Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.
ON YEDİ EYLÜL (II)
20. BÖLÜM: “BİR ANDA”
⚖️
“Bir problem bin problem yaratır.”
Kalem memurunun kurduğu cümleden sonra gözlerim zemine çakılmış, bir süre de sadece Erkin’in ablasının neden öldürüldüğünü sorgulayarak zeminde kalakalmıştı. Kalem memuru bir şeyler anlatıyordu, duyamıyordum, algılayamıyordum ve sanırım az önce duyduğum cümleden sonra kendi canımın bile ne kadar tehlikede olduğunu yeni yeni anımsıyordum.1
Korku, vücudumu tamamen ele geçirdi; bakışlarımı hafifçe yukarı kaldırdım, Varan Alp’in yüzüne doğru. O da şoktaydı. Kaşlarını çatarak kalem memuruna bakıyordu, kalem memuru ise hâlâ açıklama yapıyordu.
“Başsavcım da Varan Alp Savcı baksın, dedi. Erkin Savcı olay yerindeymiş, kıyameti koparmış… Savcım sizin duruşmanız var diye de biraz geç haber verebildim. Kolluk intikal etmiş zaten, siz de gitseniz iyi olur.”
Varan Alp yüzünü bana doğru çevirince gözlerimiz buluştu. O an aklımda olan tek düşünce, olay yerine gitmekti; muhtemelen 17 Eylül’le alakalı bir durumdu ve gitmek istiyordum.
Erkin kim bilir ne durumdaydı…
Üstelik artık kardeşini ele vermemek için hiçbir sebebi yoktu; belki de Koray da dâhil olmak üzere herkesi yakacaktı. Teoman’ı, babası Beyhan amcayı, Melek’in babası Ümit Haldun İnal’ı… O gün, o silaha ulaşmak isteyen kim varsa Erkin bunun peşine düşecekti, emindim.
Donakalmıştık, hiçbir şey konuşamamıştık ve işin kötüsü, Varan Alp beni boğan düşüncelerden bihaberdi.
Varan Alp, cübbesini askılığına astıktan sonra askılıkta duran ceketini alıp hızlıca giyindi.
“Ben de geleceğim.” dediğim an kaşlarını çattı.
“Olay yerine gideceğim Miray.” Varan Alp başını hafifçe kalem memuruna doğru çevirdi. “Tamam, sen çık Niyazi.” Kalem memuru kapıyı kapattı, odada yine baş başa kaldık. “Sen de ne olur ne olmaz tek başına gezme. Baksana, Erkin’in ablasına kadar uzadı mesele. Daha fazla kurcalarsan sen de zarar görebilirsin.”
Evet, korkmuştum ama meraktan ve stresten yerimde duramazdım ki ben. Bu yüzden “Sence o mu yaptı?” diye sordum Varan Alp telefonuyla ilgilenmeye başlayınca.
Kimi kastettiğimi anlayarak “Başka kim olacak?” dedi öfkeyle. “Erkin davanın savcısı diye ablasını öldürdüler resmen.”
Kınayıcı bakışları bir süre odanın içinde gezindi.
Söylediklerini düşünürken sertçe yutkundum, o da telefonunu ceketinin iç cebine yerleştirirken bana baktı. “Ben de geleceğim. Merak ediyorum.” diye tekrarladım.
Varan Alp’in kaşları çatıldı. “Olay yerinde ne işin var senin Miray?” Sorgular gibi yüzüme baktı. “Senin artık davayla hukuki bir bağın da kalmadı, gelmen etik olmaz.”
“Nasıl kalmadı?” diye sordum sinirlenerek. “Benim de doğum günüm 17 Eylül farkındaysan… Ayrıca Mir Beyaz tahliye oldu, beraat etmedi. Yani hüküm verilmediği için hâlâ bağım var sayılır.” Sesim titriyordu.
Arkasını dönerek kapıya doğru yürüdü. “Gelmiyorsun.” Kapıyı açtıktan sonra da dışarıya çıktı, koridoru yürümeye başladı.
Peşinden yürürken adımlarım hızlıydı çünkü odasının ortasında kalakalmıştım. Halbuki az önce hiç de gidecek gibi durmuyordu…
“Savcım!” Etraftaki çalışanlar ve vatandaşlar Varan Alp’in peşinden hızlı hızlı yürüdüğüm için bana bakıyordu. “Varan Alp Savcım!” dedim sesimi yükselterek. Asansörün önünde durduk. “Varan Alp,” dedim yanımızda kimse kalmayınca. Yorulmuştum, sesim nefes nefese çıkıyordu. “En azından orada olayım, tamam, olay yerine girmem.”
Yüzünü bana çevirdi. “Olay yerine zaten giremezsin ama oraya da gelemezsin.”
“Erkin’in ablası hastanede yatmıyor mu? Hastane de tüm vatandaşlara açık değil mi? Canım gelmek istiyor, geleceğim.” Bir adım attım.
Sorgular gibi gözlerimin içine bakarken asansör geldi. “Sen nereden biliyorsun Erkin’in ablasının hastanede yattığını?” diye sorunca içimden kendime büyük bir küfür ettim.
Kaşlarımı çattım. “Erkin’den de şüphelenince onu da araştırmıştım.” diyerek yalanlarıma bir yalan daha kattım. Acaba bu yalanları öğrenince bana karşı hisleri ne ölçüde olacaktı? “Yani şüphelendim,” dedim asansöre bindiğimizde. “Çünkü bana karşı çok sertti. Ben de kimdir, nedir onu araştırdım.”
Asansörde sadece ikimiz vardık. “Hastaneye de gelme Miray.” dedi kısaca.
Sinirlendim. “Ben de avukatları olurum.” Kollarımı göğsümde bağladım. Erkin’le ortak bir yalanımız vardı sonuçta… Of, ama ona da çok üzülmüştüm. Ablası ölmüştü adamın ya… “Varan Alp ne olur geleyim ya, meraktan çat diye çatlarım.”
Varan Alp bıkkınlıkla “Miray, senin olay yerinde ne işin var tam olarak?” diye sorunca düşündüm. “Farkındaysan ben de savcı olduğum için gidiyorum, 17 Eylül mağduru olduğum için değil.”
Gözlerimi devirerek “Sen bu işten zarar görebilirsin, yani aslında bir yandan da hukuki yönden bu davanın savcısı olman yanlış. Yani sen de sırf bilgi almak için gidiyorsun.” deyince hayretle yüzüme bakakaldı. Sanırım onu birkaç gündür hep sinir etmiştim. “Sen bana sinirlisin, değil mi?”
“Yok, pamuk gibiyim.” dediği an asansör durdu. İndik ve yürümeye başladık. Uzun olduğu için adımları da büyük büyüktü bu yüzden ona yetişmekte zorlanıyordum.
“Geliyorum bak!” dedim hızlı hızlı yürürken.
Otoparkta indiğimiz için beni otoparkta bırakmasının imkânı olmadığından gülerek peşinden yürümeye devam ettim.
Otoparkın girişine kadar hiç konuşmadık; burası hâkim savcı otoparkıydı olduğundan ötürü biraz gerilmiştim. İlk defa giriyordum buraya…
Arabasının önüne gelene kadar üç dört dakika geçmişti. Yok kartıydı osuydu busuydu şusuydu derken gerim gerim gerilmiştim. Acaba Koray olayını söylese miydim?
“Biniyorum bak,” dedikten sonra koşa koşa kapıya doğru yürüyüp ön koltuğa oturdum. Varan Alp de sanki başka çaresi varmış gibi yüzüme bakmaya başladı; kendisi de koltuğuna yerleşmişti. “Yani buraya kadar gelirken bir şey demeyince ben de müsaade ettin zannettim.”
Bıkkınlıkla arabayı çalıştırırken “Seni metroya bırakacağım, eve git.” deyince ağzım beş karış açık kaldı.
“Ya sen iyi misin acaba?” dedim hayretle. “Zaten buraya gelene kadar geçen sürede adliyeden çıkıp metroya yürüseydim şu an Mecidiyeköy’deydim.” Varan Alp’in umurunda bile olmamıştı bu söylediğim. “Sen beni duymuyor musun ya?”
Sesli bir nefes vererek yüzünü kısa bir süre bana çevirdi. “Sen iş etiği nedir, bilmiyor musun Miray?” Arabayı kullandığı için önüne bakarak konuşuyordu. “Yahu seni neden olay yerine götüreyim ben?”
Küsmeme ramak kalmıştı. Hatta “Tamam.” dedim tavır yaparak. Başımı cama doğru çevirdim. “Benim de zaten Gebze’de işim vardı.” Başımı tekrardan ona doğru çevirdim. “Doktora gideceğim de…”
Varan Alp oltaya düşmedi. “Yüksek doz adrenalin çarpıntı mı yaptı?”
Sanırım onun karşısında heyecanlandığımı düşünüyordu. Anında itiraz edercesine “Yo, bir arkadaşıma uğrayacağım. Cerrah.” dedim iyice gıcık olsun diye. Sabır çeker gibi kafasını salladıktan sonra otoparktan tamamen çıkmıştık. “Malum sen buradaki hastaneye girmeme müsaade etmiyorsun, bir savcı olarak, ben de Gebze’ye gideceğim mecbur…”
“İyi, nabzına da baktırırsın. Normal mi yoksa değil mi diye.”
Oflayarak “Ya ben gelsem ne olur? Ne olur en fazla? Zaten yüz tane polis vardır şimdi orada…” diyerek tekrardan başımı cama çevirdim.
“Onların görevi o çünkü… Sen savcı olarak mı olay yerine gitmek istiyorsun yoksa polis olarak mı?” Yüzümü ekşittim ama muhtemelen görmedi. “Galiba avukat olarak ama hiçbir tarafın avukatı olmayarak…”
Dişlerimin arasından “Ben zaten vazgeçtim, dedim ya.” diyerek kafamı tekrardan ona çevirdim. “Sen beni sal burada, sal sal…” dediğimde yolun ortasında olduğumuz için bana bir salakmışım gibi baktı. “Sen beni sokmazsan olay yerine ben kendi yollarımla girerim.”
Varan Alp’in gözleri biraz kısıldı, tuhaf bir bakış attı. “Ben istemediğim sürece oraya giremezsin.” dedi sanki bunu bilmiyormuşum gibi.
Son kez şansımı denemiştim, bu yüzden artık gitmeyeceğimi bilerek kafamı salladım. “Peki.” dedim gözlerinin içine bakarak. Yol açılınca metronun yanına kadar sürdü, sonra da arabayı durdurdu.
Emniyet kemerimi çıkarırken uyarırcasına “Dikkat et.” dedi. Ben de tüm iğneleyici ve şeytani bakışımla alttan alttan sinirliymişim gibi baktım ama aslında değildim.
“Sen de.” dediğimde ona attığım bakışı gördüğü an gülmüştü.1
Arabadan inip metroya doğru yürüdüm.
⚖️
OLAY YERİ / HÂKİM BAKIŞ AÇISI
Olay yeri incelemenin tahminine göre ölüm saati gece yarısı 03.00 ile 04.00 arası olan Feyza Gümüşpala’nın ölüm nedeni boğularak öldürülmesiydi. İstanbul Kaleli Hastanesi’nde yatılı olarak tedavi gören kadın, gece muhtemelen ayağa kalktığı sırada öldürülmüştü çünkü cansız bedeni yatakta değil, yerdeydi. Katil ile boğuştuğunu düşünen olay yeri inceleme, otopsi raporundan sonra daha kesin bilgilere ulaşabileceklerdi.
Cumhuriyet Savcısı Varan Alp Çakmak, hastaneye vardığı andan beri maktulün odasının bulunduğu koridorda yatılı olan tüm hastaların ifadesine başvurulmasını istemişti. Aslında suç mahallinin bulunduğu koridorda nöbetçi hemşireler ve doktorlar da vardı; bu nedenle onlara da tek tek soru sordular.
Nöbetçi hemşirelerden biri “Sadece doktor ya da hemşireler girdi içeriye, Savcı Bey.” diyerek korkuyla önünde dikilen Varan Alp Çakmak’a bakmaktan başka bir şey yapmıyordu. “Ben içeriye kim girse her girişinde baktım, her birinin üstünde beyaz önlük vardı. Bir erkek doktor girdi, bir kadın doktor bir de iki hemşire. Feyza Hanım’ın son bir ya da iki haftalık ömrü kalmıştı… Ona yeterince iyi bakmaya çalışıyorlardı.”
