
Bölüm sonunda görüşelim.
Keyifli okumalar...

3. BÖLÜM
BİTTİ SANILAN ROMANLAR
Nasıl devam ederdi hikâyeler? Bir roman açar okursun; okuduğun satırlar arasında güler, ağlar, sinirlenir, hatta kızarsın. Hayal kırıklığına uğrarsın bazen. Çok duygu yaşarsın her sayfasında ama bir süre sonra biterdi sayfalar. Kapardın kapağını, düşünürdün. Bitti diye biter miydi hikâyeler? Bilirdin, içinde bir yerde bir şeyler devam ederdi ama nasıl ederdi? Mutsuz biten satırların ardında kalanlara ne olurdu? Devam edebilir miydi geride kalanlar? Eğer edebiliyorlarsa buna da kitap çıkarmalıydılar. Okursam belki kendimi bulabilirdim.
Hayatta herkesin yolu biriyle kesişir, bir yerde de biterdi. Kapanırdı ikisi arasındaki defter. Biterdi sayfaları. İnsan isterdi ki o çok sevdikleri kişi her açacağı yeni sayfada yanında olsun. Kim girerse girsin hayatına, o kitabın başrolü yine o olsun. Ama hayat istekleri dinleyebilen bir süreç değildi. Hayat sadece akardı, sen de yaşardın ya da yaşadığını sanırdın.
Kaç kitap bitirdim, kaç sayfa eskittim, kaç insan geçti hayatımdan sayamadım hiç. Kaç hikâye sona erdi bilemedim. Tek bildiğim birilerinin gittiği, benimse kaldığımdı. Ben hep geride kalan olurdum. Oysa isterdim, biri artık hayatımda kalsın isterdim. Kimse gitmesin. Bitmesin bu kitap. Ama biterdi. Herkes giderdi. Peki herkes gitti diye biter miydi hikâyeler?
Hikâyemin hangi noktasındayım bilmiyorum ama orta yerinden giriyorlardı hayatıma, çıkacak olanlar. Bir sayfamı eksik bıraktıktan sonra da terk ediyorlardı. Çok güzel terk edilirdim. Öyle güzel terk edilirdim ki, geçmiş sayfalarımı okuyan herkes bunu bir kere de ben yapayım diyordu adeta.
Kolay severdim ben. Ondandı galiba insanlara kanmam. Ondandı galiba her birine hayatımı hemen açmam. İnsan yalnız kalınca çabuk kucak açabiliyordu sevgi diye kandırılan sözcüklere. Evini açıyordu, içeri davet ediyordu; sözler de sanki soğuk yuvasını ısıtıyordu. Yalnızlık kokan duvarlar sıcak bir kucak bulduğunu sanıyordu. Alıştırıyordu, kandırıyordu, güzel kelimelerle içini ısıtıyordu, sonra da gidip evini başına yıkıyordu. Ağır sözlerle onu yıkıyordu. Çünkü en çok kelimeler öldürürdü. Kelimelerle ısıttığı yuvayı kelimelerle öldürüyordu. Sonra da gidiyordu.
Peki herkes gider diye biter miydi hikâyeler?
Evlilik teklifi aldığım gün benim hikâyemin yeni bir kısmı başlıyor gibi hissetmiştim. Bir proje için yurt dışındaydık. Toplantı sonrası ülkeye geri dönecektik ama vazgeçtik. Görkem'in ısrarıyla bir gece daha kalmaya karar verdik. O gün beni yemeğe çıkarmıştı. Etrafta bizi tanıyan medya yoktu. Orada ikimiz de ne çalışandık ne de patron. Sadece Görkem ve Elvin'dik. Herkesten uzakta iki normal bireydik. Yemek yediğimiz süre boyunca gözlerini üzerimden bir saniye olsun ayırmadı. Öyle güzel bakıyordu ki kendimi kaybediyordum. Bana tekrar sevilmeyi öğreten kişi oydu. Ellerimi tutmuş, asla ısınmaya ellerime sıcak bir yuva olmuştu. Yuvayı bazen de yapan yıkarmış, bunu o zamanlar bilmiyordum.“Elvin,” dedi fısıltıyla diğer elini de ellerimin arasına yerleştirirken. “Seni çok seviyorum.”
Gülümsedim. Ellerini sıkı sıkı tuttum. “Ben de seni çok seviyorum.”
Koca ve şaşalı mekânda sadece ikimiz vardık. Görkem benim için mekânı kapattırmıştı. Etrafımız mumlarla çevriliydi. Kulaklarımda dans eden harika bir keman sesi etrafı kaplamıştı. Her şey o kadar mükemmeldi ki, rüyada hissettim kendimi. Masal gibiydi. Ama bitermiş bazen hikâyeler.
Yerinden kalktı. Cebinden kırmızı bir kutu çıkardığında şaşırmak için bana zaman bırakmadan önümde diz çöktü. O an masadan destek almasaydım düşüp bayılacağıma emindim. "Elvin," dedi tekrar iç çeker gibi, elimi tuttu. Kalbime çiçek uzatan gülümsemesi vardı yüzünde. "Benimle evlenir misin?"
Ellerim titredi. "Görkem ben..." diyebilmiştim ama gerisi dudaklarımın arasında çıkabilecek volümü giyinememişti. Dilim tutulmuş gibi hissediyordum. Bana daha önce de evlilik teklifi yapmıştı ama hazır hissetmediğimden ve korktuğumdan reddetmiştim. Sorun etmedi. Hazır olmamı bekleyeceğini söyledi.
“Evlen benimle.” Tuttuğu elimin üstüne hafif bir buse bıraktı.
Her ne kadar onunla evlenmek istesem de "Korkuyorum," diye fısıldadım zorlukla. Bu sefer kendimi hazır hissediyorum ama hâlâ korkuyordum. Çünkü onu sevmek bile başka bir boyuttu benim için. Onun hayatına girmek, onun çevresinde eşi olarak bulunmak, ailesinden biri olmak bambaşka bir şeydi ve bu durum beni ürkütüyordu. Hep birileri tarafından geri plana atılmışken onun hayatına tamamen girdikten sonra bunu yine yaşarım diye çok korkuyordum. Öyle büyük bir dünyaya adım atmak kolay değildi, hele de benim gibi küçücük dünyası olan biri için hiç kolay değildi. Onunla sevgili olduğumda bile bu duyguyla çok savaştım. Bir yıl kadar peşimden koşmak zorunda kalmıştı ama sonunda dayanamamış, kendimi ona bırakmıştım ve şimdi de buradaydık. Bana yeniden hayatlarımızı birleştirmemiz için bir teklif yapıyordu, sanki tüm hayatım o olmamış gibi.
“Korkma,” derken kafasını iki yana salladı panikle. “Ben seni asla üzmem, Elvin.”
“Üzmezsin,” dedim hemen, masanın arasından bacaklarımı çıkarıp yan dönerek oturdum ve sıkıca ellerini tuttum. Annesi çocukluğundan beri ona bu hayatta asla birini mutlu edemeyeceğini söyleyip dururdu. Öyle çirkin düşünceler nüfus ederdi ki zihnine, kendi büyüdükçe onu zehirleyen düşünceler de onunla büyüyordu. Annesi korkunç bir kadındı. O kadının sözleri yüzünden şu an onun beni mutlu edemeyeceğini düşündüğümü, bu yüzden korktuğumu düşünüyor olmalıydı. İçimde bir yerde bir sızı oluştu. Annelik böyle olmamalıydı.
Görkem önümde diz çökmüş bir şekilde bana bakmaya devam ettiğinde kirpiklerimin ıslandığını hissettim. "Beni asla üzmeyeceğini biliyorum, sevgilim," diye devam ettim ona doğru eğilirken. Dudaklarımızın arasında bir karış mesafe kalmıştı. Nefes alış verişlerini hissedebiliyordum. Bakışlarında korku içinde gizlenen büyük bir umut vardı. Aramızda kalan son mesafeyi de kapattım ve dudaklarımızı birleştirdim.
Ne kadar sürdüğünü bilmediğim öpüşmemizden sonra dudaklarını dudaklarımdan usulca ayırdım. Aramızdaki mesafeyi çok fazla açmadan "Evlenirim," dedim fısıltıyla. Ona kendimi bırakmak her zaman çok kolay olmuştu. "Seninle evlenirim, Görkem."
Gözlerinin içi bir yıldız patlaması misali parlamaya başladı. Parmakları saçlarımın arasına gitti. "Seni çok seviyorum," dedi buğulu bir sesle. Bu sefer dudaklarımızı birleştiren oydu, öpüşü az öncekinden daha fazla tutkulu ve hoyrattı. Öpüşü derinleştikçe parmakları saçlarımın arasında geziniyordu.
O geceyi otel odasında geçirdik. O gün, bu hayatta asla unutmam dediğim günlerden biri olmuştu benim için. Evlenecektik. Gerçekten evlenecektik. Buna inanamıyordum. Keşke inanamamaya devam etseydim.
Ülkeye döner dönmez Görkem evlilik için hazırlık yapmak istediğini söyledi. Her an vazgeçmemden korkuyormuş gibi her şeyi aceleye getiriyordu. Onun bu tatlı telaşı beni gülümsetmişti.
Hâlâ kimse ilişkimizi bilmiyordu. Düğün için tarih belirlerken Soykan ailesi adına bir düğün davetiyesi bastırmak, ismimi ve beni düğün günü açıklamak istediğini belirttiğinde bu tavrına başta anlam veremedim. Evet, ilişkimizi herkesten gizliyorduk. Bunu en çok isteyen de bendim ama bu kadarına gerek var mıydı bilemedim. Sürpriz gelin sayesinde bir sürü davetli düğüne gelir, magazin patlar ve yeni işler yapabiliriz diye düşünüyor olmalıydı. Kişisel asistanlık tarafım devreye girince mesleki deformasyondan olsa gerek sorun etmedim, bunu da kabul ettim. İçimde bir yerde bir burukluk hissettim belki bilmiyordum, ama ona olan aşkımdan ne derse ayak uyduruyordum. Ha şimdi ha düğünde, ne zaman öğreneceklerinin benim için bir önemi yoktu. Sadece onunla mutlu olmak istiyordum.
Beni düğünde göstereceğinden nişan, kına gecesi gibi geleneksel şeyleri de yapmak istemedi. Görkem pek geleneksel şeyleri sevmezdi zaten, yine de bana fikrimi sordu. Aile arasında yapılacak kına gecesinde yanımda olmasını isteyebileceğim ne bir annem ne de bir ailem vardı, yaşamıyorlardı. Yanımda kimse olmayacaksa geleneksel şeylerin de önemi yoktu, bu yüzden sorun etmedim. İstemediğimi söyledim. Benim için düğün yeterliydi. Zaten onunla olduktan sonra diğer hiçbir şeyin önemi yoktu.
Düğün hazırlıklarından bir ay sonra mide bulantılarım başladı. Yiyeceklerden tiksiniyordum. Düğün stresinden olduğunu düşündüm başta ama reglim de gecikince aklıma düşen şüpheyle test yaptırdım. Şüphelerim beni yanıltmamıştı. Gördüğüm sonuçla öylece kalakalmıştım.
Düğün hazırlıklarından bir ay sonra mide bulantılarım başladı. Yiyeceklerden tiksiniyordum. Düğün stresinden olduğunu düşündüm başta ama reglim de geciktiğinde aklıma düşen şüpheyle test yaptırdım. Şüphelerim beni yanıltmamıştı. Elimdeki çift çizgili çubukla kalakalmıştım.
Hamileydim. Gerçekten hamileydim. Bana evlilik teklifi yaptığı geceden sonra bir ay geçti. Bebeğim bir aylık olmuştu bile. Başta inanamadım. Onun varlığını öğrendiğim an, ne yapacağımı bilemedim. İdrak edememiştim ki. Anne olmak nasıl bir şey bugüne kadar hiç düşünmemiştim. Çünkü yirmi yıldır hayatımda anne diyebileceğim biri olmamıştı.
Ellerim titredi. Hamile olduğum gerçeğine alışmaya başladığımda bir kez daha çifti çizgiye baktım. Yüzüme sıcak bir tebessüm yerleşti. Elim orda bir can olduğunu bildiği için karnıma gittiğinde gülümsemem daha fazla can buldu. Sevinmiştim, çok sevinmiştim. Anne olma düşüncesi o kadar değişik bir duyguymuş ki içim kıpır kıpır oldu. Karnımda çiçek açan minik bir can vardı. Benim bebeğim, bizim bebeğimiz... Bu haberi Görkem'e vermek için can atmaya başladım. Onun da en az benim kadar sevineceğini biliyordum. İkimizden bir parçaydı, nasıl sevmezdi ki.
Güzel haberi Görkem'e vermek için test yaptırdığım günün akşamı ikimiz için kimsenin olmadığı bir yerde akşam yemeği ayarladım. Yemek boyunca gülüp eğlendik; hayallerimizden, geleceğimizden bahsettik. Benim hayallerim bugüne dek iki kişilikti, artık üç olmuştu. Ancak Görkem'in gelecek planlarını dinlerken içinde sadece ikimiz vardık, baba olmak isteyip istemediğini bilmiyordum. Bebeği istememe düşüncesi beni korkutmuştu, istemsizce gerildim ve bakışlarımı ondan kaçırdım. Gerginliğimi hemen hisseden Görkem, ellerini kaldırıp bana doğru uzattı. "Bir sorun mu var sevgil-"
Kalbim yerinden çıkar gibi attığında koyu kahvelerine yeşillerimi değdirdim ve lafını bitirmesine izin vermeden "Görkem... ben hamileyim," dedim birden. Tutmak için bana uzattığı elleri havada asılı kalırken kocaman açtığı gözleriyle bana baktı. "Ne?" diye sordu anlamamış gibi kafasını iki yana sallarken. "Ne dedin?"
Ellerim karnıma gittiğinde gerginlikten dudaklarımı ısırdım. Gözlerim çekingen bir biçimde Görkem'i buldu. "Hamileyim."
Heyecandan mı yoksa korkudan mı bilmem ama dudaklarının kenarı yanaklarına doğru kıvrıldı. "Be... Ben baba mı olacağım?" Ellerini destek almak için masaya yerleştirdi. Gözlerinin içinin güldüğünü görebiliyordum. Üzerindeki şaşkınlık toz bulutu misali kaybolmaya başladığında sonunda hislerini görebilmiş ve rahatlamıştım. Mutluydu.
Nefesimi bıraktım, yüzümde en az onunki kadar sıcak bir gülümseme can buldu. "Dünyanın en yakışıklı babası hem de," diye devam ettim dolu gözlerle. Masanın üzerindeki ellerime uzandı, onları sıkıca tuttu ve kaldırdı. Parmak eklemlerimi dudaklarına götürdüğümde "Sen çok seviyorum," dedi elimin üstünü defalarca kez öperek. "Seni çok seviyorum, çok seviyorum."
Ellerimi hiç bırakmadan beni ayağa kaldırdı. Onun heyecanına kapılırken bir çırpıda beni kucağına aldığında daha ne olduğunu idrak edemeden etrafında döndürmeye başladı. Kalbindeki deli heyecanı kalbimin her miliminde hissedebiliyordum. Dönmeyi bıraktığında beni yavaşça yere indirdi, elini belimden çekmeden alnını alnıma yasladı.
"Seni ve bebeğimizi asla yalnız bırakmayacağım sevgilim," dediğinde sözleri öyle içtendi ki ona inanmıştım. "Üçümüz mükemmel bir aile olacağız." Tüm gece karnımı okşayıp durdu. Sonra bebeğimizle konuştu. Beni öpücüklere boğdu. İkimizin kahkahaları, sohbetleri boş mekânda yankılanıp dururken o gece de benim için unutulmaz günlerden biri olmuştu. Hafızamdan silineceğini asla düşünmüyordum.
Sonra geçti kalan iki, iki buçuk ay. Düğün günümüz geldi çattı. Masal gibi olan hikayemize güzel bir son verelim ve yeni bir cilde geçelim derken bir baktım tek celsede ters köşeden hüküm yemiş hayatım. Son yirmi sayfada düğünüm iptal olmuş, Görkem gitmiş ve ben terk edilmiştim. Sayfalar bitmiş, kitap kapanmıştı. Kötü bitermiş bazen iyi biter diye düşündüğümüz şeyler.
Peki gitti diye biter miydi hikâyeler?
Eğer hikâyem sona erseydi, kaza geçirdiğim boş caddede bebeğimle birlikte bu karanlık dolu hayata veda ederdik. İkimiz de anneme giderdik. Eğer nefes alıyorsan bitmezdi hikâyeler. Devam ederdiler. Görkem'le son bulan hayatım, başka bir kitabın mutsuz sonu olarak kalacaktı. Şimdi açılan yeni sayfamdan onun artık yeri olmayacaktı.
Ben geçirdiğim kaza ile hayatıma yeni bir sayfa açmış, bebeğimle ikimizin olduğu yalnız bir yola girmiştim. Bu noktada hayatıma yeni birilerini almak gibi bir düşüncem yoktu. Hele de bana evlilik teklifi yapan bu kendini bilmez adamı almak gibi bir düşüncem hiç yoktu.
Ne demek benimle evlenir misin? Dalga mı geçiyordu benimle?
Mesajını gördüğümden beri boş caddede dikilip duruyordum. Yanımdan insanlar geçip dursa da bakışlarım sadece telefona kitlenmişti. Yazılan yazıyı idrak edebileceğimi asla düşünmüyordum. Şaka gibiydi. Koca bir şaka. Umarım başka kişiye yazıyordur da bana yazdığı için yanlışlıkla bana denk gelmiştir diye bile dilemiştim o an. Bana yazmışsa aklını kaçırmıştı, başkasına yazmak istemişse de koca bir öküzdü. Hayır yani, böyle evlilik mi teklif edilirdi? Sevdiğim kişiden şu hareketi görseydim engeli basıp bir süre konuşmazdım. O sevdiğim biri olmayı geç ismi dışında tanımadığım bir adam olduğu için sadece yazdığı saçmalığı anlamaya çalışıyordum, tabii ki başaramıyordum. Böyle bir durumun anlaşılacak bir tarafı yoktu.
Sonunda kendime geldiğimde adımlarımı bana söylediği kafeye doğru çevirdim. Osantus Kafe sürekli gittiğim bir mekândı. Bu bölgenin en gözdelerindendi. Ben genelde akşam gitmeyi tercih ederdim, çünkü o saatlerde Buse adlı üniversite öğrencisi olan genç bir kız, sahnede mini konser veriyordu, sesine dinlemeyi seviyordum. Kendisinin Ayhan Biren'in torunu Buse Biren olduğunu çok sonradan fark etmiştim. Dedesiyle birkaç toplantıda yüz yüze gelmiştik. Kendisini de aile yemeklerinde magazin sayfalarına düşen aile fotoğraflarında görüyordum. Magazinsel bir hayatı yoktu, kendi halinde takılıyordu. Gayet iyi bir durumu olmasına rağmen bu kafede şarkı söylemesine şaşırsam da kendi hayatı, belki böyle mutlu oluyordur diye düşündüğümden üstünde durmadım; beni de ilgilendirmezdi zaten. Sadece sesiyle ilgileniyordum.
Dışı beyaz çitlerle kaplı, mavi rengin ağırlıkta olduğu kafeye geldiğimde adımlarımı durdurdum. Dışarıdaki masalar oldukça kalabalık görünüyordu. Havanın güzelliğinden insanlar kendilerini dışarıya atmış, koyu bir sohbete dalmıştı. Kalabalığa rağmen oldukça ferah bir alandı. İçi de dışı kadar güzeldi. Herkesin her köşesinde fotoğraf çekilmek isteyebileceği bir aurası var diyebilirdim. İşletme sahibi, mekâna fantastik bir hava katmıştı. Değişik ve güzel bir stratejiydi.
Çitin kapısını tutarken bakışlarımı fantastik filmlerin afişleri gibi kocaman harflerle yazılmış OSANTUS KAFE adlı tabeladan çektim. Elim karnımda, kafenin içine ilerlemeye başladım. Beni getirmek için o mesajı attıysa doğru bir hamle yaptığını söylemeden geçemeyecektim. Çünkü daha neredeyse altı gün önce evlenecek birine böyle bir şaka yapılmazdı. Hoş değildi. Mekânı kafasına yıkmak gibi bir düşüncem vardı.
Otomatik kapı benim geldiğimi anlayıp açıldığında bir çırpıda kendimi içeri attım. Tam karşımda dikilen sahneyi es geçerek etrafı taradım. Çok değil, birkaç saniye sonra görüş alanıma girmişti. Siyah bir gömlek giymiş, kollarını kıvırmış bir şekilde cam kenarında oturuyordu. Bir elinde kahve kupası, diğer elinde tableti vardı. Ya haber okuyordur ya da makale bakıyordur diye düşündüm, öyle bir izlenim veren birisiydi.
Kendimi sakinleştirmek için önce birkaç kez derin derin nefes alıp vermeye çalıştım ama bir halta yaradığını söyleyemezdim. Lakin üstümdeki siniri atmam lazımdı, bu şekilde gidemezdim. Tekrar aynı egzersizi yaptıktan sonra yine işe yaramadığını anlayınca ağız dolusu küfrederek sert adımlarla yanına yaklaşmaya başladım.
Önünde dikildiği gibi "Dalga mı geçiyorsun benimle!" diye yükseldim. Ağır adımlarla başını kaldırıp bana baktı. "O mesaj ne?!" Sinirle çantamı masaya fırlatıp karşısına oturdum. Tabletini usulca masaya yerleştirdi. Benim gerginliğimin aksine oldukça sakin bir şekilde kollarını birbirine geçirdi. "Ne demek benimle evlenir misin?!"
"Hayır," dedi başını iki yana sallarken, sanki çok normal bir şeyden bahsediyormuş gibi bir tavrı vardı. "Ciddiyim ben. Evlen benimle."
Sinirim bozulmuş gibi kısık bir kahkaha attım. "Ciddiyim diyor," dedim, başımı omzuma yaslayıp kelimeleri ağzımda geveledim. Gözlerimi tekrar ona diktim. Bir şey söyleyecektim ama yine sinir yine devraldı. Bir kahkaha daha dudaklarımdan kaçtı, bu sefer diğerinden biraz daha yüksekti. "Aklımı kaçıracağım, ciddiyim diyor." Kahkaham yükseldikçe mekândaki birkaç gözün bana döndüğünü fark ettim ama bakışları yok sayarak dudaklarımı ıslattım. Yüzümdeki gülümseme solmaya yüz tutmuş bir ağacın dalından düşen yaprak misali ağır ağır silinmeye başladı. Harelerimi kaplayan koyu ifade her saniye biraz daha ciddileşirken onun hâlâ arsız bir şekilde sakinliğini koruduğunu görüyordum ve bu beni çileden çıkartmaya yetiyordu.
Söylediklerimi ciddiye almamış gibi "Bir şeyler içmek istersin misin?" diye sordu.
Kaşlarım çatıldı. "Dalga mı geçiyorsun?"
"Hayır," dedi omuz silkerek. Çıldırmama ramak kalmıştı.
Ellerimi sertçe masaya yerleştirdim. Poyraz'a doğru yaklaştım. "Güldük eğlendik; hadi şimdi derdin ne, onu söyle," dedim dişlerimi sıkarak. "Geleyim diye böyle bir şey yazdığının farkındayım ama hiç komik olmuyor. Hele de birkaç gün önce düğünü bozulan birine yapılan bir şakaysa..." Öfkeyle çenemi kaldırdım. "hiç ama hiç komik olmuyor."
Birbirine geçirdiği kollarını ayırıp ellerini masaya koydu, benim sert hareketime rağmen, Poyraz sakin bir şekilde davranmaya devam ediyordu. Mavilerini yeşillerime diktiğinde gördüğü tek şeyin öfke olduğunun farkındaydı ama umursuyor gibi değildi. "Gelmen için yazdığım doğru," dedi beni daha da öfkelendireceğini bile bile.
"Niye?" diye çıkıştım. "Amacın ne? Ne konuşabilirsin ki sen be-"
Araya girdi Poyraz. "Lafımı bitirmeme izin ver," dediğinde sakinleşmek adına nefes egzersizi yaptım. Ellerim boynumu sardı. Gergin olduğum her an, ellerim titrerdi. Yine titrediğinde bunu ondan saklamaya çalıştım. Konuş der gibi çenemi kaldırdım. Gözleri boynumu saran ellerime kaydığında hafifçe kısıldı. Bir şey diyecek gibi oldu ama sustu. Ellerimi boynumdan ayırıp kucağımda birleştirdim. Titrediğini fark etmiş gibiydi. "Evet, gel diye yazdım. Eğer inat edip gelmeyeceğim demeseydin ve gelseydin, yine aynı teklifi yapacaktım."
Ne demek istediğini anlasam da "Nasıl yani?" diye sordum anlamsız bakışlarla. Ne demek istediğini anlamam, neden böyle bir şeyi yapıyor olduğunu anladığım anlamına gelmezdi.
"Evlen benimle," dedi tekrar. Yüzü biraz daha bana yaklaştı.
Kendimi geri çektim, ellerim bir an için kelimelerine şaşırarak havalandı. "Ben seninle niye evleneyim, manyak mısın sen?"
"Sadece bir süre." Evlilikten sanki bir şey ödünç alıyormuş gibi bahsetmesi ağzımı açık bıraktı. "Altı ay kadar yeterli." Bir de tarih veriyordu, gerçekten inanılmaz!
"Bana aşık oldun da birkaç ay evli kalarak aşkının bitmesini mi bekliyorsun?" Sinirlerim bozulmuş şekilde güldüm. Bu saçmalığın başka bir açıklaması olamazdı. "Manyak mısın?"
“Sana aşık falan değilim,” dediğinde kaşları çatıldı. Kafamı salladım e o zaman dercesine. “Birkaç ay evlenmem gerek biriyle.”
"Niye birkaç ay, sevdiğin biri yok mu?" Merakla yüzünü inceledim. Sevdiği birinin olup olmamasını sorduğum an bedeninin kasıldığı gözümden kaçmamıştı. Bakışlarını çok kısa bir anlığına benden kaçırdı. Sanırım öyle biri vardı. "Git onunla uzun soluklu bir evlilik yap? Ne bu macera arayışı?"
"Macera aramıyorum. Sadece benimle ileride boşanabilecek birini arıyorum." Dediklerinden zerre bir şey anlamıyordum. Boşanacaksa neden evlenmek istiyordu? Nasıl bir adamdı bu?
"Saçmalıklarını daha fazla dinlemek istemiyorum. Git kendine başka oyun arkadaşı bul." Çantamı aldığım gibi ayağa kalktım, Gitmek için hareketlendim lakin söylediği sözler adımlarımı durdurdu.
"Aldatıldım."
Bocalamıştım. Omzumun üzerinden Poyraz'a döndüğümde masanın üzerindeki ellerini sıktığını gördüm. Söylediği aklında tekrar canlanmış gibi gerildi. Aldatılmış olmasına üzülmüştüm. Bakışlarım istemsiz bir şekilde yumuşadı. Kaçırdığı gözlerini gözlerime dikmeden önce dudaklarını ıslattı. "Babaannemin son isteğiyle de biriyle evlenmem gerekiyor ve o kadınla asla evlenmem." Nedense tek sebep bu değilmiş gibi hissediyordum.
"Neden ben?" diye sordum hâlâ ayakta dikilirken. O klasik soruyu sormuştum.
“Sen de aldatıldın,” dediğinde kaskatı kesildim. “Ona ders vermek istemez misin?”
“Aldatılmadım ben!” diye çıkıştım sinirle tekrar yerime tünerken. “Terk edildim.”
Kafasını iki yana salladı. Nefesini bıraktığında "Aynı şey," diye mırıldandı. "Terk etmek de aldatmaktır." Kahvesinden bir yudum aldıktan sonra devam etti: "Hem geçmişini hem de geleceğini aldatmaktır." Niye gerçeği yüzüme vuruyordu ki, benim canım zaten yanıyordu.
İçimde fırtınalar kopsa da iyi bir yalancı olduğum için bunu belli etmezdim. Duruşumu dikleştirdim ve "Onlar aldattı diyelim, peki biz de mi kendimizi aldatalım?" diye sordum. Bir an karnımın guruldar gibi olduğunu hissettiğimde Poyraz'a içten içe küfürlerimi iletiyordum. Hâlâ bir şeyler yememiştim ve biraz daha yemezsem bebeğimin bana söveceğini hissediyordum. Bu aylarda bana zar zor yemek yedirebildiği nadir anlardaydık. Konuşmamı bitirip bir an önce buradan defolmak için tekrar Poyraz'a odaklandım. "Seni tanımıyorum. Kimsin, necisin, ailen nasıl biri bilmiyorum. Sırf Görkem'e inat," dediğimde duraksayıp gözlerimi kısa bir anlığına kaçırdım. Onun adını anmak bile geriyordu beni. "Sırf ona inat, niye tanımadığım biriyle evleneyim ben? Aynı evin içinde hiç bilmediğim insanlarla yaşama fikri ne kadar korkunç farkında mısın sen?"
Poyraz Karaaslan, Ankara'dan buraya taşındıysa Karaaslan ailesinin yanında kaldığını düşünüyordum. Babası Cengiz Karaaslan ile birkaç davette denk gelmiştik, sohbetimiz olmasa da o adamdan pek hoşlanmamıştım. Bana iyi bir enerji vermemişti. Ailesinden babası dışında iş görüşmeleri sayesinde amcası ve kuzenini tanıyordum, gerisi hakkında fikrim yoktu. Haklarında tek bildiğim oldukça kalabalık bir aile olduklarıydı. Ve Poyraz'ın beni böyle bir evin içine sokmak istemesi aklını kaçırmış olduğunun en büyük göstergesiydi.
Sanki teklifini kabul etmişim gibi "Korkunu anlıyorum. Kim olsa korkardı. Ama aynı evin içinde yaşadıklarım kötü insanlar değiller. Severler seni," demesiyle kaşlarımı kaldırmış, şaşkınlıkla onu dinliyordum. Evet. Artık emindim, aklını kaçırmıştı.
"Görkem konusuna gelirsek..." dedikten sonra önündeki tableti kaldırıp bana çevirdi. Onun ismini duymak, içimde bir yerde bir deprem yarattı. "Bebeğinle seni ortada bırakan adam; gününü gün ediyor, hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyor. Üstelik başka bir düğün hazırlığı yapmaktan da geri kalmamış..." Önüme bıraktığı tableti uzandım, ellerim titremeye başlamıştı. Gördüğüm fotoğraf, kirpiklerimin ıslanması için yeterli bir sebepti. "Böyle bir adamın güle oynaya hayatına devam etmesine müsaade edemezsin. Benimle evlen, onun tüm hayatını birlikte karartalım. Bu da benim sana sözüm olsun."
Ne yapmaya çalıştığını anlayabilecek kadar çok fazla insan tanımıştım. Bana sökmezdi. "Senin sözünün benim nezdimde bir hükmü yok," diye konuştum ona bakmadan. Dudaklarımı birbirine bastırdım, dudaklarımın arasından her an kaçabilecek hıçkırığı önlemeye çalışmak zordu ama yine de kendimi tutabildiğim kadar tuttum. "Beni manipüle etmeye kalkma, yemem."
Şok şok şok! Geçtiğimiz günlerde iptal olan düğün için ünlü iş adamı Soykan Holding’in sahiplerinden Görkem Soykan sonunda kameralarımıza konuştu. Tatsız sebeplerden ötürü iptal olan düğünlerini ileri bir tarihe aldıklarını açıklayan Görkem Soykan, aylarca gizlediği gizemli gelini de daha fazla saklamayarak kameralarımızın karşısına çıkardı. Sevgilisi Didem Çalhan ile ilk pozunu verirken bir ay sonraya ertelenen düğünleri için üzüldüklerini ifade ettiler. Genç çift mutlu olduklarını, aralarında bir sorun olmadığını belirttikten sonra ünlü bir restoranda yemeğe geçtiler.
Devamını okumadım. Daha doğrusu okuyamadım. Aldatılmanın bindirdiği ağırlığın altında ezildim. Yazılar bulanıklaştı. Bu kadarı fazlaydı. Görkem ve Didem… Sus Elvin, şimdi değil. Fotoğrafta eli belinde. Tamam, şimdi değil. Şimdi değil. Neredeyse öpecek onu. Sus dedim sana! Şimdi değil. Gözümün önünün buğulandığının ve birkaç damla yaşın baktığım tabletin üstüne aktığını görebiliyordum. Zihnimi susturmaya çalışırken elimin tersiyle yaşlarımı sildim.
"Manipüle etmek gibi bir çabam yok. İki taraflı bir iş yapmak istiyorum," demesiyle bakışlarımı tabletten çekip Poyraz'a diktim. Birbirimizi tanımadığımız halde beni saçma bir oyunun içine çekmesi fazla aptalca bir hareketti. Hayal kırıklığıma öfke de eklendiğinde içimde biriken lavlar, vücudumun her bir köşesine yayıldı. Masanın üzerine bıraktığım ellerim istemsiz yumruk oldu. Sesim çıkmasa da bedenim ona olan öfkesini bağırıyordu, sabrımın sınırını sonunda aşmayı başarmıştı Poyraz Karaaslan.
"Evlilik bir iş değil!" Ses tonum fazla sertti. Evliliğe baktığı pencere, benim sokaklarıma açılmıyordu; yara aldığım yerimden benim nezdimde oluru olmayan bir teklifle gelmesi fazla çirkin bir davranıştı. Sıkı tuttuğum çantamdan destek alarak ayaklandım. Bakışlarımı tekrar aynı ekrana çevirmemek için kendimi zor tuttum. Dudaklarımın ince bir çizgiye dönüştüğünü hissederken "Gidiyorum ben," dedim.
“Gördüklerine rağmen mi?” dedi arkamdan.
“Gördüklerime rağmen,” dedim ona dönmeden. Her şeyden önce anneydim ben. Doğmamış bebeğimi böyle şeylere alet edemezdim. Bu oyunların içinde onun yeri yoktu. Tanımadığım bir adamla, Görkem ve Didem’in ihaneti yüzünden evlenmeyecektim. Karnımda Görkem’in çocuğu varken bir başkasıyla evlenemezdim. Boşanacağız deyip bana hamile halimle evlilik teklif ederken ne düşünüyordu bilmiyorum ama delirmiş olmalıydı.
Kafeden çıkıp sahile gelene kadar kafamın içinde kâbus gibi üstüme çökmüş olan fotoğraf dönüp duruyordu. Didem benim arkadaşımdı. İş yerinde yıllarca iyi anlaştığım nadir kişilerden biriydi. Düğün günümde nedimem oydu. Nikâh şahidim olacaktı. Günlerdir beni aramama nedeni buydu demek. İnanamıyordum, bu olanlara inanamıyordum. Her şey korkunç bir kamera şakası gibi geliyordu. Aklım almıyordu benim. Benim yerime nasıl geçerdi? Bunu bana nasıl yapardı? Görkem peki? O bana bunu nasıl yapmıştı? Ben diye nasıl herkese Didem'i tanıtırdı? Ne olmuştu bu adama? Değildi ki böyle. Yemin ederim değildi. Bir insan bir anda böyle değişmezdi ki, değişemezdi. Olmazdı. Bunu bana yapmaya hakları yoktu. Onları hayatım boyunca affetmeyecektim.
Bana ihanet etmelerinin hesabını ikisine daha sonra soracaktım, buna asla susamazdım. Beni salak yerine koyduklarına inanamıyordum. ama şimdi değildi. Şimdi bunu idrak etmem ve sağlıklı düşünmem gerekiyordu. Öfkeyle hareket edip bebeğime zarar vermek istemiyordum. Korumam gerek biri varken sakinliğimi korumaya çalışmak çok boktan bir his olsa da yapmak zorundaydım.
Bu hayatta elimde kalan tek şey bebeğimken ona zarar verecek şeylerden uzak durmalıydım. Bebekler hissederdi. En çok onlar hissederdi.
***
1 AY SONRA
Bu hayatta her zaman pişmanlıkları olan kişilerden biriydim. Keşke derdim hep, keşke böyle olmasaydı. Keşke sevmeseydim, keşke bir şeye başlamadan bitirseydim. Keşke... Keşke çok zehirli bir kelimeydi, dilden çıktıkça hisleri zehirlerdi. Ve benim çok fazla keşkem vardı.
Bebeğim o keşkelerden biri değildi. Olmayacaktı. Babası için hata olan bu masum can, annesi yüzünden de hayal kırıklığına uğramayacaktı. İzin vermeyecektim. Ben onun pişmanlığı olmayacaktım. Ellerim karnımda, heyecanla doktor kapısı önünde cinsiyetini öğrenmek istediğim sırada zihnimde dönüp duranlar bunlardı.
Karnım biraz daha büyümüştü. Dört aylıktan fazla olmuştu, hatta beşinci ayıma son bir hafta kalmıştı. Cinsiyeti için daha önce kontrole gelecektim ama berbat bir haldeydim. Her gün ağlamamak için çabalamıştım lakin başardığım söylenemezdi. Güne ağlayarak başlamak canımı yakıyordu. İçine düştüğüm duruma alışmam çok zordu. Henüz kendime gelmiş sayılmazdım. Tüm hayatım bir anda dağılmıştı. Kurduğum hayallerin ağırlığı üzerime devrilmişti ve ben altında çırpındıkça biraz daha eksiliyordum kendimden. En çok gitmez dediğim herkesin gitmesini kaldıramıyordum. Bir ayda günden güne daha da çökmüştüm ama bebeğim için ayakta kalmaya çalışıyordum. Ne kadarını başardığım meçhul olsa da elimden geleni yapıyordum.
"Kontrol için mi geldiniz siz de?" diye sordu birden yanımda oturan kadın. Karnı burnundaydı. Benim yaşlarımda görünüyordu. Ona döndüm. Elleri karnında gezinirken bana gülümsedi, ona aynı sıcak gülümsemeyle karşılık verdim. "Evet," dedim karnımı sararken. "Cinsiyetini öğrenecektim."
"Ay ne güzel!" dedi heyecanla. Sesi fazla canlıydı. "En heyecanlı anlardan biri!" Karnına baktı, kendi hatırlarında dolanıyormuş gibi yüzündeki gülümseme biraz daha derinleşti. "Benim afacanların cinsiyetini öğrenirken dünyalar benim olmuştu sanki. O günü dün gibi hatırlıyorum."
"İkiz mi?" diye sordum şaşkınlıkla. Gülümsemesini silmeden başını salladı. "Evet. Biri kız, diğeri erkek."
"Ya, çok güzel," diye mırıldandım tebessümle. İkiz bebek, iki can... İki bebek annesi olmak ne kadar güzel olsa da benim için biraz zor olurdu. Anne olmaya kendimi hazırlamış olsam bile iki bebeğe tek başıma bakabileceğimi sanmıyordum. Karnımdaki minik ve ben, küçük dünyamıza yeterdik.
"Siz peki?" diye sordu merakla. "Cinsiyeti ne olsun istersiniz?"
"Bilmem," dediğimde dudağımı büzdüm. "Hiç düşünmedim bunu. Benim için canımdan bir parça olması yeterli. Kız ya da erkek, hiç fark etmez."
"Orası öyle canım," dedi elini sallayarak. "Ama bazen insan acaba kızım mı olsun, oğlum mu olsun diye düşünebiliyor. Benim eşim misal, kızım olsun da kızım olsun diye gezip durdu tepemde." Başını koridora doğru çevirdi, eşini arıyormuş gibi gülümsediğinde benim gülümsemem yüzümden silinmişti. Benim bebeğimi babası istemiyordu. "Erkekler genelde kız babası olmak isterler," diye devam etti tekrar bana dönerken. Elleri karnıma gitti. "Babası ne olsun istiyor peki?" Hiçbir şey. Onu hata olarak görüyordu. "Gelmedi mi sizinle? Benimki gelmese burnundan getirirdim valla."
O an, gözlerimin dolduğunu hissettim. Bir şey söylemek için dudaklarımı aralamaya çalıştım ama konuşmaya başlarsam ağlayacağımı biliyordum. Kadın bendeki durum değişikliğini hemen fark etti. Yanlış bir şey söylediğini düşünüyor olmalı ki, yüzünde bariz bir hüzün canlandı. Babası öldü mü acaba? Terk mi edildim? Yoksa sorumsuz bir eş miydi? Kafasının içinde gezinen soruların bunlardan ibaret olduğuna emindim. Bir şeyler söylemek istedi lakin adımın seslenilmesiyle ayaklandım ve susmak zorunda kaldı. Muayene sıram gelmişti.
"Sağlıkla kucağınıza alırsınız umarım bebeklerinizi. İyi günler," diyerek kadının yanından uzaklaştım. Arkamdan "Siz de umarım," dedi içten bir şekilde. Doktorun odasına girmeden önce ona döndüm. Sözlerine karşılık teşekkür etme maiyetinde başımı salladıktan sonra içeriye girdim.
"Merhaba Elvin, nasılsın?" dedi doktorum Ceyda Hanım. Dört beş hafta önceki geçirdiğim kazadan sonra bebeğimle ilgilenen oydu. Hastaneden çıktıktan bir hafta sonra, düşük riskimin devam edip etmediğini öğrenmek için tekrar kontrole gelmiştim, durumumun daha iyi olduğunu söyledi ve kullanmam gereken birkaç ilaç yazdı. Cinsiyetini öğrenmek için de istersem bir hafta sonra tekrar gelmemi söyledi ama ben gelebilecek bir ruh halinde değildim. Neredeyse bir ay sonra gelebilmiştim.
"İyiyim, teşekkür ederim. Siz nasılsınız?" Karşısındaki koltuğa geçip oturum.
Ellerini masada birleştirdi. "İyiyim ben de." Yüzüme baktığında tebessüm etti. "Nasıl hissediyorsun? Heyecanlı mısın?"
Onu başımla onayladım. "Çok!" dedim titreyen sesimle karnımı tutarken. Heyecanım vücuduma yayılmış gibi tüm bedenimin karıncalanmaya başladı.
Ardından Ceyda Hanım, geçtiğimiz süreçte neler yaptığımı, strese girip girmediğimi, beslenmeme dikkat edip etmediğimi, ilaçlarımı nasıl kullandığımı ve onun yazdığı ilaçlar dışında farklı bir şeyler kullanıp kullanmadığımı sordu. Elbette ki dediği her şeye dikkat etmiştim. Birkaç prosedür konuşma daha yaptıktan sonra sonunda beni arka taraftaki sedyeye yönlendirdi.
"Uzan bakalım," dediğinde ikiletmeden söylediğini yaptım. Karnımı açarken kalbimin yerinden çıkacağını hissediyordum. Kendimi sakinleştirmek için nefes alıp verdim. Ceyda Hanım da ellerine beyaz bir çift eldiven geçirdi. Alete jeli sıkarken beni sakinleştirmek için bir şeyler söyledi ama hiçbirini algılayamamıştım. Tüm odağım hareketlerinin üzerindeydi.
Alet karnıma baskı yaptığında istemsiz olarak kendimi kastım. "Sakin ol," dedi Ceyda Hanım yumuşak bir sesle. "Bak burada bizim..." derken duraksadı. Ekrana balarken kaşları hafifçe çatıldı. Ellerini hareket ettirmeyi bırakmıştı. Avuç içlerimin terlediğini hissettim, panik içinde ekrana baktığımda sesimin titremesine engel olamadım. Baktığım siyah ekrandan bir şey anlamıyordum, yüzümde biriken endişeyle tekrar Ceyda Hanım'a döndüm lakin onun yüzünde benimdekine zıt oranda mutlu bir ifade vardı. Gülümsüyordu.
"Bir sorun mu var?" Yaşadığım panik sesime de yansımıştı. Ama kafasını olumsuzca salladığında rahatladığımı hissettim. Nefesimi bıraktım ve siyah ekranda yavaş yavaş vücudu şekil almış olan yavruma baktım.
"Bir sorun yok da..." derken güldü. "Bir prenses var burada."
"Prense... Nasıl yani? Benim..." dedim gülmekle ağlamak arasında. "Benim bir kızım..." Kısık sesle gülüp gözyaşlarımı sildim. "Kızım mı olacak şimdi?"
"Evet," dedi aynı zamanda başıyla da onaylayarak. "Minik bir Elvin'imiz olacak."
"Ben... Ben ne diyeceğimi bilmiyorum." Ellerimi ekrana doğru uzattım. "Çok mutluyum sadece."
"Senin gibi güzel biri olacağından hiç şüphem yok, olmalısın da."
Ceyda Hanım ultrasonla biraz daha bebeğimi inceledikten sonra bulantılarımın artık azalacağını ve iştahımın artacağını söyledi. O korkunç zamanlar sonunda geride kalmıştı. Şu geçen bir ayda mahvolmuştum. İptal olan düğünümden önce de midem çok kötü bir durumdaydı, asla bir şeyler yiyemiyordum, sürekli kusuyordum. Ama son bir ayda yaşadığım yoğun stres ve depresyon durumu beni daha da kötü bir hâle sokmuştu. Çoğu gece bebeğim için ağlaya ağlaya da olsa zorla bir şeyler yemek zorunda kalmıştım. Bazen aşerdiğim anlar olmuştu ama bunu söyleyebilecek tek bir kişim bile yoktu. Bebeğimin yememi istediklerini tek başıma arayıp buluyordum, bazen de gidebilecek halim olmadığından yiyemiyordum. O zamanlarda da bebeğime daha şimdiden iyi annelik yapamıyorum diyerek saatlerce ağlıyordum.
Muayene bittikten sonra Ceyda Hanım'a veda ederek odadan çıktım. Elimdeki siyah küçük ultrason kağıdına gülümseyerek bakıyor, fazla kalabalık olmayan koridorda ilerliyordum. Yüzümün haftalar sonra ilk defa bu denli gülümsediğini fark ettim. Nasıl gülümsemezdim? Benden bir parçanın ilk fotoğrafını tutuyordum. İnanılmaz güzeldi. O doğana ve onun başka fotoğraflarını çekene kadar elimdeki bu minik kare, dünyanın en güzel fotoğrafı olacaktı. Benim minik kızımdı o. Sadece benim.
Hastanenin dışına geldiğimde ultrason kağıdını çantama attığım sırada "Selam?" diye tanıdık ve bir o kadar da sorgulayıcı bir işittim. Başımı kaldırmadan çantamı kapatmaya çalışırken gözlerimi karşımda dikilen bedene diktim.
Selamını es geçtim. "Ne işin var burada?" diye mırıldandım. Karşımda dikilen kişi oydu, Poyraz Karaaslan. Onu en son bir ay önce bana aptalca bir tekli yaptığı kafede görmüştüm. O günden sonra bir daha ne karşıma çıkmış ne de bir mesaj atmıştı. Şu an karşımda dikilmesinin de tesadüf olduğunu umuyordum.
Bakışları gözlerimden ayrıldıktan sonra karnıma değdi. En son gördüğü günden sonra daha da büyüdüğünü fark etmişti. Edilmeyecek gibi değildi. Günden güne şişiyordum.
Tekrar bana baktığında yüzüne yansıyan sırıtışla "Umarım seni takip ettiğimi düşünmüyorsundur?" dedi, sesindeki alayı yakalamak zor değildi. Ben bu saatten sonra herkesten her şeyi beklerim demek istesem de sustum. "Beni neden takip edesin ki zaten," dedim omuz silktiğimde, önüme düşen saçlarımı arkaya savurdum. Sesim en az onunki kadar alaycıydı. "Tabii yine aynı saçma fikirlerle karşıma dikilmeyeceksen."
"Öyle bir düşüncem yok," diyerek kestirip attı. "O sözlerim..." gözlerini kaçırdığında bakışlarının tekrar karnıma değdiğini fark ettim. "Hataydı."
"Hataydı," diyerek onu onayladım. "Bebeğim olacak benim."
"İyi mi," diye sordu merakla. Karnımı işaret etti. "bebeğin?" Farkında olmadan yüzümde sıcak bir gülümseme belirdi. Konu bebeğim olunca ne öfkem kalıyordu ne de kinim. O gün bana evlilik gibi saçma bir teklifte bulunmasaydı onunla insan gibi konuşurdum çünkü hastanede kaldığım süre zarfınca benimle kimsenin ilgilenmeyeceği kadar iyi ilgilenmişti. O anları her hatırladığımda ona hep minnettar kalacaktım ama bu kadardı. Daha fazlası olmazdı. Evlilik teklifi ettiği gün öfkeyle eve döndüğümde bana sırf yardım ettiği için bu teklifte bulunarak minnetimi mi kullanmaya çalışıyor diye çok düşünmüş, düşündükçe de kafayı yemiştim. Çünkü onun iyi bir insan olduğunu düşünmüştüm. Ben zaten hemen insanlara güvenen bir geri zekâlıydım hâlâ. Eğer insanlara hemen güvenmeseydim şu an kalbi paramparça edilmiş biri olmazdım.
"Kızım iyi," dedim ellerimle karnımı okşarken. Poyraz'a baktığımda cinsiyetini söylediğim ilk kişinin o olduğunu tebessüm eden yüzünden anlamıştım. Gözlerimi kaçırdım. "Ben gideyim artık." Çantamı koluna sıkı sıkı tutunarak gitmek için hareketlendim. "Hoşça kal."
“Kendine iyi bak,” dedi ellerini cebine koyarken. “Önceki sözlerim için de kusura bakma.”
Onu başımla onaylamakla yetindim. Arkamı dönüp ilerledim. Lakin Poyraz’dan değil, ona söylenen sözlerle adımlarım istemsizce durmak zorunda kaldı. “Abi,” dedi tanıdık ses nefes nefese. Koşmuş gibiydi. “Görkem Soykan’ın akşamki düğünü ne yapıyoruz? Gidecek misin? Ona göre programını düzenleyeyim.”
Görkem Soykan'ın akşamki düğünü... Evleniyordu cidden ha. O gün gelmişti demek. Beni düğünümde terk edip şirkette yakınım olduğunu sandığım o kızla bu gece ciddi ciddi evleniyordu. Bana mantıklı tek bir açıklama bile yapma gereksinimi evleniyordu. Kızımız olacağını bile bilmeden gidip başkasıyla evleniyordu. Bunu bana gerçekten yapıyordu. Beni tekrar terk ediyordu. Kızım olacağını öğrendiğim gün ikimizi de tekrar terk ediyordu.
Son bir ayda ne telefon kullanmıştım ne bir haber açıp okumuştum ne de önüme magazinden bir haber düşmesini sağlamıştım. Kendimi iyi hissedene kadar; iyi de değil, kendimi en azından bu yaşananların gerçek olduğunu ikna edene kadar onunla ilgili tek bir şey görüp gardımı indirmemek için uğraştım. En azından bebeğimle ilgili olan düşük riskinin geçmesi için bekledim. Karşısına çıkmadım, hesap sormadım. O ise bu hareketimden cesaret alarak hiçbir şey olmamış gibi evleniyordu.
Bu kadarı fazlaydı, bu kadarını kaldıramazdım. Buna da sessiz kalamazdım. Ona bunun hesabını sormadan bu saatten sonra rahat edemezdim. Bir kere bile aramadı beni ya. Bir kere bile aramadı. İki yıldır birlikteydik, üç yıldır beni sevdiğini söylüyordu ama o geceden sonra bana ne oldu, öldüm mü, yaşıyorum mu biraz bile merak edip sormamıştı. İnsan nefret ettiğine bile bunu yapmazdı. Beni bir hevese sığdırıp terk etmişti. Hazmedemiyordum. Bunu asla hazmedemiyordum.
Durduğum yerde gözlerimin deli gibi yandığını hissettim. Elimin tersiyle gözyaşlarımı silip adımlarımı hızlandırdım. Arkamdan birinin ismimi seslendiğini işitmek beni durdurmamıştı. Yaklaşan ilk taksiye binerek çekip gittim.
Sahil kenarına gelene kadar takside ağlayıp durdum. Taksicinin tuhaf bakışları üzerimdeydi ama ses etmedi. İnmem gereken yere geldiğimde parasını ödediğim âna kadar hep sessiz kaldı. Araçtan indiğimde de aracıyla gözden kayboldu.
Saatlerce boş bir bankta oturup dalgalanıp duran izledim. Kaç saat oturdum orada bilmiyordum ama gece çökmüştü. Binlerce insan gelip geçti yanımdan. El ele insanlar gördükçe elimi karnıma götürüp ağladım. Ağladığımı gören olsa da kimse umursamadı, herkes yoluna gitti. Herkes hep yoluna giderdi. Ben kalırdım. Ben hep yalnız kalırdım. Bu sahilde de bir başıma kalmıştım ve bu hissin bir tedavisi yoktu.
Çantama uzandım. İçinden telefonumu çıkarırken ultrason kağıdı da beraberinde çıktı. Kağıdı kaldırdığımda elim titredi. "Annecim... güzel kızım," dedim fotoğrafını okşarken. Sesim ağlamalarımın eşiğinde titremişti. "Canım çok yanıyor bebeğim. O bizden tamamen gidiyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum." Ellerimi çaresizce havaya kaldırdım. "Elimden hiçbir şey gelmiyor."
Gözümdeki yaşlar yanağımı ıslatmaya başladı. Birbirine sarılarak yanımdan geçen genç çiftten sonra arkalarından geçen anne, baba ve minik kızın oluşturduğu aile tablosunu görmek hıçkırıklar içinde ağlamam neden oldu. Böyle olabilirdik. Biz de böyle olabilirdik ama Görkem, hata demişti bize. "Ben neyi yanlış yaptım?" diye fısıldadım çatallaşan sesimle. "Sadece sevdim. Çok sevdim. Ben sevdikçe de gittiler."
İnsan sevdikçe çiçek açar, demişti bir gün annem bana. Annem hiç yanılmazdı ama bu dedikleri yanlış gibi geliyordu ben soldukça. Ben sevdikçe solmaya başlamıştım. Bir daha nasıl çiçek açardım bilmiyordum. Bir daha çiçek açabilir miydim onu bile bilmiyordum. Sevmek suçtu belki de. Sevmek, öldürürdü. Çünkü zehirdi her şeyin fazlası. Benim sevgim zehirdi ve giderdi herkes, ölmemek için.
Yaşamak için öldürürlerdi içlerindeki beni. Ve ölürdüm birçok kez. Öldükçe de hep bir yanımı gömer, giderek eksilirdim kendimden.
Kulağa ulaşan korna seslerini es geçerek oturduğum banktan destek aldım. Yavaşça hareketlendim. Kaldırımın önüne geldim ve taksi bekledim. Sormam gereken hesabı sormadan bu acının beni daha da öldüreceğini biliyordum. Bu gece ben konuşacaktım ve o susacaktı.
Sonra da gidecektim bu şehirden, sanki hiç yaşamamış gibi...
BÖLÜM SONU...
***
Noluyo noluyoo...
Bölümü nasıl buldunuz?
Elvin'in Poyraz'ı reddeceğini bekliyor muydunuz?
Yani kimse pat diye bilmediği bir adamla evlenmek istemez.
Bakalım ilerisi bizi nereye götürecek...
Bu arada bölümde gördüğünüz Osantus Kafeyi başka bir kitapta yine göreceğiz. Bahsi geçen Buse karakteri, benim Çıkmaz Sokak ve bu kitaptan çook daha önce yazdığım başka kitabımın ana karakteri. Ah ahhh onunla da neler yaşacağız ama çok sonra... Osantus ismi de bir başka kitabımda (fantastik kurgu) geçen bir kelime. Benim ilk kurgum. Bir gün devam ederim umarım...
Yorumlarınızı bekliyorum. Yeni bölümde görüşmek üzere.
Esen kalın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.77k Okunma |
1.36k Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |