14. Bölüm

13. DÜĞÜM

Esma Tonguc
esmatonguc

Bölümü biraz geç yayınladım, kusura bakmayın lütfen. Sizleri seviyorum, keyifli okumalar!

 

INSTAGRAM // esmatonguc

TWITTER // esmatonguc

Whatsapp kanalı: Instagram öne çıkarılanlarımda linki var! Tüm duyuruları ve alıntıları oradan paylaşıyorum!

 

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

ON YEDİ EYLÜL

13. BÖLÜM: "DÜĞÜM"

"Bu kez düğümü de çözmek gerek."

⚖️

Kamera odasından çıktığımız andan beri elimde tuttuğum karton bardağın içindeki suya bakarak düşüncelerimi susturmaya çalışıyordum. Bu kez Korhan Amir bile devamlı konuşuyordu, Sarp'ın silahla işinin olmayacağını ve yanlışlıkla aldığını söyleyip duruyordu çünkü ne yazık ki akşam saatlerinde emniyette elektrikler gitmişti.

"Bu da tesadüf değil ki," diyen Varan Alp, tıpkı benim gibi elinde tuttuğu karton bardağa bakarak konuşmuştu. "Elektriklerin kesilmesi de tesadüf olamaz. Emniyette kesinlikle bir köstebek var ve bu köstebek, cinayetlerle yakından alakalı. Bu kişi neden Sarp olmasın?"

Korhan Amir sağ elindeki parmaklarını birleştirerek hafifçe bize yöneltti, o ayakta duruyordu. "Bakın Savcım, Erkin Savcım, Varan Alp Savcım..." Bana döndü fakat ben yalnızca ellerini izliyordum, sürekli düşünüyordum. "Miray da tanır Sarp'ı... Yani gerek yok, durduk yere çocuğun canını sıkmayalım. Var gücüyle çalışır, çok iyi bir komiserdir Sarp. Çok zekidir..." Elini indirdi. "İfadeye aldığınızda da çok sert çıkışmazsanız..."

"Amir tamam, sen çık." diyen Erkin, önündeki bilgisayara bakmaya devam etti. Korhan Amir odadan çıkarken bedeninin titrediğini fark etmemden hemen sonra, kapıyı kapattığı an önüme dönüp Varan Alp'in koyu kahve gözlerinin içine bakmaya başladım.

"Erkin tamam, o kadar sert çıkışma da elektrikler nasıl kesiliyor?" diye hayretle konuşmaya başladı. "Zaten soruşturmanın ve kovuşturmanın bizzat içinde olan bir polis memuru, tüm bilgilere sahip... Ne bileyim, garip geldi."

Sessizliğimi bozdum. "Araştıralım o zaman Sarp'ı." Karton bardağı masanın üstüne bıraktım. "Çünkü silah en son onda görülmüş, sor bakalım nereye götürmüş... Şimdiye kadar neden silahı aldığını söylemedi mesela? Çok saçma." Çantamı omuzuma aldıktan sonra odadan çıkarken son kez dönüp "Kimseye tahammülüm kalmadı artık, bulun şu katili." deyip odadan ayrıldım.

Cinayet bürodan çıkmak için merdivenlere doğru ilerlediğim an, karşıma Sarp'ın çıkmasıyla kaskatı kesildim. Kısa saçları, yorgun gözleri, siyah ceketi ve şaşkın bakışlarıyla karşımda durup zoraki bir gülümsemeyle selam verdi.

"Korhan Amir aradı, bir gelişme mi var?"

Arkamdan gelen ses, aralanan dudaklarımı kapamama yetti. "Sarp Komiser, ifade odasına." diyen Erkin her an hareketlenecek gibi aceleyle büroyu işaret etti. Sesi koridorda yankılanmıştı.

Sarp, Erkin'i görür görmez "Şüpheli mi var? Kimin ifadesini alacağız?" diye sorarken öfkeyle gözlerimi yumdum. Hâlâ saklaması beni epey sinirlendirmişti.

"Senin." diyen Erkin'in sert sesiyle Sarp, bir müddet bana ve Erkin'e bakarak kaşlarını çattı. "Yürü, hadi. Konuşacağız."

Sarp, muhtemelen neden ifadeye alınacağını anlayınca kaşları gevşedi, ardından "Peki." diyerek büronun içine girdi.

Erkin ile baş başa kalınca "Varan Alp'i götür buradan," deyip sesli bir nefes verdi. "İyi olduğunu zannediyor ama dün akşam ağrısı vardı. Beni dinlemiyor, belki seni dinler."

Beni niye dinliyordu ki? "Ben ne alaka?" diye sordum gayet normal bir soru sorarak. "Eve döneceğim, işim var. Varan Alp'in bakıcısı mıyım ben?"

Erkin benden bu cevabı beklemediğini belli eden bir bakışla "Sen sadece mesleğinde mi kullanıyorsun aklını?" diye sorunca gerçekten haddini aşmıştı. İki adım atarak ona yaklaşınca "Sakın saldırma," diyerek geriye çekildi. "Deneme bile."

"Ya sırayla gelin, sırayla!" Bu kez ben bağırmıştım. "Bana neden beyinsiz iması yapıyorsun? Az önce aptal olduğumu iddia ettin, yani bu ne laubalilik ya?"

Erkin, "Beyinsiz değilsin ama özel hayatında anlama kıtlığın var." dedikten sonra saatini kontrol etti. "Ya Allah aşkına al şu çocuğu götür şuradan, sabahtan beri adliyeden olay yerine, olay yerinden emniyete, emniyetten adliyeye canı çıktı ya..."

Hâlâ anlamamıştım ve hâlâ sinirliydim. "Beni de dinlemez ki..."2

"Dinler Miray. İşim gücüm var, beni de oyalama." dedikten sonra koridoru terk edip bürodan içeriye girdi.

Demek Varan Alp'i götürmem için peşimden gelmişti... Haspam Erkin.

Ama ben gerçekten anlamamıştım, hâlâ bana karşı hislerinin olduğunu mu ima etmişti acaba yoksa başka bir durum mu vardı? Bence benim yüzümden bıçaklandığı için söylemişti ki bu konuda bir tık haklıydı. Zaten Varan Alp'e bakacak kimse de yoktu muhtemelen, bandajını da kendisi mi değiştiriyordu acaba? Kimseye söylememişti, bilinmesini istemiyordu; o halde kendisi uğraşıyordu.

Vicdan azabım beni köşeye sıkıştırınca mecburen tekrardan büroya girdim, ardından Varan Alp'in bulunduğu komiser odasına.

Beni yürürken bile görmüştü, bu nedenle içeri girer girmez "Ne oldu?" diye sordu. Eli, karın boşluğunda olduğu için üzülerek yutkundum.

"Sen eve mi geçeceksin?" diye sorarken gülümseyince bir süre bön bön baktı.

"Hayır."

Aklıma gelen ilk yalanla "Rüzgar sürekli ağlıyormuş, ablamlara mı gitsek?" deyince yüzümdeki ifadeye anlam veremeyerek bir süre bekledi.

"Yani..." Ne diyeceğini bilemeyerek karın boşluğunu işaret etti. "Yaram kanar, ablan görür... Gitmesem daha iyi. Sen git istiyorsan."

Al işte, asıl beyinsiz Erkin'di. Hani beni dinlerdi Varan Alp? Dinlememişti işte!

"Kimseye söylemedin, değil mi?" Yarasını işaret ettim gözlerimle. Eli hâlâ karın boşluğunda olduğu için üzgündüm. "Yani dikişli yara sonuçta Varan Alp, bir de benim yüzümden oldu. Yalnız yaşıyorsun."

"Kendim de hallederim, sıkıntı yok. Üstünden iki gün geçti, o kadar ağrımıyor."

Muhtemelen benden sıkılmıştı, kaç gündür dip dibeydik.

"Benden mi sıkıldın?" diye sorarak gülmeye başladım ama o gülmedi. "Ben bile bazen kendimden sıkılıyorum, yani sıkılmakta haklısın." Gerginlikten tırnaklarımı parmaklarıma ve avuçlarıma bastırıyordum.

"Senden sıkılmadım." dedikten sonra elini karın boşluğundan çekti. "Akşam bir işim var."

Benden sıkılsaydı daha az gerilirdim. O kadar az ve öz konuşuyordu ki, beni merakta bırakmayı o kadar iyi beceriyordu ki ayakta alkışlamak gerekiyordu.

Zaten ben neden buradaydım ki? Allah cezamı vermese bile kanunlarda Erkin'in lafına uymak gibi bir ceza kesinlikle olmalıydı ve oradan cezamı kapsam iyi olurdu.

"O zaman pazartesi görüşürüz," deyince gözleri zeminden bana döndü. "Hafta sonu kafa izninden dolayı ve anne merakını gidermek için Gebze'de olacağım." Artık uzatmamak için gözlerimi kırptım. "Hoşça kal."

Varan Alp iki kez öksürerek ayağa kalkınca bana veda etmesini bekledim ama "Daha dün gitmedin mi?" diye sorup karşımda durdu. "Yani işler iyice karıştı ya, illaki gelirsin."

"Yok ya, gelmem. Zaten belli, Aykut şeytanı hafta içi pestilimi çıkaracak, hafta sonu da avukatlık yapamam kimseye. Tüm görüşmelerimi yaptım ofiste, işim kalmadı..."

"Ofis için söylemedim, Mir Beyaz'ın davası için söyledim." deyince sesli bir nefes verdim.

"Mir Beyaz'la görüştüm, Sarp'ın ifadesi alınıyor, sen buradasın..." Ellerimi havaya kaldırıp indirdim. "Ayrıca Sarp'tan bir şey çıkacağını sanmıyorum, o gece sosyal medyaya arkadaşlarıyla fotoğraf atmıştı."

Varan Alp'in yüzü düştü. "O yapmamışsa bile silah en son onda görüldü, oradan bir şey çıkar."

"Muhtemelen elektrikler kesilince geri bıraktı Varan Alp, bunu sen de biliyorsun. Çocuğun ne işi olsun Mir Beyaz'ın silahıyla falan ya..." diyerek düşüncelerimi açıkça belirttim. "Bir de duruşmaya hazırlanmam lazım, annem..." Gözlerimi belerttim. "Annem sende kaldığımı öğrendi, dün bile sekiz yüz tane soru sordu. Saat başı arayıp nerede olduğumu soruyor."

Varan Alp gülümseyerek "Bence rahatsız olmamıştır." deyince ciddiyetsiz bir ifadeyle kaşlarımı kaldırdım.

"Gece gece bir erkeğin evinde kaldım."

"Gece kalmadın, sabah olmak üzereydi." diyerek düzeltti. "Ayrıca sıradan bir erkek değil."

Kıkırdamamak için kendimi çok zor tuttum. "Ne alaka ya sıradanlık popülerlik?" Bu konuşmayı yaptığımıza bile inanmıyordum. "Erkek erkektir."

"Akraba sayılırız." deyince gülerek gözlerimi devirdim.

"Ne alaka Varan Alp ya?" Bu sefer kıkırdamadan edemedim. "Tek ortak akrabamız Rüzgar," deyince Rüzgar'ı özlediğimi fark ettim. "Ay özledim şimdi bacaksızı... Onu mıncıklayıp öyle Gebze'ye dönsem iyi olur. Çok geç olmadan kaçayım ben. Görüşürüz."

"Görüşürüz."

⚖️

"Rüzgar'ın beyaz zıbını burada kalmış, her gün kokluyorum." diyen annem ile pirinç ayıklıyorduk ve ben şimdiden çok sıkılmıştım. "Bir kere geceleyin baban dükkândan geç döndü, Koray da uyumuştu ha, kalktım su içmeye, baktım baban da kokluyor." İkimiz de kahkaha attık. "Seninle biz de mi gelsek? Bir iki günlüğüne kalırız onların yanında? Koray'ın okulu var, gelmez de... Ben, babanla gelirim. Dükkân da kapalı kalsın iki gün, ne olacak?"

Annemden sonunda sıra geldiğinde başımla onaylayıp konuşmaya başladım. "Gelmeden önce beş kez kafasından öptüm anne," Kokusu o kadar güzeldi ki aklımdan gitmiyordu. "Dünyanın en şerbet varlığı olabilir... Bir de gözleri o kadar güzel ki..." Kendi gözlerimi işaret ettim. "Benim çocukluk fotoğraflarımdaki gibi, tıpkısının aynısı. Ablam ona benzediğini iddia ediyor ama Rüzgar aynı ben."

Annem yüzünü ekşitti. "Yahu siz deli misiniz?" Masadaki üzümlerden birini ağzıma attım. "Rüzgar, amcasına benziyor. Gözü yeşil ama ileride kahveye döner."

"Anne bukalemun mu bu çocuk?" Bir üzüm daha attım ağzıma. "Ayrıca Varan Alp ile alakası bile yok. Sadece burnunun yuvarlak olması, yani..." Varan Alp'in yüzünü hayal etmeye başladım. "Bir de yüzünün şekli de az çok benziyor." Yutkunamadım. "Benzese iyi olur ama..." Annem burnuma birkaç pirinç tanesi fırlattı. "Anne delirdin mi? Niye kafama pirinç atıyorsun?"

"Ağzından su akacaktı," diyerek sonunda yine dünkü sohbetin devamını gerçekleştirmek için başlangıcını yaptı. Dün eve geldiğim andan itibaren babam gelene kadar Varan Alp'ten başka bir şey konuşmamıştık. "Ayrıca onun şeyi nasılmış, eee, karnı?"

"İyiymiş anne." diyerek kısa kesmeye çalıştım.

"Peki Mir Beyaz? Onunla konuştun mu?"

Sonunda sorması gereken soruyu sormuştu. "Konuştum."

"Ne dedi?"

"O yapmadı anne, biliyorsun." dedikten sonra gülümsedim. "Ve ben onu haftaya bugün Gebze'ye getireceğim, merak etme."

Annem kafasını sallayarak "Biliyorum, yapmaz benim... Süt çocuğum..." deyince gözleri titredi. Stres olduğunda ara ara titrerdi gözü. "Kim yaptı artık, Allah bilir, suçu oğlumun üstüne atıyor..." dedi öfkeyle. "Allah belasını versin onun." Elindeki pirinçler yere düştü hep. "Allah belalarını versin."1

"Anne sakin ol," diyerek ellerini tuttum. "Gel, bir su iç." Annemin elindeki pirinçler masanın üstüne düştü. Ben de o sırada ona bir bardak su uzattım. "İç şunu, sakin... Sakin kalman lazım. Sen de Biran teyze de sakin kalacaksınız." Annem suyunu bitirir bitirmez sesli bir nefes verdim. Bir süre sessiz kaldık. "Biran teyze sana bir şey söyledi mi? Pembe abla neredeymiş?"

"Yok kızım. Pembe de yok, kocası da yok, Buse de... Yer yarıldı da içine girdiler."

Ses tonundaki nefret dozu, onu zehirleyecek kadar fazla çıkmışken bir şey bilmemelerine imkân olmadığından kafamı duvara yasladım ve düşündüm.

Herkes gizlediğini söylese belki olay çözülecekti ama kimse kimseye sırrını anlatmıyordu. Düğüm olmuştu her şey. Pak olan bir tek Varan Alp ve bendik.1

Bu yüzden o gece katil olmadığına emin olduğum iki isim vardı: Varan Alp ve Mir Beyaz.

Geriye kalan herkes gözümde şüpheliydi. Herkesin nerede olduğunu didik didik araştırmam, bulmam gerekiyordu.

"Tamam anneciğim, sen bir şey bilmiyorsan düşünme bu meseleleri, sonra stres oluyorsun." Masanın üstündeki ayıklanmış pirinçleri kaldırıp tezgâhın üzerine koydum. "Haftaya duruşma var, Mir Beyaz çıkacak, bunu bilin yeter. Sonrası da hallolacak Allah'ın izniyle... Bulunacak Melek'in katili, tabii bir de diğer 17 Eylül kuvöz arkadaşlarım var..."

Annemin eli kalbine gitti. "Yazık yavrucaklara..." Hüzünle beni incelemeye başladı. "Ay Miray sana bir şey olursa ne yapardım..." Gözlerini yumduğu an başı geriye doğru gitmeye başladı.

"Anne!" diyerek omuzundan tuttum. Gözleri açıktı ama baygınlık geçiriyordu sanki. "Anneciğim ne oldu sana ya? Az önce dedikodu yapıyordun, şaka yapıyordun, pirinç fırlatıyordun..." Olabildiğince gülmeye çalıştım. "Bak bana," Ona doğru eğilerek çenesini tuttum. "Turp gibiyim, karşındayım, hayattayım... Bana bir şey olmadı."

"Miray," İki elimi de birden tuttu. "Kızım, sen de mi savcı olsan? Ha? Belki sen savcı olursan... Ne bileyim? Sana dokunmazlar, korkarlar... Olamaz mısın kızım?"

Annem çok isterdi savcı olmamı, hatta sırf bunun için bir kez adli yargı sınavına bile girmiştim fakat isteksiz olduğum için iyi bir sıralama elde edememiştim.

"Yok anneciğim, ne savcısı... Zaten baksana, neredeyse 30 yaşına geldim." Saçlarını geriye attım.

"30 yaşında da savcı olursun, olamaz mısın?" diyerek ısrar etmeye başladı.

"Ya olunur ama..." diyecektim ki mutfak kapısında bir beden belirdi: ergen bedeni. "Ooo, Koray..." derken onu bu kadar süslü görmeyi beklemiyordum. "Nereden geliyorsunuz Koray Bey? Ne bu şıklık?"

"Miray ablam savcı olursa ülke batar anne," diyen Koray'ın kapıyı dinlediğini anlamama rağmen sinirlenemedim ve kahkaha attım. "Daha benim bilgisayar oyunumda bile silah tutmayı beceremiyor, sürekli düşürüyor."

"Geri zekâlı," dedikten sonra masanın üstünde kalmış üzümlerden birini üstüne attım. "Aynı şey sanki ya..."

Koray pis pis sırıtırken annem "Ablanı beğenmiyorsan sen olsaydın," deyip bir üzüm de kendisi fırlattı. Bana döndükten sonra "Kızım sen niye üzüm atıyorsun yere?" diye kızmaya başladı. Kendisinin attığını fark etmemişti herhalde. "Kaldır, topla, sonra sil orayı. Yerler pis oldu ya..."

"Anne az önce burnuma pirinç tanesi attığını hatırlatmak isterim. Bak, kendisi yerde halıyla arkadaş oldu çünkü..."

Annem bu dediğime de aldırmadı.

Koray kapının önünde değişik değişik hareketler yaparken "Koray git, elektrikli süpürgeyi getir. Hadi." diyerek onu ittirmeye çalıştım. "Ya hadi!"

"Abla bir dur, barfiks çekeceğim. Güçlü müyüm, bak."

Elimi alnıma götürdükten sonra annem Koray'ı terlikle tehdit etti, neyse ki Koray üst kata çıkıp elektrikli süpürgeyi getirdi. Yukarı çıkacak mecalim kalmamıştı.

Evin alt katını annemin zoruyla tamamen süpürdükten sonra bu kadar hızlı süpürdüğüme bir türlü inanamayıp bütün koltukların altını kontrol etmişti. Gördüğü tüm tozların santimetrekaresinin hesabını sorarken neredeyse yarım saat geçmişti. Koray evden gitmişti, babam da yeni gelmişti.

Saat on iki olmak üzereyken açık kalan dizi bittiğinden dolayı televizyonun sesini kısınca babam, "Kızım git hadi yat, yarın işin yok mu?" diye sorup elindeki kitabı koltuğun kenarına bıraktı. İnce Memed 3 okuyordu.

"Baba yarın cumartesi," dedim kısık bir sesle. "Gitmeyeceğim İstanbul'a."

Gözlüğünü indirir indirmez gözlerini kısarak bana baktıktan sonra "Sen geçen gün nerede kaldın?" diye sorunca kaşlarım havaya kalktı. Bir yandan bu soruyu sormasına şaşırırken diğer yandan annemin yetiştirebilme ihtimali beni korkuttuğundan iki büklüm olmuştum. Babam Varan Alp'te kaldığımı öğrense neler olurdu, Allah bilir.

"Bir arkadaşımda." diyerek kısa kestim. Olabildiğince rahattım.

"Bu ne biçim bir yalan ya Miray?" dedikten sonra üç kez cıkladı. "Bak kızım, görüştüğün biri varsa annene de bana da söyle, rahat et. Sanki ne diyeceğiz ya? Gidip el âlemin evinde kalma. Zaten başımıza gelmeyen kalmadı, bir de seni merak etmeyeyim."

"Sen nereden biliyorsun baba?" diye sorunca anlamadı. "Öyle birisi yok. Uydurdun az önce. Annem mi aklına soktu?"

Babam gözlüğünü katlayıp kitabın üstüne bıraktıktan sonra yorgun gözleriyle bir süre daha sakin ama tehditkâr bir bakış savurdu. "Nerede kaldığını söyle."

Sabrım tükendiğinden ötürü bıkkın bir nefes verdim. "Ay yeter ya!" Üstümdeki yastığı koltuğa attım. "Açıkçası o gece birinde kalmadım, yani evde değildim." Babam bu cevabı beklemediği için kaşlarını çattı. "Ablamların yan apartmanında bir kadın var baba, eski eşi taciz ediyordu. Ben de bunların evini bastım, yanımda Varan Alp de vardı. Adam Varan Alp'i bıçakladı, yani sıyırdı karın boşluğunu. Ben de eniştem de hastanedeydik, oldu mu? Ama sabahını da merak ediyorsan tabii ki yanında kaldım."

Babam, "Geçmiş olsun." deyip kitabını da eline aldıktan sonra ayağa kalktı. "İyi mi?"

"Dünden daha iyiydi bugün." deyip telefonumu elime aldım.

Babam, odanın ortasında kaldı. "Sen Varan Alp'i her gün görüyor musun böyle?" deyince tekrardan gözümü gözlerine çevirdim. "Hayır, İstanbul'da bir tane mi adliye var? Senin bütün davaların o adliyede mi?"

"Babacığım, ben Mir Beyaz'ın avukatıyım ya hani... Hani Varan Alp'in kuzeni öldü, Melek." Babam hüzünle gözlerini yumunca biraz sert konuştuğumu fark ettim. "Tabii ki İstanbul'da bir tane adliye yok, zaten farkındaysan ben de zorla ofise gidiyorum, adliyeye uğramıyorum bile. Davanın savcısı, Varan Alp'in en yakın arkadaşı. Genelde onlarla beraber delil kovalıyorum."

"Dikkat et Miray." Odadan çıkarken son kez "Ha, biri seni üzerse de gelip bana söyle." deyince elimle yüzümü kapatarak sessizce gülmeye başladım. Birkaç saniye güldüm.

Bahsettiği kişi muhtemelen Varan Alp'ti.

Sinirden kahkaha atmama ramak kala sertçe yutkundum.

Televizyonun kumandasını elime aldım, ışıktan rahatsız olduğumdan ötürü de kapatma tuşuna basıp televizyonu tamamen kapattım. Annem de kanepede uyuyakalmıştı zaten, burada kıvrılıp uyumak gözüme bir hoş geldi.

Kanepenin köşesindeki battaniyeyi bacaklarıma örttükten sonra az önce koltuğun diğer kenarına attığım yastığa kafamı koyup gözlerimi kapattım.

⚖️

YAZARIN ANLATIMIYLA, İSTANBUL

Erkin, elinde tuttuğu basketbol topunu Varan Alp'e doğru yavaşça attı. "Sarp da masum..." Varan Alp, dikişli yarasına rağmen bulunduğu basket sahasında gayet mutluydu. "O yüzden suç aletinden pek bir şeyler çıkmayacak gibi..." Erkin'in mavi gözleri Varan Alp'in attığı baskete doğru döndü. "Ya kardeşim, niye buradayız biz? Senin yaran dikişli değil mi?"

"Düşünmek için." diye açıklayan Varan Alp, eğilerek basket topunu aldı. Topu sektire sektire Erkin'e ulaştırdı. İkisinin de saçları terden dağılmıştı. "Bu yara meselesini de uzattın Erkin, bir daha sakın Miray'a benimle vakit geçirmesi için salak saçma şeyler söyleme."

Erkin, basket topunu atarken hince gülümsedi. "Ama işe yaramış..." Hafifçe kıkırdadı. Varan Alp, potadan geçen basket topunu almak için iki adım attı, o sırada Erkin hâlâ gevezelik peşindeydi. "Sana mesaj gelince sormaya başladıysa geçmiş olsun."

Varan Alp, basket topunu sert bir hareketle arkadaşının göğsüne attı. Erkin refleksle topu tutunca "Sen de bayağı mutlusun bakıyorum." diyerek küçük bir isyanda bulundu. "Ya niye bu kadar sertsin oğlum sen? Gerçekten senin içinde bir dengesiz yatıyor Erkin... Bir tek bana mı böylesin sen?"

"Evet bir tek sana böyleyim, âşığım sana Varan Alp..." Basket attıktan sonra da yalandan öpücük gönderdi. "Benim işime karışma sen. Sert çıkışmayınca çok yüz buluyorlar, sonra tepeme çıkıyorlar. İstanbul böyle, hoş geldin..." İki kolunu da açıp yorgunluğunu belirten bir nefes verdi. "Sana da tavsiye ederim. Bak, neler oluyor bu şehirde? Gerçi ülke tamamen böyle." Sahte bir gülüşle simsiyah gözüken gökyüzüne doğru kaldırdı kafasını. "Biz şansa yaşıyoruz."

Varan Alp, Erkin'e şu aralar pek tahammül edemese de onun iyiliğini istiyordu. "Erkin bunun senin sert diyaloglarını aklayan bir tarafı yok. Sen savcısın, canavar değilsin." Arkadaşının yanına yürüdü. "Yani herkese böyleysen de işin yaş..."

"Niye?" diye sordu Erkin, sorgulayan bakışlarla.

"Evlenemezsin." diyen Varan Alp bir anda kahkaha atmaya başladı.

"Sen evlen, sonra ben evlenirim." diyen Erkin cıklamaya başladı. "Keyfimi bozdun Alp ya..." Cıkladı birkaç kez. "Sanki sen gönül işlerinde çok iyisin..." Şimdi de Varan Alp'in keyfini kaçırmaya çalışıyordu. "Aman aman Varan Alp Savcım... Bir dakika... Bir dakika... Şimdi söyle bana Varan Alp, sen niye Miray'a lale aldın?"

Varan Alp basket topunu yerden alıp Erkin'in kafasına atıyormuş gibi yaptı, Erkin refleksle kafasını tuttu. "Sana ne ya? Konusu geçti aldım. Her hareketimi sorgulayacak mısın?"

"Eee işim bu," diyerek kendisini işaret etti Erkin. "Savcıyım ben."

"Zaten nereden gördüysen o laleleri..." diyerek topu sektirmeye başladı Varan Alp. "Yer yarılsaydı da içine girseydim o an..."

Erkin birkaç saniye sessizce pis pis kıkırdadı.

Dün, akşama doğru Miray'ı adliyeye bırakan Varan Alp'i ve Miray'ın elindeki çiçekleri görünce Varan Alp'in yanağını sıkıp "Hayırlı olsun." demişti Erkin. Bunu Miray pek duymasa da görüntü olarak gördüğünden ötürü Varan Alp, Erkin'e birkaç saat küsmüştü.

"Anlatmadın bana. Laleleri görünce ne yaptı?" Erkin topu Varan Alp'ten alıp sektirmeye başladı, sonra da potanın içine attı. "Gördün mü arkadaşını?" diyerek kendisini övünce Varan Alp yorularak kendisini demir ağlara yasladı. "İyi misin?"

"İyiyim." İkisi de zemine oturdu. "Nedim'den bir haber var mı ya da Şükrü amcadan?"

"Nedim'in arabasına bakılıyor hâlâ ama muhtemelen frenlerle oynandı." diyen Erkin gergin bir nefes verdi. Bu gibi bir emsal dava vardı, orada da pek bir ipucu elde edememişti. "Şu yaşlı amcayı da, adı neydi... Ha az önce söyledin. Şükrü amcayı da huzurevine yolladık. Kimsesi yokmuş."

"Nasrettin diye dediği de oğluydu, Nasrettin neredeymiş?"

Erkin anlamadığı için kaşları çatıldı. "Nasrettin kim be?"

"Yahu dedin ya kimsesi yok diye, Nasrettin diye bir oğlu var."

Erkin kafasını olumsuz anlamda salladı. "Yaşayan bir akrabası yok."

Varan Alp dudaklarını ısırdıktan sonra "Beni ölen oğlu zannetti o zaman," diyerek iki elini birbirine çarptı. "Of Erkin çok üzüldüm, zaten ikisi de belli iyi insanlardı... Adamın tek çocuğu da gitmiş." Bir kez daha sıkıntıyla ofladı. "Ara ara ziyarete mi gitsek acaba? Miray'ı da Nazmiye zannetti."

Erkin, gülmek istemese de isimlerden dolayı dudaklarından izinsiz bir kıkırtı yayıldı. "Pardon." dedi sonradan. "Ama Nazmiye ve Nasrettin... Hoş isimlermiş."

"Komik mi ya?" Varan Alp terden ıpıslak olan saçlarına dokundu. "Neyse ben eve kaçayım, hasta falan olurum şimdi."

Erkin de Varan Alp de ayağa kalktı. "E ol, ne de olsa refakatçin hazır."

"Sen mi?" diye sordu Varan Alp, Erkin'i kastederek. "Kalsın."

"Ben değil, canım arkadaşım, ben değil... Miray."

Varan Alp yüzünü ekşiterek "Erkin sen bütün gün millete öfkeli hâlini gösterip gecesinde bu kadar zevzek olmayı nasıl beceriyorsun? Varsa bana da anlat. Bir sırrın varsa bana da anlat ki ben de kafamı dağıtabileyim." deyince Erkin otuz iki diş sırıttı.

Yürürlerken "Mesleki deformasyon." diye kısa bir açıklama yaptı.

"Kardeşim açıkçası ben senin dışında hiçbir savcının böyle olduğunu düşünmüyorum, düşünmek de istemiyorum." diyerek isyan bayrağını çeken Varan Alp'in yarası hafifçe kanamıştı. "Al işte, dikişlerim mi açıldı acaba?"

"Basket oynayalım derken dikişini umursamıyordun." Bu kez Erkin isyan etmişti.

"Yok ya, arada bir bunu değiştirmem lazım galiba." Sargısını gösterdi Varan Alp.

Yarım saat kadar bir süre geçtikten sonra Erkin de Varan Alp'in evindeydi, eğer dikişleri açıldıysa diye beklemişti ancak Varan Alp sadece sargıyı değiştirmişti.

Aynı sitede oturuyorlardı ama blokları farklıydı, bu nedenle görüşmek istediklerinde hemen görüşebiliyorlardı.

Erkin, Varan Alp'in iyi olduğundan emin olunca "Ben kaçıyorum o zaman Alp, yarın muhtemelen yine görüşürüz. Bu, araba meselesi var ya, gün yüzüne çıkar gibi görünüyor. Ona göre dosyaya eklerim." diyerek ayaklanmak için duruşunu dikleştirdi.

Mutfaktalardı. "Sakarya'dan başka bir şey çıktı mı?" diye sordu Varan Alp, hâlâ davayı düşündüğü için.

"Yok, çıkmadı." diye cevaplayan Erkin'in kafası allak bullak olmuştu. Muhtemelen Mir Beyaz için tutuksuz yargılanma isteyecekti fakat kafası hâlâ çok karışıktı. "Miray, Mir Beyaz'ı çıkarmak için suç aletinin görüntülerini kullanacak da... Aynı saatlerde nasıl aynı ortamda o silahla olabilir?"

"Hakim tutuksuz yargılanma verir, Miray sürekli 17 Eylül'le Melek'in otopsisinin benzerliğini açıklayacak, belli." diyen Varan Alp, masada duran üzümlerden bir iki tane ağzına attı. Bir yandan kendisine su doldururken diğer yandan mahkemeyi düşünüyordu. "Duruşmaya da az kaldı, belki o güne kadar bir şey çıkar."

Erkin kafasını salladı. "Bulacağım zaten o ablayı, enişteyi, babayı... Belli, saklandıklarına göre arka planda birtakım meseleler dönmüş."

"Bir seneden az zamanın kaldı Erkin Savcı..." diyen Varan Alp hüzünle gülümsedi. "17 Eylül 2028 gelene kadar o seri katili bulmazsan her an arkadaşını kaybedebilirsin."

Erkin ölümcül bir bakış attı. "O yüzden önce hastanede mi bir olay oldu yoksa yangında mı, onu öğrenmem lazım. Başka hiçbir açıklaması yok, varsa bile Sherlock dâhil kimse çözemez bunu."

"Sen en iyisi doğum yapan anneleri ifadeye al."

"Zaten rahmetlilerin annelerini aldım, ikisi de aynı şeyi söyledi." diyerek arkasına yaslandı Erkin. "Kapılar kilitliymiş ve bir anda yangın başlamış, başka da bir şey hatırlamıyorlar. Çoğu bayılmış zaten. Kamera kaydı desen yok, otuz sene önceki olay. Bir gazete desen o da yok. Dava var, ortada belge yok." İki elini birbirine çarptı. "Hiçbir şey yok Varan Alp, sıfır."

Gecenin bu saatinde dertlenmişlerdi. Varan Alp, "Annemin günlüğünde de doğuma kadarki süreç var. Orada da ters bir durum yok." diyerek düşünmeye devam etti. "Herkes çok mutlu, eğitim süper, gibi yorumlar yapmış."

Erkin masanın üstündeki kâğıdı görüp eline aldı. "Bu ne lan?" diye sordu limonlu kek tarifine ve limonlu kek çizime bakarken.

"Limonlu kek tarifi." dedi Varan Alp de.

"Sen limonlu kek mi yapıyorsun?" diye sorarak kıkırdayan Erkin, aslında arkadaşıyla dalga geçmemişti. Sadece komiğine gitmişti. "Ya sen o kadar vakti nereden buluyorsun Varan Alp? Ben sinirden yemek bile yapamıyorum kendime."

"Seviyorum yemek yapmayı, biliyorsun." diyen Varan Alp, sandalyesini duvara daha da yaklaştırdı. Aklına Miray'a yaptığı tost gelince gülümsemeden edemedi, sonra da tost makinesine bakmaya başladı. "Geçen gün," dedi Erkin'e anlatıp anlatmamak konusunda kararsız kaldıktan sonra. Erkin gülümseyerek sol gözünü kırpınca Varan Alp, "Miray'a tost yaptım." diye devam etti.

"Ha kızı yemeklerinle tavladın yani..."

Varan Alp bir yandan Erkin'in komik hâllerine gülerken diğer yandan da dünü düşünüp mutlu oluyordu. "Erkin görsen..." dedi büyük bir neşeyle. "Tost yiyince bile mutlu oluyor."

Erkin, "Eee başka?" dedi Varan Alp'in yavaş yavaş döküldüğünü görünce. "Ne yaptınız?"

"Hiç... Sohbet ettik." derken bile gülümsemişti Varan Alp. "Bana neden savcı olduğumu falan sordu."

Erkin bu kez gülmedi. "Başka bir şey olmadı yani..."

"Sen ne tür bir hikâye kurdun kafanda Erkin?" diye soran Varan Alp anlattığına pişman olmuştu. "Normal, sohbet ettik işte. Başka bir şey olmadı."

Erkin de masada duran üzümleri midesine indirmeye başladı. "Senin akşam ne işin vardı da Miray'la çıkmadın? Onu merak ettim."

Varan Alp üzümünü yuttuktan sonra "Babam İstanbul'a geldi, benimle konuşmak için. Hiç istemesem de mecburen buluşmak zorunda kaldım." diye açıkladı. "Sanki beni çok özlüyormuş gibi ziyarete gelmesine kaç puan veriyorsun?"

Erkin somurttu. "Özlemiştir Varan Alp, saçmalama."

"Yesinler onun özlemini. Beş ay hiç aramadığını bile hatırlıyorum." Varan Alp, elinde tuttuğu su bardağını kırmak üzereyken son anda masaya bıraktı. "Onun için şu bardağı kırmama bile değmez, inan."

Erkin arkadaşının durumu için senelerdir üzülüyordu ama bir yandan da nedenini sorguluyordu. Varan Alp ona babasıyla alakalı hiçbir şey anlatmamıştı. Sadece annesi, Varan Alp'i doğururken öldüğünden dolayı babasının Varan Alp'e olan soğuk tavırlarını anlamlandırabiliyordu ama o kadar.

Erkin de Varan Alp de hem annesiz hem babasızdı; tek fark, Erkin'in babasının da toprağın altında olmasıydı. Belki de bu yüzden fakültede tanışıp hemencecik bağ kurmuşlardı, birbirlerinin en yakın arkadaşı olmuşlardı.

"Hâlâ sinirli olduğuna göre buluşma da kötü geçmiş anlaşılan," diyerek arkadaşının derdini paylaşmasını, az da olsa rahatlamasını isteyen Erkin'in sesi kısık çıkmıştı. "Boş ver kardeşim."

Varan Alp hüzünlü bir gülümsemeyle "Boş vermesem yaşayamazdım zaten." deyip arkadaşına döndü. Gözleri küçülmüştü Erkin'in, bu da demek oluyordu ki epey yorulmuştu. "Sen gidiyordun en son Erkin Savcım... Git de uyu."

"Ne münasebet Varan Alp Savcım? Biz dertliyi yalnız bırakacak adamlar mıyız? Değiliz." Masada rakı eksikti, öyle bir ortamdı. Fakat onlar üzüm yiyordu. "Üzümünü ye," Varan Alp'in ağzına üzüm tıktı. "Bağını sorma."

Varan Alp sinir bozukluğuyla gülerken üzümü zar zor tutmuştu. "Allah aşkına bu atasözü ne alaka? Neyse, sormadım say."

Erkin, Varan Alp üzümü yutar yutmaz "Sormayın savcım, yiyin işte." diyerek cümlesini bitirmeden lafı ağzına tıktı.

"Sormadım say, dedim. Değil mi?"

"He he aynen... Dedin dedin..." Erkin'in gözü tost makinesine çarptı. "Demek tost yediniz? Çok mu beğendi?"

Varan Alp bir yandan gülerken diğer yandan "Beğendi ve şaşırdı. Benden beklemediği performanslar..." diye açıkladı.

Erkin "Ooo, daha neler neler görecek? Senin yetenekler yemekle mi sınırlı, değil. Tez zamanda ilanı aşk gelir." deyince Varan Alp'in aklına Teoman'ın "İlanı UYAP" dediği an geldi. Ciddiyeti tekrardan bozuldu. "Hadi kardeşim, kaçıyorum ben." Ayaklandı Erkin. "Sana iyi geceler, dikiş açılırsa tek telefonla yanındayım."

"İyi geceler..." dedi Varan Alp de.

⚖️

11 EKİM PAZARTESİ, MİRAY HİLDE LALEZAR

Cumhuriyet Savcısı Erkin Gümüşpala yazısını gördüğüm kapıya iki kez tıkladım. Birkaç saniye sonra "Gel!" diye seslenince de içeriye girdim. İçeride sadece kalem memuru vardı, o da ben kapıda durduğum an dışarıya çıktı.

İçeriye tamamen girip kapıyı yavaşça kapattım ve "Savcım girebilir miyim?" diye sordum. Kafasını sallayarak masasının önündeki sandalyeleri işaret etti. Bana yakın olan sandalyeye oturup çantamı kucağıma koydum.

"Ben size resmî olarak ifade vermemiştim, ifade vermek istiyorum. Şükür Çiçekçilik ile ilgili... Kanıtları da ben paylaşmış gibi görünürsem dosya için daha doğrusu Varan Alp için daha iyi olur. Bende de kopyaları var."

Erkin'e elimdeki dosyayı uzattığımda elini uzattı, dosyayı kavradı ve içini incelemeye başladı. "Tamam Avukat Hanım, ekleriz dosyaya." dedikten sonra masasının herhangi bir noktasına koydu. "Eğer bilginiz yoksa size söylemiş olayım: Sarp silahı almış, elektrikler kesilince ve asansör gelmeyince merdivenleri kullanmaya üşendiği için emniyete geri dönmüş. Bu zaten dışarı çıkmadığından dolayı kameralar kayıt alır almaz kanıtlanmış gibi gözüküyor. Silahı da nereye koyduğunu tam hatırlayamıyor çünkü kriminalde bir kriz çıkmış, kesilen elektrikten dolayı. Dava boyunca da tahmin edersiniz ki bilgisi gereksiz olduğundan ötürü bizimle paylaşma gereği duymamış."

Gereksiz bir bilgi değildi ancak Sarp'a nedense güveniyordum. "Savcım peki ne olur ne olmaz, Sarp için HTS ve PTS kayıtları isteyebilir misiniz?"

Erkin, teklifimi gereksiz bulduğundan ötürü sesli bir nefes verdi. "Miray zaten trafik yoğunluğu göz önüne alındığında saat 22.05'te emniyetten ayrılan Sarp'ın saat 00.00 sularında Melek'i vurmasına imkân bile yok. Yani bunu da düşünmüyorsundur herhalde? Sarp emniyetin göz bebeği."

"Düşünmüyorum savcım ama siz de biliyorsunuz, her an her şey olabilir." dedikten sonra burnumdan bir nefes verdim. "Evet, Sarp çok yetenekli bir komiser, bu konuda hiçbir soru işareti yok. Evet, 17 Eylül'de doğanları neden öldürsün? Çok saçma. Ama ya başka bir bağlantı varsa ve bu Sarp'la ilgiliyse? Olamaz mı?"

Hafta sonu hiç hoşuma gitmeyen bir gelişme yaşanmıştı.

Sarp'ın nerede olduğunu biliyordum, Mahe Kafe diye bir konum atmıştı saat 23.00 gibi fakat kafenin saat 22.00 gibi kapanması ve Erkin'in de dediği gibi 22.05'te emniyetten ayrılmış olması işi benim nezdimde garip kılmıştı.

"Dosyanın içerisinde başka bir kâğıt daha var savcım. Siz tüm sayfaları incelemediğiniz için görmediniz. Rica etsem dördüncü kâğıda bakar mısınız?"

Kapı iki kez tıklandığında, Erkin dediğim gibi dosyayı inceliyordu. "Gel!" dedi yazdıklarımı okurken.

Arkamı döndüğüm an Menderes'in davasının savcısını, o sevimsiz kadını gördüm. Açık kahve saçlarını arkadan toplamıştı, cin gibi bakan ela gözleriyle önce beni sonra da Erkin'i süzüp içeriye girmişti.

"Savcım müsait değilseniz sonra gireyim." diyen kadına Erkin sandalyeyi işaret etti.

"Avukat Hanım tamam," diyen Erkin'i HTS ve PTS kaydı için ikna ettiğimden ötürü mutluydum. "Savcım siz de oturun, konuşalım." dedi gülümseyerek.

Bu Erkin delisi bir avukatlara ve polis memurlarına şeytanlık yapıyordu sanırım.

"İyi günler." diyerek iki sevimsiz insanı da gerimde bırakarak odadan ayrıldım.

İkinci kata indikten sonra Varan Alp'in yanına uğrayıp uğramamak konusunda kararsızdım, bu nedenle bir süre koridorda bekledim.

Beklerken Korhan Amir yanımdan gölge gibi geçti, hatta arkasından seslenecekken yanımdan Sarp ve Teoman da geçti. Üçünün de beni görmemiş olmasına şaşkınlıkla bakakalırken peşlerinden yürüdüm.

"Amirim!" diyerek Korhan Amir'in kolundan tutan Sarp, Teoman ile beraber görüşme odasına girdi. Kaşlarım çatıldı.

İstemsizce peşlerinden yürüdüm ve girdikleri odanın önünde durarak üçünü izlemeye başladım.

Görüşme odasının kapısının pervazında durup üçünü izlerken ise hiç beklemediğim cümleler duymuştum:

"Bunu önce Varan Savcı, sonra da Erkin Savcı öğrenecek." diyordu Korhan Amir. "Teoman, bu kadardı! Benim kimseyi kayıracak hâlim yok. Şu yaşıma kadar onurumla, namusumla devlete hizmet verdim. Bir kez bile yanlışım olmadı, olmayacak da! Zaten tüm mesele Sarp'ın üzerine kalıyordu, az kalmıştı! Bu yaptığın affedilemez!" Kaşlarım daha da çatıldı.

"Amirim yapmayın, bilmediğiniz durumlar var." diye açıkladı Teoman.

"Yahu silah en son sendeydi!" dediği an elim kalbime gitti, bayılacak gibi oldum. "Sarp ifadeye alındıysa sen de alınacaksın! İkiniz de aynısınız! Sen savcının kardeşi olduğun için mi durduruyorsun beni?"

Sarp da Teoman da bıkkınlıkla birkaç kelime söyledi.

Teoman en son "Tamam, silahı en son ben aldım! Bana verdi, Mir Beyaz'a ulaştırayım diye ama olaylar bildiğiniz gibi değil! Çok karıştı!" diye açıkladığında ise kâbus gördüğümü bile düşündüm. "Amirim lütfen şimdilik söylemeyin. Bakın, anlatacağım size... Zorunda kaldım."

"Ne zorunda kaldın? Ne?" diye inleyen Korhan Amir Sarp'a tutunarak elini kalbine götürdü. "Ah," deyince kafamı hemen geri çektim. "Kalbim... Sarp kalbime bir şeyler oldu."

"Teo ambulansı ara, acil!" Sarp dışarıya da bağırmaya başladı. "Yardım edin! Hey!"1

-

Bölümü nasıl buldunuz?1

Haftaya görüşmek üzere hoçça galın :')

INSTAGRAM // esmatonguc

TWITTER // esmatonguc

Whatsapp kanalı: Instagram öne çıkarılanlarımda linki var! Tüm duyuruları ve alıntıları oradan paylaşıyorum!

Bölüm : 08.12.2024 15:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...