“Bir erkek doktor, bir kadın doktor bir de iki hemşire… Kamera görüntüleri mevcut değil.” diyen Varan Alp Çakmak, hemşire çok korktuğu için burada da bir arbede yaşandı mı, diye etrafı gözetliyordu. “Madem odaya girerken hepsine baktınız, çıkarken neden bakmadınız?”
Hemşire iyice korkmaya başladı, her an tutuklanacak diye içi içini yiyordu. “Yemin ederim ben yapmadım.” demeye başladı bir anda. “Bu koridorda tek bir oda yok ki… Ayrıca her nöbetimdeki gibi sıradan bir geceydi.”
Varan Alp Çakmak inanmıyordu bu hemşireye. “Hayır madem uyanıktınız, giren tüm doktor ve hemşireleri arkadan gördünüz. Hepsinde de önlük mönlük artık hastane forması vardı. Niye çıkarken görmediniz ya da bakmadınız?”
Hemşire yutkundu. “Ben bilmiyorum…” Kekelemeye başladı. “Gerçekten bilmiyorum.” Polis memuruna döndü. “Polis Bey yemin ederim kimin yaptığını bilmiyorum.”
Varan Alp Çakmak, hemşirenin bulunduğu bölgeyi incelemeye başladı; hemşirenin oturduğu sandalyeye baktıktan sonra hemen bitişiğindeki masanın üstündeki kalemliğin yanında birkaç mürekkep izi fark etti. Kalemliğe ve çevresine göz gezdirdikten hemen akabinde kadının ellerine bakınca sol elinde mürekkep izi olduğunu fark etti. Sağ elinde gördüğü kızarıklıktan sonra bölgenin arka alanını incelemeye başladı. Masa, arka alana girdiğinde biraz yamuk duruyordu. Bulunduğu bölgenin sağ tarafındaki duvarda mavi mürekkep izi gördü, eğildikten sonra da dört beş tane saç teli.
Yüzünü abisi Teoman’a çevirdikten sonra “Komiser,” diyerek gözleriyle suç mahallini işaret etti. “Kriminal buraya da baksın, şu hemşire arkadaşı da emniyete görelim.”
Teoman kafasını sallayarak kriminalden iki kişi çağırdı.
Hemşire bir anda ayağa kalktı ve “Hayır!” dedi korkuyla. “Bakın ben bir şey görmedim! Hiçbir şey görmedim.”
Varan Alp hemşireye daha da yaklaştıktan sonra “Siz solak mısınız hanımefendi? Az önce ileriyi işaret ederken hep sağ elinizi kaldırdınız ama maşallah, sol elinize mürekkep kutusu dökülmüş sanki. Etrafta leke meke yok.” diye sordu.
Hemşire “Hayır.” dedikten sonra sol elini kaldırdı. “Kalemler döküldü, topladım.”
“Kalemleri herhalde duvara doğru döktünüz.” dedi Varan Alp sertçe. “Burası daha yeni temizlenmiş, etrafta bir tane saç teli yok.” Diğer kısımları işaret etti. “Burada da maşallah saçlarınızı taradınız herhalde…” Yeri işaret etti. “Yani siz katili gördünüz, üstüne bir de boğuştunuz, yaralamaya çalıştınız… Korkuttuğu için yalan ifade veriyorsunuz. Alalım arkadaşı!” diye seslendi ekiplere. “İfade için hanımefendiyi emniyete alın!”
“Maskeliydi!” dedi kadın neredeyse çığlık atar gibi. “Ne olur beni karakola falan götürmeyin, bende panik atak var…” Elini kalbine götürdü. “Maske vardı suratında. Eğer burada olduğunu söylersem beni de öldüreceğini söyledi.”
Varan Alp sabır fısıltılarıyla hemşireye doğru yürüdü. “Panik atak gerektirecek bir durum yok. Sizi nezarete falan atmayacağız. İfadeye alınacaksınız, sonra hastaneye geri dönersiniz.” Polis memurları kadının yanında durdu. “Sakın bir daha emniyete ya da savcılığa böyle yalan ifade vermeyin.” diye sertçe uyarmayı da ihmal etmedi. “Alın hanımefendiyi.”
Varan Alp, hastanenin broşürlerinden birini görünce hastanenin ismi ilgisini çekti.
“İstanbul Kaleli Hastanesi…” Nereden tanıdık geldiğini düşündüğü an aklına 17 Eylül doğumlu doktor geldi: Elif. Aynı gün aynı hastanede doğduğu doktor kadın da bu hastanede çalışıyordu.
Bu bir tesadüf olabilir miydi?
“Teoman Komiserim,” dedi Varan Alp abisinin yanına doğru yürüyüp. “Emniyette toplandığımız vakitlerde Miray’ın yanında oturan, sürekli onunla konuşan 17 Eylül 1998 doğumlu doktor arkadaş var ya, Elif... Hatırlıyor musun? Dosyayı incelerken Kaleli Hastanesi’nde çalıştığını görmüştüm.”1
Abisi kafasını salladı. “Evet, şu an hatırladım. Yuh…” diye fısıldayarak kardeşine doğru döndü Teoman. “Savcı kardeş ne diyorsun, tesadüf mü bu?”
Varan Alp sesli bir nefes vererek “Doktorun da ifadesini alın. Hastanede miymiş, öğrenin. Hastanede değilse ispatlayacağı bir görüntü ya da tanığı var mı, sorulsun. O da yoksa HTS kayıtlarına bakarız.” deyince Teoman başıyla onayladı.
“Emir anlaşıldı Sayın Savcım.” Kardeşine garip bir bakış attı. “Kardeşine söylemek de garip ama…”
Varan Alp hafif bir tebessümden hemen sonra arkasını döndü, Teoman da oradan ayrıldı. Bizzat kendisi ifade almak istemişti, bu nedenle Elif Hanım’ı bulmak için hastanenin giriş katına doğru ilerlemişti.
Teoman gözden kaybolunca Varan Alp, cam kenarında oturup yere çömelen Erkin’in yanına doğru ilerledi. Geldiğinden beri Erkin onunla ya da bir başkasıyla asla konuşmamıştı, bu yüzden arkadaşının durumunun berbat olduğunu anlayabilmişti.
Gerçi zaten onu anlayabiliyordu, empati kurabiliyordu çünkü Varan Alp de yakın zamanda kuzenini kaybetmişti.
Arkadaşının yanına oturmaktan çekinmedi. İkisi de zemine oturmuş, arkasını kalorifere yaslamıştı.
“Bıraksalardı da günü gelince hastalığı yüzünden ölseydi,” diyen Erkin’in sesi o kadar öfkeli ve hüzünlü çıkmıştı ki Varan Alp endişeyle omuzuna dokunmuştu. “Ben biliyorum ama kimin yaptığını…” Erkin yüzünü arkadaşı Varan Alp’e doğru çevirdi; gözleri kıpkırmızıydı. “Sizi öldürmek isteyen şerefsiz kimse ablamı da o öldürdü.”1
“Ben de öyle tahmin ediyorum.”
Erkin büyük bir nefretle “Ama bunu bilmiyormuş gibi davranacaksın Varan Alp.” deyince Varan Alp’in kaşları çatıldı. “Ben bulacağım onu. Başsavcı’ya 17 Eylül’le bir bağlantısı olduğunu söylersek ikimizden de alıp başkasına verir davayı. Onu ben bulacağım.”
Erkin’in resmî olarak ablası olan Feyza Gümüşpala, dava eğer onun davasıyla bağlantılı olursa bakması etik olmazdı; Varan Alp de 17 Eylül doğumlu olduğu için ve aynı zamanda kuzeni de bu davanın maktulü olduğu için o da bakamazdı.
“Tamam da…” dedi Varan Alp kekeleyerek. “Başka bir savcı baksa ne olur?”
Erkin’in aklına Fırat ve Koray geldi… “Dediğimi yap Varan Alp.” Yüzünü ovduktan sonra toparlanır gibi derin bir nefes aldı. “Sen sadece savcı olarak görevini yap, 17 Eylül’ü karıştırma bana yeter.”
Varan Alp bunu düşünecekti, arkadaşı kırılmasın diye başıyla onayladı ama sakinleşince bunu tekrardan konuşacaktı.
“Fırat’a haber verdin mi sen?” diye sordu Varan Alp. İkisi de ayağa kalktı.
“Şimdi vereceğim.” diyen Erkin, aynı zamanda artık Fırat’la sertçe konuşabilecekti. Patronu kimse onu da öğrenecekti ve artık bu işi bitirmek için ne gerekiyorsa yapacaktı.
“Tamam, ben de emniyete geçeceğim. Şu hemşire katille boğuşmuş sanırım…” diye açıkladı Varan Alp. “Sonra da adliyeye yanına uğrarım. Tekrardan başın sağ olsun.”
⚖️
MİRAY HİLDE LALEZAR
Sabah Varan Alp beni zorla da olsa metroya bırakmıştı, ben de metroya doğru yürümüştüm ancak o gittikten sonra yolumu ters yöne doğru çevirip otobüs durağına doğru ilerlemiştim. Emniyete gelmiştim, Mir Beyaz’ın yanına. Bir de Korhan Amir toparlanıp mesleğine döndüğü için onu da bir görmüş olurdum, diye düşündüm.
Emniyete vardıktan kısa bir süre sonra da tam tahmin ettiğim gibi hem Varan Alp hem de Erkin buraya gelmişti. Mir Beyaz’ın masasında beklediğim için herkesi görebiliyordum ama onlar beni görmemişti.
“Pişt,” diyerek Mir Beyaz’a seslendim. “Ne bulduklarını öğrensene.”
Mir Beyaz masasını toparladığı için onları görmemişti, gördükten sonra da birkaç saniye bakakalmıştı zaten. “Gidip savcıya ne bulduğunu mu soracağım Miray?” dedi hafif kinayeli bir şekilde. “Bekle, kriminaldekilere sorarım.”
Bir süre daha elimdeki çay bardağının dibinde kalan çayı yudumlaya yudumlaya neler döndüğünü anlamaya çalıştım. Teoman’ın odasına geçtiler, sonra da kapıyı kapattılar. Ben de gözlerimi devirerek Mir Beyaz’a döndüm.
“Sen Erkin Savcı’ya sana gelen mesajları gösterdin mi Mir Beyaz?” diye sordum merakla. “Aklım beş karış havada olduğu için unutuyorum her şeyi ya… Göstermediysen şimdi hadi, göster.”
Mir Beyaz kafasını salladı. “Dün gösterdim. Bilişime gittik, bir şey çıkmadı. Hat zaten kullanılmıyor. Kullan at herhalde…”
“Hadi ya,” dedim sinirle. “Yani Asım’ın öldüğünden haberi var mı Erkin’in?”
Mir Beyaz kafasını sallarken “Zaten Varan Alp söylemiş ki… Sen mi söyledin ona yoksa kendisi mi anladı?” deyince gözlerimi devirdim. “Varan Alp’e yani…” diye ekledi.
Mir Beyaz sorgular gibi yüzümü inceledi. “Sen niye Varan Alp’e olay yerine gitmek için ısrar ediyorsun? Hiç senlik hareketler değil.” Bu çocuk benim hem kardeşimdi hem dostum, akşam ağlasam hisseder mesaj atardı. Muhtemelen Varan Alp meselesini de az çok anlamıştı. “Dökül.”
“Ne? Anlamadım.” dedim bilerek. Sonra da çay bardağını masaya bırakıp tırnaklarımla oynamaya başladım.
Mir Beyaz sesli bir nefes vererek “Âşık gibi davranıyorsun.” deyince kaşlarım havaya kalktı.
“Kim? Ben mi? Ne aşkı?” diye peş peşe sordum. “Mir Beyaz abart istersen… Alt tarafı Ceyda Savcı’ya gıcık kaptığımı söyledim. Akşam ne konuşacakları beni niye ilgilendirsin ki? Bana ne yani? Hem sana demedim mi, kadına ezelden gıcığım, diye? Dedim. Salak saçma konuşma ya… Hayır, kıskanmadım. Bana ne ki?”
Mir Beyaz’ın yüzündeki dehşet her konuştuğumda daha da büyüdü. “Ya ağzımdan Ceyda Savcı ismi çıktı mı ki Miray? Hayır, söylediysem ve hatırlamıyorsam sen söyle ama ben Ceyda Savcı demedim bile. Ayrıca ne akşamı ya?”
Ben sanırım biraz bozulmuştum. “Kıskandığımı sandığını düşünüp açıklama yaptım sadece.” Yüzümü Teo’nun odasına doğru çevirdim, hepsi odadan çıkmıştı. “Tamam, sus, çıkıyorlar.” Güneş gözlüğümü taktım beni tanımasınlar diye. Sessizce izlemeye devam ettim.
Mir Beyaz ayağa kalktıktan sonra “Umay!” diyerek kriminaldeki arkadaşı çağırdı. Muhtemelen ondan bilgi alacaktı çünkü Meraklı Melehat kılığındaki bana daha fazla katlanamayacağı aşikârdı.
“Efendim?” Umay yanımıza kadar yürüdü. Kızın saçları simsiyahtı, tıpkı Merve’ninki gibi ama Merve’ninkinden çok daha kısaydı. Boynundaydı resmen.
Umay “Komiserim, savcım kimseye bilgi vermemem için beni tembihledi.” diyerek bir bana bir de Mir Beyaz’a baktı. “Yani olay yeri ile alakalı… Şimdi bir hemşire getirdiler, ifadesini alacaklar.” Kaşları çatıldı. “Bir de biraz tatsız ama doktor bir kadın geldi, sürekli titriyor ve ağlıyor. Sanırım 17 Eylül cinayetleriyle de alakası var.”
“Bir dakika,” dedim ayağa kalkarak. “Sürekli titriyor ve ağlıyor mu?”
“Evet.” diye yanıtladı Umay. “Onu da ifadeye alacaklar.”
“Avukatı var mı yoksa barodan mı çağıracaklar?”
Umay dudaklarını büzdü. “Bilmiyorum, daha fazla da bilgi vermem.”
Mir Beyaz’a döndüm. “Kesinlikle Elif’i aldılar ifadeye… Ya o melek gibi bir kız,” dedim tüm iyi niyetimle ama melek dediğim an ikimizin de yüzü düştü. “Çok iyi bir kadın. Mir Beyaz… Hatırlıyorsun, değil mi?”
Umay başıyla beni onayladı. “Sanırım o hanımefendiydi,” dedi kararsız bir tınıyla. “Daha önce görmüştüm.”
“Kendisi nerede? Ben avukatıyım.” diye uydurduktan sonra Umay’ın işaret ettiği bölgeye döndüm.
“Şuradaki ifade odasında bekliyor.”
Gözlüğümü çıkarıp çantamın içine sıkıştırdım, sonra da masaların arasından geçerek ifade odasına doğru yürüdüm. Kapıyı iki kez tıklattıktan sonra içeriye girdim. Elif ve yanında duran iki polis memuru gözlerini üstüme diktiler.
“Miray,” Elif aniden ayağa kalktı. Söyledikleri gibi o kadar titriyordu ve ağlıyordu ki onun için endişelenmiştim. “Miray bana yardım eder misin?” Gözleri doldu. Yanıma ulaştıktan sonra “Bizim hastanede bir kadın öldürülmüş, sanırım o mavi gözlü uzun savcının ablasıymış…” deyip burnunu çekti. “Ben o hastanede çalışıyorum diye beni aldılar. Benden şüpheleniyorlar. Hapse mi gireceğim ben şimdi?”1
Endişeyle omuzlarından tuttuktan sonra “Sen otur,” deyip onu oturttum. “Ben senin avukatlığını yaparım. Sakin ol.”
Elif kafasını sallarken “Peki ben ne yapacağım?” diye sordu. “Ben hastanedeydim, acildeydim yani… Nöbetteydim. Kamera görüntülerini falan silmiş eğer kim yaptıysa. Kameralarda da gözükmüyorum. Ya suç bana kalırsa Miray? O zaman ne yapacağım?”
Demek kamera kayıtları yok edilmişti…
“Siz çıkabilir misiniz?” diyerek polis memurlarına döndüm. “Avukatım ben. Hanımefendinin de avukatlığını yapacağım.”
Polis memurlarından biri kapıya çıkıp “Savcım bakabilir misiniz?” deyince arkamı döndüm. Evet, sanırım yine ne yapıp ne edip davaya dâhil olmuştum. Harika. Şimdi de Varan Alp’in gazabından korkma zamanıydı. Gerçi ona neydi ki…
Kapının ardında Varan Alp belirince önce polis memuruna, sonra içeriye, en son da gözü bana çarpınca dehşetle bana baktı. Ben dimdik duruyordum.
“Savcım, Avukat Hanım müvekkiliyle görüşmek istiyor ve sanırım daha vekâlet yok.”
Varan Alp yine mi sen adlı bakışını attıktan sonra eliyle beni çağırdı. “Avukat Hanım siz bir gelir misiniz?”
“Gelirim.” Elif’e döndüğümde hâlâ titrediğini görüp sesli bir nefes verdim, sonra da Varan Alp’in yanına yürüdüm. Polis memuru içeriye girdi, ben de ifade odasının dışına çıkıp kapıyı kapattım. Başımı kaldırıp “Efendim?” diye sordum gülümseyerek.
Hiç beklemeden “Sen eve gitmemiş miydin?” diye sorunca kafamı olumsuz anlamda salladım. “Çok iyi… İllaki davaya bulaşacaksın, değil mi?”
“Bu kızı niye aldınız, anlamadım ama bir yandan da iyi oldu.” Kapının kulpuna tutunurken yüzümdeki gülümsemeyi izlediğini fark ettim. “O hastanede çalışıyor diye aldıysanız sadece, bence tesadüf çünkü Elif, Erkin’in ablasını öldürmek için fazla korkak bir kadın. Korkağı kötü manada söylemedim, karakteri öyle diye söyledim. Ve içeride titriyor. Ne soracaksanız çabuk sorun bence, yoksa kız hastanelik olacak.”
Varan Alp sesli bir nefes verdikten sonra “Hemşirenin ifadesini alıyoruz, sonra doktorun ifadesini alacağız.” dedi. “Bekleyin.”
Beklemek bizim işimiz zaten… Meslek hayatımın yarısı beklemekle geçmişti.
Varan Alp başka bir şey söylemeden yürüyüp gidince bir müddet arkasından bakarak onu izledim, gözden kaybolunca da gülümseyerek arkamı döndüm ama döner dönmez çığlık attım.
Çünkü Mir Beyaz dibimde bitmişti, kaşlarını çatarak bana bakıyordu.
“Mir Beyaz ödümü kopardın!” Elimi kalbime götürürken nefes alıp verdim. “Niye ses çıkarmadan yanaşıyorsun ya?”
Mir Beyaz gözlerini kısarak “Sen âşık olmuşsun.” diye tekrarladı. Az önce de söylemişti bunu. “İnanamıyorum sana ya…” Onu günler sonra ilk defa gülerken gördüğüm için sesimi çıkarmadım. “Adam yirmi adım attı en az, köşeyi dönene kadar gülerek baktın.”
“Ne var bunda?” diyerek kapıyı araladım. Bu sohbetten derhal kurtulmam gerekiyordu.
İfade odasına girince Mir Beyaz da benimle beraber içeriye girdi. Elif hâlâ titriyordu.
Mir Beyaz ısrarla “Aynen Miray, aynen…” diye tekrarlayınca hafifçe koluna vurdum.
“Elif, iyi misin?” dedim konuyu değiştirmek için yüksek bir sesle. Mir Beyaz içeriye girince diğer polis memurlarını çıkardı, ben de Elif’in karşısına oturup konuşmaya başladım. “Şimdi bana anlat Elif…” Kafasını olumlu anlamda salladı. “Cinayet gece mi gerçekleşmiş? Biliyor musun?”
Elif kaşlarını çattı. “Bilmem ki… Sabah da olabilir.” Korkuyla Mir Beyaz’a döndü, sonra da belindeki silaha baktı. Bu kız benim biraz daha utangaç ve saf versiyonum olabilirdi. “Renkli gözlü olan savcı var ya, bizim davamızdan sorumlu… O benim ifadem alınırken soru sormaz, değil mi?” Bunu Mir Beyaz’a bakarak sormuştu.
“İfadeye girebilir, Varan Alp Savcı izin verirse ki bence verecek.” diye cevapladı Mir Beyaz da.
Elif korkuyla bana döndü. “Miray… Girmese olmaz mı? Çok sert bir adam. Ben ondan korkuyorum sanırım…”
“Tamam, sen onu değil Varan Alp Savcı’yı dinlersin sadece. Erkin Savcı soru sorarsa senin yerine ben cevaplarım. Ama önce bana bütün gece ne yaptığını saati saatine anlat.” dedim ve artık sakinleşmesi için elini tuttum, eli buz gibiydi. “Ayrıca biraz sakinleş lütfen… Suçlu değilsen eğer sakin kal. Böyle senden daha çok şüphelenirler.”
Ağzı beş karış açık kalırken bile dudakları titremişti. “NE? Daha mı çok şüphelenirler?” Titreyen ellerini dudaklarına götürdü. Gözleri dolmuştu. “Ben artık çok sıkıldım ama emniyete gelmekten…”
Mir Beyaz “Ben de sıkıldım.” deyince gülerek başımı çevirdim.
“Sen polis memurusun canım, sıkılamazsın.” dedim ve yanımı işaret ettim. “Sen de otur. Soru sor da ifadeyi hemen atlatalım, kız evine gitsin.”
Elif, Mir Beyaz’ı işaret etti. “O polis zaten, alamıyor mu ifademi? Ha? Şimdi, şu an alsa? Olmaz mı?”
“Yok,” diye açıkladım. “Savcı ifadeni almak istiyorsa savcı alır, polis memuru değil.”
Elif elini kalbine götürdü. “Tamam… Ben düşüneyim o zaman.” Biraz bekledi. “Bak şimdi ben bütün gün acildeydim, bütün gece… Ve yanımda bir sürü arkadaşım vardı. Ara ara yemek yemek için ya da telefonumu şarja koymak için aşağı indim ya da yukarı çıktım ama onun dışında hareket etmedim.”
Mir Beyaz “Aşağı inerken ya da yukarı çıkarken yanında kimse yok muydu?” diye sorunca tekrardan Elif’e döndüm.
Elif kafasını olumsuz anlamda salladı. “Yok… Zaten saati kontrol edemedim ki doğru düzgün. Telefonumun şarjı bitti saat iki gibi, kapandı. Ben de asistan odasına gidip telefonumu şarja taktım. Ve polis memurları beni uyandırdığında saat ondu.”
Kaşlarım çatıldı. “Telefonun nerede?” diye sordum.
“Telefonumu alamadım ki… Polis memurları hastaneye girdi, neredeyse herkesin ifadesini almaya başladı. Ben de korktum. Sonra ben arkadaşımla kahvaltıya indim, kahvaltım bitmeden de bir komiser beni alıp emniyete götüreceğini söyledi.” Elini kalbine götürdü. “O andan beridir de kalbim güm güm…”
“Telefonunu alsaydın keşke…” dedim bıkkın bir nefes vererek. “Neyse bu o kadar da mühim değil. Bir hemşirenin ifadesi alınıyormuş, o çıksın biz gireriz.”
O kadar zamandır bekliyorduk ki Elif sakinleşmişti. Yani o kadar zamandır bekliyorduk…
Sonunda bizi ifadeye çağırdılar, biz de sorgu odasına doğru ilerledik. İçeriye girdikten birkaç saniye sonra önce Teoman girdi, sonra da Erkin ve Varan Alp.
Teoman beni görünce “Miray bir işten de uzak dursan şaşırırım…” demeyi ihmal etmedi. Klasik enişte. Takılıp duruyordu…
Elif’in titremeleri tekrarlanınca baktığı yöne döndüm, korkuyla Erkin’e baktığını fark edince de kolunu tutup “Elif,” diye fısıldadım kulağına doğru. “Canavar değil o, savcı. Adama öyle bakma.”
Varan Alp karşımıza oturdu, Erkin de ayakta durmaya devam etti.
Teoman sormaya başladı: “Elif Hanım, hastanenizde bir kadın öldürüldü, biliyorsunuzdur…” Elif hızlıca kafasını salladı. “Tanıyor musunuz kendisini?”
Elif “Yok, hayır.” dedi hızlıca. “Hiç görmedim.”
Erkin’in bakışlarını kontrol edince Elif’in korkmakta haklı olduğunu anladım. Öcü gibi bakıyordu kıza resmen.
“Peki saat 3 ile 4 arasında, gece, neredeydiniz? Tanığınız var mı?”
Elif elini boynuna götürdü, boynunu kaşıdı ve “Hatırlamıyorum, saate hiç bakmadım.” diyerek korkuyla kafasını Erkin’e çevirdi.
Varan Alp sordu bu kez: “Bütün gece nöbette miydiniz?”
