Arayı çok açmadan diğer bölümle geldim size... Uzunca bir bölüm oldu. Yazarken sövdüm, güldüm, ağladım falan ama sevdim bu bölüm Elvin'ini. Şayet toparlanabilrse taş üstünde taş bırakmaz...
4. BÖLÜM
ÖLÜM KOKAN SOKAKLAR
Taksi beni düğün salonun önüne bıraktığı andan beri elim karnımda, yüzüm yaşlı bir şekilde öylece dikiliyordum kapının girişinde. İçeriye girip onu görmeye cesaret edemiyordum. Ben bu haldeyken onun hiçbir şey olmamış gibi yüzünün gülmesi benim kaldırabileceğim bir durum değildi. Ama yine de buradaydım işte, soracaktım o hesabı. Gidecektim sonra.1
Yoldayken düğünün yapılacağı mekanı öğrenmek için telefonuma bakmıştım hemen. İş yerinin olduğu ve beni çıkarmayı unuttukları WhatsApp grubuna atılmış düğün davetiyesinden mekanı öğrenmiş, taksiciye ineceğim yeri söylemiştim ve şimdi de buradaydım işte; cenaze törenimin yapıldığı mekanın girişinde.
Görkem çoğunu nasıl susturdu merak ediyordum. Çünkü iş yerinden bazıları her ne kadar profesyonelliğmizi korumuş ve kimseye ilişkimizi yansıtmamış olsak da onunla benim ilişkimizin olduğunu az çok tahmin edebiliyordu, iki ay kadar da işe gitmediğimden benimle evleneceğini düşünüyor olmalıydılar. Bu konuyu açabilecek cesaretleri olan kişiler olmadıklarını biliyordum, ki bahsini bile geçirseler Görkem onları işiyle tehdit etmiş, hayatlarını karartacağını söylemiştir. En basitinden sessizliklerine karşılık zam teklif etmiştir. Her haltı yapabilirdi. Beklerdim bu saatten sonra. Ki çoğu para için her şeyi yapabilecek kapasiteye sahip olduğundan susmak işlerine bile gelmiştir. Beni de pek sevmezlerdi zaten, başarılı olduğum için. Kıskançlardı. Benim dımdızlak ortada bırakılmam keyiflerini yerine bile getirmiştir. Şu an mesajlar arasında göz gezdirdiğim tebrik mesajlarında bunu çok net görebiliyordum. Yalaka sürüleri. Sadece midemi bulandırıyorlardı.
Mesajları es geçip davetiye uzun uzun bakmıştım. Olması gereken bir düğün davetiyesiydi. Üzerinde gelinin ve damadın adı ve düğünün yapılacağı yerin adresi yazıyordu. İkisinin adının olduğu kareye öylece baktım. Baktıkça ağlama şiddetim arttı. Benim adımı yazmaya tenezzül bile etmemişti ve ben, ona olan aşkımdan ağzımı açıp bu konu hakkında tek kelime bile etmemiştim. Ben de öyle olmasını isterim demiştim. Aptaldım. Çok aptaldım. Çok aşıktım. Aşkın aptallık olduğunu kimse söylememişti bana. Bilseydim, düşmezdim. O zaman tepkimi koymuş olsaydım şu an, şu durumda olmayacaktım. Bu yapılan düğün benim düğünümün telafisi sayılmayacaktı. Benim yerime geçemeyecekti. İki yılımı bir hiçe çeviremeyeceklerdi. Şimdi ise ben hiç var olmamışım gibi yaşıyordu herkes ve bu, benim nezdimde kabul edilir bir şey değildi.1
Ellerimin tersiyle gözyaşımı sildikten sonra güçlü olduğumu kendime kanıtlamak istermişim gibi sırtımı dikleştirdim. Gecenin karanlığını aydınlatmak için her adım başına aydınlatmalar yerleştirilmişti. Merdivenlerden yukarıya doğru kırmızı bir halı serilmişti. İstanbul'un en ihtişamlı salonlarından birisiydi burası. Beyaza bürünmüş mekanın bahçe kapısından geçtikten sonra halıdan geçerek büyükçe merdivenlerden çıktım ve binanın kapısına doğru yürümeye başladım. Kapının girişinde izbandut gibi dikilen herifler görüş alanıma girince istemsizce adımlarımı yavaşlattım. Üzerindeki şık kıyafetleriyle kapıdan geçen davetlileri, ellerindeki davetiyelerle alıyorlardı içeriye. Ve sürpriz, benim tabii ki bir davetiyem yoktu. İşyerinin çalışanı olduğumu söylesem bile içeriye girebilmem için davetiye isteyeceklerdi. Çünkü bu düğün alelade birinin düğün değildi.
Bu düğün, ünlü iş adamı Görkem Soykan denen karaktersizin düğünüydü.
Denemekten fayda gelmez diyerekten yürümeye devam ettim ve kapıdan içeri girmeye çalıştım lakin önüme dikilen kollar, girişime engel oldu. “Davetiyenizi görebilir miyim, hanımefendi?” diye sordu dev cüsseli, siyah takım giyen ve benim neredeyse üç katım kadar olan adamlardan biri. Bir adım geri çekilip dişlerini göstererek kafamı yan yasladım ve sevecen olması adına çaba göstererek gülümsedim. “Evde unuttum desem?”
“Alamam sizi, üzgünüm.” Bakışları beni baştan aşağı süzdü. Zaten çok düğüne gelmiş gibi bir halim yoktu. Üzerimde dizlerime kadar uzanan ince askılı yeşil bir elbise vardı. Ayağıma da beyaz sporlarımı geçirmiştim. Hamile olunca topukluyla yürümek tam bir işkence oluyordu. Bakır saçlarımı da dağınık bir örgü yaparak sol yanıma yatırmıştım. Evet, kesinlikle düğünlük değildim. Hele de makyajsız, soluk ve ağladığım için kızardığına emin olduğum bu gözlerle hiç değilim.
Evleneceğim ama beni yarı yolda bırakıp, benim yerime sözde iyi bir arkadaşımı geçirip, üstüne bir de benim düğünümü onunmuş gibi gösterip başka bir düğün düzenleyen bu haysiyetsiz herif için özel bir kıyafet seçmediğim için hatayı kendimde arayacak falan değildim. Ne yani, eski sevgilimin düğününe abiyeyle mi gelmem gerekiyordu? Oldu olacak çiçek de getirseydim? Çelenk alsam fena olmazdı bak. Çelenk çok iyi olurdu. Cenazesini kaldıracaktım çünkü onun.
“Evde unuttum diyorum!” diyerek üste çıkmaya çalıştım. “Ben Görkem Bey'in kişisel asistanıyım. Kıyafetlerim içeride. Hazırlanmam lazım ve siz bana mani oluyorsunuz!” İşaret parmağımı onlara uzatarak kaşlarımı çattım. Yalan konusunda iyi olduğum yadsınamaz bir gerçekti. Asla kimse gerçek olup olmadığını sorgumazdı bakışlarımdaki ciddiyeti gördükten sonra. “Beni biraz daha engellerseniz, işinizden olmak zorunda kalırsınız.”
Adamlar söylediklerimden sonra gerilerek yerlerinde kıpırdansalar da geçmeme müsaade etmemişlerdi. “Kusura bakmayın, davetiyesiz kimseyi almamamız gerektiği talimat edildi. İsterseniz içeriden birisini arayın, yardımcı olsunlar.”
Gergince ellerimi birbirine geçirdim. Bir şekilde içeriye girmem gerekiyordu. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Öfkelenmeye başlıyordum giderek. “Bakın,” diye söylenmeye başladım lakin belimi saran ellerle lafım yarıda kesildi. Gözlerim yerinden çıkacak gibi açılırken duyduğum sesle bir anlığına şoka girmiştim.2
“Hanımefendi benimle,” diye konuştu Poyraz, elindeki davetiyeyi adamlara gösterirken. Omzumun üstünden ona baktım, diyecek kelime bulamıyordum. Hayretler içindeydim. Adamlardan beni engelleyen davetiyeyi onun elinden aldı “kusura bakmayın, Poyraz Bey, buyrun,” diyerek bize yolu açtı.
Poyraz, eli hâlâ belimdeyken beni içeriye doğru sürükledi. Ânın getirdiği şaşkınlıkla onu izlemeye devam ediyordum. Üzerinde siyah, jilet bir takım ve siyah bir gömlek vardı. Kravat takmamış, gömleğin iki düğmesini açık bırakmıştı. Onunla yürümeye devam ettim. Bakışlarımı bir saniye bile ondan çekmiyordum. Kapıdan geçtikten ve biraz ilerledikten sonra kalabalığın az olduğu bir köşede adımlarımı durdurdum. “Çek elini üstümden,” diye mırıldandım bir adım geri atarken. Kaşlarımı çatmış bir şekilde ona baktım. “Kendim hallediyordum, yardımın gerekmiyordu.” Beni düğünü basan bir kaçık olarak görmesini istemiyordum.
“Orası belli,” dedi yarım ağız gülümserken. Ellerini üzerimden çekip cebine soktu. “Profesyonel bir şekilde yalan söylüyordun, gerçeği bilmesem ben bile inanırdım.” Dudaklarını ıslattı. Çenesiyle beni işaret ederken gülmeye devam ediyordu. “Ses tonuna kadar ayarlayabilmen takdire şayan gerçekten.”
“Neyse ne,” dedim bakışlarımı ondan çekerken. Etrafı taramaya başladım. Hazırlandıkları yeri bulmam gerekiyordu bir an önce.
“Abi kaç gibi dön… Aa Elvin Hanım…”Adının Harun olduğunu hatırladığım adam yanımıza yaklaştı. Beni görünce kaşlarını kaldırarak bana döndü. “Siz de mi buradasınız?” Bir şey dank etmiş gibi kafasını iki yana salladı. “Siz niye buradasınız ki?” diye devam ederken gözleri şaşkınlıkla açılmıştı. “Bu adam sizi…”
Lafını böldüm. “Terk etti , evet,” dedim kaşlarımı çatarak. “düğünümde.”
Bana doğru yaklaştı. Sır vermek ister gibi eğildi. “Düğünü dağıtmak gibi bir planınız mı var?” dedi fısıltıyla.
“Ben istersem onun hayatını bile karartırım, düğünle kalmaz,” derken kendimden emin bir şekilde ondan uzaklaştım. “Dua etsin bebeğim var, alet edemem bu strese onu. Bir şey söyleyip defolacağım.”
Bebeğimden bahsedince bakışları karnıma kaydı. “Bebiş nasıl?” diye sordu merakla.
“İyi,” dedim gülümseyerek. Az önceki gergin ve sinirli halimin birden yok olması ikisini de bozguna uğratmıştı. Ruh halinden ruh haline geçiş yapmama şaşırıyorlardı. “Kızım güçlü birisi.”
“Kız mı?” dedi şaşkınlığını bir kenara bırakarak, yüzüne tebessüm yerleşti. Kafamı sallayarak onayladım. “İsim düşündünüz mü?”
Poyraz, düğün salonunun ortasında Harun’la girdiğimiz sohbete şok olmuş şekilde bakmaya devam etse de ses etmedi. Konu bebeğim olunca sabaha kadar konuşabilecek potansiyelim vardı. Karşımdaki kim olursa olsun konuşurum gibi geliyordu. “Düşündüm,” dedim bakışlarımı karnıma değdirirken. Gülümsemeye başladım. “Ceylan.” Annemin adını verecektim bebeğime. Erkek olsaydı babamın adını verecektim. Onların ismini yaşatacaktım.
“Sizin gibi güzel bir şey olur kesin,” dedi rahatlıkla. “O yavşak herife benzemez inşallah.”
Yüzümü buruşturdum. “Asla!” dedim iğrenerek. Ondan iğrenecek duruma geldiğim için, beni bu hâle getirdiği için ondan nefret ediyordum. “O sadece benim kızım. Bir tek bana benzeyecek.” Ellerimi karnıma sardım. “Huylarını benden alma ama annecim olur mu?” diye fısıldadım. “Güvenme kimseye. Hele de erkeklere. Allah hepsinin belasını versin zaten.”
“Ben ne yaptım şimdi?” diye söylendi Harun. “Düğüne gelmişim ne yapmışım? Allah benim niye belamı versin Elvin Hanım? Kırılıyorum.”
“Bebeğimle sohbetimi bölme!” diyerek üste çıktım. “Geldiğin düğün de bu haysiyetsizin düğünü zaten. Sövmekte haklıyım herkese, sus!”
Harun gözlerini hayretle açmış bana bakıyordu. “İş için geldik, iş için. İş başka Elvin Hanım, ne yapalım,” derken Poyraz’a bakıyordu ona destek çıksın diye ama nafileydi. Poyraz hiç oralı değildi. Ruh halimin dengesizliğini anlamaya çalışıyor gibiydi. “Abi sen de bir şey desene, iş için geldik desene.”
“Boş yapma, Harun,” derken sesi bezgin çıkmıştı. “Hamile kadın.”
“Sinirlerim bozuldu.” Sesim ağlamaklı gibi çıkmıştı. Başta gülüyordum, sonra öfkelendim, şimdiyse ağlamak istiyordum. Mentalite falan kalmamıştı. Son bir ayda bu dengesiz duygu döneminden çıkamamıştım. Felaket berbat bir haldeydim.
“Ne güzel tatlı tatlı konuşuyorduk az önce,” diye söylendi Harun. “Niye öfkelenip bela okudunuz bize? Şimdi de ağlayacak gibisiniz.”
Ellerimi havaya kaldırıp sabır çektim. “Hamileyim hamile!” dedim öfkeyle, panikle bir iki adım geri adım attı. Bakışlarımdan korkmuş olmalıydı. “Hormonlarım alt üst durumda. Üstelik boktan bir dönemden geçiyorum. Siz erkeklerin beyni çalışmıyor gerçekten. Az halden anlar insan.” Kınarcasına ona baktım. “Sen de mi hamilesin? Alınıp duruyorsun her şeye?”
“Valla değilim,” dedi kendini savunur gibi.
Gözlerimi devirdim. “Denizatı değilsen olamazsın zaten.”
O sırada Poyraz, telefonundan gelen bildirim sesiyle tuhaf tartışmamızı umursamayıp kafasını telefona çevirdi. Gördüğü şey hoşuna gitmemiş olmalı ki bezgince nefesini bıraktı. Harun’a döndüğünde “Ceyda kaldı dışarıda. Niye onu almadan geliyorsun?” diye söylendi. “İki saat kafamı şişirecek şimdi.” Ceyda dediği doktorum olan Ceyda Hanım mıydı? O da mı buradaydı? Görkem’i tanıdığı için mi gelmişti? Öyle olduğunu sanmıyordum. Onun tanıdığı herkesi az çok bilirdim. Büyük ihtimalle Poyraz’a eşlik etmek için gelmişti. Zaten hastanede olan konuşmalarından birbirlerini tanıdıkları belliydi. Acaba Poyraz’ın sevdiği kız o muydu? Gerçi sevdiği kişinin onu aldattığını söylemişti. Ceyda Hanım olsaydı onunla görüşmeye devam etmezdi.
“Ne bileyim abi,” diye hareketlendi Harun. “Seninle sanmıştım.”
“Değil gördüğün gibi.” Çenesiyle kapıyı işaret etti. “Burada boş yapacağına git al kapıdan kızı.” Harun onun söylediklerine kafa salladıktan sonra arkasını dönüp ilerledi. İnsanlar yavaş yavaş onun gittiği yerden içeriye giriyorlardı. Oldukça kalabalık bir düğün olacaktı. Benimkini dağıttıktan sonra pişkince daha da çok kişi çağırmıştı sanki.
“Onunla karşılaşmak için kendiniz hazır hissediyor musun ki?” Poyraz’ın meraklı bakışları üzerimdeydi. “Fazla gerginsin, ruh halin pek iyi değil gibi.” Sorduğu sorunun bir cevabı yoktu. Çünkü bunu hiç düşünmemiştim. Sinirle çıkıp gelmiştim buraya. Sonrasını onu gördükten sonra düşünecektim.
“Bilmiyorum,” diye mırıldandım kafamı çevirirken. Etrafı taradıktan ve sinir bozucu kalabalığı göz gezdirdikten sonra bakışlarım yine mavilerine durdu. “Yüz yüze gelince karar veririm, hazır mıyım değil miyim diye.”
“Ne yapacaksın peki?” Bana doğru bir adım attı. O sırada girişte görmemem gereken birini görünce Poyraz’ı kolundan tuttuğum gibi önüne çektim ve ona yaklaştım. Bu hareketim onu hayli şaşırtmış olmalı ki “Ne yapıyorsun?” diye sordu şok içinde.
“Bekle iki saniye böyle.” Kafamı göğsüne gömerken bu hareketim için daha sonra şaşırmayı planlıyordum. Şu an yapmam gereken tek şey saklanmaktı. Neyse ki bana sorun çıkarmadı. Havada kalan ellerini beni gizlemek için etrafıma sardı. Uzaktan bakınca sarılıyor gibi durduğumuza emindim. Ceketinin bir yanından tutup kafamı usulca kaldırdım. Fazla yakındık. Fazla fazla yakındık ve bu beni tedirgin ediyordu. Bakışlarım çenesine değince gözlerim kaçırıp o gudubet kadının orada olup olmadığını kontrol etmek için yavaşça döndüm. Gitmişti. Bu yakınlık beni rahatsız ettiği ve varlığından endişe edecek kimse kalmadığı için kollarımı ondan çekip hızlıca uzaklaştım.
“Sağ ol,” diye mırıldandım ağzımın içinden. Yardımına ihtiyacım yok dedikten sonra yardımını istediğim için kendimi kesmek istesem de şu an için önceliğimi öfkeme vermek istiyordum. O kadından saklanmak zorunda kaldığım için fazla öfkeliydim çünkü.
Teşekkürümü kafasıyla onayladı. Meraklı gözleri açıklama yapmamı bekliyor gibiydi. “Kimden saklandın?” Etrafı taradı ama sonuç bulamayınca tekrar bana döndü. “Umarım burayı yakmayı düşünmüyorsundur?” Kısa bir kahkaha kaçtı dudaklarından. “Yapacaksan da haber ver, dışarı çıkalım biz.”
“Neyim ben? Cani mi?” dedim hayretle. “Görkem’in annesini gördüm. Feyza Soykan.” Yüzümü buruştururken “Şeytan kadın,” diye mırıldanmadan edemedim. Poyraz böyle bir şey söylememi beklemiyor olsa gerek ki aniden kahkaha attı kafasını kaldırarak. Yüzüne boş gözlerle bakarken ne dercesine kafamı salladım. Ellerini havaya kaldırdığında gülmeye devam ediyordu. “Hazırlıksız yakalandım.”
Zaman giderek ilerliyordu. Bir an önce Görkem adlı rezili bulmam gerekiyordu. Burada daha fazla oyalanmamalıydım. Veda etmek için dudaklarımı araladım lakin duyduğum sesle söze başlamadan susmak zorunda kaldım. “Beni iki saat beklettiğine inanamıyorum, Poyraz,” diyen Ceyda Hanım’dan başkası değildi. İstemsizce o tarafa döndüm. Oldukça şık görünüyordu. Üzerinde dizlerinden yırtmaçlı, uzun, askısız kırmızı bir elbise vardı. Bilekten bağlamalı önü açık gri bir topuklu giyinmişti. Sarı saçlarını da açık bırakmıştı. Öfkeli bir şekilde bize doğru yaklaşmaya başladı ama gözleri beni bulunca öfkesi yerini şaşkınlığa bıraktı. “Elvin?” dedi kaşlarını kaldırıp sorarcasına. “Sen de mi davetlisin?” Bakışları üzerimde gezindi. Sabah beni gördüğü kıyafetlerle duruyordum. Hiç de düğüne gelmiş gibi bir halim yoktu.
“Ne münasebet,” dedim hemen. “Trajikomik bir olay olurdu,” Gülmekle ağlamak arasında gidip geliyordu sesim. “Bir arkadaşa bakıp çıkacağım.” Poyraz ve Harun bu söylediğime istemsizce gülmüşlerdi. Ceyda Hanım ise ortada dönen muhabbeti anlamadığından tuhaf bakışlar atıyordu.
“Uzun hikâye,” diyerek geçiştirdim onu. Anlamasa da üstelemedi. Sonuçta ben sadece onun hastalarından birisiydim. “Neyse,” dedim hareketlenerek. “Benim gitmem gerekiyor artık.”
“Kendine dikkat et.” Çenesiyle karnımı işaret etti. “Bir sonraki muayenende yine görüşelim.” Tebessüm ederek kafamı salladım. Hepsine tek tek baktıktan sonra arkamı dönüp yanlarından uzaklaştım. Onlar da ben gittikten sonra kalabalığın arasına karıştı. Gitmeden önce Ceyda Hanım’ın “Beni buraya getirip bekletmenin hesabını vereceksin bana Poyraz,” diye söylendiğini işittim. Aralarındaki ilişkiyi istemeden de olsa merak etmiştim ama hemen bu merakımı yok saydım. Beni ilgilendirmezdi ve önceliğim çok başkaydı. Görkem’le büyük bir yüzleşmem vardı.
Etrafı incelerken tanıdık yüzlerden kaçınmaya çalıştım. Sonunda onların olduğuna emin olduğum yan yana iki kapılı hazırlanma odasını bulmuştum. Kapı açılınca hemen bir köşeye saklandım. Çakma sarı saçlarını tepeden kuş yuvasına benzer topuz yapmış Şeytan Kadın, söylenerek bir odadan çıkıyordu ve epey gergindi. Görkem’in kaldığı oda orasıydı anlaşılan. Onun gitmesini bekledim. Koridorda kaybolunca kimsenin olmamasını fırsat bilerek koridorda ilerlemeye başladım. Kapının önüne gelince adımlarımı durdurdum. Kapının kolunu tuttum ama açamıyordum. Tüm bedenim titriyordu. Buraya kadar gelmiştim evet ama bundan sonra yapacaklarımı düşünmemiştim. Karşısında dimdik durabilir miydim? Beni öyle bir devirmişti ki doğrulmaya mecalim kalmamıştı. İhanetinin altında can çekişiyordum. Ama güçlü durmak zorundaydım. En azından bebeğim için bunu yapmak zorundaydım.
Karnımı güç olmak istercesine son kez okşadıktan sonra tuttuğum kolu aşağı indirdim. Beyaz kapı sonuna kadar açılırken haftalardır görmediğim beden ile karşı karşıya geldim. Üzerinde siyah bir takım vardı. Saçlarını kısaltmıştı. Hemen anlardım. Tanırdım çünkü onu baştan sona ben. Ya da tanıdığımı sanırdım. Bana arkası dönük duruyordu. Beyaz camın pervazında dikiliyordu öylece. Aynı o günkü gibi…
“Anne hiç sırası değil, istediğin oluyor. Bulaşma artık bana,” dedi gergince. Sesindeki gerginliğin sebebini anlayamadım ama umursamadım da. Artık umurumda bile değildi onun duyguları. Şu bir ayda onun yüzünden çektiklerimin haddi hesabı yoktu. Beni mahvetmişti.
Annesi olduğunu düşündüğü benden ses çıkmayınca yavaşça arkasını döndü. Annesi değil, beni görünce de yüzündeki şaşkınlıkla bir iki adım geriledi. “Elvin…” dediğinde sesi titremişti. Ben ise ona bu zamana kadar hiç bakmadığım, hiç bakmayacağımı düşündüğüm şekilde; iğrenircesine bakıyordum. Bakışım altında küçüldükçe küçülüyordu.
Odanın içine doğru ilerledim. Arkamı dönmeden kapıyı kapattım. “Ne işin var burada,” diye devam ettiğinde yüzüme yerleşen acı tebessümle yanına doğru yürüdüm.
“Saçlarını kesmişsin,” dedim gülerken. “Sakallarını da.” Kuaföre gidip geleceğim demişti düğün günümde. Ama gitmemişti bir yere; kesmemişti saçını, sakalını. Sadece gelmişti, kestiği şey de aramızdaki bağ olmuştu. Bakışlarını ben hariç odadaki her şeyde gezdirmeye başladı. Bilhassa karnıma bakmamaya çalışıyordu. Aramızda birkaç adımlık mesafe kalınca durdum. “Gitmezsin artık.” Yamuk duran papyonuna dokunup düzelttim. Konuşamıyor, ona olan yakınlığımdan dolayı kasılmak dışında bir şey yapamıyordu. “Bitirmezsin artık düğünü.”
“Elvin…” dedi ama onu susturdum. “Sen bana bunu nasıl yaptın, Görkem?” diye mırıldanırken ellerimi ondan çektim. Ateş saçan gözlerimi ona diktim. Bana bakması için onu zorladım ama yapamıyordu, cesaret edemiyordu. O hep bu kadar korkak mıydı? “Sen bize bunu nasıl yaptın peki Görkem, hı?” dedim çenemi kaldırırken. Sesimi güçlü tutmaya çalıştım ama giderek çatallaşan halinden bunu başaramadığımı görüyordum. “Sen beni o salonda nasıl bir başıma bırakıp gittin, Görkem!” Sesim giderek şiddetleniyordu. “Bir ay geçti! Bir ay! Hiç mi merak etmedin? Öldü mü bu kadın, yaşıyor mu?” Yakasından tutup onu sarstım öfkeyle. O ise sanki pişmanmış gibi bana bakıyordu. “Hamile bu kadın, kimsesi yok. Karnındaki benim bebeğim. Ne yapar tek başına demedin mi hiç Görkem!” Son söylediklerime bakışları karnıma kaydı. Büyümüştü.1
“Elvin… git…” dedi güçsüz bir sesle. Karnıma değdirdiği bakışlarını çekti. Yutkunuyordu.
“Gideyim?” Kafamı salladım hayal kırıklığıyla. “Öyle mi?”
“Evet…” dediğinde derin bir nefes aldı. Yorgun bir şekilde durdu ve korkak gibi arkasını döndü. “Lütfen…”
“Sen nasıl bir insansın ya!” Kollarından tutup kendime doğru çevirdim hoyratça. “Nasıl bu kadar kolayca git dersin!” Kafamı inanamazcasına sallıyordum. “Sen nasıl iki yıllık ilişkimizi tek sözünle hiç edip, o kızla,” derken ellerimi havaya kaldırdım. “benim arkadaşım olan o kızla evlenirsin? Nasıl ben diye onu tanıtırsın herkese?” Ellerimi göğsüne yaslayıp onu geriye doğru ittim sinirle. “Bunu nasıl yaparsın? Madem onu seviyordun, madem onunla evlenmek istiyordun, niye beni sevdiğini söyledin?” Tekrar ittim onu öfkeyle. “Niye girdin hayatıma? Niye evlenelim diye ısrar ettin? Niye ikna ettin beni?” Her cümlemde geriye doğru itiyordum onu ve her cümlemde dah da ağlıyordum.
Onu tekrar itecekken ellerimi havada yakaladı. “Elvin, dur artık!” diye yükseldi. Harelerinde bariz öfke vardı. Bu, yutkunmama sebep oldu. “Sevmiyorum seni! Anla bunu!” Ateş saçan gözlerini gözlerime diktiğinde kalbimin bin bir parçaya ayrıldığını hissettim. Ellerimi bıraktığında yorgunca iki yanıma düştü her ikisi de. “Hata dedim sana. Her şey bir hataydı. O yola girmeden bitirmek istedim. Ben,” derken sanki söyleyeceği şeyi bana kanıtlamak istermiş gibi gözlerini tekrar gözlerime dikti. “seninle mutlu olamazdım.”
“Olamazdın?” dedim ağlayarak. “Peki,” dediğimde gözlerim yaşla doldu tekrar ama dökülmelerine izin vermedim. Sadece dudağımı birbirine bastırıp ısırıyor, derin bir nefes almaya çalışıyordum. “Peki beni niye seninle mutlu olacağıma inandırdın?” Hayal kırıklığı ile baktım ona. Sonrasında “Sana korkuyorum dedim!” diye bağırdım öfkeyle. “Korkuyorum evlenmeyelim, dedim! Beni niye ikna ettin? Niye beni hiç üzmeyeceğini söyledin? Ne hâldeyim,” derken kendimi gösterdim. “Ne haldeyim ben görmüyor musun? Paramparça ettin beni!”
“Oluruz sandım,” dedi gözlerini kaçırmadan hemen önce. “İnadını inat yaptım belki bilmiyorum ama olmazmış. Bizden olmazmış.”1
“Nasıl vardın bu kanıya peki, hı!” dedim hayretle. “Düğünden iki saat öncesinde bana beni sevdiğini söyledin sen telefonda! İki saatte ne oldu!”
“Ben günlerce çok düşündüm, Elvin. Sadece o iki saat değil. Günlerce düşündüm.” Parmaklarını yorgun bir şekilde saçlarında gezdirdi ve geriye doğru taradı. Sözlerinin tek kelimesine bile inanmıyordum ama bu saatten sonra önemi yoktu.
“Saçmalıklarından bıktım usandım ben Görkem. Sen rezil bir insansın.” Daha fazla onunla muhatap olup zamanımı heba etmeme gerek yoktu, değmezmiş. Arkamı döndüm. Buradan defolmak istiyordum. Boşuna gelmiştim. Yine de ona söyleyecek son bir iki sözüm kalmıştı, kapıya yaklaşırken adımlarımı kesip ona döndüm.
“Ben günlerce o evde tek başımaydım,” dedim çatallı bir sesle. “bebeğim sürekli bir şeyler istiyordu, canım çekiyordu ama gidip alacak yanımda tek bir kişi bile yoktu. Sen yoktun!” Sözlerim onu yıkmış gibi omuzları çökmüştü. Dolduğunu gördüğüm gözlerini “Sen ona hata dedin,” dememle benden kaçırdı. “Sen benim kızıma nasıl hata dersin, Görkem?” Hayal kırıklığımı iliklerine kadar hissettirmiştim.
“Kız mı?” dedi sanki mutlu olmuş da gülecekmiş gibi ama ciddileşti tekrar.
“Benim kızım.” Ellerimi bunu göstermek istercesine karnıma doladım. “Sadece benim. Ve sen,” derken işaret parmağımı kaldırıp ona gösterdim. “ileride pişman olup onu görmek istediğini söylesen bile onu sana asla göstermeyeceğim.”1
Yüzü düştü. “Ben böyle olsun iste-”1
“Sen böyle olsun istedin, Görkem. Sen istedin. Sadece sen. O yüzden kes o sesini. Seni asla affetmeyeceğim.” Sözlerim onu yıkmıştı. Oysa beni sevmediğini söylemişti daha iki dakika önce. “Kızım da affetmeyecek.”
“İğrenç birisin.” Yüzümü buruşturmamla karnımda bir ağrı hissettim. Kısık bir inleme kaçtı dudaklarımdan ellerimle karnımı sararken. Görkem panikle yanıma yaklaştı “Elvin!” diyerek. Ellerimi kaldırıp onu durdurdum. “Bana bir adım bile yaklaşayım deme!”
“Tamam,” dedi gerilerken. “Tamam, yaklaşmam ama iyi misin sen?”
“Harikayım,” dedim dalga geçercesine, sonra yeniden gelen kasılmayla tekrar inledim. “Görüyorsun ya, mükemmelim!”
“Yardım edeyim sana,” dedi panikle. Kollarımdan tuttuğunda onu ittirmeye çalıştım ama izin vermedi. “Bebeğimiz için en azından, izin ver.”2
Kollarımı bir çırpıda ondan kurtardım. “O senin bebeğin falan değil!” diye bağırdım. “Sadece benim bebeğim, keseceksin o sesini!”
“Sen ona hata dedin ya, hata! Nasıl kızımız dersin! Neyi sonra konuşacağız, konuşacak bir şey mi bıraktın ortada? Sen karaktersiz birisin!”
“Evet, öyleyim!” diye bağırdı öfkeyle saçlarını çekiştirirken. “Ben sikik beyinli rezil herifin tekiyim. Şimdi izin ver,” derken tekrar kolumdan tuttu. “Yardım edeyim sana.”
“Etme bana yardım falan!” Kolumu ondan kurtardım. “Siktir git hayatımdan.” Kapıyı açtım sinirle. Gitme için hareketlendim. Kapıdan çıktığımda pişman bir şekilde arkamdan beni inceliyordu. Yüzüme iğreti bir bakış ekleyerek ona döndüm. “Annen haklıymış,” dedim yıllarda yakındığı şeyi yüzüne vurmaktan zerre çekinmeden. Kaskatı kesildi. “Sen hiç kimseyi mutlu edecek bir herif değilmişsin. Keşke erken fark etseydim.” Kapıyı arkamdan kapattım. Onu geride paramparça bir halde bıraktım ve bu bana, yine de iyi hissettirmemişti.
Bu salonda daha fazla durmak istemiyordum, sancım başlamıştı ama duyduğum gülüşme sesi adımlarımı kesmişti. Yandaki odanın kapısından Didem’in mide bulandırıcı gülümsemesi kulaklarımı kanatıyordu. Dayanamadım. Bir hışımla o kapıyı açtım.
“Görkem sonunda kör gözünü açıp beni görebildi. O soğuk nevale kızı bunca zaman nasıl sevdi zerre anlamış değildim zaten,” diye konuşuyordu telefonun arkasındaki kişiye ama açtığım kapıyla arkasını dönüp beni görünce pişkin suratı yüzünden silindi hemen. “Ben seni sonra ararım,” dedi panikle telefondaki kişiye ve kapattığı telefonu masaya bıraktı.
“Devam et sen ya, hiç sorun yok,” dedim alayla. “Soğuk nevaleymişim. Eee, başka…”
“Elvin,” diye mırıldandı panikle ellerini gelinliğine sürterken. Benimki gibi bir gelinlik yaptırmıştı. Onu baştan aşağı incelerken küçümseyici bir şekilde gülmeden edemedim. Benle ilgili ne varsa bu kadar istediğini hiç tahmin edememiştim.
“Ne, Elvin?” Ona doğru yaklaştım. Karnıma giren hafif kramplar yüzümü buruşturmama neden olsa da ilerlemeye devam ettim. Odada kimsenin olmaması işime gelmişti. Ona bir iki çift laf edip gidecektim. “Sen nasıl bir karaktersizsin, Didem. Ha,” dedim çenemi kaldırıp önünde durduğumda. “Ya sen… Sen benim onunla olan düğünümde nedimemdin. Nikah şahidim olacaktın. Nasıl benim yerime geçersin sen!”
Üstüne yürümemden korkmuş olmalı ki panikle geriye doğru yürüdü. Elleri dalga yaptığı siyah saçları arasına giderken korku dolu gözlerini üzerimden çekmedi. Yine de büyük bir cesaretle “O istedi,” diyebildi hafif bir sırıtışla. “O seni değil, beni istedi. Kendi teklif etti.”
“Sen de bir an bile düşünmeden atladın üstüne. Çünkü seversin sen benim eskileri.” Küçümser bir şekilde yüzümü buruşturup gelinliğine dokundum. Baştan aşağı inceledim tekrar. “Benim gibi giyinerek,” dediğimde ellerim saçlarına gitti. “saçlarını benim gibi yaparak, benimle ilgili her şeyi almaya çalışarak bana benzeyeceğini sanıyorsan…” Saçlarından uzaklaştırdığım elimi yanağına götürüp okşadım. “fazla yanılıyorsun. Ben birkaç beden fazla gelirim sana.”
Beni geriye doğru itti öfkeyle. “Laflarına dikkat et!” Söylediklerim onu sinirlerini bozmuş gibi duruyordu. Buna sevinmiştim.
“Niye,” dedim alayla kafamı sallarken. “Ağır mı geldi gerçekler?” Dudaklarımı büzüp yanındaki masaya geçtim. Ellerimle masaya dokunurken onun için hazırlandığı yeri iğrenerek izledim. “Sen birlikte alışveriş yaptığımızda bile benim almak istediklerimde almak isterdin, Didem.” Ona dönmeden kullandığı malzemelere baktım. Makyajını bile benimki gibi yapmıştı. “Saçını boyasaydın, bak o zaman belki biraz da olsa bana benzetirlerdi seni. Ama dediğim gibi, fazlayım ben sana; benzeyemezsin.”
“Elvin, çık git şuradan!” diye yükseldi kolumdan tutup beni çevirirken. Bakışları istemsizce karnımda durunca kolumu bıraktı ve geriledi. Karnımın büyüdüğünü yeni fark ediyordu. Bebeğimin hayatı üstüne yeni bir hayat kurabileceğine inanıyordu ama asla mutlu olamayacaktı. Benim ve kızımın ahı ikisini de üzerinde her daim olacaktı.
“Ne o?” Alaycı tonum sinirlerini bozmuştu. “Hoşuna gitmedi mi gördüğün?” Önüne dikildim. Kollarını sıkıcı tutarken ona iğrenerek bakmaya devam ediyordum. “Bu karnımdakinin ahı ikinizin de üstünde. Umarım kâbuslarınız olur. Her gece, her ama her gece korkuyla uyanırsınız. İkiniz de rezilsiniz.”
Kolunu gelişine savurduğumda bir adım geri gitti. Küçümseyici bir bakış attıktan sonra arkamı döndüm ve buradan defolmak için hareketlendim ama söyledi sözler öfkelenmeme ve onu öldürmem için bana sebep vermesine yetmişti. “Onu doğuracak mısın gerçekten?” Alaycı ifadesi tüm bedenimi sinirden kaskatı kesmişti. “Evlilik dışı, babasız bir bebek…”
“O lafının devamını getirirsen seni gebertirim!” diye bağırdım sözlerini kesip ona dönerken. “Yemin ederim ki yaparım bunu. Bitiririm sizi! “Beni sakın hafife alma!” Önünde dikildim. Gözlerim masanın üzerindeki bardağa kaydı. “Ben yıllarca o şirkette çalıştım, bebeğime tek laf dahi edersen…” Elimi kaldırdım, baş parmağımı işaret parmağımın üzerine koyup “benim sınırlarımı biraz daha zorlamaya devam edersen…” diye devam ettim öfkeyle. Söylediklerimi ciddiye almıyordu ama almalıydı. “Sadece seni değil…” Gözlerimi uyarır gibi açarken aynı zamanda işaret parmağımı etrafında bir tur gezdirdim. “Hepinizi tek tek yok ederim. Yaparım bunu!”
“Sen ne yapabilirsin ki!” Kısa bir kahkaha kaçtı dudaklarından. “Senin ne gücün olur tek başına?”
“Bildiklerimi hafife alma sen bence Didem.” Derin bir nefes alırken bebeğim hakkında söylediği iğrenç sözlerin öfkesini atmaya çalışıyordum. “Tek bir haber yaptırmama bakar her şey. Tanıdığım bir çok düşman büyük isimler var, yani beni zorlama…” İşaret parmağımı göğsünün üzerine yerleştirip onu geriye doğru ittim. ‘sınama.” Ağzını açıp tek kelime edemedi. Yapacağımı bilirdi. Benim deli cesaretimi bilmeyen yoktu. Daha fazla beni tahrik etmeye çalışmadı, ki onunla yüzyüze olduğum andan beri tek doğru hareketi buydu. Şu an dediklerimi yapmıyorsam karnımdakine dua etmeliydi her biri. İstesem yok ederdim onları ama bebeğimi bu iğrenç savaş sokmak istemiyordum. O yüzden arkamı dönüp gitmek için hareketlendim tekrar ama bir şeyi yapmazsam içimde kalacağını bildiğimden tekrar ona döndüm ve büyük, beyaz masanın üzerindeki bardağı aldım. Bardakta kırmızı renkli bir içecek vardı. Bakışlarıyla her hareketimi izledi, ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyordu. Panikle geriledi.
Elimdeki bardağı kaldırıp kokladım. Şarap gibi duruyordu. Yüzüm buruştu. Bebeğim için sağlıklı değildi, o yüzden içmeyecektim. E içmeyeceksem de boşa gitmemeliydi. “Gelinlik bende daha iyi durmuştu,” dedim elimdeki bardağı bir çırpıda üstüne boşaltırken. Dudağımı büzüp yarattığım kaotik görüntüyü izledim. O ise şok olmuş bir şekilde ellerini havaya kaldırarak geriledi. Dudakları arasından çığlık kaçarken ben sadece keyiflenmiştim. “Bak bu renk sende güzel oldu.”
“Ne yaptın sen!” diye bağırdı öfkeyle üstüme yürüme çalışırken. Dudaklarımı büzdüm. “Ne yaptım ki?”
“Gelinliğim… Mahvettin!” Saçlarını çekiştirdi. Sinir krizi geçiriyordu. Bana doğru yaklaştı ve kollarımı çekiştirdi. “Bunu nasıl yaparsın!”
“Göstereyim mi bir daha?” dedim bardağı kaldırırken. Normal bir şeyden bahsediyormuş gibi konuşmam onu çıldırtmıştı.
“Seni gebertirim!” Beni geriye doğru ittiğinde sarsıldım biraz ama toparladım kendimi hemen. “Mahvederim seni!”
“Bi’ bok yapamazsın sen.” Bedenimin üzerindeki eli kendimden uzaklaştırdım. “Sen… Bana… Hiçbir… Halt… Yapa…” İçeriye giren sesle sözlerim yarıda kesildi.
“Ne oluyor burada?” Arkamı döndüm. Görkem meraklı bakışlarını üzerimizde gezdirirken bende durunca yutkundu ve bir şey diyemedi. Gözlerini kaçırıp Didem’e çevirdi. Üzerindeki mahvettiğim gelinliğin halini görünce kaşları çatıldı. Bir şey diyecek gibi oldu ama bakışları bu sefer elimdeki bardağa kayınca sözlerini tekrar yuttu. Cesaret edebiliyorsa konuşsun, bana bunu niye yaptığımı sorsun. Sıkıyorsa yapsın bunu. Yapamazdı ama. Korkaktı o.
“Mahvetti üstümü!” dedi Didem tekrar papağan gibi. Başka kelime bilmiyordu. Evet, mahvettim ama hak etmedim diyemezdi.
“Az bile yaptım.” Omuz silktim. “Size mutsuzluklar. Balayınıza çelenk yollarım,” diyerek odadan çıkmak için hareketlendim. Ama Didem, tekrar kolumdan tutarak beni engelledi. Güldük, eğlendik. Yeter. Gitme vaktim gelmişti çünkü karnımdaki kramplar giderek artıyordu. Bunu göstermemek için özellikle çaba gösteriyordum.
“Nereye kaçıyorsun?” Kolumu elinden kurtarmaya çalıştım ama bırakmadı. “Kaçan ben değilim, O,” dedim arkamda duran insan müsvettesini gösterirken. “Dua et, senin düğününden de kaçmasın. Seviyor çünkü kaçmayı.” Görkem gözlerini kaçırdı. Odaya girerek sesin dışarıya çıkmaması ve onları daha fazla rezil etmemem için kapıyı arkasından kapattı. Kapatmadan önce de dışarıdan birine kimseyi içeri almamasını söyledi. Her an biri gelebilirdi çünkü.
“Saçmalamayı kes!” dedi Didem hiddetle kolumu sıkarken. “Kimsenin bir yere gittiği yok. Sadece sen gideceksin. Hayatımızdan defolup gideceksin!”
İçimde dizginlenemeyen bir öfkeye kapıldım. Sağduyuyu yok sayıp hareketlendim. “Sizin benim hayatımın üstüne kurduğunuz hayatta bulunmak isteyen biri yok bu saatten sonra. Mutsuz olacaksınız o hayatta.”
Didem’le öfke içinde çatık kaşlarla birbirimize bakmaya devam ediyorduk. Görkem gelip aramıza girdi ve bizi ayırmaya çalıştı. Bu, sadece midemi bulandırdı. “Çek elini üstümden!” dedim ellerini kendimden uzaklaştırırken. “Bana bir daha dokunursan gebertirim seni!”
“Elvin dur artık. Sorun çıkarmayı bırak ve git.”
“Sen buna sorun mu diyorsun,” dedim alayla. “Sen daha sorun görmemişsin. Ben şimdi çıksam şuradan,” derken bakışlarım kapıya kaydı. “Magazin şimdiye gelmiştir. Gitsem o kapıya, anlatsam her şeyi…” Kaşlarımı alayla kaldırıp ona baktım. “Sence ne olur?”
Tehditimi duyunca kaskatı kesildi. İstersem her şeyi yapacağımı en çok o bilirdi. Gözleri öfkeyle kararırken bana doğru bir adım attı. “Öyle bir şey yapmayacaksın!” dedi sert bir şekilde. “Bebeğimi bu oyunlara alet etmeyeceksin. Yoksa ann-”
Bebeğim kelimesini duyar duymaz yüzüme yerleşen öfkeyle elimi kaldırdığım gibi yanağına sert bir tokat attım. Tokadın sesi odada yankılanırken Didem kısa bir çığlık attı. Benden bu hareketi beklemiyordu.2
“Benim bebeğim o! Bir daha ona sakın bebeğim deme. Öldürürüm seni!” Yanağı yan yatmış bir şekilde duruyordu. Tokadımın izi yanağına damga gibi yapışmıştı. “Annen ne yapar ha, yalanlar mı!” Küçümser bir şekilde güldüm. “Annenden korkuyor musun sen hâlâ? Hâlâ ona göre mi hareket ediyorsun? O demiştir zaten bu aptal kızla evlenmeni. Benim zekam sizin aileye fazla gelmişti hep zaten.”
“Sen kime aptal diyorsun?” diye yükseldi Didem sinirle. Bakışları hâlâ mahvettiğim gelinlikte gidip geliyordu. Çok güzel yapmıştım. Hiç de pişman değildim.
“Bir aptal anca bunu sorgular.” Görkem’i bana bakmaya çekindiği yüzüyle, Didem’i de aptallığıyla baş başa bırakmak için doğru zaman olduğunu düşünüp gitmek için hareketlendim. Kapının kolunu tutarken tekrar bir kasılma girdi karnıma ama odadan çıkana kadar sabretmem gerekiyordu. Bir saniye durdum. Boştaki elimle kapının yanındaki beyaz masadan destek alıp nefes egzersizi yaptım. Biraz daha iyi olduğuma kanaat getirdikten sonra gitmeye hazırlandım, tuttuğum kolu tam indiriyordum ki Didem yine söylememesi gereken şeyler söyledi. Bu kız bu gece elimde kalacaktı.
“Anne ve baban yok diye yapıyorsun tüm bu asilikleri, değil mi?” dediğinde tuttuğum kolu sıktım. Yanlış yere oynuyordu. Onu bitirirdim. “Sırf seni sevecek tek kişi yok diye ortalığa saldırıyorsun.”
“Kapa çeneni!” dedim ona dönmeden dişlerimin arasından ama durmadı, devam etti. “Kendini zeki olarak adlandırarak herkese tepeden bakmaya çalışıyorsun ama sen,” dediğinde önümde durdu ve beni kendine çevirdi. “sen, kimsesizliğinin seni yıkmayacağını göstermek için her şey yaparsın. Buraya da o bebekle bu yüzden geldin. Bize siz olmasanız da ayakta dururum imajı vermeye çalışıyorsun aklınca ama sen annesi babası olmadığı için ağlamaya devam edecek o kızsın. Ayakta duramazsın. Bu odadan çıkınca oturup saatlerce ağlayacaksın, tıpkı günlerdir yaptığın gibi.”
“Kes sesini,” diye tısladım tekrar dişlerim arasından. Anne ve babam hakkında konuşmaya hakkı yoktu.
“Zoruna gitti galiba.” Dalga geçer gibi kafasını salladı. Alayla konuşmaya devam edecekti ama Görkem gelip kolunu tutarak üzerimdeki kolunu çekti. “Kapa çeneni, Didem,” dedi öfkeyle çattığı kaşlarıyla onun üzerine yürürken. “Haddin olmayan şeyler hakkında konuşma!”
Didem ona hayal kırıklığı ile bakarken ben sadece kusmak istedim. “Senin savunmana kalmadım ben, karışma sen.” Görkem’i kenara itip Didem’in önünde durdum. “Benim anne ve babam öldü evet, yirmi yıl kadar da oldu ama onlar beni sevdiler,” derken gözlerinin içine baktım, birazdan söyleyeceğim şeyi anlaması için. “Sen ise ailen tarafından asla sevilmedin ve asla sevilmeyeceksin.” Sözlerimin ne kadar ağır ve bel altı olduğunu bilsem de umursamadım. Ailemi bu işe karıştırmayacaktı. Gerilse de ağzını açamadı. Gözleri doldu. Çünkü haklıydım. Sevmeyeceklerdi. Bana bunu ilk anlattığında ona gerçekten üzülmüştüm. Şu an ise umurumda bile değildi çünkü aramızda çizgiyi geçen ilk kişi kendisiydi. Acımasız olmamı istiyorsa acımasız olacaktım. Susmadım Görkem’i göstererek devam ettim: “O da seni asla sevmeyecek. Eminim ki şu an bile seni sevmeyerek evleniyor seninle.” Gözlerini kaçırdı, haklıydım.
“Elvin sus,” diye fısıldadı Görkem daha fazla devam etmemem için beni kendine çevirirken ama onu dinlemedim.
“Ben buradan çıkınca ağlarım ağlamam, seni gram ilgilendirmez.” dedim gözlerimi tekrar Didem’e çevirirken. Ağlıyordu. Timsah gözyaşlarıydı. Görkem onun için bana susmamı söylediğini duyar duymaz ağlamaya başlamıştı. “Sen kendi rezilliğin ile yaşa öylece. İstediğin kadar çabala, bana gösterdiği yalan sevgiyi bile göstermeyecek sana!”
Görkem müstakbel eşini ağlatmama daha fazla dayanamadığı için “Elvin sus artık!” diye tekrar üstüme gelerek beni geriye doğru itti. Öfkeyle hareket ettiği için çok hızlı fırlatmıştı. Kapı olmasaydı yere bile düşerdim. Sırtım kapıya çarparken ikimiz de şok olmuştuk. Gözlerim yaşlarla doldu, daha ne kadar düşebilir gözümden dedikçe daha da çok düşüyordu.2
“Elvin,” dedi tedirgin bir sesle kolunu bana uzatırken. Ellerimi sallayarak durdurdum onu. Kafamı omzuna yatırmış gelen ağlamalarımı engellemeye çalışıyordum. “Elvin, özür dilerim.”
“Tokat da at,” diye çıktım karşısına. “Onu da yap. Al sana attığım tokadın da intikamını, hadi.”
“Kes. Konuşma artık. Düşme daha fazla gözümden.”
Didem sessiz duruyordu. Ağlamaları arasında bana attığı kızgın bakışlarından öfkesini tuttuğunu anlayabiliyordum. Görkem’in bana olan tavrı hoşuna gitmiyordu. Bundan olsa gerek ki Görkem’in sessizliğini fırsat bilerek kolumdan tutup beni odadan atmaya çalıştı. Son derece ciddi bir sesle “Defol artık buradan,” dedi beni geriye doğru iterken. Görkem onu durdurmak istedi ama geç kalmıştı. “Şovunu yaptın bitti, defol!”
Hazırlıksız yakalandığımdan birden karnımı kapının yanındaki masanın sivri kısmına çarptım. Hafif kramplarım Görkem’in beni kapıyı itmesinden sonra şiddetlenmişti ama şoktan ses edememiştim. Şimdiyse masanın sivri ucu karnıma ağır bir darbe yapınca üst üste gelen kramplar daha da şiddetlendi, dudağımdan yüksek bir inilti kaçmasına sebep oldu. Acıdan kıvranıyordum.1
“Didem delirdin mi!” diye bağırdı Görkem kolumu tuttuğunda ona ters bakış atarak. “Hamile o!”
Onları duymuyordum. Karnımdaki ağrı giderek şiddetlendikçe bebeğime bir şey olacak düşüncesi ağlamalarımı arttırıyordu. Gitmem lazımdı. Hemen bir doktora gitmem lazımdı. Bebeğimi göstermem lazımdı. Ben önemli değildim ama onu korumam lazımdı.
“Ona bir şey olursa,” diye mırıldandım inlemeler arasında Didem ve Görkem’e sert bakışlar atarken. İki büklüm olmuştum kasılmaktan. Ellerimi karnıma sararken kolumu Görkem’den kurtardım. “Ona bir şey olursa dünyayı başınıza yıkarım.”
Yavaşça doğruldum. Kapıyı açarken onlara dönmeden ilerlemeye başladım. Adımlarım sarsaktı ve bacaklarım arasında bir sıvı hissediyordum. Görkem peşimden seslenmişti, bir şeyler söylüyordu ama onu duymuyordum. Bebeğime bir şey olacak düşüncesi aklımı kaçırmama neden olmuştu. Zaten o da peşimden gelmedi. Didem’in ne söylediğini anlamadığım sözlerle öylece kaldı. Bizi bıraktı.
Sancım giderek artıyordu. Kendimi sıkıyordum. Bir an önce bu yerden çıkıp bir taksi bulmalıydım. Boş koridor giderek kalabalıklaşmaya başladı. Yanımdan geçen üzerindeki takımdan çalışan olduğunu tahmin ettiğim kişilerden biri önüme gelip “Hanımefendi iyi misiniz?” diye sordu panik dolu bir sesle. Kollarımı tutmuştu ama ondan kurtulup ilerlemeye devam ettim. Adım attıkça bacağımdan boylu boyunca uzanan sıvıyı umursamaya çalıştım, çalışan kanama gibisinden bir şeyler söyledi arkamdan ama duymadım. Adımlarımı yangın merdivenlerine çevirdim. Buraya daha önce geldiğimde yangın merdivenleriyle kimseye görünmeden gizlice buradan çıkabileceğimi biliyordum. Ana kapı kalabalıktı ve bu halde beni engeller ve gitmeme izin vermezlerdi.
Merdivenden zar zor inmeye başladım. Kapıdan geçmeden önce biri sanki arkamdan seslenir gibi oldu ya da ben kalabalıktan yanlış işitmiştim. Bu daha olasıydı. Basamakları yavaş yavaş, demir korkuluğa tutunarak inerken boynuma astığım çantamdan telefonumu çıkarmak istedim ama mecalim yoktu, zaten arayacak kimsem de yoktu. O yüzden telefonu es geçip ilerlemeye başladım. Son iki basamak kalmıştı ki ayağımın yamulmasıyla tökezledim ve aniden yere, dizlerimin üzerine düştüm. İç yakan bir çığlık dudaklarımın arasından kaçarken biri ismimi sesleniyordu merdiven boşluğundan. Sesi umursamadan doğrulmaya çalıştım ama başaramadım. Bakışlarım kıyafetime kaydı. Gördüğüm şeyle elim ayağım buz kesti.
Kandı. Her yer kandı. Çok fazla kan vardı. Annemin bileğini kestiği günkü gibi çok fazla kan vardı.
“Hayır hayır hayır…” dedim korkuyla kafamı iki yana sallarken. Ellerimi karnıma sardım. “Bir şey olmayacak. Lütfen, lütfen, sen de yapma…”
Ağlayarak merdivenden destek aldım, ayağa kalkmaya çalıştım ama olmadı. Tekrar tökezledim. Daha da ağladım. “Elvin…” dedi o sırada bir ses. Birkaç basamak tepemde dikiliyor ve bana korkuyla bakıyordu.
“Gitmesin…” dedim ağlayarak. “Çok kan var, Poyraz. O da gitmesin…” Sesim yalvarır gibi çıkmıştı. Hızlıca aramızda kalan basamakları bitirip önümde diz çöktü. Hiçbir şey sormadan beni bir çırpıda kucağına aldı. Bir eli bacaklarımı, diğer eli sırtımı kavramıştı. Korkuyla ellerimi boynuna dolarken hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.
“Ne oldu sana böyle,” diye fısıldadı ama bana sormuyordu, daha çok kendine soruyor ve tahmin etmeye çalışıyor gibiydi. Giriş kattaki kapının önüne geldiğinde durdu. Kucağında benle sırtımdaki kolunun dirseğiyle kapının kolunu aşağı çekerken bir ayağıyla da kapıyı açtı. Sırtıyla kapıyı itekledikten hemen sonra da ikimizi binadan çıkardı. Mekanın arkasından çıkarken etrafı taradı. Görünürde kimse yoktu. Tüm paparaziler ön taraftaydı. Yakında her biri içeri alınırdı.
Arka çıkışta çıkacak bir yer aradı bakışlarıyla. Boynuna doladığım kollarımdan birini ayırdım, işaret parmağımla ileriyi işaret ederken titreyen sesimle “Orada,” dedim çıkışın yerini göstermek için. “Kimse olmaz…” Nefes alıp verirken yutkundum. “Ön tarafa geçmiştir hepsi.”
Dediğimi kafasıyla onaylarken hızlıca gösterdiğim yere doğru yürüdü. Gözleri benle yol arasında gidip geliyordu, ben ise bilincimin yavaş yavaş gideceğini hissediyordum. İyi değildim. Çok korkuyordum.
Önüne geldiğimiz büyük, siyah demir kapıyı ayağıyla itip açtı. Sokağa adım atar atmaz sakin caddede ilerledi. O ilerledikçe üşüdüğümü hissediyordum. Gözlerim kararıyordu. “Çok üşüyorum,” diye fısıldadım. “Annemi istiyorum.” Annem üşümeme izin vermezdi. Çünkü korurdu anneler çocuklarını, her şeyden ve herkesten. Ama ben koruyamadım onu anne. Anne sözümü tutamadım. Ona bir şey olduysa yaşayamam ben. Nefes alamam. Ölürüm anne. Gelirim size.
“Isıtacağım birazdan seni, biraz daha dayan olur mu?” dedi Poyraz yalvaran bir ses tonuyla ölüm kokan sokakta ilerlerken. “Yetiştireceğim seni hastaneye. Sadece biraz daha dayan.” Kafamla onayladım onu ama hareketlerim giderek bilinçsizleşiyordu. Gözlerimi kapatır gibi oldum ama “Kapatma gözünü,” demesiyle tekrar araladım onları. “Bu böyle olmayacak, çok fazla kan var,” dediğinde ise daha çok kendiyle konuşuyor gibiydi.
Kaldırım kenarına geçti ve adımlarını durdurdu. Yol çok tenhaydı, geçen tek taksi bile yoktu. “Arabayı buraya getirmelerini isteyeceğim. Biraz daha dayan,” dediğinde beni kaldırımın üstüne oturttu ve üstünden çıkardığı ceketi bir çırpıda önüme koydu ve etrafıma doladı. “Lütfen,” diye mırıldandı telefonu çıkarıp kulağına götürmeden hemen önce. “Bebeğin için.”
Telefon çaldı, çaldı, çaldı. Açılmadığı her saniye küfrediyordu. Sonunda açılınca hararetle konuştu. “Harun arabayı hemen düğün salonun arkasındaki caddeye getir. Acele et!” Telefondaki kişi bir şeyler söylediğinde Poyraz bezgince nefesini bıraktı. “Başlatma işine gücüne. Sikerler işi! Ceyda’yla gel. Elvin’in fazla kanaması var. Acele et!” Telefonu kapattığı gibi cebine koydu.
“Hemen gelecekler,” dedi beni rahatlatmak için. Kafamı salladım, gözlerim kararıyordu tekrar. Bunu görür görmez yüzümü avuçları arasına aldı. “Kapatma gözünü!” dedi aceleyle. “Aç gözlerini Elvin, hadi.”
“Ölüm kokuyor bu sokak Poyraz.” Sözlerim kaskatı kesilmesine neden oldu. Parmaklarımı yorgun bir şekilde karnıma götürdüm. Gücüm kalmamış gibi hissediyordum.
“Ölüm yok,” dedi aksini ispat etmek ister gibi yaşayacağımı fısıldarken. “Ölüm çiçeklere yakışmaz. Yeniden açacaksın sen. Bebeğinle.”1
Kafamı iki yana salladım. “Herkes gider, derken acıyla yutkundum. Bebeğim gitmiş gibi geliyordu ve ben nefes alamıyordum. “Peki herkes gider diye biter mi hikâyeler?” Sorum onu bozguna uğratmıştı.
“Bitmez,” dedi hemen. “Nefes aldıkça devam eder hikâyeler.”
Hikâyem bitmiş gibi hissediyordum. Çünkü bebeğim giderse bitermiş hikâyeler. Ölüm kokan sokakta bitermiş romanlar. Bitermiş satırlar, yazılmazmış artık kitaplar. Mutsuz bitermiş bazı masallar.
Gökten üç elma düştü. Sonsuza dek toprak oldu satırlar. Mutsuzluk kefenim, yalnızlık elimde kalan son lokmam olmuştu.
Son kez derin bir nefes çektim içime. Ve tekrar ölüm koktu bu köhne sokak. Bitti artık bu kitap. Mezarıma Lavinia dikilsin. Çünkü Sana gitme demeyeceğim, demiş Özdemir Asaf. Ama gitme, Lavinia. Ben hep gitme dedim ama gitti herkes benden biraz biraz.
Ölürsem bu ölüm kokan sokakta şayet, bu kez de onlar gitme desinler.
“Ölürsem mezarıma Lavinia getirsinler,” diye fısıldadım son kez, gerisi karanlıktı. Gerisi ölüm sessizliğiydi. Gerisi artık gitmekti. Bitmekti. Bitmiştim.2
***
Ay bismillah... Ölmüyoz inşallah!!!
Elvin'in hep gitme dedim ama gitti herkes benden biraz biraz sözleri bana fazla dokundu. Daha ne yaşayacaksın annem sen. Seni çok üzdüler. 2
Elvin bölüm boyunca kimseye bir şey yapmamasının tek nedeninin bebeği olduğunu söyledi. Bebeği için bitirmiyordu kimseyi, yoksa ağzını açsa taş üstünde taş kalmaz. Sürekli ruh halinden ruh haline giriyor hamileliği nedeniyle. Zaten o yüzden bastı o düğünü, yüzleşti onlarla. Duygusal boşluğa düştü o an. Yoksa Görkem'le bebeği doğana kadar yüzleşmeyi düşünmüyordu. Ortada bir risk kalsın istemiyordu ama hormanları ve yaşadığı şeyler yüzünden dayanamadı ve gitti.
Heyecanlı bir yerde bitti biliyorum ama diğer bölüm bu bölüm kadar çabuk gelmez maalesef. Çünkü Çıkmaz Sokak'a bölüm yazmama gerekiyor artık. Onu da bekleyen bir kitle var. Onu yazdıktan sonra 5. Bölümde görüşelim tekrar.
Kendinize iyi bakın,2
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
7.09k Okunma |
894 Oy |
0 Takip |
17 Bölümlü Kitap |