
Selam selam selammm...
Uzun zamandır olmadığımın farkındayım, bekleyen kimseyi bekletmek istemezdim ama haklı gerekçelerim vardı :(( Hayatım assslaaa yolunda gitmiyor ve benim de bu nedenle yazmaya ayıracak doğru düzgün zamanım olmuyor. Sağlık sorunlarıyla cebelleşip duruyorum. Ciddi anlamda hastane hastane gezmekten inanılmaz yoruldum. Orada çalışan olarak bulunmakla hasta olarak gitmek bambaşka bir durum. Uzun uzadıya bahsetmek istemiyorum ama durum böyle işte.
Artı olarak da bölümü bitirmeme çok az bir sahne kala bölümün silinmesi durumu var tabii. Psikolojik olarak berbat bir dönemdeyken bir de bunu yaşamak beni iyice çıldırttı. Geri de alamadım. Yazma hevesim falan kaçtı ama sonra oturdum baştan yazdım. Yazarken de şunu fark ettim, benim ruh halim kitaba fena halde yansıyor. O yüzden çok şey etmeyin...
Uzatmak istemiyorum daha fazla. Her zamanki uzunlukta bir bölümümüz oldu. Umarım seversiniz.
Yorumlarınızı bekliyorum ❤️
Keyifli okumalar...

16. BÖLÜM
ZAMANI DURDURAN ANLAR
Hiçbir zaman kontrolsüz hareket eden biri olmadım. Her zaman bir planım olurdu. Yapacaklarımı önceden kestirir, ona göre adımlar atardım. Lakin konu duygulara gelince işte o zaman plan dediğim her şeyin elimde patladığını gördüm. Onları kendime göre şekillendiremeyeceğimi, üstlerinde planlar kuramayacağımı ve kontrol sahibi olamayacağımı, ancak birine gerçekten yenilince öğrendim. Aşk denen meret zihnime uğramadan önce daha kontrol sahibi biriydim. Ya da duygularımın beni yönettiğini anlamıyordum o zamana dek. Ama mantığım her zaman bir adım öndeydi. Şimdi ise ben duygularımı yoğuramadıkça onlar beni ellerinde oynatmaya, kendilerine göre biçim vermeye başladılar.
Biz bir çamurdan ibaretsek duygular da en büyük çömlek ustalarıydı. Bizi kendilerine göre öyle bir şekillendirirlerdi ki neye dönüştüğümüzü iş işten geçtikten, bin dereceye aşkın sıcaklıkta olan o fırında piştikten sonra fark ederdik. Onları yönetemedikçe, ellerinde sürekli yoğurdukları biçimsiz bir çamurdan ibaret kalırdık.
Bu noktada mesele; çamur olmak ya da bir başka biçime dönüşmek değildi. Mesele; hangi ateşte yanmayı göze aldığındı.
Hangi yangında yanmaya izin verdin, kim uğruna? Hangi ellerin hayatına dokunmasına müsaade ettin, ne uğruna?
Asıl mesele; duygu sana şekil verdiyse, o şekli koruyabilmekte. Kırılmamakta. Parçalanmamakta. Bin derecelik o fırından bir bütün olarak çıkabilmekte.
Olmazdı işte. Sorun da tam olarak buydu. Bazı duygular seni öyle güzel bir parçaya dönüştürürdü ki dönüştüğün hâle sen bile inanamazdın. Ama sonra bir bakmışsın paramparça olmuş her bir yanın. Ölmüş bütün güzelliğin. Artık şekil alabilecek bir çamur bile değildin ki, birleşip başka bir şeye dönüşesin. Paramparça kalırdın. Kırılan hiçbir şey eskisi gibi olamazdı bir daha. Ben bir daha o bütün olamazdım mesela.
O yüzden insan; duygularının esiri değil, yöneteni olmalıydı. O değil, sen ona şekil vermeliydin. O zaman seni üzecek her şeyin önüne geçmiş olurdun. Önüne geçemediğin her şeyin, günü gelir altında kalırdın.
Üstüme giyindiğim siyah pantolon, yeşil ince askılı salaş tişörtle evden çıktım. Hâlâ Poyraz’ın benim için ayarladığı evde kalıyordum. Bu konuda olan inadımı bir haftadır sürdürmeye devam ettim. O gece olanlardan sonra Poyraz’ın yüzüne bakmakta zorluk çekerken bir de aynı evin içinde kalma fikri şu an için korkunç geliyordu. İleride ne yapacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.
Adamı bir anda öptüğüme inanamıyordum!
Aklımı kaçırmış olmalıydım. Yine duygularımın beni yönetmesine izin vermiş ve Görkem'e olan nefretimden kendimi Poyraz’ı öperken bulmuştum. Ona sınırlarımı geçme edebiyatı yaptıktan sonra bu yaptığım akıl alır şey değildi. Daha sonra kendisinin bana karşılık vermesi ayrı bir muammaydı ve ben özellikle bunun üzerinde durmamaya, yok saymaya çalışmıştım.
Gecenin kalanında Poyraz hariç her yere bakmak için çabaladım. Aylin’in nefret dolu bakışlarıyla birlikte Görkem’in böyle bir şey yapmamı beklemediği için tekrar gün yüzüne çıkan azap dolu bakışları sürekli üzerimdeydi. Onları görmezden geldim.
Feyza Soykan ve Görkem'in birkaç resmi konuşmasından sonra gece bitti, daha doğrusu biz erken ayrıldık. Daha fazla orada durmak, onların çirkin suratlarını görmek istemiyordum. Varlığımı yeteri kadar hatırlattığımı düşünüyordum.
Eve dönüş yolu boyunca Poyraz’a bakmamaya devam ettim. Utandığımın farkında olmalı ki bana bu konuda bir şey sormadı. Ona kaçamak bakışlar attığımda her seferinde göz göze geliyor ve biraz daha utanıyordum. Ama sonra onun yüzünde sinirimi bozan keyifli bir sırıtış görmek, içimde bir yerde suratının orta yerine bir tane yapıştırma isteği uyandırıyordu.
Poyraz fazlasıyla sinir bozucu bir adamdı.
Kaldığım eve vardığımızda aracı durdurdu. İnmek için aracın kapısına uzandıktan sonra yine yüzüne bakmadan “İyi geceler,” diyerek kapıyı açıyordum ki birden “Elvin,” diye araya girerek kolumu tutup beni durdurduğunda hareket etmeyi bıraktım. Ağır hareketlerle ona doğru döndüm.
Gözlerimi ona değdirmemeye çalışarak “Efendim?” dedim sesimdeki meraklı tınıyı gizlemeyerek. Biraz daha onunla aynı ortamda kalırsam utançtan kendimi araçtan atacağıma emindim. Onunla tanıştığımdan beri çok fazla utanacak an yaşamam fazla sinir bozucu bir durumdu.
Sesindeki anlamlandıramadığım keyifli tonla “Çantanı unuttun,” dedi, torpidonun üzerini çenesiyle işaret ederken. Aklım o kadar yerinde değildi ki anlamamış gibi başımı salladıktan bir süre sonra dediğini anlamış ve torpidonun üzerine bakmıştım. “Ah, doğru,” dedim kolum bıraktığında, çantama uzanarak. “Teşekkürler.”
İnecek gibi olduğumda yine konuştu. “Neden benden kaçtığını hissediyorum?” Sorusuyla inanamamış gibi ona bakmaya başladım. Dalga mı geçiyordu benimle, neden kaçtığımı anlayamıyor muydu?
“Çünkü kaçıyorum,” dedim başımı sallayarak.
Güldü. “Niye?”
Kaşlarım çatıldı. “Bilerek mi yapıyorsun?” Kesinlikle bilerek yapıyordu.
“Neyden bahsettiğini anlamıyorum.”
“Salaksın o zaman.”
Benden böyle bir tepki beklemediği için aracı kaplayacak keyifli bir kahkaha attı. Bu halimden eğleniyor olması son derece sinirimi bozuyordu. Gülüşünü kestiğinde oldukça ciddi bir sesle “Patronunla bu şekilde konuşman hiç hoş değil,” dese de saniyeler sonra keyif alan ifadesi tekrar yüzüne yerleşti.
Ona doğru bedenimi biraz daha yaklaştırdım ve “Mesai saatlerinde değiliz yalnız,” dedim bilmiş bir edayla. “Üstelik yakında da evleniyoruz, istediğim gibi konuşurum. Sinirimi bozma benim.”
O da bana doğru döndü. Ellerini direksiyondan çektiğinde “Bunun farkında olman güzel,” dedi bundan memnunmuş gibi. “Evleneceğin adamı öpmen dışarıdan bakıldığında son derece normal karşılanacak bir durum.”
Bunu pat diye söylediğine inanamıyordum. Anında geri çekildim ve ellerimle yüzümü kapattım. “Söylemez misin şunu!” Sinirden oturduğum yerde tepinmek üzereydim. “İstemeden oldu. Özür dilerim, tamam mı!”
“Ortada özür dilemeni gerektirecek bir mesele yok.”
Ben böyle düşünmüyordum. “Neden?”
Poyraz’ın cevabı ise bambaşkaydı. “Söylediğin gibi, evleniyoruz yakında.”
Yüzümü saran parmaklarımın arasından ona yandan bir bakış attım. “Ciddi misin?” dedim alayla elimi yüzümden çekmeden. “Bizim evliliğimiz gerçek değil, bunun farkında değil misin sen?”
Bana baktı. “Farkındayım. Bunu sürekli hatırlatıyorsun zaten.” Sesi fazla düzdü. Bu durumdan hoşnut değilmiş gibiydi.
“Çünkü öyle,” dedim elimi yüzümden ayırarak.
“Öyle olsun.”
Kaşlarımı çattım. “Öyle zaten!”
Tepkim hoşuna gitmiş gibi tekrar sırıtmaya başladı. Benimle eğlenmekten zevk aldığını görmemek mümkün değildi. “Yine de dışarıdan bakıldığında evleniyoruz, Elvin. Benim bahsettiğim durum bu. Yakında evleneceksek ve herkesin bu durumu kabul etmesini istiyorsak bazen gerçek bir çift izlenimi vermemizin gerekeceği zamanlar olacak. Bu da öyle bir andı. O yüzden özür dileme.”
Neden gerçek düşüncesinin bu olmadığını hissediyordum? “Tek derdin bu yani?” Bir kaşım havalandı. “Bir çiftmişiz gibi görünmek?” Dudaklarımı büktüm. Şaşırdığımı belli edecek şekilde başımı hafifçe salladım. “Çabuk adapte oldun bu duruma bakıyorum.” Ben hâlâ onunla evlenecek olacağımı idrak edememiştim. Sorun bende miydi?
Merak dolu bir sesle “Bu bir sorun mu?” diye sordu. Bu konuda ne düşüneceğimi bilmiyordum ama yine de “Hayır, değil,” diyerek yanıtladım onu. Sorun kesinlikle bendim.
“Bu arada,” derken sanki önemsiz bir şeyden bahsediyormuş gibi konuştu. Bir eli ensesine gitti. Gözlerini kaçıracak gibi olsa da yapmadı. “Fotoğrafımız çekiliyordu. Sabah görürsen diye diyorum, şaşırma.”
Duyduklarımın üzerimde bıraktığı şaşkınlıkla anında “Ne!” dedim, oldukça yüksek bir sesle. “Ne zaman çekildi, kim çekti? Nasıl çekti? Orada kimse yoktu ki.” İçimde huzursuzluk peydah olduğunda bunun nedenlerinden birinin Poyraz’la fotoğrafımızın çekilmiş olmasının olmaması beni bozguna uğratsa da şimdilik bunun üstünde durmadım. “Ya biri Görkem’le tartıştığımı gördüyse?”
Poyraz, Görkem’in adını andığım an kasıldı. Gözlerinin kısılmasına çatık kaşları eşlik etti. “Bahsetme şundan!”
Histerik bir şekilde güldüm. “Ben çok meraklıydım çünkü bahsetmeye.” Konu tamamen biri tarafından onunla görünüp görünmememdi. Konuştuklarımızın duyulması iyi olmazdı.
Ne kadar hoşlanmasa da Görkem'le aramda geçen konuşma açıldığı için Poyraz saatlerdir merak ettiği o soruyu sordu. “Ne istiyordu senden?”
Elimi geçiştirir gibi sallayarak “Boş ver,” dedim. Bu konuyu konuşmak istemiyordum. “Saçmaladı işte, önemi yo-”
Sözümü bitiremedim. “Var,” diyerek araya girdi Poyraz, sert bir sesle. “Seninle ilgili her şeyin önemi var, Elvin. Anla artık şunu.” Yine beni işaret etti. “Rahatsız mı etti seni?”
Sözleri beni dumura uğratsa da bunu belli etmemeye çalışarak “Yine aynı şeyler işte. Beni terk ettiği halde hâlâ sevdiğini söyleme cesareti gösterebiliyor, bağırıp çağırdım falan,” dedim. Poyraz her kelimemle kaşlarını biraz daha çattı. Bu durum hoşuna gitmemişti. “Üstelik dün gelmemem için mesaj atmıştı ama benim ora-”
Lafımı yine bitiremedim. Poyraz gerilmiş yüz kaslarıyla tekrar araya girdi. “Sana mesaj mı attı, bana niye söylemedin?”
Anlam verememiş gibi ona baktım. “Söylemem mi gerekiyordu?”
“Beni sürekli saf dışı bırakıyorsun,” dedi isyan eder gibi. “Eğer bu yolda birlikteysek, birbirimize bir şeyleri söylememiz gerekiyor ama sen inatla her şeyi tek başına yapmaya devam ediyorsun. Hiçbir yükü tek başına taşımana gerek yok. Sadece bu değil, Elvin. Her konuda. Bana anlat, benimle konuş. Yüküne ortak olurum ben. Seni rahatsız ediyorsa söyle bana, izin vermem buna. Elini tuttum ben senin. Hep yanında olacağım dedim. Ama sen inatla koca yolda tek başına yürümeye çalışıyorsun.”
Her kelimesi sanki beni beynimden vurulmuşa çeviriyordu. Hayatım boyunca bu sözleri bir kişiden bile işitmemiştim. Beni sevdiğini söyleyerek beni kandırdığı dönemlerde Görkem bile yapmamıştı bunu. O kadar alışmıştım ki tek başıma yürümeye, o kadar boşluktu ki her zaman yanı başım; birinin elimi tutup beni desteklemek istemesi, yükümü taşıyacağını söylemesi gerçek değilmiş gibi geliyordu. Bunu bana neden yapıyordu? Her kelimesinin altında kaldığımı hissediyordum. İyi niyetinin altında nefes alamıyordum. Her geçen saniye biraz daha gerçek biri değilmiş gibi hissediyordum. Sonunda dayanamadım ve oldukça ciddi bir şekilde “Neden böylesin?” diye sordum.
“Nasılım?”
“İyisin Poyraz. Fazla iyisin. Neden bu kadar iyi birisin? Senin yanında beyaz bir sayfaya çizilmiş kara bir leke gibi hissediyorum kendimi.”
İtirafım onu sarsmış gibi nefesini kısa bir anlığına tutmasına neden oldu. Hayatıma nasıl dokunduğunun farkında bile değildi. Beni rahatlatmak için mi, yoksa böyle düşündüğü için mi bilmiyorum ama “Ben öyle senin bahsettiğin kadar iyi biri değilim, Elvin,” dedi bir süre sonra gözlerime bakarak. “Sadece sen kötü insanlara denk geldin.”
Sadece sen kötü insanlara denk geldin.
Hep.
Bana biraz daha yaklaştı. Yüzümüz arasında az bir mesafe bıraktığında “Ve unutma Elvin,” dedi neredeyse fısıldayarak. “Her beyaz sayfa mürekkebe boyanmak ister. Çizilmeyen hiçbir sayfa henüz yaşamış sayılmaz. Varsın her sayfa çiziklerle dolu olsun. Zifte boyansın. Önemi yok. Yeter ki o çizik her daim hayatında olsun. Sen her daim yanımda dilediğin gibi biri ol.”
Yanımda istediğin kadar karala sayfalarımı.
Yanımda ol.
Pişman olurdu.
Konuşmak için dudaklarımı araladım ama kelimeleri arasından çıkarmaya gücüm yetmedi. İkimiz de birbirimize bakıp duruyorduk. Aramızdaki mesafeyi ne o açıyordu ne de ben. Onun bakışlarının dudaklarıma kayar gibi olduğunu gördüğümde benimkiler istemsiz onunkilere kaydı ve bir anda kendimi onu öptüğüm anda bulur gibi oldum. Bana karşılık vermişti. Öpüşümü derinleştirmişti. Bunu niye yapmıştı? Yutkunacak gibi olduğumda hızlıca kendimi silkeleyip geri çekildim. Benim çekilmemle Poyraz da kendini geri çekti.
Gözlerim aracın içinde gezinirken “Ben…” dedim bocalayarak. “Ben ineyim artık.” Titreyen ellerim kapı koluna gitti. Neden bu hâle gelmiştim? Neden aklım durmuştu böyle? Duygularım birbirine girmiş gibiydi ve ben yine onları yönetemiyordum.
Doha sonra ona bir daha bakmadan araçtan kendimi atmış ve göz açıp kapayıncaya kadar evin içine girmiştim. Ondan sonra da geçtiğimiz bu bir hafta boyunca da ondan sürekli kaçmıştım. İşteyken odalarımızın arasında olan stor perdeyi asla açmıyordum. Önemli bir toplantı yoksa onunla iletişimi kısa tutmaya çalışıyordum.
Şirkette işin getirdiği profesyonellikle iyi idare etsem de onların evine gittiğim günlerde her şey benim için daha zor oluyordu. Köşe bucak ondan kaçarken evinin içinde aşık bir çiftmiş gibi yapmak zorunda kalmak bana aklımı kaçırtacaktı ve bu Poyraz’ı oldukça eğlendiriyordu. Benim bu son bir haftadaki halim en çok onun hoşuna gidiyordu. Eski ben olsaydı asla bunu umursamazdı ama şimdiki ben bambaşka bir insandı. Bu kadar utanan bir insana dönüşmek bana verilebilecek en büyük cezalardan biriydi. Yine eski umursamaz kişiliğime geri dönmek istiyordum.
O geceden sonraki gün Poyraz’ın dediği gibi tüm gazetelerde ikimizin fotoğrafları yer aldı. Magazin sayfaları bizi konuşup duruyordu. Girerken çekindiğimiz, çıkarken bizi özel olarak çekmek istedikleri fotoğraflar dışında bir de Poyraz’la öpüştüğümüz ânın fotoğrafı da her yerdeydi ve elbette ki en çok konuşulan fotoğraf o âna aitti. Hangi ara çekildi, kim çekti bilmiyorum ama manşetlerde Görkem’le benim hakkımda tek bir yazı görmemek beni rahatlatmıştı. Poyraz çeken kişinin kendisinden sonra geldiğini daha sonra bana söylemeyi akıl ettiğinde bütün gece acaba gördüler mi diye kendi kendime çektirdiğim işkenceler yüzünden ona kısa bir anlığına patlama gibi bir fikrim vardı ama aklıma ondan kaçtığım gelince bundan hemen vazgeçtim. En azından arabadan çıkmadan söyleyebilirdi. Neyse ki Görkem’le konuştuklarımız duyulmamıştı.
Magazin sayfalarından işte bu yüzden kaçınıyordum. Diken üstünde yürümek korkunç bir şeydi, her şey kontrolüm dışında gerçekleştiriyordu. Buna tahammül edemiyordum. Şimdi ise Poyraz’la el ele o mekâna girerek kendimi korktuğum magazin ağının merkezine atmış ve son bir haftadır bunun getirisiyle cebelleşip duruyordum. Hakkımda çok fazla asparagas söylentiler yayılıyordu. Sayfalar deli dehşet hakkımda araştırma yapmaya başlamıştı. Ama isteseler de bir şeyler bulamazlardı.
Arabama geçtiğimde çantamı yan koltuğa bıraktım. İşe biraz geç gidecektim. Bundan Poyraz’ın haberi yoktu. Bütün gün başımı şişireceğini bilsem de ona hastaneye gideceği söylersem iki kat şişireceğinden emin olacak kadar onu tanıdığımdan bunu yapmamaya karar verdim. En azından sonuçlarımı öğrenene kadar gizleyecektim. Her ne kadar bu tavrımdan şikayetçi olsa da huylu huyundan vazgeçmezdi. Bir şeyleri tek başıma yapmaya alışmıştım.
Motor sesi etrafı kapladığından saniyeler sonra aracı tam hareket ettiriyordum ki birden bana bakan bedenle göz göze gelmek hareket etmemi engelledi. Onun burada ne işi vardı?
Sessiz bir oyun gibi ikimiz de birbirimize bakmayı sürdürdüğümüzde, bir süre sonra o bundan sıkılmış gibi gözlerini benden çekmeden küçük bir baş hareketiyle yanıma doğru yaklaştı. Aracın kapısını açtı. Omzumun üzerinden meraklı gözlerle ona baktım. En son yüz yüze geldiğimizde Karaaslan Holding’teydik, benimle daha sonra konuşmak istediğini belirtmiş ama bir türlü buna vakit ayıramamıştık. Şimdi ise kendi yanıma kadar gelmişti. Bu konuşmayı daha fazla uzatmak istemiyor gibiydi.
Yan koltuğu yüzüyle işaret ettiğinde “Gelebilir miyim?” dedi Ceyda Hanım, oldukça içten bir sesle.
Koltuğun üzerindeki çantamı çabucak alıp “Elbette,” dedim, çantamı torpidonun üzerine bıraktım. “Buyurun.”
Yanımdaki boşluğu doldurup aracın kapısını kapattıktan sonra bana döndü. “Böyle emrivaki yaptığım için kusura bakma Elvin.” Kemerini taktıktan sonra çantasını kucağına koydu ve saçlarının bir tutamını kulağının arkasına sıkıştırdı. “Bir haftadır dehşet bir yoğunluğun içerisindeydim. Bugün izinli olunca soluğu yanında aldım.”
Her ne kadar az çok tahmin etsem de “Konu nedir?” diye sordum. Ceyda Hanım direkt konuya girmeme şaşırmıştı.
Dudaklarını birbirine bastırdı. Derin bir nefes alırken gözlerini benden kaçıracak gibi oldu ama “Poyraz’la arandaki durumu daha sonra konuşmak istiyorum. Şu an konuşmak istediğim konu sensin,” dediğinde gözlerime biraz daha fazla baktı.
Kaşlarım havalandı. “Ben miyim?”
“Bunu Poyraz’la konuşmak istedim ama senin rızan olmadan yapamazdım. Telefonda da bahsedebileceğim bir durum değildi. Yüz yüze görüşmeye karar verdim.” Bir şey söylemedim. Yüzüne bakmaya devam ediyordum. “Kan değerlerin,” diye devam etti gergin bir tonda. “Pek iyi bir durumda değil. Seni ziyaret ettiğimde aldırdığım tahlil sonuçlarına göre bazı değerlerin oldukça yüksek.”
Sanki söyledikleri normal bir durummuş gibi omuz silkerken “Biliyorum,” dedim kestirip atarak.
Kaşlarını çattı. “Biliyor musun?”
Başımla onayladım. “Evet.”
“Poyraz’ın haberi var mı?”
“Hayır.”
Gözleri kısıldı. “Neden?”
Aynı netliğimle devam ettim. “Neden olsun?”
“Evleniyorsunuz siz.”
“Siz de bunun gerçek bir evlilik olmadığını biliyorsunuz.”
Gözlerini bezmiş bir şekilde kapattı. Hâlâ bu durumu idrak edemediği her halinden belliydi. Ellerini kaldırdı ve “Bunu daha sonra konuşacaksın, Ceyda,” diyerek kendi kendini ikna ettikten sonra tekrar bana döndü. “Muayene olman gerek.”
Yine önemsiz bir şeymiş gibi omuz silktim. “Oldum zaten,” dediğimde gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Emin olmak için “Oldun mu?” diye yineledi beni. “Ne zaman?”
Bunu ona söylemekte sorun görmediğim için “Geçen haftalarda,” dedim.
Başını merakla salladı. “Sonuç ne?”
“Ben de onu öğrenmeye gidiyordum.”
Oldukça net bir şekilde konuştu. “Ben de geliyorum.”
Tepkisi beni şaşırttığı için “Neden?” diye sordum, sesimdeki merakı gizlemeye gerek duymadan.
“Bir doktor olarak durumunu merak ediyorum.”
Güldüm. “Kadın hastalıkları ve doğum doktoru değil misiniz siz?”
“Yani?” dedi ne var bunda dercesine başını sallayarak. “Sonuçta doktorum.”
“Sizin alanınız değil.”
“O kadar yıl tıp okuduk, anlarız bir şeylerden.” Neden bu kadar inatçıydı?
Yapma bir gülümsemeyle “Ama ben sizin hastanız değilim,” diye yanıtladım onu.
İğnelememi umursamadı. “Öyle olsaydın şu an odamda görüşürdük zaten. Ben sadece sana eşlik edeceğim Elvincim. Tabii şimdilik.”
Gözlerimi devirdim. “Kendim hallederim. Teşekkür ederim.” Bu sefer ciddiydim.
Ama Ceyda Hanım beni duymamış gibi yapıyordu. “Sür,” dedi ileriyi işaret ederek. “Muhteşem ötesi tıbbi bilgilerimle yanında olacağım.”
“Muhteşem ötesi tıbbi bilgilerinizi hastalarınızla ilgilenirken kullanın Ceyda Hanım, gerçekten gelmenize gerek yok.”
Umursamazca “İzindeyim demiştim,” dedi. Ben de bıkkınlıkla “Tatil yapın o zaman, hava oldukça güzel,” diye karşılık verdim. Lakin Ceyda Hanım bunu da umursamadı. Arabayı sürmemle ilgili komutunu tekrarlayıp durdu. Ondan kurtulamayacağımı anlayınca bezmiş bir şekilde nefesimi bırakıp arabayı çalıştırdım.
Yol boyunca bir süre ikimiz de konuşmadık. Aklında dolanıp duran milyonlarca soruyla bana baksa da inatla önüme bakmaya devam ediyordum ama daha sonra dayanamadım ve kırmızı ışıkta durduğumda “Ailecek cennete tek yönlü bilet kredisi toplama derdinde misiniz?” diye sordum. “Çünkü ben bu yardım etme çabanızı asla anlamayacağım.”
Ceyda Hanım boş boş bana baktı. Sonra söylediklerimde ciddi olduğumu anladığında birden kahkaha atmaya başladı. Gülüşünün tınısı fazla naifti. “Tek yönlü bilet kredisi mi?” Tekrar güldü. Gülüşünü durduramayacağını anlayınca özür diler gibi elini kaldırdı. “Böyle bir tepki beklemiyordum.”
Ben hâlâ ciddiydim. “Niye benimle gelmek istiyorsunuz?”
“Sonucunu merak ediyorum.” O da ciddileşti. “Seni üzmek istemediğim için bu konuyu açmak istemiyorum ama…” Yorgun bir şekilde nefes aldı. “Ama Elvin, o ilacın sana nasıl bir zarar verdiğini görmem gerek. İlaçlar çok sonradan kan değerlerinle oynamaya başladı. Oldukça ciddi bir durum bu. Her birini tek tek laboratuvarda incelettim. Birkaç sonucu da dün elime ulaştı ve raporlarda çok ciddi komplikasyonlardan söz ediliyordu. Bir kere piyasada böyle bir ilaç yok. Üstelik sana yazdığım ilaçlar da onlar değildi. Biri gelip…”
Ben bitirdim cümlesini. “Biri gelip ilaçlarımı değiştirdi, evet.”
Gözlerini kaçırdı. “Yaşadıkların için gerçekten çok ama çok üzgünüm. Başına böyle bir şeyin gelmesini hiç istemezdim.” Ama hep benim başıma gelirdi.
Yeşil ışık yandığında aracı tekrar çalıştırdım. “Piyasada böyle bir ilaç olmadığından eminsiniz, değil mi?” diye sordum aklımdan geçenlerin doğru olup olmadığını anlamak için.
“Evet,” derken netti.
İstemsizce güldüm. “Bunu yapacak kadar canını sıkmış olduğuma inanamıyorum,” dedim kendi kendime. Feyza Soykan sırf beni ve bebeğimi öldürebilmek için yeni bir ilaç ürettirmişti. Soykan Holding ilaç sanayisinde de yer aldığından bunu yapması ve yaptıklarını halı altına süpürmesi oldukça kolay olduğundan bu konuda daha sonra endişelenebileceği bir sorunla karşılaşmayacağından emindi. Kimse onu tehdit edemezdi.
“Kim böyle bir şey yapmış olabilir?” Başını merakla salladı. “Bir düşmanın mı var?”
“Bir mi?” dedim gülerek ona bakarken. “Ben bazen saymayı unutuyorum.”
Gözleri şaşkınlıkla açıldı. “Sen ciddi misin?”
“Geçiştirir gibi elimi salladım. “Boş verin.” Daha sonra bir elimle direksiyonu çevirirken diğer elimle saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp Ceyda Hanım’a döndüm. “Bu konudan Poyraz’a bahsetmezseniz mutlu olurum,” dedim, istek dolu bir sesle. “Sonuçlarıma göre kendim konuşurum. Her şey yeteri kadar karmaşık zaten, bir de onun başını kendi dertlerimle ağrıtmak istemiyorum.”
Kaşları çatıldı. “Aranızda nasıl bir ilişki var sizin? Sormayacağım sormayacağım diyorum ama Poyraz da bana bir şey anlatmıyor, ki kendisi benden pek bir şey saklamazdı. Buna rağmen bu konudaki keçi inadını sürdürüyor. Onu darlayacağımdan emin olduğu için telefonlarımı bile açmıyor.”
“Neyi merak ediyorsunuz?
Soru mu bu der gibi “Her şeyi,” dedi bir çırpıda. “Her şeyi merak ediyorum. Evliliğin gerçek olmadığından bahsediyorsunuz ama bir haftadır haberlerde boy boy fotoğraflarınız paylaşılıyor. Oldukça da samimi bir şekilde.”
“Öyle olması gerekti.”
Benden de cevap alamayacağını anlayan Ceyda Hanım, başını bezmiş bir şekilde geriye doğru yatırdı. “O da aynen böyle cevap verdi…” Gözlerini devirmeden edemedi. “Birbirinize çok benziyorsunuz.” Yine bir şey demediğimde kendisi konuşmayı sürdürdü. “Poyraz Aylin’den kurtulmak için bu yola girdi, bunu anlıyorum.” Bana baktı. “Peki sen? Sen de mi birinden kurtulmak için yapıyorsun bunu?” Gözleri cevap arar gibi kısıldı. “Poyraz seni hastaneye ilk getirdiğinde üzerinde gelinlik vardı. Evlenecek miydin? Nasıl bir hikâyen var, Elvin?”
Çok soru soruyordu. Merakını anlayabiliyordum ama onu tanımıyordum ve sorularının yaptığı tek şey de beni boğmaktı. “Sizinle bu konuları konuşacak kadar yakın olmadığımızı belirtmiştim, Ceyda Hanım,” dedim ona bakmadan. “Poyraz’ın neden böyle bir yola girdiğini bilmeniz sizin için yeterli, benim meselem bırakın bende kalsın.”
“Özel hayatın seni ilgilendirir, evet. Böyle bir tepki vermekte haklısın da ama sen de beni anla, Elvin.” Dudaklarını ıslattı. Sonunda gerçek düşüncelerini söyleyecekti. Bu en iyisiydi. “Seni tanımıyorum. Poyraz da doğru düzgün tanımıyor. Nasıl birisin, onu da bilmiyoruz. Yanlış anlama; öyle olduğunu düşündüğüm için değil, bu da bir olasılık olduğu için söylüyorum bunu. Onu kandırıyor da olabilirsin. Başka bir amacın da olabilir. Bunu seni tanımadıkça bilemem. Evlilik kararınızı saçma buluyorum bu yüzden. Yine de ben karışamam, sizin verebileceğiniz bir karar bu.”
Endişesini anladığım için ters bir tepki vermedim. Bana karşı dürüst olduğu ve düşüncelerini çekinmeden söylediği için memnundum. Poyraz’la karşılaştığımız ilk geceden beri Ceyda Hanım da yaşadıklarıma az çok şahit olmuştu. Çektiğim acıları görmüştü. Ölen bebeğimi karnımdan söküp alan da oydu. Bu yüzden bana karşı mesafeli veya sert davranmıyordu. Eğer alelade biri olarak Poyraz’ın hayatına girseydim ve o zaman onunla evleneceğimi söyleseydim, bana daha sert yaklaşacağına emindim.
“Yanlış anlamadım, böyle düşünmeniz çok normal,” diye yanıtladım onu sakin bir sesle. “Bir anda birbirimizin hayatına girdik. İşin sonunun buraya geleceğini asla tahmin edemezdim.”
“Teyzem senin adını söylediğinde yaşadığım şoku unutamıyorum.” Gözlerinde sanki o şaşkınlığı tekrar yaşıyormuş gibi bir ifade geçti. “Başka bir Elvin’dir falan dedim de senin dışında da bu isimde kimseyle karşılaşmadım. Sonra o gün… O gün seni şirkette Poyraz’ın yanında görünce şaşkınlığım bir kat daha büyüdü. Sizin bu kadar kısa süre içinde birbirinizi sevebileceğinizi düş-”
Lafını böldüm. “Sevmiyoruz. Dediğim gibi gerçek bir evlilik olmayacak.”
Başka düşüncelere dalar gibi olsa da hemen kendini toparladı. “Ne kadar sürecek bu oyun?”
“Gerektiği kadar,” diye yanıtladım onu. En fazla bir yıl kadar uzatabilirdim.
Merakla gözleri kısıldı. “Ya o süreçte bazı şeyler değişirse, ya birbirinizi severseniz?” Bu teklifi kabul ettiğimde aklımdan hiçbir şekilde böyle bir düşünce geçmemişti. Böyle bir soruyu da kendime sormamış, daha doğrusu gerek duymamıştım. Bana göre bunun olasılığı bile olamazdı. Ama şimdi bunu bir başkasından işitmek bocalamama neden oldu.
“Öyle bir şey olmayacak,” diyerek cevapladım onu, kendime geldiğimde.
“Fazla netsin.”
“Her zaman.”
“Peki ya o,” dedi Poyraz’ı kast ederek. Son derece dikkatli bir şekilde bana baktı. “O severse seni?”
Yine nettim. “Sevmez.” Kimse sevmezdi beni.
“Bilemezsin, Elvin. Onun Aylin’i sevdiğini düşündüğün için bunu söylüyorsan o düşüncelerini unut. Poyraz Aylin’i hiçbir zaman sevmedi.”
Bunu Yaprak da ima etmişti ama o zaman sorgulamamıştım. Beni ilgilendirmediğini düşünüyordum. Şimdi ise benden beklenmeyecek bir merakla “Onu sevmiyorsa o zaman niye onunla evlenecekti ki?” diye sordum.
İstemsiz bir şekilde güldü Ceyda Hanım. “Siz de birbirinizi sevmiyorsunuz ama evleneceksiniz, Elvin.”
Hemen inkâr ettim. “Aynı şey değil.” Aslında aynı şeydi. Onların evliliği ailelerin iş ortaklığı için planlanmıştı ama Aylin’in Poyraz’ı aldatması her şeyi değiştirmişti. Ben dahil olmuştum bu noktadan sonra oyuna.
Ceyda Hanım söylediğim şeyi umursamadı. Konuyu tekrar bana çekerek “Sevdiğin biri mi var?” diye sordu. Bunu duyduğum ân o kadar kasılmıştım ki birden kendimi “Artık yok,” derken bulmuştum. Onu seviyor olmam düşüncesi bile midemi bulandırıyordu. Ondan nefret ediyordum.
Görkem hayatımın en büyük hatasıydı.
“Öldü mü?” Üzgün çıkmıştı sesi.
Histerik bir şekilde güldüm. “Keşke.”
Kaşları havalandı. “Şerefsiz biriydi yani.” Bu sefer sesi sert çıkmıştı.
“En alası hem de.”
“O mu yaptı bunu sana?” Bu noktada sustum. Ona daha fazla bilgi veremezdim. Kendimi bu kadar açmam bile benim için fazlasıyla mucizevi bir şeydi. Ceyda Hanım bu konuda daha fazla soru sormadı. Benim tekrardan aramıza yerleştirdiğim sınırın gerisinde kalması gerektiğinin farkındaydı.
Hastanenin girişinden girdiğimde ne kadar kendimi ona açmayacağımı belirtsem de bana sonradan sorun çıkarmaması adına aklındaki bazı soru işaretleri silmek istedim ve “Eğer bebeğim ölmeseydi…” diye söze girdim, lakin devamını getiremedim. Bir süre duraksadım. Hastanenin otoparkına girdiğimde boş bir yere arabamı park ettim. Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Bebeğim, her bahsettiğimde kalbimi kıran bir kelime olacaktı. Ceyda Hanım’a döndüm. “Eğer bebeğim ölmeseydi, ben buralardan gidecektim. Kendi yoluma bakacaktım ama bunu bana çok gördüler.” Gözlerini benden kaçırdı. Konuya böyle giriş yapmamı beklemiyordu. Ölmek istediğimi, bebeğim öldüğü için intihara kalkıştığımı biliyordu.
“O yüzden şimdi gidemem. Bunu bana yapanların yanında bırakacak biri değilim, hiç olmadım. Bebeğim için, ona bunu yapanlardan hesap sormak için kalmaya karar verdim.” Gözlerimde nefret tohumları filizlendi. Bebeğime bunu yapan herkesten tek tek bunun hesabını soracaktım. Sadece zamanını bekliyordum.
Bu konuda daha fazla konuşmak istemediğim için başka noktaya değindim. “Siz onu benden iyi tanıyorsunuz. Poyraz’ın bu süreçte bana yardım edeceğini benim kadar siz de tahmin edebilirsiniz, fazlasıyla iyi bir adam.” Ceyda Hanım'ın yüzünde bunun olacağından şüphe duymayacağına dair bir gülümseme belirdi.
“Onunla evlenme kararı vermeseydim bile bana yardım edeceğini çok iyi biliyordum. Bunu zaten kendisi defalarca kez söyleyip durdu ve sırf bana yardım ettiği için onunla evlenmemem gerek olmadığını söyledi. Ama var. Onun da kendince dertleri var. Sürekli tanımadığı ve bir anda hayatına giren yabancı olan benimle uğraşamazdı. Eğer o bana yardım ediyorsa benim de ona yardım etmem gerekiyordu. Poyraz her ne kadar karşı çıksa da onu Aylin’den kurtarmak istedim. Aylin’le tanışınca da bu kararımın ne kadar doğru olduğunu gördüm. Fazlasıyla takıntılı bir kadın.”
Kemerimi çıkardım. Ceyda Hanım uzun bir süredir boşluğa bakıyordu. Konuşmam boyunca bir kez bile araya girip beni bölmedi. Her kelimemi tek tek dinledi. Söylediklerimin gerçekliğini tartmak istiyordu. “Poyraz için mi kabul ettin bu evliliği?” diye sordu sonrasında. Böyle bir şey beklemiyordu.
Üç aşağı beş yukarı der gibi başımı oynattım. “Bir nevi öyle, ama benim de işimi görüyor yani.” Sadece Karaaslanların ailesinden biri olacağımı söylememle bile Soykanların aklını almıştım. Bir de bu aileye girer ve Soykanların işlerini baltalayacak hamleler yaparsam o zaman her şey benim istediğim doğrultuda ilerleyecekti.
“Yine de… Bilmiyorum Elvin. Evlilik ciddi bir mesele. Her şey ikiniz için de zor olacak ama bu sizin bileceğiniz iş. Koca koca insanlarsınız. Buna ben karışamam. Benim kızdığım nokta herkesi kandırmanız. Diğerleri neyse de, teyzemin üzülmesini istemiyorum. O benim kırmızı noktamdır. Durumunu…”
Başımla onayladım onu. “Durumunu biliyorum.”
“Seni çok sevmiş. Günlerdir onunla her konuştuğumda bana seni anlatıp duruyor. Onu en son ne zaman bu halde gördüm hatırlamıyorum, düşün. Sesine bile can geldi. Nasıl başarıyorsun bilmiyorum ama onu çok iyi sakinleştiriyorsun. Teyzem krizlerinden öyle hemen çıkamazdı ama sen rahatlıkla yapmışsın bunu. O yüzden Elvin, bu oyunu oynayacaksanız sonucunu düşünerek oynayın. Teyzem seni böyle sevmişken sakın yalanlarınızla kalbini kırmayın. Fazla hassastır. Dediğin gibi durumunu biliyorsan ona göre davran. Bu uyarıyı Poyraz’a da yapacağım.”
Anlamış gibi tekrar başımı salladım. Endişelenmekte haklıydı. Yasemin Hanım’ın durumu hafife alınacak bir durum değildi ve bizim yapacağımız her yanlış hareket, onu biraz daha kötü etkileyebilirdi.
Geçtiğimiz hafta onlara gittiğimde Yasemin Hanım beni biraz daha fazla seviyor ve konuşmak için çabalıyordu. Eve ilk geldiğim saatlerde yine birkaç kez bana Fidan demişti ama onunla sohbeti adımı tekrar ederek sürdürdüm. Sonrasında benim kim olduğumu tekrar hatırladı. Daha sonraki günler bu da olmamıştı. Hatta ev halkının söylediğine göre son üç gündür kriz bile geçirmiyormuş. Onun bu durumu Defne'deki bahsettikleri değişime şaşırdıkları kadar şaşırtmıştı her birini. Yaprak sürekli iyi ki hayatlarına girdiğimi söyleyip duruyordu.
Uyarısını anlamış gibi tebessüm ettim. “Yasemin Hanım’ı ben de en az onun beni sevdiği kadar sevdim. Onu üzmek, isteyeceğim son şey bile olamaz. Onlarla kaldığım süre zarfında kendisine yardımcı olmak istiyorum.” Poyraz’ın söylediklerine göre iyileşebilirdi. Doktorlar iyileşmesinde bir sorun olmadığını söylese de Yasemin Hanım istekli olmadıkça bu durum hep tersine tepiyor, krizleri her seferinde daha da alevleniyordu.
Ama onu anlıyordum. Onu en iyi ben anlıyordum. Evlat acısının yarasını hiçbir şey kapatamazdı. Kan akardı kalbinden, oluk oluk. Evlat kaybı o kadar derin bir yaraydı ki literatürde buna verilebilecek kelime bile olmazdı. Hiçbir kelimenin bu yükü sırtında taşımaya gücü yetmezdi. Kelimelerin taşıyamadığı bir ağırlığı, bir anne kalbinde taşımak zorunda kalırdı. Şimdi söyleyin o kalp, nasıl olur da kanamazdı?
Ceyda Hanım sözlerimde samimi olduğumu anladığı için içten bir tebessüm gönderdi bana. Eğer Yasemin Hanım’a iyi geldiğimi düşünmeseydi veyahut buna şahit olmasaydı tepkisi daha sert olurdu. Bu noktada düşündüm. İnsanlar ancak çıkarları olunca birbirlerini severdi. Kimse kimseyi öyle sebepsiz yere sevmezdi.
“Ona yardımcı olma isteğin bile çok kıymetli, Elvin. Tüm içtenliğimle teşekkür ediyorum.”
Buna gerek yok der gibi başımı salladım. “Ortada teşekkürlük bir durum yok.” İçimde ağırlaşan ve göğsümün orta yerine bir yara gibi oturan nefesimi bıraktım. “Onu anlayabiliyorum ben. Yarası derin.”
Bir an yüzüme baksa da hemen sonrasında bakışlarını benden kaçırdı. Neyden bahsettiğimi anlamıştı. “Anlarsın tabii,” diye yanıtladı beni üzgün sesle. En nihayetinde yaşadığım çoğu şeye kendi de şahit olmuştu. “Seni tanıyorum ama yaşadığın acıları iliklerime kadar hissettim, Elvin.” Bir anda konuyu tekrar bana getirmesi beni hazırlıksız yakaladı. Parmaklarımı direksiyona daha sıkı sararken buldum kendimi.
“Mesleğim gereği çok fazla beni sarsan hikâyeye denk geldim, çok fazla kalp kırıcı âna şahit oldum ama seninki bir başka dokundu bana. Birinin bile isteye sana bunu yapmış olması akıl alır şeyi değil.” Öfkeyle soludu. Bu durumu hâlâ kabullenemiyordu. “İlaç değiştirmek, bebeğini de seni de öldürmek istemek… Bu canice bir şey Elvin! Buna sessiz kalamam. Kalmayacağım da. Ne bir doktor ne de bir kadın olarak bu duruma susamam. Seni tanıyıp tanımamam önemli değil. Senin Poyraz'la evlenip evlenmemen de önemli değil. Bu konuda ben de senin yanında olacağım.”
Artık o uçurumdan atladığıma, ölmüş olduğuma ve şu anda da dünyaya yeniden geldiğime emin olmuştum. Uçurumdan önceki hayatımda hep tek başıma mücadele vermişken o ândan sonra sürekli insanların yanımda olmak istediğine dair sözler işitiyordum. Sanki iki farklı hayatım vardı.
Zaten dolmuş olan gözlerim yaşlar akıtmak üzereyken başımı yukarı kaldırıp pınarlarımdan akmalarına engel oldum. “Şu almak istediğiniz bilet kredileri fazla pahalı galiba,” dedim gözyaşlarımın arasında eğlenir bir sesle başımı yan yatırarak Ceyda Hanım’a baktığımda.
Onun da gözleri dolmuş gibiydi ama gülmeye başladı. “Cennet öyle kolay ulaşılabilir bir yer değil, Elvin. Uğraşıyoruz işte.”
"Bana da yer ayırın yanınızda."
