Selam selam selammm...1
Nabersiniz? Ben yine terelelli...2
Yine uzun bir bölümle geldim. Oldukça keyif aldım. Umarım siz de seversiniz.1
Keyifli okumalar!!!1
13. BÖLÜM
ÇİÇEKLERE UZATILAN ÇİÇEKLER
Atlantik Okyanusu'nda bulunan bu gizemli bölge, 20. yüzyılın başından beri dünya üzerinde en çok tartışılan ve incelenen coğrafi bölgelerinden biridir. Yıllardır burada uçaklar ve gemiler esrarengiz şekilde kaybolduğu iddia ediliyor. 1945'te beş savaş uçağı esrarengiz bir şekilde kaybolmuştu. Pilotlar yönlerini kaybettiklerini ve pusulalarının çalışmadıklarını söyledikten sonra bir daha asla bulunamadılar. Tabii bunların neden ve nasıl olduğuna dair bazı doğal, paranormal veya bilimsel yaklaşımlar var ama ben o kısımla şu anık ilgilenmiyordum. Benim şu an ilgilendiğim kısım, Bermuda Şeytan Üçgeni'nin mecazi yaklaşımıydı.
Bir üçgende kaybolmak. Bir üçgende boğulmak. Bir üçgende yok olmak. Bir boşluk gibiydi, içine çektiğini geri vermeye niyetli olmayan bir kara delikti. Adım attığın an kayboluyorsun, yönünü bulamıyorsun ve eğer tek başınaysan, kalkmakta zorlanıyorsun.
Ama ben o delikte tek başıma değildim. Düşmedim de öyle, kanamadı dizlerim, kalbim çok acısa da hâlâ yerinde. Elim boşlukta değil. Bir el var avuçlarımın arasında, tuttuğundan beri bırakmayan. Hep yanı başımda, hep tetikte. Bir bakışı var, güven bana diyor ve ben belki de en çok ona güveniyorum.
Şimdi üçgenin içindeyim. Elim Poyraz'ın elleri arasında. Poyraz bu savaşta elimi bırakmayacak tek insan gibi duruyor. İkimiz de üçgenini boğduğu boşluğa karşı direniyoruz.
Bizim Bermuda Şeytan Üçgenimiz bir bölgeden değil, üç insandan oluşuyordu. Tek başıma olsaydım belki başaramazdım ama tek başıma değildim, ben belki ilk defa gerçek anlamda bu denli tek başıma değildim.
Görkem. Üçgenin beni en yaralayan kenarı. Onunla evleneceğim gün beni düğün salonunda terk eden, sonra gidip arkadaşım dediğim kişiyle evlenen ve bebeğimi kaybetmeme neden olan o kişi. Kalbimi ona vermekten o kadar korkmuştum ki, canımın yanacağını düşünüyordum. Canımı yakacağından endişeleniyordum. Meğer ne kadar da haklıymışım. Canımı çok yakmıştı. Bu hayatta benim canımı belki de en çok o yakmıştı. Ben hep korktuğum yerimden vurulurdum, Görkem bana bunu yapmıştı. Ellerine verdiğim kalbimi bir çöpmüş gibi uçurumun tepesinden aşağı fırlatmıştı ve ben hiçbir parçasına ulaşamıyordum şimdi. Görkem beni üçgenin merkezine atarken aşka olan inancımı da o boşluktaki kara deliğe göndermişti ve kara delik yuttuğunu geri vermeyecek kadar acımasızdı. Bana sevemezsin artık sen, diyebilecek kadar acımasızdı.
Didem. Üçgenin beni kıran diğer kenarı. Yakın arkadaşımdı, yani bir zamanlar öyle sanıyordum. Nikâh şahidim olacaktı. Düğün günümde en az benim kadar heyecanlıydı. Çalıştığım yerde Görkem'le benim evleneceğimi doğrudan bilen tek kişiydi, o denli yakındık. Az çok birbirimize kendimizi açmıştık; kollarımda ağladığı günler olmuştu, ona dert yandığım günler olmuştu ama bana yine de bunu yapmıştı. Bir zamanlar aşkımı anlattığım adamla evlenmiş ve benim yerime geçmişti. İşimi almıştı, benimle ilgili olan her şeye göz koymuştu. Bana bugün, biraz bile utanma duymadan parmağına taktığı yüzüğü göstermişti. Yüzü bile kızarmamıştı. İçten içe bana kıskançlık duyduğunu hissettiğim anlar olmuştu ama arkadaşımdı o, diyerek konduramamıştım. Ben zaten kime neyi konduramadıysam hep o tarafımdan yaralanmıştım. Şimdi ise ondan her şeyi bekliyordum. Yara alarak herkesin her şeyi yapabilecek kadar kötü olabileceğini öğrenmiştim. Didem beni üçgenin merkezine atarken ona harcadığım zamanı da o boşluktaki kara deliğe göndermişti ve harcanan zaman geri gelmezdi.
Ve Aylin. Üçgenini belki de bana dokunmayan tek kenarı. Demirkıranların prensesi, Poyraz'la çocukluğundan beri evlilikleri planlanan o kişi. Bir iş ortaklığı için olsa da Poyraz'ın yine de onu sevmiş olduğunu görebiliyordum. Belki de çocukluğundan beri onunla evleneceği planlandığı için onu sevmeyi öğretmişti kendine bilmiyorum ama sadık adamdı Poyraz. Lakin Aylin onu aldattıktan sonra hayatına girmeye devam etmek isteyecek kadar pişkin bir kadındı. İkisini hikâyesini çok bilmiyordum, belki bu denli yorumlamak bana düşmezdi ama ortada aldatılmak denen bir gerçek vardı. Ve benim nezdimde bunun hiçbir koşulda affı yoktu. Ve Aylin Poyraz'ı üçgenin merkezine, benim yanıma atıp ikimizin de çıkışını kapatırken, üçgenin hayatımda üçüncü kenarı olurken o deliğe benimle kendi arasındaki yabancılığı da atmıştı. Tanışma tek seferlikti ve yabancılığı kara deliğe gömmek artık Aylin'in benim de alakası olduğum bir mevzu olduğunu gösteriyordu.
Aylin bundan sonra ilgi alanımda olan, Poyraz için haddini bildireceğim yeni kişiydi. Bugün üçgenin iki kenarıyla muhatap olduktan sonra üçüncü kenarının da karşıma bu kadar kısa sürede çıkması biraz sinir bozucu olsa da başa gelen çekilecekti. Aylin bana döndüğü andan beri gözlerindeki ateş daha da harlandı. Çenesi kitlenirken elleri dizlerinin üzerinde biten siyah, kalın askılı, kalem etek elbisesinin iki yanında yumruk oldu. Sonra sert bakışlarını Poyraz'a döndürdü. Poyraz'ın bağırdığını görebiliyordum ama ne dediğini duyamıyordum.
Oturduğum yerden çabucak ayaklandım. Yakında çalışma odası hemen yanımdaki odada olan adamla evleneceksem eh, biraz kıskanç olmam ve o kızı onun yanından göndermem gerekiyordu. Kimse evleneceği adamı evlilikten döndüğü kişiyle yan yana görmek istemezdi ve ben oturmaya devam etseydim Aylin bunun bir numara olduğunu hemen anlayacaktı. Bunu istemezdik.
Açıkçası bu durum umurumda değildi, Aylin'in Poyraz'ı rahatsız etmesi hoşuma gitmemişti. Pişkin insanlardan hoşlanmazdım ve bugün iki tane pişkin insan beni yeteri kadar sinirlendirmişti; bir üçüncüsünün de bunu yapmasına izin vermeyecek, olaya kendim müdahale edecektim.
Poyraz ayağa kalktığımı gördü. Gözlerinden Aylin'le muhatap olmama gerek olmadığına dair bir ifade geçse de bunu umursamadım. Kendisi bana yeteri kadar yardımcı olmuştu. Şimdi sıra bendeydi.
Hızlı adımlarla odamdan çıkıp kapıyı ardımdan kapattıktan sonra yandaki odanın açık kapısından içeri geçtim. Tam o sırada "Bu kadın kim Poyraz? Kendince neyi kanıtlamaya çalışıyorsun?" diyordu Aylin dişlerinin arasından. Küçümser bir sırıtış dudaklarımdan kaçtığında topuklularımın sesini işiten Aylin, omzunun üzerinden bana döndü.
"Benimle tanışmak istiyorsanız bunu üçüncü kişi aracılığı ile yapmanıza gerek yok," dedim onlara doğru yürüyerek. Aylin'in önünde durdum. Elimi uzatma gereksinimi duymadan "Elvin ben," dedim. Ardından Poyraz'a bakıp gülümsedim. Poyraz'ın öfkeden alnındaki damar kabarmıştı ama ona gülümsediğimi görmek onu biraz da olsa yumuşattı. Yüzümle onu işaret edip Aylin'e döndüm. "Poyraz'ın müstakbel eşi sayılırım." Kaşlarım yapma bir merakla havalandı. "Siz peki?" Kafamı salladım. "Kim oluyorsunuz?"
Aylin üstten bakar bir şekilde yüzümü inceledi. "Gereksiz kişilere kendimi tanıtma gereksinimi duymuyorum. Ama bence sen kim olduğumu gayet iyi biliyorsun."
Ben onun sözlerine alaycı bir tebessümle dudaklarımın kenarını yukarı kıvırırken Poyraz hızlıca araya girdi. "Laflarına dikkat Aylin!" Sesi sert, yüksek ve kontrolden çıkmış bir tondaydı. Adımlarını bana çevirip hemen yanımda durdu. "Burada gereksiz bulunan tek kişi sensin." Çenesiyle kapıyı işaret etti. "Şimdi defol odamdan!"
Aylin Poyraz'ın sözleriyle sarsıldı. Ondan bu denli bir çıkış beklemiyordu. Ben daha çok hayrete düşmüş şekilde Aylin'e bakıyordum. Adamı aldatan kendisi, üste çıkmaya çalışan yine kendisiydi. Poyraz'ın ona bu kadar tahammül etmesine bile şaşırıyordum. "İki günlük kız için mi..." diye söylendi hayal kırıklığıyla ama lafını bitiremedi. Gözleri dolmuştu.
Poyraz'ın yüz kasları biraz daha gerildi. "Kelimelerini düzgün seç," derken fazla sinirli duruyordu, bir anda elime uzanıp tuttuğunda beklenmedik hareketi kısa bir anlığına beni şaşırtsa da bunu gözlerime yansıtmamış, ona ayak uydurmuştum. "Ben Elvin'i seviyorum ve onunla evleneceğim," dedi kararlı bir sesle. Aylin'in gözleri daha fazla doldu. İkimizin birleşen elleri onu kahretmiş gibi duruyordu. Poyraz'ı gerçekten seviyor mu, yoksa numara mı yapıyor anlamadım ama sevseydi onu aldatmak gibi bir hataya düşmezdi.1
Poyraz, "Sen de artık kendi yoluna git, daha fazla çirkinleşmeyelim," diye devam ettiğinde Aylin art arda inkâr etmek istercesine başını salladı. Poyraz'ın ona karşı bakışları fazla soğuktu. "Sırf çocukluğumuzu beraber geçirdik diye sustum ama yeter, sınırını aşma artık. Elvin'e karşı tek bir yanlış lafını daha duymayacağım, sonucuna katlanmak zorunda kalırsın."
Aylin ağlamamak için üst dudağını dişlerken "Hayır," dedi inkâr ederek. Başını iki yana sallamaya devam ediyordu. "Sevmiyorsun, bu kadın nereden çıktı bilmiyorum ama beni kızdırmak için yapıyorsun. Bunu biliyorum ama yapma Poyraz." Poyraz'a doğru yaklaşmak istedi ama birleşen ellerimizi tekrar fark ettiğinde bunu yapamadı. "Sen beni seviyorsun, biliyorum. Bunu sen de biliyorsun. Başkasını sevemezsin. Yaptığım büyük bir hataydı, bunu kabul ediyorum ama beni böyle bir anda silemezsin! Bunu yapamazsın, anlıyor musun, yapamazsın!"1
Poyraz sabrının son noktasındaydı. "Yeteri kadar saçmaladın!" Sesindeki hiddet beni bile ürkütmüştü. Aylin artık ağlıyordu. "Seni zorla çıkartmadan kendin güzellikle defol buradan!" Poyraz ellerimi sakinleşmek için sıktığında ona yanında olduğumu göstermek için baş parmağımla elinin sırtını okşadım. Bu hareketim işe yaramış gibi eli biraz da olsa gevşese de elimi tutmayı bırakmadı.
Aylin'in sert bakışları bu sefer beni buldu. Poyraz ona istediğini vermediği için benim üzerime oynamaya karar vermişti. Önüme doğru bir adım attığında "Onu nasıl kandırdın!" diye bağırdı yüzüme doğru. Boyu benden birkaç santim uzun duruyordu. Boş gözlerle suratına baktım. Bu onu daha da çıldırtmaya yetti. "Kimsin bilmiyorum ama yakında öğrenirim." Kaşları arasındaki boşluk biraz daha gerildi. "Sadece şunu bil, bulaşmaman gereken birine çok büyük hata yapıyorsun!"1
Poyraz beni arkasına almak istedi ama ona engel oldum, Aylin'le baş edebilirdim. "Düşüneyim..." dedim dudağımı büküp tavanı seyrederken. Hatırlamış gibi gözlerimi yapma bir heyecanla açarken gözlerimi Aylin'in elalarına diktim. "Arabasının önüne atlamıştım..." Başımı bir kez salladım. "Sanırım o şekilde kandırdım onu," derken Poyraz'a döndüm. Başımı hafifçe omzuma yaslarken gözlerimi kıstım. Benim eğlenen ifademe karşın onun sert bakan çehresi Aylin'i delip geçiyordu. "Öyle değil miydi?"
"Ne saçmalıyorsun kızım sen?" Aylin'in sesindeki tahammülsüzlük gülmek istememe sebep olsa da bu sefer ciddiyetle onun suratına baktım. "Asıl siz ne saçmalıyorsunuz?" dedim, tepkim sertti. "Hangi hadle beni tehdit ettiğinizi sanıyorsunuz? Kimsiniz siz, İngiltere kraliçesi mi?"
Dudaklarının arasından küçümser bir sırıtış kaçtı. "Ben Aylin Demirkıran'ım!" dedi, en net sesiyle. Kendini tanıtırken fazla böbürleniyordu. Oysa tavırlarıyla kendini soyadı olmasaydı bir hiç olacakmış gibi gösteriyordu. Çenesini dikleştirdi. "Ne istiyorsam onu yaparım."
Başımı yani, bana ne soyadından der gibi iki yana salladım. "Soyadınıza yakışanı yapın o zaman Aylin Hanım. Oyuncağı elinden alınmış çocuk gibi ortalığı birbirine katmanız size hiçbir şey kazandırmayacak. Ve bilin diye söylüyorum, burası oyun parkı değil." Gözlerimle etrafı gösterdim. "İşyeri."1
Her bir lafımla Aylin biraz daha öfkeye kapılıyordu, gözlerinden ateş saçılsa bir saniye bile düşünmeden beni yakmak isteyeceğine emindim. Başını hafifçe öne eğip "Haddini bil!" dedi tıslarcasına.
Poyraz daha fazla ona katlanamadığı için "Aylin, kes artık sesini!" diye bağırdı Aylin'in sesini bastırarak. Aylin devam edemedi. İrkilerek geriledi. "Bir hata yaptıysan onun arkasında dur ve ona göre davran. Büyü artık. Bıktım senden de çocukluklarından da!" Poyraz onu kolundan tutup odadan atmak istiyor gibiydi ama elimi bir saniye bile bırakmak istememeye kararlıydı. Tuttuğu elimizi Aylin'e göstermek istercesine havaya kaldırdı. "Ben bu eli tuttum ve bir saniye olsun bırakmayı düşünmüyorum. Git kendine başka oyuncak bul."
Aylin dudaklarını öfkeyle ısırdı. Gözleri kısa bir anlığına Poyraz'ın tuttuğu elime kaydı, parmağımdaki yüzüğü fark etmesi adımlarını geri geri götürdü, omuzları çöktü. "O yüzük..." diye fısıldamasından bu yüzüğü tanıyor olduğunu anladım, gözlerinden geçen hayal kırıklığı büyüktü. Kendisine takılacağını düşünüyor olmalıydı. Bakışları gözyaşlarını benden gizlemek için ayaklarına çevirdi, benim yanımda zayıf görünmek istemediğini görebiliyordum.
"Pişman olacaksın," diye mırıldandı kendi kendine. Elleri iki yanında yumruk oldu. Ardından başını hafifçe kaldırıp kızaran gözlerini Poyraz'a çevirdi. "Seni buna pişman edeceğim." Sesi öncekinden daha yüksek ve netti. Buram buram kokan öfkeyi buradan bile alabiliyordum. "Beni sevdiğini anladığın gün peşimden geleceksin Poyraz. Bunun için ne yapmam gerekiyorsa onu yapacağım!" Poyraz onun sözlerini umursamadı. Bu Aylin'i biraz daha öfkelendirdi, aynı öfkeyle bu sefer gözlerini bana çevirdi. Bana karşı duyduğu nefretini her hücresiyle hissettiriyordu. Bakışlarındaki meydan okumayı görmemek imkansızdı. "Sen de kime bulaştığını öğreneceksin!" dedikten sonra arkasını dönüp ilerlemeye başladı.3
Aylin kapıdan çıkmadan önce ona söylediğim tek şey "Hodri meydan," demek olmuştu. Beni korkutabileceğini sanıyorsa yanılıyordu. Aptal. Ben şımarık bir kızın laflarını ciddiye almayacak kadar çok şey yaşamıştım. Beni hiçbir şeyle korkutamazdı.
Aylin odadan çıktığında Poyraz'ın gözleri kısa bir anlığına birleşen ellerimize gitse de ardından bana döndü. Havada duran ellerimizi ayırıp ona baktım. Gözlerindeki özür dileyen ifadeye içten bir gülümseme gönderdim. "Bakma öyle," dedim en sakin halimle.
Kaşları havalandı. "Nasıl bakmayayım?"
Omuzları çöktü. "Çünkü üzgünüm," dedi, sesinden de bunu anlayabiliyordum. Başını hafifçe eğip gözlerime baktı. Aramızda bir karış kadar mesafe vardı. "Aylin yaptıklarının sorumluluklarını hiçbir zaman alabilen biri olmadı. Seninle daha fazla uğraşacak."
Umursamazca omuz silktim. "Ben de onunla uğraşırım," dedim aramıza fark ettirmeden biraz mesafe açarak ama o bunu fark etmiş gibiydi. Bir şey söylemedi. "Beni hafife almasın."
Poyraz sırıttı. "Seni hafife almak aptal olmakla eşdeğer." Ellerini cebine koyup kalçasını masasının kenarına yasladı. "Fazla dişlisin."
Gülümsedim. İltifatı hoşuma gitmişti. "Öyleyim," diyerek onayladım onu. Ardından ellerimi enseme götürüp başımı geriye yatırdım. "Onu bunu geç de..." diye söylendim omzumun üzerinden ona bakarak. "Biz bunların arsızlığını ne yapacağız?" Burnum kırışırken ensemdeki elimle başımı gerdim. Poyraz pür dikkat beni izliyordu.
"Ne açıdan?" diye sordu merakla, gözlerini üzerimde gezdirerek.
Ellerimi ensemden çekip ceplerime yerleştirdim. Adımlarımı cama çevirirken aklımda dolanan zehirli sözleri yok saymaya çalışıyordum. Camın önüne geldiğimde bakışlarım ufukta görünen denize kaydı, kendi kendime söylendim. "Biri gelir sana beni hâlâ seviyorsun der; diğeri gelir bana ben seni hâlâ seviyorum der."
"Hangi hadle böyle şeyler söyleyebiliyorlar, aklım almıyor benim. Biri sen aldattı, gelmiş pişkince üste çıkmaya çalışıyor. Diğeri beni terk edip başkasıyla evlendi, üstüne bir de..." Devam edemedim. Bebeğim diyemedim. Dudaklarımı dişlerken kalbimin köşesinde varlığını hatırlatan sancıyı unutmaya çalıştım.
Bana yaklaşan adım seslerini duymama rağmen arkamı dönmeden camdan denizi izlemeye devam ettim. "Sana seni sevdiğini mi söyledi?" diye sordu Poyraz, sesi kısık ve bir o kadar da merak doluydu. Arabadayken bu konu hakkında herhangi bir şey sormamıştı ama konuyu açan ben olunca Aylin konusunu yok sayıp oraya odaklanıyordu.
Onaylar bir mırıltı çıkardım. "Öyle dedi." Omzumun üzerinden Poyraz'a döndüm. Yanımda duruyordu. Benim aksime, onun bakışları hep üzerimdeydi. "Beni terk ederken ne söyledi biliyor musun?" Dudaklarım titredi. Poyraz kasılmıştı. Bu konuyu ona hiç açmamıştım.
"Bir hevesti, dedi. Bir hevesti geçti, dedi..." Yeniden önüme döndüm, Poyraz'ın kaşları çatılmıştı. Duydukları onu rahatsız etmişe benziyordu. "Beni bir hevese sığdırdıktan sonra bebeğime hata dedi. Bugün de gelmiş heves değil, ben seni gerçekten sevdim diyor. Nasıl diyebiliyor? Hangi yüzle?" Dudaklarımın arasından histerik bir gülümseme kaçtı. "Benimle dalga geçmek eğlenceli olsa gerek."
Poyraz ağzının içinden bir şeyler geveledi, her saniye biraz daha sinirleniyor gibiydi. En sonunda dayanamayıp "Orospu çocuğu!" diye yükseldi. Ses tonu fazla sertti. Sonra bir anda hafifçe tuttuğu kolumdan beni kendine çevirdi. Her iki elini de omzumun çıplak kalan tenine değdiğinde içim titredi, hareketine hazırlıksız yakalandığımdan şaşkın bakışlarımı yüzünde gezdiriyordum.
"Bir daha Elvin," dedi en kararlı haliyle. Gözleri öfkelendiğinde koyu bir maviye bürünüyordu, bunu şimdi fark ediyordum. "Bir daha sana yaklaşmayacak, izin vermeyeceğim buna. Sana söz veriyorum." Yeşillerimin derinliklerine bakmaya çalışırken orada ona inandığımı gösteren bir bakış aradı. Ben hâlâ oldukça şaşkın duruyordum. Bu denli yakın olması ve elinin tenime değmesi içimde kıpırtı oluşturuyordu. Kalbimin benden bağımsız bu denli çarpması oldukça tuhaftı.
Parmakları omzumda gezinirken "Seni bir daha üzemez, sana tek kelime dahi edemez," dedi. Kendine söz veriyor gibiydi. "Seni kimse bir hevese sığdıramaz." Tükürür gibi söyledi. Bu laftan hoşlanmamıştı. Hoşlanmamakta haklıydı, ben çok ağlamıştım. Ellerini omzumdan yavaşça kollarıma doğru indirdi. Dokunuşu tüm hücrelerimi harekete geçiriyor gibiydi. Gözlerini bir saniye olsun gözlerimden çekmedi. Bana doğru bir adım attı. Aramızdaki mesafeyi azalttı. Yüzüme doğru hafifçe eğildi. Sanki transa girmiş gibiydi. Ben ilk defa konuşamıyordum.
Yutkunduğumda "Hevese sığmayacak kadar..." dedi ama devamını getirmedi. Sözleri havada kaldı. Sadece sustu. Bir anda yakınlığımızın farkına varmış gibi ellerini kollarımın üzerinden çekip geriledi ve bakışlarını benden çekti. Ona eş oranla ben de geri çekildim. Kendime gelmek için bedenimi silkeledim. Onun tekrar beni izlemeye başladığını hissetsem de özellikle gözlerimi ona değdirmemeye çalışıyordum.
Yaşadığımız tuhaf yakınlığı yok saymaya çalıştım, kendi odama geçmek için hareketlenmeden önce gözlerimi etrafta gezdirmeye çalışarak "Ben..." diye mırıldandım, bana eş oranla Poyraz da "Çiçek," demişti. Çiçek dediği için ona baktım. Az önce Elvin demişti. Karşımda dikilmeye devam ediyordu. Elini ensesine götürüp ne diyeceğini bilmezmiş gibi kaşıdı.
"Efendim?" dedim ilk onun konuşması adına.
Çenesiyle beni işaret etti. "Sen söyle."
"Önemli bir şey değil ya," dedim ellerimi sallayarak onu geçiştirirken. "Başka bir şey yoksa odaya geçecektim. Ama daha sonra birinin bana kısa bir oryantasyon eğitimi vermesi lazım. Bilmediğim bir yerdeydim. Nasıl çalıştığınızı görmem gerek."
Başıyla beni onayladı. "Harun halledecek onu, merak etme."
Ben de onu başımla onayladım. Tekrar çıkmak için hareketlenecektim ki durdum. Sağ ayağımın üzerinden destek alarak ona baktım ve merakla kafamı salladım. "Sen ne söyleyecektin?"
Anlamsız bakışlarla bana baktı. "Ben mi?"
"Evet," dedim. "Sen. Az önce Çiçek demiştin."
Tebessüm etti. Gözleri kısılırken "Çiçek dememi benimsedin," dedi, buna sevinmiş gibi duruyordu.
Gözlerimi çok kısa bir anlığına ondan kaçırdım. Evet, benimsemiştim. Çiçek demediğinde hemen fark edebilecek kadar fazla benimsemiştim. Dudak büküp, umursamaz görünmeye çalışarak "Hep diyorsun," diye mırıldandım. Hep demiyordu. "Alıştım sanırım. Hem," derken yüzüne baktım. "İsmim kötü mü ki, neden Çiçek demeye devam ediyorsun?"
Hafifçe gülümsedi. "Güzel," dedi ama sanki başka bir şey için demiş gibiydi. Yüzümün her köşesini tek tek incelediğini fark ettim. Gözleri en son gözlerimde durduğunda sanki iç çekiyordu. "Tek bir çiçek olamayacak kadar fazla güzel."
"Ne güzel?" dedim merakıma yenik düşerek. İsmim mi yoksa...
Yanıma doğru bir adım attı. "Se-"
Lafını bitiremedi. "Abi bu kapı niye açık?" diye pat diye odaya giren Harun, bir anda ikimizin de dikkatini dağıttı. Poyraz kendini silkeleyerek Harun'a döndü. Suratındaki sinirlenmiş ifadeye anlam vermesem de çok üstünde durmadım. Harun meraklı bakışını kapıdan çekip Poyraz'a çevirdi. Çok kısa bir süre sonra da bana baktı. "Elvin Hanım, siz de mi buradasınız?"
Kendimi arıyormuşum gibi etrafı taradım. En sonunda başımı eğerek kendime baktım. "Buradaymışım," dedim şaşkınlıkla Harun'a dönerek. Harun tepkime güldü, az sonra söyleyeceğim sözleri tahmin etseydi ağzını açmayacağına emindim. "Asıl sen neredesin, Harun." Kolumdaki saate baktım. Dokuzu geçiyordu. "Mesai başlayalı çok oluyor, ne bu tembellik?"
Poyraz'ın keyifli sırıtışı işittim. Harun yutkunarak kapıdan içeri girerken kaçamak bakışlarla bir Poyraz'a bakıyordu, bir bana. İlk günden benden böyle bir tepki görmeyi beklemediği için bozguna uğramıştı. Bu benim en sakin hâlimdi, ki ciddi değildim. Neden burada olmadığını biliyordum, sadece ona takılmak eğlenceli geliyordu.
Harun da sonunda neden geç geldiğini hatırlamış olmalı ki ellerindeki kimlik kartını havaya kaldırıp kapıyı arkasından kapattı. "Valla bunları almak için geciktim Elvin Hanım. Poyraz abi halletmeden gelme dedi." Odanın içine, yanımıza doğru yürüdü. Kaçamak bakışları Poyraz'a değdi, benim sert ifademden çekinmeye devam ettiğini görebiliyordum. Gözlerini bilhassa bana değdirmiyordu.
İçten bir kahkaha attım. "Sakin ol, Harun. Dalga geçiyorum. Neden olmadığını biliyorum."
Harun elindeki kimlik kartımı bana uzattı. "Bakışlarınız hiç öyle demiyor, Elvin Hanım," dedi sonunda bana bakarak. Kartı elinden aldım. Üzerinde yeni saçlarımla çekindiğim fotoğrafım vardı, cuma günü hastaneden sonra çekinmiştim. "Siz lütfen dalga geçmeyin." Kartımı elimde gezdirirken gülüşüm yüzümde büyüdü.
"İnan bana ciddi olmamı istemezsin."
Yutkundu. Haklı olduğumu fark etmişti. "Vazgeçtim, dalga geçmeye devam edin."
Başımı iki yana sallarken Harun'un tepkisine güldüm. Fazla tatlıydı. Benim hakkımda duydukları yüzünden biraz bende ürküyor olmasını anlayabiliyordum. Benimle çalışmayı sevmeyenler sektörde resmen beni bir ruh hastası gibi göstermişlerdi, şimdi ise işe geri döneyim diye arkamdan ağlıyorlardı. Eh, ne derlerdi; etme bulma dünyası. Benim yerime Didem'le çalışsınlar da akılları başlarına gelsin. Anlık onların sevgi sözleriyle hemen yelkenleri suya indirip duygusala bağlasam da aklım yerine gelince çoğunun bunu hak ettiğini kendime tekrar hatırlattım.
Harun Poyraz'a döndü. Bakışlarında endişeli bir duygu geçer gibi oldu. "Abi bu arada... Aşağıda Aylin Hanım vardı." Harun bana kaçamak bir bakış attı. Poyraz'la evlenecek olduğumu biliyordu ama bunun sahte bir evlilik olduğu konusunda bilgisi var mı emin değildim. Yine de Poyraz'ın ondan saklayacağını düşünmüyordum. Sonuç olarak en az Poyraz kadar Harun da yaşadıklarımı biliyordu.
Poyraz devam etmesi için başını salladı. "Aşağıyı birbirine katmış," dedi Harun bezgin bir ses tonuyla. Bu bezginlik, Aylin'in bunu ilk defa yapmadığını gösteriyordu. "Cengiz Bey'le tartışıyordu en son. Baban yine sana patlayacak abi, haberin olsun."
"Bu kız cidden fazla arsızmış," dedim dayanamayarak elimi havaya kaldırdığımda. Sesimdeki alayı gizleme gereksinimi duymadım. Sırtımı dışarıya bakan boydan boya cama yaslayıp kollarımı önümde birleştirdim. "Aldatma konusundan bahsetmiyorum bile ama yani adam benimle evleniyor, bunu yüzüne yüzüne de söyledi. Gurursuz musun sen?"
Poyraz bir şey söylemedi. Gözleri boşluğa daldı. Aylin konusu canını sıkıyordu. Kim olsa canı sıkılırdı. Onu belki de en iyi ben anlıyordum. "Siz cidden evleniyor musunuz ya?" diye sordu Harun benle Poyraz'a bakarak. Bir şey bilmiyor olmasına şaşırdım. Poyraz anlaşılan daha söylememişti, gerçi şu son günlerde sürekli benim yanımda olduğu için bahsi geçmemiş olmalıydı. Poyraz da öyle konuşmayı seven bir adam değildi.
Gözlerimi Harun'a diktim. Başımı omzuna yaslarken yüzüme yerleştirdiğim tatlı tebessüm eşliğinde "Evet," dedim ve parmağımı kaldırıp ona gösterdim. Harun yüzüğü görür görmez şaşkınlıkla Poyraz'a baktı. Bakışlarından onun da bu yüzüğü tanıyor olduğunu anladım. "Patronun bana yüzük bile taktı, müstakbel kocam olmaya dünden hevesli."
Poyraz'ın kafasını dağıtmak istediğim için onunla uğraşma fikrim işe yaramış gibiydi. Poyraz az önce yüzüne yerleştirdiği gerginliği bir çırpıda sildi. Suratında büyük bir sırıtış peydâh olduğunda omzunun üzerinden bana baktı ve "Öyle mi dersin?" dedi eğlenerek. "Keyfimin seninle evlenmesini isteyen de, beni kullanacağını söyleyen de sendin; o zaman hiç böyle konuşmuyordun."
Bedenini bana çevirdiğinde gözlerimi devirdim. Harun ikimizin de konuştuklarından bir şey anlamıyordu. "Sen onları unutmadın mı ya?" diye mırıldandım kendi kendime. Evine gittiğimiz gün arabasında sarf ettiğim sözlerdi. Ben bunca olanlardan sonra onu unutmuştum bile ama Poyraz küçük şeyler bile hatırlıyordu.
"Yalnız ilk evlilik teklifi yapan sendin."
"Üçüncüsünde ettim," dediğimde Poyraz kahkaha atarken Harun bozguna uğramış gibi ona bakıyordu. Kendi yalanıma çabuk inanırdım. İkincisinde hâlâ onu evden kovduğum gerçeğine inanmayı sürdürüyordum.
"Abi siz ne konuşuyorsunuz Allah aşkına? Ne evliliği, ne teklifi, ne üçüncü kezi? Sen hangi ara üç kere evlilik teklif yaptın? Ben artık paralel evrende olduğuma emin oldum. Yok mu bir solucan deliği, evime dönmek istiyorum. Sizin yanınızda kendimi aptal gibi hissediyorum resmen."
Poyraz gülerek bana baktığında çenesiyle Harun'u işaret etti. "Çocuğun beynini yaktın, düzelt şimdi."
Omuz silktim. "Onun da beyni yanmaya dünden meraklıymış." Başımı iki yana sallayıp Poyraz'a bakmayı sürdürdüm. "Sen niye baştan anlatmadın, bilmiyor mu her şeyi?"
Poyraz umursamazca dudaklarını büktü. "Konusu açılmadı, ben de açma gereği duymadım. Harun sıkıntı değil de..." dediğinde nefesi bezgince bıraktı. Bakışlarını sanki beni rahatsız edecek bir şey söyleyecekmiş gibi benden kaçırdı. "Ceyda biraz sıkıntı yaratabilir. Aramızdaki durumu biliyor."
Kaşlarım sorgular biçimde havalanırken "Ceyda?" dedim. Bildiğim tek bir Ceyda vardı. "Doktorum Ceyda Hanım mı? O ne alaka ki?" Poyraz'la yakın olduklarını biliyordum, hatta başta sevdiği kişiyi onun olduğunu bile sanmıştım ama sonra aldatan biriyle iyi anlaşmayacağını tahmin ettiğimden yakın arkadaş olduklarımı düşündüm. Aralarındaki ilişkiyi hiç sormamıştım. Açıkçası Poyraz'ı onun beni tanıdığı kadar tanımıyordum. Bir anda kendimi içinde bulduğum bazı aile üyesi dışında hayatındaki insanları, hayat hikâyesini, arkadaşları var mı yok mu hiç bilmiyordum. Ben sorulardan kaçan biriydim. Beni ilgilendiren noktada değilsek o soruyu sormazdım ama şu an artık beni ilgilendiren bir noktadaydık ve ben de sormam gerekeni soruyordum.
Poyraz yanımdan geçip koltuğuna oturdu, sandalyesini benden yana döndürürken "Kuzenim," dedi, sanki öylesine bir şey söylermiş gibi. "Teyzemin kızı." Bakışlarımdaki şaşkınlığı gizlemeden Poyraz'a baktım. Bir anlık refleksle tekrar kaşlarım havalanırken gözlerim irileşti. Böyle bir şeyi beklemiyordum. Kesinlikle beklemiyordum.
"E ama çüş!" dedim yükselerek. Sırtımı yasladığım yerden çekip duruşumu dikleştirdim. "Bütün ailene ayak üstünde kırk tane yalan saydım!" Sesim giderek yükselmişti. Bu Poyraz'ı irkilti. Bu denli yüksek bir tepki vermemi beklemiyordu. "Ceyda Hanım'ın kuzenin olduğunu bilseydim daha farklı şeyler söylerdim. Kadın benimle ilgili bilmemesi gereken çok fazla şeyi biliyor." Bebeğimi biliyordu ve ben bebeğimin ölüsünü bu intikam oyununa meze yapmayacaktım. Kimse onu bilmemeliydi. Onun hakkında kötü bir şey diyecek birçok insanla karşılaşacaktım ve ben buna müsaade etmezdim.
Harun "Ne yalanı?" diye sorsa da onu cevapsız bırakıp öfkeli gözlerimi Poyraz'dan çekmedim. Beni ciddi manada sinirlendirmişti. Ona doğru bir adım atıp oturduğu yerden başımı hafifçe eğerek yüzüne baktım. "Bilmem gerekenleri bana erkenden söyle," dedim mavilerine bakarak. Sinirlendiğimde bakışlarımın ürkütücü olduğunu söylerlerdi ama Poyraz korkmaktan çok afallamış gibi yüzümü inceliyordu. "Konu canımı sıkan yerlere gelirse canını sıkarım Poyraz." Yerimden doğrulup ona bir şey söyleme fırsatı vermeden kapıya doğru yürüdüm.
"Abi sinirlendirdin galiba," dedi Harun arkamdan.
Sertti Poyraz. "Siktir git, Harun."
Kapıyı açtım. İkisinin de sözlerine kulak asmadan "Harun işin bitince gel," dedim ve arkamı dönmeden odadan çıktım. Kendi odama geldiğimde yaptığım ilk şey Poyraz'ın bana bakan suratına beyaz stor perdeyi çekmek olmuştu.
***
Saat öğleni çoktan geçmişti. Bu süre zarfında Harun bana şirketi gezdirmiş, çalışanların bazılarıyla tanıştırmıştı. Her birinin suratında benim kim olduğuma dair merak gezinse de beni sıcakkanlı bir şekilde karşıladılar. Çalışkan insanı yüzünden tanırdım, bazıları gözümde o imajı çizmişti ve onlarla iyi anlaşabileceğimi düşünüyordum.
Şirketi gezme ve tanışma faslı bittiğinde Harun benim için sisteme bilgi işlemden kayıt açtırıp kullanmam için yeni bir bilgisayar verdi. Kullanılan tüm programlar orada yüklüydü. Eski iş yerimde de farklı bilgisayarım vardı, kendiminkini de mailler ve sunum için kullanırdım.
Şimdi de bilgisayar başında çalışırken elimdeki soğumaya yüz tutmuş kahveyi yudumluyor, yurt dışında sürekli çalıştığım şirketlerle yeni iş yerimin bağlantısını sağlamak için uğraşıyordum. LinkedIn hesabımı yenilemeyi de unutmadım. Her yerde artık Soykan Holding'te değil, Karaaslan Holding'te çalıştığımı gösteriyordum. Eskiye dair her şeyi değiştirmek yeni hedefimdi.
Birkaç mail attıktan sonra Poyraz'ın üzerinde çalıştığı projeleri kontrol ettim. En son Uludağ'da bir otel projesi üzerine çalışmaya başladığını görünce ilgiyle dosyasını inceledim. Oldukça kapsamlı ve iyi planlanmış bir iş gibi duruyordu. Poyraz hiçbir detayı atlamamıştı. Ki bunu taslak olarak nitelendirmesi bile onun ne kadar detaycı bir adam olduğunu gösteriyordu.
Karaaslanlar neredeyse sekiz farklı sektörde çalışıyordu, her sektöre hakim olmak biraz zaman alacaktı ama benim elimden gelmeyen iş yoktu, çabuk öğrenirdim. Burada bir asistan olarak değil, marka yönetimi, dış ticaret ve uluslararası ilişkiler üzerinde çalışacaktım. Sıradan bir çalışan olarak değildim, benim departmanında çalışanların başında ben olacaktım. Poyraz'ın bana böyle bir işi benimle çalışmadan vermiş olması çalışma disiplinim hakkında iyi bir araştırma yaptığını gösteriyordu. Ki yakında onunla evleneceğim için bana öyle alelade bir iş vermezdi. Yine de zorlanacağımı sanmıyordum. Görkem'in yanında asistan olsam da orada da yaptığım buydu, benim için gereksiz iş yükü olsa da çalışmayı sevdiğim için hiç şikayet etmemiştim, kendi isteğimle yapmıştım. Burada işim oradakine oranla daha kolaydı.
O aptaldan daha fazla maaş almalıydım!
Aşk denen şey insanı öyle aptallaştırıyordu ki onun asistanlığı ile kendimi harcadığıma inanamıyordum. İnsanlar beni basit bir asistan olarak görmesi fazla sinir bozucu bir durumdu, ben küçümseyebilecekleri biri değildim, ben bir şeyi yapmak istiyorsam en iyisini yapardım. Ama aşıktım, aptaldım. Elde ettiğim başarıları birlikte yaptık olarak değil, kendim yaptım olarak söz etmeliydim. İstersem çok daha büyük işler yapabilecek biriydim ama aşka kapılmakla kendimi harcamıştım, sonra da hayatın en büyük sillesini yemiştim. Şimdi ise ne aşkım vardı yamacımda ne de karnımda bebeğim. Olan sadece bebeğime ve bana olmuştu. Ben annem değildim, saçlarım ona benziyor diye onun gibi bir aşk yaşayacağımı sanmak çok büyük bir aptallıktı. Burada onu yapmayacaktım. Burada kendi değerimi eskisinden daha çok bilecektim. Hayatımda artık aşka yer olmayacaktı.
Bir süre daha bilgisayar üzerinden dosyaları inceledikten sonra bir yandan da yerel ve global pazarlara dair stratejileri kafamda şekillendirmeye başladım. Karaaslan markasının uluslararası alandaki konumunu güçlendirmek için dijital pazarlama stratejilerinin nasıl entegre edeceğim konusunda ciddi bir araştırma yapmam gerekecekti. Ortama alıştıktan sonra planlarıma şekil verebilmem babında bir toplantı tertip etmem gerekiyordu ama bunun üstüne şimdilik durmadım. Bu kolaydı, önceliğim yeni bir yere bir an önce adapte olmaktı.
Kendime göre bir iş çizgisi oluşturuyor, önümdeki deftere tek tek not ediyordum. Yazacağım önemli notları masaya yapıştırmak için birkaç post-it almam gerektiğini aklımın bir kenarına yazarak işime devam ettim. Kaç saat çalıştım bilmiyorum ama artık acıktığımı hissediyordum. Saatlerdir bir şey yememiştim. Elimi klavyelerden ayırarak, diğer elimle tepemde birleştirip gerindim. Kendimi birkaç kez esnettikten sonra bir anda kapım tıklatılınca ellerimi masaya indirip tok bir sesle "Gelebilirsin," dedim.
Komutumla kapı açıldı. İçeriye sarı saçları tepeden toplamış, benden küçük olduğunu tahmin ettiğim genç bir kız girdi. Harun bugün beni onlarla tanıştırdığında bu kız da aralarındaydı, ismini Betül olduğunu hatırlıyordum ama emin değildim. Yüzünde sevecen bir gülümseme vardı. Ellerinde bir vazo dolusu çiçek görünce sorgular biçimde onu baktım. "Bu size geldi," dedi çekingen bir sesle. Bana çiçek mi geldi? Ama kimdendi? Arkadaşım bile yoktu.
Kızı germemek adına sorgulama işini sonraya bırakıp içten bir şekilde gülümsedim ve yerimden ayaklandım. Yanına gittiğimde bana uzattığı pembe gülleri "Teşekkür ederim," diyerek ondan aldım. Ben çiçekleri incelerken kız da "Yeni işiniz tekrardan hayırlı olsun Elvin Hanım," dedi tatlı bir gülümsemeyle. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Gülümseyerek tekrar teşekkür ettikten sonra "Betül'dü değil mi?" diye sordum. İsmini yanlış bilmek istemezdim. "Evet," dedi gülümseyerek başını salladığında. "Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?"
Başımı olumsuzca iki yana salladım. "Hayır, teşekkür ederim. Şimdilik hallediyorum." Gülümsedim. Birlikte çalıştığım insanlara artık eskisi kadar sert ve soğuk olmamaya karar vermiştim. Disiplinli kişiliğimi elbette koruyacaktım ama iki gülümseme göndermek benden bir şey götürmezdi. "Bir sıkıntı olursa sana danışırım."
Betül başıyla beni bir kez onayladıktan sonra yüzünden silmediği gülümsemeyle odadan çıktı. Elimdeki çiçeklerle baş başa kaldığım an çatık kaşlarımla masama yaklaşıp vazoyu üstüne bıraktım. Çiçeklerin arasında küçük bir kart gördüğümde gözlerim kısıldı. Notu alıp kimden geldiğine baktım. Üzerinde birkaç cümlelik bir yazı yazıyordu ve bu beni istemsiz gülümsetmişti.
Benimle çalıştığın için teşekkür ediyorum. Umarım burada mutlu olur ve hep çiçek açarsın. Solmak sana yakışmıyor. Sevgilerimle...
P.K.
Ona olan öfkemi bir kenara atarsam tatlı bir hareket olduğunu inkâr edemezdim. Yüzümdeki gülümseme giderek daha da büyüyordu. En sevdiğim çiçekleri göndermiş olması bu gülümsememin artmasında en büyük etkendi.
Yine de yumuşamayacaktım. Gün boyu bunu ona göstermiştim. Ortalığa bakma bahanesiyle bana baktığı anları fark ediyor ama ona bir saniye olsun bakmıyordum. Göz göze geldiğimiz an, ona tüm öfkemi gönderiyordum. Konuşma çabaları olmuştu ama hepsini yok saymıştım. Sinirimi atmadan konuşursam fazla ters şeyler söyleyebileceğimi biliyordum. Her şeye rağmen ona minnettar olduğum için bir nebze de onun iyiliği adına ondan uzak duruyordum. Yoksa kim haklı umursamadan fazla ağır şeyler söylerdim.
Çiçeklerin üzerine narince dokundum. Her birini tek tek okşarken bakışlarım istemsiz olarak perdeyi çektiğim yere kaydı. Hâlâ orada mıydı? Bilmiyordum ama bunu umursamayacaktım. Açtım ve artık bir şeyler yemek istiyordum. Şu anlık önceliğim buydu.
Ayakta dikilmeye devam ederken kapı tekrar çaldığında gözlerimi dokunduğum çiçeklerimden çekmeden kapının ardındaki kişiye içeri gelmesini söyledim. Saniyeler sonra kapı açıldı. "Elvin Hanım," dedi Harun geldiğini belli ederek. Omzumun üzerinden ona döndüm. Gözleri çiçeklerime kaydığında gülümsedi. "Yeni mi geldi bu?"
Sorusunu es geçerek elimi çiçeklerin üstünden çektim, bedenimi ona doğru çevirdim ve "Bir şey mi oldu Harun?" diye sordum.
Kapıdan bir adım daha içeri atıp kapıyı arkasından kapattı. "Poyraz abi bir şeyler yemediğini düşündü, ondan geldim."
"Poyraz abin düşünmesi gereken şeyleri de düşünseydi keşke," dedim iğneleyerek. Yemek yemediğimi tahmin etmesi beni şaşırtsa da bu konuda bir şey söylemedim. "Neyse," diyerek dudaklarımı ıslattım. Sinirimi Harun'dan çıkarmayacaktım. Masama uzanıp çantamı aldıktan sonra Harun'un önünde durdum. "Yemedim," dedim kapıyı işaret ederek. "Dışarıda bir şeyler yiyeceğim, var mı yakınlarda güzel yer?"
Harun başıyla onayladı. "Var, size eşlik edeyim."
Kapıyı açıp odadan çıktım, Harun da hemen peşimden gelip kapıyı arkasından kapattı. Birkaç adım attım ama sonra adımları odamın yanındaki kapının önünde durdurdum. Omzumun üzerinden kapıya bakarken Harun'a dönmeden "İçeride mi?" diye sordum.
Harun onaylar bir mırıltı çıkardı. "Çalışıyor hâlâ."
"Bir şey yemedi diye tahmin ediyorum."
Güldü. "Doğru tahmin ediyorsunuz."
Benim bir şey yemem için Harun'u gönderip kendi çalışmaya devam ediyordu. Annesinin söylediği kadar işkolik olduğunu iş yerindeki ilk günümden görebiliyordum. Poyraz'ın kapısının koluna uzandığımda Harun "O yemez şimdi," dese de onu dinlemedim. "Sen işine dön," diyerek kapının kolunu indirdim. İçerideki kişi bana yemek için eşlik edebilirdi.
Kapıyı açtığımda kendimi içeri sürüklemeden önce göz ucuyla ona baktım. Poyraz pür dikkat kağıtlara yoğunlaşmıştı. Kimin geldiğine bakmadan "Ne dedi, yemiş mi bir şeyler?" diye sordu. Odasına dan diye girdiğim için beni Harun sanmış olmalıydı. Diğer çalışanlar kapıyı tıklatarak girmeye özen gösteriyordu.
Merak ettiği ilk şey, benim yemek yiyip yememem miydi gerçekten?
Topuk sesim mermer zeminde yankılanırken "Daha değil," dedim, içeriye doğru birkaç adım attım. Sesimi duyan Poyraz, bakışlarını bir anda kağıtlardan çekip bana çevirdi. Beni burada görmeyi beklemediği için gözlerinin içinden bariz bir şaşkınlık geçtiğini hemen fark ettim. Elindekileri masaya bırakıp başını geriye yasladı. Kafasını burada ne aradığıma dair bir merakla belli belirsiz sallarken yüzümle kapıyı işaret ettim. "Hadi kalk bay işkolik. Bir şeyler yiyelim."
Gülümseyerek ayağa kalktı. "Olur," dedi yanıma gelirken. Harun o yemez şimdi dediğinde itiraz eder diye düşünmüştüm ama hemen kabul etti, beni uğraştırmadığı için memnundum. Adımları karşımda durduğunda önden geçmem için kapıyı işaret etti. Komutuna ayak uydurdum ve ondan önce dışarı çıktım.
Birlikte asansöre, asansörden inip dışarıya çıkana kadar herkesin kaçamak bakışları üzerimizde gezindi. Bakışları yok sayıp önüme baktım. Poyraz hemen bir adım arkamdaydı. Binadan tamamen çıktığımızda benim olduğum yere doğru vuran güneş gözümü aldı. Gözlerimi kısarak adımlarımı durdurdum ve arkamı döndüm. Mesafeli bir şekilde "Nerede yiyoruz?" diye sordum. Yüzümde gülümseme yoktu, sinirimi korumaya devam edecek kadar inatçıydım.
Soğuk yaklaşımım hoşuna gitmişe benzemiyordu, yukarıdaki gülümseyen yüzü silinmişti ama bu konuda bir şey söylemeyerek "Karşı caddede sürekli gittiğim bir yer var, istersen oraya geçelim," dedi. Sözlerindeki alt metin oraya geçince seninle şu meseleyi konuşalımdı. Sadece omuz silktim ve "Olur, gidelim," diyerek ilerlemeye başladım.
Dakikalar sonra Poyraz'ın dediği mekâna vardık. Oldukça şık ve iç açıcı bir yerdi. Fazlasıyla da büyüktü. Boş bulduğum ilk cam kenarına geçip oturduğumda Poyraz da peşimden geldi. Karşıma oturduğu gibi "Nasıldı ilk günün?" diye sordu.
Kafamı salladım, "Güzel," dedim dudak bükerek. Arından önümdeki menüyü açtım ve yiyecekleri tek tek incelemeye başladım. Menüye göz gezdirirken aynı zamanda Poyraz'la konuşuyordum. "Genel olarak bildiğim şeyler, sadece farklı bir yerdeyim. Adapte olmak için biraz zamana ihtiyacım var... Ah, bu güzel görünüyor." Yemek konusunda zor bir insan değildim, çabuk seçerdim. Buna açlığım da büyük bir etkendi. Yemeğimi seçtiğim için menüyü masaya bıraktım ve kıstığım gözleri tekrar Poyraz'a baktım. "Uludağ projene bakma şansım oldu, kapsamlı duruyor."
Benim aksime onun ilgisi işte değildi. İlk günümün nasıl geçtiği ile ilgili sorusu da tamamen beni konuşturmak içindi. Bu yüzden belki dayanamayıp "Soğuk yapmaya devam mı edeceksin böyle?" diye sordu ellerini masaya yaslayıp, yüzünü bana doğru eğdiğinde. Ses tonu bu duruma tahammül edemediğini belli ediyordu.
Sırtımı sandalyeye yasladım. "Sen ne bekliyordun?" Çenemi kaldırdığımda bakışlarım sertleşti. "Bazı şeylerin benim için ne kadar hassas olduğunu çok iyi biliyordun ama sen bana bu konudan bahsetme gereksinimi bile duymadın."
Derin bir nefes alıp verdi. Kelimelerini seçmek için uğraştığını fark edebiliyordum. "Hangi ara bahsetmemi bekliyordun?" dedi sakin bir tonda. Ellerini masaya biraz daha bastırdı. "Her şey bir anda olup bitti, senin kadar olayların bu raddeye nasıl geldiğini ben de anlamadım. Evime seninle giderken aklımda evlilik gibi bir düşünce yoktu, ki bunu sen de çok iyi biliyorsun. Senin iyiliğin için başta kabul etmedim, olaylar buraya gelince de birçok kez emin olup olmadığını sordum." Anlıyor musun dercesine başını salladı. Gözlerimi bir anlığına ondan kaçırdım ama tekrar yüzüne baktım. Bu konuda haklıydı, bu açıdan düşünememiştim. Öfkem bana her seferinde düşünmeyi unutturuyordu. "ama gördüğün üzere şu an bu noktadayız," diye devam etti sırtını sandalyeye yaslarken. Gözlerini bir saniye bile olsun üstümden çekmedi. "Ve ben de fırsat bulduğum ilk an sana söyledim."
Artık baştaki gibi soğuk bakmıyordum, gözlerimdeki ifade yumuşadığında "Ne yapacağız peki?" diye sordum. "Bebeğimi biliyor." Öldüğünü de biliyordu. "Ben onu yaşarken bu oyuna sokmadım, ölüsünü de sokmam. Yapamam. Ya başkalarına söylerse? Bebeğimi kaybedeli üç hafta olmadı. Ben hâlâ onun acısını içimde yaşıyorken birileri bir türlü kabuk bağlayamayan yarama tuz basarsa ayakta duramam, Poyraz. Ben evet, güçlüyüm..." derken dolmaya başlayan gözlerimin akmaması adına başımı hafifçe yukarı kaldırdım. Kurumaya yüz tutan dudaklarımı ıslattıktan sonra devam ettim. "Güçlüyüm ve her şeye karşı savaşırım ama konu kaybettiklerim olunca ayakta duramayacak kadar çaresiz hissediyorum. Sen de beni anla."
Ellerimi destek almak için masaya uzattığımda Poyraz bir anda yüzük takılı olan elime uzanıp destek olmak istercesine tuttu. "Ben seni anlıyorum, Elvin. Bu konuda olan endişenin de farkındayım ama korkma, Ceyda'yla bu konuyu konuşacağım. Senin bilgilerini kimseye verecek biri değil. Hem doktor o. Senin bilgilerini senin iznin olmadan kimseye söylemez. Ayakta duramamaktan da korkma, kimsenin seni devirmesine izin vermeyeceğim."
Tuttuğu elimi çekmeden çenemle onu işaret ettim. "Ya sen devirirsen beni?"
"Devirmem." Başını iki yana salladı. Netti. "Bir adım önünde olup darbeleri engellerim."
"Sana güvenebilir miyim?" Sesim kısıktı.
"Bana güvendiğini zaten söyledin."
Söylemiştim. Ve o bu durumdan hiç memnun olmamıştı. "Söyledim," dedim gözlerinin derinliklerine bakarken, ona nasıl bir yüklediğimi fark ederek. "Ve ben hep güvendiklerimden darbe yedim." Sözlerimle âdemelması oynadı. Bakışlarını benden kaçırmak istese de yapmadı, elimin üzerindeki elini çekmek istese de çekmedi. Bana tekrar güvenme de demedi. Sadece bana baktı ve sıcak bir tebessüm gönderdi.
"Güvenini boşa çıkarmayacağım," dedi ve ben ona yine inandım.
Kendimi tekrar sandalyeye yasladığımda eli elimden uzaklaştı. Ciddiyetimi bir kenara atmak istercesine "Bir yıl kadar boşa çıkarmasan yeter," dedim alayla. "Sonra zaten sen yoluna, ben yoluma."
Benim yüzümdeki gülümsemenin aksine onun gülümsemesi bir anda silindi. "Sürekli bunu mu düşünüyorsun?" dedi homurdanarak. "Gitmeyi."
"Evet," dedim dudak bükerek. Başımı ne var bunda der gibi sallamam pek hoşuna gitmişe benzemiyordu. "Hep kalan olduk da ne oldu, hayatım kaydı. Biraz da ben gideyim."
Poyraz sözlerime kulak asmayarak elini kaldırdı ve garsona gelmesi için işaret verdi. Bu konuyu konuşmak istemiyordu anlaşılan. Daha bir şeyler başlamadan gitmekten bahseden biriydim ve bu durum canını sıkmış gibi duruyordu. Garson yanımıza geldiğinde siparişlerimizi verdik. O süre zarfında Poyraz'a bakmadım. Sadece yiyeceğim şeyi söyledim.
Yemekler gelene kadar maillerime dönüş var mı diye bakmaya karar verdim. Telefonumu küçük çantamdan çıkardım ve dakikalarca kurcaladım. Gelen birkaç maile cevap yazarken Poyraz'ın bakışlarını üzerimde hissediyordum. Sonunda dayanamayıp "Yemek yemeye geldik, çalışmaya değil," dese de onu umursamadım. Omuz silkerek işime geri döndüm. Ben her saniye, her yerde çalışabilecek bir potansiyele sahiptim.
"Elvin, telefonu bırakır mısın?" dedi tekrar. Yine omuz silktim. İşim vardı burada, görüyordu. Derdi neydi, kendisi de en az benim kadar iş manyağı bir adamdı. Neyi sorun ediyordu? Bu sefer "Çiçek," dedi bıkmış bir şekilde. Klavyeyi tuşlayan ellerim bir anda durdu. İstemsiz olarak telefonun üstünden ona baktım.
Bana başka bir şekilde seslenilmesinden her zaman nefret eden biriydim ama tuhaf bir şekilde bu ismi fazla benimsemiştim. Hem de bana seslendiğinde ona bakacak kadar fazla bir benimsemeydi bu. Bunu ona göstermeden "Ne var ya?" dedim ters ters. Telefonumu masaya bıraktım ve tamamen Poyraz'a odaklandım. "İşim var. Gördüğün üzere de çalışıyorum. Ne yapayım, seninle mi ilgileneyim bay koca adam?"
Küçük bir kahkaha atarken "Neden olmasın?" dedi eğlenilir bir tonda. "Müstakbel karımdan bunu istemem yanlış olmaz."
Gözümü devirdim. "Müstakbel kocam fazla beklentiye girmesin."
"Bence girsin," dedi. Benimle uğraşmaya devam ediyordu. Yüzündeki gülümsemeyi daha da yaydı.
"Ha, ha, ha!" dedim alaycı bir tonda, ona bakarken. "Böyle beklentilerin varsa evlenmek için çok yanlış bir kadın seçtin haberin olsun."
Sözlerim onda tuhaf bir etki bırakmış gibiydi, bakışlarında anlam vermediğim bir ifade geçtiğinde bir anda "Sanmıyorum," dedi, bunu söylerken tereddüt bile etmedi. Gözleri gözlerimin üzerinde geziniyordu. Söyleyecek bir şey bulamadım. Normalde söyleyecek hep bir şeylerim olurdu ama bu sefer olmadı. Gözlerimi kaçırdım, ona bakmamaya çalıştım. Hareketlerine anlam veremiyordum. Umarım benimle eğlendiği için böyle davranıyordur.
Sessizliğimi koruduğumda "Yarın akşam bir davet var," dedi konuyu değiştirerek. Tekrar ona baktım. Yüzündeki gülümseme silindi. Başını geriye attığında biraz daha ciddileşmişti. "Benimle gelmen gerekiyor ama istemiyorsan bir bahane buluruz."
Kaşlarım çatılırken "Kimin daveti?" diye sordum, gelmemi isteyip istemediğimi sorduğuna göre tahmin ettiğim kişi olmalıydı ve öyle de oldu. "Soykanlar," diyerek tahmini doğruladı.
"Tahmin edeyim Feyza Soykan planladı." Görkem'in şu sıralar böyle bir şeye kalkışacağını sanmıyordum. Beni o davette Poyraz'la yan yana görmek, isteyeceği son şey bile olmazdı; bundan emindim.
Poyraz başını sallayarak onayladı. "Öyle de, nereden anladın?"
"Görkem bunu yapmaz. Didem kendini o aileye girince önemli kişisi olarak görüyor ama sadece bir piyon, o da buna kalkışamaz. Geriye Feyza Soykan kalıyor. Benden zerre haz etmez, keza ben de kendisinden aynı şekilde. Bugün Didem beni gördüğünü ona yetiştirmiştir, o da benim katılacağımı tahmin ederek böyle bir şey planlamıştır. Nasıl sağ kaldığımı görmek istiyor anlaşılan." Az sonra söyleyeceklerim için kendimi sakinleştirmek adına biraz durdum ve nefes alıp verdim. Poyraz pür dikkat beni izliyordu.
"İlaçlarımı değiştirilmesini isteyen Feyza Soykan," dediğim an Poyraz'ın bakışları koyulaştı. Masanın kenarını sertçe sıkarken çenesinin de kasılmasından sinirlendiğini anlayabiliyordum. "Emin misin?" diye sordu son derece ciddi bir sesle. "Görkem Soykan yapmış olamaz mı?"
Başımı olumsuzca salladım. "O değildi, eminim. Sağlıklı düşünmediğim on gün boyunca sadece onu suçladım ve ondan daha fazla nefret etmek için o yaptı diyerek kendimi buna inandırmaya çalıştım ama değildi. Görkem kimseye bu denli fiziksel zarar verebilecek biri değil. Beni terk edip gitse de öldürmek isteyecek kadar benden kurtulmak isteyecek biri hiç değil, ki bu sabah gözlerinde gördüklerim bunu anlamama yetti."
Poyraz'ın kaşları çatıldı. "Ona güveniyor musun?"
"Nasıl böyle emin olabiliyorsun o zaman?" Bana doğru başını eğdi. Sözleri fazla sertti. Bu sertliğe rağmen kendini tuttuğunu görebiliyordum. "Seni kandırma ihtimali oldukça yüksek. Seni o gece ne halde bulduğumu hatırlatma bana! Belasını siktiğimin pezevenk herifi, seni söylediğin gibi sevseydi terk etmezdi, Elvin."
"Sakin olur musun?" dediğimde sanki daha da öfkelendi. Konuşacağı sırada garsonun elindeki tabaklarla yanımıza gelmesi güzel zamanlamaydı, çenesini kapatmak zorunda kalmıştı. Yemeklerimizi dizip servisini yaptıktan sonra "Afiyet olsun," diyen garsona teşekkür ettim ve yanımızdan uzaklaştığında tekrar Poyraz'a baktım. "Senin düşündüğünün aksine mantıklı olarak yaklaşıyorum olaya. Adamakıllı dinle beni."
"Dinliyorum," dedi biraz daha sakin bir tonda. Ama öfkesi hâlâ üzerindeydi. Çenesiyle beni işaret edip önündeki sudan bir yudum aldı. "Anlat."
Açıklamadan önce derin bir nefes aldım. "Görkem bu oyunda Didem gibi bir piyon. Feyza Soykan ona çocukluğundan beri psikolojik olarak zayıf hissettirmiş biri," diye mırıldandım. O kadın tam bir şeytandı. "Annesi ilişkimizi hiçbir zaman onaylamadı, Görkem ilk kez ona tepki vermesi benim içindi. Beni sevdiğini söylediğinde kadın adeta çıldırmıştı." Poyraz tekrar sinirlenmiş gibi duruyordu ama bu sefer bir şey söylemedi. Muhtemelen olaya duygusal olarak baktığımı düşünüyordu ama değildi. Değinmek istediğim nokta başka bir şeydi.
"Feyza Soykan beni her zaman tehdit olarak gördü. Onun için Didem biçilmiş kaftandı çünkü ona çok rahat şekil verebilir, bugün de buna emin oldum ama bana sözünü geçiremeyeceğinin her zaman farkındaydı. Benim baskın bir karakterim var. Ona Didem gibi pasif ama kendini güçlü sanan biri lazımdı ve muhtemelen Görkem'in düğünü iptal etmesiyle Didem olayını bu yüzden ayarladı. Beni çift taraflı hamle yaparak devirmek istedi ve itiraf etmeliyim ki bunu bir nebze de olsa başardı." Kendimi işaret ettim. "Bambaşka bir noktadayım, artık bebeğim yok."
Poyraz söylediklerimi kafasının içinde tartıyordu. Önümdeki çatal bıçağa uzandım ve yemeğime odaklandım. Ona biraz zaman veriyordum. Dilimlediğim eti dudaklarıma götürüp çiğnerken "İlaçlarını da seni hayatlarından çıkarmak için değiştirdi," dedi öfke dolu bir tonla, olayı kavradığında. "Hem senden hem bebekten kurtulmak ileride bir tehdit olmamanız içindi."
Gözlerimi Poyraz'a değdirmemeye çalışarak "Öyle," diye fısıldadım. Lokmamı bitirdikten sonra öfkenin harladığı yangını gözlerime iliştirdim. "Ama Feyza Şeytanı buna çok pişman olacak. Onu kibri ve gaddarlığıyla ait olduğu cehennemde yakacağım." Kendime söz veriyormuş gibi sarf ettim sözlerimi. Çatal ve bıçağı sert bir şekilde masaya bıraktım. "Eğer bebeğimle bana karışmasaydı ben zaten onun istediği gibi buralardan gidecek, ikimize bambaşka bir hayat kuracaktım. Bir daha da karşılarına çıkıp hayatlarına girmeyecektim ama o ne yaptı! Bebeğimi aldı benden. Bebeğimin hiçbir suçu yoktu, bu hikâyenin tek masumu oydu. Ama hayat en çok masumlara kıyar. Şimdi ise o kadına korktuğunu misliyle yaşatacağım. Hayatlarını tarumar etmeden hayatlarından çıkmayacağım."
Poyraz kaçamak bakışlarla bana baktı. "Peki..." dedi bir şeyler sormak için. "Annesi yüzünden mi düğünü bıraktı o herif? Yoksa altında başka bir şey var mı?"
Gözlerimin dolduğunu hissettim. Tek başıma karnımda bebeğimle kaldığım anlarda neler yaşadığımı kimse bilmiyordu. Her gece ağlamıştım. Şu an ağlayamazdım. Ağlamamak için üst dudağımı ısırıp başımı öne eğdim, çatal ve bıçağa tekrar uzanırken ağzımın içinde "Bilmiyorum," diye geveledim. "Ama bu saatten sonra önemi yok. Ortadaki tek gerçek bebeğimi kaybetmem. Tahmin ettiğim gibi bunu Feyza Soykan yaptıysa da Görkem beni bırakmasaydı belki bunların hiçbiri yaşanmayacaktı, bebeğim şimdi karnımda, altıncı ayına girmiş olacaktı. O benim bizimle ilgili olan tüm hayallerimi sevdiğini söylerdi, hayallerimi elimden çalan yine kendisi oldu. İki kişi olmak tek kişi olmaktan her zaman daha iyidir ama o beni üç kişi olacağımızı sandığım hikâyemde bir başıma bıraktı. Onun da suçu var, onun bu hikâyede çok büyük suçu var ve cezası neyse çekecek."
Gözlerim dolu dolu önümdeki yemeği deşerken Poyraz bir anda "Tek değilsin," dedi. Islanmış kirpiklerimin arasından başımı kaldırmadan ona baktım. Elini yüzüme doğru uzattı, ağlayacağımı fark etmişti. Akmak için hazırda bekleyen yaşlarımı parmak uçlarıyla silmeye başladığında "Ben varım," diye ekledi, istemsiz olarak yutkundum. Sözleri zihnimde can bulurken teninin sıcaklığının içimde ürperti oluşturduğunu fark ettim. Geri çekilmek istesem de bunu yapamadım, hipnoz olmuş gibi ona bakıyordum. "Seni savaşında tek bırakmam, Çiçek."
Eli yanağımın üzerinde gezindiğinde "Neden?" diye fısıldadım. Neden bana böyle yardım ediyordu?
Çünkü bende ablasını görüyordu. Çünkü onu kurtaramadığı için beni kurtarmak istiyordu. Umarım bu düşüncesi bir gün ikimize de zarar vermezdi.
Yutkunup geri çekilmek istediğim sırada "Selam gençler," diye bir ses işittiğimde Poyraz elini yanağımın üzerinden çekti ve ihtiyatla gelen kişiye döndü. Omzumun üzerinden Selim Karaaslan'a bakıp başımla selam verdim. Yanında kimse yoktu, tek gelmişti. Elleri siyah takımının cepleri arasındayken koyu kahve gözleri imalı biçimde Poyraz'ın üzerinde geziniyordu. Az önceki halimiz hoşuna gitmiş gibiydi.
Poyraz çenesiyle yanındaki boşluğu işaret etti. "Geçsene."
Selim Karaaslan bana baktı. "Rahatsızlık vermeyeyim?" dedi benden izin almak ister gibi. Poyraz'la baş başa kalmak isteyeceğimi düşünmüş olmalıydı.
"Buyurun lütfen," dedim sorun olmadığını belli eden bir ses tonuyla, elimle çaprazımdaki yeri işaret ederek. Selim Karaaslan bu sefer itiraz etmeyip Poyraz'ın yanındaki boşluğu doldurdu. Poyraz'a bakarken "Amcam tüm gün şalterleri açmış geziyordu," dedi bıkkın ve uyarıcı bir ses tonuyla. "Aman gözüne değme kardeşim. Takmış sana." Poyraz'a karşı tavırları samimiydi. Sanırım araları iyiydi. Bu gibi büyük ailelerde anlaşabilen kuzen sayısı genelde az olurdu.
Poyraz geçiştirir gibi elini salladı. "Bazen istediği her şeyin olmayacağını kabul etmeli, bunu ona ben öğretecek değilim."
Selim Karaaslan garsonu çağırıp bir şeyler sipariş ettikten sonra rahatsız bir biçimde konuyu devam ettirdi. "Aylin gelmiş yine," diye mırıldandı, amcası Cengiz Karaaslan'ın asıl sinirlenme sebebi buydu. Ben yemeğimle odaklanırken Selim Karaaslan'ın bana kaçamak bir bakış attığını fark ettim. Aylin konusu artık beni de ilgilendiren bir durumdu. Poyraz öyle oldu der gibi bir şeyler söyledikten sonra konunun üzerini kapattı. Bugün yeteri kadar şey olmuştu, yeni bir Aylin muhabbetine ikimiz de katlanacak gibi değildik.
Selim Karaaslan'ın bu seferki sözü direkt banaydı. "Hayırlı olsun, Elvin," dedi samimi bir şekilde bana bakarak. Sonra kendini açıklamak için araya girdi. "Umarım isminle hitap etmem sorun olmaz."
Ona baktım ve başımı iki yana salladım. "Elbette olmaz ve teşekkür ederim."
"Odana gelecektim ama bugün şirket dışı toplantılarımız vardı, babam da yarın ziyaret eder seni."
Gülümsedim. "Düşünmeniz bile yeterli."
"Bu akşam müsaitsen Poyraz'la yemeğe gelsene." Poyraz'a bakarken sırıttı. "Defne seni sormak için beni bile aradı. Bizim minik cadı ilk defa birine bu kadar çabuk ısınıyor, tüm ev halkı olarak hâlâ çok şaşkınız."
Gözlerimin içinin güldüğüne yemin edebilirdim. "Gelirim," dedim, Poyraz'a bakıp biraz daha gülümsedim. Sabah bu konuda konuşmuştuk. Defne onu da aramıştı. "Ben de özledim Defne'yi. Kızınız gerçekten çok tatlı."
Selim Karaaslan başını sallayarak tebessüm etti. "Öyledir ama biraz fazla hırçın."
"Ben de öyleydim," dedim özlem kokan geçmişime daldığımda. Sayılı hatıralarım zihnime düşerken yüzümde buruk bir gülümseme vuku buldu. Poyraz kendimden bahsettiğimden midir bilinmez tüm dikkatini bana verdi. "Fazla inatçı bir çocuktum, Defne sanki minik versiyonum gibi. İkimiz de birbirimizde kendimizi gördüğümüz için bu kadar çabuk alışmış olmalı bana."
"Belki de," dedi Selim Karaaslan tebessümle. O sırada Poyraz'ın masanın üzerindeki telefonu çaldığında bakışlarım oraya kaydı. Poyraz telefonu kaldırdığında ekranda yazan ismimle bana bakıp gülümsedi. "Defne," dedi kafasını gülerek iki yana salladığında. "Annesinin telefonun yine gizlice almış olmalı."
"Ben konuşabilir miyim?" diye sordum büyük bir istekle. Ben cevap verirsem en azından mutlu olurdu. Poyraz başını sallayarak telefonu bana uzattı. Aramayı cevaplandırdım ve telefonu kulağıma götürdüm. Saniyeler sonra çok tatlı bir ses kulaklarıma doldu.
"Amca ya, hani Elvin'le konuşacaktım bugün? Niye kandırıyorsun beni? Annem de beni işiniz var diye oraya getirmiyor zaten. Küseyim mi sana da!"
Kısık bir kahkaha attığımda "Konuşalım prenses," dedim.
Defne neşeyle şakıdı. "Elvin! Sen misin?"
"Evet, benim. Duyduğuma göre beni özlemişsin."
Onu çok kısa süreliğine tanısam da şu an telefonun arkasından art arda kafasını salladığına yemin edebilirdim. "Hem de çok!" Her harfi neşeyle uzattı. "Bugün buraya gelsen olmaz mı?"
"Gerçekten mi?!" Sesi heyecandan fazla yüksek çıkmıştı.
Güldüm ve onu biraz daha sevindirmek için "Gerçekten tabii," dedim. "Akşam amcanla geleceğim, uygun mudur?"
"Akşam görüşelim o zaman prenses."
"Görüşelim. Öpüyorum seni kocaman. Kocaman. Hem de çook kocaman!"
Dudaklarımın arasından kaçan neşe kokan kahkaha, gözlerimin kısılmasına neden oldu. Gülümsemekten çeneni ağrıması hissini özlemiştim. "Ben de öpüyorum seni. Kocaman, hatta en kocaman."
Konuşmam bittiğinde üstümde hiçbir gerginlik kalmamıştı. Bugün üst üste yaşadığım her şey bir anda halının altına süpürülmüştü ve şimdi çok daha iyi hissediyordum. Gülümsememi yüzümden silmeden telefonu Poyraz'a uzattım. "Sesini duymak iyi geldi," diye mırıldandım.
"Belli," dedi telefonun aldıktan sonra beni işaret ederek. "Çiçek açtın yine."
Bir şey söylemeden tebessüm ederek önüme döndüm. Selim Karaaslan ikimize bakıyordu. Dışarıdan bakan bir gözle bir çift gibi durduğumuzu düşünüyor olmalıydı ve bu hoşuna gitmişe benziyordu. Acaba Aylin hakkında daha önce ne düşünüyordu? Az önce ondan bahsederken bile yüzünde hoşnutsuzluk vardı, aldatma nedeni yüzünden olmalıydı.
"Yarın akşam davete geliyorsunuz değil mi?" Selim Karaaslan'ın bahsettiği davet Feyza Soykan'ın davetiydi. Poyraz'a cevap verme fırsatım olmamıştı. O nedenle ona bakarak başımı olumlu anlamda salladım. "Geliyoruz," dedim. Bu fırsatı kaçırmayacaktım. Poyraz'la bir çift olarak gitmek hepsini şaşırtacak, Görkem'i ise yıkacaktı. Feyza şeytanı istemeden de olsa elime güzel bir koz verdiyse onu kullanacaktım.
Poyraz emin olup olmadığımı anlamak için yüzümü incelediğinde başımı bir kez sallayarak onu ikna ettim. Bir şey söylemek istese de kuzeni burada olduğu için konuyu açmadı. Tebessüm etmekle yetindi.
Selim Karaaslan'ın da yemeği geldiğinde üçümüz de yemeklerimize odaklanıp biraz iş konuştuk. Onlara istedikleri bağlantıyı sağlamak için ilk günden kollarımı sıvadığımı söylediğimde ikisinin de suratında bariz bir şaşkın oluştu. Bu kadar çabuk işe koyulacağımı beklemiyorlardı. Hem benim tecrübem ve kuvvetli bir Network'ümün olması, hem de onların holdinglerinin isim yapmış olması işimi biraz daha kolaylaştırmış; iki haftaya bir toplantı bile ayarlamıştım. Selim Karaaslan'ın bunu duyduğunda az kalsın ağzındaki lokma boğazında kalacak olması kendimi tutmasaydım güleceğim bir durumdu. Birkaç kez öksürdüğünde Poyraz benim yerime onun bu haline kahkaha atarak masadaki suyu uzattı. Beni hafife almamaları gerektiğini ilk andan beri söylemiştim.
İş dışında çok bir şey konuşmadık. Sadece Selim Karaaslan, eşi Yağmur Karaaslan'la iyi anlaşacağımı söylemişti. Müstakbel elti adayım nasıl biri bilmiyordum ama umarım dediği gibi olurdu, çünkü aram iyi olmazsa benim ve kızı arasına mesafe koyabilirdi. Bunu istemezdim. Defne'yi gerçekten çok sevmiştim.
Öğrendiğim göre Yağmur özel bir okulda İngilizce öğretmenliği yapıyormuş, bu durum hoşuma gitmişti. Mesleğini eşi zengin bir ailede olsa bile yapmaya devam ediyor olması güzel bir şeydi. Kendi ayakları üzerinde durmak isteyen herkes kalbimi ısıtıyordu ve Yağmur'a şimdiden ısınmıştım.
Yemek bittiğinde şirkete geri döndük. Selim Karaaslan'ın odası bizim bir üst katımızdaydı. Biz kendi katımızda inip, odalarımıza doğru yürüdüğümüzde omzumun üzerinden Poyraz'a döndüm ve en samimi halimle "Çiçekler için teşekkür ederim," dedim. Çiçekler ilk geldiğinde ona sinirli olduğumdan teşekkür etmeyi unutmuştum.
Odasının önüne geldiğimizde durduk. Aramızda iki adımdan az bir mesafe vardı. "Rica ederim," dedi gözleri kısarak güldüğünde, sesi derinden ama sevimli gelmişti. "Ama asıl teşekkürü nottaki gibi ben ediyorum, seninle çalışmak büyük bir şans." Derin bakışları gözlerimin içinde gezinirken neden demek istediği şeyin çok başka bir şey olduğunu düşünüyordum?
Sözlerine sadece tebessümle karşılık verdim. Odama gitmek için hareketlendiğim üzere ansızın duyduğum ses adımlarımı attırmadan tekrar yerine çiviyle sabitledi. Şimdi değil ya, bunu da bugün yaşamayayım diye kaderime içten içe sövdükten sonra düştüğüm vaziyete ağlamak üzereydim ama yapacak bir şey yoktu. Bu da benim bahtsızlığımdı.
Poyraz'la aynı anda "Evleneceğinden benim niye çok sonradan haberim oluyor, Poyraz?" diye söylenen Ceyda Hanım'a doğru döndük. İkimizin de birbirimize attığımız bakışta büyük bir bezmişlik vardı. Görkem, Didem ve Aylin'den sonra aynı günde yüzleşeceğim kişinin Ceyda Hanım olması fazla ironik ve sinir bozucu bir durumdu. Kendimi tutmak zorunda hissetmeseydim yapacağım ilk şey kahkaha atmak olurdu.
Ceyda Hanım'ın beni gördüğü an şaşkın bakışları büyüdü. Önce yüzüme, sonra iki yanıma sarkıttığım ellerimden yüzük taktığım elime baktı. Daha da şaşırdı. İşaret parmağı havada asılı dururken başını geriye yatırdı ve "Teyzemin bahsettiği Elvin sen miydin?" diye sordu hayrete düşmüş şekilde. "Yok artık!" İsmim her yerde kullanılan bir isim değildi, Poyraz'la aramdaki durumu bildiği için benim olacağımı tahmin etmemiş, başka biri diye düşünmüş olmalıydı. Yanımıza yaklaştı. Bir şeyleri sorguladığını anlayabiliyordum. Poyraz'ın önünde durduğunda önüne düşen sarı saç tutamlarını geriye doğru atıp oldukça ciddi bir şekilde "Neler çeviriyorsun sen, Poyraz?" diye sordu. Bana kısa bir bakış atsa da tekrar Poyraz'a odaklandı. "Nasıl bir oyunun içindesiniz siz?"
Poyraz başıyla odasını işaret etti. "İçeride konuşalım."
Ceyda Hanım bir şey demedi, bulunduğu konumun konuşmak için doğru bir yer olmadığını bildiği için Poyraz'ın yanından geçerek içeri geçti. Poyraz burun kemerini yorgun bir şekilde sıktıktan sonra bana baktı. Geçmem için eliyle kapıyı işaret etti. Benim de bu konuşmada olmamı istiyordu. Güzel yalanlarım bu sefer işe yaramayacağını bilsem de ona ayak uydurarak açık kapıdan içeri geçtim. Poyraz da hemen arkamdan girdi ve kapıyı kapattı.
"Evet," dedi Ceyda Hanım, oturduğu koltukta gözlerini Poyraz'dan çekmeyerek. "Sizi dinliyorum."
Hiç uzatmadım, direkt araya girdim. "Tahmininiz üzerine gerçek bir evlilik değil, evet," dedim bodoslama bir şekilde. Poyraz hemen yanımda bitti. Omzumun üzerinde ona döndüm ve benden böyle bir tepki beklemediği için bozguna uğrayan yüzünü bir kenara atarak "Hiç bana öyle bakma," dedim. "Bu konuda risk alamam."
Ceyda Hanım oturduğu yerde kıpırdandı. Gözleri merakla kısılırken "Niye böyle bir şey yapma gereği duydunuz?" diye sordu. Ardından bana döndü. "Poyraz'ın amacını bir yere kadar anlayabiliyorum. Aylin denen ruh hastasından kurtulmak için yaptığı ortada." Merakla başını salladı. "Peki sen? Senin ne çıkarın var bunda Elvin?"
Samimi ama bir o kadar da mesafeli bir tebessüm gönderdim. "O da benim özelim Ceyda Hanım," dedim. "Size anlatabileceğim kadar yakın değiliz ama bu konuda endişeleriniz varsa bunu Poyraz'la konuşabilirsiniz. Sizden sadece hakkımda bildiklerinizin yine sizde kalmasını rica edeceğim."
Kaşları çatıldı. "Elbette," dedi, fazla netti. "Hastalarımla aramda olan bilgiler, her zaman aramda kalır."
İçten bir şekilde gülümsedim. Biraz da olsa rahatladığımı hissediyordum. Neyse ki Poyraz'ın dediği gibi bu konuda sorun çıkaracak biri değildi. "Teşekkür ederim," dedim minnetle. Başımı bir kez salladıktan sonra Poyraz'a döndüm. "Benlik başka bir şey yoksa işime döneceğim. Siz biraz baş başa konusun."
Poyraz başını iki yana salladı. "Sen geç, bir şey olursa seslenirim."
"Tamam," dedim ve tekrar Ceyda Hanım'a döndüm. "Sizin sormak veya söylemek istediğiniz başka bir şey var mı?"
Hâlâ burada ne yaşandığını anlamış değildi. Başını belli belirsiz iki yana salladı. "Hayır, yok..." dedi ama tam çıkacağım sırada bir anda "Ama seninle sonra konuşalım," diye ekledi. Poyraz'a bakmadı. Bana baktığı gözlerinde değişik bir ifade vardı. Söyleyeceği şey özelmiş gibi duruyordu.
"Doktor olarak mı, normal bir sohbet mi?" Aklımdaki şüpheyi gidermem gerekiyordu.
Bakışlarını kaçırdı. "Doktor olarak."
Tam da tahmin ettiğim durumdu ve bunu Poyraz bilmiyordu. Ceyda Hanım'ı başımla onayladım. İkimizin arasındaki şifreli konuşmayı anlamayan Poyraz, çattığı kaşlarla "Bir sorun mu var?" diye sordu.2
"Hayır," dedim hemen. Ona bu konuda bir şey söylemek istemiyordum. Neyse ki Ceyda Hanım bu konuda bana ters düşecek bir şey söylemedi. "Rutin kontrollerle ilgili bir iki küçük detaydan bahsedecektim," diyerek Poyraz'ın merakını giderdi. Bakışlarında ise yalan söylediği için rahatsız bir ifade vardı.
Başka bir şey konuşmadan odama geçtim. Poyraz'ın şimdilik bu konuyu irdelemesini istemiyordum. Kesin bir sonuç elde edene kadar ona açmayacaktım. Bunun için daha sonra bana kızacak olması da umurumda değildi, her şeyi onun halletmesini beklemek bencil bir düşünce gibi geliyordu. Kendi işimi her zaman kendim görmüştüm, yine kendim görecektim.
Sırtımı sandalyeye yasladığımda gözlerim stor perde üzerindeydi, Ceyda Hanım ve Poyraz'ın ne konuştuğunu merak ediyordum, umarım Poyraz sağlık durumumla ilgili daha fazla soru sormazdı. Ceyda Hanım'ın dayanamayıp anlatmasından korkuyordum, hastalarıyla arasında olanın yine hastalarıyla arasında kalacağını söylese de onu tanımıyordum ve haliyle güvenemiyordum. Bu da gergin bir şekilde tırnaklarımı masanın üstüne art arda vurmama engel olamıyordu.
Cuma günü sabah erkenden Poyraz'ın bir önceki gece evine getirttiği doktorun tavsiyesiyle özel bir hastaneye gitmiştim. Bebeğimi kaybettiğim hastaneden özellikle uzak durmaya çalışmış, daha farklı bir hastaneye seçmiştim. Zaten hastaneye gitmek benim için zorken bir de o hastanede yapamazdım. Saatlerce kan testlerime bakıp durdular. Hastanedeki doktorum da karaciğer değerlerimin ciddi oranda yükseldiğini söyledi. Ultrason sonrası da biyopsi yapmam gerektiği hakkında tavsiyede bulundu ve bu çarşambaya bana randevu oluşturdu.
Tahmine göre bebeğimi düşüren ilaç, karaciğerimde de büyük bir harabiyete neden olmuş. Bunu duyduğumda saatlerce boş duvarı izlemiş, kafamı dağıtmak için de alışverişe çıkmıştım. Akşam da Poyraz yanıma geldiğinde ona bu konudan bahsetmemiş ve bir an bile hissettirmemiştim. Gülümsemem fazla gerçekçi olduğundan o da anlamamıştı, ben yalanı iyi giyinirdim.
Doktorun söylediği üzere biyopsiye göre kitlenin iyi mi yoksa kötü mü huylu olduğunu öğrenecek, ona göre tedavime başlayacakmış. Şanslıysam iyi huylu olabileceğini ekledi. Ama doktorum bilmiyordu, ben hayatımın hiçbir noktasında şanslı biri olmamıştım.
Umarım hayat, bir kereliğine de olsa beni yanıltırdı.3
***
Bir hastalığımız eksikti zaten... Başka derdimiz yoktu çünkü!!!
Eee bölümü nasıl buldunuz?2
Öncelikle benim bitirmek istediğim ve deli gibi heyecanlandığım bölüm sonu bu değildi, bir sonraki bölüme sarktı. Yazdıkça uzadı, yazdıkça uzadı derken kaldı. Yazınca her şeyi yazıyorum ben ya... Bir de benden bağımsız sahneler gelişiyor. Ceyda sen nereden kıktın mesela, asla planımda yoktu fhfhfgjfgj
Aylin'in tavırları hakkında ne düşünüyorsunuz? Bence bizi uğraltıracak.1
Elvin'in Bermuda Şeytan Üçgeni benzetmesi sskgjdkhkfdhl
Poyraz'cım peki sana neler oluyor bu bölüm???
Elvin duymadı ama siz duyabilirsiniz bence yani fikrimceee Poyraz sen heves olamayacak kadar... dediği yerin devamında baş döndürücüsün demek istedi ama diyemedi.1
Feyza Soykan radarımıza giriyor, Elvin ilaçların onun değiştirdiğine emin. Bakalım, davetinde neler olacak? Poyraz'la el ele gitmemiz yok mu beee!!!1
Diğer bölümde görüşelim yine!4
Kendinize iyi bakın. 1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
6.16k Okunma |
791 Oy |
0 Takip |
15 Bölümlü Kitap |