

GİRİŞ
Üzerindeki beyaz gelinliğiyle aynadaki görüntüsünü hayranlıkla izliyordu genç kadın. Tam hayal ettiği gibi bir gelinlik tasarlamışlardı onun için. Ne abartılıydı ne de sade bir şeydi. Eteğin kuyrukları yerde sürünüyordu. Düşük omuzlu, dar kesim bir gelinlikti. Yine de göbeğindeki hafif şişkinliği belli etmiyordu. Bakır saçları omzundan aşağı dökülüyordu. Ön tutamlarını arkada birleştirmiş, taç modeli verdirmişti. Kuğu gibi görünüyordu. Kendini en çok beğendiği an, bu andı.
Evleniyordu. Sevdiği adamla hayalini kurduğu o düğün sonunda gerçekleşiyordu. Çok mutluydu. Bundan daha fazla onu mutlu edebilecek bir an düşünemiyordu.
Bu mutlu anın bozulmasından ne kadar korksa da bir o kadar da içi içini yiyordu. Her şey istedikleri gibi gidecekti. Sadece onun gelmesi gerekiyordu, sevdiği adamın, Görkem Soykan'ın.
Üç yıldır birbirlerini tanıyorlardı. İki yıldır da birlikteydiler. Onun asistanlığını yaptığı bu süre zarfında Görkem Soykan ona aşık olmuş, kadın için yaptığı tüm aşk dolu hareketlerinden sonra aşkı karşılıksız kalmamıştı. Kadın tüm ketumluğuna, dobralığına rağmen Görkem Soykan'ın şeytan tüyüne karşın hiçbir şey yapamamıştı. Ona kapılmıştı. Hareketleri, davranışları, mizacı her şeyi o kadar dört dörtlük geliyordu ki kadın için ona tutulmamam imkansızdı diye düşünüyordu. Ayaklarını yerden kesiyordu. Ona sanki bu dünyadaki tek kadınmış gibi hissettiriyordu. Her güne çiçekle başlıyordu. Ona güzel sözler söylüyor, her günü onunla başlıyor ve onunla kapatıyordu.
Şimdi ise buradaydı. Onun için giymişti bu gelinliği. Onun karısı olacaktı. Onun hayat arkadaşı olacaktı. Çocuğunun annesi olacaktı. Düşüncesi bile o kadar inanılmaz geliyordu ki!
Aynanın karşısından uzaklaştı genç kadın. Tülden perdenin çekilmiş olduğu açık cama doğru ilerlemeden önce telefonunu masadan almak için uzandı lakin elini çarpmasayıla masadan bir şey düşünce çıkan cam sesi irkilmesine sebep oldu. Masadaki küçük yuvarlak ayna kırılmıştı.
"Neydi o?" diye sordu hazırlandığı yerden uzaklaşıp ona doğru gelen arkadaşı Didem. Üzerindeki dizden yırtmaçlı mavi saten elbisesinin eteklerini tutuyordu. Kumral saçlarını tepeden toplamıştı. Kadın onu dinlemiyordu. Bakışları sadece kırılan aynadaydı. Kırılan şeylerin uğursuzluk getirdiğine inanırdı. Oysa bugün onun için uğursuzluğun adım dahi atmaması gereken bir gündü.
Didem'in bakışları kırılan aynaya kaydı. "Dikkat et, bir yerini kesme," dedi panikle. "Ben birilerini çağırayım temizlesinler." Kadın kafasını sallamakla yetindi. O an aklı sadece etrafa saçılan cam parçalarındaydı. Arkadaşı odadan çıkana kadar kırılan parçadan kendini ve geçmişini izledi.
O zamanlar altı yaşlarında falandı. Hava oldukça bozuktu. Sürekli gök gürlüyordu. Yağmur yağdı yağacak gibi duruyordu. Kız gök gürültüsünü umursamadan televizyonda açtığı çizgi diziye bakıyordu. Tarçın ve Arkadaşları izlemeyi en sevdiği çizgi dizisiydi.
Annesi yüzüne yerleştirdiği tatlı tebessümle yanına yaklaştı, kızı usulca ekrana bakarken önüne yemeğini koydu ve yanına oturup o gün arkadaşlarıyla neler yaptığını sordu. Kız da yemeğini yerken tüm gün neler yaptığını, kimlerle oynadığını, anaokulunda neler öğrendiğini annesine tek tek anlatmaya başladı. Annesi her kelimesini can kulağıyla dinliyordu. Onlar için rutin şeylerden biriydi bu sohbet.
Kadın son günlerde iyi bir ruh halinde olmasa da kızına vakit ayırmayı ihmal etmiyordu. Bir tek kızıyla konuşunca bazı şeyleri unutuyordu. Bugün içinde her zamankinden daha fazla huzursuzluk vardı ama görmezden gelmeye çalışarak kızına odaklandı. Kızı keyifle yemeğini yiyip konuşuyordu, bakışlarını bir saniye bile ondan ayırmadı. Ardından ansızın çalan ev telefonunun sesi oturma odasını kapladı. Kadının içindeki huzursuzluk tekrar büyüdü. Kızından gözlerini çekerek ayaklandı ve telefonunu yerleştirdikleri küçük masaya doğru ilerledi.
Kadın ev telefonuna uzanırken kız da yemeğini iştahla yemeye devam ediyordu. "Ne diyorsun sen Cemil abi?!" diye bağırdı birden kadın. Daha annesinin neden bağırdığını anlamaya fırsat bulamadan bir kırılma sesi kulaklarını sarınca, birden kalakaldı küçük kız. Elindeki çatalı korkuyla masaya bırakıp bakışlarını sesin geldiği yöne doğru çevirdi. Annesi bir eliyle masadan destek almış, bomboş etrafa bakıyordu.
Kadın duyduğu şeyin şokuyla masaya tutunmak isterken masanın üzerindeki küçük aynaya elini çarpmış, düşürüp kırılmasına sebep olmuştu. Kız annesinin bu halini görünce korkuyla masadan ayaklandı.
Annesinin yanına yaklaştı. Titreyen elini elbisesinin belindeki kemerine doğru uzattı. "Anne ne oldu?" dedi kısık sesle. Kadın kızının sesi ve dokunuşuyla ansızın titremiş, girdiği şoktan çıkmış, elindeki telefonu yere düşürürken can yakıcı bir çığlık atmıştı. Ciğeri yanıyormuş gibi hissediyordu. Küçük kızınsa bakışları sadece yere sarkan telefondaydı. Annesi niye bağırıyordu ki? Ne olmuştu da ağlıyordu böyle?
Kalbi korkuyu giyinirken titremeye devam eden elini yerde çığlık çığlığa uzanan annesine uzatmak istedi ama annesinin çığlıkları o kadar yürek yakıcıydı ki cesaret edemedi. "Anne..." dedi ağlayan sesiyle. Annesi ağlarsa onun da canı yanardı. "Anne ne oldu?" Annesinin yanında diz çöküp kırılan cam parçalarını izledi. Annesi feryat ederek ağlamaya devam ediyordu. "Anne ağlama, bak toplarım ben şimdi camları. Ağlama anne n'olur," diyordu ağlayarak. Kırılan bu ayna annesinin çok sevdiği bir aynaydı. Dedesinin hediyesiydi, öyle demişti annesi. Ayna kırıldığı için mi ağlıyordu? "Anne ben birleştiririm parçaları, lütfen ağlama. Korkuyorum." Annesi onu duymuyordu. Telefonda duyduğu şey ciğerini dağlamıştı, nasıl duyardı etrafını? Nasıl yaşardı bu acıyla?
Küçük kız annesi daha fazla ağlamasın diye aynasını birleştirmek istedi, camları toplamaya çalışırken birden küçük parçayla parmağını kesti. Bir yeri kesildiğinde, dizleri kanadığında ve canı yandığında hep ağlardı, şimdi de parmağının acısıyla ağlamaya başlamıştı ama ağlamasını kesmeye çalışıyordu. Annesi ağlarken onun ağlamaması lazımdı, yoksa annesi daha çok ağlardı. Annesi niye ağlıyordu ki? Annesi ağlamasın, ne olur ağlamasın.
"Ölmedi!" diye yakarıyordu kadın, saçlarını yolarak. "Ölmedi Mehmet'im!" Elleri saçları arasına giderken kızı korkuyla geri çekildi. "Ölmedi, yalan söylüyorlar!"
Annesinin giderek artan ağlamaları kızın evden çıkmak ve yardım bulmak için hareketlenmesine sebep oldu. Mehmet ölmedi diyordu annesi. Ölüm neydi ki? Mehmet kızın babasıydı. Babası ölmedi diyordu annesi. Öğretmeni ölümden bahsetmemişti ki hiç. Kız bunun ne olduğunu daha öğrenmemişti.
Koşar adım evden uzaklaştı kız. Birini bulup yardım çağırması lazımdı. Annesi çok ağlıyordu. O daha küçüktü, bir şeyler yapamıyordu. Sokağın ortasında ağlaya ağlaya koştu. Etrafta kimseyi göremiyordu, hava bozuk diye kimse sokağa çıkmak istememiş gibiydi. Gözleri etrafı taramaya inatla devam etti. Hemen ileride, kolunda bez bir çantayla ona doğru ağır adımlarla ilerleyen anneannesini görünce önce birini gördüğü için sevindi, sonra annesinin hali aklına gelince yine yüzünü astı ve dolu gözlerle anneannesine doğru ilerledi.
Yaşlı kadın ise içinde büyük bir huzursuzlukla kızının evine gidiyordu. Sabahın ilk ışıklarından beri kalbinin ortasına bir yumru çökmüş, geçmiyordu. Biraz rahatlamak için evlerinin birkaç sokak altında kalan kızının evine gitmek ve onunla dertleşmek için evinden çıkmıştı ki, kızının sokağına geldiğinde ona yaklaşan torununu ağlar bir şekilde görmek yüreğindeki yumruyu daha da büyüttü.
Yaşlı kadının yanına geldiği gibi "Anneanne..." dedi küçük kız burnunu çekerek. Kadının eteklerini çekiştiriyordu. "Yardım et nolur."
"Noldu kuzum?" Yaşlı kadın ellerini kızın saçları arasına geçirip şefkatle okşadı. "Niye böyle ağlıyorsun? Biri bir şey mi yaptı?"
"Annem..." dediğinde burnunu çekmekten devamını getiremedi.
Kadının kaşları çatıldı. "Noldu annene?"
"Annem çok ağlıyor anneanne. Yardım et."
Kadın panikle kalbini tuttu. Torununun ellerini sıkıca sardı, koşar adım kızının evine doğru ilerledi. "Rabbim sen koru," diye dualar ediyordu. Yüreğine büyük bir korku mıhlanmıştı. Kalbi deli gibi atıyordu. Büyük adımlar atarken gök gürleyince yerinden sıçradı. Bakışları gökyüzüne kaydı. Kara bulutlar sarmıştı her yanı. Hava birazdan yağmur yağdıracağını belli ediyordu, öyle bir gürlüyordu ki sanki yağdıracağı yağmur günlerce susmayacağını söylüyordu. Daha da hızlandı. Hiç hayra alamet değildi bu hava. Sabahtan beri yüreğine oturan bu sızı sanki kızıyla ilgiliydi, kadın artık bunu daha çok hissediyordu çünkü attığı her adımda göğsü biraz daha sıkışıyordu. Torununun anlattığına göre kızı hiç iyi değildi. Kötü bir şeyler olmuş gibi hissediyordu.
Eve vardıklarında küçük kızın evden çıkarken açık bıraktığı demir kapıdan içeri girdiler hızlıca. "Anne bak anneannem geldi," diye sesleniyordu evin holünden kız. Annesi belki kendi annesinin geldiğini görünce ağlamayı keser diye düşündü.
"Annen nerede kuzum?" diye sordu panikle yaşlı kadın. Kız parmaklarıyla oturma odasını işaret etti. "Orada anneanne, telefon gelince ağlamaya başladı." O anı düşününce bedeni irkildi kızın. "Mehmet ölmedi diyordu. Ölmek ne demek ki anneanne?" Kadının duyduğu son şeyle bedeni kaskatı kesilmişti. Girdiği şokla kalbini tuttu, bir iki adım geri attı. "Tövbeler olsun," diye mırıldanırken koşar adım oturma odasına doğru ilerledi.
Yaşlı kadın kapıyı açar açmaz gördüğü manzarayla aklını kaçıracakmış gibi hissetti. Elleri tuttuğu kapı kolundan öylece boşluğa doğru kaymıştı . Bir eli dudaklarını kapatırken diğer eli kalbine gitti. "Kızım!" diye mırıldandı ilk önce. Ardından yaşadığının kâbustan da beter bir gerçek olduğunun farkına varınca "kızım!" diye yakardı, çantasını bir kenara atıp odanın içine doğru koştu. Küçük kız neye uğradığını şaşırmıştı. Korkak adımlarla kapıdan içeriye geçti. Anneannesini annesi kucağına almış ağlar şekilde görmek onu daha da korkuttu. Kız dikildiği yerde ellerini kapının pervazından ayırıp iki yanına bıraktı. Ne yapacağını şaşırmıştı. Sonra dayanamayıp küçük adımlarını onlara doğru çevirdi.
"Yavrum!" diye ağlıyordu yaşlı kadın, kızını göğsüne yaslarken. "Ne yaptın sen güzel kızım?!" İçli içli ağladı, kızının yanaklarını öptü, öptüğü dudakları titredi. "Ceylan'ım, güzel kızım, aç gözlerini yavrum!" Elleri kızının saçlarının arasına kaydı.
Küçük kız kararsız adımlarla onların yanına yaklaşmış, dizlerini kırarak annesinin karşısında oturmuştu. Annesi artık ağlamıyordu. Gözleri kapalıydı. Bu iyi bir şey miydi? İyi bir şey olsaydı anneannesi bu kadar ağlamazdı. Annesi "Mehmet ölmedi" derken de aynı böyle anneannesi gibi ağlıyordu. Niye ağlıyorlardı? Hem ölmek neydi ki?
"Annem uyudu mu anneanne?" Elleri annesinin saçlarına kaydı. Oradan bileklerine uzanırken annesinin avuçları arasında bir sürü kan görmek onu çok korkuttu, küçük kız kan görmeyi hiç sevmezdi. Ne diyeceğini bilemedi. Sonra kan olmayan eline baktı. kırılan cam parçası annesinin avuçları arasında öylece boşluğa düşmüş gibi duruyordu. "Anneanne niye çok kan var?" diye konuştu, artık ağlıyordu. Kan çok kötü bir şeydi. Ölüm bir sürü kan mı demekti? "Anneanne ölüm ne?" O an tekrar gök gürledi. Yaşlı kadının küçük kızın söylediği şeyle içinden sanki bir şeyler koptu. Çığlık çığlığa yakarırken bu kıza ölümü nasıl anlatacağını düşündü. Annesinin öldüğünü nasıl anlatacağını düşündü. Kızının canına kıydığını nasıl anlatacağını düşündü. Bu acıyla nasıl baş edebileceklerini düşündü.
Küçük kızın yaşlarla dolmuş bakışları kırık ayna parçalarındaydı. Bu ayna kırıldıktan sonra hayatının değişeceğini hiç bilmiyordu. Anneannesi yakarırken o an tekrar gök gürledi, tekrar bir ağıt kaçtı dudaklarını arasından ve tekrar ölüm kucak açtı küçük hayatının ortasında.
Ölüm ne diye sormuştu küçük kız. O gün ölümün ne demek olduğunu öğrenmişti. Ölümün ne demek olduğunu altı yaşında öğrenmişti. Annesi ve babasından öğrenmişti. Ölüm gitmekmiş. Sevdiklerin ise hep gidermiş.
Kadın dolu gözlerle bakışlarını kırık ayna parçalarından çekerken geçmiş hatıralarından uzaklaşmaya çalıştı. Geçmişi onu rahat bırakmıyordu. Geçmişi onu yıllardır bir türlü rahat bırakmıyordu. Göğsünün sol köşesinde oturuyor, bir daha da kalkmak nedir bilmiyordu. Hızlıca adımlarını oradan uzaklaştırdı. Cama doğru ilerledi ve açık camdan temiz bir hava çekip ciğerlerine hediye etti. "Her şey yolunda gidecek," diye mırıldandı. Kafasını yavaşça kaldırdığında bakışları gökyüzünü esir alan kara bulutlara kayınca, yakında yağmurun bastıracağını düşündü. Böyle havalardan nefret ederdi. Bugün hava güzel gösteriyordu oysa. Bu kasvetli hava da nereden çıkmıştı? Bir şey olmayacaktı değil mi? Her şey yolunda gidecekti. O sadece kuruntu yapıyordu. Ayna kırıldı diye yine bir şey olmayacaktı.
Elini kalbine götürdü genç kadın. Kalbinin bir mengeneyle sıkıştırıldığını hissetti. Oysa daha beş dakika önce dünyanın en mutlu kadını olduğunu söylüyordu kendine. Bu sancı da neyin nesiydi böyle?
Gözlerini birkaç saniyeliğine kapattı. Derin bir nefes alıp verirken tek düşündüğü Görkem'in nerede kaldığıydı. En son aradığında trafikte kaldığını söylemişti. Böyle bir günde şirkete mi gidilirdi hem? Bugün onlar için özel bir gündü.
Titreyen elleriyle telefondan numarasını çevirdi. Birkaç saniye çaldı ama açan olmadı. Sonra tekrar aradı. Tekrar açılmadı. Giderek daha da panikliyordu kadın. Niye açmıyordu? Ya bir şey olduysa? Cam kırılmıştı. Ya ona da bir şey olduysa?
Kadının gırtlağına kadar bir ağlama birikti. Ellerini yelliyor, ağlama krizini engellemeye çalışıyor ama nefesinin kesilmesine bir şey yapamıyordu. Yirmi yıl öncesine gidiyordu. Annesini kaybettiği güne gidiyordu. Kanlar görüyordu. Ölüm görüyordu. Terk edildiğini görüyordu. Kara bulutlar görüyordu. Canı yanıyordu.
Oda içinde bir ileri bir geri giderken kapı açılma sesi işittiğinde bakışları hızlıca o yöne döndü. Gördüğü yüzle gözyaşları tüm yanaklarını sarmış, koşar adım bedenini adamın yanıma doğru götürmüştü.
Gelmişti. Buradaydı. İyiydi.
Gerisi önemli değildi.
"Geldin," dedi ağlayan sesiyle. "Bir şey oldu sandım Görkem. Niye açmıyorsun telefonunu?"
Adam öylece robot gibi dikiliyordu. Kadının sarılmasına karşın o sadece dikiliyordu. Elleri iki yanında öyle boş, öyle anlamsız etrafı izliyordu. Kadın bunu hissetmişti. Bedenindeki o sıcaklık kaybolmuştu sanki. Ellerini adamdan ayırırken bakışları yüzünde oyalanmaya başladı. "Görkem bir şey mi oldu?" dedi korkarak. "Neyin var?" Adamın ağzından tek kelime çıkmıyordu. Gözleri kızarmış gibiydi. Kadın adamı gördüğü ilk anın heyecanından fark edememişti ama şu an ediyordu. Üstü başı dağınıktı. Zerre hazırlık yapmamıştı. Saçları alnına dökülüyordu. Sakalları hâlâ duruyordu. Oysa kestirecekti bugün. Bugün evleneceklerdi. Niye hazırlanmamıştı ki? Bir şey olmuş olmalıydı. Büyük bir şey.
"Görkem," dedi tekrar. "Konuşsana. Ne oldu? Ne bu halin?" Kadının elleri adamın yanaklarına uzandı. Yüzünü avuçları arasına alırken adam kafasını çevirerek ondan uzaklaştı. Odanın ortasına geçti. Kadın sarsılmış bir şekilde açık kapıdan dışarıya bakakaldı. Elleri boşluğa düştü. Neden böyle davranıyordu? Niye böyle soğuktu ona karşı? Bir şey mi yapmıştı ki?
Arkasını döndüğünde Görkem dışarıyı izlerken buldu. Ellerini pervaza yaslamış bir şekilde kasvetli havayı izliyordu. Ne geçiyordu adamın aklından? Bilmek istiyordu, her şeyi bilmek istiyordu.
Titrek bir hareketle açık kalan kapıyı kapattı. Birkaç saniye eli kapı direğinde durdu. Kafasındaki saçma cümleleri susturmaya çalışıyordu. Gözlerini kapatarak derin bir nefes aldı. Dudaklarını bastırmış odadaki adama zaman vermek için oyalanıyordu. Kendini hazır hissettiğinde arkasını döndü. Ona doğru ilerlemek istedi ama adamın ceketinin cebinden çıkardığı sigarayı yaktığını görünce şaşkın gözlerle ona baktı. Görkem sigara içmezdi ki hiç. Hatta nefret ederdi. Ona ne olmuştu?
"Görkem," dedi nefesini bırakarak adama doğru hareket ettiğinde. Yanına vardığı an Görkem'in kolundan tuttu, kendine doğru çevirdi. "Neyin var söyler misin artık? Hem bu sigara nereden çıktı? Sen içmezdin hiç." Kaşları çatıktı. Adam kadının söylediklerini umursamadı, kolunu onda kurtarıp sigarasına geri döndü. Bir süre daha sessizliğini korumak istiyordu. Konuşacağı şey için önce kendini hazırlamalıydı.
"Konuşsana artık!" diye patladı kadın artık dayanamayarak. "Farkında mısın bilmiyorum ama biz birazdan evleneceğiz." Adam onu dinlemedi. Sigarasından tekrar bir fırt çektiğinde donuk bakışlarını kadına çevirdi. Koyu kahve gözlerinde tek bir duygu bile yoktu. Görkem'in bu bakışı kadının kalbine oturmuştu. Kendini kötü hissetmişti. Ona hiç böyle bakmazdı ki Görkem. Hiç bu kadar üşümemişti onun bakışından. "Beni ne kadar üzdüğünün farkında mısın şu an?" diye fısıldadı dolu gözlerle. Adam gözlerini ondan uzaklaştırdı. Sigarasını son kez ciğerlerine çekerken kalan izmaritleri camın pervazında söndürüp dudaklarını birbirine bastırdı. Konuşmak için kendini hazırlarken gevşek kravatını biraz daha gevşetti ve ona kırgın bakışlarla bakan kadına döndü.
"Elvin," dedi sonunda konuşarak. Kadın sanki diyeceği şeyi hissetmiş gibi hızlıca arkasını döndü. Görkem'in ses tonunu zerre beğenmemişti.
"Devamını getirme Görkem," dedi Elvin, ellerini destek almak için karına sararken. "Hadi hazırlan da inelim artık. Bak birazdan Didem gelecek." Gözlerini sıkıca birbirine bastırırken bir iki damla yaş süzüldü yanaklarından. Ağlamayacaktı hayır, evlenecekti birazdan. Onun için hazırlanmıştı saatlerce. Bugün en mutlu günüm demişti. Ağlayamazdı.
"Elvin," dedi tekrar Görkem. Sesi buz gibiydi. İçi dondu kadının. Adını hiç bu kadar duygusuz söylememişti Görkem. Elvin ilk defa adından nefret etti. "Ben–"
"Sana sus dedim, Görkem!" diye bağırdı Elvin hızlıca adama doğru dönerken. Gözleri ateş saçıyordu. Görkem ilk defa onun sesinden irkildi. "Devamını getirme. Bizi çıkmaza sokma. Yapma tamam mı!" Dudaklarını ıslatıp gözlerini ondan kaçırdı. "Hazırlan çabuk, ineriz birazdan."
Kadın ondan uzaklaşmak için tekrar arkasını dönmüştü ki adamın söylediği şeyle öylece çakılı kaldı durduğu yerde. Hareket edemedi. "Düğün olmayacak Elvin, kimse bizi beklemiyor. Herkes gitti."
O an Elvin'in gözleri karardı. Tutunmak için eli uzandı ama boşlukla karşılaştı. Yanlış duymuştu değil mi, yanlış duymuş olmalıydı. Yanlış duymuş olmak zorundaydı. Evlenecekti onlar, ne demek düğün olmayacaktı? Ne demek gitmişti herkes? Aşağısının kalabalık olması gerekiyordu. Niye gidiyorlardı? Gidemezlerdi.
"Niye gittiler ki," diye fısıldadı kendi kendine. "Bugün ben evleniyorum. Herkes niye gitti?" Burnunu çekerek yaş dolu bakışlarıyla Görkem'e döndü. "Görkem geri gelsinler. Biz evleneceğiz Görkem. Gitmemeliler." Adama doğru yaklaştı. Çenesini avuçları arasına alırken gözlerinin içine bakmasını sağladı. "Görkem bizim düğünümüzdü bu."
Görkem Elvin'in ellerini bir hışımla kendinden uzaklaştırdı. "Evlenmiyoruz Elvin. Bak ben çok düşündüm tamam mı," dediğinde zaman kazanmak için soluğunu bıraktı. Elvin onun ne demek istediğini anlamıyordu. "Çok düşündüm ve bu evliliği hazır olmadığıma karar verdim. Ben seninle evlenemem."
Elvin; bir deprem misali üzerine yıkılan sözlerin karşısında boşlukta kalan ellerine baktı, duyduğu şeyi idrak etmeye çalışıyordu. Adamın söylediği son cümle, zihninin içinde dönüp dururken dudakları dehşete düşmüş gibi aralandı, etrafına bomboş bakıyordu. "Benimle evlenemezmişsin," diye mırıldandı ne dediğinin farkında bile olmadan. "Hazır değilmişsin."
Görkem "Elvin," dediğinde Elvin, devamını duymaya cesareti olmadığı için titreyen parmaklarını havaya kaldırıp onu durdurdu. "Sus!" dedi onun için saatlerce hazırlandığı masaya doğru ilerlerken. "Konuşma sus!" Masadan destek alınca taşıyamadığı bedenini ona yasladı. "Duymak istemiyorum hiçbir şeyi!"
"Dinler misin beni?"
"Neyini dinleyeyim!" diye bağırdı Elvin masanın üzerindeki makyaj malzemelerine ateş saçan gözlerle bakarken. "Ben senin için bu kadar hazırlandım!" Bir hışımla masadaki tüm malzemeleri elleriyle yere devirdi. Gözleri şimdiden kan çanağına dönmüştü. "Gelmişsin bana hazır değilim diyorsun!" Kırılan parçaların sesi Görkem'i irkiltse de konuşmadı. Elvin'in öfkesini atması için bekledi. "Sen dedin Görkem," dediğinde hıçkırıklar içinde ağlamaya başladı Elvin. "Sen dedin evlenelim. Beni sen ikna ettin. Ne demek hazır değilim!"
Görkem susmaya devam ediyordu. Elvin'in ağlama krizlerini umursamamaya çalışıyordu. Sadece şu odadan bir an önce gitmek istiyordu.
Elvin onun bu soğuk tavırlarına inanamıyormuş gibi baktı. Bu karşısındaki adam kimdi? Kimdi bu ona hissizce bakan adam? Kimdi bu gözlerinde tek bir sevgi kırıntısı bile göremediği adam? Sevdiği Görkem böyle biri değildi. Ona bakarken içi titrerdi onun.
"Hataydı Elvin, seninle evlenme fikri büyük bir hataydı," dediğinde bir kaç saniye duruldu. Elvin sözlerin etkisiyle adeta donarak ne yapacağını bilemez halde dikildi. Parmaklarını sarıp masadan tekrar destek aldı. Hataydı. Taşıması ne ağır bir kelimeydi. Bir insanın hata olarak hissetmesi onun için cezaların en büyüğüydü. Peki neyin cezasıydı bu? Onu sevmesinin mi? Görkem gözlerini duygusuzca Elvin'e dikti. "Yarın şirkete gel, çıkışın verilecek. Merak etme tazminatını da alacaksın." Kadın bu duyduğu sözlerle kaşlarını çattı. Yüzü buruştu. Bulunduğu andan tüm benliğiyle iğrendi.
"Ya Görkem biz şu an seninle neyi konuşuyoruz farkında mısın!" diye bağırdı Elvin, son on beş dakikadır ne yaşadığını anlamadığını belli ettiği ses tonuyla. "Bir anda gelip düğün yok diyorsun. Pişmanım diyorsun, hata diyorsun. Görkem sen ne saçmalıyorsun!" Elleriyle Görkem'in bedenini geriye doğru itti. Saçları yüzüne savrulmuştu ama bunu umursayacak durumda değildi. "Görkem ben ne yaşıyorum şu an? Sen iki saat önce yoldayım, geliyorum dedin. Şu an bana şaka falan yapıyorsan bil diye söylüyorum hiç komik değil tamam mı, hiç değil!"
"Şaka falan yok Elvin, bitti. Anla artık."
"Ne bitti!" diye hıçkırarak adamı geriye doğru itti tekrar. "Görkem bana bunu yapma. Ben seni seviyorum. Sen de beni seviyorsun. Neden bunu–" Lafını bitiremedi.
"Sevmiyorum!" diye bağırdı Görkem. Elvin'in elleri adamın göğüsleri üzerinde öylece kalakaldı. "Duydun mu sevmiyorum! Bir hevesti, geçti."
Elvin'in dudakları titriyordu. Görkem'den yediği üst üste darbeler onu yerle bir ediyordu. Bu fazlaydı. Bu kadarı çok fazlaydı. Bunu ona yapamazdı.
"Hevesti," diye tekrarladı onu. Görkem tereddüt etmedi. "Evet," dedi. "Sen de daha fazla oyalanma burada, evine git."
Görkem odadan ayrılmak için ilerliyordu ki Elvin'in söyledikleri durmasına sebep oldu. "Bebeğimiz olacak bizim Görkem." Kızarmış gözleri adamın sırtını delip geçiyordu. "Sen bana bunu nasıl dersin? Nasıl sadece bir hevesti dersin?"
Elvin üç aylık hamileydi. İki haftaya dördüncü ayına girecek, bebeğinin cinsiyetini öğrenecekti. Bu sabaha kadar her şey o kadar peri masalı gibiydi ki onun için... Hayatı o kadar güzel gidiyordu ki birden bir karabasan gibi çöktü bu gece üstüne. Görkem daha düne kadar bebeği ve düğünü için çok heyecanlıydı. Bir gecede değişmişti. Bir gecede içine başka biri girmişti. Elvin inanamıyordu. Onun bu haline asla inanamıyordu.
Görkem nefes almaya almaya çalıştı ama başaramadı. "O bebek büyük bir hata," dedi arkası Elvin'e dönükken. Gözlerine bakmaya cesareti yoktu. "Bu aşk gibi o da büyük bir hata." Elvin'in yüreğine daha da derin yaralar bırakarak kapıya doğru ilerledi. Kapı kolunu tutarken Elvin'in iç parçalayan çığlıklarını duymamaya çalışıyordu.
"Görkem gitme!" diye ağladı Elvin kendini yere atarken. Dizlerini yere yatırdı. Bir eli destek olmak için yere tutunurken, diğer eli karnının sardı. "Bunu bana yapma, bunu bize yapma! Sen bu değilsin Görkem!"
Görkem onu dinlemedi. Nefesini hızlıca bırakıp kapıyı açtı ve bedenin odadan çıkardı. Elvin'i o odada bir başına bıraktı. İleride çok pişman olacaktı ama iş işten geçmişti. Görkem bunun bedelini bir gün çok büyük ödeyeceğini hissediyordu. Büyük bir hata yapmıştı. Masum iki canı öylece ortada bırakmıştı.
Kapının kapandığını görmek, Elvin'in yine bir başına hissetmesine ve çöktüğü yerde çığlık çığlığa ağlamasına neden oldu. Kalbi hiç bu kadar acımamıştı. Ölecek gibi hissediyordu. Ölmüş gibi hissediyordu. Ölü gibi hissediyordu. Aşkın bu kadar acıtacağını hiç tahmin etmemişti. Aşk onun hep ayaklarını yerden keserdi. Bu gece çıkardığı gökten bir anda yere çakmıştı. O kadar sert düşmüştü ki, o kadar hazırlıksızdı ki, öyle bir andaydı ki ağlamak dışında nasıl tepki vermesi gerektiğini bile bilmiyordu. Bu acıyla nasıl yaşardı, o kadar yaşayamaz gibi geliyordu ki. Hayatı bitmiş gibiydi. Nasıl devam edecekti? Bebeğiyle bir başına nasıl devam edecekti?
Elvin kendini kaybetmişti, çöktüğü yerde defalarca kez "Gitme Görkem, beni bırakma," diye mırıldanıyordu. Saatlerce orada kaldı. Kaç saat geçtiğinden haberi bile yoktu. Zaman kavramı da ölmüştü. Çöktüğü yerde hiçbir şey yapmadan boşluğu izliyordu.
"Hanımefendi salonu kapatıyoruz, çıkmanız gerek," diye ansızın seslendi biri. Adamın içeriye ne zaman girdiğini, ne zaman yanına geldiğini, ne zaman karşısına dikildiğini fark etmeyecek kadar bitik bir haldeydi. Düğün salonu kapatacağını söylüyordu karşısındaki bu adam, ama daha o evlenmemişti ki? Niye kapatıyorlardı?
"Hanımefendi iyi misiniz?" diye sordu adam merakla. Elvin ateş saçan gözlerini ona dikti. Ne kadar aptalca bir soruydu bu! "Mükemmelim!" diye haykırdı adamın suratına suratına. "Düğün günümde terk edildim, nasıl mükemmel olmam!"
Adam bir şey demedi. Kadın nasıl büyük bir şok yaşadığını tahmin bile edemiyordu. Görkem Soykan büyük bir iş adamıydı. Böyle bir şeyi kadın kadar buradaki kimse de beklemiyordu. Adam sarhoş gibi salona girmiş tüm davetlileri kovmuştu. Herkes büyük bir şokla salondan çıkınca düğün çalışanları da şaşkın bakışlarla etrafı izliyordu. Herkes gitmişti. Daha sonra Görkem Soykan terk etmişti salonu. Sadece kadın kalmıştı. Saatlerdir ağlama sesini işitiyorlardı. Daha fazla onu burada tutamazlardı. Hepsinin gitmesi gereken evleri vardı. Hava çoktan kararmış, gece çökmüştü.
Elvin burnunu son bir kez çektikten sonra bir eliyle yerden destek aldı, diğer elini karnına sardı ve ayaklandı. Topuklu ayakkabılarını gelişine bir yerde bırakırken aklından geçirdiği tek şey bundan sonra ne yapacağıydı. Çıplak ayaklarıyla odadan çıkmaya çalıştı ama tüm bedeni titriyordu. Aklının yerinde olmadığını hissediyordu. Elvin aptal hissetmekten nefret ederdi, şimdi ise aptallığına bile tepki veremeyecek kadar hissiz ve bitik hissediyordu. Duvardan destek alarak ilerledi. Diğer eli hâlâ karnındaydı.
Elvin salondan çıkana kadar hayalini kurduğu tüm düğün anlarını boş salonun her bir köşesinde izler gibi oldu. Görüntüler gözünden kaybolunca ve tekrar boş salonla karşılaşınca gözyaşlarına boğularak yürümeye devam etti. Kalbi sızlıyordu. Bugün onun en mutlu günü olacaktı. Oysa şu an dünyada ondan mutsuzu yokmuş gibi hissediyordu.
Ayaklarını yere sürte sürte koca düğün salonunu terk etti. Boş bakışlarla karanlık caddede ilerledi. Hava buz gibiydi ama bedeni sanki hissetmiyordu. Gece çökmüştü. Her yer karanlıktı, sokak lambaları tek tük yanıyordu. Hiçbirini umursamadan nereye gideceğini bile düşünmeden kendini esen rüzgâra bırakmış gibi ilerledi. Ayaklarında büyük bir sızı vardı ama nedenini bilmiyordu, umursamıyordu. Sadece ölmek istiyordu. Annesi gibi öylece ölmek, öylece terk etmek istiyordu bu dünyayı.
Üzerindeki beyaz gelinlik kir içindeydi. Bacaklarının arasından ıslak bir sıvının aşağıya doğru hareket ettiğini hissediyordu ama tepki vermeden yürüdü. Bomboş, tek kişinin, tek bir aracın geçmediği o yolda yolun ortasına doğru sadece yürüdü.
***
Siyah aracın içinde hayatındaki tüm insanlara söven adam, arabasını karanlık caddeye doğru sürdü. Sinirleri tüm vücudunu sarmıştı. Bunu ona nasıl yaparlardı? Onlar kimdi! Onu aldatmak gibi bir hataya nasıl düşerlerdi? Ona nasıl oyun oynarlardı? Aklını kaçıracaktı. O kadını sevmişti. Ona bunu nasıl yapmıştı? Onu nasıl kandırmıştı. Hep böyle iğrenç biri miydi? İyi bir oyuncu olduğunu geç fark ettiği için kendine öfkeliydi. Oyununa kandığı inanamıyordu. Ama bunun hesabını hepsine tek tek soracaktı. Onu tuzağa düşürmenin hesabını her biri verecekti. Önce o adam verecekti. Ne yapıp edecek, kendi oyununa düşürecekti onu. Nasıl susardı? Böyle bir şeye sırf işi için nasıl susar da ses etmezdi?
Bütün bedenine etkisi altına alan intikam hırsıyla, lastiklerin yeri ezerek çıkardığı tiz sesi umursamadan arabayı daha hızlı sürdü. İçindeki öfkeyi daha hızlı atmak için gaza daha da bastı ama bu hiçbir işe yaramıyordu. Aklını her saniye biraz daha kaçırdığını hissediyordu. Bir de evlenmek gibi bir hata yapacaktı. O kadınla evlenmeyi düşündüğü için aklını kaçırmış olmalıydı. İlk defa kendini bu kadar aptal hissetmişti.
Tekrar sokağı döndüğünde boş caddede kimse yok diye aynı hızda devam etmek istemişti ama yolun ortasına doğru bir anda çıkan bedeni görünce, aracı durdurmak için sert bir şekilde aracın pedallarına bastı. Kalbi bir anda giyindiği adrenalinle yerinden çıkacakmışçasına atarken soluk soluğa kaldı. Aklını mı kaçırmıştı bu kadın?
Üzerindeki gelinliğe benzeyen beyaz elbisesiyle ruh gibi hareket kadın, resmen bir anda yolun ortasına atlamıştı. Adam böyle bir şeyi beklemiyordu. Frene basmasına ve aracı yavaşlatmasına rağmen araç yine de kadına çarpmış, onun yere savrulmasına neden olmuştu. Adam öne doğru sendelerken direksiyona sıkı sıkı tutundu, dehşete düşmüştü. Anın şokuyla donmuş gözleri yerde yatan kadına bakıyordu. Kadın tepki vermiyordu. Ölmüş müydü?
"Sikeyim," diye fısıldadı. Çok sert çarpmamıştı ama bir şey olmuşsa ne bok yiyeceğini hiç bilmiyordu. Hızlıca araçtan çıktı. Çarptığı kişiyi doğru koşunca gördükleri tekrar dehşete düşmesine sebep oldu. Kadın bacaklarından aşağısı kanlar içinde yerde yatıyordu, adam ne yapacağını şaşırdı. "Siktir kere siktir!"
Hızlıca yere çöktü. Kadının başını dizlerine yaslarken damarlarında kol gezen korkuyla "Hanımefendi iyi misiniz?" diye sordu. Kadının yüzünü saran bakır saçlarını yüzünden uzaklaştırdı. Gözleri kapalıydı. Suratındaki makyajı dağılmıştı. Mahvolmuş gibi görünmek nasıl bir şey diye sorsaydılar şayet adam hiç düşünmeden adını bile bilmediği bu kadını gösterirdi.
Kadının üzerindeki beyaz bir gelinlik adam şaşırttı. Düğünü olan bir kadın niye yolun ortasındaydı ki? Evleneceği ibne herif kimdiydi de kadın bu saatte bu sokakta tek bırakmıştı?
Titreyen eliyle kadının nabzını yokladı. Atım hissedince rahatça nefesini bıraktı. İşaret parmağını burun deliklerine yasladı, nefes de alıyordu. Ama hâlâ kendinden değildi, hiçbir uyarana tepki vermiyordu. Adam onu burada daha fazla tutmaması gerektiğini düşündü. Bir çırpıda bedeni kucağına aldı ve arabasının arka koltuğuna yerleştirdi. Ardından koşar adım şoför koltuğuna geçerek aracı çalıştırdı. Bir an önce hastaneye gitmeliydi.
Adamın bakışları sürekli dikiz aynasında kadına kayıp durdu, ona bir şey olmaması için dua ediyordu. Onun bu saatte, bu sokakta araç sürmesine ve bir kadına çarpmasına sebep olan herkese bedelini daha sonra ödetecekti ama önceliği hastaneydi.
Bir anda aracın için kısık bir ses kapladı. "Bebeğim," diye mırıldandı kadın. Adam kadından sonunda yaşadığına dair bir ses çıktığına sevinecekken söylediği kelime kaskatı kesilmesine neden oldu. Hamile miydi? Hamile birine mi çarpmıştı? Ya bebeğe bir şey olursa? Kadına ve bebeğine bir şey olursa adam kendini asla affedemezdi.
Arabanın gazına daha da bastırdı, olabileceği en hızlı şekilde hızlı hastaneye sürerken adam o gecenin ikisi için de önemli bir gece olduğunu hiç bilmiyordu. İkisi de hayatının en kötü gecesini geçirmişti. İkisinin de birileriyle hikâyesi sona ermişti. Bazı kaderler önceden yazılmıştı. Bundan sonra birbirlerinin hayatında bir parça olacaklarını ikisi de tahmin edemezdi.
Kimse bilmezdi ama bir hikâye bitmeliydi ki yeni bir hikâye başlayabilsin.
Bu kimin hikâyesiydi?
BÖLÜM SONU...
****
Yeni kurgum kafamın içinde dönüp duruyordu. En azından girişi yazıp sizden gelen tepkileri görmek istedim. Bir kaç bölüm daha Çıkmaz Sokak yazacağım. Daha sonra duruma göre bunu yazmamı isteyen olursa Poyrazda Açan Çiçek'e ilk bölümü yazmaya başlarım.
Kendinize iyi bakın!!!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 11.77k Okunma |
1.36k Oy |
0 Takip |
21 Bölümlü Kitap |