Güldü. “Bir şartla,” dediğinde istemsizce kaşlarım havalandı. Başını omzuna yatırıp bana baktı. “Aramızdaki şu resmiyeti kaldıralım lütfen. Ben adınla hitap ettikçe sen sizli konuşmaya demeye devam ediyorsun. Hastanede olmadığımız sürece hanımlı beyli konuşmayı pek tercih etmiyorum. Üstelik gerçek ya da sahte, yakında akraba oluyoruz.” Tekrar güldü. “Hâlâ bu duruma inanamıyorum.”
Ben de inanamıyordum. Minik kahkahasına eşlik ettim ve sonrasında eğlenir gibi bulunduğumuz yeri işaret ettim. “Hastanedeyiz zaten.”
Gözlerini devirdi. “Benim çalıştığım hastaneyi kastediyordum.”
Anahtarı deliğinden çıkarıp “Peki,” dedim gülerek. Dışarı işaret ettim. “İnelim mi?”
Başıyla onayladı. “Olur,” dedikten sonra kemerini çıkarıp çantasıyla birlikte benden önce araçtan indi, ardından ben indim ve arabanın kapısını kilitledim.
Yan yana yürürken “Hangi doktora geldin?” diye sordu, merakla. “Keşke çalıştığım yere gelseydin, her şeyi çabuk hallederdik.”
Bakışlarımı ondan kaçırdım. “O hastaneye bir daha gelebileceğimi sanmıyorum.”
“Neden?” diyecek gibi oldu ama sonra sustu. Bebeğimi orada kaybetmiştim. “Olsun, ben buradan da birkaç arkadaş tanıyorum. Hallederiz her şeyi.”
“Çok bir şey kalmadı zaten. Geçen çarşamba biyopsi oldum. Onun sonuçları çıkacaktı.”
Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. “Tüm bunlar olurken Poyraz ne yapıyordu?”
“Haberi olmadığını söylemiştim.”
Bu durum hoşuna gitmemiş gibi bana ters ters baktı. “Neden tek başına geldin ki? Ani bir şey de olabilirdi. Poyraz fark etmedi mi bir şey?” Asansörlerin önüne geldiğimizde durup düğmeye bastı. Yeniden bana döndü.
Gözlerimi kaçırır gibi uzaklara diktiğimde “Edemezdi,” dedim. O gün işe gitmemiş, izin almıştım. Diğer günler de ondan kaçtığım için bende başka bir tuhaflık olsa bile fark edemezdi. Tabii işe gitmediğim gün mesajları ben rahat bırakmamıştı. Peşime düşmesin diye ona mutlaka cevap yazmıştım. Evlerinin önündeki tartışmayı tekrar yaşamak isteyecek bir havada değildim.
Ceyda, ona isteği doğrultusunda artık böyle seslenecektim, söylediğimi anlamadığı için “Nasıl edemezdi?” diye sordu kaşlarını çatarak. Asansör durunca açılan kapıdan içeri geçtik. İkinci kata basıp omzumun üzerinden ona döndüm. “Edemezdi işte.”
“Salak mı bu çocuk?”
“Yani…” dedim harfleri uzatarak. “Daha çok biraz sinir bozucu.” Hızlıca başımı iki yana salladım. “Hayır, fazlasıyla sinir bozucu.”
Ceyda’nın kahkahası yalnızca ikimizin olduğu asansörde yankılandı. “Daha fazla katılamazdım! Kesinlikle sinir bozucu birisi.”
Saate baktım. Dokuz olmasına on dakikadan az bir zaman kalmıştı. “Bugün izin almadım.” Asansör açılmak üzereyken “Birazdan arar,” dememle telefonumun çalması bir oldu. Ceyda’yla aynı anda güldük. Çantamı işaret ettim. “Gördüğün gibi.”
“Hiç şaşırmadım.” Başını ümitsizce salladı. “Kuzenim diye demiyorum ama bence gel evlenme sen bununla.”
Tepkisi beni güldürdü. Aynı alaycılıkla “Sinir bozucu falan evet ama daha iyisini bulamam şimdi,” dediğimde açılan asansör kapısından çıktık ve doktorumun odasına doğru yürüdük. Yürürken çantamdan telefonu çıkarıp arayan kişiyi cevapladım. “Efendim?” dedim umursamaz bir sesle.
“Neden işe gelmedin?” Sesi fazlasıyla endişeliydi.
“Dışarıdayım.”
Sessizlik oluştu. “Hiç dışarıdaymışsın gibi bir ses yok,” dediğinde buna dikkat etmiş olduğuna inanamıyordum. “Neredesin? Gelmeyecek misin?”
“Geç geleceğim,” dedim yine umursamaz bir şekilde.
Kaşlarının çatıldığına emindim. “Bir sorun mu var?”
“Hayır,” Görmeyeceğini bile bile dudak büktüm. “Sen niye aramıştın?” Doktorumun odasının önüne gelince durdum. Ceyda’ya çenemle kapıyı işaret ettim. Beni başıyla onaylayıp boş bir koltuğa oturdu.
Hiç düşünmeden “Merak ettim,” diye cevap verdi Poyraz soruma. “İşin çıktıysa erkenden haber ver.”
Gözümü devirdim. “Emredersiniz.”
“Emretmiyorum,” derken sertti sesi ama sonra yumuşadı. “Rica ediyorum.”
Kafama göre iş yapmamdan sıkılmış olsa da bir şey demiyordu. Bana iyi tahammül ettiğini düşünüyordum. Yine de ona hastaneye geldiğimi şimdi söylemeyecektim. Daha sonra kızıp kızmaması umurumda değildi. Nerede olduğumu anlaması için konuşmayı bitirmeye karar verdim ve “Başka bir şey diyecek misin?” der gibi oldum ama tekrar araya girdi.
“Ne zaman gelirsin?”
Gözlerim merakla kısıldı. “Benimle bir işin mi var?”
Gülüşünü işittim. “Bir işim yok,” derken sesi fazla keyifli çıkmıştı. “Kaçmaya devam edip etmeyeceğini merak ediyordum.” Gözlerim duyduklarıma inanamayan bir hareketle açıldığında onun bu kadar lafını esirgemez olacağını beklemiyordum. Fazlasıyla pervasızdı.
Gözlerimi hastane koridorunda gezdirirken anlamamış gibi “Neden kaçayım ki?” diye sordum. Ellerim terlemişti. Ceyda ne döndüğünü anlamadığı için merakla başını salladı. Onu cevapsız bıraktım çünkü Poyraz hemen ardından açık açık “Beni öptüğün için,” deyince telefonu suratına kapatmak gibi bir duyguyla savaşıyordum. Yanaklarımın ısınması an meselesiydi ama utançtan değil, sinirlerimi bozduğu içindi.
“Kaşınıyorsun ama sen,” dedim bu sefer kaçmayarak. Poyraz’ın keyifli kahkahası kulaklarıma ulaştığında bu sefer dayanamayarak Ceyda’ya baktım ve telefonu işaret ederek ciddi ciddi “Ben evlenmeden nasıl boşarım bunu?” diye sordum.
Ceyda sorumla birlikte büyük bir kahkaha patlattı. Söylediklerime hazırlıksız yakalanmıştı. “Evlenmeyerek tabii ki.”
Poyraz bu sefer gerginleşen sesiyle “Yanında biri mi var?” diye sorsa da onu umursamadım ve Ceyda’yı başımla onayladım. “Doğru. Niye evleniyorum ki?”
“Elvin?” dedi yine Poyraz, merakla.
Ben dişlerimin arasından “Ne var!” diye tıslarken Ceyda keyifli bir şekilde bana baktı ve telefonu işaret etti. “Ne diyor?”
Poyraz ısrarını sürdürdü. “Kiminlesin?”
“Seninle evlenerek hata yaptığımı söyleyen biriyleyim. Ve biliyor musun, fazlasıyla haklı. Vazgeçtim, evlenmiyorum seninle.”
Ceyda tekrar kahkaha attı. Poyraz’ın duyacağı şekilde “Çok fazla haklıyım hem de,” diye bağırırken Poyraz bu sefer onu sesinden tanımış olmalı ki “Ceyda mı o ?” diye sordu.
“Evet,” diyerek kestirip attım.
Şaşırmıştı. “Siz niye birliktesiniz?”
“Seninle evlenerek nasıl büyük bir hata yaptığım konusunda beni aydınlatmak istediği için görüştük. İyi yapmışız, değil mi?” Ceyda tekrar güldü. Bir yandan telefonundan bir şeyler yazıyor, diğer yandan bana bakıp sırıtıyordu. Halimden eğlendiği ortadaydı.
Poyraz duyduklarından hoşlanmamış gibi “Sizi tanıştırmamam gerekiyordu,” diye homurdandı ağzının içinden. Söylediklerimde ciddi olmadığımı bilse de bunu söylemiş olmam bile hoşuna gitmemişti. “Ama onunlaysan bugün gelme işe. Birlikte takılın. Patronun olarak izin veriyorum.”
Son cümlesiyle alaya bağlamaya çalışsa da gelmemem konusunda ciddiydi ve ben neden böyle bir şey söyleme gereksinimi duyduğunu merak ediyordum. “Birincisi senden izin istemiyorum,” dedim dik dik. “İkincisi de niye gelmiyormuşum? Bir şeyler mi karıştırıyorsun sen?”
“O genelde senin yaptığın şey.”
“Ha ha ha! Komik şey.”
Ceyda dayanamamış bir şekilde telefonuyla uğraşmayı bıraktıktan sonra “Bu herif bu kadar süre telefon konuşması yapmaktan nefret eder, ne oluyor buna?” dedi kendi kendine söylenerek. “Aştı kendini, aştı.”
“Bana mı söyleniyor?” diyen Poyraz’ın onu duyacağını tahmin etmediğim için kendimi bir anda gülerken buldum ama gülüşümü çabucak sildim. Ona sinirliydim.
“Onu bunu bırak sen,” dedim cevap arar bir sesle. “Ben niye gelmeyeyim bugün?”
Poyraz benden kurtulmayacağını anladığı için gönülsüz bir şekilde “Babam Soykanlarla toplantı ayarlamış, buraya gelecekler,” dedi. Sesinde az önceki eğlenir ifade yoktu. Fazlasıyla ciddiydi. “Onunla denk gelip moralini bozmanı istemiyorum.”.
Dediği şeyin oluru yoktu. “Geliyorum,” dedim söylediklerini umursamayarak. “Bundan kaçmamı bekleyemezsin benden.”
“Elvin…” İç çekti. Çabasının işe yaramayacağını bilse de bunu yapmaktan kendini alamıyordu. Başka bir şey söylemesine müsaade etmeden “Orada görüşürüz,” dedim ve telefonu suratına kapattım.
Ceyda bendeki değişikliği fark etmiş gibi telefon görüşmem bittiği an yerinden doğruldu. “Bir sorun mu var?” Başımı iki yana sallayarak onu cevapsız bıraktım. Keyfim kaçmıştı.
Cengiz Karaaslan Soykanlarla iş yapma inadını sürdürmeye devam ediyordu. Son bir haftadır işleri kendi cephemde hızlandırmaya çalışsam da beni ciddiye almadığını ve bir şeyler başaramayacağıma karşın inancını sürdürüyordu.
Ama ben de Elvin Erden’sem, o ortaklığın olmasına asla izin vermeyecektim.
Kirli oynamam gerekiyorsa onu da yapacaktım. Elimdeki bazı kozları meydana çıkarmamın zamanı gelmişti. Ne Feyza Soykan ne Görkem ne de Cengiz Karaaslan beni hafife alamazlardı.
Dilersem Soykanları bir anda bitirebilirdim. Bunu yapabilecek elimde tonlarca şey vardı. Ama yapmayacaktım. Onların bebeğimi yavaş yavaş benden alması gibi ben de yavaş yavaş onları bitirecektim.
Bende olan bilgilerden ne Görkem’in ne de Feyza Soykan’ın haberi vardı. Ben onların aksine temiz çalışırdım. Görkem, o gün şirketine gelip bilgisayarımı almama müsaade ederek ne kadar büyük bir hata yaptığının çok sonradan farkına varacaktı. Hiçbir şeyi şirket bilgisayarında tutmazdım. Bütün evraklar, iş görüşmeleri, yapılan bütün anlaşmalar ve halı altına süpürülmüş bütün kayıtlar şahsi bilgisayarımda mevcuttu.
Doktor odasına sırayla çağrılan hastaları es geçerek Ceyda’ya telefonumu gösterdim ve “Ben bir telefon görüşmesi yapıp geliyorum,” dedikten sonra cevabını beklemeden hızlı adımlarla yanından uzaklaştım.
İlk önceliğim telefondan birkaç dosya karıştırmaktı. Bilgisayarımın ekranın yakın zamanda telefonuma bağlamıştım ve oradaki her dosyayı telefonumda da görebiliyordum. Telefonun sayfasında gezindikten bir dakika sonra sonunda aradığımı buldum. Yüzüme sinsi bir gülümseme yerleşti.
Daha sonra rehberi açtım. Aylardır bu numarayı bir kez olsun aramamıştım ve uzun bir süre de arayacağımı düşünmüyordum. Evleneceğimi ve aptal gibi hayatımın artık yoluna gideceğini düşünüyordum. Yalanlara ihtiyacım olmayacağını ve görüp görebileceğim en toz pembe hayata sahip olacağımı sanıyordum. Koca bir aptaldan başka bir şey değildim. Aşk, dünyanın mutlu olarak nitelendirilen en safsatalı duygusuydu. Birine seni kırmak için izin vermekle eş değerdi.
Telefon çok fazla çalmadı. Saniyeler sonra kulağıma ulaşan boğuk bir cızırtıya sahip gülüş sesiyle gözlerimi devirmeden edemedim. “Ooo…” dedi uzaktan gelen alaycı sesi. “Siz bizi arar mıydınız, Elvin Hanım? Ortalardan yok oldunuz bir anda.”
Ona kesinlikle tahammül edemiyordum. “Çok konuşacak mısın böyle?” derken koridorun sonuna ulaştım. Yanımdan geçen insanlar saatlerine bakıp doktor odalarına doğru ilerliyordu.
“Asabiliğimizi koruyoruz anlaşılan. Düğün arifesi senden bir şey götürmemiş.” Poyraz'la olan evlilik haberimi görmüş olmalıydı. Ondan hiçbir şey kaçmazdı.
“Sen de aynı gevezeliğini sürdürüyorsun, Siber Parazit.”
Kahkaha attı. Ona bu sıfatla seslenmemden her zaman hoşlanmıştı. “İşin mi düştü bana?”
Dalga mı geçiyorsun der gibi “Sence?” dedim. “İşim düşmezse seni niye arayayım?”
“Kırılıyorum yalnız.” Yalandan bir sitemle konuşsa da gülmeye devam ediyordu. Gamsız herifin tekiydi, hiçbir şeyi umursamazdı.
Arka planda klavye sesleri işittim. Sabahtan akşama kadar yaptığı tek şey o klavyelere basmaktı. Ben de onu sırf bu özelliği için aramıştım. “Daha sonra devam edersin kırılmaya, senden bir şey isteyeceğim.”
“Yine birkaç bilgi silmemi mi istiyorsun?”
Sırıttım. “O da var. Ama önceliğim Soykanların veritabanına girip birkaç sayıyla oynaman.” Ondan istediğim her şeyi üstünkörü anlattım ve onu aramadan önce bulduğum dosyayı hesabına gönderdim.
Bu sefer şaşırmıştı. “Hiç senlik hareket değil bunlar, ne oluyor Elvin?”
Sertti sesim. “Nedenlerine girmeyelim, Parazit. Benim dertlerim, benim sorunlarım. Sen sadece dediğimi yap.”
Uzun sayılmayacak bir süre sustu ama sonra beni daha fazla zorlamadan “Peki, nasıl istersen,” diyerek isteğimi kabul etti. Hiçbir zaman nedeniyle nasılıyla ilgilenen biri olmamıştı. Sadece benim bu tavrım onu şaşırtmıştı çünkü ben hiçbir zaman işlerimde hileye başvuran biri olmamıştım. Bugüne kadar geldiğim her noktaya tırnaklarımı kazıya kazıya ulaşmıştım. Sonra ne mi olmuştu? Hem bebeğimden hem de yıllarımı bir hiç uğruna harcadığım işimden olmuştum.
Peki ne uğruna? Değer miydi aşk denen fırında cayır cayır yanmaya?
“Bir şey daha var…” dedim elim karnıma gittiğinde.
“Sesin neden birini öldürmek ister gibi çıkıyor? Şimdiden söyleyeyim kızım. Benim işim bilgisayar. Beni o toplara çekme, gelemem.”
“Zevzek zevzek konuşma. Katil miyim ben?”
Cevabı hazırdı. “Laflarınla adam öldürdüğün çok olmuştur. Özellikle üniversitede. Sana yavşayan herkesi öyle bir benzetiyordun ki ağzım açık izliyordum.”
“Sıradaki sen mi olmak istiyorsun?”
“Ne olmak istiyorum?”
“Maktül.”
Yutkunduğunu işittim. “Oldu o zaman…” dedi harfleri uzatarak. “Ben kapatay-”
Lafını böldüm. “Sinirlerim zaten tepemde, sen de daha fazla ayarlarımı bozma benim!” Kimsenin beni göremeyeceği bir yere geçtim ve duyulmayacağımdan emin olduktan sonra “Silmeni istediğim bir hasta kaydım daha var,” diyerek benim için oldukça önemli bir meseleden bahsettim. ‘Onu da hallet. İki katı ödemesini yaparım sonra.”
Parayı hiçbir zaman sorun eden biri olmadı. Fiyatı umursamadan “Ne kaydı?” diye sordu, bu sefer ciddi bir şekilde. “Bütün aile kaydını silmedik mi biz?”
“Bu başka…” Elim boş karnımda gezindi. Gözümün önü bulanıklaşmaya başladı ama şimdi ağlayamazdım. Artık ağlayamazdım. Ağlamak beni her seferinde zayıflatıyordu. Şu an tutunmam gereken tek duygu nefretimdi.
“Nasıl başka?”
“Düşük yaptığımı kayıtlardan sil. Hiçbir şekilde ulaşılmasın. Paran da birkaç güne hesabında olur.”
Parazit bir şey söyleyecek gibi oldu ama sustu. Hamile olduğumu bilmediği için düşük haberime şaşırmıştı. Benimle ilgili çoğu gerçek bilgiye sahip tek kişi oydu.
Onunla tanıştığımda üniversite ikinci sınıf öğrenciydim. Kendisi de üçüncü sınıf tekrardı. Kütüphanede ders çalışırken yanıma oturmuştu ve yanlışlıkla silinen aylarımı verdiğim ödevimi geri getirmek için bilgisayarıma saatlerce sövdüğümü işitmişti. Daha sonra dayanamadığından olaya müdahale etmiş, masamdaki bilgisayarı ben daha ne yaptığının farkına varamadan kendine çevirerek tuşlara benim gözüme göre gelişigüzel basmaya başlamıştı. Sadece ama sadece bir dakika, bir dakika içinde yok olan ödevimi geri getirdiğinde yaptığım ilk şey tüm kütüphanenin dikkatini çekecek şekilde tiz bir çığlık atmak olmuştu.
O gün kütüphaneden çıkınca kendisine teşekkür mahiyetinde kahve ısmarladım, sonrasında bir bakmışım sürekli hayatımın bir köşesinde yer alan kişilerden biri olmuş. O zamanlar arkadaş kavramından fazlasıyla uzaktım. Üniversiteye geçmeden yediğim mükemmel arkadaş kazığından sonra üniversitenin ilk yılı da uslanmayıp insanları hayatıma alınca ve bir posta da o zaman arkadaş kazığı yiyince yeterince doyduğuma emin olmuştum. Herkese karşı mesafeli olmaya başlamıştım. Parazit de mesafeli yaklaştığım kişilerden biriydi. Diğerleri bu tavrım yüzünden bana burnu havada yaftası yapıştırırken Parazit hiç oralı olmuyordu. Dediğim gibi, fazlasıyla gamsız bir kişiliği vardı. Benim onu terslediğim anları zerresiyle umursamıyordu.
Üniversite bitince kendisiyle denk gelmiyorduk artık. Bunca yıllık tanışıklıktan sonra bir hackera ihtiyacım olduğu her an istemeye istemeye onun kapısını çalıyordum ve bu durum onu fazlasıyla eğlendiriyordu. Ufak tefek şeylerden para almıyordu ama artık bazı şeyler benim için ciddiye binince ona para teklifi etme gereksinimi duymuştum.
Bundan iki yıl önce, hayatımla ilgili bazı gerçekleri halı altına süpürmekten ziyade tüm her yerden silmek istemiştim. Kimse annemin nasıl öldüğünü, geçmişinde ne gibi rahatsızlıkları olduğunu araştırmasını istemedim. Görkem’le başlayan ilişkimden sonra da bunu yapsa yapsa Feyza Soykan yapardı, tüm hayatımı araştırırdı. Yapmıştı da. Hiçbir şeye ulaşamamıştı.
Bana karşı tek bir koz bile bulsun istemediğimden geçmişimi gizledim. Şimdi ise bebeğimle ilgili gerçekleri silmek istiyordum. Aylin ya da Cengiz Karaaslan bana karşı bir şeyler bulmak isteme gereksinimi duyarak bunu araştırabilirdi. Kimseye güvenmiyordum. Ölmüş bebeğimi bu oyuna dahil etmeyecektim.
Ben Elvin Erden'dim. Bazen geçmişimi ben bile bilemezdim. Çünkü ben yalanlarına en çok kendini inandıranlardandım.
Elvin Erden'dim ben. Bu hayatta yalanı en iyi giyinen o kişiydim. Kendimi öyle güzel kamufle ederdim ki kimse hiçbir şey anlamazdı.
Elvin'dim ben. Kırıktı her bir yanım. Ama bunun da üstünü örterdim.
Şimdi de bebeğimin varlığını gizleyecektim. Kimse bir daha onun hakkında iyi, kötü hiçbir şey söyleyemeyecekti.
Buna müsaade etmezdim.
Ben artık anne değildim belki ama o hep benim kalbimin bir köşesinde yaşayacak minik kızım olarak kalacaktı. Onun bir zamanlar olan varlığını bu dünya unutacaktı belki ama ben onu kalbimde yaşadığım her saniyede yaşatacaktım. Ağırdı kalbimde yaşattığım mezarların yükü ama ne pahasına olursa olsun, onun bu yükünü taşıyacaktım.
***
Hastaneden çıktığım süre boyunca ağzımı bıçak açmamıştı. Yol boyunca camdan dışarıyı izliyordum. Konuşmaya da tek kelime etmeye de mecalim yoktu.
Her zaman benim başıma gelirdi.
Bu hayatta en nefret ettiğim cümleydi ama her zaman benim başıma gelirdi. Daha ne yapmam gerekiyordu? Daha ne kadar bir şeyler için mücadele edecektim? Bazen yorulduğumu hissediyordum. Bir kere otursam bir deniz kenarına ve saatlerce hiçbir şey yapmasam, olmaz mıydı? Olmazdı çünkü benim sürekli bir şeyler için mücadele vermem, sürekli çabalamam, sonra da o çabanın altında kalmam gerekiyordu.
Çünkü niye?
Çünkü her şey benim başıma gelirdi.
Ceyda göz ucuyla bana bakıp dursa da konuşmak için cesaret edemiyordu. Ters tepki vermemden korkuyor olabilirdi, bilmiyorum. Kimin ne düşüneceğini düşünecek bir kafada değildim.
Bir süre sonra sessizliğim onu korkutmuş gibi “Bir yere geçip oturmak ister misin?” diye sordu, direksiyonu çevirirken. Dönüş yolunda arabayı kullanmak isteyecek ruh halinde olmadığım için anahtarı ona vermiştim.
Cevap vermedim. Hayata içten içe küfürler savuruyordum. Dudaklarım ilmek ilmek içime işleyen sinirden titremeye başladı. Sonra kendimi aracı kaplayacak kadar yüksek bir sesle kahkaha atarken buldum. Ellerimle önüme düşen saçlarımı kulaklarımın arkasına sıkıştırdım. Hem gülüyor hem de gülerken akan yaşlarımı elimin tersiyle siliyordum. Değişken ruh halim Ceyda’ya nasıl tepki vermesi gerektirdiğini şaşırtmıştı.
“Sinirlerinin bozulduğunun farkındayım ama,” dedi beni teselli etmek istercesine, bana yandan bir bakış atarken. “Ama Elvin, tedavisi var. Korkma tamam mı? İlaçlardan sonra küçük bir ameliyatla her şey düzelecek. Ben sana en iyi doktoru ayarlayacağım.”
Gülüşüm yavaş yavaş solmaya başladı. Başımı önüme eğdim. “Ben korkmuyorum,” dedim yorgun ve çatallaşan sesimle. “Ben yoruldum.” Ağlamamak için üst dudağımı ısırmam bir işe yaramadı. Damlalar usul usul üzerime yağdı. “Ben gerçekten çok yoruldum. Sürekli bir şeyler için mücadele vermekten, iyi olmak için herkesten fazla efor sarf etmekten ama bir türlü iyi olamamaktan, sürekli kayıplar vermekten çok ama çok yoruldum.” Yaş dolu gözlerimi eğdiğim yerden kaldırıp Ceyda’ya çevirdim. “Hiçbir şey yapmadan mutlu olunmuyor mu? Mutlu olmayı da geçtim ben artık, yaşanmıyor mu?”
“İyi olacaksın. Söz veriyorum. Yanında olacağım ben.”
Titreten dudaklarımla başımı iki yana salladım ve önüme döndüm. “Söz verme. Sevmem ben sözleri. İyi falan da olmayacağım. Geberip gideceksem de uğraştırmasınlar beni daha fazla.”
Oldukça sert bir sesle “Pes mi ediyorsun?” diye çıkıştı.
“Etmiyorum!” dedim isyan ederek. “Artık çabalamayacağım. Kendi kendine girsin yoluna.”
“Saçmalıyorsun şu an Elvin. Sinirlerin bozulduğu için böyle konuşuyorsun.”
Çocuk gibi omuz silktim. “Biraz da ben saçmalayayım. Umurumda bile değil.”
Benimle daha fazla uğraşmak istemediği için “Toparlayınca konuşalım en iyisi. Çünkü her saniye biraz daha saçmalayacaksın sen.” Aracı bir kenara çekti. Torpidonun üstündeki kimliğimle reçetemi alarak “Ben ilaçlarını alıp geliyorum,” dedi arabanın kapısına uzanarak. “Sen de biraz daha sakinleşmeye çalış.”
Başımı açık camdan dışarı çıkardım. Ona cevap vermedim. Benden cevap alamayacağını anladıktan sonra arabadan indi. O gidince yaşlarım yine benden intikam almak ister gibi gözüme cephe almış ve akmaya başlamıştı.
Hava çok güzeldi. Ama bana mart ayıydı. Her yer ışıl ışıldı. Ama benim üzerimde kara bulut gibi gezinen kasvet yağmurları vardı. Onları düşünmeyi bıraktım. Hiçbir şey yapmadan etrafı izledim. Cadde boyunca kalabalık hakimdi her yere. Herkes bir telaş içinde koşturuyordu. Bazılarının suratları asık, bazıları da alabildiğine mutluydu. Herkesin kendince hikâyesi vardı. Yalnız insanlar gördüm, mutlu aile tabloları gördüm, aşkı yeni tatmış gibi birbirine içten gülümsemeler gönderen el ele genç çiftler gördüm, koşturanlar gördüm, acelesi olmayan insanlar gördüm. Bir tek kendimi göremedim. Bir tek bana yer yoktu hiçbir yerde.
Hayatım derinlikleriyle meşhur dram çukurundan ibaretti. Ben kaçmak istedikçe yeni bir hendek açıldı ve her seferinde başka bir çukura düştüm. Bir türlü çıkamıyordum. Bir türlü nefes alamıyordum. Ceyda’nın dediği gibi başıma gelen şey tedaviyle geçebilecek bir şeydi. Sorun zaten geçip geçmemesi değildi. Sorun bütün her şeyin benim başıma gelmesiydi.
Doktorun söylediğine göre karaciğerimde ciddi bir doku harabiyeti mevcutmuş. Normalde direkt cerrahi müdahale ile karaciğerin hasarlı dokusunu alıyorlarmış ama benimki yine ben olduğumdan olsa gerek enfekte dokular dolayısıyla hemen alınırsa işlem sonrası ciddi komplikasyonlarla karşılaşabileceğim bir durumdaymış. Bunu için de öncelikle antibiyotik tedavisine başlayacak, enfeksiyon bulgularım beklenen oranda düşünce de ameliyat olacaktım. Bundan iki ay önce sağlıklı bir bireydim ben. Başıma gelen de kader değildi. Kendiliğinden olmamıştı. Benim sinirim ve öfkem bunaydı.
Bunu bana biri yapmıştı.
Ölmek istediğimde ölememiş, yaşamak istediğimde de bir şeylerle mücadele etmek zorunda bırakılmıştım. Anlayacağınız, ne ölebiliyordum ne de yaşayabiliyordum. Bunun üstüne bir de doktorum şanslı olduğumu, enfekte dokunun karaciğerimin belli bir kısmını kapladığını ve daha fazlası olsaydı yetmezliğe kadar gideceğini söylemişti. Ne şans ama…
Yaşamak için her seferinde level atlanan bir simülasyondan geçtiğimi hissediyordum. Bu simülasyon bitince sonraki levelda ne gelecekti başıma zerre merak etmiyordum. Biri sanki benimle oyuncak misali oynuyordu.
Ceyda birkaç dakika sonra elinde bir poşet ilaçla geri döndü. Poşete bakarken tekrar kahkaha atmak istesem de bunun için bile yorgun hissedince bunu bir kenara bırakıp camdan dışarıyı izlemeye devam ettim.
Yol boyunca ikimiz de konuşmadık. Ta ki Ceyda “İşe gitmekte kararlı mısın?” diyene kadar.
Ona dönmeden “Evet,” diyerek onayladım onu. Elimdeki telefona gömülmüş Poyraz’a nerede olduklarını soruyordum.
“Bugün dinlen istersen. Bu kafayla rahat çalışamazsın.”
“Asıl evde yapamam.” Omzumun üzerinden ona baktım. “Benim kafamı bir şeylerle meşgul etmem gerekiyor. Diğer türlü aklımı kaçırırım.”
Pes edercesine nefesini bıraktı. “Şirkete sürüyorum o zaman?”
Telefondan yeni bir bildirim sesi geldi. Poyraz şirketin yakınlarındaki onunla gittiğimiz restoranda olduklarını yazdığını gördüğümde “Şirkete değil,” diyerek Ceyda’ya gideceğimiz yerin adını söyledim. Daha önce Poyraz'la sürekli gittikleri için yerini bildiğini söyledi ve aracı oraya doğru sürdü.
Restorana vardığımızda ilaçlarımı arabada bırakıp beraber arabadan çıktık. Restorana doğru yan yana yürüyorduk. Kendimi pek iş toplantısı yapacak bir havada hissetmesem de Ceyda’ya da söylediğim gibi kafamı dağıtmak istiyordum, bunun için söylenmeden ilerlemeye devam ettim. Ceyda beni yalnız bırakmak istemiyordu. Restoran kapısına yaklaştığımızda “Poyraz'a söyleyecek misin?” diye sordu, söylemem gerektiğini düşünüyordu.
Normalde olsa söylemezdim ama sürekli kullanmam gerektiği ilaçlar olduğundan bunu sorgulayacağına emindim. Bu yüzden istemeye istemeye “Akşam konuşurum,” dedim. “Ya da yarın, bilmiyorum ama şu an değil. Şu an hiç o havada değilim.”
“Konuş ama mutlaka.”
Ona cevap vermeden restoran kapısından içeri girdim. Peşimden hemen o da girdi. Yüksek bir tartışma sesi işitince bakışlarım kendiliğinden o yöne doğru döndü. Büyük bir masa vardı ve orası dışında diğer masalar bomboştu. Mekânı kapatmış olmalıydılar. Gözüm ilk Poyraz’ı buldu. Bana arkası dönüktü. Buradan bile öfkesini hissedebiliyordum. Beyaz gömleğinin altındaki sırt kasları gerilmişti.
Tek tek diğerlerin baktım. Her biri ayaklanmış yüzlerinde gördüğüm ama anlamlandıramadığım sinirle sözlü bir kavgaya girişmiş gibiydi. Daha sonra Görkem'e değdi gözlerim. Başta içimde tek bir duygu bile oluşmadı ama sonra içine düştüğüm durum aklıma gelince yine nefret tohumları sardı kalbimin her bir köşesini.
Bakışlarımı daha fazla Görkem üzerinde tutmak istemediğimden diğerlerini inceledim. Ahmet ve Cengiz Karaaslan dışında Selim Karaaslan da buradaydı. Her iki işyerinin avukatları ve birkaç çalışanı da vardı. Ama beni asıl şaşırtan şey Demirkıranların da burada görmekti.
Aylin'in babası Suat Demirkıran burada ne arıyordu?
Elleri göbeğinin üzerinde duruyordu. Kaşları arasındaki kırışıklar sürekli çatık kaşlarla gezdiğini gösteriyordu. Boyu çok uzun değildi ama onun tıknaz yapısı onu olduğundan daha heybetli biri olarak gösteriyordu. Cengiz Karaaslan ondan daha uzundu, cılız bir yapısı yoktu ama Suat Demirkıran'ın ondan daha ürkütücü göründüğü bir gerçekti.
Ceyda’nın eli koluma yapıştı. Tıpkı benim gibi o da buradaki kaosu anlamlandıramıyordu. Ortamın gerginliği adeta damarlarımıza işlemişti. Gözleriyle bana “Ne oluyor?” diye sordu. Ama cevabını ben de bilmiyordum.
Birlikte adım atmaya niyetlendiğimiz anda Suat Demirkıran’ın sesi, odanın dört bir yanını delip geçti. “Kızımı öylece ortada bırakıp başkalarıyla evlenemezsin Poyraz! Ben buna izin vermem evlat!”
Kaşlarımın arasına belirgin bir çizgi çekildi. Suat Demirkıran ne dediğinin farkında mıydı? Kızı adama aldatmıştı, hey! Bunlar topluca dalga mı geçiyordu? Bu nasıl bir genişlikti?
Tam yerimden fırlayıp o lafı ağzında tıkamak üzereyken, Poyraz’ın sesi beni yerime mıhladı. “Ben kimseyi yarı yolda bırakmadım.” Tonlaması net, sakin ama içindeki sarsılmaz kararlılık kulaklarıma kazındı. “Neyin neden olduğunu burada konuşmayalım istersen Suat Amca. Doğru bir zamanda değiliz çünkü.” Suat Demirkıran'ın patavatsızlığına karşın Poyraz saygısını korumaya devam ediyordu. Ona ‘amca’ diye hitap etmesi eskiden kalma bir alışkanlık olmalıydı.
Suat Demirkıran Poyraz’ın söylediklerini duymazdan geldi. “O kadın nereden çıktı?” diye sordu patavatsızlığa devam ederek. Sesinde pis bir alay vardı. Her ne kadar ‘sürpriz yumurtadan çıktım!’ diye haykırdıktan sonra omuzlarına göre geniş göbeğinin ortasına bugünkü içimi kasıp kavuran sinirimi çıkarmak istercesine yumruklamak istesem de kendimi zor tuttum. Bunun sırası olmadığını biliyordum.
Poyraz’ın sesi bu kez taş gibi sertti. “Elvin’den bahsederken ses tonuna dikkat et Suat Amca.” Ceyda’nın bana baktığını hissediyordum ama başımı çevirmedim. Benim hakkımda konuşan Poyraz’ı dinlemeye devam ettim. “O senin iş masalarında konuşabileceğin alelade birisi değil! Benim evleneceğim kadın! Büyüğümsün diye saygımı koruyorum ama yeter. Yerini bil.”
“Kes ulan. Sana mı soracağım duracağım yeri!”
Odanın gerilimi bıçak gibi kesildiğinde Ahmet Karaaslan sesini yükseltti. “Suat, yeter! Daha fazla uzatma be adam. Burada iş konuşuyoruz, oturacaksan otur. Yok oturmamakta ısrarcıysan da kapı orada.” Bu adamı Cengiz Karaaslan'dan fazla sevmiştim.
Görkem bulunduğu ortamın saçmalığını sorgularken Cengiz Demirkıran tüm öfkeli bakışlarını Poyraz’a gönderiyordu. Ona göre eğer Poyraz Aylin’le olan nişanı iptal etmeseydi olaylar bu noktaya gelemeyecekti ve onun istediği mükemmel iş anlaşması gerçek olacaktı. Tek derdi buydu. Ben ona o iş anlaşmasını çok güzel yedirmesini biliyordum. Daha iyisiyle geldiğimde bakalım bir daha böyle davranabilecek miydi?
“Kelimelerini düzgün seç Ahmet!” Suat Demirkıran Ahmet Karaaslan'ın önüne dikildi. Ses tonu bir hayli ürkütücüydü. “Sen kim oluyorsun da bana had bildiriyorsun? Abinin kuklasından başka bir şey değilsin. Tek başına ne başarmışsın da konuşuyorsun?”
Cengiz Karaaslan işittiklerini sevmiş gibi bıyık altından gülümsediğinde yüzümü buruşturmadan edemedim. Nasıl birisiydi bu? Kardeşine ve oğluna karşı tek bir desteği olmazmış gibi bir de onlar hakkında söylenen sözlerden keyif alıyordu.
Selim çabucak devreye girdi. Babasıyla Suat Demirkıran'ın arasına girip “Çok oluyorsun ama sen Suat Amca. Babamla düzgün konuş!” dediğinde Poyraz elini uzatıp onu geri çekti.
“Sen karışma.” Suat Demirkıran’ın nefesi hırlayarak çıkıyordu. Gözleri kan çanağına dönmüş, yüzü kıpkırmızıydı.
Masadaki diğer adamlar da giderek gerildiğinde Ahmet Karaaslan bir adım daha attı, sesindeki ton buz gibiydi. “Suat... bak bu son uyarım. Burası senin oyun alanın değil. Kendine gel!”
“Buna sen mi karar veriyorsun? Sen kimsin de bana racon kesiyorsun!” Mide bulandırıcı bir şekilde güldü.
Poyraz araya girdi. “Ben veriyorum. Şimdi çık git buradan!”
Bu sefer konuşan Görkem’di. “Daha ne kadar tartışacaksınız böyle?”
Poyraz ona öyle bir döndü ki gözlerinden taşan öfke Görkem’i adeta yere çiviledi. “Sen karışma!” derken sesi nefret doluydu. Görkem tek kelime daha ederse tüm sinirini ondan çıkarmak için üstüne atlayacağına yemin edebilirdim.
“Hiçbir yere gitmiyorum!” Suat Demirkıran uzatmaya devam edecek gibi görünüyordu. “Kızımı günlerdir ağlatmanın bedelini ödeyeceksin!”
Selim daha fazla ona tahammül edemediği için “Kızın da onu başkalarıyla aldatmasaydı o zaman!” diye sesini yükseltirken herkesin bakışı ona döndü. Bunu ilk defa duymuş olma Görkem kaşlarını çattı. Aylin ve Poyraz’ın nişanlarının neden iptal edildiğini bilmiyordu ve şimdi öğrendiği gerçekle tüm parçaları rahatlıkla birleştirebiliyordu.
Ceyda’yla onlara doğru yürüyeceğimiz sırada garsonun biri yanıma gelmiş gergin bir şekilde “Kapalıyız,” derken Suat Demirkıran da “Seni öldürürüm!” diyerek Selim'in üzerine yürüyordu. Gerçekleri kaldıramamak bu olsa gerekti.
Poyraz yıldırım gibi araya girdi, Selim’i korumak için Suat’ın önüne geçti. “Ona dokunursan hayatının hatasını yaparsın!”
Ben bizi göndermekte ısrarcı olan garsona “Onlarlayız, sorun yok,” derken yüzünü buruşturan Suat Demirkıran'ın koyulaşan gözlerine denk geldim. Dudaklarında çarpık bir gülümseme vuku bulurken yüzüyle beni işaret etti ve “Peki ya o?” diye sordu eğlenir bir tarzda. “Ona dokunursam ne yaparsın?”
Masanın etrafındaki herkes hızlıca ben ve Ceyda’ya döndü. Garson anlamış gibi yanımızdan uzaklaştı. Ceyda dikildiğimiz süre zarfınca konuşmadı ama her saniye biraz daha geriliyordu. Bu ortamda bulunmaktan rahatsız olduğunu görmemek zor değildi. Keşke benimle gelmeseydi.
Poyraz beni gördüğü an çatılan kaşlarıyla bir hışımla Suat Demirkıran'a geri döndü ve “Denersen…” Sesi baskındı ve bir o kadar da derindendi. “Ölürsün.”
“Sen mi yaparsın bunu?”
Netti Poyraz. “Ben yaparım.” Suat Demirkıran'ın önünde dikildi ve yüzünü ona eğdi. “Bir daha onun hakkında konuşmayı geç, yüzüne bir saniyeden fazla bakarsan senin nefesini kesecek ilk kişi ben olurum.” Sesindeki öfke, mekânın duvarlarını titretiyor gibiydi. Kimse ondan böyle bir tepki beklemiyordu, Herkes adeta buz kesilmişti. Poyraz her şeye rağmen sakin kalmaya çabalayan bir adamdı. Onu ilk defa böyle görüyorlardı.
Görkem’in beni gördüğü andan beri üzerimde gezdirdiği endişeli bakışlarını yok saymaya çalıştım. Tüm odağımı Poyraz’a verdim. Benim adım geçtiğinden beri öfkeden kasılan bedeni biraz daha kasılmıştı.
Suat Demirkıran Poyraz’ın sözlerinden sonra bir an duraksadı, zehirli gülümsemesi yerini kin dolu bir ifadeye bıraktı. Poyraz ona söylemesi gerektiğini söyledikten sonra daha fazlası için muhatap olmak istemeyerek arkasını döndü ve bana doğru yürüdü. Bana baktığında yüzündeki gergin ifade biraz daha solsa da burada olmamdan hoşlanmadığı her halinden belliydi.
Aramızda çok az bir mesafe kaldı. Ceyda “Çıkalım bence,” dediğinde Poyraz yüzüyle kapıyı işaret etti. Onu başımla onayladıktan sonra tam arkamı dönüyordum ki gördüklerim yüzünden bakışlarım büyüdü.
Suat Demirkıran'ın eli yavaşça beline doğru kaydı. Zaman bir anda yavaşladı. O âna dek kısık kısık işleyen mekânın uğultusu bir anda kulaklarımda yankılanmaya başladığında bardakların şıngırtısı, sandalyelerin hafifçe sürtünmesi, insanların nefesi tüm seslerin beni rahatsız ettiğini hissettim ama hiçbir tepki veremedim.
Gözüm, Suat Demirkıran'ın elini izliyordu. Parmakları soğuk metalin üzerinde kayarken, nefesimi içime çekip donakaldım. Beynim bağırmak istiyor ama boğazım düğümlenmiş, sesim çıkmıyordu. Yaptığım tek şey izlemekti.
Poyraz hâlâ farkında değildi. Henüz bir adım atmamıştı, henüz kimse hareket etmemişti. Henüz zaman tekrar daha akmaya başlamamıştı. Ama ben biliyordum, birazdan o namlunun ucu ona doğrultulduğunda her şey değişecekti.
Poyraz saniyeler içinde gözlerimde büyüyen korku dolu ifadeyi fark ettiğinde kaşları arasındaki çizgi biraz daha belirginleşti, bir şeyden korkmuş olduğumu anlıyordu. Namlunun ucu yavaş yavaş Suat Demirkıran'ın parmaklarından yukarıya doğru havalandığında tüm nefesimi tuttum ve bu durum Poyraz’ı biraz daha gerdi. Korktuğumu düşünüyordu.
Korkuyordum evet. Ama onun sandığı gibi değil, ona bir şey olacak diye korkuyordum.
Suat Demirkıran'ın yanındakiler havaya kalkan silahı fark ettikleri gibi panikle geri çekilirken Poyraz'ı uyarmak için dudaklarını aralamak üzereyken hiç düşünmeden, tereddüt bile etmeden hızla kolumu tutan Ceyda’nın elini üzerimden savurdum ve kendimi bir anda Poyraz’ın önüne atlarken buldum.
Arkamdaki kapı aniden açıldı; içeriye dolan soğuk hava gibi bir gürültü yayıldı. Tanıdık sesin “Baba,” demesiyle birlikte Görkem’in panik dolu sesi mekânı kapladı. “Elvin!” dedi öne atılarak. Poyraz onu gerime savurduğum için afallamıştı. Ne olduğunu çözdüğünde ise her şey için çok geçti.
Ceyda'nın arkamdan işittiğim tiz çığlığıyla birlikte bir anda tetik çekilme sesi mekânı kapladı.
Ve o an, zaman bir kez daha durdu.
BÖLÜM SONU...
***
Şu kızı rahat bırak dediğini duyar gibiyim ama cidden son sahnede ben öyle olsun istemedim... Silah patlamasın diye çabaladıkça inadına patlattılar, ben ne yapayım dgkdldfhf
Bölümü nasıl buldunuz?
Poyraz Elvin'e karşı pek bir açık sözlü. Bir gün Elvin'in elinde kalacak gibi...
Ceyda ve Elvin arasındaki ilişkiyi nasıl buldunuz? Bir olup Poyraz'ı çıldırtabilecek bir ikili oldular.
Elvin hakkında minik minik sırlar öğreniyoruz. Tüm bilgilerini her yerden sildirmek ne, aklımı şaşırdım.
Parazit neden Elvin'e yardım ediyor? Elvin para derdi olmadığını söyledi.
Son anda biri girdi kafeye, o kimdi peki?
Hepsi ve daha fazlası çok yakında sizlerle efenimler dghdld
İnşallah çok yakındadır dediğinizi duyar gibiyim...
Diğer bölümde görüşmek üzere (inşallah)
Esen kalın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.77k Okunma |
1.36k Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |