etmiyor, Elvin,” dedi yüzüme bakarken. “Titremesin sesin, dolmasın da gözlerin.” Dudaklarını ıslatıp derin bir nefes çekti içine. “Yakışmıyor sana.”

Yaşlarımı tutmak için üst tutağımı ısırıp başımı cama doğru çevirdim. Fazla alınganlık yaptığımın farkındaydım. Ama yine de kendime engel olamıyordum. “Peki ben niye şu an hayatında fazlalıkmışım gibi hissediyorum?” dedim ses tonumu sabit tutmaya çalışarak ama daha fazla çatallaşmıştı. “Gerçi bu konuda bir şey diyemem. Bir anda girdik birbirimizin hayatına. Belki benden önce kafan daha rahattı, şimdi ise benimle uğraşıp duruyorsun. Seni de bunalttım değil mi?”

Kaşları her kelimemle biraz daha çatılırken “Hayır,” dedi hemen. “Ne hayatımda fazlalıksın ne de beni bunaltıyorsun. Böyle saçma sapan kelimeler kullanmayı kes. Zeki bir kadına göre fazla aptal davranıyorsun bu gece.”

Burnumu çektiğimde “Övüyor musun gömüyor musun anlamadım şu an,” dedim gülmeye çalışarak. Sözleri beni rahatlatmıştı. Fazlalık olduğumu söyleseydi ne yapardım bilmiyordum.

O da güldü. “Saçmalamaya devam edersen gömeceğim.” Sesinde sabahtandır olan mesafeli tavır yoktu, daha sıcaktı.

“Bak ya,” derken istemsizce güldüm. Üstümdeki gerginlik silinmişti.

Poyraz çenesiyle beni işaret etti. “İyi misin şimdi?” diye sorduğunda gülümsemesi silinmişti. Yüzünde merak dolu bir ifade vardı.

Başımla onayladım. “İyiyim.” Ardından yolu işaret ettim. “Gidelim mi artık?”

“Olur,” diyerek aracı çalıştırdı. Gaza basarken omzunun üzerinden tekrar bana döndü. “Kendini kötü hissettiğin an söyle, seni oradan çıkarırım.”

Zorlukla nefes aldım. “Tek istediğim bugün yanımda olman.” Yalnız kalırsam düşecekmişim gibi hissediyordum. Eskisi gibi güçlü değildim.

“Her saniyesinde.”

Yola devam ettiğimizde ikimiz de tekrar sessizliğe gömüldük. Bir süre sonra Poyraz radyodan bir şeyler açıp beni kafamın içindeki zehirli kelimelerden kurtardı. Sessizlikten hoşlanmadığımı anlamıştı. Sabahki mesafeli tavrı üzerinde olmasa da dediği gibi baş başa kaldığımızda aramızdaki çizgiyi geçmemeye devam edecekti. Bunu isteyen bendim ama bahsettiğim şey bu değildi.

Farkında değildi. Yanlış duyguların kollarına kendini bırakmaya başladığının farkında değildi. Kör değildim, görebiliyordum ama olmazdı. Denize kıyısı olan hiçbir orman yoktu. Keza çoğu zaman bende beni değil, ablasını gördüğünü bana baktığı anlarda gözlerine çöken hüzünden anlayabiliyordum. Hislerini yanlış yorumluyordu, bizi çıkmaza sokmasını istemiyordum. Üzülsün istemiyordum. Liman diye bana gelirse onu üzeceğimden korkuyordum, ben ona liman olamazdım. Karanlık bir ormandım ben. Dallarım kesilmiş, tek bir çiçeğim bile kalmamış, terk edilmiş körpe bir ormandan hiçbir farkım yoktu.

Nefes alamazdı.

Dudaklarımı ıslatıp “Biraz daha tek kalmak istiyorum,” dedim, Poyraz’a omzumun üzerinden bakarak. Çok az bir yolumuz kalmıştı. Poyraz gözlerini yoldan çekip bana baktı. “Emin misin?”

Değildim. İstemiyordum. “Eminim.”

Dün akşam yemeğinde Poyraz’ın babaannesi Nergis Hanım nerede ve kiminle kaldığımı sorduğunda ona tek kaldığımı ve beni araştırma ihtimalini göz önünde bulundurarak Poyraz’ın benim için ayarladığı evde bir süre yaşadığımı belirttim. Kendi evimde kalmama sebebim için de hırsız girdi bahanesini öne sürdüm.

Yalan değildi, birileri evime girmişti ve ilaçlarımı değiştirme cesareti göstermişti. Bunu iki gün önce elime ulaşan kamera kayıtlarından görmüştüm. Adamın başında kar maskesi vardı. Kim olduğunu bilmiyordum ama bir piyon olduğunu anlamamak zor değildi. Alelade para için her işi yapabilecek kişilerden biriydi. Videoyu izlediğimde saatlerce boş karnıma sarılıp ağlamıştım yine. Bebeğimi benden almaları bu kadar basit olamazdı. Bunu yapmış olamazlardı.

Ama yapmışlardı.

Nergis Hanım hırsızlık olayını duyunca kaşlarını çatmış, dilersem artık onlarda kalmamı teklif etmişti. Zaten yakında evlenip o eve taşınacaktım, erken gelmem onlar için sorun değildi. Eğer dün masada Yasemin Hanım ve Defne olsaydı onlara baktığım gibi hızlıca teklifi kabul ederdim ama Poyraz’la çalışma odasında yaptığım konuşma yüzünden kendimi geri çekmiştim.

Şimdi ise bir süre daha tek kalmak istediğimi söylerken ne yapmaya çalıştığımı kendim bile anlamıyordum. Bu şekilde kaçarak hiçbir yere varamayacağımın gayet farkındaydım ama ısrarla kaçmaya devam ediyordum.

Poyraz tekrar önüne döndü. Cevap vermek istese de yaptığı sınırlarımı koruyacağım adlı konuşmasından sonra bunu yapmadı. “Seni zorlamayacağım,” dedi sadece.

“Lütfettin,” dedim ben de, alayla.

Çok kısa bir anlığına bana baktı. “Gelmek istiyorsun.” Sözlerinden fazla emindi.

“Zaten gelmeyecek miyim?”

“Zorunlulukla istemek arasında koca bir fark var Elvin.” Aracı durdurdu. Gelmiştik. “Ve sen belki de ilk defa bir şey istiyorsun ama bunu sırf bana olan inadından yapmıyorsun. Her şeyin farkındayım.”

“Yok öyle bir şey,” dedim çabucak, inkâr mekanizmamı devreye sokarak.

Poyraz da en az benim kadar netti. “Var öyle bir şey.”

“Bak Poyraz,” dedim bedenimi ona doğru döndürürken. “Seninle yine tartışmak istemiyorum. Daha fazla uzatmayalım, olur mu? Dünden beri gereksiz bir tartışma içindeyiz zaten ve bu beni fazlasıyla yordu.” Hafifçe başımı kaldırdığımda gözleri gözlerimi buldu. Gözlerime baktığında yutkunur gibi olduğunu fark ettim. “Gelmek istersem söylerim, merak etme.”

Mavileri yeşillerimde oyalanmaya devam ederken “Ederim,” dedi bir anda. “Merak ederim çünkü sen istesen de bir şey söylemezsin kimseye. Ama öyle olsun, dediğim gibi zorlamayacağım artık seni.”

“Bu konuda anlaştığımıza sevindim.” Sesim gereğinden fazla üzgün çıkmıştı. Sanki bunu demek istemiyor gibiydim ama yine de söylemem gerektiğini hissettim. Poyraz gözlerini benden çekti.

“İyi.” dedi soğuk bir sesle, arabanın kapısını açarken. Ardından araçtan inip kapıyı kapattı ve aracın etrafından döndükten sonra benim için kapıyı açtı, sonra da inmeme yardımcı olmak için elini uzattı. Buz gibi tavrı geri gelse de nezaketinden ödün vermiyordu.

Çantamı torpidonun üstünden aldım, uzattığı eli tuttuktan sonra araçtan kendimi çıkardım. Bulunduğumuz mekan oldukça büyük bir yerdi. Soykanlar bu tarz davetleri hep bu mekanda yapardı. Arka tarafının denize bakan büyük bir verandası vardı ve ben eskiden ortamdan bunaldığımda sürekli oraya geçerdim. İçime büyük bir hüzün kaplandı. Hüzün ise nefret tohumlarımı harladı.

Hepsinden nefret ediyordum.

Dudaklarımı birbirine bastırırken Poyraz’ın tuttuğu elini bırakmayı unuttuğum gibi bir de gerginlikten parmaklarını sıkmaya başlamıştım. “Nasıl hissediyorsun?” diye sordu yumuşak sesi. Benimle takıla takıla onun da ruh hali git gelli olmuştu.

Ona dönmeden “Öfkeli,” dedim sadece. Bakışlarım büyük beyaz binanın önündeki girişten içeriye akın eden insanlardaydı. Her yerde kameramanlar vardı ve içeriye geçenlere sorular soruyorlardı.

Bu detayı tamamen unutmuştum.

Poyraz önüme geçti. “Biraz dışarıda kalalım o zaman, sakinleşince gireriz.”

Başımı olumsuzca salladım. “Şimdi girmezsem bir daha yapamam.” Elleri hâlâ ellerimin arasında olduğundan onları çekmek istedim ama bizi gören paparazilerin akın eder gibi yanımıza yaklaştığını fark edince tuttuğum eli daha sıkı sardım.

Poyraz yaptığım hareketi neden yaptığımı anlamadığı için anlamsız bakışlarla birleşen ellerimize baktı ve merakla kafasını iki yana salladı. Ona çenemle arkasında bize yaklaşan kalabalıklığı işaret ettiğimde arkasını döndü, tam o sırada kameramanlar çoktan yanımıza ulaşmıştı.

“İyi akşamlar Poyraz Bey, sizi burada görmek bizi mutlu etti,” dedi siyah, kıvırcık saçları olan biri, heyecanlı bir sesle mikrofonu bize tutarken. Etrafta çok fazla insan vardı. Üstümüze yayılan ışıklar ve kameralara ne kadar alışık olsam da kaçmak istedim.

Poyraz beni yanına çekti ve “İyi akşamlar,” dedi düz bir sesle. Kalabalığın bakışları tamamen benim üzerimdeydi. Kim olduğumu ve neden Poyraz’la el ele olduğumuzu merak ediyorlardı. Kafalarının içinde fikir oluşsa da soru soracakları su götürmez bir gerçekti.

“Güzel hanımefendi kim?” dedi bir başkası.

“Aylin Hanım'la ilişkinizin bittiği doğru mu?”

“Aylin Hanım’la neden ayrıldınız?”

“Hanımefendi yeni sevgiliniz mi?”

“Soykanlar ile çalışmayı planlıyor musunuz?” Gibi gibi daha birçok ilişkimiz ve iş için sorulan sorular vardı. Bu magazinciler soru üstüne soru sorup cevap verecek alan bırakmadıkları gibi bir tur daha soru soruyorlardı. Bırakın da önce birine cevap verelim, sonra devamını sorarsınız.

“Siz Görkem Soykan’la çalışan Elvin Hanım değil misiniz?” diye sordu bu sefer soruyu bana yönelten biri. “Başta tanıyamadım, kusura bakmayın. Yeni saç renginiz yakışmış.”

Gülümsedim. “Teşekkürler,” dedim samimi bir sesle. “Evet, Elvin Erden'im. Ama artık Soykanlarla çalışmıyorum.” Bu geceyi sorunsuz atlatmak istiyorsam Poyraz’a aşık rolü yapmam gerekiyordu. Yüzümde silmediğim gülümsemeyi daha da yoğunlaştırarak Poyraz’a baktım. “Artık Poyraz’la çalışıyorum.” Sözlerim büyük bir süpernova patlaması misali ortaya atıldığında gözümü alan ışıkları yok saymaya çalıştım.

Poyraz bana döndü, gözlerini üzerimden ayırmadan hakkımda yaptığı o kısa tanıtım cümlesiyle sesi kalabalıkta yankılandı: “Elvin. Kız arkadaşım olur.”

Flaşlar daha da sık patlamaya başladı. Sanki bir yıldız kayması değil de yıldız çarpışması yaşanıyordu. Her birinin şaşkınlığı yüzlerinden okunuyordu; Poyraz’ın basit ama net cümlesi herkesi dumura uğratmıştı. Ben ise hâlâ elimin onun avuçlarının içinde oluşuna alışmaya çalışıyordum.

“Ne zamandır birliktesiniz?” diye sordu biri, sesi tizdi.

“Nasıl tanıştınız?”

“Yoksa gizli bir aşk mıydı bu?”

Kamera ışıkları üzerimizden patlamaya devam ederken “Özel hayatımızla ilgili konuşmaktan pek hoşlanmıyoruz,” dedim. “Sadece şunu söyleyebilirim: Güzel başladı.” Poyraz’ın gözlerine baktım. Arabasının önüne atlamıştım. “Güzel de devam ediyor.” Beş dakika önce yine bir kavga içindeydik.

“Ufukta evlilik planları var mı?”

Poyraz hemen araya girdi. “Var,” dedi en net haliyle. Şaşkınlık ikinci dalgayla tekrar patladı. Ben ise sahte bir uyumla devam ettim: “Tarih belirlemeye çalışıyoruz.”

Kamera ışıkları, hayret nidaları, fısıltılar... Hepsi birbirine karıştı.

Bu gece, Soykanların daveti ikinci plana düşmüştü.

Çünkü biz sahte bir aşkı gerçek gibi sattık. Ve herkes aldı. Evlilik haberinden sonra yarın manşetler geceyi değil, bizi konuşacaktı. Bundan adım gibi emindim.

Soru üstüne soru yağmaya devam ederken Poyraz da benim gibi bunalmış olmalı ki “Müsaadenizle,” diyerek birleşmiş ellerimizi ayırmadan beni kendiyle birlikte götürmeye başladı. Binaya giden düz yoldaki ışıklandırmaların arasından ilerliyorduk. Poyraz’ın parmakları beni rahatlatmak ister gibi yürürken bile elimin sırtında geziniyordu. Kameramanlar hâlâ dibimizde bir sürü fotoğraf çekmeye devam etse de istifimizi bozmadan mekandan içeriye geçtik.

Sürekli geldiğim bir yer olduğu için mekanı incelemedim. Büyük ve şatafatlı bir yerdi, pek sevmezdim. Bu yüzden Görkem düğünümüzü burada yapmamızı teklif ettiğinde onu reddetmiştim. İyi ki de etmişim, yoksa şu an burada böyle rahat dikilemezdim.

Poyraz’la birlikte el ele kalabalığa doğru ilerledik. Poyraz’ın bakışlarını ne kadar üstümde hissetsem de ondan yana bakmadım. Birleşen ellerimizden aldığım güç, şu an benim için yeterliydi.

Saniyeler sonra beklenen yüz görüş alanıma girdi. Adımlarımı yavaşlattım. Önce derin birkaç nefes almaya çalıştım, sonra aldığım her nefesin öfkeye yüz tutmasına izin verdim. Öfke ne kadar beni kontrolden çıkaran bir duygu olsa da şu an bunu umursamayacaktım. Tek istediğim parmaklarımı şu an bana ve yanımdaki kişiye şaşkın bir suratla bakan kadının boynuna sıkı sıkı sarmaktı.

Bebeğimin nefesini nasıl kestiyse onun da nefesini öyle kesmek istiyordum.

Feyza Soykan. Bu hayatta oğlundan bile fazla nefret ettiğim tek kişi. Benim nefretimin en büyük sahibi.

Bir nefes kulaklarından boynuma doğru gezinirken “Sakin ol,” diye fısıldadı rahatlatıcı bir sesle Poyraz. “Ben yanındayım.”

Ona doğru döndüm. Yüzünü bana eğmişti, uzaktan bakan biri için oldukça yakın görünüyorduk. Gözlerine baktım. Gözlerine bakmanın beni sakinleştireceğini biliyordum. Ne kadar sakin olmak istemesem de bu gece ihtiyacım olan en önemli duygu buydu ve Poyraz bunu bana kolaylıkla veriyordu.

Gözleri limandı.

Zorlukla gülümsemem arasında “O kadını boğmak istiyorum,” diye fısıldadım.

“Biliyorum. Ama dediğim gibi sakin olmak zorundasın. Her şeyin bir zamanı var.”

Gözlerimi kısa bir anlığına kapatıp açtım ve biraz daha rahatladıktan sonra başımı sallayarak onayladım. El ele ilerledik tekrar. Bizi fark eden bakışları hissedebiliyordum. En az dışarıdaki kadar şaşkınlık vardı. Göz ucuyla etrafa baktığımda herkes Poyraz’ın yanındaki benim kim olduğumu sorguladığına şahit oldum. Tanıyan olsa bile yeni saç rengim beni daha farklı biri yapmıştı ve bu da kim olduğumu sorgulamalarına neden oluyordu. Keza aylardır piyasada yoktum. Kim olduğumu anlayanlar ise Poyraz'la neden ve niçin yan yana, hatta el ele olduğumu düşünüyor olmalıydılar.

Misafirleri karşılayan Feyza Soykan’ın yanında durduğumuzda kuş kafesine benzeyen ak düşmüş çakma sarı saçlarından bakışlarımı ayırdım. Üzerinde üst kısmı taşlarla dolu olan ve yerlere kadar uzanan beyaz bir elbise vardı. Ne kadar da karakterine ters bir renkti. “Bu ne güzel sürpriz, Elvin?” dedi bana bakınca. Sesindeki samimiyetsizlik yüzündeki şaşkınlığa karışınca ona yüzümü buruşturmadan edemedim. Ardından Poyraz’a döndü. Hâlâ ikimizin neden yan yana olduğumuzu sorguladığını merakla kısılan gözlerinden anlayabiliyordum. “Siz de hoş geldiniz, Poyraz Bey. Yanımızda olmanız büyük bir şeref.”

Poyraz’ın dudaklarından alaycı bir sırıtış kaçarken gözlerinde Feyza Soykan'a karşı büyük bir öfke vardı. Ona bırakmadan araya kendim girdim. “Sürprizlerimi sevdiğinizi biliyorum, Feyza Hanım,” dedim iğneleyici bir tonla. “Keza şu an karşınızda sapasağlam dikilmeme bile nasıl sevindiğinizi görebiliyorum.”

Beni yok etmek istediğini anladığımı anlamıştı. “Zeki bir kızsın sen, Elvin,” dedi botoksa yüz tutmuş gözlerini kısarak gülümsediğinde. “Seni hep sevmişimdir.”

“Ya ya…” dedim en az onun kadar alaycı bir şekilde. “Bunun farkındayım. O yüzden müstakbel eşimi size takdim etmekten mutluluk duyarım.” Poyraz’a döndüm ve en sıcak gülümsememi gönderdim. “Biz yakında evleneceğiz.”

Feyza Soykan bir anda buz kesti. Gözleri tekrar Poyraz’la birleşen ellerimize kaydı ve sonra hızlıca bakışlarını bana çevirdi. O an için gözlerinin ardında gördüğüm en net duygu öfkeydi ve bunun sebebi de belliydi.

İşlerine çomak sokacağımı biliyordu.

Onun lanet soyadını ve lanet işyerini yerle bir edecektim.

Gözleri seğirirken Poyraz’a baktı ve “Öyle mi?” diye sordu şaşkın bir sesle. “Sizin Demirkıranların kızıyla evleneceğinizi işitmiştim.”

Poyraz netti. “Elvin bu hayatta evleneceğim tek kadın. Ondan başkasıyla evlenmek gibi bir düşüncem yok.”

Uyarı dolu gözlerle Feyza Soykan’a baktım. “Lütfen müstakbel eşimin adını başka kadınlarla anmayın bir daha,” derken bir adım ona yaklaştım. “Buna taviz göstermem. Kıskanç bir kadınım ben.”

Feyza Soykan’ın dudaklarından kısık ama fazla irite edici bir gülümseme kaçtı. “Demek müstakbel eşiniz…” Başını bir yere doğru çevirdi ve aradığı kişiyi gördükten sonra tekrar bana döndü. Yüzündeki sinsi sırıtış daha fazla büyüdü. “Oğlum evlenecek olmana çok sevinecek, Elvin,” dediğinde bedenim katılaştı. Yüzümdeki sırıtışın bir anda yok olması Feyza Soykan’ı biraz daha sevinmesine yol açtı. “Sana bir çalışan olarak ne kadar değer verdiğini iyi bilirsin.” Çalışan kısmını özellikle vurgulamıştı.

Poyraz beni yavaşça kendine doğru çekti ve sakinleşmem için ellerimi sıktı. Tekrar ondan aldığım güçle maskemi giyindim ve Feyza Soykan'ın suratına iğrenir biçimde bakarak “Aslında oğlunuzun haberi var,” dedim. Böyle bir şey beklemediği için dumura uğramıştı. “Hatta beş gün önce kendisi bizzat evlilik teklifi aldığımda yanımızdaydı.” Şaşırmış gibi dudaklarımı araladım. “Size haber vermemesine şaşırdım doğrusu.”

Feyza Soykan’ın gözleri seğirdi. Kontrolünde olmayan her şey onu çıldırtmaya yeterdi ve ben bunu çok iyi bildiğimden onun bu yönüyle oynamaktan keyif alıyordum. Ben sana neler yapacağım, izle ve gör. “Önemsiz bir detay olarak görmüş olmalı,” diyerek konuyu kendince geliştirmeye çalıştı ama öfkesini ve sinirini gözleri bizzat ele veriyordu.

Poyraz araya girdi. “Elvin'le ilgili hiçbir konu önemsiz değildir, Feyza Hanım. Kelimelerinizi düzgün seçin.” Elimi biraz daha sıktığında sözleri beni bile şaşırttığı için omzumun üstünden kafamı kaldırarak şaşkın gözlerle Poyraz’a baktım. “Söyleyecek başka bir şeyiniz yoksa biz yerimizi alalım.”

Feyza Soykan Poyraz’a “Buyurun,” dedikten sonra bana baktı. Benden kurtulmak istediğini görmemek mümkün değildi. “Sonra konuşalım yine Elvin'cim.”

Dudaklarımda sahte bir tebessüm oluştu. “Elbette.”

Poyraz'la yerimize geçmek için el ele bir şekilde ilerlediğimiz sırada bir anda denk geldiğim koyu kahve gözler adımlarımı durdurdu. Ben durunca Poyraz da durmak zorunda kaldı ve bana baktı. “Ne oldu?” demesine kalmadan baktığım yere baktı ve gördüğü kişiyle ellerimi tuttuğu elleri daha da sıkılaştı. Sanki bırakırsa kaçacakmışım gibi sıkı tutuyordu.

Karşımdaki kişi Görkem Soykan'dı. Üzerimde siyah bir takım, beyaz bir gömlek vardı. Yine siyah bir kravat takmıştı. Koyu kahve saçları dağınıktı, kirli sakalları yine uzamıştı. Aramızda on metre kadar mesafe vardı ve sanki gözleri beni fark ettiği andan beri Poyraz’la birleşen ellerimizde gibiydi. Yutkunduğunu gördüm. Bana attığı kazığı bilmeseydim şu an kasılan çenesinden, yumruk olan ellerinden, çökmüş omuzlarından ıstırap içinde olduğunu düşünürdüm ama o bana bu hayatta görüp görebileceğim en berbat şeyi yaşattığından her hareketinin yalan olduğunu düşünüyordum.

Onun kalbi yoktu.

İnsan kendinde olmayanı isterdi. Hevesini alınca da bir kenara bırakırdı. Görkem'in bana yaptığı şey tam olarak buydu. Kalbimi avuçları arasına alana kadar bir sürü sahte ama güzel rüyalar yaşatmıştı, hevesini alınca da yaptığı ilk şey onu avuçları arasında paramparça etmek olmuştu.

Artık benim de bir kalbim yoktu.

Görkem, yavaş yavaş bakışlarını yukarıya kaldırdı. Benim nasıl göründüğünü inceledi. Ondan sonra da ne kadar iyi bir halde olduğumu gördü, bu ona nasıl hissettirdi bilmiyorum ama beni başkasıyla görmeye tahammül edemediğinin farkındaydım. Bu ona verebileceğim en büyük ceza olsa da ben daha da fazlasını yapacaktım. Bakışları uzun bir süre saçlarımda gezindi. Yeni rengine hâlâ alışmış değildi. Ona göre kendisinin dönüştürdüğü bambaşka bir insandım.

Saniyeler sonra göz göze gelmiştik ki tam o anda Poyraz birden ikimizin arasına girdi ve Görkem'le olan göz temasımızı kesti. Afallamış bir şekilde Poyraz’ın öfkelenince koyulaşan mavilerine baktım.

“Sana bakmayı bile hak etmiyor,” dedi tükürür gibi. "Sen de bakma ona. Değmesin yeşillerine gözleri.”

“Ben bakmadım,” dedim üste çıkar gibi. “O çıktı karşıma.”

“Çıkmasın karşına.”

Etrafı işaret ettim. “Bu onların daveti farkındaysan.”

Bu durumu yeni hatırlamış gibi bezgince soluğunu bıraktı. “Gelmeyelim demiştim, geri dönelim.”

“Abartmasan mı?”

Boş boş yüzüme baktı. “Gecenin sonunda o pezevengi döversem abartmak neymiş o zaman görürsün.”

Böyle bir şey beklemediğim için bir anda kahkaha attım. Kahkahamla birkaç bakışın bize döndüğünü hissetsem de umursamadım. “Tek başına dövme ama,” dedim eğlenerek. “Pek yetenekli değilim ama suratının ortasına iki yumruk da ben atmak istiyorum.”

Poyraz yüzümün her köşesini tek tek inceledi. Bir elini kaldırdı ve ağır hareketlerle önüme düşen saçlarımı tekrar kulaklarımın arasına sıkıştırırken “Çok güzel gülüyorsun,” dedi. Bütün vücudumun titrediğini hissettim. “Hep böyle güleceksen ben onu her gün döverim.”

“Dövme kimseyi,” dedim başımı hafifçe kaldırarak. İkimiz de göz temasımızı korumaya çalışıyor gibiydik. “Ellerine pansuman yapmak zorunda kalırım sonra; ama haberin olsun, hiç beceremem.”

Poyraz böyle bir şey söylememi beklemiyormuş gibi “İlk düşündüğün şey ellerim mi?” diye sordu bocalayarak. Ben de böyle bir şey söyleyeceğimi beklemiyordum.

Dudak büzdüm geçiştirir gibi. “Şu an bu mekanda değer verdiğim tek insan sensin, tabii ki seni düşüneceğim.”

Poyraz’ın yüzünde belli belirsiz bir gülümseme peydâh olacak gibi olurken çabucak sildi onu. “İşimi hiç kolaylaştırmıyorsun,” dedi fısıltıyla, saçlarımla tekrar oynarken. “Ben seninle ne yapacağım Elvin?” Neyden bahsettiğini o an için anlamamıştım.

Üzerimde çok fazla göz hissettiğimde onun söylediklerini bir kenara bırakarak “Herkes bize bakıyor,” dedim.

Güldü Poyraz. “Fazla dikkat çekici bir kadınsın.”

Omzunun üzerine yavaşça vurdum. “Dalga geçmesene ya.”

“Dalga geçmiyorum. Gerçekleri söylüyorum.” Yüzümü inceledi. “Ama bir dahakine çillerini bu kadar kapatma. Sana yakışıyorlar.”

Şaşırmıştım. “Çillerim çok belirgin değildir aslında. Fark etmene şaşırdım.” Çocukken daha belirginlerdi.

“Bence yeterince belirgin.”

Değildi işte. “Sana göre.”

Sözlerim hoşuna gitmişti. “Hep öyle olsun.” Göz kırptı. “Bana göre.” Sonra kendini çabucak toparlar gibi yüzüne ciddi bir bakış yerleştirdi. Dudaklarındaki gülümseme yavaş yavaş silindi. “Geçelim mi yerimize?” dedi, sesini toparlamaya çalışıyor gibiydi. Başımla onu onayladım. Elimi hâlâ tutmaya devam ettiğini onu onaylamamdan sonra beni kendiyle götürmesiyle hatırladım.

Görkem hâlâ aynı yerinde miydi bilmiyordum, Poyraz onun olduğu yönün ters istikametine doğru yürüdü ve onun olduğu yere bakmamam içinmiş gibi sürekli yan tarafımda dikildi. Ben de dönüp bakmadım. Zaten gün içinde tekrar karşı karşıya geleceğimizden emindim.

Boş bir kokteyl masaya geldiğimizde önünde dikildik. Ellerimi Poyraz’ın ellerinden ayırdım. Birilerinin bizim yanımıza gelmek ve sorular sormak için can attığını görsem de bunu umursamadan önümdeki içeceğe uzandım ve yavaşça yudumladım. İlk yudumla yüzüm istemsizce buruştu. En son ne zaman alkol içeren bir şey içtiğimi hatırlamıyordum. “Kötü mü tadı?” diye sordu Poyraz, içeceği işaret ederken; elindekinden bir yudum almadan önce.

“Değil,” dedim ikinci yudumu aldığımda. “Bir bardağa sarhoş olmam ama sakın ikinciyi içirtme bana, uzun zamandır içmediğimden ikincisi beni çarpar.” Gözlerine baktım. “Fena saçmalarım,” dedim gülmeye çalışarak. “O halimi görmek isteyeceğini düşünmüyorum.”

Poyraz inkâr etmek ister gibi başını iki yana sallarken “Sanmıyorum,” dedi. Hangi anlamda söylemişti bilmiyordum, sesi fazla düzdü.

İçeceğimden tekrar bir yudum alacağım sırada “Elvin?” dedi tanıdık bir ses, sorgular biçimde. Başımı kaldırdım ve yanıma yaklaşan Özlem Karahanlı’nın koyu kahve gözleriyle karşılaştım. Gözleri şaşkınlığın getirdiği merakla kısılırken bakışları ben ve Poyraz arasında gidip geliyordu. Üstündeki siyah, ince askılı elbisenin eteklerinden tutup bir adım daha attı ve küçük masanın karşı tarafından karşıma dikildi.

“Saçlarını boyamışsın tanıyamadım başta; gerçekten inanamıyorum, sensin.” Yüzünde sahte olduğuna emin olduğum bir tebessüm oluştu. “Nerelerdeydin, aylardır piyasada yoktun resmen. Geçenlerde Soykanlarla toplantı yaptık. Seni sorduğumda artık onlarla çalışmadığını söylediler. Nasıl şaşırdım, anlatamam. İş yoğunluğundan arayamadım da.” Kısa bir anlığına Poyraz’a baktı. Ona bakışı oldukça tuhaftı. Gözlerim kısıldı.

“Eğer gözlerim beni yanıltmadıysa ikinizi el ele içeri girerken gördüm. Birlikte misiniz?” Bir eliyle omzuna dökülen siyah saçlarını sırtına atarken diğer elini masaya yerleştirdi ve dudaklarını sanki bunun gerçek olmamasını dilermiş gibi ısırdı. “Selam bile vermeden böyle konuya girmek istemedim, şaşkınlığımı mazur görün.”

Elimdeki bardağı masaya bıraktım. “Sorun değil, Özlem,” dedim mesafeli sesimle. “Evet, artık Soykanlarla çalışmıyorum, doğru duymuşsun.” Poyraz’a baktım ve gülümsedim. “Poyraz’la çalışmaya başladım. Ve yine evet,” diye devam ettiğimde tekrar Özlem’e döndüm. “Yanlış görmedin, biz birlikteyiz.”

Özlem’in gözleri büyüdü. “İnanılmaz bir şaşkınlık içindeyim. Ne zaman oldu bu?”

Yine aynı mesafeli sesimle “Bu konuyu konuşabilecek kadar yakın olmadık hiçbir zaman, Özlem,” dedim. Özlem’in benden böyle sert ve net bir tepki beklemediği için başta nutku tutulsa da hemen kendini toparladı. Bozulsa bile bunu belli edecek biri değildi.

Özlem Karahanlı, Karahanlı ailesinin veliahtlarından ve şirketleri yöneten kişilerden biriydi. Halihazırda çalışkan ve başarılı bir kişiliği vardı. Kendisini iyi tanırdım. İyi gibi görünen ama karakterinin altında çok fazla ikiyüzlülük taşıyan biri olduğunu da bu yüzden çok iyi biliyordum. Samimi gibi yaklaşır ve senden öğrendiğini bir süre sonra sana karşı kullanırdı. Manipülatif biriydi ama bu manipülatif yanını bana karşı hiçbir zaman kullanamazdı. Ben hiçbir zaman alt edebileceği aptal bir kız olmamıştım. Kendisiyle çalışmam için çok fazla şey yapmıştı, benim başarımın herkes kadar o da farkındaydı. Şimdi ise yine böyle samimi yaklaşması beni kendi tarafına çekmek için yaptığı bir oyundan ibaretti. Bunun gayet farkındaydım.

Yüzüne tekrar sahte bir tebessüm yerleştirdikten sonra “Sivri dilinden ödün vermiyorsun,” dedi. “En çok bu huyunu seviyordum.” Ona cevap verme gereksinimi duymadığımda Poyraz’a baktı ve “İptal olan nişanınızı duyduğumda üzülmüştüm,” dedi konuyu değiştirerek. Hiç de üzülmüşe benzemiyordu. Göz ucuyla bana baktı. “Ama şu an sizin adınıza mutluyum. Şanslı bir adamsınız.”

Poyraz bir elini belime sardığında beklenmedik teması kalbimin içinde kafesten kaçan bir kuşun çırpınmasını yaratsa da duruşumu bozmadım. Özlem’in gözleri Poyraz’ın belimde sarılan ellerine kaydı. Poyraz onu umursamayıp bana baktı. “Biliyorum,” demesiyle ona sadece tebessüm edebildim. Dokunuşu bana konuşmayı unutturmuştu. Sesi fazla netti. Bir oyunun içinde olduğumuzu bilmek, yine de onun bu netliğine şaşırmama engel olamıyordu.

“Umarım hep mutlu olursunuz.” Özlem’in sözlerinde samimi olmadığını gözlerinden geçen kıskançlığı görebiliyordum. “Şimdilik masama döneyim, sonra tekrar konuşalım mutlaka.”

Başımı omzuna yatırdım. “Neden olmasın.”

Özlem yanımızdan uzaklaştı, giderken omzunun üzerinden tekrar bize doğru son bir kez baktı. Gittiği anda yüzümü buruşturmadan edemedim. “Sana ilgisi vardı sanırım,” dedim Poyraz’a bakarak. Özlem bunu bakışlarında ne kadar belli etmemeye çalışsa da ben anlardım. İyi bir gözlemciydim. “Aylin’le ilişkin bittiğinde sana ulaşmak için uğraştı mı?” Tam onun yapabileceği bir hareketti.

Poyraz’ın gözlerinde şaşkınlığın izleri belirdi. “Nasıl anladın?”

Güldüm. “Sana şu an bu salonda bulunan herkesin neler düşündüğünü söyleyebilecek kadar iyi bir analizciyimdir. İşimde nasıl bu kadar ilerledim sanıyorsun.” Kaşlarımı indirip kaldırdım. “Benden hiçbir şey kaçmaz.” Özlem’in olduğu yeri işaret ettim. Bir masanın etrafında biraz kalabalık bir grupla bana doğru kaçamak bakışlar atıyorlardı.

“Şu an bizim hakkımızda konuşuyorlar. Eminim ki seni nasıl kandırdığımı tartışıyorlardır. Bana olan kıskançlıklarından senin şirketine kapak atmak ve kendimi daha da ileriyle taşımak için her şeyi yaptığımı da söylediklerine eminim.”

Kaşları çatıldı Poyraz’ın. “Senin işinde ne kadar iyi olduğunu bilmiyorlar mı?”

Tekrar bardağıma uzandım ve içeceğimi yudumlarken “Biliyorlar,” dedim suratımı buruşturarak. “Zaten bu yüzden böyle konuşuyorlar. Bir asistan olarak başladığım kariyerimde dış ticaret ve uluslararası ilişkiler departmanının yöneticiliğini yapıp hepsinden iyi işler başardığım için hiçbir zaman beni çekemediler. Beni yanlarına çekmek istediklerinde ve başaramadıklarında…” Güldüm. “Nefretleri de büyüdü. İnsanlar elde edemediği her şeye karşı kinlenirler.”

“Herkes mi böyleydi sana karşı?” Sözlerinde hüzün vardı.

“Herkes böyleydi, bana karşı.”

Yorgunca nefesini bıraktı Poyraz. “Keşke daha önce tanısaydım seni.”

Gözlerimin içinde büyük bir dalga geçti, bunun adı afallamaydı. Anlık itirafı tökezlememe neden olacaktı, boştaki elimle masanın kenarından destek almasaydım, bunun gerçekleşeceğine emindim. “O kadar mailimi görmezden gelmeseydin o zaman,” dedim dalga geçer gibi, sesimdeki şaşkınlığı gizlemeye çalışarak. “Ama şaka bir yana… Önceden tanışsaydık şu an bu konumda olmazdık.”

Kaşlarını çattı. “Neden olmayalım?”

“Nefret ederdin sen de eski benden. Ben de mesafeli yaklaşırdım sana.”

“Etmezdim,” dedi, netti. Belki de en net haliydi. “Hiçbir koşulda, hiçbir zamanda ve hiçbir anda senden nefret etmezdim ben Elvin.”

“Nereden biliyorsun bunu?”

“Peki sen nereden biliyorsun senden nefret edeceğimi?”

Yüzüm düştü. “Çünkü herkes nefret ediyor benden.”

Çenemi tutup kaldırdı ve sözlerini daha iyi anlamam için “Ben herkes değilim,” dedi her kelimeyi tek tek bastırarak. “Bunu kendin de söyledin. O yüzden Elvin, benim adıma kararlar verme ve diğer sik beyinlilerin fikirlerini düşünme. Senden nefret edenler aklını kaçırmış olmalı. Çiçekler nefret edilmek için değil, sevilmek için varlar. Seni nefretleriyle soldurmalarına izin verme.”

Gözlerine ne kadar bakabilirsem o kadar baktım. İçimde fırtına koptuğunu hissettim. Sözleri bir rüzgâr misali kara ormanımda dolanıyor ve ölüme yüz tutmak üzere olan tohumlarımı kuruyan topraklarıma savuruyordu. Bana yeniden çiçek açtırıyordu.

Poyraz sert bir rüzgâr değil, çiçek açtıran umut verici bir rüzgârdı artık benim nazarımda.

Bir insan kelimeleriyle baştan aşağı yaraya bulanmış bir bedeni iyileştirebilir miydi?

Poyraz bana bunu yapıyordu.

Ben ona liman olamayacağımı söylesem de o bana liman olmaktan geri durmuyordu. Bunu niye yapıyordu? Ben evim yokmuş gibi hissederken o bana niye ev olmakta ısrarcı oluyordu? Alışırsam ve sonra sokağa atılırsam bu sefer ayağa kalkamazdım.

Ona güvensem de aramıza çektiğim çizgiyi silemezdim. Çünkü herkes giderdi. Bu sefer ben gidecektim. Kimsenin gidişini izlemek istemiyordum artık. Yorulmuştum.

Başımı usulca eğerek fazla dikkat çekmeden çenemin üzerindeki ellerinden kurtuldum. Poyraz da hemen kendini toparladı. Dışarıdaki sınır muhabbetimizden sonra tekrar aramızdaki mesafeyi azalttığı için kendi kendine küfürler savurduğunu çatılan kaşlarından anlasam da kalabalık bir yerde olduğumuzdan tepki vermemeye çalıştı. Dışarısı için iyi bir izlenim versek de kendimiz için zor bir savaş başlatmıştık ve ilk kurşunu sıkan da bu oyunu başlatan da bendim.

O an için Poyraz’dan gözlerimi kaçırdığımda bir zamanlar aşkla baktığım koyu kahve gözlere denk geldi gözlerim ve şimdi içinde ona karşı yaşayan tek duygu nefretti. Görkem ellerini masanın üzerinde yumruk yapmış bir şekilde çatılan kaşlarıyla bana ve Poyraz’a bakarken yanındaki adamların söylediklerini dinlemiyordu. Tek odağı bendim. Az önce Poyraz’la olan yakınlığım onu çileden çıkartmışa benziyordu, bunu umursamadım. Ona baktığımda kalbim oynamıyordu artık, böyle deli gibi atmıyordu ya da heyecandan yerinden çıkacağını hissetmiyordum.

Bir kadın bir aşkı bitirdiyse eğer kalbinde, gerçekten o aşkı bitirmiş olurdu.

Benim kalbimde aşkın mezarı bile yoktu şimdi.

Görkem’den gözlerimi çektikten sonra tekrar Poyraz’a odaklandım. Daha sonra birkaç iş adamı ve kadını yanımıza geldi ve Poyraz’la aramızdaki ilişkiyi öğrendikten sonra bizi tebrik ettiler. Her birinin Poyraz’la evlilik haberimizi duyduğunda yüzlerinin bundan keyif almadığını belli eden ifadeleri görmek inanılmaz keyif vermişti. Bazıları da bu habere sevinmişti. Kendilerince Karaaslanlar, Demirkıranlarla iş ortaklığını tamamen keserse kendilerinin büyüyeceğini düşünüyor olmalıydılar ama ben buna izin verecek biri değildim. Hiçbiri benim neler başardığımdan haberi yoktu. Dün başladığım şirket için birkaç hafta içinde sektörde bomba etkisi yaratacak haberimi beklemeleri gerekiyordu sadece. Her birinin keyifle bulanan bu hallerini bir de o gün görmek istiyordum.

Birkaç kişiyle daha sohbet ettik. Davetin amacı Soykanların yeni yaptığı iş anlaşması üzerine olurken herkesin ilgilendiği tek şey ben ve Poyraz olmuştuk. Keza eski işyerimde çalıştığım birçok kişi buradaydı, onlar da yeni işlerini değil beni konuşuyorlardı. Az çok iyi anlaştığım bazı kişiler yanıma gelip beni selamladılar ve Poyraz’a espriyle karışık sabır dilediler. Ne kadar zor insan olduğumu en iyi onlar biliyorlardı. İstemsizce gülümsedim.

Poyraz uzun yıllar boyunca Ankara’daki şirketlerini yönettiğinden burada olanların bazılarını sadece isim olarak tanıyordu, yalnız kaldığımızda ona sürekli birilerini işaret ederek haklarında bildiğim tüm dedikoduları anlattım. Poyraz tüm süre boyunca eğlenerek beni izledi. “Bak şu ilerideki, lacivert kırmızı şeritli tıknaz herif var ya…” dediğimde Poyraz tekrar ilgiyle bana baktı. “Murat Hanzadar olur kendisi, bilmiyorum tanıyor musun. Geçen sene karısını aldattığına dair haberler çıktı. Üstelik fotoğraflar da yayıldı, karısı inatla boşamıyor. Yanındaki kafasında gereksiz şapka olan kadın var ya, hah işte o. Sonra onun da kocasını aldattığını duydum.” Yüzüm buruştu. “Cidden ben bu bilgileri neden biliyorum ki şu an?”

Güldü Poyraz. “Bütün davetlilerin dedikodusuna hakim olman beni de şaşırttı açıkçası.”

“Gereksiz kabarık bir hafıza çetelem var, her şeyi içinde tutuyorum.”

“Zihnini dolu tutarak susturmaya çalıştığın için öyledir.” Bana baktı. Bu kadar doğru kelimeler seçmesini beklemiyordum. “Boşluk kalsın istemiyorsun, boşluk kalınca o boşluk içinde milyonlarca yeni şey türetip kafanı yoruyorsun. Sessizlikten bu yüzden nefret ediyorsun değil mi? Sessizlik olursa zihnini boşluğu doldurmak için seni yeni düşüncelere itiyor ama susmuyor kafanın içi.”

“Fark etmişsin.” Fısıldamıştım.

“Konu sensin.”

Dudaklarımı ıslattım ve istemsizce masanın üstünde son yudumların kaldığı bardağıma uzanıp ona bakmadan kafama diktim. Tüm yaram nerede, haritada nokta atışı yer işareti yapar gibi gösteriyordu bana. Bu beni fazla savunmasız hissettiriyordu.

Söyleyecek bir şey bulamadığım sırada birden bize yaklaşan ikiliyi görünce derin bir nefes verdim. Selim ve Yağmur kol kola girmişlerdi. Gerçekten fazla yakışıyorlardı. Yağmur üzerindeki kırmızı elbisesiyle oldukça ateşli görünüyordu. Sarı saçlarını ensesinde dağınık bir topuz yapmıştı, önlerine de iki tutam bırakmıştı. Dudaklarındaki kırmızı ruj kesinlikle onun rengiydi. Selim de Poyraz gibi siyah bir takım giymişti. Poyraz’ın aksine o kravat takmaktan rahatsız olmuyordu. Poyraz geldiğimizden beri kravatıyla oynayıp duruyordu.

“Merhaba,” dedi Yağmur karşımda durduğunda. Yüzünde sıcak bir tebessüm vardı. Elimi uzattığım sırada kaşlarını çattı ve elimi pas geçerek beni kendine çekip sarıldı. Böyle bir hareket beklemediğim için elim havada asılı kalsa da saniyeler sonra onun yaptığı gibi kollarımı sırtına doladım.

Geri çekildiğinde “İnanılmaz güzel görünüyorsun,” dedi. “Bu renk resmen gözlerini daha da ortaya çıkarmış.” Poyraz’a baktı ve sinsice sırıttı. “Tam bana göre bir elti getirdin, aferin.”

Selim Karaaslan minik bir kahkaha attı. “Anlaşacaklarını söylemiştim.”

“Bu kadar hızlısını ben de beklemiyordum,” diyerek onu yanıtladı Poyraz, eğlenerek.

Yağmur bana kaş göz işareti yaptı. “Buraya gelene kadar ikinizin dedikodunuza kulak misafiri olduk. Kapıdaki paparaziler bile bizi durdurup sizi sordu, neler yaptınız biz gelmeden?”

Güldüm. “Bazen durmak bile yetiyor.”

“Vay…” dedi Yağmur, eğlendiğini belli ettiği bir ses tonuyla. “İddialıyım diyorsun.”

Nettim. “Her zaman.”

Selim Karaaslan elini Poyraz’ın omzuna yerleştirerek “Elvin tam senin kaleminmiş, kardeşim,” dedi, yüzünde keyifli bir tebessüm vardı. “Kızımın onu neden bu kadar sevdiğini anlayabiliyorum şimdi.”

Gözlerimi kaçırma dürtüsüyle dolup taşsam da konuyu değiştirerek “Defne nasıl?” diye sordum merakla. Dün bana odasını göstermek istemişti ama sonra uyuyakaldığından bir daha konuşamamıştık. Sabah da erken kalkıp işe gitmiştik. Beni görmediği için üzülmesini istemiyordum.

“Sabah evin her yerinde seni aradı,” dedi Yağmur gülerek. “İşe gittiğini söylediğimizde de onu uyandırmadığımız için bize köpürdü.”

Dudaklarımda kalbimin ısıttığı bir tebessüm oluştu. “Müsait olduğumda tekrar onu görmeye geleceğim mutlaka.”

Yağmur aklına gelen fikirle gözlerini kıstı. “Nergis babaannenin dediği gibi kalsan ya artık bizimle.” Gözlerim bir çıkış kapısı arar gibi sağa sola kaydığında Poyraz’ınkilerle denk geldim ve bu konuda o da Yağmur’la aynı fikirde olduğundan bana yardımcı olmayacağını biliyordum. Bu yüzden tekrar Yağmur’a döndüm. “Senin de evin sonuçta. Hem yakında yaparız düğünü. Tarihi belirlediniz mi bilmiyorum ama Nergis babaanne uzatmanıza pek izin verecek biri değil.”

“Daha konuşmadık,” diyebildim.

“Elvin nasıl isterse öyle olacak,” dedi Poyraz, bu konuda bana destek çıkarak. “Onu erken ya da geç diye zorlamayacak kimse, buna babaannem de dahil.”

Yağmur sinsice dudaklarının iki kenarını kıvırdı. “Sana kalırsa yarın evlenirsin, bilmiyoruz sanki.” Poyraz gözünü devirmekle yetindi. Hiç de evlilik meraklısı bir adam değildi. Bu kanıya nasıl vardıklarını merak ediyordum. Poyraz’ın gözlerinde şu âna kadar evliliğe bir iş anlaşması olarak baktığını gördüm. Keza Aylin’le de evlenme nedeni buydu. Yine de bir iş anlaşması olsa da sadık bir adamdı. İhaneti asla affetmezdi.

Selim ve Yağmur’la bir süre daha sohbete devam ettik. Yağmur inanılmaz tatlı birisiydi. Dün gece Yaprak’ın odasında üçümüz vakit geçirdiğimizde de çok fazla ortak yönümüzün olduğunu fark etmiştim. Keza Yaprak’la da öyle. Her ikisini de sevmiştim. Zaten çabuk seven birisiyim ben. Ne kadar soğuk bir kişiliğim olsa bile insanlara çabuk kanardım. Soğukluğum sadece yıkıldığımda kullandığım bir maskemdi, sonra inatla yine gider severdim birilerini. Bu huyumdan hiç ders almamıştım. Yine öyle yapacaktım. Sevecektim birilerini ve sevmiştim birilerini.

Poyraz ve Selim işle ilgili bir şeyler konuştuğu sırada Yağmur da bana onlarda kalmam konusunda tekrar ısrar bayraklarını gösteriyordu. O sırada Görkem’in bakışlarını üzerimde hissetsem de gözlerimi Yağmur’dan çekmeyerek onu yok saymaya devam ettim. Didem’i hâlâ görmemiştim. Nasıl olmuştu da ortalıkta gezinmiyordu, merak ediyordum.

Derken bir anda başka gözlere kaydı gözlerim. Üzerinde oldukça iddialı duran bordo mini bir elbise vardı. Dudaklarına da kıyafetinden bir tık daha koyu bir tonda ruj sürmüştü. Ben buradayım diyordu adeta. Siyah saçlarını tepeden toplamış, esmer tenini biraz daha aydınlatmıştı. Ela gözleri bana ve yanımdaki adama baktığı her saniye biraz daha öfkeye bulanıyordu. Gözlerinin ardında öfkeyle birlikte derin bir ıstırap var gibiydi. Bunu umursamadım. Gözlerimi Aylin’den çektim ve Poyraz’a baktım. Ona baktığım an farkında olmadan gülümsedi.

Ne zaman ona baksam Poyraz’ın yaptığı ilk şey gülümsemek oluyordu.

“Aylin de mi burada?” dedi Yağmur yüzünü buruşturarak. Aylin’in ismi masada ölüm sessizliği yaratırken Poyraz bunu umursamadı ve bana bakmaya devam etti. Yağmur destek olmak ister gibi kolumdan tuttu. Aylin’e kısa ama nefretin en net halini iletirken onun birinden nefret ettiğinde bakışlarının ne kadar ürkütücü olduğuna şahit oldum. Severse fazla sıcakkanlıydı, kimsenin onun nefret dolu bakışlarına maruz kalmak isteyeceğini düşünmüyordum. “Fazla takıntılı birisidir,” dedi bana yaklaşarak. Sözleri Aylin içindi. “Seninle uğraşabilir. Dikkat et.”

“Onu fark ettim,” dedim boş gözlerle. “Kendisiyle tanışma şansım olmuştu.”

Yağmur’un gözleri bir kıvılcım gibi şaşkınlıkla çaktı. “Nasıl? Ne ara oldu tüm bunlar?”

“Dün oldu. Şirkete gelmişti.” Dün daha birçok şey daha olmuştu. Benim günlerimin yirmi dört saatten daha fazla olduğuna emindim. Zaman kesinlikle göreceli bir kavramdı.

“Bağırıp çağırmıştır, eminim. Var onda öyle arsızlıklar.” Gözünü devirdi. “Senin bize geldiğin ilk günde Nergis babaanneyi ikna etmeye çalışıyordu. Yüzsüz gerçekten.”

Dudak büktüm. “Açıkçası ilgilenmiyorum.” Benden önceki olaylar benim sınırlarıma girmiyordu. Ama benden sonra yaptığı her şey artık beni de ilgilendirirdi ve o noktada devreye girerdim.

“Yaprak yokken ona bağladım,” dedi Yağmur gülerek. “Bilmek istememekte haklısın. Kusura bakma.”

Gülümsedim. “Sorun değil.”

Tam o sırada bize yaklaşan başka bir üçlüyü gördüğümde yüzümdeki gülümseme bir jilet keskinliğinde silindi. Elimi destek almak ister gibi masanın üzerine koyduğumda başka bir el bana destek olmak için elimin üstünü kapattı. Bu el Poyraz’ındı. Ona döndüm. Ona dönmemle tekrar gülümsedi. Bu sefer gülümsemesi sanki bana “Sakin ol, ben buradayım,” diyordu.

Görkem Soykan, Didem ve Feyza Soykan’la birlikte yanımıza yaklaşıyordu. Didem beni gördüğü an kaşlarını çatmıştı, neden burada olduğumu sorguluyor gibiydi. Hiçbir şeyden haberi yoktu. Biricik eşi, ona hiçbir şeyi anlatmıyordu anlaşılan.

Masamızda durduklarında konuşmayı yapan ilk kişi Feyza Soykan’dı. “Tekrar hoş geldiniz Karaaslan ailesi,” dedi, bu sözleri Görkem’in kasılmasına sebep oldu. Gözleri üzerimden bir saniye olsun ayrılmıyordu. Bunun üzerine Poyraz elimin üstündeki elini daha fazla sıktı ve çatık kaşlarıyla Görkem’e baktı. Aynı şekilde Didem de bana öyle bakıyordu. Oysa ben hiçbir şey yapmıyordum.

Dediğim gibi, bazen sadece durmam yetiyordu.

Feyza Soykan’ı nezaketle cevaplayan Selim Karaaslan olmuştu. “Hoş bulduk, Feyza Hanım.”

“Umarım geceniz iyi geçiyordur.”

Yüzümü buruşturdum. “Açıkçası fazla sıkıcı,” dedim kendimi tutamayarak. “Övünmek gibi olmasın ama ben sizinle çalıştığımda daha iyisini yapıyordum.” Yağmur sırıttı. Benimle hem fikir gibi duruyordu.

“Seni kaybetmek büyük bir zarar olsa gerek,” dedi Feyza Hanım alaycı bir tonda.

“Öyle,” dedi Poyraz. “Kazanmak da bir o kadar şans.” Didem Poyraz’ın neden böyle söylediğini anlamadığı için kaşlarını çattı. Gözleri ben ve Poyraz arasında gidip gelirken masada birleşen ellerimizi gördüğünde bakışları ansızın büyüdü, böyle bir şeyi beklemiyordu.

Görkem diğer herkesi yok sayıp sırf benimle konuşmak adına hiç utanmadan “Nasılsın Elvin? Yeni işin nasıl gidiyor?” diye sorduğunda kahkaha atarak gülmemek için kendimi zor tuttum. Yüzsüzdü.

Poyraz’a baktım ve gülümsedim, sonra tekrar Görkem’e dönüp “Harikayım,” dedim. “İşim gayet güzel gidiyor. Poyraz’la çalışmak gerçekten harika. Siz nasılsınız, Görkem Bey?” Didem’e döndüm ve çatık kaşlarına alaycı bir gülümseme gönderdim. “Evlilik nasıl gidiyor?”

Sırıttı Didem. “Gayet güzel gidiyor,” dedi Görkem’in iki yanına sarkıttığı ellerinden birini tutarak. Görkem’in kasıldığını fark ettim. Didem’in dokunuşundan hoşlanmamışa benziyordu ama Feyza Soykan burada diye bir şey diyemiyordu.

“Seni de düğünde görmek isterdik.” Feyza Soykan’ın kelimeleri zehirliydi. O gün ne durumda olduğumu gayet iyi biliyordu. Bebeğimi öldürdüğü için yüzünde zerre pişmanlık yoktu.

Nefes almaktan güçlük çektiğimi hissettiğimde oyuncu kimliğime tekrar bürünerek dudak büzdüm. “Umarım düğününüze katılamadığımı işinizden ayrılmama bağlamadınız, bilirsiniz ki ben asla kin gütmem.” Dünyanın en kindar insanıydım. Bunu bilen Poyraz sırıttı. Didem’e döndüm. “Didem sevdiğim bir arkadaşımdır. Gönül isterdi ki nikâh şahidiniz olayım ama nasipte yokmuş.” Görkem sözlerimden rahatsız olmuş gibi yüzünü eğdi. O yüzden onu daha fazla rahatsız etmek istedim ve “Bu yüzden eski patronum ama aynı zamanda üç yılımı geçirdiğim çok saygıdeğer bir arkadaşım olarak günü geldiğinde sizden benim nikah şahidim olmanızı isterim Görkem Bey,” dedim. “Umarım bu isteğimi kırmazsınız.”

Görkem kıpkırmızı oldu. Beni bir hevese sığdırıp terk ettikten sonra gelen pişmanlığı gün yüzüne çıkıyordu. Bu daha hiçbir şeydi. Ben daha hiçbir şey yapmamıştım. Kelimeleri bu kadar rahat söylemem ve sanki aramızda hiçbir şey olmamış gibi davranmam onu şoka uğratmıştı. Didem ise söylediğim sözlerin etkisiyle “Sen evleniyor musun ki?” diye sordu hayrete düşmüş şekilde.

Poyraz’ın tutmadığı elimi kaldırıp yüzüğümü gösterdim. “Çok yakında hem de,” dediğimde Poyraz’a baktım. Şu an bir şeyler için ne kadar zorlandığımı en iyi o anlayabiliyordu. Gözlerimin arkasındaki acıyı görüyor ve başını hafifçe bir kez sallayarak konuşmadan sakin olmamı söylüyordu. Daha fazla bu ortamda kalmak istemediğim için “Ben kısa bir anlığına müsaadenizi isteyeceğim,” dedim. Ardından Poyraz’a bakıp “Hemen geliyorum,” dedim.

“Gelmemi ister misin?” diye sordu hafif endişeli sesiyle. Başımı olumsuzca salladım. “Gerek yok.”

Kalabalık bir ortamda olduğumuz için zorluk çıkarmadı. “Peki,” dedikten sonra çenesiyle gitmemi işaret etti. Ama beni çok fazla tek bırakmayacağını biliyordum. Çünkü beni benimle bile bırakmak istemediğini dün sabah çok net bir biçimde belli etmişti.

Adımlarımı denize vuran büyük verandaya çevirdim ve büyük çitlerin yanına yaklaştığım gibi destek almak için ellerimi üzerine koydum. Ay denize dökülmüş bir biçimde yansıyordu. Havada tatlı bir yaz sıcaklığı vardı. Yıldızlar gecenin karanlığına tezat fazla parlaktı. Derin bir nefesi ciğerime çektiğimde deniz kokusu kısa bir anlığına da olsa içimi rahatlattı ama gözlerimin dolmasına engel olamadı. Etrafta kimsenin olmaması büyük bir şanstı benim için. Şans ilk defa yüzüme vurduğunda bulunduğum duruma denize bakarak kısık bir kahkaha attım. Ne şans ama…

Canım yanıyordu. Canım harcadığım zamana fazla yanıyordu. Bebeğime yanıyordu benim canım, nasıl öyle kolay derdi o kadın o gün gelmeni isterdik diye? Bebeğimi öldürmüştü, beni de öldürmek istemişti. Utanmadan yüzüme nasıl bakardı? Boğuluyormuş gibi hissettiğimde ellerimi boynuma sardım. Tam o sırada tanıdık bir ses sardı kulaklarımı.

“Sana gelme demiştim!” dedi sert sesi denizin hafif dalga sesine karıştığında. Gözlerimi yorgunca kapattım. Beni daha ne kadar zorlamayı düşünüyordu. Adımları arkamda bittiğinde ona doğru döndüm ve boş gözlerle suratına baktım. Birilerinin bizi duyacağından endişelenmiyordum. Görkem yanıma gelme cesareti gösterdiyse birlerinin buraya gelme ihtimalini çoktan engellemiştir.

“Ben de geleceğimi söyledim. Senin kelimelerinle ilgilenmiyorum.”

Alnındaki damar sinirden kabarmaya başladı. “Ona nasıl bakarsın öyle?” dediğinde sesinde yakarış vardı. “Gülme Elvin. Bana güldüğün şekilde ona da gülme. Kısılmasın gözlerin ona bakınca. Atma başkası için öyle içten kahkaha. Canım yanıyor ulan. Dayanamıyorum. Her şey zaten zorken bir de sen yapma bunu.” Kollarımdan sıkıca tuttu ve yüzünü bana doğru eğdi. “Ölüyorum, Elvin. Seni göremediğim her gün can çekişiyorum. Sen hayatımdan gidince nefes alamaz oldum ben. Göğsüm sıkışıyor ulan. Sensizlik yeteri kadar zor, bir de sen zorlaştırma bir şeyleri.”

Hayrete düşmüş şekilde ona baktım. Yüzümün her köşesi buruştu. Tüm bu olanların suçunu nasıl bana atardı? “Ben mi yaptım!” dedim bağırarak. Kollarından kurtularak. “Her şeyi sen yaptın, Görkem. Katlanamadığın her şeyin tek sorumlusu sensin. Bana tek bir şey söylemeye bile hakkın yok senin. Ya senin benim yüzümü görmeye bile hakkın yok. Ne anlatıyorsun bana!”

“Ölüyorum, Elvin,” dedi kollarımı tekrar tutarak. Kurtulmak istesem de bu sefer bırakmadı.

Başımı kaldırıp yüzüne baktım ve biraz daha yaklaşarak bütün nefretimle “Geber o zaman, Görkem,” dedim. “Senin yaşamaya bile hakkın yok. Kızımı öldürdünüz siz.”

“Ben yapmadım!” Bağırmıştı. “Yemin ederim ki ben yapmadım, size asla zarar vermek istemem, Elvin.”

Kahkaha attım. “Ama annenin yapmasına engel olamadın, Görkem,” dediğimde yüzümde gülümsemeden eser yoktu. “Bunu ne yapacağız?” Görkem’in gözleri boşluğa düştü. Ellerini üzerimden hızla çekerken bakışlarını ben hariç her yere değdirdi. Öğrendiğimi fark etmişti ve utanıyordu. Adımları geri giderken bu sefer ona doğru bir adım atan bendim. Kaşlarım düz bir çizgi halini alırken “Öğrenemeyeceğimi mi sandınız?” dedim tiksintiyle. “Bunun bedelini size ödetmeyeceğimi mi sandınız?” Omzunun üzerine işaret parmağımla iki kez vurdum. “Bekle ve gör, Görkem. Bekle ve size neler yapacağımı gör. Bende yarattığın sahte cennete attığın ateşle beni yaktın ya sen, ben de o ateşle sizi yakacağım. Senin cehennemin de ben olacağım.”

Görkem yutkundu. “Bunun için mi evleniyorsun onunla? Benden bu şekilde mi intikam alacaksın? Ben önemli değilim, yemin ederim ki önemli değilim ama lütfen yapma bunu kendine. Herif az önce eskiden evleneceği kadınla konuşuyordu. Gidip onunla mı evleneceksin?”

Poyraz Aylin’le konuşmazdı, Aylin’in de Görkem’in bana yaptığı gibi onun önünü kestiğine emindim. Görkem herkesi kendi gibi sanmaktan vazgeçmeliydi. “Seni ilgilendirmez,” dedim tiksinerek. “Evli biri olarak, başka çiftlerin ilişkisine burnunu sokma.” Alayla sırıttım. “Gerçi pek sadık bir adam değilsin sen, en önden deneyimleme şansım oldu.”

Görkem yorgunca nefesini bıraktı. “Ben sadece seni sevdim,” dedi bana doğru bir adım atarken. “Sadece de seni seveceğim. Sen de öyle Elvin. Hep beni seveceksin. Bunu biliyorum. Sadece bilmiyorum, eminim de. Bana söylediğin gibi ona güzel şeyler söyleyemezsin, benim elimi tuttuğun gibi onun elini tutamazsın, beni öptüğün gibi…” derken duraksadı, bakışları dudaklarıma kaydığında beni öpmek istediğini anladım. “Beni öptüğün gibi onu öpemezsin.”

“Sen öyle san,” dedim gözüm kararmış bir şekilde.

Bileğimden sıkıca tuttu. “Yapamazsın!” Sözleri daha çok “Yapma,” der gibiydi. Bu beni daha da kışkırtıyordu.

Elimi kendime doğru çektim ve “Defol git başımdan,” dedim. “Muhatap olmak istemiyorum seninle daha fazla.”

“Yapmayacaksın!” dedi, transa girmiş gibiydi. Sürekli aynı şeyleri sayıklayıp duruyordu. “Bana yaklaştığın gibi yaklaşmayacaksın! Ölürüm.”

“Öl,” dedim. Nettim. “Mezarına çiçek bile getirmem, Görkem. Zaten ölüsün sen benim için. İkinci kez ölemeyecek kadar fazla ölüsün hem de.”

Onunla daha fazla konuşmak istemediğim için elbisemin eteğini hafifçe kaldırarak ilerlemeye başladım. Tam kapıya yaklaşmıştım ki içeriye giren bedenle adımlarımı durdurdum. Beni gördüğünde gülümsedi Poyraz ama saniyeler sonra bakışları omzumun üzerinden Görkem’e kayınca kaşları çatıldı. Onun etrafımda ne aradığını sorguluyordu. Sonra tekrar bana baktı ve nasıl olduğunu anlamaya çalıştı. Tam o sırada ben de onun arkasında dikilen Aylin’i gördüm. Düştüğümüz duruma kahkaha atmamak için kendimi gerçekten zor tutuyordum. Bir hafta bu duruma gülebilirdim.

Poyraz’la birbirimize doğru yürüdüğümüzde Görkem’in “Yapamazsın,” sözleri zihnimde dönüp duruyordu. Aylin de bir o kadar öfke ve nefretle bana bakıyordu.

Poyraz tam karşımda dikildiğinde öncesini ve sonrasını düşünmeyi bıraktım. Zamanın durduğunu hissettim. Ona doğru son bir adım attım ve aramızdaki mesafeyi kapattım. Başımı yavaşça kaldırdım. Gözlerim gözleriyle buluştuğunda Poyraz gözlerimin içine halimi sorgulayacak şekilde bakmaya başladı. Anlamaya çalışıyordu. Bakışları yoğundu. Fazlasıyla…

“İyi misin?” demesine kalmadan dudaklarım kıpırdadı. “Yapacağım şey için… şimdiden çok ama çok özür dilerim,” diye fısıldadım sadece onun duyacağı şekilde.

“Ne içi-” Sözlerini havada asılı kaldı.

Ellerim düşünmeden harekete geçti. Parmak uçlarım onun yüzüne uzandığında zaman bir anda büküldü sanki. Avuç içlerim yanaklarına değdiğinde teniyle birlikte kalbini de tutuyormuşum gibi bir his kapladı içimi. Sanki bir kıvılcım yandı ve bu Poyraz’ın kaskatı kesilmesi sağladı, göz bebekleri yerinden çıkacakmış gibi büyüdü. Parmaklarım çenesine doğru kıvrıldı. Yüzünü kendime doğru yaklaştırdım, Poyraz komutuma uymuş gibi biraz daha eğildi, yüzümüz arasında milimlik bir mesafe kalmıştı. O an için, burada benimle birlikte bulunan diğer üç kişiyi de şaşırtacak o hamleyi yaptım. Dudaklarımı Poyraz’ın dudaklarına bir anda yapıştırdım ve onu öpmeye başladım.

Beni şaşırtan ikinci şey de saniyeler sonra Poyraz’ın da öpüşüme karşılık vermesi olmuştu.

BÖLÜM SONU...

***

NE NE NE NE NEEEEEE????

Bu sahne kafamda döndüğünden beri bu şekildeydim. Yaktık mı ilk kıvılcımları?

Ben yandım şahsen.

Eeee bölümü nasıl buldunuz?

Fazla duygudurum bozukluğu yaşadık. Bir anda gülüyorlar, sonra kavga ediyorlar sonra bakıyorum yakınlaşıyorlar. Sınırları koruyacağız dedikçe de sınırları kapattılar. Hep böyle koruyun sınırlarınızı. Ben sevdim.

Düğünümüz ne zaman olur? Evlenin hemen!!!

Onları aynı evde yazmak için faaazzzlasıylaaa heyecanlıyım.

Bu arada Görkem'in Elvin'i ilk gördüğü sahnede Poyraz aralarına giridğinde ve Elvin'in çenesini tuttuğunda o an kulaklığımda çalan şarkıda sen ona aşıksın diyordu sözleri sahneyi yazmayı bırakıp kahkaha attım dgjdohdfhf

Görkem'in amacı ne peki? Hâlâ seni seviyorum diyor, niye terk ettin derler adama... Merakla beklemedeyiz.

Aylin de tekrar karşımızda ve daha hiçbir şey yapmadı. Bermuda Şeytan üçgeni bizi ne kadar uğraştıracak acaba??

Ve Feyza Soykan... Fazla soğukkanlı. Hem de her hareketine karşı...

Diğer bölümde görüşelim. Tabii bu kız işten fırsat bulup yazabilirse...

Kendinize iyi bakın

Esen Kalın...

Bölüm : 30.05.2025 02:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...