16. Bölüm

9. Bölüm | Benzer Hikâyeleri Olanlar

Esmacayım
esmacayim

Selam selam selam...

Bölümü bitirir bitirmez geldim. Keyif aldığım bir bölüm oldu. Yavaş yavaş birilerini tanımaya başlıyoruz. Umarım seversiniz.

Yorumlarını bekliyorum.

Keyifli okumalar...

9. BÖLÜM

BENZER HİKÂYELERİ OLANLAR

Elvin Erden

Hayata kaç farklı pencereden bakılır bilmezdim ben. Pencere sayılarım arttıkça saymayı bırakmıştım. Yaş aldıkça, yaşadıkça ya da yaşayamadıkça yeni bir pencere açardım ki nefes alabileyim. Nefes alabileyim ki bir şekilde de olsa devam etmeye çalışayım. Ben her zaman devam etmek için bir yol arardım ve o yolu bir şekilde bulurdum. İnatçıydım.

İlk defa çabalamak istemediğim ân, uçurumun başına geldiğim ândı. İlk defa o an yeni bir yol aramak istememiştim. Uçurumun başında tek yol aşağı atlamaktı. Kendimi başka yolum olmadığına inandırmak istemiştim. Ve biliyordum ki ileride bunun için pişman olacaktım. Her pişman oluşumda da Poyraz'a minnet duyacaktım. Çabalamadığım için kendime kızacaktım ama sonra anlayacaktım. Her zaman iyi olunmaz. Her zaman sağlıklı düşünülmez. Her zaman yol aranmaz. Dinlenmek gerekir bazen. Dinlenmek ve düşünmek. Ama o an iyi olamazdım, bunu biliyordum. Artık anlıyordum ama yine de bir şekilde kendi içimde boğulmaya devam ediyordum. İntikam ateşiyle yanıp tutuşan göğsümün izin verdiği kadarıyla nefes alabiliyordum. Ve aldığım her nefeste o ateşi daha da harlıyordum.

Ateş her yanımı sardığında başka bir hamle yaptım.

Neden yaptım, niye yaptım, daha sonra ne olacak, sonuçlarıyla baş edebilecek miyim... Hiçbirini düşünmedim. Hiçbirine cevap aramadım. Sadece yaptım. Sadece o hamleyi yapmak istedim. O ân, o mesajı atmasaydım biliyordum ki bir daha asla yapamazdım. Bir şekilde kendi yoluma gider ve kendi içimde kendimi boğardım. Kendimi tüketirdim. Şu an yaptığım hamle belki daha kötü sonuçlanacaktı, belki yine üzülen ben olacaktım, belki yine tükenecektim bilmiyordum ama umursamıyordum da. Üzülmeye bağışıklık kazanmak gibi trajikomik bir hikâyem vardı ve ben; Elvin Erden, bunun da üstesinden gelecektim.

Yardım edecekse yardım edecektim.

O benim savaşımda bana destek olacaksa ben de onun savaşında ona destek olacaktım.

Şimdi bana bakan çok fazla gözün karşısındaydım ve aldığım kararın arkasında durmaya çalışıyordum. Reddetseydi onu zorlamak gibi bir çaba göstermeyecektim ama kim olduğunu bilmediğim yaşlı kadına benim hakkında "Evleneceğim kadın," demesiyle ikimizin de bu oyuna girdiğini ve geri dönüşümüzün olmayacağını anladım.

Kendimi kolay kolay tuhaf ânların içine düşürebilen biri değildim, genelde kontrolcü ve planlarına göre hareket eden bir kişiliğe sahiptim ama şu an içinde bulunduğum durum, hayatımda yaşadığım en garip anlardan birisiydi. Beyaz tenimin kızardığını hissediyordum.

Utanmıştım.

Hadi ama Elvin, sen kolay kolay utanmazsın. Ama utanmıştım işte.

Elindeki bastonuyla hayrete düşmüş şekilde bize bakan kadın, duydukları yüzünden bir süre sessiz kaldı. Kırlaşmış omzuna dökülen saçları özenle taranmıştı. Üzerinde yarım kollu mavi bir bluz vardı. Altında da kırık beyaz tonlarında ütü izli geniş bir pantolon. Bakışları sert ve keskindi. Otoriter kişiliği olduğunu buradan bile hissedebiliyordum. Sonunda tepki vermek için dudakları aralandığında mavi gözleri bana döndü.

"Ne demek evleneceğin kadın?"

Sert bakışları üzerimde gezinirken hâlâ Poyraz'ın kucağında olduğumu hatırlayınca inmeye çalıştım ama Poyraz buna izin vermedi. "İyiyim," dedim ona bakarak. Onu ikna etmek için kafamı bir kere salladım ama oralı olmadı. Bakışları bize doğru bakan esmer bir kızın üzerine gidip geliyordu ve oldukça sinirli duruyordu.

Kız kaşları çatık bir şekilde bir bana bir Poyraz'a bakarken nereye düştüğümü anlamaya çalışıyordum. "Duydun," dedi Poyraz yaşlı kadına doğru. "Sizi daha sonra baş başa kaldığımızda tanıştıracağım." Baş başa kelimesini özellikle vurgulamıştı ve bu, o kızın gerilmesine neden oldu. "Elvin'in biraz dinlenmesi gerek. Aile doktorunu çağırabilir misin babaanne?"

Kadının ifadesi biraz da olsa yumuşadı. Kafasını belli belirsiz salladığında "Tamam oğlum," diyerek yanımızdan uzaklaştı. Aklında milyonlarca soru olduğuna yemin edebilirdim. Demek babaannesiydi. Mükemmel (!) bir ilk izlenim sergilemiştim gerçekten. Daha sonra yüz yüze gelecektik. Ve bütün sorularını bana yönelteceğini düşünüyordum. Gerilmedim desem yalan olurdu.

Poyraz'a döndüm. "Gerçekten iyiyim," dedim yineleyerek. Yürüyemeyecek veya merdivenleri çıkamayacak kadar kötü değildim. "Birazcık baş dönmesi sadece."

Kan değerlerim düşük yapmama sebep olan ilaçlar yüzünden düşmüştü. O ilaçlar aklıma geldikçe aklımı kaçırıyordum. Benden çok şey almıştı. Poyraz beni o halde bulup hastaneye götürmeseydi belki şu an yaşamıyor olurdum. Tüm suçu kendimde görerek ölmek kendime yapabileceğim en büyük kötülük olurdu.

Kan kaybı yüzünden ameliyattayken birkaç ünite kan takılmak zorunda kalmışlardı. Ceyda Hanım Poyraz'ın beni yerleştirdiği eve ziyarete geldiğinde böyle söylemişti. Durumum o kadar vahiy olmalıydı ki bir ünite de hastaneden çıktığım gün takılmıştı. Ona rağmen kan değerlerim tam toparlanamadı. Hamileliğin sona ermesiyle vücudumun eski haline dönmeye çalışmasıyla da iyice dengelerim sarsıldı. Azıcık değerlerim düşse etkilenebiliyordum. Eskiden beri böyleydim. Gereksiz nazlı bir vücut yapısına sahiptim. Diğer değerlerim de bir aydan fazladır yaşadığım yoğun stres ve travma yüzünden düşünce Ceyda Hanım bunun için birkaç ilaç yazdırdı. Ve ben...

"İlaçlarını almadın değil mi?"

Gözlerimi kaçırdım. Unutmuştum.

"Aferin sana," dedi azarlar gibi. Merdivenden çıkmaya başladığında evin çalışanları olduğunu düşündüğüm kişiler en başından beri bizi izledikleri yerden dağılmaya başladı. Sadece o esmer kız aynı yerinde dikiliyordu. Biz yukarı çıkana kadar bizi izledi. Gözler ateş püskürtseydi onun harelerinden çıkan alevler beni oracıkta yakabilirdi.

İlk katı çıktığımızda dört farklı oda kapısı bizi karşıladı. Büyük ve geniş bir koridordu vardı. Merdivenlerin tam karşısında dört odanın ortasında camın önüne konulmuş mor bir koltuk vardı. Yanında da birkaç vazo. Bize kapıyı açan ve yanılmıyorsam Poyraz'ın Nurten abla dediği kadın en soldaki odadan çıktı. Eşarbını çekiştirirken "Oda hazır Poyraz oğlum," dedi kapıyı bizim için açık bırakarak. "Ne var ne yok, yeniledim."

Poyraz gülümsedi. "Eline sağlık Nurten abla. Sen işine dönebilirsin."

Kadın kaçamak bakışlarını üzerimde gezdirdikten sonra kafasını sallayarak merdivenlerden aşağı indi. Kesinlikle mutfakta dedikodum dönecekti. İçimden bir ses bu eve yeni bir kaos getireceğimi söylüyordu. Poyraz sorun yaşamayacaksa benlik hiçbir sıkıntı olmazdı. Yeni Elvin oldukça gamsız olmayı planlıyordu.

Bej renginin hakim olduğu odaya girdiğimizde ortadaki büyük yatak karşıladı bizi. Oraya doğru yürüdü. Oldukça sessizdi. Zihninde neler döndüğünü merak ediyordum. Yatağın yanına geldiğinde bir dizini kırarak yatağa bastırdı ve beni yavaşça indirdi.

Geri çekildiği sırada "Fazla abarttın," diye mırıldandım sırtımı yatak başlığına yaslarken. Boynuma asılı olan çantayı çıkarıp yatağın bir kenarına attım. "Alt tarafı baş dönmesi."

Ümitsizce kafasını salladı. "Kendine hiç dikkat etmiyorsun."

Sadece burun kıvırdım. Asıl merak ettiğim şey başkaydı ve hemen o noktaya gelmek istiyordum. "Aşağıda olan neydi? Sen asıl onu anlat." Tek kaşım alayla havalanırken gülmeye başladım. "Evleneceğim kadın mı? Hani istemiyordun?"

Yorgunca nefesini bırakarak cama doğru yaklaştı. Cam sanırım arka tarafa bakıyordu. Oldukça güzel bir evdi. Fazla büyük ve fazla doğa ile iç içe. Özellikle evin önündeki çiçeklere bayılmıştım. Daha sonra orayı incelemek istiyordum. Arka tarafı daha görmemiştim.

"Babaannem senin evlilik lafını duydu," dediğinde topu bana atmak istedi ama altında başka bir şey olduğunu göremeyecek kadar kör ve aptal değildim.

"Espri derdik. Birlikte çalışıyor der, geçiştirirdik." Bakışları benden yana değildi, elleri cebinde dışarı izliyordu. "Esmer kadınla alakalı değil mi? Hani şu aşağıdaki güzel olan?" Sözlerimle kaskatı kesildi. Gülümsedim. Benden bir şeyin kaçmayacağını anlaması gerekiyordu.

Bana döndüğünde bakışlarında merak vardı. "Nereden anladın?"

"Cin gibi gözlerim var," dedim omuz silkerek. Uyarı dolu bakışlarımı ona gönderdim. "O yüzden beni kandırmak isterken iki kez düşün." Bu çok tatlı bir tehditti. Kafamı omzuma yaslayıp sevecen bir şekilde gülümsemem bunu kanıtlıyordu.

Söylediklerim onu kısa bir anlığına da olsa güldürdü. Sonra suratı yine sirke satmaya başladı. "Evet," dedi usanmışça. "Aylin." İsim dudaklarının arasından çıkarken bile tiksinti akıyordu. "Etrafımda dolanmasından çok sıkıldım. Bugün yine canımı sıktı. Onu tekrar evimde görünce de sözler birden ağzımdan çıktı. Aptalca bir hareket olduğunu biliyorum ama olanı geri alamam. Sadece rahatsız olduysan gidip hemen onlara aksi-"

Lafını bitirmesine izin vermeden araya girdim. Rahatsız değildim. Ben bu konuyu açmasaydım asla öyle bir şey demezdi aşağıda. "O muydu?" diye sordum konuyu değiştirerek. Söylediği şeyleri sorun etmediğimi anladığında rahat bir nefes alıp kim miydi der gibi kafasını salladı. "Seni aldatan?"

Cevap vermedi. Tekrar arkasını döndü. Bu da bir cevaptı. Bugün telefonda da o kızla konuşuyordu. Aylin demişti ve evlilik sözü geçmişti. Ve de aldatmaktan bahsediyordu. Neden aldatmıştı ki? Çok tanımıyordum ama iyi biriydi Poyraz.

Aldatmak isteyen her türlü aldatıyordu. Aldatmanın bahanesi olmazdı.

Ortamdaki sessizlik beni biraz gerdi. Aylin meselesi onu rahatsız ediyor olmalıydı ve ona oldukça hak veriyordum. Görkem denen şeref yoksunu sayesinde tecrübe edinmiştim. Onu düşündükçe bile öfkeden delirdiğimi hissediyordum.

Sessizlikten sıkıldığım için odayı incelemeye koyuldum. Kendi evimdeki odamdan büyüktü. Ama bahse varım ev sahiplerinin kendi odaları bu odadan kat be kat büyüktü. Devasa bir evdi. Duvarlar sarıya kaçan duvar kağıtları ile kaplıydı ve üzerinde anlamsız ve rastgele dizilmiş birkaç tablo vardı. Odanın pek bir ruhu yoktu. Misafirler için ayarlanmış olduğu barizdi. Yatağın her iki yanında iki çekmeceli komodinler yer alıyordu ve onların da üzerleri boştu. Altı kapılı gardırop ve karşısında banyo olduğunu düşündüğüm başka bir kapı ile oldukça sade bir odaydı.

Bakışlarım yavaşça gardırobun sağında odanın açık kapısına doğru kaydı. Minik bir kız ellerini pervaza yaslamış, gizli gizli içeriyi izliyordu. Onu fark ettiğimi anladığında hemen elleri çekip saklandı. İnanılmaz güzel bir şeydi. Merakına yenilip tekrar baktı. Bu sefer göz göze geldik ve ona içten bir şekilde gülümsedim. Sarı saçları, yemyeşil gözleriyle beni resmen büyülemişti. Taş çatlasa beş yaşında ya vardı ya yoktu. Bakışlarımı omzuna yatırdığımda sağ elimi kaldırıp iki kez gel işareti yaptım.

Poyraz hâlâ arkası dönüktü ve onu fark etmemişti. Kızın bakışları ikimiz arasında gidip geliyordu. Çekinmişe benziyordu. Onun için yabancı olduğumdan rahatsızlık duyuyor da olabilirdi. Ama yine de onu daha yakından görmek istiyordum. Bu sefer sesli bir şekilde ve oldukça yumuşak bir sesle "Gel," dedim. Poyraz ona söylediğimi sandığı için anlamsız bakışlarla bana döndü ama sonra mavilerini kapıya çevirdi. Kızı görür görmez asık suratı yok olmuş ve dudaklarında büyük bir gülümseme peydâh olmuştu.

Poyraz'ın gülmesinden cesaret alan kız kollarını açarak "Amca!" diyerek neşeyle ona doğru koşmaya başladı. Sesi çok şekerdi. Pembe beyaz ekoseli dizlerinde biten ve kolları fırfırlı olan elbisesiyle adeta minik bir prensese benziyordu. Saçları arasında pembe fiyonk bir toka vardı.

Dizleri üzerinde eğilen Poyraz, ona yaklaşan kızı bir çırpıda kucağına aldı ve ayaklandı. "Prenses," dedi yanağına öpücük bıraktığında. "Ne zaman geldiniz siz?"

Ellerini sallarken "Çoktan!" dedi her harfini uzatarak. "Seni bekliyordum." Gözleri kısa bir süreliğine bana kaydı. Tekrar Poyraz'a döndüğünde fısıldadı. "O kim?"

Poyraz göz ucuyla bana baktı. Yüzümdeki gülümseme onun gülümsemesini daha da büyütürken kucağındaki kızın kulağına doğru yaklaştı ve "Kendin tanışmak ister misin?" diye sordu. Tanışmayı dört gözle beklediğim minik prenses, hevesle başını art arda salladı. O da benim kadar heyecanlı görünüyordu ve bu beni inanılmaz mutlu etmişti.

Amcasının kucağından inen kız yanıma yaklaştı. Yatağa çıkıp bacaklarımın yanına oturdu. Artık daha cesur görünüyordu. Bana ilk başta attığı ürkek bakışları gitmişti. Elini uzattığında afallamış bir şekilde ona baktım. "Merhaba," dedi. "Defne ben."

Küçük bir kahkaha attım. Çok tatlı bir şeydi. Büyümüş de küçülmüş. "Elvin ben de," dedim uzattığı eli tutarak. Diğer elim saçlarına gidince okşadım. "Ne kadar güzelsin sen."

İltifatım onu güldürdü. Boştaki minik elini önce kıkırtısını gizlemek için dudaklarına götürdü, sonra ben biraz daha gülümseyince elini dudaklarından çekti ve saçlarıma doğru uzattı. Birkaç kez eli saçlarımın arasında gezdiğinde gözlerimin dolacak gibi olduğunu hissettim. Bebeğim yaşasaydı o da büyüyünce beni böyle severdi belki. Ama o hiç büyüyemeyecekti ve ben bir daha annesi olamayacaktım. "Sen de çok güzelsin, meleklere benziyorsun."

Pınarlarımdan yanaklarıma doğru bir damla yaş süzüldü. İnsan bu hayatta alışamam dediği her şeye alışıyordu. Gün geçtikçe de bebeğimin yokluğuna alışmaya başlıyordum ve bu canımı yakıyordu. Çünkü onun yokluğuna alışmak onu özlememi engellemiyordu. Kalbimin bir köşesine sancı gibi çöküyordu.

Defne ağladığımı görünce endişeye kapıldı ve minik elleriyle yaşlarımı sildi. "Niye ağlıyorsun, Elvin? Seni üzdüm mü?" Düşüncesi o kadar tatlıydı ki ağladığım için kendime kızmak istedim. Gülümsedim ve hızla kafamı iki yana salladım.

"Hayır hayır," dedim çabucak ellerini ellerimin arasına alırken. Ona doğru biraz eğildim. "Güzel kızlar beni hiç üzmez."

Defne'nin kıkırtısı odayı kapladı. İkimiz de birbirimize gülerek bakarken "Amcacım," dedi Poyraz birden. Defne konuşmamızı böldüğü için çatık kaşlarla ona doğru döndü. "Elvin biraz hasta, dinlensin şimdi tamam mı? Sonra yine konuşursunuz." Bakışları kısa bir saniyeliğine beni buldu. Neden birden böyle hissettiğimi anlamıştı.

O beni hep anlıyordu.

O beni tanımıyordu ama beni bir şekilde anlıyordu.

Suratı asıldı Defne'nin. "Yaa..." dedi üzgün bir ses tonuyla. "Çok mu hastasın Elvin? Sana süt getireyim mi? Annem hasta olunca bana hep süt getirir."

Ellerini dudaklarıma götürüp her ikisine de öpücük bıraktım. Ona şimdiden çok fazla ısınmıştım. "Çok hasta değilim Defne'cim. Sadece biraz dinlensem yeter. Sütü daha sonra aşağıda birlikte içeriz, olur mu?"

Neşeyle elini birbirine çarptı. "Çok isterim!"

Defne eğilmemi işaret edince ona biraz yaklaştım. Yüzümü minik avuçları arasına aldıktan sonra yanağıma ıslak bir öpücük bıraktı ve kıkırdayarak benden uzaklaştı. Beni sevmiş olduğunu hissetmek kalbimi sıcacık yapmıştı.

Yataktan indiğinde "Ben şimdi gideyim, iyileşince hemen gel olur mu?" dedi büyük bir heyecanla. "Sana bebeklerimi göstermek istiyorum."

Hevesle başımı salladım. "Çok isterim."

Defne arkasını dönüp çıkacağı sırada Poyraz "Amcaya öpücük yok mu?" diye sorduğunda istemsiz bir kahkaha attım. Defne onun varlığını tamamen unutmuştu. Bunu fark eden Poyraz, ayakta dikilmiş sahte bir kızgınlıkla ona bakıyordu. "Satıldım hemen."

"Çok kıskançsın amca," diye söylendi Defne ona yaklaşarak. Önünde durdu. Kaşları çatıktı. İşaret parmağıyla eğilmesini işaret etti. Poyraz gülerek isteğini yerine getirdi. Defne'den önce kendisi onu öpünce Defne'nin suratı buruştu ama sonra tatlı tatlı kıkırdadı. İkisi de birbirini çok seviyor olmalıydı. Ailenin kalan üyelerini de merak etmiştim. Poyraz oldukça kalabalık olduklarından söz etmişti.

Defne Poyraz'ın yanağını öptükten sonra bana dönüp elini salladı, ardından odadan uzaklaştı. Çıkarken arkasından kapıyı kapatmayı da ihmal etmedi. Kesinlikle aşırı akıllı bir kızdı.

Defne'nin çıkışıyla yüzümdeki gülümseme de kapıdan çıkmış gibi hissettim. Suratım yavaşça asıldı ve gözlerim usul usul yaşlarla dolmaya başladı. Bebeğimi çok özlüyordum. Onun karnımdaki varlığını, kıpırtısını, ben üzülünce beni anlayıp hareketlenmesini çok özlüyordum ve bu özlemin beni hiçbir zaman terk etmeyeceğini biliyordum.

"Nasıl hissediyorsun?" Poyraz'ın sorusuyla ona döndüm. Gözlerimin tekrar dolduğunu görünce yanıma yaklaştı ve Defne'nin oturduğu yere oturdu. Bir eli destek vermek için omzuna gitti. "Benim yanımdayken hislerini gizlemene gerek yok. Ben seni anlıyorum."

"Bebeğimi özlüyorum." Sesim titredi.

Kafasını belli belirsiz salladı. "Biliyorum."

"Geçecek mi?"

"Alışacaksın."

Kuruyan dudaklarımı ıslattım. "Alışmak canımı yakıyor."

"Bazen canın yandıkça öğreneceksin." Derin bir iç çekti. "Ve sen bunu biliyorsun." Biliyorsun çünkü çok acı çektin diyordu. Biliyorsun çünkü senin canın yıllarca yandı. İlk yandığında altı yaşındaydın. Biliyorsun çünkü sen acıya hep alıştın.

Burnumu çektiğimde "Ben içimde biriken acıyı tarif edecek kelime bulamıyorum, Poyraz," dedim kesik kesik. "Sanki ne söylersem söyleyeyim bir şeyler eksik kalacakmış gibi hissediyorum ve bu beni mahvediyor. İnsanın acısını tarif edemeyecek kadar acı çekmesi hak mı?" Sözlerimin sonlarına doğru artık kısık seslerle ağlıyordum. Başımı eğip kucağımda birleştirdiğim ellerime baktım. Onun yanında ağlamaktan da utanıyordum artık. Yaşlarımı ondan gizlemek istedim.

Poyraz'ın omzumdaki eli saçlarımın arasına gitti. Bir tutamını kulağıma sıkıştırdı. Hareketi istemsizce titrememe sebep olmuştu. Diğer eliyle de çenemi tutup yavaşça kaldırdığında gözlerimiz buluştu. Gökyüzüne bakan çimen gibiydik.

"Acılar tarif edilemez, Çiçek. Sadece yaşanır," dedi. "Kendini anlatmak için çabalama. Kendini gizlemek için de çabalama. Sen sadece yaşa." Ellerini saçlarımdan usulca geri çekti. Sözlerinde acele etmiyor, tane tane anlatarak beni sakinleştirmeye çalışıyordu. "Eğer öfkeliysen, çok acı çekiyorsan ve dayanamayacak gibiysen hiç düşünme, acını dilediğin gibi yaşa yanımda. Yık, dök, parçala hatta istersen öylece sus ve gözlerime bak." Gözlerime daha da derin baktı. "Ben anlarım seni. Yıktıklarından da, sustuklarından da anlarım. Bulamadığın kelimelerini de anlarım."

Anladın mı der gibi başını salladığında bir süre ona baktım. Nasıl bu kadar kısa sürede kelimelere bile ihtiyacı olmadan beni anlıyordu bilmiyordum. Gözlerine baktım ve cevap aradım. Benzer acıları yaşayanlar birbirini acısından tanırdı. Gözlerinde acımı görür gibi oldum. Ondan destek almak istercesine bir anda kollarımı boynuna doladım. Böyle bir şey beklemediğinden kasılmıştı ama sonra bir eli beni sakinleştirmek için belime dolandı. Sözleri içime işlemişti. İhtiyacım olan her kelimeye sahipti sanki ve o kelimeleri bana yönelterek beni durgunlaştırıyordu.

Poyraz dinmek isteyebileceğim bir liman gibiydi.

Çenemi omzuna yasladım. "Sen sadece yaşa," diye fısıldadığında ağlamalarım giderek azalıyordu. Tanıştığımızdan beri yaptığı buydu, beni yaşatmaktı. Bana hep yetişiyordu.

Konuşacak hale değildim ama varlığı beni durgunlaştırdı. Biraz da olsa kendime geldim. Tamamen rahatladığımı hissettiğim an sonunda "Teşekkür ederim," diyebilmiştim.

Kapı açılma sesi geldiğinde dikkatim dağıldığı için kollarımı ondan ayırdım. İkimizin de bakışları kapıya döndü. Poyraz'ın babaannesi elindeki bastonuyla bize bakıyordu. Bir şeyler anlamaya çalışıyor gibiydi. Evlerinin ortasına bir anda gelinleri olarak düşmem onlar için şok ânı olmuş olmalıydı. Aynısı benim için de geçerliydi. Ona mesaj atarken bu kadar hızlı bir sonuç beklemiyordum. Her şey spontane gerçekleşmişti ve eski Elvin olsaydı şu an çıldırıyor olurdu. Planları dışında bir şey olmasına katlanamazdı.

"Bir şey mi oldu babaanne?" diye sordu Poyraz ayaklanarak. Kadının bakışları üzerimde geziniyordu ve beni oldukça ürkütüyordu. Ki ben kolay kolay birilerinden korkabilen biri değildim. Genelde korku salardım.

Poyraz'a döndü. "Annene bak sen, seni soruyordu." Sonra bakışları beni buldu. "Ben ilgilenirim Hanım kızımızla." İlgilenmek dediği umarım beni camdan falan atmak değildi. Bakışları gerçekten ürkütücüydü. Bir kat yukarıdaydık ve buradan düşersem en iyi ihtimalle de bir yerlerimi kırardım.

Ne saçmalıyordum şu an?

Kadın içeriye girdi. Poyraz'ın bakışları bana dönünce çenemle işaret ederek git sen dercesine ona baktım. Zaten buraya gelme nedeni birini görmek içindi. Arabadayken Harun aramış ve Yasemin Teyze iyi değil demişti. Bahsettiği kişi kimdi bilmiyordum ama Poyraz gerilmişti. Şimdi de babaannesi annene bak sen diyordu. Sanırım iyi olmayan annesiydi ve benim yanında durarak zaman kaybediyordu.

"Birazdan gelirim, ilaçlarını da söylerim getirirler." Gözümü devirdim. İlaçlarım benden çok ona dert olmuştu. Getirmelerini isteyeceğine göre bu gece burada kalacağız gibi duruyordu. Daha kendi aramızda bu konuyu konuşamadan ailesi ile konuşacaktık ve her an pot kırabileceğimizden korkuyordum. Kendimden çok onun pot kırabileceğinden endişeliydim, nasıl biriydi tam bilmiyordum ve davranışlarını kestiremiyordum ama ben iyi rol yapardım.

"Git sen git."

Başıyla onaylayıp babaannesinin yanına gitti. "Odasında mı?"

"Arka bahçede. Yaprak yanında."

"Tamam," dedi son kez bana bakarak. İkimiz bu konuyu konuşmadan babaannesiyle beni yalnız bırakmak istemiyor gibiydi. Ama gitmesi gerektiği için arkasını dönüp odadan çıktı.

Tanımadığım kadınla odada yalnız kalmak biraz da olsa gerilmeme neden oldu. Ben de mi gitseydim? Poyraz'ın buna izin vermeyeceğini elbette ki biliyordum. Başım döndü diye ortalığı ayağa kaldıracaktı. Son bir buçuk iki ayda bulunduğum haller yüzünden olsa gerek en ufak şeye bile endişeleniyordu.

Kadın yanıma yaklaştı. Bastonun biraz öndeydi ve iki elini de tepesine yaslamıştı. "İyi misin?" diye sordu. Sesi mesafeliydi. Yine de sorusunda samimi olduğunu görebiliyordum.

Başımla onayladım. "İyiyim, teşekkür ederim," dedim aynı mesafeyle. "Sadece başım döndü. Poyraz'ın abartması." Aferin Elvin. İlk konuşmanızda kadına torununu şikayet etmek büyük bir başarıydı ve bunu da ancak sen yapabilirdin.

Hafif tebessümü beni şaşırttı. "Poyraz oğlum sevdiklerine düşkündür. Ufak şeyleri bile çok önemser." Söylediklerine sadece gülümseyebildim çünkü sözlerine nasıl cevap vereceğimi bilmiyordum.

"Adın ne?" diye sordu. Aşağıda Poyraz ismimi cümle içinde geçirmişti ama anlaşılan benimle tanışmak istiyordu.

"Elvin," dedim. "Adım Elvin. Sizin nedir?"

"Nergis." Yine bir çiçek ismi. Bu beni gülümsetti. "Memnun oldum Hanım kız. Birazdan doktorumuz gelecek. O zamana kadar dinlen sen." Neyim olduğunu anlamaya çalışıyordu ama yine de bu konuda herhangi bir şey sormadı. "Bir şeyler yemek ister misin? Kızlar getirir sana."

Mahcubiyetle başımı iki yana salladım. "Hayır, teşekkür ederim. Aç değilim. Yeterince zahmet olduğumu düşünüyorum." Doktorun gelmesi de oldukça gereksizdi. Adamı ya da kadını boşu boşuna buraya kadar getirtiyorlardı.

Nergis Hanım'ın kaşları çatıldı. Sözlerimi beğenmemişe benziyordu. "Torunum seninle evleneceğini söylüyorsa bu eve zahmet olmazsın. Misafire de kadir kıymet veririz biz. Bir daha duymayayım." Benden hoşlanmamış gibiydi. Ya da umarım ben yanılıyorumdur. İkincisine ümit bağlamak istiyordum.

Tebessüm ederek "Anlıyorum," diyebildim sadece. Hiç bilmediğim bir yerde hiç tanımadığım insanlardan bir şey istemezdim ben ve bu bir alışkanlıktı. Bunun için özür dilemeyecektim. Yine de bu oyuna gireceksem ayak uydurmaya çalışmam gerekiyordu. "İlginiz için teşekkür ederim."

Sadece kafasıyla onayladı. "Sen biraz daha dinlen, Poyraz oğlum gelir yakında," dedi gitmek için hareketlenirken. "Daha sonra topluca işin aslını konuşuruz."

Arkasını dönüp odadan çıktığında kapıyı da arkasından kapattı. Sonunda kendimle baş başa kalmış ve tuttuğum nefesi bırakabilmiştim. Burada ne halt ettiğimi uzun bir süre daha anlayabileceğimi sanmıyordum. Görkem'i ekranda gülerek görmek, üstelik yanında Didem'le görmek kalan son akıl kırıntımı da yok etmişti. İkisi de midemi bulandırıyordu. Ben böyle dibe batmışken onları mutlu görmek kanıma dokunuyordu.

Ben ikisine de bir şey yapmamıştım.

Ben ikisini de sadece sevmiştim. Sevmek insanın kendine uzattığı bir silaha dönüşmemeliydi ama benim her yanım kan revan içindeydi.

Hayatım kalmamış gibi hissediyordum. Elimden her şeyim alınmıştı. Düşmüştüm, kanıyordum, kalkamıyordum ve ölüyordum için için. Yaşayamıyordum. Geçer sanıyordum, nefes aldıkça geçer bir şeyler artık sanıyordum ama geçmiyordu, yaram biraz daha büyüyordu. Oysa babam bana büyüyünce geçer her şey derdi.

Beş yaşıma girmemiştim daha. Birkaç ay kalmıştı. Yere düşüp dizlerimi yaralamıştım. Ağrının üstüne küçücük yerin kanadığını görünce ağlama şiddetim de artmıştı. Altı yaşıma kadar nazlı bir çocuktum. Küçücük ilgi görünce hemen şımarırdım. Küçücük şeye de hemen ağlardım. O yaraya da ağladığımı gören babam yanıma koşmuştu, üstüme titrerdi. Önce beni kucağına alıp bir yere oturttu, sonra cebinden çıkardığı bantla yaralarımı sardı, sonra da öptü yanaklarımı.

"Çok acıyor babacım," diye ağladığımı hatırlıyordum.

Ellerimi tuttu, her ikisini de öptükten sonra "Hatırlıyor musun, geçenlerde büyüyünce geçer demiştim," dedi ihtiyatlı bir şekilde. Ağlamalarım arasında defalarca kez kafamı salladım. "Bu da geçecek," diye devam etti çiçekli yara bandını işaret ederek. "Yarın biraz daha büyüyeceksin ve bu acı büyüyünce geçmiş olacak."

Ben de "Büyüyünce her şey geçer mi gerçekten baba?" diye sordum merakla. Artık ağlamıyordum.

Ellerimi bıraktı, beni kucağına aldı ve eve doğru götürdü. "Geçer tabii," dedi yürürken. "Büyüyünce her şey geçer."

Geçermiş. Büyüyünce geçermiş ama geçen şey acı olmazmış. Babam bana mutluluğun da geçeceğini söylememişti. Bir gün sonra büyüdüm, dizlerimdeki ağrı dediği gibi geçti. Sonraki yıl biraz daha büyüdüm. Sonra yine büyüdüm ve babam öldü. O ölünce annem acısına zaman vermedi, çünkü babamsız büyüyemezmiş. Annem de öldü.

Bir tek ben kaldım geride büyümesi gereken. Yarın biraz daha büyüyecektim. Bir gün geçerse acı geçerdi. Bu acı da geçsin diye bir gün beklemem gerekiyordu. Ve ben bekledim. Sabah oldu. Bir gün geçti ve ikisi de yoktu; acı vardı, hâlâ oradaydı. Ben büyüdüm ama acı hâlâ oradaydı. Göğüs kafesimde. Sonra çok gün beklemek istedim, çok gün beklersem geçer sandım. Yine geçmedi. Babam büyüyünce geçer demişti ama geçmiyordu, bugün bile acısı göğüs kafesimde yaşıyordu.

Sonra fark ettim ki geçermiş ama acı değil, mutluluk geçermiş. Acı kalırdı. Bu sefer bedeni mutluluk terk ederdi. Büyüyünce en çok mutluluk geçerdi.

Keşke bana bunu da söyleseydi.

Sen bana bunu hiç söylemedin ama ben baba, dibine kadar mutsuzum şimdi ve mutsuzluk çiçek açmaz.

***

Yaklaşık yarım saat bu odada tek başıma kalmıştım. Sadece evin çalışanları bana atıştıracak bir şeyler getirmiş ama başka bir şey demeden çıkmışlardı. Herkes gergindi ve ortamdaki bu gerginlik beni de geriyordu. Oda üstüme üstüme geliyordu. Açtığım camdan evin arka bahçesinin muhteşemliği bile gerginliğimi yok edememişti ve Poyraz biraz daha gelmeseydi kesinlikle aşağı inecektim.

Neyse ki ben inmeye karar vermeden hemen önce elinde siyah bir çanta olan saçları kırlaşmış, hafif kilolu ve gözlük takan bir doktorla odaya girdi. Tanımadığım insanlarla aynı ortamda bulunmaktan çekinen bir insan değildim. İşim gereği çok fazla yabancı kişiyle iletişime giriyordum ama buradaki insanlarla aynı ortamda bulunmaktan çekinmiştim ve bu yüzden yarım saat boyunca odadan hiç çıkmamıştım. Normalde olsa kimse beni tutamazdı, direkt aşağı inmiş olurdum. Ama normal bir anda değildik. Sahte de olsa bir evlilik yapılacaktı ve ben tanışma merasimini geciktirebileceğim kadar geciktirmeye çalışıyordum.

Doktor beni muayene etmiş, tansiyonlarımın biraz düşük olduğunu söylemişti. Onun dışında çok fazla sorunum yoktu. Poyraz kan değerlerim hakkında doktoru bilgilendirdiğinde yeni bir tahlil bakmak istedi ama hastaneye gitmeme konusunda hâlâ ısrarcı olduğum için eve kan alma hizmeti konusunda birkaç yerle konuşacağını söyleyip beni sakinleştirdi. Onun dışında doktor ilaçlarımı düzenli kullanmam konusunda tembihledi ve o bunları söylediğinde Poyraz'ın kötü bakışlarına maruz kaldım. Unutmak suç değildi. Kesinlikle abartıyordu.

Sonuçlar çıkınca doktor bizi tekrar bilgilendireceğini söyledikten sonra bana geçmiş olsun diyerek odadan çıktı. Poyraz da onunla inince artık bu odada kalmak istemediğim için onlardan bir dakika sonra ben de çıktım.

Merdivenlerin başından tırabzanlara tutunarak indim. Poyraz görünürlerde yoktu. Karşımdaki hafif aralık kapıdan onun dışarı çıktığını düşündüm. Bakışlarım evin içinde geziniyordu. İlk önce merdiven duvarındaki fotoğraflara baktım. Hepsi kalabalık aile fotoğraflarıydı. Aralarında siyah beyaz fotoğraflar da vardı. Yıllar boyu sürdürülen bir gelenek gibiydi. Her fotoğrafta birileri eksiliyor ve eksilenler yerine yeni birileri geliyordu.

Birileri ölüyordu ama birileri de doğuyordu.

Ölüm ve yaşam. Hayatın süregelen döngüsü.

İndiğim merdivenlerin karşısında bir merdiven daha vardı ama üst katta tek merdiven olarak devam ediyor ve sağa dönüyordu. Bir üst katı yoktu ama dışarıdan buranın üç katlı olduğunu görmüştüm. Sanırım karşı merdiven sola dönecek şekilde düzenlenmişti, diğer katlara da oradan çıkılıyor olmalıydı. Benim kaldığım yer sadece misafirler için dizayn edilmiş gibi duruyordu.

Antreden çıkıp kapının karşısındaki alana doğru yürüdüm. İlk başta dışarı çıkıp Poyraz'a bakmak istiyordum ama kaçınılanı ertelemek bir halta yaramazdı. Belki Defne hâlâ buralardaydı ve onunla vakit geçirebilirdim.

İndiğim merdivenin arka tarafında bir kapı vardı ve sesler geliyordu. Genelde bu tarz yerlerde orası mutfak olurdu, bu yüzden orayı es geçtim. Karşı tarafta camla kaplı sürgülü bir kapı vardı ve arka tarafa çıkıyordu. Adımlarımı o yöne çevirdim.

Salon olan yere geçeceğim sırada birden ismimi işitince irkildim. "Elvin Hanım?" diyordu biri arkamdan. Tanıdıktı.

İrkilmeyi üstümden atınca Harun'a doğru döndüm. Diğer merdivenlerden iniyordu. Beni görünce şaşkınca bakakaldı. "Yanlış gördüm sandım ama valla sizsiniz. Saçınız..."

Dişlerimi göstererek gülümsedim. "Biraz kestirmiş olabilirim."

"Biraz boyatmış da olabilirsiniz." Yanıma yaklaşmaya başladı ama bakışları hâlâ saçlarımda geziniyordu. Ben de bir süre kendime böyle bakacağımı bildiğimden aynalarla çok haşır neşir olmamaya çalışıyordum.

Herhangi bir şeymiş gibi "Evet," dedim dudak büzerek. "Oldu öyle bir şeyler de."

Önümde durdu. "Siz niye buradasınız ki?" diye sorduğunda Poyraz'la denk gelmemiş olduğunu anladım. Yoksa burada olduğumu söyler ve onu yanıma gönderirdi.

"Müstakbel kocamın evi," dedim omuz silkerek. Onu biraz şoka sokmak eğlenceli olabilirdi ve öyle de oldu. Ağzı iki karış açıldı.

Bana doğru eğildi. "Müstakbel neyiniz neyiniz?"

"Duydun," dedim sırıtarak. Birazdan düşüp bayılacaktı.

Eli alnıma gitti. "Ateşi de yok." Kendi kendine bir şeyler söylüyordu. "Ceyda abla acaba başka doktor mu ayarlasa?" Tekrar bana baktı. "Psikolog istemediğinize emin misiniz Elvin Hanım?"

Hiç oralı olmadım. "Nikâh şahidim sen olursun, şu ara çevremde kimse kalmadı."

Hâlâ ne döndüğünü anlamıyordu ama aynı şeyleri söylemeyi sürdürmeye devam ettiğimde "Siz ciddisiniz?" dedi daha da şok içinde. "Ne ara?"

Yüzümle kapıyı işaret ettim. "Kapıda sanırım, ona sor. Defne nerede, sen bana asıl onu söyle?"

"Siz Defne'yi nereden tanıyorsunuz Elvin Hanım? Ben paralel evrende miyim? Bunların hepsi hangi ara oldu?"

"Harun," dedim bezgince. "Çok soru soruyorsun." Kafasını ben çorba yapmış olabilirdim ama kendimden çok soru soranlardan pek hoşlanan biri değildim. Harun yine de istisnaların arasındaydı.

"Elvin!" diye bağırdı arkamdan minik bir ses. Harun'la o tarafa baktığımızda Defne'nin elindeki minik beyaz peluş oyuncağıyla bize doğru koştuğunu gördüm. Onu görmek beni gülümsetti. Önümde durunca kafasını yukarı kaldırıp bana baktı. "İyi misin şimdi, birlikte takılabilir miyiz artık?"

Dizleri kırarak çömeldim. Elini tutmam hoşuna gitmiş gibi duruyordu ki fazla gülümsüyordu. "İyiyim Defne'cim, tabii ki takılabiliriz. Ne yapmak istersin?"

"Arka bahçeye bebeklerimle piknik yapıyorum, sen de katıl."

"Kesinlikle paralel evrendeyim," dedi Harun kendi kendine. Omzumun üzerinden ona baktım. Defneyi işaret ediyordu. "Minik Şeytan kimseyi kolay kolay sevmez, Sevse bile herkesi tersler. Bana sürekli kan kusturuyor."

Defne suratını buruşturdu. "Oynamayı hiç bilmiyor, Elvin."

"Bana toplantının ortasında pembe bardaklarda olmayan şeyler içiriyorsun. İçmeyince de bağırıyorsun."

"Senin de ayak uydurman gerekiyor!" Sözleriyle ne kadar hayrete düşsem de Defne'nin bu sert çıkışı bana kahkaha attırdı.

"Minik Şeytan!"

"Sümüklü Salyangoz!"

Çömeldiğim yerden ayağa kalkarken kahkaha atmaya devam ediyordum. Anlaşma şekilleri inanılmazdı. "Dedim size." Harun bana döndü. "Kan kusturuyor bana."

Defne yüzünü buruşturup elimi çekiştirdi. "Hadi Elvin, gidelim. Salyangozlarla muhatap olmaktan hiç hoşlanmam."

"Şu minik şeytanın laflarına bak."

"Ne oluyor burada?" Poyraz'ın sesini duyunca ona döndüm. Elinde küçük bir poşetle bize doğru yürüyordu. Önümde durduğunda "Sen niye odada dinlenmiyorsun?" diye sordu.

Kaşlarımı çattım. "Biraz daha abartırsan çok fena kavga ederim," dedim gözümü devirerek. "Günlerdir yatıyorum zaten."

Defne Poyraz'la arama girdi. "Amca bizi rahat bırak," dedi üstten üstten. Harun biraz daha şaşırdı. Kendi kendine hâlâ paralel evrenlerle ilgili bir şeyler söylüyordu. Defne sanırım Poyraz'a düşkündü ve ona daha sıcak yaklaşırdı ama şimdi tam tersiydi. "Kız kıza takılacağız."

"Evet amcası,." Defne'nin saçlarıyla oynadım. Ona destek çıkmam keyiflenmesini sağladı. "Bizi rahat bırakmalısın."

"Minik Şeytan," dedi Harun Defne'ye seslenerek. "Sen ne zamandan beri amcanı tersliyorsun kız? Artık o da mı herkes gibi?"

Poyraz bir şey demedi. Defne ile aramızdaki ilişki hoşuna gitmiş gibi duruyordu. Benim de gitmişti. Belki bana iyi gelirdi.

"Sana ne sümüklü!" Defne beni tekrar çekiştirip sürükledi. "Hadi biz gidelim."

Onun minik adımların ayak uydurup ilerlemeye başladım. Omzumun üzerinden Poyraz'a bakıp onun da gelmesini istedim. Kafasıyla onayladı ve Harun'a bir şeyler söyleyip onu gönderdikten sonra arkamızdan gelmeye başladı.

Defne'yle büyük salondan geçtik ve sürgülü kapıdan bahçeye çıktık. Hava hâlâ pırıl pırıl ve sıcaktı. Bahçenin her yer çiçek doluydu. "Bahçemizi gördün mü hiç Elvin? Kocaman!"

Bahçe'nin büyük bir verandası vardı. İleride bir havuz bulunuyordu, etrafında da birkaç şemsiye ve şezlong yer alıyordu. Kalan kısımlar da tamamen ağaçlar ve çiçeklerle kaplıydı. Verandanın altında havuza bakan büyük bir salıncak, salıncağın arkasında da buradan görebildiğim kadarıyla başka çiçekler vardı. Bu bahçede her çeşit çiçek olduğuna bahse girerdim. Her birini incelemek istiyordum.

Poyraz hemen arkamda belirdiğinde "Defne!" diye seslendi yabancı bir ses. Sağ tarafımda verandanın içinde bir oturma alanı bulunuyordu ve Nergis Hanım'la birlikte birkaç yabancı yüz orada oturmuş bize bakıyordu. Ellerinde kahve fincanları vardı. Aslında Defne'ye değil, bize seslendiklerini anlayabiliyordum.

Omzumun üzerinden Poyraz'a döndüm. "Battı balık yan gider." Güldü ama çok kısa sürdü. Yüzüyle bizi bekleyenleri işaret etti ve o tarafa doğru yürüme başladık.

"Anne bak!" dedi Defne kendi gibi sarı saçları olan kadına bakarak. "Elvin. Sana demiştim, iyileşince benimle oynayacak diye."

Dört kişi vardı. Biri Nergis Hanım, biri Defne'nin annesiydi. Diğer ikisi yan yana oturuyordu, biri gençti ve yüzü Poyraz'ı anımsatıyordu. Poyraz'la aynı tonda saçları vardı ama onun aksine kızın gözleri kahve tonlarındaydı. Meraklı bakışları üzerimde geziniyordu, yine de sıcakkanlı bir havası vardı. Diğer kadının bakışları ise alaycıydı. Siyah saçlarının arası hafif kırlaşmıştı. Başta Poyraz'ın annesi mi acaba diye düşündüm ama annesi peki iyi değildi. Odasında olduğunu tahmin ediyordum. Ki Poyraz'a da hiç benzemiyordu.

"Merhaba," dedim herkesten önce davranarak. Sesimde çekimserlik yoktu, oldukça rahattım. Alaycı bakışları olan kadından sonra kendimi geri çekmeyi düşünmüyordum çünkü enerjisi hoşuma gitmemişti.

"Daha iyi misin Hanım Kızım?" diye sordu Nergis Hanım.

Gülümsedim. "İyiyim, teşekkür ederim. İlaçlarımı almayı unuttuğum için hafif bir baş dönmesi sadece."

Nergis Hanım oturmamızı işaret etti. Karşılıklı iki koltuğun çaprazında olan koltuğa geçtim. Poyraz da hemen yanıma oturdu. Defne ne kadar oyun oynamak istese de Harun'un söylediklerinin aksine oldukça uslu bir kızdı ve sesini çıkarmadan hemen Poyraz'la aramıza oturdu. "Siz büyüklerin önemli sohbeti olacak sanırım," dediğinde herkes onun bu söylediğine güldü.

Bakışlarım evin büyüğü olduğu için Nergis Hanım'daydı. "Bu şekilde tanışmak istemezdim, kusura bakmayın," dedim başlattığım oyuna ilk adımı atarken. Kimse evleneceği kişinin ailesiyle dan diye adamın kucağındayken tanışmak istemezdi. Üzgün olması gerekir diye düşündüm ve ona göre davrandım.

"Biz de istemezdik," dedi katı sesiyle. Bakışları Poyraz'ın üzerindeydi ve sinirinin bana değil, ona olduğunu anlamış oldum.

"Gerçekten abimle evlenecek misin?" diye sordu birden çaprazımda olan kız. Demek kardeşlerdi. Bu, benzerliklerini açıklıyordu.

"Yaprak!" Poyraz'ın hafif baskın sesi uyarı doluydu. Sen karışma diyordu. Yaprak omuz silkti. Dudak bükerek kafasını ne dercesine salladı.

"Oğlum sen daha yeni nişanı iptal etmedin mi?" diye sordu geldiğimden beri alaycı bakışlarını üzerimden eksik etmeyen kadın. "Ne zaman tanıştınız, ne zaman karar verdiniz?" Sözleri sanki benim nişan olayından haberim yokmuş da onun sayesinde öğrenecekmişim gibi bir hava takınıyordu. Tamam, nişan olayını gerçekten de bilmiyordum. Çünkü bu tarz şeyleri konuşabilecek bir anda hiç olmamıştık. Ama aldatıldığını biliyordum. Aldatıldığı için iptal ettiği barizdi.

"Neyi neden iptal ettiğimi biliyorsun yenge, sakın bir daha bana bu konuyu açma." Ortam bir anda gerildi. "Biz de hemen şimdi evleneceğiz demedik." Poyraz'a döndüm. Aslında hiç evlenmek gibi niyetimiz yoktu. "Sadece sizi tanıştıracaktım ama Elvin rahatsızlandı ve ortalık karıştı."

Kahvesini yudumlarken "Nasıl tanıştınız?" diye sordu Defne'nin annesi. Oldukça güzel bir kadındı. Benden birkaç yaş büyük duruyordu.

"Evet evet!" diye heyecanlanan Yaprak'tı. "Çok merak ediyorum!"

Poyraz bana baktı. Ne diyeceğini bilmiyor gibiydi. Bir anda buraya düşmüştük ve konuşamamıştık bile. Dudaklarımın iki kenarı kıvrıldı. Bana bırakması gerektiğini anladı ve geri çekildi. Gerçeğe yalan katabilirdim. Bu yüzden omuz silkerek "Arabayla bana çarptı," dedim.

Poyraz tekrar bana döndüğünde dumura uğramış gibi bakıyordu. Böyle bir şey beklemiyordu. Defne tamamen elindeki oyuncağa odaklanmıştı. Annesi az kalsın içeceğini püskürtecekti. Yaprak'ın gözleri büyüdü. Poyraz'ın yengesinin alaycı bakışları ilk defa yok oldu. Nergis Hanım ise oturduğu koltuğun kenarlarına tutundu.

İlk tepki veren Yaprak'tı. "Ne?!"

"Bildiğimiz dört tekerlekli şey olan araba mı?"

Defne annesine döndü. "Anne arabanın dört tekeri olur zaten. Bilmediğimiz araba mı olur?" Kafasını ümitsizce iki yana sallaması beni tekrar güldürdü. Bu minik kıza bayılmıştım. Annesi ona uyarı dolu bakış attı ama Defne oralı bile olmadı.

"Ne çarpması oğlum?" Nergis Hanım'ın bakışları Poyraz'ın üzerindeydi. Poyraz ise sen karıştırdın ortalığı sen toparla diyerek topu bana atmış, kendini koltuğa yaymıştı. Öyle yapacaktım zaten.

"Geceydi," dediğim an hepsinin bakışı bana döndü. Gözlerimi kısa bir anlığına onlardan kaçırdım. "Pek iyi bir ânımda değildim." Birazcık düğünüm iptal oldu diyebiliriz. Hayatım falan kaydı. Kayakla kaysam daha az kayardım. "Sokakta yürüyordum, bir anda önüne çıkmışım, farkında bile değildim. O da fark etmeden bana çarptı." Derin bir nefes aldım. Dudaklarımı ıslattığım sırada hepsi pür dikkat beni izliyordu. "Gözlerimi açtığımda hastanedeydim." O lanet olasıca yerden nefret ediyordum. "Poyraz da benimle hastaneden çıkana kadar ilgilendi. İyi olduğumu, önüne atlayanın ben olduğumu, defalarca kez kalmasına gerek olmadığını söylememe rağmen inat edip gitmedi."

Poyraz'a baktım. "Hatta..." derken o an aklıma gelmiş gibi güldüm. "Onu polise şikayet etmeyeceğimi bile söyledim. O da şikayet edip etmemen umurumda bile değil deyip beni tersledi ve hastaneden çıkana kadar yanımda kalacağını konusunda ısrarını sürdürdü." Poyraz da o ânı hatırlamış gibi tebessüm etti ama benim aksime onun gülüşü buruktu. Onunla tanıştığım bu süreçte neler yaşadığımı bir tek o biliyordu. Her acıma şahitti. Gözlerimi ondan kaçırıp diğerlerine döndüm. "Böyle tanıştık."

Yaprak gözleri büyümüş şekilde bize bakıyordu. "İnanılmaz bir hikâye gerçekten." Gülmeye başladığında Poyraz'a döndü. "Abicim, ilk vuruşta aşk mı diyorsun?" Rahatsız bir şekilde yerimde kıpırdandım. Nişan dediklerine göre yeni iptal olmuştu, onlar da aldatılma olayını yeni öğrenmişlerdi o zaman. Biz ise yeni tanışmıştık. Yalan bile olsa aldatılma içinde aldatılma hikâyesi olmak istemiyordum. Başkasıyla birlikteyken bana aşık olma düşüncesi beni rahatsız ediyordu.

Poyraz rahatsızlığımı hissetmiş gibi araya girdi. "İki ay kadar oldu biz tanışalı. Zamanla değişti bazı şeyler." İki ay önce Poyraz aldatıldığını biliyordu. Ona dönüp tebessüm ettim. Beni anladığı için minnettardım.

"İki ay kısa bir süre. Bu kadar kısa sürede mi aşık oldunuz?"

Defne'nin annesine baktım. "Zaman sadece bir algıdır. İki ay bazen çok uzun da gelebilir." İki ayda bir hayat bitebilir, hikâyeler sona erebilir. Birileri ölebilir ve birileri yeniden doğabilir. İki ay bazen çok ağır gelebilir. Sırtımdaki bu iki aylık acı dolu yükü yıllar taşıyamayabilir.

"Ve aşk," dediğimde kısa bir anlığına Poyraz'a baktım ama bakışlarım geri çektim. "Bir anda olunur. Bazen bir bakışla, bazen bir konuşma arasında, bazen de tek bir gülüşle fark edersin. Tanışmak gerek sadece.

"Poyraz'ın senden önceki hikayesini biliyor musun peki?" Aslında pek bir bilgim yoktu. Ama onun bahsettiği hikayenin Aylin olduğunu anlamayacak kadar salak değildim.

"Evet," dedim. "Biliyorum."

Tek kaşı havalandı. "Ve sorun etmedin." Bu kadar kısa sürede aşık mı oldun yoksa para avcısı mısın demeye çalıştığını anlayabiliyordum. Tamam, Poyraz ultra ötesi bir zenginliğe sahip olabilirdi ama ben de çulsuzun teki değildim. Para, ihtiyacım olan bir şey değildi.

"Etmedim," dedim tereddüt etmeden. Yaprak'ın keyfi oldukça yerindeydi. Benden rahatsız olmuşa benzemiyordu ama diğer üçü sorguluyordu. Onların eline bir şey vermem gerektiğini düşündüm ve hikâyemle biraz oynadım. "Etmedim çünkü onu anlıyorum. Benzer hikâyelerimiz var."

Bingo. Bakışlar tekrar üzerimde ve yine merak doluydu. Poyraz bunu yapmak zorunda değilsin der gibi bakıyordu. Beni düşünüyordu ama buna gerek yoktu. Ben üstesinden gelebilirdim.

"Kazanın olduğu gece aldatıldığımı öğrendim. Nişan arifesindeydim." Aslında düğün günümdü ama bu kadarına girmeyecektim. Ateşle daha fazla oynamaya niyetim yoktu. Ateşin fazlası yakardı.

Nergis Hanım yerinde kıpırdandı. Onaylaması için Poyraz'a bakıyordu ama Poyraz'ın bakışları üzerimdeydi. Bu kadar ileri gideceğimi beklemiyordu. Beni tanımıyordu. Ben hep sınırları zorlardım. Başarıya ulaşmadan da durmazdım. Huyum kurusun.

Alaycı yengemiz bana baktığında alayını tekrar suratına yerleştirdi. "Sen evlenecek miydin?" Küçümser gibi konuştuğunda ona döndüm.

"Evet," dedim. Oldukça ciddi duruyordum. "Tıpkı Poyraz gibi. Ama hayat bu, ikimizi de yanlış yoldan döndürdü. Yol bitti sanırken başka bir sokakta denk geldik." Sözlerim onu susturdu. Ama yine de durmadım.

Hem nişan veya düğün, bunları iptal eden kadınlar sizin için sorun mu? Yani bu erkeklere has bir durum mu?" Göz ucuyla Yaprak'ın keyifle arkasına yaslanıp kahvesini yudumladığını gördüm. Diğerlerinin tepkisini bilmiyordum. "Ki aldatılma oranı biz kadınlarda daha fazla."

"Kesinlikle öyle!" diye yükseldi Yaprak. "Bak yine aklıma geldi o peze–" Nerede olduğunu fark eder gibi olduğunda kelimelerini yutup çenesini kapadı. Abisi ve babaannesinin burada olduğunu tamamen unutmuştu.

Alaycı yengemize bakmaya devam ediyordum. Cevabımı alana kadar ona bakacağımı anladığı için "Benim için niye sorun olsun?" dedi omuz silkerek. "Poyraz'ın hayatı."

"Ve benim." diye ekledim. Gözlerimi kısıp, çenemi kaldırırken "Bu arada isminiz?" dedim merakla. "Düzgün tanışamadan direkt konuya girdik."

"Sevinç," dedi homurdanarak. Eh, pek de sevinç duyduğum söylenemezdi.

Önüme döndüm. Şimdi diğerlerinin tepkilerini bakabilirdim. Poyraz tebessüm ediyordu. İyi iş çıkardığımı düşünüyordu. Aksi iddia bile edilemezdi. Nergis Hanım süreç boyunca pek konuşmadı. Hareketlerimi ve tavrımı izliyordu. İnsanların hal ve hareketlerinden ne düşündüğünü çabuk anlardım ama bu Nergis Hanım'da pek işlemiyordu. Oldukça tepkisiz görünüyordu ama içten içe çok fazla şey düşündüğüne emindim.

"Siz peki?" diye sordum Defne'nin annesine. "Sizin isminizi öğrenebilir miyim?"

Gülümsedi. "Yağmur." Hâlâ mesafeli olsa da bakışları artık daha samimiydi. Sözlerim onda işe yaramış gibi duruyordu. Benzer hikâyeler yaşayan insanlar birbirini anlayabilir ve zaman geçtikçe aşık olabilir diye düşünüyor olmalıydı. Onlara düşündürmek istediğim şey tam olarak buydu.

Ama ben böyle düşünmüyordum. Ben insanlar bir kez aşık olur, onda da ağzına sıçılır diye düşünüyordum ve bundan da oldukça emindim. Bir kere aşık oldum, onda da hayatım karardı.

Bir daha aşık olmak gibi bir niyetim yoktu.

Uzun bir süre sessiz kalan Nergis Hanım, elindeki fincanı orta sehpaya bırakıp bana döndü. "Kimlerdensin?" Sorusu istemeden de olsa bakışlarımı Poyraz'a çevirdi. Bu sorudan nefret ediyordum. Kimselerdenim. Kimsem yok. Bir ben vardım, bir de kalbimin dört odasında taşığım mezarlar.

Başımı dik tuttum. "Tanıdığınızı sanmam. Yirmi yıldır bu hayatta yoklar." Kimsem yok diyemedim. Onlar yok dedim. Ama kalbimdesiniz, değil mi anne?

Nergis Hanım ilk defa bakışlarını kaçırdı. Diğerlerine bakmadım. "Bu kadar soru yeter," diyen Poyraz'dı. Üzüldüğümün farkındaydı. Herkesin ailesi ölebilirdi. Ve insanlar buna alışıp hayatına devam edebilirdi. Yirmi yıl devam edebilmek için yeterli bir süreydi ama herkesin ailesi intihar etmezdi ve her minik beden bunu görmezdi. Devam etse bile yarası içinde gizlenirdi. Herkes bunu bilmezdi.

Poyraz ayaklandı. Ayaklanırken bana elini uzattı. Tereddüt etmeden elimi elinin üstüne koyup ayağa kalktım. "Daha sonra tekrar konuşursunuz. Elvin'in ilaçlarını alabilmesi için bir şeyler yemesi gerekiyor." Beni bu ortamdan kaçırmak istediğini anladım. Baş başa konuşacaktık.

"Ben de gelebilir miyim?" Defne koltuktan indi. Ellerini arkasında birleştirirken bedenini iki yana sallıyordu. "Söz, uslu dururum."

"Defne!" Yağmur'un sesi uyarır gibiydi. Bizi rahat bırakmasını istiyordu ama benim için sorun değildi. Poyraz'la daha sonra da baş başa konuşabilirdik.

"Anne lütfen..."

Araya girdim. "Sorun değil, gelebilir." Defne'ye bakıp göz kırptım. "Hem onunla süt içeceğiz diye sözleşmiştik. değil mi?"

Hızla kafasını salladı. "Evet evet! Sonra artık bebeklerimi gösterebilirim sana. Siz büyüklerin sıkıcı konuşması bitti sanırım."

"Kız, yer cücesi," diyen Yaprak'tı. Hayrete düşmüş gibi görünüyordu. "Ne zamandan beri insan sever oldun sen?"

Defne ona suratını buruşturdu. Sanırım gerçekten herkesi bezdiriyordu. "Elvin meleklere benziyor, çok güzel." Hülyalı bakışları üzerimdeydi. "Hem bana iltifat da ediyor. Siz sürekli hakaret ediyorsunuz." Kaşları çatıldı. "Bıktım sizden."

"Cüce, asıl sen bize hakaret ediyorsun."

Defne sadece omuz silkti. Bakışları resmen hak ediyorsunuz der gibiydi.

Poyraz hâlâ elimi tutmaya devam ediyordu. Diğer elinde de bahçeye çıkmadan önce gördüğüm küçük poşet vardı. Sanırım ilaçlarımdı. Defne'nin yanımıza gelmesini başıyla onayladıktan sonra beni kendiyle çekiştirmeye başladı. Defne'de seke seke peşimizden geldi. Gitmeden diğerlerine dönüp başımla kısa bir selam verdikten sonra önüme döndüm. Bundan sonrası kulaklarımı çınlatan dedikodular olacaktı.

***

Verandadan çıktıktan sonra büyük salondaki kaç kişilik olduğunu sayamadığım yemek masasına geçtik. Oldukça büyük bir alandı. Duvarlar bir sürü tabloyla kaplıydı. Ben etrafı üstünkörü incelerken Poyraz'ın isteğiyle üç kişilik sofra hazırlandı. O süre zarfında Defne bana bir sürü şey anlatmıştı. Poyraz sanki ilk defa duymuş gibi pür dikkat onu dinliyordu ama Defne'nin bakışları sadece benim üzerimdeydi. Beş yaşında olduğunu, en sevdiği tatlının çikolatalı pasta olduğunu, bütün prensesli animasyonları sevdiğini, bütün bebeklerini sevdiğini ama en çok elinden ayırmadığı ayıcığına bayıldığını... Daha birçok şeyi söyledi ve ben her kelimesini can kulağıyla dinledim. Tek bir saniye bile araya girmedim. Sadece onu heyecanlandıracak tepkiler verdim ve bu onu oldukça sevindirdi.

Yemek bitince Defne'yle süt içemedik çünkü kullandığım ilaçta ilaçtan iki saat önce ve sonra süt ve süt ürünlerinden kaçınmam gerektiği yazıyordu. İlacın etkisini azaltıyormuş. O yüzden Defne süt içerken ben de meyve suyu ile ona eşlik ettim. Akıllı bir kız olduğu için sorun etmedi. Onun yaşındaki ben isyan başlatırdım.

Yemek bittikten sonra ilaçlarımı içtim. Çalışanlar sofrayı topladığı sırada Poyraz'la ayaklandık ve orta alandaki koltuklara doğru ilerledik. Defne de peşimizden geldi. "Akşam yemeğine kalacak mıyım?" diye sordum. Daha öğlen saatlerindeydik. Ailenin geri kalanı vardı ve evlilik planını bir posta da onlara açıklayacaktık.

"Gitmek mi istiyorsun?" diye sorduğunda üçlü koltuğa oturdu.

Yanına geçtim. "Kalmam mı gerekiyor?"

"Kalmak istemez misin?"

"Kalmak isterim."

"Kal o zaman." Gülümsediğinde gülümsedim.

"Kalayım o zaman."

Defne yerinde zıplayarak ortamıza oturdu. "Kalacak mısın gerçekten!" Neşeyle şakıdı. Evet der gibi başımı salladığımda sevinç çığlıkları attı. Onun sevinci beni gerçekten mutlu ediyordu. En çok onun için kalmak istedim. Bana iyi geliyordu. Şu kısacık anda bile yaralarımı gizledi sanki. Çocuklar hissederdi. Yaralarımı hissetmiş gibi huysuz davrandığı diğer kişilerin aksine bana oldukça sevecen yaklaşıyordu.

Poyraz baş başa kalıp konuşmamız adına Defne'ye bana göstermek istediği oyuncaklarını getirmesini söyledi. Defne de bu fikri sevmiş gibi kafasını sallayarak ayaklandı ve hemen yanımızdan uzaklaştı.

Defne gidince Poyraz bana dönüp "Nasıl hissediyorsun?" diye sordu. Öylesine değil, gerçekten nasıl hissediyorsun diyordu.

Dudaklarımı büzdüm. "Bilmem, belki karmaşık. Ama orada şov yaptığımı inkâr edemezsin. Şok oldun." Sonlara doğru sırıttım.

Sırtını koltuğa yasladı. Göz ucuyla bana bakıp gülümsüyordu. "Bir anda sana çarptığımı söylediğinde uzun zamandır kin beslediğini düşündüm."

"Beklemediği yerden vururuz adamı." Aynı şekilde ben de sırtımı koltuğa yaslamış ona göz ucuyla bakarak gülümsüyordum. "Ha bu arada... Gördüğün üzere kadınları ben hallettim, Erkeklerle de sen ilgilenirsin artık." Biri ortalıkta var mı diye göz ucuyla etrafı inceledim. Boştu. Yine de fısıltıyla konuştum. Yerin kulağı vardı. "Hikâyeyi anlattığım gibi devam ettirirsin."

İç çekti. "Gerçekten emin misin?"

"Emin olmayacağım hiçbir teklifi ne yaparım ne de kabul ederim."

"Ya mutsuz olursan?" Gözleri benim üzerimde değildi, daha çok boşluğa bakıyordu. Kafasının içinde neler döndüğün merak ediyordum.

Saçlarımı bir omzumda toplarken iç çektim. "Teklifleri yapmaktan veya kabul etmekten emin olmak mutluluğu hiçbir zaman garanti etmiyor, ki şu an geldiğim nokta en büyük kanıtı olmalı." Bana döndü. Görkem'le evlenmeyi kabul ettiğimden bahsettiğimi anlamıştı. "Yani bundan daha mutsuz olamam, rahat ol."

"İnanılmaz rahatladım." Sesindeki alaya burun kıvırdım ama yine de gülmeden edemedim. Başımı yan yatırdığımda arkamda bir hareketlilik hissettim. O tarafa dönmeden göz ucuyla yan tarafa baktım ve fark ettiğim yüzlerle Poyraz'a yaklaştım. Aramızdaki boşluğu kapatmam kaşlarının merakla havalanmasına neden oldu.

"Pot kırma," dedim dişlerim arasında fısıldayarak. Dip dibe oturduğumuzda başımı omzuna yasladım. İzleyicilerimiz vardı. Bunu yeni fark etti. Bana ayak uydurarak ellerini sırtımdan omzuma doladı. Hareketiyle titresem de sesimi çıkarmadım.

Bahçede çıkanların gitmesini beklerken üzerimdeki beklenmedik yakınlığın getirdiği ürpertiyi atabilmek için "Biber dolması," dedim kendi kendime. Yeni aklıma geliyordu. Akşam biber dolması yiyecektim ama iptal oldu gibi görünüyordu. Yemek ziyan olacaktı.

"Biber dolması mı?" Güldü. "O nereden geldi şu an aklına?"

Başımı omzunda hareket ettirirken suratımı astım. "Berfin abla akşam yapacaktı. Hatta senin de sevdiğini söyledi." Başımı omzundan ayırıp sırıtarak ona baktım. "Akşama senin olan evine seni misafirim olarak çağıracaktım."

Yüzümüz arasında az bir mesafe kaldığını fark ettiğimde kendimi geri çektim. Bizi izleyenler de dağılmış olduğunu görmek beni rahatlattı. "Doktor çıkınca beni aradı Berfin abla," dedi bana bakarken. Artık o da rahatlamış görünüyordu. "Kaç gibi geleceğimizi sorduğunda burada kalacağımızı söyledim. Yapmaz bir şey."

"İyi," dedim omuz silkerek.

Bana baktı. "Canın çekmiş gibi duruyor."

Dudaklarımı büzerek hızla kafamı salladım. "Uzun zamandır yapmıyordum," dedim. "Ve ben inanılmaz güzel yemek yaparım." Bakışlarımı ondan ayırmadım. Gülümsüyordum. "Yapayım mı biber dolması? Berfin abla nasıl yapar bilmem ama asıl benimkiler sana parmaklarını yedirir."

Elleriyle ileriyi işaret etti. "Mutfak senindir."

Yerimden kalktım. "Birkaç saate hazır olur ve bil diye söylüyorum şu an bir şey yemem tekrar yemeyeceğim anlamına gelmiyor. Yemek yemeyi severim." Bana tanıştığımdan beri sürekli zorla yemek yedirmeye çalıştığı için bu söylediğime inanmadığını görebiliyordum. Sadece birkaç hafta sonra anlardı. Ben günün her saati tıkınabilirdim. Kilo almamak için de spor yapardım ama son iki ayda böyle şeyler hayatımda yoktu.

"Hiç inanmadım." Peşimden ayaklandı.

Omuz silktim. "O senin problemin." Mutfağa doğru ilerlemeden önce ona döndüm. "Bu arada diğer teklifini de kabul ediyorum."

Kaşları havalandı. "İş teklifi mi?"

"Evet. Seninle evleneceğim diye bütün gün evde oturmamı beklemiyorsun umarım, doğama ters. Çalışmadan duramam."

Elleri cebine gittiğinde sırıttı. "Ev hanımı bir Çiçek..." dedi alayla. "Yakıştı sana."

"Poyraz!" Sesim uyarı doluydu.

"Şaka yapıyorum," dediğinde kısa bir kahkaha attı. "Senin gibi biriyle çalışmayı çok isterim. Ayarlarım bugün; istersen yarın, istersen birkaç güne başlarsın."

"Yarın seninle gelirim." Çalışmayı severdim. Bana zamanın nasıl geçtiğini unuttururdu.

Birlikte salondan çıkarken "Olur," dedi. "Benim şimdi yukarıda birkaç işim var, mutfağa mı geçeceksin sen? "

Omzumun üzerinden ona bakıp başımı salladım. "Evet." Aslında yukarıyı da merak ediyordum ama daha yeni gelmiştim. O yüzden bu konuda bir şey demedim. Burnumu her yere sokmama gerek yoktu.

"Elvin!"

Adımı işitince adımlarımı durdurdum. Defne merdivenlerden bana doğru koşuyordu. Elinde birkaç oyuncak vardı. Önümüzde durduğunda Poyraz onun saçlarını karıştırdı. Defne kıkırdarken Poyraz da bana dönüp kan almak için birilerinin eve geleceğini söyledi. Hastaneye gitmediğim için buraya geleceklerdi. Olumsuz bir şey söylemeyip onu onayladım. Bir şeye ihtiyacım olursa odasının üçüncü katta olduğunu hatırlattıktan sonra yanımızdan uzaklaştı. O gidince odağımı tamamen Defne'ye verdim.

"Bunlar mı bebeklerin?" dedim yere çömelerek.

Elime pembe elbiseli bir barbieyi uzattı. "Güzeller mi?" Gözlerini boncuk boncuk açıp bana baktı.

"Sen daha güzelsin."

"Yaa..." dedi utanarak. Yanakları al al oldu. "Birlikte oynayalım mı, lütfen..."

İşaret parmağımı dudağım üzerine koyarak düşünür gibi yaptım. "Aslında..." dedim onu daha da heyecanlandırarak. "Benim daha iyi bir fikrim var."

Gözleri merakla büyüdü. "Nedir, nedir, nedir?" Heyecanlıydı.

"Birlikte yemek yapalım mı? Ben güzel yemek yaparım."

Yüzü düştü. "Annem hiç izin vermez ki yemek yapılınca mutfağa girmeme."

Annesinden habersiz ona kendimle yemek yaptırmam doğru olmazdı. Haddim değildi. Yağmur'u tanımıyordum ve nasıl tepki vereceğini de bilmiyordum.

"O zaman annenden izin aldığımız bir gün yapalım." Yemeğin acelesi yoktu. "Bahçeye çıkalım mı? Bana etrafı göster."

Gülerek kafasını salladı. "Hadi gel, gidelim." Boştaki elini bana uzattı. Elini tuttum ve çömeldiğim yerden ayaklandım. İkimizin de elinde bebekler varken bahçeye doğru ilerliyorduk. Etraftaki çiçekleri incelemek için oldukça heyecanlıydım.

Bahçeye çıktığımızda veranda bu sefer boştu. Herkes içeri geçmişti. Defne sekerek basamaklardan inince bir adım arkasından ilerledim. "Bak!" dedi harfleri uzatarak havuzu gösterdiğinde. "Kocaman bir havuz ama benim girmem izin vermiyorlar."

"Yüzmeyi öğrenince girersin, merak etme."

"Sen biliyor musun?" Merakla bana baktı.

Kafamı salladım. "Biraz." Sonra merak ettiğim yeri işaret ettim. "Çiçeklere bakalım mı?"

Bir şey söylemeden elimi bıraktı, diğer elimdeki bebeği de alarak kendi elindekileriyle birlikte salıncağa doğru koşturdu, hepsini salıncağın üzerine bıraktıktan sonra tekrar yanıma geldi ve "Hadi gidelim," diyerek tuttuğu elimle beni çiçeklerin olduğu yere doğru götürdü. Verandanın önünde farklı farklı çiçekler vardı. Havuzun karşı tarafında da. İlerisi de ağaçlık alana benziyordu. Arka taraf sandığımdan da büyüktü.

On on beş santim uzunluğundaki saksıdaki üzerinde çiçek olmasa da yapraklarla göz dolduran bitkinin önünde durdum. "Kamelya çiçeği," dedim yaprakları narin bir şekilde dokunarak. Defne'ye döndüm. İlgiyle bana bakıyordu.

"Onun adı kamelya mı, ama o yaprak?" Sorusu beni gülümsetti. Yapraklara dokunup başka bir şey var mı diye arıyordu.

"Şimdi çiçekleri yok, genelde sonbahar sonu çiçek açmaya başlar. Kışın etrafa renk verir. Bazı türleri de kış sonu çiçek açmaya başlar ve ilkbaharda yetişir."

"Yaa..." Şaşırmıştı.

"Kamelyalar Japon kültüründe aşkı ve sadakati sembolize eder," derken yaprakların üzerini nazikçe temizliyordum. "Çiçeklerinin beyaz, pembe, kırmızı hatta bazen sarıya çalan tonları vardır." Defne'ye dönüp göz kırptım. "Ben pembe olanları severim."

"Ben de ben de!" Pembe rengi sevdiğini her halinden anlayabiliyordum. "En sevdiğin çiçek ne Elvin?"

Sorusu aklıma Poyraz'ı getirdi. Hastanede kendimi kötü hissettiğimde beni sakinleştirmek için bu soruyu sormuştu. Bakışlarımı eve doğru çevirdim. Üçüncü katta olduğunu söylediği için istemsizce bakışlarım beyaz evin üçüncü katına kaydı.

Camdaydı ve elinde dosyalarla buraya bakıyordu.

Tuhaf hissettiğim için bakışlarımı ondan kaçırıp Defne'ye döndüm ve "Pembe gülleri severim," dedim tebessüm ederek.

"Artık ben de en çok pembe gülleri seveceğim!" Sanırım beni rol model almak istiyordu. Bu beni sevindirirdi. Elleriyle diğer çiçekleri gösterdi. "Diğerlerini de biliyor musun? Hepsini anlat. Poyraz amcamın annesi Yasemin babaanne hepsini çok sever ve ilgilenir. Bazen bana anlatır. Ama benim babaannem hiç sevmez."

Yasemin babaanne ve benim babaannem mi? Nasıl yani?

Defne'nin elinden tutup diğer çiçeklerin yanına geçtik. "Hepsini anlatırım sana," dedim rengarenk ortanca çiçeklerinin yanında dururken. İlgiyle bana baktı. Çiçekleri ona anlatırken merak ettiklerimi de sormak istiyordum. "Bu evde kaç kişi yaşıyorsunuz Defne? Kalabalık mısınız?"

Kafasıyla onayladı. "Hı hı..." derken aynı zamanda elini kaldırıp hem de çok der gibi salladı. "Babaannemle dedem bazen Ankara'ya gidiyorlar ama burada yaşıyorlar. Büyük babaanne, Poyraz amcamın babası ve annesi hep buradaydı. Babamın kardeşi Demet halam yurt dışında ama Poyraz amcamın kardeşleri Yaprak halam ve Tarık amcam hâlâ buradalar. Poyraz amcam da yeni bizimle yaşamaya başladı. Bir de babam, annem, ben ve salak abim varız. Bu kadarız. Çokuz di'mi?" Güldü. Ben de güldüm ama şok içinde güldüm.

Ev kalabalık derken gerçekten yalan söylemiyormuş, bir yerden sonra resmen isimleri kaçırmıştım. Gözüm korkmadı desem yalan olurdu.

"Gözlerin kocaman oldu Elvin." Elini dudaklarına götürüp kıkırdadı. Halimle dalga geçiyordu.

Gözlerim yaramaz bir ateşle parladı. "Benimle eğleniyorsun bakıyorum," derken bir adım ona attım. "Seni gıdıklayayım mı?"

Kafasını hızla iki yana salladı. "Bence gıdıklama." Gülerek geriliyordu.

"Niye?" Kaşlarını kaldırıp bir adım daha attım.

Geri geri yürüdü. "Çünkü çok güldürüyor."

"Ve sen de çok güzel gülüyorsun. Artık emin oldum, kesinlikle gıdıklamalıyım." Sözlerimden sonra bir adım daha geri attı ve arkasını dönerek koşmaya başladı. Ne kadar istemese de benden kaçtığında çığlık atarak gülmeye devam ediyordu. Kahkahası tüm bahçeyi kaplıyordu. Peşinden yavaşça koşturmaya başladım. Ben de gülüyordum.

"Yakalayamaz ki, yakalayamaz ki... Elvin beni yakalayamaz ki..." Art arda aynı şeyleri söylemeye devam etti. Kesinlikle eğleniyordu.

"Yakalarsam bırakmam," dedim arkasından koşarken.

Aynı sözlerini sürdürmeye devam etti. Aramızdaki mesafe kısaldıkça adımları yavaşlatıyordum. Eğlenceyi biraz daha uzatmak hoşuma gidiyordu. Defne mükemmel bir çocuktu. Onun gibi çocuğumun olmasını çok isterdim ama artık anne olmayı düşünmüyordum. Bir daha kimseyi sevemeyecektim.

Aşk tek kurşunluk bir yaraydı.

Koşmaya devam ederken bize doğru yaklaşan birini görünce yavaşladım. Omuzlarında salınan kumral saçları ve mavi gözleri olan bir kadındı. Yüzü solgun duruyordu. Onu bugün hiç görmemiştim. Yüzü Yaprak'ı anımsatıyordu. Yaprak onun daha genç hali gibiydi.

Defne kadını fark edince, koşmayı bırakıp onun önünde durdu. "Yasemin babaanne bak..." derken arkasını dönüp beni işaret etti. Duyduğum isimle gözlerim büyüdü. Poyraz'ın annesiydi.

Müstakbel kayınvalidem.

Kadın Defne'nin sözlerinin bitirmesine fırsat vermeden bana doğru yürüyordu. Bakışları bir tuhaftı. Poyraz'ın bizi izlediği yere doğru baktım. Hâlâ oradaydı ama annesini görünce kaşları çatıldı ve camdan uzaklaştı. Sanırım buraya geliyordu.

Yasemin Hanım önümde durdu. Gözlerinde anlamlandıramadığım bir özlem vardı. Elini saçlarıma doğru uzattı. Ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Daha önce birbirimizi görmediğimize emindim. Eli saçlarımın üzerinde gezinince ürperdim. Defne yanımıza geldi. Elimi tutuyordu.

"Fidan..." dedi Yasemin Hanım titrek bir sesle. İki eli de yüzümü avuçları arasına aldığında artık gözlerinden yaşlar akıyordu. "Geri mi geldin güzel kızım?"

Fidan mı? Fidan da kimdi?

BÖLÜM SONU...

***

Kayınvalidemiz bizi kızına mı benzetti... Noluyo???

Bölümü nasıl buldunuz?

Favorim Defne oldu. Onu yazmak inanılmaz keyifli. Yavaş yavaş evin kalanını da tanıyacağız. Amma kalabalıklar. Yazarken ben de şok oldum. Neyse ki evleri büyük de denk gelmeyecek alanları oluyor dkmhldfh

Elvin işe başlayacak. Onun işe başlaması bir yerden sonra Görkem'le tekrar denk gelecekleri anlamına geliyor. İş sektörü... Merakla bekliyoruz efenim.

Elvin ve Poyraz'ı yan yana çok seviyorum.

Diğer bölümlerde yine görüşelim.

Esen kalın...

Bölüm : 17.03.2025 01:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...