“Acildeydim. Ara ara yukarı çıktım ya da aşağıya indim.”
Erkin sert bir sesle araya girdi: “Yukarı nereye çıktınız? Biraz detay verin! Ayrıca saatin kaç olduğunu bilmemek ne iş ya, Doktor Hanım? Hayırdır? Elini de ensene götürüp kaşıdın! Yalan mı söylüyorsun?”
Erkin’i uyarmak zorundaydım. “Savcım bu kadar sert çıkışamazsınız. İsterse susar, o konuşmayı tercih ediyor.”
Varan Alp, “Savcım siz izleme odasına geçin.” deyince Elif’e döndüm. Ağlıyordu.
Erkin reddetti. “Tamam, karışmayacağım. Devam et.”
“Ben doktorum, acil bazen çok yoğun oluyor hatta hep yoğun oluyor.” dedi Elif hüzünle. “Bir de nöbette olunca akşam mı, sabah mı, gece mi… Ayırt edemiyorum. Telefonumu şarja taktığımda saat iki olmak üzereydi, bunu biliyorum. Telefonum kapanınca şarja takmak zorunda kaldım. Onun dışında ben yatılı hastaların katına pek çıkmadım. Asistan odasındaydı telefonum, aslında hâlâ orada. Ha bir de şey…” dedi aklına gelince. “Sabah ezanı okunduğunda da bir hastanın kaydını girdim, yine asistan odasında. Yanımda diğerleri de vardı. İstediğinize sorabilirsiniz.”
Varan Alp, Erkin’e doğru umutsuz bir bakış attı. Daha sonra Elif’e dönüp “Telefonunuzu şarja taktıktan sonra ve sabah ezanı okunduğu vakit arasında hiç yukarı çıktınız mı?” diye sorunca Elif düşündü.
“Bir kez kendime çikolata almak için asistan odasına çıktım.” dedi Elif masum masum. Dünyanın en saf kızı olabilirdi. “Ama o sabah ezanından en fazla yarım saat ya da kırk dakika önceydi. Bir saat olduğunu hiç sanmıyorum. Kamera kayıtları nasıl olmaz… Hem zaten benden şüphelenmeyin çünkü 17 Eylül’de doğdum ben de.” Üçüne de yalvarır gibi baktı.
Teoman, Varan Alp’e dönüp “Savcım en iyisi biz hanımefendi kriz geçirmeden bırakalım.” deyince Erkin’in masaya yürüdüğünü gördüm.
“Yalan söylüyorsan,” dedi Elif’e doğru eğilerek. “Hayatın boyunca cezaevinden çıkamazsın.” Elif gerçekten Erkin’den o kadar korkuyordu ki gözlerinin içine bakamıyordu. “O odada bir saç telin bulunsun, yakarım seni.”
Sandalyemi itekleyerek “Yok artık...” dedikten sonra Elif’in kolundan tutup kaldırdım. “Kendisi zaten 17 Eylül mağdurudur ve diğer cinayetleri işlemediği ispatlanmıştır. Lütfen asılsız iddialarla müvekkilimi tehdit etmeyi bırakın, savcım.”
Erkin’in öfkeden yüzü kıpkırmızıydı ve ben her konuştuğumda sinirle gözlerini yummuştu. Tamam, acısını anlayabiliyordum, katili bulup canını yakmak istiyordu ki ben de aynı şeyi istiyordum ama böylesine saf bir kadının üstüne bu kadar çok gitmemeliydi.
Yaklaşık on beş yirmi dakika boyunca ifade tutanağı imzalamakla meşguldük. Ben Mir Beyaz’ın masasının karşısında otururken Elif de telefonumu almıştı, arkadaşından kendi telefonunu getirmesi için ricada bulunacaktı.
Birkaç dakika sonra Elif, neredeyse ağlayacakmış gibi yanıma geldi.
“Ne oldu yine?” diye sorunca da dudaklarını büzdü.
“Hiç. Arkadaşım sanırım bugün geç çıkacakmış hastaneden. Ben de eve gideceğim,” Korkuyla etrafına bakındı. “Ama hastane biraz uzak, telefonumu alıp eve gidersem muhtemelen çok geçe kalacağım.”
Bana telefonumu uzatınca bir çare düşünerek telefonu çantama attım. “Nerede oturuyorsun?” diye sordum, o sırada Mir Beyaz da masasına geri dönmüştü.
“Kılıçağa Siteleri’nde, Kadıköy.”
Kafamı Mir Beyaz’a doğru çevirdim. “Mir Beyaz da o sitede oturuyor.”
Mir Beyaz sohbeti pek dinlemediği için “Ne yapıyormuşum ben? Duymadım.” diyerek başını biraz daha yaklaştırdı.
“Sen çıkıyor musun Mir Beyaz?” diye sorunca kolundaki saati kontrol etti.
“On dakikaya çıkarım. Seni de mi bırakayım?” diye sorunca gülümsedim.
“Yok canım, beni değil.” Elif’i işaret edince şaşkınlıkla Elif’e döndü. “Elif’i bırakacaksın.”
Elif mahcup bir ifadeyle “Aslında bırakmasa da olur.” deyince elimle yüzümü kapattım. “Ben kendim de giderim. En olmadı geç olursa hastanede kalırım.” Zaten kız iki üç saatlik uykuyla tüm gün emniyet köşelerinde sürünmüştü, bir de onu yalnız gönderemezdim.
“Aynı sitede oturuyormuşsunuz.” dedim Mir Beyaz’a doğru.
Mir Beyaz “Aynı sitede… E aynı yere gidiyoruz o zaman.” diyerek Elif’e dönünce Elif’in mahcup ifadesiyle karşılaştı. “Birazdan çıkacağım, beraber gideriz.”
Mir Beyaz ayağa kalkınca ben de kalktım, sonra beraber Teoman’ın odasına doğru yürüdük. “Senin arabanı sormadım hiç. Nereden çıkmıştı?” Mir Beyaz dün arabasını bulduğunu söylemişti. “Ve incelendi mi?”
“Erkin Savcı’ya ifade verdim ya, sonra bulduk arabayı.” dedi kısık bir sesle. “İncelendi ama zaten arabaya binenler benden aldıktan sonra yakın bir yere park edip camını kırmışlar sadece.”
Gözlerimi devirerek “Allah belalarını versin.” dedim öfkeyle. “Parmak izi falan çıkmadı tabii…”
Teoman’ın odasına girerken “Çıkmadı.” deyip iki kez kapıya tıkladı. “Girebiliyor muyuz?” diye sorunca içeride duran Korhan Amir, Teoman, Erkin ve Varan Alp buraya döndü.
Korhan Amir, “Gelin gelin…” deyince ikimiz de içeri girdik.
“Amirim müsaade varsa biz de bilgi alabilir miyiz?” diye sordu Mir Beyaz kapıyı kapatarak. Odanın içindeki herkes ikimize bakıyordu.
Korhan Amir ileride duran sandalyeleri çekmemiz için ileriyi işaret etti. “Savcılarımız müsaade ederse…”
İkimiz de Erkin’e ve Varan Alp’e döndük. Erkin “Tamam bir şey olmaz, oturun siz de.” deyip sandalyeleri işaret etti.
Sandalyemi Teoman’ın oturduğu sandalyenin yanına çektim, Varan Alp ve Erkin tam karşımızda oturuyordu. Sarp da çaprazımda duran Korhan Amir’in karşısına geçti, Mir Beyaz ayakta kaldı.
Erkin sadece bana ve Mir Beyaz’a bakarak konuşmaya başladı: “Şimdi bu hemşire kendisiyle boğuşanın bir erkek olduğunu ama ileride kısa saçlı ve maskeli bir kadın olduğunu söylüyor.” Daha ilk cümleden aklıma yatmamıştı çünkü bir kadın varken bir erkek neden boğuşmuştu ki kadınla? Gerçi bu pek de anormal değildi. “Yani etrafınızdaki tüm kısa saçlı kadınlara dikkat edin ya da bu çok önemli, peruk da takıyor olabilir. Belli, bizim çevremizden biri bu kişi…”
“Niye peruk taksın ki? Ayrıca nereden biliyoruz çevremizden biri olduğunu?” diye sorduğumda Varan Alp cevapladı:
“Dikkat çekmemek için peruk takıyor olabilir.”
Hayatımda bu kadar saçma bir neden görmemiştim. Bence böyle birisi yoktu, varsa bile çevremizde olamazdı.
Erkin beni çok takmadan devam etti: “Hemşire, adamın genç olduğunu düşünüyor, en azından sesi öyle çıkmış. Yani seri katil genç olabilir. Zaten mantıklı olan da bu değil mi? Bu kadar sene beklemesinin sebebi bence büyümek. Büyüyünce de 17 Eylül’de sıra sıra cinayet işlemeye başladı.”
“Ablanızı da 17 Eylüllülerin seri katilinin öldürdüğünü mü düşünüyorsunuz yani?” diye sordum yine dayanamayarak.
Birkaç saniye herkes sessizce bana ölümcül bir bakış attı.
“Ne var ya? Soru sordum.” Saçlarımı hafifçe geriye attım. “Hemşirenin gördüğü kısa saçlı kadının saçı hangi renkmiş peki? Bilgi verdi mi?”
Erkin’in kaşları çatıldı. “Karanlıktan ötürü tam belli olmadığını söyledi. Neyse Miray müsaade ettiği kadar devam edeyim ben…” deyince gülümsedim. “Hemşire, onunla boğuşan sigara koktuğunu söyledi. Bence bu büyük bir detay…”
“Daha büyük bir detay var…” dedi Varan Alp önündeki kâğıdı Erkin’e göstererek. “Tükenmez kalemle adamı yaralamış, sanırım boynuna batırmış kalemi, boynu kanamış. Sonra maskeli, kısa saçlı kadın yerden tükenmez kalemi kaldırıp bir poşete koymuş, sonrasını da hatırlamıyor hemşire çünkü eterle bayıltmışlar.”
Mir Beyaz “He…” dedi aydınlanarak. “Bu kısa saçlı kadın kalemden kan örneği alınacağını hesap edebilecek birisi o zaman.”
“Polistir belki.” dedim aklıma gelen ilk şeyi söyleyerek. “Belki de elektrikleri o gün o kesti.” Kaşlarım çatıldı. “Umay mesela…”
Korhan Amir “Tövbe tövbe…” diyerek zorla gülümsedi. “Umay evli mutlu çocuklu, keyfi yerinde normal, kendi hâlinde bir kızcağız. Kısa saç dendiğinde de akla ilk Umay geldi, farkındayım ama o yapmaz.”
Mir Beyaz kafasını salladı. “Umay değildir Miray.”
“Peki.” dedim ve tırnaklarımla oynamaya devam ettim. “Sağ olun bilgi verdiğiniz için…” Kalkmak için kapıya doğru çevirdim yüzümü. “Ben aklıma bir tanıdık gelirse söylerim ama tanıdığımızı hiç zannetmiyorum.”
Ayağa kalktıktan sonra Korhan Amir ve Teoman “Görüşürüz.” dedi. Mir Beyaz da benimle beraber kalktı. Odadan çıkmadan Varan Alp’e göz ucuyla baktım. Konuşmamız yarım kaldığı için bakışlarımız da yarımdı sanki ya da ben öyle anlamıştım.
Odadan çıktım, Mir Beyaz da peşimden gelip kapıyı tamamen kapattı. “Miray sen ne yapacaksın?” diye sorunca tam cevaplayacakken bir anda telefonum çaldı.
“Bir dakika, şuna bakayım…” diyerek telefonumu çantamdan çıkarmaya çalıştım. Normalde birkaç saniye sürmüştü ama bu, dünya üzerinde yetmiş sekiz saate tekabül ediyordu.
Bilinmeyen bir numara arıyordu.
Merakla telefonumu açtım ve “Buyurun?” dedim merakla.
“Nasılsınız Miray Hanım?” Ses robottan çıkıyor gibiydi, bu yüzden kaşlarımı çattım. “Daha iyisinizdir umarım.” Ses robot gibi çıkmasına rağmen biraz inceydi, sanırım bir kadındı. 2
Mir Beyaz, telefonundakinin kim olduğunu sordu: “Kimmiş?”
“Siz kimsiniz?” diye sordum dudaklarımı büzerek. “Sesiniz biraz tuhaf geliyor.”
“Ben İnan’ın, Turgay’ın, Melek’in ve zavallı Feyza Hanım’ın katiliyim. Çok memnun oldum.” 6
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
8.76k Okunma |
1k Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |