
Selam selam selamm...
Yine geciken bir bölümle buradayım. Elimi yakıp bölüm yazamamam, iyileşince diğer kitabıma yazma derken birden kışlık kavanoz derdi çıktı başıma. Bölüm geçen hafta gelecekti ama iki kere silip baştan yazdım. Bir türlü içime sinmedi.
Tekrar aynı döngüye girmeden son kez okudum ve buradayız.
Umarım beğenirsiniz...
Yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalar...

20. BÖLÜM
GÖZLERİN ARDINDAKİ RUHLAR
1 hafta önce
Cengiz Karaaslan sırtını sandalyesine yaslamış, elindeki kağıtlarla karşındaki genç kıza bakarken oğlunun kendisini böyle saçma sapan şeylere alet etmesinden dolayı ona karşı hissettiği öfkesini bastırmaya çalışıyordu.
"Daha ne kadar devam edecek bu durum?!" diye bağırdı Aylin, ayağını sert bir şekilde zeminde vurarak. Gözlerinde öfkeye bulanmış bir ıstırap vardı. Dakikalar önce gelmiş, Cengiz Karaaslan'la günler öncesinde yaptığı konuşmayı tekrar hatırlatmak istemişti. Bu olanlara daha fazla katlanamıyordu. Her gün gazetelerde, magazin sayfalarında ikisinin boy boy fotoğraflarını görmek onun çıldırmasına yetiyordu.
Onun olanı başka birine, hele de nereden çıktığı belirsiz olan yabancı bir kadına kaptırmaya niyeti yoktu. Buna izin vermezdi. Poyraz'ın o kadını sevmediğini biliyordu, buna inanmak istiyordu.
Çocukluğundan beri aşık olduğu tek adam Poyraz'dı. Babaları ikisi arasındaki ilişkiyi ne kadar iş için istiyorsa Aylin de bir o kadar onu sevdiği için onunla evlenmek istiyordu. Kimine göre alışkanlık, kimine göre takıntıydı ama Aylin hiçbirini umursamıyordu. Tek istediği Poyraz ile bir aile kurmaktı.
Ama Poyraz, çok yakında başka biriyle evlenecekti ve bunun düşüncesine tahammül bile edemiyordu. Bu evliliği kabul edemezdi.
Cengiz, elindeki kağıtları masaya bırakıp "Bir şeyler araştırıyorum, kızım," dedi. Sesi tahammülsüz bir tondaydı. Bu kızın her şeyi eline yüzüne bulaştırmış olmasına akıl sır erdiremiyordu. Bütün planlarını bozmasına tek bir fotoğraf neden olmuştu.
Aylin elindeki çantasını yanında koltuğa gelişine fırlattı. "Bu mu araştırmış halin?!" diye çıkıştı. Elleri iki yana açılmış, omuzları öfkeyle kalkıp iniyordu. Gözleri dolu doluydu, dudakları titrerken sanki birazdan ağlayacaktı. "Evine bile almışsın onu ya, o kadın haftalardır Poyraz'la aynı çatı altında kalıyor. Her an evlenebilirler ve sen gelmişsin bana araştırıyorum diyorsun! Böyle mi araştırıyorsun? Böyle oturarak?.. Nasıl yapacaksın bilmiyorum ama o düğünün olmasına engel olacaksın Cengiz Amca! Eğer babamın seninle tekrar çalışmasını istiyorsan bunu yapacaksın. Yoksa bütün işlerini bozarım. Babamın benim tek bir sözüme bile ne kadar kıymet verdiğini gayet iyi biliyorsun. Piyasada anlaşma yapacak adam bulamazsın ."
Cengiz kaşlarını hafifçe çattı. "Dur bakalım orada, küçük hanım." Sesi buz gibiydi. Küçük bir kızın onunla böyle konuşmasına müsaade etmeyecekti. "Boyundan büyük laflar etmeden önce hareketlerine çeki düzen ver. Ben senin yaşıtın değilim."
Aylin başını dik tuttu. "Ben ne dediğimi gayet iyi biliyorum. O düğün olmayacak."
"Bütün bu kargaşanın tek sebebi sen değilmişsin gibi konuşmayı bırak, Aylin!" Cengiz'in sabrı taşmıştı. Bir anda masaya öyle sert vurdu ki kalemler yerinden sıçradı. "Seni bu konuda daha önce uyardığım halde başka adamların kollarına kendini atmasaydın, oğlum sana resti çekmeyecekti. Bunu öğrenirse seni affetmeyeceğini bildiğin halde bunu yaptıysan... sonuçlarına da katlanacaksın. Onu seninle evlenmeye ikna etmek için çok fazla uğraştım ama sen aptal gibi fotoğraflara yakalanarak her şeyi yerle bir ettin. O yüzden kapa çeneni, yerinde dur."
Aylin işittiği sözlerden hoşlanmamıştı. Kimse neyin ne olduğunu bilmiyordu ama bunu anlatamazdı. "Sen de düzgün yap şu işi. O kadın Poyraz'ın hayatına nereden girdi bir an önce öğren."
Cengiz derin bir nefes aldı. Boğazındaki öfke yumrusunu yutarken günlerdir yaptığı şeyin bu olduğunu anlatmaktan yorulduğu için sesini çıkarmadı. Elvin Erden hayatlarına girdiğinden beri birçok şey değiştiğinin farkındaydı. Aklı gidik eşiyle birlikte evdeki çoğu kişi onu sevmişti ama Cengiz onda tuhaf bir şeyler olduğunu hissediyordu. Genç bir kadının kendisinin bile ulaşmakta zorluk çektiği yurtdışındaki birçok büyük şirketlerle bu kadar kısa sürede toplantılar ayarlayabilmesinin altında başka şeyler arıyordu. Bunu kimse yapamazdı. Hele de onun gibi genç ve toy biri.
O kadında başka şeyler olmalıydı.
Eğer oğluyla evlenmek yerine şirketinde çalışan biri olsaydı bu durumdan fazlasıyla memnun olurdu ama konu evliliğe gelince Cengiz Karaaslan'ın oğluyla evlenmesini istediği tek kadın Aylin Demirkıran'dı. Poyraz'ın onu sevmediğini biliyordu, hiçbir zaman Aylin'e karşı duygusal bağ beslemediğinin de farkındaydı ama bu Cengiz'in umurunda olan bir durum değildi. O planlarına göre hareket eden takıntılı bir adamdı ve hiçbir koşulda buna ters düşen bir şeyi kabul etmezdi. Sonuçları ne kadar iyi olursa olsun, değişiklik onun çizgisinin dışına çıkıyorsa o çizgiyi büyütmek yerine taşanı sınırlarından kovardı.
Ona göre tek doğru kendi kurallarıydı. Ve oğlu evlenecek başka bir kadını eve getirerek onun doğrularına meydan okumuş, yapacağı en büyük yanlışı yapmıştı.
Elvin Erden'i gelini olarak görmeyecekti. Onu araştırmaya devam edecekti.
Ama onun hakkında doğru düzgün hiçbir şeye ulaşamıyordu. Sadece eskiden çalıştığı Soykan Holding dışında elle tutulur bir geçmişi yoktu. Köklü bir üniversitede okumuş, birkaç dil biliyor. Anne ve babası ölmüş. Onlar ölünce anneannesi ile yaşamış. Onu kaybettiğinde de yetimhanede büyümüş. Babaannesi ve halası var ama onlarla görüşmüyor. Başka bilinen bir akrabası yok. Banka hesaplarında görünen geliri oldukça yüksek. Bir asistanlık geçmiş olan birine göre fazla yüksek. Onu da sebebi ölen anneannesinden kalan mirastan kaynaklanıyor. Hakkında bilinenler bundan ibaret.
Yine de Cengiz pes etmeyecek, Elvin Erden'i biraz daha araştıracaktı.
"Halledeceğim, dedim. Sen sadece hiçbir şeye burnunu sokma. Babanı da bir daha bu işlere bulaştırma." Elini masaya yaslayıp öne doğru eğildi. Gözlerinde az sonra söyleyecek sözleri için tehditvari bir ifade geçti.
"Eğer baban... bir daha ailemden birine silahını uzatırsa hiçbir koşulda sana yardım etmeyeceğim."
Aylin siniri bozulmuş gibi başını iki yana sallayarak güldü. "Oğlunu önemsemeye başladığını söyleme bana Cengiz amca. Sen bu hayatta kendinden başka kimseyi sevmezsin."
Cengiz onun sözlerini umursamadı. Evraklarını tekrar eline alıp Aylin'e artık gitmesi gerektiğini söylemek istediği bir tonda "Ben söyleyeceğimi söyledim," dedi. "Baban bu işe bulaşmayacak."
Aylin nefesini bıraktığında kendisi de böyle düşündüğü için başka ters bir cevap vermedi. "Onu zaten uyardım. Poyraz'a bir daha zarar verecek bir şey yaparsa beni sonsuza dek kaybedeceğini biliyor."
Cengiz sadece başını sallamakla yetindi. Aylin'in artık gitmesi gerektiğini düşünüyordu. Lakin Aylin gitmek yerine bu sefer "Elvin..." dedi tükürürcesine. O kadının adını anmaktan bile hoşlanmıyordu. Tanımadığı bir kadından sevdiği adamı elinden çaldığı için iliklerine dek nefret ediyordu. "Ameliyat olacak dedin? Vurulmasıyla ilgili bir durum mu?"
Eğer öyleyse babasının başının belaya girmesinden korkuyordu. Deliller yok edilmişti ama hâlâ bir şeylerin olabileceğine dair endişeleri vardı. Babasını korumak için video kayıtlarını sildiren oydu. Eğer vurulan Poyraz olsaydı, babasına bu konuda asla yardım etmezdi. Ama vurulan o kadındı ve bu da Aylin'in umurunda değildi. Babası bu hayatta onun için kıymetli olan tek kişiydi. Hayatının bu hale gelmesi de ona olan sevgisindendi.
"Hayır," diyerek onu sorusunu yanıtladı Cengiz. "Karaciğeriyle ilgili bir durum olduğunu söylüyorlar. Detaylara vâkıf değilim."
Aylin'in kaşları belli belirsiz çatıldı. "Sağlık bilgilerine baktın mı?"
"Bakmalarını söyledim, yakında elime ulaşır."
Cengiz'in cevabına başını salladıktan sonra koltuğa fırlattığı çantası aldı. "Ben gidiyorum," diye mırıldandı çantasından telefonu çıkararak, "kendim de bir şeyler araştıracağım." Cengiz Karaaslan'ın her işi detayına kadar araştırdığını bilse de, Aylin bu konuda kimseye güvenemezdi. Bir açık varsa onu bulmak zorundaydı.
"Sakın kafana göre şeyler yapıp oğlumun gözüne batma. Onunla evlenmek istiyorsan hareketlerine özen göster. Benden de haber bekle."
Aylin ağzının içinde "Tamam," diye geveledi ama bu konuda söz veremezdi. Başka bir şey söylemeden odadan çıktı. Kapıyı kapatıp arkasını döndüğü sırada tam bir bedene çarpacaktı ki bedenin sahibi ona dokunmaktan bile iğrendiği için onu fark eder etmez kendini geri çekti.
Aylin'in afallamış gözleri Poyraz'ı bulduğunda onu görmenin üzerinde bıraktığı etki yüzünden konuşmayı unutmuştu. Yüzünün her köşesini tek tek izlemek için can atıyordu ama Poyraz "Ne işin var burada?" diye oldukça sert bir şekilde konuşunca dikkati dağıldı.
Ne diyeceğini bilemediğinde elleri saç uçlarına giderdi. Yine aynı hareketi yaptığında "Ben..." diye geveledi ağzının içinde.
Poyraz Aylin'in sesine bile tahammül edemediğini fark etti ve hemen araya girdi. "Her ne çeviriyorsan, buna bir an önce son ver," diyerek onu uyardı. Aylin'in bir şeyler karıştırdığına emindi. Burada olmasının başka bir nedeni yoktu. Ona başka bir şey söylemeden babasının odasının kapısını açarak içeri girdi.
Sorması gereken bir hesap vardı.
Cengiz kapının sert bir şekilde açılıp kapanma sesini duyduğu gibi başını kaldırdı, karşısında oğlunu görünce onun bu destursuz hareketi yüzünden kaşlarını çattı. "Kapı çalma adetin yok mu senin?"
Poyraz tahammülsüzdü. Masanın önüne gelir gelmez, "Ne çeviriyorsun sen?" diyerek elindeki kağıtları babasının masasına fırlattı.
Cengiz, önüne düşen kağıtları alırken oğlunun demek istediğini tam anlayamadı. Poyraz öfkeyle devam etti. "Hangi hakla Elvin'i araştırsın sen? Seni uyardım, baba. Sana benim hayatıma burnunu sokmamanı söyledim!"
Bu şirkette dönen her şeyden –gizli kapaklı bile olsa– ilk önce Harun'un haberi olurdu. Ona ulaşan bu bilgi sayesinde Poyraz babasının Elvin'in bütün hayatını araştırmaya kalktığını öğrendi ve Harun'a hemen İstanbul'a dönmesini söyledi. Bunu ilk duyduğu an hem sinirlenmiş hem de korkmuştu, çünkü Elvin hakkında bilmediği çok şey vardı. Eğer babası onun hakkında kullanacağı bir şey bulursa Elvin'in canını yakmasından endişeleniyordu.
Elvin'i daha önce kendi araştırmalıydı belki. Ama yapmak istemedi. Her ne kadar bir şeyler anlatma konusunda cimri bir kişiliği olsa da kendisinin anlatmasını istiyordu. Herhangi bir kişi olsaydı onu araştırırdı. Bunu yapardı, Poyraz en ufak detayı bile inceleyen bir adamdı.
Ama Elvin Poyraz için öylesine biri değildi. Son bir haftadır ondan uzak durmaya çalışması da bunu değiştirmiyordu.
Elvin Poyraz için hep açması gereken bir çiçekti.
Cengiz daha önce tekrar tekrar okuduğu Elvin hakkındaki bilgilerin yazılı olduğu kağıdı bir kenara bıraktı. "Ben de sana o kadınla evlenmemeni söyledim. Hiç tanımadığın birini hayatımıza bu kadar kolay soramazsın."
Poyraz sabırlı kişiliğini kenara bırakmaya oldukça yakındı. "Kiminle istiyorsam..." dedi kelimeleri bastırarak. "Onunla evlenirim... Bu benim hayatım. Kendi hayatımın kararlarını sadece kendim veririm, sen değil... Ve bir daha ona o kadın demeyeceksin, onun bir adı var. Elvin."
Cengiz öfkeyle elini masaya vurdu ve ayaklandı. "Sen değil, ben kiminle istiyorsam onunla evleneceksin!" Babası Fehmi Karaaslan ona bunu yapmıştı. Evlenmek istemediği bir kadınla onu evlendirmişti. Eğer Fehmi Cengiz'e sormadıysa o da kendi oğluna sormayacaktı. "Evlenmeni istediğim tek kişi de Aylin. O düğün olmayacak."
Poyraz Aylin'in adını duyduğu an damarlarında gezinen öfkeyle ellerini saçlarının arasına götürdü. "Çıldıracağım!" diye bağırdı saçlarını çekiştirerek. "Hâlâ Aylin diyorsun, hâlâ o kızla evlenmem için diretiyorsun! Derdin ne senin baba? Neyin çabası bu?"
"Ben bu evliliği onaylamıyorum."
"Ben de senin onayını almıyorum. Eğer beni biraz daha zorlarsan... babaannemin hatırı var demem, bütün işlerinden elimi ayağımı çekerim. Haberin olsun."
Poyraz işin başında olmak istemezse çocuğu olmadığı sürece tüm haklarını sadece amcasına bırakabilirdi. İşe yaramaz kardeşi tüm işi almasını Cengiz'in kabul edebileceği bir durum değildi ama babası Fehmi Karaaslan ölmeden önce bütün her şeyi buna göre ayarlamıştı. Cengiz'in nasıl bir adam olduğunu bildiği için ölürken bile ipleri onun eline bırakmamıştı.
"Sen beni tehdit mi ediyorsun?" derken ses tonu fazlasıyla sertti. Bütün vücudu sinirden titredi.
Poyraz başını yan yatırdı. "Nasıl anlıyorsan öyle."
"Öyle bir şey olmayacak!" Elini masaya vururken gözlerinin ardından geçen öfke dalgaları görülmeyecek gibi değildi. "Bu şirketi de bu soyadını da bugünlere getiren kişi benim ve sen öyle bir anda her şeyi elimden alamazsın. Haddini bil, Poyraz. Kullandığın kelimelere dikkat et."
Poyraz babasının boş tehditlerini umursamıyordu. "Sen de kendine gel ve Aylin meselesini bitir artık kafanda. Zaten Suat Demirkıran'la bu saatten sonra iş yapmam ben. O adam Elvin'i vurdu. Sen bunun farkında değil misin baba?" Cengiz Karaaslan bunu umursamıyordu. Elvin denen kız oğlunun önüne atladıysa bu kendi aptallığıydı ve onu ailesinden biri olarak görmediği için de bu duruma üzülmeyecekti.
Cengiz'in umursamaz tavırlarını gören Poyraz, başını ümitsizce iki yana salladı. "Ben kime ne anlatıyorum ki..." derken ellerini kaldırıp bacağının iki yanına vurdu. "Sen kendinden başka hiç kimseyi düşünmeyen bencil herifin tekisin... Vurulan ben olsaydım sadece işlerin elinden gider diye üzülürdün. Ben senin umurunda bile olmazdım. Sen böyle bir adamsın."
Hiç düşünmeden "Evet," dedi Cengiz. "Olmazdın. Hiçbir zaman da olmadın."
Poyraz üzülmedi bile. Babasının böyle bir adam olduğuna alışması üzerinden yıllar geçmişti. Cengiz hiç kimseyi sevmezdi. Bunu biliyordu.
Daha fazla onunla yüz göz olmak istemediği için "Elvin'i araştırmayı bırakacaksın," dedi asıl konuya gelerek.
"Ona güvenmiyorum. Seninle sadece soyadın için evlenmek istediğine eminim, buna izin vermeyeceğim."
Poyraz siniri bozulmuş gibi güldü. "Benimle soyadım için evlenmek isteyen tek kişi Aylin. Bunu çok iyi biliyorsun. Çünkü sen de onun soyadı için beni onunla evlendirmek istedin baba... Bak cidden çok merak ediyorum, Elvin'i de Aylin'le birlikte mi araştırmaya karar verdiniz? Böyle yaparak beni vazgeçebileceğinizi mi sandınız? Ne gibi saçma bir oyunun içindesiniz bilmiyorum ama... benden de Elvin'den de uzak duracaksınız. İkiniz de."
Cengiz, son birkaç ayı susarak ve gözlem yaparak geçirmişti. Elvin'in ve oğlunun her hareketini izlemişti. Ama şimdi, gözlemlerinin ve araştırmalarının istediği sonuçlara ulaşamadığını fark edince sesini yükseltti. "Bütün planlarımı berbat ettin!"
Masanın etrafından dolanıp oğlunun karşısına dikildi. Boyları neredeyse aynıydı, yüzüne doğru baktığında alevlenen öfkesini diri tutmaya devam etti. Yıllardır yaptığı ortaklık hayali yüzünden yerle bir olan planları için aylardır uğraşması, bu öfkenin en bariz nedeniydi. "Demirkıranların piyasada adımızı yerler altına alması an meselesi. Bunu bildiğin halde aptal gibi bir fotoğraf yüzünden her şeyi tek kalemde silip attın."
Poyraz sinirden kahkaha atmaya başladı. Yine başa dönmüşlerdi. "Bir fotoğraf yüzünden dediğin fotoğraf, aldatıldığımı gördüğüm fotoğraf." Başını ümitsizce iki yana salladı. "Ben sen değilim baba. Yıllardır sana benzememek için elimden gelen tüm çabayı gösterdim. Senin aksine benim ahlakî değerlerim var. Ne aldatırım ne de aldatılmaya göz yumarım. Beni sakın kendinle karıştırma, sakın."
Cengiz, oğlunun son cümlesiyle yaptığı imayı anladığı an "Hadsiz!" diyen sözleriyle birlikte elini havaya kaldırıp ona tokat atmak için uzandı ama Poyraz elini havada yakalayarak buna engel oldu. "Deneme bile." Ciddi bir tonda konuşurken tuttuğu eli de gelişine savurdu. "Ben o çocuk değilim."
Cengiz'in dudaklarının kenarı yukarı kıvrılırken sanki oğlu ona gol atabileceği pası vermiş gibi "Sen yıllardır o çocuksun," dedi bundan zevk alır gibi. Kendi oğluna bile değer vermiyordu. Fidan'ı kaybedişinin sorumluluğunu Poyraz'ın sırtına yük yapmak onun için her zaman en kolayı olmuştu. Fidan'ın Poyraz'ın zayıf noktası olduğunu bilmek işine geliyordu.
"Öyle olmadığına kendini ikna etmek için bu saçma sapan evlilik oyunlarına girdiğinin farkındayım oğlum. Bana kendince ders vermeye çalışma, yine benim yoluma geleceğini ikimiz de biliyoruz. O kadını..." Gözünü devirmeden edemedi. "Elvin'i hayatından ne kadar erken çıkarırsan ona o kadar iyilik etmiş olursun, üzülmesini istemiyorsan bu tavsiyemi dinlersin oğlum. Seninle mutlu olmayacağını biliyorsun. Kaderinin ablan gibi olma–"
Poyraz, babasının ablasını kullanarak canını yakma çabasına daha fazla tahammül edemedi. "Kes sesini," diye mırıldandı fısıldar gibi.
Ama Cengiz durmayı düşünmüyordu. "Sen de bunu biliyorsun, oğlum. Onu üzeceğini biliyorsun. Hayatına girmesi üzerinden çok geçmedi ama şimdiden senin yüzünden vuruldu."
"Kes diyorum sesini." Yine fısıltıyla konuşma Poyraz.
Cengiz bir adım daha Poyraz'a yaklaştı. "Ablan gibi onun da ölümüne sebep olacaksın."
Bu sözler Poyraz için son noktaydı. "Sana. Sus. Dedim!" Sesini yükseltirken babasını geriye doğru itti. Cengiz hazırlıksız yakalandığı için sendeleyip koltuğun üzerine düştü.
Poyraz babasına yaklaştı. Önünde durduğunda duyduğu her kelimenin akıttığı katran karası nefreti babasının üstüne boca etmek istiyordu. Cengiz'in yüzüne doğru eğilerek "Ablam benim değil... Senin yüzünden öldü," dedi keskin bir tonda.
"Senin kontrol takıntın, korkunç manipülasyonların, narsist kişiliğin yüzünden kendini hayata kapattı. Sende bulamadığı sevgiyi yanlış insanlarda arayarak hayatını mahvetti. O... Senin yüzünden öldü. Ve sen yıllarca bunun acısını benim çocukluğumun sırtına yükleyerek beni yönetmeye çalıştın... Beni kendine benzetmek istedin ama ben ablama sana benzemeyeceğime dair söz verdim. Zaten sen en çok da bu yüzden ondan nefret ettin. Konu hiçbir zaman senin öz kızın olmaması değildi. Ki sen... kendi öz çocuklarını bile sevmeyen bir adamsın. Keşke ablam da senin onun gerçek babası olmadığını bilseydi. En azından onu sevmen için bu kadar çabalamazdı."
Poyraz bu gerçeği yıllar önce öğrenmişti. Ablası annesinin ilk evliliğinden olan kızıydı. Annesinin ilk eşi ölünce her iki aile de yine bir iş anlaşması yaparak Cengiz ve Yasemin'i evlendirmişti. Ne babası annesiyle evlenmek istememişti ne de annesi babasıyla ama iki dedesi de onlara fikirlerini bile sormadan bu evliliği gerçekleştirip ikisinin de hayatını mahvetmişti.
Cengiz hiçbir cevap vermedi. Sırtını gevşekçe koltuğa yasladı, oğlunun bir kulağından girip diğer kulağından çıkacak olan sözlerini sadece kulak kabartıyordu.
Poyraz başını iki yana sallayarak doğruldu. Babasıyla daha fazla muhatap olmamak için arkasını dönüp kapıya yöneldi. Kapı kolunu tuttu. Açmak yerine arkasını döndü ve babasına baktı. "Elvin'le arama girmeye kalkışma," diyerek onu uyardı son kez. Ablasıyla ilgili daha fazla konuşmak istemiyordu. Bu canını yakıyordu. "O olmasaydı da Aylin'le evlenmezdim. Bunu sana daha önce de söyledim... Bu hayatta evleneceğim tek kadın Elvin ve sen de bu gerçeği aklını ne kadar erken sokarsan... o kadar çabuk gereksiz işlerle uğraşmayı bırakırsın. Maalesef ki oğlun olarak sana verebileceğin en iyi tavsiye bu."
Kapıyı açıp odadan çıktı. Aklını kurcalayan çok fazla soru vardı. Az önceki gerginliğini ve öfke patlamasını üstünden atmak için merak ettiği için odasına doğru giderken Harun'u aradı. Saniyeler sonra Harun onu cevapladı.
"Buldun mu bir şeyler, babamın öğrendiği ters bir şey var mı?"
"Aslında..." diye uzattı Harun, ne diyeceğini bilemeyerek. "Abi bunu kendin görsen daha iyi bence."
"Poyraz merdivenlerden bir alt kata indikten sonra odasına doğru yürürken "Neyi?" diye sordu sorgular bir sesle. "Kötü bir şey mi var?"
"Yok." Nefesini bıraktı Harun. Gördüklerine hâlâ inanamıyordu.
"Sorun ne o zaman?"
"Sorun da bu abi. Hiçbir şey yok. Bebek..." Bir an duraksadı. O minik can için hâlâ çok üzgündü. "Cengiz amca Elvin'in hasta kayıtlarını istemiş. Her şeyini. Ona ulaşmadan bakayım dedim ve..."
Poyraz odasından içeri girdi. Masasına otururken aklında gezinip duran sözleri birleştirmeye çalışıyordu. Babası hasta kayıtlarına bakacak kadar aklını kaçırmış mıydı gerçekten? Hem Harun bebek derken ne demek istemişti? "Ve..." dedi devam etmesi için. "Uzatma Harun. Söyle ne söyleyeceksen."
"Elvin Hanım'ın hasta kayıtlarında eksiklikler var."
Kaşları çatıldı. "Nasıl eksiklikler var?"
"Ceyda ablaya olan muayeneleri, bebeği kaybetmesi... Hiçbiri yok abi. Şu kaza günü kaydı var sadece, onda da bebek bilgileri silinmiş. Biri sanki..."
Cümleyi Poyraz tamamladı. "Biri sanki tüm bilgileri silmiş." Bakışları camlı bölgeden Elvin'in odasına kaydı. Elvin son bir haftadır aradaki perdeyi açmış, bir daha da kapatmamıştı.
Poyraz ona baktı. Masasında oturmuş elindeki kalemle tabletine notlar alıyordu. Diğer elini şakağına bastırmıştı. Açık bıraktığı saçlar önüne düştü. Kalemini bırakıp saçlarını tekrar kulağının arkasına sıkıştırdığında açığa çıkan yüzüyle oldukça güzel görünüyordu. Tekrar kalemine uzandı ve işine döndü. Çalıştığı anlarda kendini işe o kadar kaptırıyordu ki Poyraz'ın şu an yaptığı gibi son bir haftada ona baktığı hiçbir ânı yakalayamamıştı.
Telefonun arkasından "Aynen abi," diyen Harun'un sesi onu daldığı ândan uzaklaştırdı. "Sence bunu..."
"Elvin'in yaptığını ya da yaptırdığını mı düşünüyorum?.." Yorgunca nefesini bıraktı. Buna olumlu cevap vermeyi hiç istemiyordu ama "Evet," demek zorunda kaldı. "Son günlerde sürekli biriyle konuşuyor. Bunu yapmayı hiç istemiyorum ama... Babam bir şeyler öğrenmeden bizim her şeyi öğrenmemiz lazım."
"Abi neden direkt Elvin Hanım'a sormuyoruz?"
"Sik sik konuşma Harun."
Harun istemsizce güldü. "Abi sen hâlâ trip mi atıyorsun ya? Bir haftadır konuşmuyormuşsun kadınla. Bugün yemekte sana söverken anlattı."
"Siktir git. Diyecek başka bir şeyin yoksa kapat."
"Aslında var..."
"Nedir?"
"Fazla naz âşık usandırır abi, haberin olsun." Harun bu durumdan fazlasıyla eğleniyordu. İkisi arasındaki garip çekimin kendileri hariç herkesin farkında olduğunu düşünüyordu. Son kez kahkaha attıktan sonra Poyraz'ın ona tekrar sövmesine fırsat vermeden telefonu kapattı.
Duyduklarından hoşlanmamış gibi "Elimde kalacaksın bak..." dedi Poyraz ama lafı telefon suratına kapandığı için söylemek istediği kişiye ulaşmadı. Başını belli belirsiz sallarken telefonu masasına bıraktı. Zihninde susmak bilmeyen düşünce yığınıyla sırtını koltuğa yasladı, bakışları istemsiz olarak yine aynı yeri buldu. Elvin'i.
Elvin not almayı bırakmış saksıdaki çiçekleriyle ilgileniyordu. Poyraz'ın aldığı çiçeklerle. Güllerin yapraklarını okşadığında yüzüne yerleşen tebessümle bir şeyler mırıldandığını fark ettiğinde, onun gülümsemesine neden olan şeyin ne olduğunu merak etti Poyraz. Kendi de onu gülümsetmek isterdi. Onu gülümserken görmek hoşuna gidiyordu.
Ama bir haftadır yaptığı şey ondan kaçmaktı. Elvin'in bu durumdan memnun olmadığının, söylediği sözleri telefi etmek istediğinin farkındaydı Poyraz. Ama ona yaklaşırsa, araları yine ilk zamanlardaki gibi olursa ondan uzak kalamayacağını biliyordu. Elvin'in sürekli bahsedip durduğu sinir bozucu sınırları geçecekti ve sonra yine aynı tartışmayı yaşayıp döngüyü devam ettireceklerdi. Böylesi daha iyiydi.
Elvin'e bakmaya devam ederken, babasının zihninin her köşesine zehir gibi sızan sözleriyle yüz yüze geldiği anda gözlerini ondan o kadar hızlı çekti ki, sanki biraz daha baksa babasının dediği gibi ona zarar verecekti. Hayatına girmesi üzerinden çok geçmedi ama şimdiden senin yüzünden vuruldu.
Başının hızla iki yana salladı. Babasının manipülasyonuna bu sefer kanmayacaktı. Onun tek derdi Aylin'le evlenmesini sağlamaktı. Bunun için de her şeyi yapardı. Elvin'i araştırmaya devam edeceğini biliyordu. Ondan önce bir şey varsa bunun kendi öğrenmeliydi. Elvin'e sorsa bir şeyleri geçiştireceğini biliyordu. Farkında olmadan bile kendini yalana komutlandırmıştı.
Bu işi kendi yollarıyla çözecekti. Masanın üzerinden telefonu aldı ve bu konuda ona yardım edebilecek en doğru kişiyi aradı. Birkaç çalış sonrasında uzun zamandır duymadığı ses onu cevapladı.
"Ooo... Kaçak damat aramış. Hayırdır la. Düğün yarın mı?"
Arkadaşının alaycı tavrını görmezden geldi Poyraz. "Sana işim düştü," diyerek direkt konuya girdi. "Benim için bir numaranın daha önceki konuşmalarını bulabilir misin?"
Telefonun ardındaki kişi ciddileşti. "Sorun mu var gardaş, ne numarası?"
"Var bir mesele," dedi Poyraz kısa bir anlığına Elvin'e bakarken. "Sen halledebilir misin onu söyle Oğuz?"
"Sincan T tipiye düşürmeyeceksen hallederiz gardaşım. Ama sen hele bana bir meselenin aslını astarını anlat."
Poyraz yorgun bir nefes aldı. Oğuz'a her şeyi anlatmakta sıkıntı görmüyordu. Arkadaşları en az Harun kadar güvendiği insanlardı. Ama konu bu sefer Elvin'le alakalıydı ve onunla ilgili bir konuyu arkadaşı dahi olsa bir başkasına açmakta tereddüde düşüyordu. "Konu nişanlım," derken yine aynı tereddüde düşmüştü.
Oğuz meraklı bir sesle "Sana katlanamayıp terk mi etti?" diye sordu, ardından gülmeye başladı. "Bunalttın mı la kadını?"
"Gevşek gevşek konuşma. Konu başka... Babam... Onu araştırıyor. Hem de Aylin'le."
Oğuz duyduklarına şaşırmadığını belli eden bir "hıh" sesi çıkardı. "Cengiz amcanın götü yerinde durmuyor yine. O yüzsüzün de işin içinde olmasına hiç şaşırmadım. Yüce mevlam beni onunla kuzen yaparak ahiretteki cezamın ön izlemesini bu dünyada veriyor." Oğuz Aylin'i biraz bile sevmezdi. "Amaçları neymiş?.. Dur tahmin edeyim gardaşım... Düğünü iptal ettirmek."
"Düşmediler bir yakamdan... Suat Demirkıran'la iş yapma derdinde hâlâ. Aylin desen..." Üfleyerek nefesini bıraktı Poyraz. Bu durumdan gerçekten çok sıkılmıştı. Evlenecek olması bile onları durdurmuyordu.
"Suat Demirkıran mı?.." Şaşırmıştı Oğuz. "Sen benim enişteye her zaman amca derdi, ne iş?"
"O Elvin'i vurmadan önceydi."
Duyduklarına inanamadığı için "Ha siktir oradan!" diye yükseldi birden Oğuz. "Dalga geçme lan?"
"Üç hafta oldu. Beni vuracaktı, Elvin önüme atladı." O an gözünün önüne gelince titrer gibi oldu Poyraz. Onun yüzünden Elvin'e bir şey olsaydı aklını kaçırırdı.
Hayatına girmesi üzerinden çok geçmedi ama şimdiden senin yüzünden vuruldu.
"Ulan pezevenk! Bunu niye daha önce söylemiyorsun? Piç miyiz biz amına koyayım? O adamı da günahım kadar sevmiyordum. Vay orospu herif!.. Yenge nasıl? Önüne mi atladı la cidden. Esaslı kadınmış. Sakın kaçırma."
Poyraz şakağını ovmaya başladı. "Çeneni sikeyim, Oğuz. Bir sus lan, bir sus. Yaprak'tan betersin."
"Siktir oradan, beni o fındık faresiyle bir tutma da esas konuya gel. Kimin numara geçmişine bakayım? Cengiz amcanın mı Aylin'in mi?"
Poyraz çok kısa bir anlığına sustu. Önce derin bir nefes aldı. Sonra o nefesini bırakırken cam bölmeye baktı. Cevap verdiği sırada içinden geçirdiği şey, onunla arasında sorun yaratacak bir sonucun çıkmamasına dair ufacık ümitti.
"Elvin'in."
***
Günümüz
Pistantrofobi, kişinin geçmişte kötü tecrübelerden dolayı insanlara karşı güven hissini kaybetmesi demektir.
Bu yaşıma kadar sürekli insanlar tarafından incinsem de kimi sevdiysem güvenmeye devam ettim. Her seferinde de buna pişman edildim. Benim gibi kadınlar insanların ne kadar güvenilmez olduğunu bildiği halde onlara güvenmeye devam ederdi. Ellerine bıçağı vermek isteyecek kadar güvenme duygusuna açtık. Önce güvenirdik, ardından arkamızı dönerdik. Biz arkamızı dönmeyi çok severdik. Bıçağın sivri uçlu buz gibi metal kısmını sırtımızda hissetmeden rahat edemezdik. Yara almak en büyük hobimizdi. Güvenin kırılmadan önce yaralanması gerekiyordu.
Birini sevdim. Birini çok sevdim. Öyle sevdim ki kalbim bu aşkı taşıyamaz sandım. Ona güvendim. Eline verdiğim bıçağı bana saplamaz sandım ama öyle bir yanıldım ki, en çok güvendiğim yerimden yara aldım. Bıçağı sırtıma saplasaydı belki bu kadar canım yanmazdı. Ama o; gözümün içine baka baka eline verdiğim bıçağı göğsümün orta yerine, kalbimi onu seven bütün odalarına saplamıştı.
Güven ölünce aşk da ölürmüş.
Önce aşkımı aldı benden, sonra bebeğimi. Benim bebeğim öldü.
Kimseye güvenmem artık dedim. Bu saatten sonra olmaz, artık o bıçağı kimseye vermem sandım ama ben aptal gibi yine aynı hataya düştüm. Ama... ama o kadar güvenilecek biriydi ki, bana güvenme dediği halde o kadar güven veriyordu ki her bir kelimesi; onu dinlemedim. Ona güvenmeye seçtim.
İnsan bir şeyi zorlamakta ısrar ederse günün sonunda aldığı yaradan da kendi sorumlu olurdu. Yaşadığım her şeye rağmen güvenmekte bu kadar direten bensem, onun bana vereceği zararla acıyı çekmeye de mahkûmdum.
Araçtan kendimi nasıl attım bilmiyorum. Arabanın içi üstüme üstüme geliyor, nefes alamıyordum. Dışarı çıktığımda da bu durum devam etti. Ellerimi önce boğazıma sarmış, ardından saçlarıma götürerek onları geriye taramış biçimde evin tersi yönüne doğru ilerlemeye devam ederken nefesin ciğerime ulaşması için çabalamıştım. Ama işe yaramıyordu. Duyduklarım soluk boruma set çekmiş gibi almaya çalıştığım nefesleri ciğerlerime ulaştırmıyordu.
Poyraz tüm geçmişimi araştırmıştı. Bana sormadan.
Görkem'e yaptığımı, Demirkıranları araştırdığımı veyahut Parazit'i öğrenmesi umurumda bile değildi. Bunları sorun etmiyordum. Ama... hasta kayıtlarımı öğrenmesi... Bu bir sorundu. Onları sildirdiğimi kimsenin bilmemesi gerekiyordu. Bu kadarını araştırmaması gerekiyordu.
Buna hakkı yoktu. Onu kırdığım için bana bunu yapmaya hakkı yoktu. Neyi merak ediyorsa bana sormalıydı. Ama bu şekilde yapmamalıydı. Bana o bıçağı saplamamalıydı.
"Elvin..." diye seslendi arkamdan ama ne durdum ne de ondan tarafa baktım. Sadece yürümeye devam ettim. Esen rüzgâra ters yönde hareket ettiğim için geriye doğru itilsem de rüzgâra direnç gösterdim. Rüzgâr her zaman doğru yolu göstermiyormuş.
Saçlarım çekiştirdiğim sırada "Hayır, hayır," diyordum tüm bu olanları inkâr etmeye çalışarak. Az önce yanlış duymuş olmalıydım. Kafamda kurmuştum. Evet. Ben kafamda bir şeyleri çok kurardım zaten.
Bir kez daha "Elvin," dedi. Sesi bu sefer daha yakınımdaydı. Koşar adım yanıma geldi. Kolumu tutmaya çalıştığında ona engel olup kendimi geri çektim. "Uzak dur benden..." Sesim titremişti. Ağlamak üzereydim.
Yürümeye devam ederken Poyraz tekrar koluma uzandı. Bu sefer tutmuş, beni kendine doğru çevirmişti. "Yaptığımın doğru olmadığını biliyorum... Ama seni..."
Lafını bitirmesine izin vermeden "Niye yaptın o zaman?" dedim isyan ederek. Kolumu ondan kurtardım ve avuç içlerimi göğsünün üzerine koyarak onu geriye doğru savurdum. "Niye beni..." Sinirden dudaklarımı dişlerken konuşmakta güçlük çekiyordum. "Niye beni araştırdın? Sana söylediğim sözler yüzünden mi? Tamam. Özür dilerim. Milyonlarca kez özür dilerim. Hatalıydım, biliyorum. Seni geçmişinden vurmak büyük bir yanlıştı... Ama sen... Sen niye aynısını yaptın? Niye geçmişimi araştırdın? Misilleme mi yapmak istedin? Bu muydu derdin?"
Onu tekrar itmek istediğimde Poyraz göğsüne uzanan iki bileğimi de tutup kaldırdı. "Öyle bir şey yapmam, Elvin," derken sert bir tonda konuştu. Gözlerinden geçen karanlık, gözlerimi bulduğunda yumuşamıştı. "Derdim senin canını yakmak değil, derdim seni korumak."
"Kimden..." Sesim fısıltıdan farksızdı. Duyup duymadığından bile emin değildim. "Görkem'de-"
Sözümü kesti. "Babamdan," dediğinde kaşlarım çatılmıştı. "Aylin'den..." Gözleri gözlerimden biraz oyalandı. "Herkesten... Senden bile."
Elini tuttuysam, seni senin yaralamana bile izin vermem.
Bir keresinde bunu demişti. Beni en çok benim yaraladığım düşünüyordu. Haklıydı.
"Babandan?" dedim sorgulayarak. "Babanın konumuzla alakası ne Poyraz?"
Kaçmayacağımı anladığı için bileklerimi bıraktı ama geri çekilmedi. Aramızda mesafe adına pek bir şey yoktu. "Anlatacağım... Ama içeri geçelim önce. İlaçlarını içmediğini biliyorum."
Sözleri zihnime ulaştığında afallamış bir şekilde suratına baktım. Şu an önceliği gerçekten ilaçlarım mıydı? Her şeyden önce beni düşünürken o zaman niye bana bunu yapmıştı, niye beni araştırmıştı? Niye güvenimi yerle bir etmişti? Bu çelişki kafamı karıştırdı. Bu sefer öfkeme kapılıp onunla tartışmaya girmek yerine onu dinleyecektim. O böyle ince düşünen bir adamsa bunun da bir açıklaması olmak zorundaydı. O diğerleri gibi değildi. Öyle olmasını umuyordum.
Başka türlüsünü kabul etmek istemiyordum.
Sessiz bir baş hareketiyle onu onayladım. Sorun çıkarmadığıma başta bir şaşırsa da bir şey demeden ilerlemem için geldiğim yönü işaret etti.
Önden ben yürüdüm. Kapının önüne geldiğimizde Poyraz kapıyı açtı, ben de hiçbir şey söylemeden içeri girdim. Karşıma çıkan merdiveni es geçerek doğrudan salonun ortasına geçtiğimde ilk gördüğüm şey, karşımdaki geniş camekanlardan görünen havuzlu bahçe manzarasıydı. Cam olmayan bölmeler taş duvarlarla kaplıydı. Ortaya yerleştirilmiş kahverengi koltukların yanına geçerken gözlerim ister istemez etrafı taradı.
Koltukların karşısında şömineyi gözüm yakaladığı an, çocukluğuma gider gibi oldum. Yüzüme tebessüm yerleştiğini hissedecek kadar güzel anılar canlandı zihnimde. Sanki az önceki delirmiş halimden eser kalmamış gibiydi.
Annem gibiydim. Böyle olduğumu düşünüyordum. Bunu öğrenmiş miydi?
"Sen otur," dedi Poyraz'ın sesi, beni dalgınlığımın içinden çekip alarak. Başımı çevirip ona baktım. "Ben eşyaları getireyim."
Kaşlarım havalanırken "Eşyalar?" diye sordum, dalgın sesimle. "Ne eşyaları?"
Poyraz bir şey söylemeden arkasını dönüp gitti. Omuzlarımı silkerek gözlerimi devirdim. Yaptığım yiyeceklerden bahsediyor olmalıydı. Onun dönüşünü beklerken salonu daha detaylı inceledim. Her yerde tablolar vardı. Hem de ünlü ressamların tabloları. Duvarlar adeta bir sanat galerisi gibiydi. Poyraz'ın sanata ilgisi olduğunu daha önce öğrenmiştim.
Tabloları tek tek inceledim. Birkaçını biliyordum. Gustav Klimt'in The Kiss'i, Van Gogh'un La Siesta'sı, Da Vinci'nin Son Akşam Yemeği, Edvard Munch'un Çığlık'ı... Ve daha adını bilmediğim birbirinden güzel eserler duvarları süslüyordu.
Koltukların arkasında kalan kısımları da gezdim. Sonunda şöminenin karşısında durup gözlerimi onun üzerine yerleştirilmiş tabloya diktiğimde sanki buradaki en önemlisi oymuş gibi oraya asıldığını düşündüm. Bu eseri daha önce görmemiştim.
Yaklaştım. Elim şöminenin yanındaki koltuğa hafifçe dayandığında başımı yana eğip resmi daha dikkatli inceledim. Bir kadın figürü vardı. Üzerinde de koyu renkli bir giysi ve büyükçe siyah bir şapkası mevcuttu. Şapkasının arkasında topuz yaptığı sarı saçlarını görebiliyordum. Arka plan düz renklerle ve yumuşak geçişlerle boyanarak kadını öne çıkarmıştı. Renk paleti ise sıcak tonlar ağırlığındaydı.
Gerçek insan görünümden oldukça uzak bir resimdi. Boyun kısmı gereğinden fazla uzun, hafif yana eğikti. Yüzü ise düz ve oval. Ama resimde en çok dikkatimi çeken şey gözler oldu.
Gözleri yoktu.
Simsiyahtı. Sanki gözü çıkarılmış bir oyuncak bebek gibiydi. Kapkaraydı içi. Kör birini mi çizmek istemişti acaba? Bakışlarımı ondan çekemiyordum. Böyle yapmasının bir amacı olmalıydı. Bana göre gözler çok şey anlatırdı.
"Ruhunu gördüğümde, gözlerini de çizeceğim..."
Kendimi resme o kadar kaptırmıştım ki Poyraz'ın ansızın sessizliğin ortasına düşen sesi beni yerimden oynattı.
Sol omzumun üzerinden ona baktım. Elinde piknik sepeti ve küçük bir çanta vardı. "Anlamadım," dedim az önce söylediğine ithafen. "Ruhumu gördüğünde?"
Sepeti ve çantayı bir kenara bıraktı ve ağır adımlarla yanıma doğru yürüdü. "Amedeo Modigliani," dedi önümde durduğunda. Resme bakarken elleri cebine gitti. "Resmin de sözün de sahibi."
Onunla birlikte ben de tabloya baktım. "Neden öyle söylemiş peki? Bu yüzden mi tablodaki kadının gözünü çizmemiş?"
"Modigliani... Ruhunu görmediği birinin gözlerini çizmeyeceğini söyler." Bana döndüğünde ben de ona döndüm. Bakışları gözlerime mıhlanmış gibiydi. "Ona göre gözler ruha açılan bir penceredir," dediğinde sanki o da benim gözlerimde bir şey arıyor gibiydi. "Bana göreyse ruhun aynasıdır. Birinin gözüne baktığında yansımanı değil de onu görüyorsan... o zaman gerçekten ruhunu görmüşsündür."
İçimde bir şeyler kıpırdadı. Etkilenmiştim. Kesinlikle etkilenmiştim.
Gözler ruhun aynasıdır.
Yansımanı değil de onu görüyorsan...
"Peki..." dedim kısık bir sesle, "bütün resimleri böyle mi? Hiç... ruhunu gördüğü biri olmuş mu?"
"Olmuş." Küçük tebessümü büyük bir gülümsemeye döndüğünde gözüme bakıyordu hâlâ. "Jeanne."
Ben de gülümsedim. "Sevdiği kadın mıydı?"
"Evet... Evlenmek istediği kadındı."
"O resmi niye asmadın ki?" diye sordum merakla. "Bence o daha çok yakışırdı buraya."
Gözlerime bakarak konuştu. "Ruhunu gördüğüm biriyle tanışırsam asmayı düşünüyordum."
Böyle bir cevap beklemediğim için afalladım. Fazla... Romantikti? Evet, sanırım fazlasıyla romantik bir şeydi.
İnsan eksik yanını hissederdi. Aşka inandığımda bu hayatta herkesi tamamlayan biri olduğunu düşünürdüm. O biri senin hissettiğin eksik yanındı. Babamın eksik yanı, onu tamamlayanı annemdi mesela. Dünyaya bir daha gelseler birbirlerini bulurlardı, bunu isterlerdi de. Onlar buluşmadan ruhları buluşur, çünkü insan sadece karşındaki ruh eşi ise onun ruhunu görebilirdi, bir şekilde yollarını bir noktada kesiştirirlerdi.
Poyraz ruh eşini bulduğunda asacaktı o tabloyu. Bu noktada şaşkınlık sardı bedenimi. Parmaklarımla omzuma düşen bağladığım saçlarımla oynarken "Öyle biriyle tanışmadın mı?" diye sordum çekinerek. Bunu sormam ne kadar doğruydu, bilmiyorum. Herkesin sürekli söylediği gibi Aylin'i sevmiyor muydu gerçekten? Ya da onu sevdi ama ruh eşi olduğunu düşünmedi. Ama bir insan birini sevdiyse onun ruh eşi olduğunu düşünmez miydi?
Bazen sevmek yetmiyordu belki de.
Sorumla birlikte uzun zamandır baktığı gözlerime bakmayı bıraktıktan sonra "Bugüne dek tanışmadım," diye yanıtladı beni, sanki geçiştirir gibi. "Başka merak ettiğin soru varsa onu sonraya bırakalım. Öncelikle..." dedi yanımda ayrılıp yere bıraktığı sepetin yanına gittiğinde. Sepeti açtı, içinden bir şeyler çıkardıktan sonra tekrar bana döndü. "İlaçlarını iç. Sonra da konuşmamız gereken asıl meseleyi konuşalım."
Sepetten çıkardığı minik su şişesi ve ilaç poşetimle tekrar yanıma geldiğinde şöminenin yanındaki koltuğa oturmamı işaret etti. Suyun kapağını açıp bana uzattıktan sonra tek tek verdiği ilaçların tamamını içtim. Poşeti yanımda kalan minik sehpaya koydu ve karşıma oturmak için bir sandalye çekip oturdu. Dizlerimizin arasında bir karışlık mesafe ya vardı ya yoktu.
"Babam seni araştırmaya başladı..." diyerek hiç uzatmadan konuya girdi. Buna şaşırmam gerekiyordu belki ama şaşırmadım. Nergis Hanım'ın bile beni araştırabileceğini düşünmüşken Cengiz Karaaslan'ı düşünmemem saçmalık olurdu.
Tepki vermediğimi gördüğünde "Şaşırmadın?" dedi sorar gibi.
Üstü dudağımı dilimle ıslattım, omuzlarımı indirip kaldırırken "Bekliyordum," dedim. "İnsanlar genelde beni araştırmaya pek bir takıntılıdır." Sesim iğneleyici bir tondaydı. Onu da kastettiğimi anlayabiliyordu ama bir tepki vermedi. "Peki sen niye yaptın bunu?"
"Asıl sen niye kendi kafana göre iş yaptın?"
Omuz silktim sadece. "Ben hep kendi kafama göre iş yaparım."
Bana delirmişim gibi baktı. Sözlerimden hoşlanmadığı için "Bu işte birlikte olduğumuzu sanıyordum," dedi sert bir ifadeyle. "Soykanlarla tek başına uğraşmayacaktın ama sen Demirkıranlara kadar uzanmışsın, Elvin. Onlarla benim hayatıma girdikten sonra yüz göz olduğun halde beni bu konun dışında nasıl tutarsın?"
Sırtımı koltuğa yaslayıp derin bir nefes verdim. "Sana bilerek söylemezlik yapmadım. Çok sinirliydim, o an tek derdim o adamın bir açığını yakalamaktı. Hastalığımı öğrenmem üstünden çok geçmemişken bir de üstüne o adam tarafından yaralandım Poyraz. Bunu yanına bırakacak değildim, tamam mı? Her zaman ne yapıyorsam onu yaptım." Canımı yakan herkesin canını yakmak istiyordum. Bu konuda taviz vermeyecektim.
Kaşları çatıldı. Bana doğru hafifçe eğilirken "Önüme atladığın için sen vuruldun!" dedi neredeyse bağırır gibi. Bu konu ne zaman açılsa deliriyordu. "Bunu kendi meselen yapıp beni yok sayamazsın, Elvin!"
Sırtımı yasladığım yerden ayırıp ben de ona doğru yaklaştığımda aramızdaki mesafe azaldı. Doğrudan gözlerime bakıyordu. "İnan bana, sana bir şey olsaydı şu iki hafta seninle aramı düzeltmek yerine o adamı mahvedecek her şeyi yapardım." Sözlerimde oldukça ciddiydim. Birine değer verirsem onu kendimden önde tutardım.
Poyraz'ın gözlerinden kısa bir anlığına şaşkınlığın gölgesi gezindi ama hemen ardından "Saçma sapan konuşma Elvin," dedi hoşnutsuz bir ifadeyle gölgeyi yok ederek. "Bir daha böyle bir şey olmayacak. Tek başına hiçbir şey yapmaya–"
Araya girdim hemen. "Bir daha aynı şeye kalkışırsa bak bakalım oluyor mu, olmuyor mu?"
Bana biraz daha yaklaştığında dizi dizilerime çarptı. "Hep böyle mi yapacaksın? Her seferinde ben yokmuşum gibi kendi başına iş mi açacaksın sen?" Sesinde sitem vardı, onu anlıyordum. Neye kızdığının da farkındaydım. Başıma bir şey geleceğini düşündüğü için korkuyordu, kendince de haklıydı. Ama yine de yaptığını kabul edemezdim.
Onu işaret ettim. "Sen de her seferinde beni mi araştıracaksın? Sorsaydın o zaman Poyraz... Araştıracağına gelip bana sorsaydın. Eğer böyle gizli kapaklı işlere ayıracağın vaktin sadece küçük bir kısmını bana sormaya ayırabilseydin, en azından bunu akıl edebilseydin sana her şeyi anlatırdım."
"Anlatmazdın," diyerek karşı çıktı. "Ya da anlatırdın ama yalan söylerdin."
"Söylemezdim! Çünkü sana güveniyordum!"
"O zaman bunu ben sormadan yapardın, Elvin." Sesindeki öfke keskin bir bıçak gibi havada asılı kaldı. Yalancı bir insan olduğumu söylüyordu. Öyleydim ama yine de ona bu konuda doğruyu söylerdim. Sanırım bana güvenmiyordu, bu saatten sonra da güvenmeyecekti. "Ben sormadan gelir bana kendin anlatır, tek başına ortalığı karıştırmazdın... Hadi Demirkıranlarla ilgili şimdilik başına iş açmadın. Ya Soykanlar?.. Babam onlarla tekrar görüşmediğinde siktiğimin ortaklığından vazgeçti sandım ama meğer biri onların sistemlerini yerle bir etmiş. Finans raporları, stok verileri birbirine girmiş. Adamların sistemleri çökmüş Elvin. Ya öğrenselerdi? Ya başına bir şey gelseydi? Belki de seni yaptığını anlamışlardır, sana zarar verebilirlerdi! Bunu bana nasıl söylemezsin, aklım almıyor benim."
Yutkundum. Boğazıma bir düğüm oturmuş gibiydi. "Bir anlık sinirle yaptım," diye itiraf ettiğimde kendi sesim bana yabancı gelmişti. "O gün... Ceyda'yla sonuçlarım için hastaneye gittiğimde sen telefonda bana babanın Görkem'le yeni bir toplantı ayarladığını söyledin. Ondan sonra oldu her şey. Öncesinde hiçbir şey yoktu. Demirkıranlara dediğin gibi daha bir şey yapmadım. Şimdilik araştırıyordum."
Sabır çekerek başını geriye yatırdı. "Araştırıyorum diyor..." Gözlerin kapatıp bir süre sakinleşmek için bekledi. Hemen ardından derin bir nefes alarak tahammül edememiş bir ifadeyle bana baktı. "Sinirine hakim ol o zaman Elvin. Seni aptalca hareketler yapman için ele geçirmesine izin verme... Neyse... Olan olmuş artık, daha bu saatten sonra ne diyeyim ben sana? Tüm bunları nasıl yaptın, onu anlat sen." Ciddiyetle başını iki yana salladı. Bunu gerçekten merak ediyordu. "Orada çalışmadığın halde sistemlerine nasıl sızdın?"
Omuzlarımı hafifçe kaldırdım. Onun gerginliğinin aksine ben bu konuda oldukça rahattım. "Ben yapmadım," dedim umursamaz görünen bir tavırla. Bahsettiğim şeyden çok basit bir şeymiş gibi söz etmem onu bozguna uğratmışa benziyordu. "Birine yaptırdım."
Kaşlarından biri yavaşça havalandı. Tahmin ettiği ismi söyledi sorar gibi. "Siber Parazit?"
İçimi kemirip duran sorulardan biri de buydu. "Onu nasıl öğrendin?" diye sordum çatık kaşlarımla. "Telefonumu mu karıştırdın, yoksa konuşmaları mı dinledin?" Sesimde siteme karışmış bir kırgınlık vardı. Artık yapmaz diyemiyordum.
Gözlerini benden kaçırdı. "Arama geçmişini araştırdım." Sözleriyle öfkemin tekrar gün yüzüne çıktığını hissetsem de kendime engel olmaya çalıştım. Konuşmamız bitene kadar sinirlerimin beni ele geçirmesine izin vermeyecektim.
Ama yine de ters bir şekilde "Niye böyle bir şey yapma gereksinimi hissettin?" dedim buz gibi bir tonda. "Daha doğrusu... benden ne zaman şüphe etmeye başladın? Ya da ben aptaldım, sen en başından beri beni araştırıyordun. Hangisi?"
Ellerini dizlerine dayayıp hafifçe öne eğildi. "Öncelikle..." dedi kırılmış gibi, dudaklarını ıslatırken. "Seni en başından beri araştırdığım falan yok. Tüm bildiklerim bana anlattığın ile sınırlıydı... Bu durum... bana ne kadar ters bir hareket olsa da hiçbir şekilde altını kurcalamadım, Elvin. Senin anlatmanı bekledim. Ama sen her seferinde yaptığın gibi yine beni saf dışı bırakmayı tercih ettin."
Sözleri kendimi geri çekmeme sebep olurken öfkemin alevlerini de söndürmüştü. Biraz da olsa suçlu hissetmeye başladığım için ters tepki vermek yerine onu dinlemeye devam ettim. Kendince haklı olduğunu inkâr etmeyecektim. Ne olursa olsun bu yola onunla girmiştim ama ben tek başıma iş yaparak onu oyun dışı bırakıyordum. O bana bunu yapsaydı daha ters tepki vereceğime emindim.
"Diğer soruna gelirsek..." Omuzlarını gerip derin bir nefes aldı. "Şirkette dönen her şeyden ilk Harun'un haberi olur. Babamın seni araştırdığını da ondan öğrendim. Engel olmak istedim. Sana zarar verecek bilgilere ulaşırsa babam görmeden yok etmesini söyledim. Geçmişini araştırmış, Elvin. Aileni. Öğrendikleri ona yetmeyince de hasta bilgilerine kadar incelemek istemiş..." Gözlerime baktı. "Ve... üzgünüm, neler karıştırdığını öğrenmem gerektiği için onları ben de incelemek zorunda kaldım."
Bedenimin kaskatı kesildiğini hissettim. Dudaklarım kurumuş gibiydi. Hastane geçmişime baktığı için ne yaptığımı anlamıştı. "Bir şey bulamaz," dedim, sesim fısıltıya dönerken başımı öne eğdim. "Kimse bulamaz. Kimse bulmamalı."
"Seni tanımadığı için bulamadı da zaten." Ama sen buldun.
Başımı hafifçe kaldırdım. Üstten bir şekilde gözlerine baktığımda "Kalan bilgilerimi sen mi araştırdın sonra?" diye sordum zorlukla. Yapmamış ol.
Bir an sustu, sonra kısık bir sesle konuştu. "Bebeğin..." dediğinde kelime sanki içime bir hançer gibi saplanmıştı. Ellerimin titrediğini ancak parmak uçlarım dizlerime saplandığında fark ettim. Başımı kaldırdım. Poyraz'a baktım. Bana öyle bir bakıyordu ki, sanki beni kırmak istemiyormuş gibi kelimelerini tartıyordu ama ben bebeğin kelimesini duyduğum an kalbime binen yükün gözlerimde biriktiğini hissetmiştim bile. "Neden geçmişinde yok? Sildirmişsin Elvin. Hasta kayıtlarının bir çoğu gitmiş. Bunu nasıl yaptın?"
Söylediklerinden çok öğrenmesini korktuğum şeyden dolayı endişeliydim. Bu yüzden "Başka... bir şey öğrendin mi?" diye sordum zorlukla. Gözlerimi ondan kaçırmıştım. Daha fazlasını araştırdıysa fark etmiş olurdu. Ederdi çünkü annemin nasıl öldüğünü ona anlatmıştım.
Kaşları belli belirsiz çatıldı. Yüzündeki sorgulayan ifade, onun daha fazlasını araştırmadığını gösteriyordu. Eğer araştırsaydı annemin nasıl öldüğünü gizlediğim için bana bunun da hesabını soruyor olurdu.
"Başka bir şey de mi sildirdin Elvin?" derken sesi neredeyse sert çıkabilecek bir tondaydı. Ama "Aklını mı kaçırdın sen?! diyerek oturduğu yerden ayaklandığında artık bağırıyordu. Elleri saçlarının arasına gitti. Parmakları öfkeyle saçlarını çekiştiriyordu. "Bu yaptığın suç Elvin, suç!.. Biri öğrenirse hapse bile girebilirsin! Sen bunu düşünemiyor musun?! Nasıl sildirirsin kızım, nasıl yaparsın bunu?!"
Bir hışımla oturduğum yerden kalktım ben de. "Umurumda bile değil!" diye bağırdım en az onun kadar. Ellerimi öfkeyle havalandı. "Anladın mı beni, başıma gelebilecekler umurumda bile değil. Bebeğimi öğrenselerdi onu bana karşı kullanacaklardı, ben onu gömeli çok olmadı bile ama onlar onun acısını benim üzerimde kullanacaklardı! Buna izin vermem Poyraz! Onu kullanmalarına izin vermem... Onu bu oyuna alet etmeyeceğim. Bebeğim benim zayıf noktam, insanlar en çok oradan vurur seni. Onlara bu fırsatı vermemek için onu gizledim. Yine olsa... yine aynısını yapardım."
Bakışları çok kısa bir anlığına ne zaman tutmaya başladığımı bilmediğim karnımın üzerine gitti. Hemen ardından gözlerime baktı üzgün bir ifadeyle. "Sence ben buna izin verir miydim Elvin?" Bir anlığına nefesini tuttu. En az benim kadar sinirliydi. "Hiç kimsenin sana bebeğin hakkında tek bir kötü söz söylemesine bile izin vermezdim. Ağzını bile açamazlardı, sen niye kendini riske attın? Niye böyle şeylere kalkıştın? Niye bana bir şey söylemedin?"
Başımı iki yana sallarken "Yapamazdın," dedim çatallı sesimle. Artık ağlıyordum. Konu bebeğim olunca benim gözlerim yasa tâbi tutuluyordu. Öylece akıyordu. Kalbimin amansız feryadı yaşlarla diner sanıyordu ama dinmiyordu. Ne yaşlar ne de feryatlar... "Öldü o... Onu öldürdüler. Yaşamasına izin vermediler, bari ölüsünü rahat bıraksınlar dedim... Yemin ederim tek derdim onu bu oyuna alet etmemekti."
Ağladığımı fark ettiği gibi aramızdaki mesafeyi kapattı. Elleri yüzüme gittiği an parmakları dokunmaya korkar gibi titredi. Parmak uçlarıyla gözlerimdeki yaşı sildi. "Ağlama," dedi bundan hoşlanmıyormuş gibi. Tartışmamızı tamamen bir kenara bırakmıştı. "Ağlamak gözlerine yakışmıyor. Orman yangını iyi bir şey değil demiştim sana. Kızarmasın bu kadar yeşillerin..."
Parmakları gözlerimin kenarında gezindiğinde sözleri ağlamayı bırakmamı sağlayacak kadar geçmişin saf ve berrak hali gibi kokmuştu. Poyraz her seferinde, her sözünde ve hareketinde şimdi burada olmasa bile her zaman hayatımdaki en önemli kişi olmaya devam edecek kişiyi hatırlatmaya devam ediyordu. Onun gibi ağlama der gibi baktı bana. Orman var gözlerinde diyen babam gibi. "Böyle olmasını uygun gördüysen peki... öyle olsun. Ne olursa olsun yanında olacağım senin. Söz veriyorum."
Yine aynısını yapıyordu. Yine bana ümit veriyordu. Yine ona güvenmem gerektiğini hissettiriyordu. Bu yanlıştı. Titreyen dudaklarımı umursamadan "Verme," dedim güçlükle. Parmakları bu sefer yanağımın üstündeydi. Başımı hafifçe yana eğdiğimde yanağımı da istemsizce avucuna yaslamıştım. "Bana söz verme, tutmuyorsun onları. Çok üzülüyorum ben."
Anlamamış gibi kıstığı gözleriyle bana baktı. "Öyle bir şey yapmadım," derken kendinden emindi.
Dudaklarımı bükerek başımı iki yana salladığımda "Yaptın," dedim ben de. Sonra sesim kısıldı. "Ama sana bir şey demeye hakkım bile yok..."
Duymadığını sandığım sözlerimden hoşlanmamış gibi kaşlarını çattı. Ellerini yüzünden çekip sağ elime uzandı. Onu yavaşça kaldırdığında "Bu yüzükleri takıyorsan..." dedi en net sesiyle, parmağımda takılı olan yüzükleri göstererek. Bunu dediği an irkildim. Bazen onları taktığımı unutuyordum. "Bana istediğin her şeyi demeye hakkın var, Elvin... Fark etmeden seni üzecek bir şey yaptıysam bunu bana söyle lütfen. Ben de elimden geldiğince düzeltmeye çalışayım. Şimdi anlat... Ne yaptım sana?"
Dudaklarım titredi. Kendimi niye böyle garip hissettiğimi bilmiyordum. Hissettiğim garip tanımını da açıklayamıyordum zaten. Ama bir şey vardı... bir şey beni çekiyor gibiydi. Belki sözleri, belki elimi tuttuğu eli, belki de dengesiz ruh halimin getirileri. Bilmiyorum ama çekiliyordum bir şekilde.
"Ben ne yaparsam yapayım yanında olacağını söyledin... Ama değilsin. Gideceksin." Sesimdeki pürüze engel olamayacak kadar kendimi üzgün hissediyordum. O ne kadar hakkın var dese de buna hakkım yoktu. Kırılmaya hakkım yoktu.
Ne demek istediğimi anlamamıştı. "Nereye gidiyorum?"
Bana üzgün olduğum konuyu sesli dile getirmeme sebep olacağı için "Aptal mısın sen ya..." dedim sinirle elimi ondan çekerek. "Toplantı ayarlamışsın işte. Hem de ameliyat olacağım gün."
Bunu öğrenmemi beklemiyormuş gibi gözlerini kapattığında "Senin belanı sikeyim Harun," dedi ağzının içinde. Başta Harun'a niye kızdığını anlayamadım ama sonra bugün olan şey aklıma geldi. Sanırım Harun'un arabada bana yanlışlıkla söylediğinden bahsettiği şey buydu.
Derin bir nefes aldıktan sonra bana baktı Poyraz. "Evet, gideceğim ama..."
Devamı duymak istemedim. "Boş ver," dedim hemen. Gidecekti işte.
Yanından geçip gideceğim sırada kolumu tuttu. "Önce bir dinle." Bezgindi sesi. "Toplantı sabah sekizde Elvin. En geç onda bitecek ve ben özel uçakla geri geleceğim. Ameliyatın da öğlen üçte olacağı için sen girmeden yanında olacağım, seni yalnız bıraktığım falan yok... Üzgünüm, toplantıyı ayarlayabileceğim en erken tarih ve saat oydu. Eğer başka güne ayarlasaydım hastanede kaldığın sürece denk gelecekti ve ben bunu istemiyorum."
Benim için düşündüğü şeyler duymak gözlerimi ondan kaçırmama neden oldu. Bunu beklemiyordum. Ben o gün yanımda olamayacak diye üzülürken Poyraz aslında o günle birlikte diğer günler de yanımda olmak için böyle bir karar almıştı. Ne hissedeceğimi bilemedim. Alacalı bir duygu seli vardı içimde.
"Geleceksin yani?"
Gülümsedi. "Geleceğim..." Gözlerime baktı sonra. "Dün de bunun için mi atarlıydın?"
Kaşlarımı çattım hemen. "Ben atarlı falan değildim."
Sözlerime güldü. "Emin misin? Beni boğmak istediğine eminim."
"Benimle uğraşma ya," diyerek omzuna vurdum hafifçe. "İki hafta beni süründürdün resmen. Bir daha aynısını yaparsan yüzüne bakmam, haberin olsun."
"Her sana yaklaşmaya çalıştığımda sınırlardan bahsedip beni geri püskürten sensin, Elvin. Bazen sadece kaçmak için yapıyorsun bunu. Bunların üstüne bir de benden gizlediklerini öğrendim. Hiçbiri de pek de hafife alınabilecek bir durum değil. Sindirmem gerekiyordu. Ve bana anlatmadığın için ayriyeten kızgındım sana. Hak verirsen."
Pes eder gibi nefesimi bıraktım. "Kızmakta haklısın. Dediğim gibi senden gizlemek değildi niyetim. Ben... her şeyi tek başıma halletmeye çalıştım. Hep öyle yaptım... Başıma gelecekleri umursamıyordum. Hayatımdaki tek motivasyon kaynağım canımı yakanların canını benden daha çok yakmak. Yine ona tutundum... Sana söylemememin yanlış olduğunu kabul ediyorum." Sağ elimi hafifçe kaldırdım. Bakışlarım bir süreliğine yüzüklerde gezindi.
"Bu yola girmeden önce bile yanımda olacağını söyledin. Ama ben... sanırım böyle davranarak sana saygısızlık yaptım. Bilmiyorum. Galiba seni de kendi çamuruma bulaştırmak istemedim. Seni tanıdıkça..." Derin bir nefes bıraktığımda yorgundu harelerim. Ne diyeceğimi bilemediğim için cümleyi tamamlayamadım. "Öyle işte..." diyerek geçiştirdim. "Seni yok saydığım için özür dilerim... Ama Poyraz, ben de kendimce haklıyım. Ne olursa olsun... beni araştırman doğru değildi. Ben ne kadar bu yolda seninle olduğumu unutmuş gibi davrandıysam, sen de böyle yaparak aynısını yaptın."
Sözlerimde içten olduğumu anladığı için yüzüne yerleşen minik bir tebessümle "Ben de özür dilerim," dedi. "Senden uzak durmak yerine sana sormalıydım. Haklısın." Başka bir şey söylemeden geriye doğru yürüdü. Kıstığım gözlerimle ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışırken, sepeti bıraktığı yerden alarak yanıma geldi ve bir anda elimi tuttu. Herhangi bir şey söylemeden beni kendiyle camekanlı bölgeye doğru sürükledi. Kilitli cam kapıyı sepeti tuttuğu eliyle açtıktan sonra kapıdan çıktık ve bahçeye geçtik.
"Şimdi..." dedi sepeti masanın üstüne koyarak. "Seni daha fazla aç bırakmadan bir şeyler yiyerek eksik kalan her şeyi konuşalım. Sonra ne yapacaksak ona göre planlayalım... Sana söz verdiğim gibi bu işte yanındayım. Eskiden öyle yapmış olabilirsin ama ben var olduğum sürece tek başına savaşmana gerek yok. Bunu sakın unutma."
Onunla tanıştığım andan beri sulu gözün tek olmuştum ve şimdi de sözleri neredeyse gözlerimi doldurmak üzereydi. Sürekli yanımda olacağını söylemekle yetmiyor, bunu hissettiriyordu da. Bana tek başıma savaşmam gerektiğini söylüyordu.
Elimi bırakmadan diğer elinin işaret parmağını uyarı niteliğinde bana uzattı. "Sen de bana her şeyi anlatacaksın," diye devam etti. "Hiçbir yalan ve eksiklik olmadan."
Ona gözümü devirmeden duramadım. Yaptığımız bunca konuşmadan sonra yalan söyleyecek kadar aklımı kaçırmamıştım.
Tamam, aklımı kaçırmıştım ama o kadar da değil...
***
Poyraz'la birlikte iki haftanın ardından ilk defa bu kadar uzun konuşmuştum ve arada yaptığımı birkaç ani sinirlenme tepkileri dışında kahvaltı boyunca onunla kavga etmemiştim.
İlk yaptığımız masayı güzelce kurup mutfaktan birkaç bardak getirerek termostaki çay eşliğinde hazırladığım şeyleri masaya dizmek oldu. Sonrasında hiç uzatmadan yemek eşliğinde atladığımız detayları konuştuk.
İlk o anlattı. Cengiz Karaaslan'ın sağlık bilgilerimi araştırmasından sonra gördüğü silinmiş kayıtlarımla birlikte benden işkillenmiş ve o zamandan sonra beni araştırmaya başlamış. Bu iki hafta boyunca Parazit'le çok konuşmasam da ondan önceki işe gidemediğim haftalar boyunca sürekli onunla konuşmuş, Soykanlara ait bazı gerçek stok verilerini atmıştım. Poyraz o dönem sürekli telefonla görüştüğümü fark etse de üstünde durmamış ama konu ne zaman silinen bilgilerime gelince o zaman benim bir şeyler karıştırdığımı anlamıştı.
Eğer o değil de bir başkası olsaydı bunu anlamazdı.
Hasta kaydımla ilgili daha fazlasını araştırmaması beni rahatlatan tek şeydi. Zaten daha fazlasını araştırdığını sandığım için ona sinirli ve kırgındım. Neyse ki böyle bir şey olmamıştı.
Ona her şeyi anlatırdım ama daha da geçmişi anlatamazdım. Hem zaten bunun şimdiki konumuzla bir alakası yoktu. Tamamen beni ilgilendiren bir durumdu. Bana başka neler sildirdiğimi sordu. Bu sefer konuyu kapatmak yerine ona anlatamayacağımı söyledim. Bunun ne Görkem'le ne de Demirkıranlarla bir alakası vardı. Eğer bir gün anlatabilecek gücüm olursa ilk ona anlatacağımı ve bu konuda başka bir araştırma yapmaması konusundan bana ilk defa söz vermesini istedim.
Sözlerden nefret ederdim ama bana söz versin istedim.
Başta bu sözü vermek istemedi. Hâlâ yaptığım şeyin doğru olmadığını düşünüyordu ama ısrarımdan sonra bana alan tanımak zorunda kalarak pes etti. Eğer bir günü bunu gerçekten birine anlatmak istersem sadece ona anlatacağıma emindim.
Sonrasında asıl meseleye geldik. Soykanlar ve Demirkıranlar hakkında yaptığım araştırmayı nasıl öğrendiğine. Bir de Parazit meselesi vardı ve bunu öğrenme şeklini duyduğum an, masada ona çıkıştığım ilk an oldu.
Arama geçmişimi araştırdığını söylemişti ama bunu kime ve nasıl yaptırdığından o an bahsetmemişti. Meğerse dün varlığından haberdar olduğum Ankara'daki yakın arkadaşlarından biri olan ve altını çiziyorum, Aylin'in kuzeni olan Oğuz'dan istemişti bunu. Benimle ilgili gerçeği bilen Poyraz dışında Harun vardı, az biraz da Ceyda biliyordu. Bana sormadan araya başka birini katması kabul edebileceğim bir şey olmadığı için tabii ki ona sinirlenip bağıracaktım ve yaptım da.
Poyraz Oğuz'a güveniyor olabilirdi ama ben onu tanımıyor ve haliyle de güvenmiyordum. Çok geç olsa da yaşadığım öfke patlamasından sonra Oğuz'un tüm detayları bilmediğini söylemeyi akıl edebildiği için sonrasında rahatlamış ve yerime geri oturarak kahvaltımı yapmaya sakin bir şekilde devam etmiştim. Bu tepkime yine şaşırmıştı.
Oğuz arama kayıtlardan sadece telefonumda Siber Parazit diye kayıtlı biriyle konuştuğumu görmüş. Daha fazlasına ulaşamamış ve ulaşamazdı da zaten. Aptal değildim. Parazit de öyle. Konuşmalarımızı gizleyecek kadar yetenekli bir çocuktu.
Zaten Poyraz da Soykanlar ve Demirkıranlarla nasıl uğraştığımı buradan öğrenmemişti. Her şeyi düşünen birine göre fazlasıyla aptalca bir hareket sergilemem ona bu bilgiyi vermişti.
Geçen hafta doğru düzgün hiçbir şeye ulaşamadığı için pes ederek odama gelmiş ama geri zekâlı gibi aralık bıraktığım kapıdan Görkem'in adını geçirdiğimi duyunca içeri girmekten vazgeçmiş. Parazit o gün bana Görkem'i sürekli bir şeyler düzelttikten sonra başka bir şeyi bozarak çıldırttığından bahsetti ve Demirkıranları araştırmaya başladığını söyledi. Poyraz benimle konuşmadığı için o kadar dalgındım ki kapıyı bile kapatmadan onlar hakkında başka zaman konuşmak istediğimi, şimdi kimseyle uğraşacak bir ruh halinde olmadığımı söyleyerek aramayı sonlandırmıştım. Ve Poyraz da öğrenmesi gerekeni öğrenerek odama girmeden geri dönmüştü.
O kadar aptalca davranmıştım ki, resmen okyanusu geçip derede boğulmuştum. Eğer Poyraz değil de bir başkası duysaydı, bu başkası Cengiz Karaaslan denen beni araştırmaya başlayan pirana kılıklı müstakbel kayınpederim olabilirdi ve ondan zerresiyle haz etmiyordum, işte o zaman bitmiş olurdum. Bir daha kapımı kontrol etmeden ağzımı bile açmayacaktım. Bu hatam yüzünden Poyraz'a kapı dinledi diye kızamıyordum bile.
Onun konuşması bittiğinde bu sefer ben anlattım. Bilgisayarımda Soykanlara zarar verecek bir çok belgenin kayıtlı olduğunu öğrenmek onu şaşırtmıştı. Görkem'e bir zamanlar delicesine aşık olmuş olabilirdim ama kendimi de garantiye alırdım. Bu o zamanlar Görkem'le ilgili bir mesele değildi. Tamamen Feyza Soykan'ın bana olan tavırlarındandı. O beni tehdit edecek şeyler araştırırken ben de onu tehdit edebileceğim şeyleri el altında tutuyordum. Gerçi o zamanlar bunları kullanacağımı sanmıyordum, Görkem'i sevmem beni sadece ona ve işime odaklıyordu.
Ama Görkem'i sevmek hayatımın en büyük hatasıydı. Dünyaya bir daha gelebilseydim şayet; şayet bu hayat bana ikinci bir şansı verseydi o zaman onunla karşılaşmamak için, hayatıma bir daha girmemesi için elimden ne geliyorsa yapardım. Ona bir daha kalbimi açmazdım.
Kalbim ölmüştü.
Değmeyen biri için.
Ölen hiçbir duygu bir daha geri gelmez. Ne ölüm can bulurdu bu saatten sonra ne de kalbim çiçek açardı bir daha.
Mezarlıklar da çiçek açar Elvin.
Ve kalbin mezarlık senin...
Parazit'in Soykanların sistemine girdikten sonra bendeki dosyalarla bazı şeyleri değiştirdiğini söyledim. Çoğu da gerçek verilerdi. Soykanlarla çalıştığım süre zarfında bazı şeyleri görmezden gelmiş olabilirdim ama bu saatten sonra onları kullanacaktım. Her ne kadar yazılımda iyi bir altyapıya sahip olsalar da parazitin datalarını birbirine katmasını bir türlü düzeltememişlerdi. Parazit onlardan çok daha iyiydi ve onu tanıyor olmam gerçekten şanslı olduğumu düşündüren nadir şeylerden biriydi. Ama bunu ona asla söylemezdim.
Poyraz onun kim olduğunu ve nereden tanıştığımı sordu. Onun istediği gibi hiçbir yalan ve eksiklik olmadan anlattım. Parazit'le üniversite tanıştığımızı ve o zamandan beri irtibatta olduğumuzu söyledim. Okul bittiğinde artık görüşmüyorduk, sadece işim düştüğünde onu arıyordum. Parazit de bunu biliyordu. Hiçbir zaman bu konuda şikayetçi olan biri olmamıştı ve bu durumu anlattığımda Poyraz kaşlarını çatarak bana baktığında bunun altında başka bir şey olduğunu ima ediyordu. Söylediklerime tam olarak inanmamıştı ama her şey tamamen bundan ibaretti.
Masayı topladıktan sonra içeri giren Poyraz, elinde limonata dolu iki büyük bardakla yanıma yaklaştı. Ben de havuzun kenarına oturmuş elimde tuttuğum hortumla suyun neredeyse yarısına kadar dolmuş olan havuzun tamamen dolmasını bekliyordum, bunu neden yaptığım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sanırım suyla oynamak hoşuma gidiyordu.
Limonatalardan birini bana uzattığında ona teşekkür edip elinden bardağı aldıktan sonra "Bugün niye burada kalacağız?" diye sordum merakla. Ben aramızdaki sorunu çözdükten sonra döneceğimizi sanıyordum ama o burada kalmak gibi bir takım planlar yapmış, üstelik içeri girdiğinde piknik sepeti dışında elinde niye olduğunu şaşırdığım çantanın içinde benim kıyafetlerimi getirmek gibi detayları da çok önceden ayarlamıştı.
Benim gibi o da ayağındakileri çıkarıp yanıma oturdu ve ayaklarını havuzun içine doğru uzattı. "Niye kalmayalım?" dedi bana omzunun üstünde bakarak, muzip bir şekilde sırıttığında.
Yüzümü buruşturdum. "İşimin yoğun olduğunu biliyorsun," diyerek sabah bana söylediği gibi sesimi kalınlaştırmış biçimde onu taklit ettim. Bunu yaptığı için sabah onu boğazlamakla tokatlamak arasında müthiş bir ikileme düştüğümde imdadına üzüntüm girmiş ve onu benim gazabımdan kurtarmıştı. "İşleriniz aksarsa kıyamet kopar."
Hafifçe güldü söylediğime, taklidim hoşuna gitmiş gibiydi. "Bir şekilde hallederim. Önceliğim başka." Bana baktığını hissetsem de ona dönmedim.
Hortumun bir kısmını havuzun içine uzatıp onu kenara bıraktım. İki elimi limonatama sardıktan sonra bir yudum aldım ve gülümsedim. "Öyle diyorsan..." dedim dudak bükerek, havuza değen güneş ışınlarının raksını izlediğimde. "Bana fark etmez yani. Kalırım. Güzel burası da. Fazlasıyla da sakin." İçeceğimden biraz daha içtikten sonra bardağımı ikimizin arasındaki boşluğa bırakıp parmağımı uyarı niteliğinde ona uzattım. "Ama beni kaçırdığın için ücretli izin istiyorum. Paramdan kesersen batırırım seni."
Tehdidim ona tatlı gelmiş gibi kahkaha attığımda ciddi olduğumu anlasın diye kaşlarımı çattım ama limonatasını benimkinin yanına bırakarak, iki kaşımın arasındaki çizginin üzerine parmağına götürüp kırışıklığı düzeltmeye çalışırken tekrar kahkaha attı. "İnanırım," dedi. "Seni kaçırdığım için prim vereceğim. Uyar mı?"
Burnumu kırıştırıp kaşımın üzerindeki parmağını ittirdim. "Uymaz," dedim sinsi bir şekilde sırıtmaya başlarken. "Prim artı büyük bir ikramiye istiyorum. İşlerimi aksattın sonuçta."
"Hadi oradan." Yapma bir sitemle kaşlarını çattı. "Sabah sana evet deseydim yine işe gitmeyecektin."
"Ama demedin," diyerek omzundan ittirdim sinirle. "Bak aklıma geldi yine sinir oldum şu an sana. Sabah kaçta kalkıp mutfağa girmişim, gelip bana hayır dedin ya."
"Sonuca bakarsan buradayız."
Yapay bir gülümsememi takınarak "Beni kaçırdığın için..." dedim. "Yani ikramiye vereceksin."
Başını iki yana sallayarak güldü. "Sen ücretli izin istiyordun en son."
"Eee...Ne demişler?" dedim keyifle elimi arkama yaslayıp, sırtımı gererken. "Elini verirsen kolunu kaptırırsın. Hemen evet diyecektin. Araya primi katarsan ben de onun üstüne ekstra ikramiye eklerim."
"İnanılmazsın." Hayrete düşmüş gibi gülümsedi.
Kibirle sırıttım. "Öyleyimdir." Başka bir şey söylemedim. Bakışlarım bahçeyi abluka altına almış duvarlarda gezindi. Üzerinde resimler çizilmişti. Orman içinde çizilmiş çok güzel bir göl vardı ve bu beni büyülüyordu. Bir yerden sonra devamı yoktu, sanki yarım kalmıştı.
Sessizliğimi fark eden Poyraz "Nereye daldın öyle?" diye sordu merakla. Gülümseyerek ona döndüm. "Duvardaki resimlere bakıyordum," dedim. "Geldiğimizden beri gözüm kayıyor. Çok güzel gerçekten. Oldukça da canlı duruyor, sanki yeni yapılmış gibi."
"Yeni yapıldı çünkü." Cevabı beni şaşırttığı için kaşlarım hafifçe havalandı. Ne kadar yeni yapılmıştı? "Geçtiğimiz hafta sonu buradaydım." Bunu söylerken tepkimi merak ediyormuş gibi bana baktı.
Resimle ilgili sormak istediğim her şey bir anda zihnimden silinmiş gibiydi. Hiçbir şey demeden önüme döndüm. Yüzüm düşmüştü. "Ben de işin var sanmıştım," diye mırıldandım. Son zamanlarda geç saatlere kadar çalışıyor, sabah da bazı zamanlar kahvaltı bile yapmadan evden erken çıkıyordu. Onu evde görmediğim pazar sabahı yine işe gittiğini sanmıştım ama o aslında eve bile gelmemişti. Buraya gelmişti. Bu da buranın neden böyle düzenli ve temiz olduğunu açıklıyordu. "Sanırım benden uzak durmaya çalışıyordun."
Başını iki yana salladı sanırım, bilmiyorum. Ona bakmıyordum hâlâ. "Daha çok kafamı toplamaya çalışıyordum diyelim..." diye mırıldandı. "Babam... biraz zorladı beni. Evde olsaydım kavga ederdik. Bunu görmeni istemedim."
Babasından bahsettiği için omzumun üzerinden ona döndüm tekrar. Konu beni araştırması mıydı bilmiyorum ama babası bu olay dışında da onunla uğraşıyordu. "Babanın seninle derdi ne tam olarak?" diye sordum merakımı daha fazla tutamayarak. İşyerinde birkaç iş toplantısı dışında Cengiz Karaaslan'la doğru düzgün bir diyalog içine girmemiştim. Aynı evin içinde bir ay yaşamamız da bu durumu değiştirmemişti. Tuhaf biriydi. Kendi fikirlerini dikte ettirmeye çalışıp kimseyi dinlemeyen sabit bakışlı garip bir adamdı. Onu gözlemlediğim kadarıyla bile narsist bir kişiliği olduğunu az çok çözmüştüm.
Poyraz'ın bakışları boşluğa daldı. "Onun derdi kendi dışında herkesle," derken bunun altında çok fazla şeyin olduğunu hissettim. Sesindeki tınının hüznü gizlemeye çalıştığına yemin edebilirdim.
"Seninle ayrı problemi var bence." Kelimelerimi filtrelemeden doğruca ona sormam ne kadar doğruydu bilmiyorum ama böyle düşüyordum. Düşünmekten de öte, görüyordum. Cengiz Karaaslan'ın Poyraz dışına diğer iki çocuğuna olan bakışları sert değildi, hatta Yaprak'a olan tavrından onu sevdiğini söyleyebilirdim. Poyraz'ı ise iş için sürekli zorlarken Tarık'a tek kelime etmiyordu. Bir kere işe gelmesi için uğraşmamıştı. Aylak aylak gezmesi umurunda bile değildi. Poyraz bu konuda ondan fazla uğraşıyordu.
Elini geçiştirir gibi sallarken "Boş ver," dedi bana bakmadan. Hâlâ karşımızdaki duvara doğru bakıyordu.
Başımı iki yana salladım. Onu böyle görmekten hoşlanmadığım için "Boş veremem," dedim. "Seni üzdüğünü görebiliyorum. O senin baban."
Söylediğimi kabul etmek istemiyordu. "Onun böyle olmasına alıştım Elvin. Üzüldüğüm yok. Sadece kavga etmekten sıkıldım."
Elimi dizinin üstündeki elinin üstene koyarken "Alışmak üzüntüyü yok etmez, Poyraz," dedim. "Sadece gözünü boyar. Anlatma istersen dinlerim."
Tıpkı her seferinde yanımda olacağını söylemesi gibi ben de aynısını onun için yapacağımı hareketimle göstermek istiyordum. Bunu anladığı için mi bilmiyorum ama gözleri uzun sayılabilecek bir süre elimin durduğu yere takıldı.
"Anlatmak istediğim bir şey olursa..." Başını hafifçe kaldırıp gözlerime baktı. "sana anlatmayı çok isterim Elvin. Tabii sinirlendiğin anlarda bana karşı kullanmayacaksan."
Utandığım için gözlerimi kaçırdım ondan. Yaptığım şeyden gurur duymuyordum, aksine çok pişmandım. "Özür dilerim," diye mırıldandım bilmem kaçıncı kez, başımı kaldırıp ona bakmadan. "Ne kadar sinirli veya berbat bir psikolojide olursam olayım, bunu senden çıkarmam doğru değildi. Hatamın farkındayım."
Elinin üstündeki elimin üstünü diğer eliyle kapattı. "Seni anlıyorum," dedi gerçekten de beni anlıyormuş gibi yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle. "O gün tek amacın yalnız kalmaktı. Suçu kendinde aradığın için kendini cezalandırmak istiyordun. Ben de üstüne fazla geldim. Psikolog konusunda senden habersiz iş yapmam seni o noktaya getirdi belki de. O yüzden bu konuda senden tekrar özür diliyorum ve senin de özrünü kabul ediyorum. Sadece..." Başını öne eğip ellerimize kısa bir bakış attıktan sonra diliyle kuruyan dudaklarını ıslatıp tekrar yüzüme baktı. Ben ise beni affettiğini söylediği için gülümsüyordum. Ne isterse kabul ederdim.
"Sadece?" dedim devam etmesi için başımı sallarken.
"Bir daha aynısını yaşamayalım, Elvin. Ne birbirimizden kurtulmak için geçmişimizi kullanalım ne de habersiz iş yapalım. Bir sorunumuz varsa konuşalım. İnan bana... Konuşarak her şeyi halledebiliriz. Halledemeyeceğimiz bir şey olursa ona da çözüm ararız. Olur mu?"
Hevesle başımı salladım. "Olur. Bir daha aynı hatayı yapmayacağım."
"Anlaştığımıza sevindim."
Gözbebekleri tıpkı dudakları gibi gülümserken ben de gülümsedim. Gülümsemesi bulaşıcıydı. Bakışlarını bir an olsun yeşillerimden çekmedi. Hâlâ elimin üstünde duran elinin baş parmağı, elimin sırtında gezindiğinde ister istemez dikkatim dağıldı. Gözlerimi gözlerinden ayırıp ellerimize baktım. Küçük bir hareketi bile nabzımın pervasız bir şekilde ritmini kaybetmesine neden ol ası olacak şey değildi. Niye böyleydi?
Damağımın kuruduğunu hissettiğim an, çabucak elimi elinin arasından çekip aramızda duran bardağıma uzandım ve büyük bir yudum aldım. Ona özellikle bakmamaya çalışıyor, içimi kemirip duran garip hislerin bir an önce son bulmasını bekliyordum. Dikkati başka yöne vermek için "Şimdi ne yapacağız?" diye sordum yine ona bakmadan. "Aramızda sır kalmadığına göre sonrasını planlayalım."
"Senin şimdilik yapacağın tek şey birkaç gün sonra olacak ameliyatına kadar uslu durmak." Sözlerini sevmediğim için ona döndüm. "İyileşmeden bu işe bulaşmanı istemiyorum Elvin. Önceliğin sağlığın."
Bardağımı zemine bırakırken "Ama..." diyecek oldum ama "Aması yok, " diyerek sözümü kesti. "Senden tamamen bırakmanı istemiyorum Elvin. Sadece önce iyileş. Aklını başka hiçbir şeyle meşgul etme. Bırak şimdilik ben halledeyim."
Ne kadar kabul etmek istemesem de pes edercesine nefesimi bırakıp "Peki..." demek zorunda kaldım. Çünkü haklıydı. Ameliyattan sonra bir süre hastanede yatmam gerektiği için önceliğimi sağlığıma vermek zorundaydım. İyileşmeden savaşırsam yorulurdum. Yine de hiçbir şeyden geri kalmak istemediğim için "Ama beni her konuda bilgilendirileceksin," diyerek onu uyardım. "Sorularımı eksiksiz cevaplayacaksın."
Sorun çıkarmamı o kadar beklemiyordu ki gözlerinde gezinen şaşkınlık emareleriyle "Söz veriyorum," dedi. "Anlatacağım..."
Bu konuda anlaştığımız için "Peki baban konusunda ne yapacaksın?" diye sordum bu sefer. "Beni araştırmaya devam edeceğine eminim. Yani... bir şey bulacağından değil de... başını ağrır diye söylüyorum."
"Ben de o konuda eminim. Kesinlikle araştıracak. Aylin de onunla birlikte bu işte. İkisinin de tek hedefi sensin ve ben bu durumdan fazlasıyla rahatsızım." Aylin'in de bu işin içinde olmasına şaşırmamıştım. Zaten bekliyordum. Benim takıldığım nokta Poyraz'ın bunu söylerken ki tavrı olmuştu. Sesinde gariplik vardı. Bana bakmıyordu.
Çatık kaşlarımla başımı hafifçe eğerek yüzüne bakmaya çalıştım. "Bana sakın kendini suçlamaya başladığını söyleme." Kelimeler dudaklarımdan şaşkınlıkla döküldü. "Bunu yapacaklarını zaten bekliyordum."
Bir cevap vermedi.
Öyle yapmıştı. Suçu kendinde aramıştı.
Bundan hoşlanmamıştım. Sinirlendiğim için diğer yanıma bıraktığım hortuma uzandım ve içinden gelen suyu artık dolmuş olan havuza akıtmak yerine Poyraz'a doğru çevirdim.
Yaptığım harekete hazırlıksız yakalandığı için bir anda "Ha siktir!" diye kendini geriye attığında "Salak salak davranma!" diye bağırdım ben de.
Oturduğu yerden ayaklandı çabucak. "Delirdin mi kızım?" Hem söyleniyor hem de benden kaçmaya çalışıyordu. "Çeksene şunu."
Ayağa kalkıp ona hortumu tutmaya devam ettim. "Bu konuda kendini suçlarsan daha beterini yaparım." Onu ciddi olduğumu göstermek ister gibi parmak uçlarımda yükseldim. "Sinir etme beni! Babana istediğini veriyorsun resmen!"
Tamamen ıslandığı için artık kaçmıyordu. "Babamın ne istediğini nereden biliyorsun sen?" Ters ters baktı bana.
"Şuna bak ya!" Hortumu biraz daha ona doğru uzattım. "Altında bir şey arama hemen. Kör değiliz herhalde. Yaptıklarına rağmen Aylin'le evlenmeni istiyor. Beni de o yüzden araştırıyor zaten. Belli. Aramıza girecek bir şey bulursa düğünün iptal edileceğini düşünüyor kendince. Kusura bakma ama... Senin baban tam bir kaçık."
Son söylediğime kızar sandım ama o kadar içten bir kahkaha atmıştı ki dumura uğramadım desem yalan olurdu. Hortumu ona tutmayı bıraktım. Böyle içten gülünce gözleri kısılıyordu. Daha önce de fark etmiştim. Ona yakışıyordu. Bence ona gülmek çok yakışıyordu.
"Kaçık mı?" dedi tekrar gülerek.
"Evet," dedim, geri adım atacak değildim. "Dümdüz kaçık... Hem benim neyimi beğenmemiş çok pardon? Hiçbir ortağa gerek kalmadan ona çok hevesli olduğu yurt dışı bağlantısı sadece bir ayda sağladım. Üstelik iki hafta evden çalışmak zorunda kaldığım halde yaptım bunu."
Japonlarla yapılan toplantıya katılamasam da ayarladığım toplantı sayesinde onlarla birlikte prosedürler bittikten sonra yeni bir özel hastanenin yapımı için anlaştık. Uzlaşma devam ederse bir sonraki yılın başında çalışmalara başlayacaktık ve ben günlerce bunun planlamasını yapıyordum.
Poyraz'ın yüz ifadesi ciddileşti. "Dediğim gibi onun derdi herkesle. Sana özel bir durum değil... Babam kendi doğruları dışındakileri kabul edebilen biri olmadı hiçbir zaman. İstediği olana kadar çabalamaya devam eder."
Yüzüm buruştu. "Baban istediği kadar çabalasın... Müstakbel kocamı Aylin'in ellerine bırakacak değilim." Poyraz afallamış bir ifadeyle bana bakarken, ben de aklıma gelen fikirle gözlerimi büyüterek konuşmaya devam ettim. "Hatta bak, yarın dönünce Cengiz Bey'i de düğün alışverişine davet edeceğim. Kesin delirir ya, kesin." Bundan keyif aldığım için gülüyordum. "Bence mükemmel plan, sence?"
Kahkaham yüzümde hafif bir tebessüme döndüğü an ona baktım usulca. Hâlâ aynı şekilde bana bakıyordu. Söylediklerime kızmış ya da rahatsız olmuş gibi değildi ama böyle dümdüz bakarken ne düşündüğünü anlayamıyordum.
Hortumu kaldırıp tekrar ona doğru tuttuğumda bir anda irkildi. Sanki dalmış da onu daldığı yerden ben çıkarmışım gibiydi. "Ne düşünüyorsun?" dedim kaşlarımı merakla kaldırarak. "Bak yine sessizlik yeminine devam edeceksen..." Bana doğru yürüme başladığında cümlemi bitiremedim.
Geri geri yürümeye başladığımda "Niye üstüme doğru geliyorsun şu an?" diye sordum, sanki onu durdurabilecekmişim gibi hortumu sallamaya devam ediyordum.
"Haksızlık olduğunu düşünüyorum." Sessizliğini bozması pek de hayra alamet bir şey değildi. Çünkü hem bana doğru yürümeye devam ediyordu hem de yüzünde sinir bozucu bir gülümseme vardı.
Geriye gidecek adımım kalmadığında bu sefer de "Ne konuda?" diye sorarken buldum kendimi. Bir adım daha atsam havuzu boylayacaktım.
Güldü. "Bence sen anladın."
İnkâr etmek ister gibi başımı iki yana salladım. Anlamazlıktan gelip bir yolumu bulduğum gibi hemen içeri kaçmalıydım. "Bence daha fazla yaklaşma." Ateşkes yapmak için yüzüne su tutmayı bıraktım.
Sözüm işe yaramış gibi durdu bu sefer. "Neden?" diye sordu eğlenir biçimde.
"Ben öyle istiyorum çünkü." Hiçbir koşulda egomdan taviz veremezdim. Şu an her ne kadar suya düşebilecek durumda olsam da.
"Oluyor mu öyle her istediğin?" Elleri ıslak saçlarına gitti. Işıl ışıl parlayan güneşin dokunuşları yüzüne geldiği için gözlerini kısmıştı.
Dudak büzdüm. "Konu iş ise olur. Özel hayat diyeceksen muamma."
Elini uzattı bana. Yüzündeki sıcacık gülümsemeyle "Hadi bu seferlik benden olsun," derken beni ıslatmaktan vazgeçtiğini söylemek istiyordu. Rahatlamış bir şekilde nefesimi bırakıp hortumu ucundaki vanayı kapattım. Ucuz yırtmıştım.
Yani öyle sanıyordum.
Uzattığı elini tutmadan önce hortumu kenara fırlatmak istemiştim ki bir anda yerler ıslak olduğu için ayağımın kaymasıyla Poyraz'ın uzattığı eli son onda kaçırarak havuzu boylamam bir olmuştu.
İnanamıyordum!
Bedenim suya battığında saliseler içinde su tenimin her bir zerresine ulaştı. Nefessiz kaldığım için hızla kendimi yukarı çekerken, aynı zamanda derin bir nefes alarak yaşadığım kısa çapı şoku atlatmaya çalıyordum. Ciğerlerime kadar su dolmuştu sanki.
Yüzümü saran damlalar tek tek yer çekimine kapıldığı sırada bakışlarım önce bulunduğum konumu taradı, hemen ardından Poyraz'ı buldu. Elleri havada asılıydı hâlâ. Benim gibi o da şaşırmıştı. Ama iyi olduğumu gördü gibi elini indirdi ve gülmemek için de dudaklarını birbirine bastırmaya başladı.
Göz göze geldiğimizde "Gülme," diye bağırdım sinirim bozulmuş gibi.
Bunu duyduğu an sanki beklediği anti komut buymuş gibi kahkaha attı bu sefer. "Ya gülmesene, suya boyladım resmen!"
"İlahi adalet." Bundan memnun olduğunu gibiydi.
"Bak oraya gelirsem fena olur."
Başını salladı gülmeye devam ederken. "Ne yaparsın Elvin?" dediğinde dizlerini kırıp çömeldi, kollarını dizine yasladı. Havuzun kenarına yaklaştığım için başını eğmiş bana tepeden bakıyordu. "Anlatsana biraz."
Gözlerimin içine baka baka benimle dalga geçmesi sinirimi bozmuş olsa da suya alıştığım ve havanın sıcaklığından sonra serinlediğimi hissettiğim için sadece çatık kaşlarımla ona baktım. "Konuşmadığında daha az sinirimi bozuyordun, biliyor musun?" dedim, yüzümü buruşturarak. Parmaklarım havuzun kenarına tutundu. Poyraz hâlâ aynı yerinde dikilmeye devam ettiğim için ayağa kalkmaya çabalarken başımla kenara kaymasını işaret ettim. Ne dercesine başını salladığında "Çekilsene!" dedim bu sefer kaşlarımı çatarak. "Çıkacağım."
Gülerek ayağa kalktı. Ama gitmek yerine, hiç beklemediğim bir anda yeniden elini uzattı. Burun kıvırsam da uzattığı eli tutmaya karar verdim ama elimi tutmaktan vazgeçip onun yerine dizlerini kırarak eğildi ve iki elini de kolumun altına sardığında bir çırpıda beni yukarı kaldırdı.
Anın getirdiği şokla ellerimi omzuna koydum. Beni havada tuttuğu için ayaklarım yere değmiyordu. Yavaşça indirdi ama ellerinden birini bu sefer belime sardı. Diğeri saçlarıma doğru uzandı. Parmakları saçıma bağladığım fulara gittiğinde onu açtı yavaşça. Islak saçlarımın bir kısmı yüzüme düştü. Ben sadece ellerim omzundan çekmeden ona bakıyordum, hipnoz olmuş gibiydim.
Derinden gelen sesiyle neredeyse fısıldarcasına "Böyle kalsın," dediğinde neyden bahsettiğini o an için anlamamıştım ama parmakları serbest bırakılmış saçlarıma gittiğinde onları bağlamadan söz ettiğinin farkına vardım. "Çok yakışıyor sana."
Gözlerimi ondan kaçırma isteğiyle dolduğumda bir elimi omzundan çektim ama bunu yaptığımda sanki kaçacağımı anlamış gibi belimdeki elini biraz daha bastırdığını hissettim. "Hiç benzemiyorum bana," derken buldum kendimi.
Saçlarımın renginden bahsettiğimi anlamış gibi saçlarım arasındaki elini çeneme götürüp hafifçe kaldırarak gözlerine bakmamı sağladı. "Çok benziyorsun sana," dedi bundan eminmiş gibi. "Bunu görüyorum ben."
Kaşlarımı merakla kaldırdım. "Nereden görüyorsun?"
"Gözlerinden."
Sormaktan korktuğum soruydu ama yine de "Gözlerime baktığında beni mi görüyorsun ki?" diye sordum fısıldar gibi.
Cevabı gecikmedi. "Gözlerine baktığımda seni görüyorum."
BÖLÜM SONU...
***
Bu cevaptan sonra susma hakkımı kullanıyorum, evet.
Sonunda konuşarak mesele çözmeyi öğrendiler şükür diyorum. Bu hallerini özlemişimmm...
Elvin artık kafasına göre iş yapmaz, birlikte çalışırlar gibi ama yine de Elvin bu. Çok da güvenemedim dlgjdlgkdhfd
Yeni arkadaşlarımız da yavaş yavaş hikayeye dahil oluyorlar. Bakalım neler olacak?
Fidan'ın Cengiz'in kızı olmadığını öğrendik. Poyraz'a olan tavırları da fazla sinir bozucu. Elvin'le uğraşmaya devam eder mi göreceğiz.
Bölümde en sevdiğim kısım tablo sahnesiydi. Sırf onu yazmak için bahsettiği ressam hakkında film izledim.
Yeni bölümde tekrar görüşmek üzere.
Kendinize iyi bakın, esen kalın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.77k Okunma |
1.36k Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |