25. Bölüm

24. GÜLDEN DE GÜZEL

Esma Tonguc
esmatonguc

Bu bölüme "Adalet mülkün temelidir." diyerek başlamak istiyorum.

Yıkılmamak için, yok olmamak için; ülkem için adalet diliyorum.

 

INSTAGRAM // esmatonguc

Whatsapp kanalımı takip etmek isteyenler, Instagram'daki öne çıkan hikayelerimdeki linke tıklayabilirler.

Alıntılar bir hafta Instagram, bir hafta Whatsapp kanalına gelecek.

 

 

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

ON YEDİ EYLÜL (II)

24. BÖLÜM: "GÜLDEN DE GÜZEL"

⚖️

"Yeşil gözlü kadınlar ağlarken de çok güzeldir."

Hayatımda yalnızca iki kez istemsizce dizlerimin üstüne çökmüştüm: Biri kaza geçirdikten sonra hastanedeyken yürüyemediğimi anladığım an biri de şu an; ikisinde de yere düşmüştüm ve istemsizce yaşlar gelmişti gözlerimden. Tekerrür belli ki beni de bulmuştu; geçmiş ile gelecek arasındaki tek fark ise şu an hissettiğim bacaklarımın zangır zangır titreyişiydi çünkü o zaman bacaklarımı hissetmiyordum.2

Aslında duygusal bir kadın değildim; korkardım ama korktuğumu belli etmezdim gözlerimle, üzülürdüm ama karşımdakine şeytani bir gülümsemeyle asıl duygumu belli etmezdim... Giderdim. Arkamı dönüp ağlardım, arkamı dönüp titrerdim fakat bu kez kimse yoktu, belki de bu yüzden ruhumun duvarlarına bağlanan dizginleri alıp bir kenara atmıştım.

Bir süre daha önümdeki duvarla bakıştıktan sonra arkamdan bir sürü ses gelmeye başladı. Kendimi toparlayıp ayağa kalktıktan sonra gözlüğü çıkarıp yere attım, ardından gözlerimden birikip akmak üzere olan gözyaşının gelişini engellemek için ellerimi havaya kaldırarak yüzüme doğru hava yaptım.

Birkaç saniyenin ardından Mir Beyaz kapının ardında belirdikten sonra koşarak yanıma geldi ve beni kollarıyla sardı. Yüzünün kireç gibi olduğunu fark ettim; belli ki çok endişelenmişti ki haklıydı, ben de çok ürkmüştüm.

"Bir şey olmadı, bak," dedi Mir Beyaz beni alelacele odadan çıkarırken. O sırada da içeri o kadar çok polis memuru girmişti ki kalabalıktan dolayı bir süre neye uğradığımı şaşırmıştım. "Miray buradan çıkalım, gidelim biz."

O kalabalığın arasında bir anda Varan Alp de belirdi, odanın kapısının önünde durdu ve endişeyle gözlerimin içine baktı ama Mir Beyaz tekrardan bana sarılınca görüş açım kapandı, onu göremedim.

"Tamam, Mir Beyaz, dur," dedim boğuk çıkan sesimle. "Makyajım hep üstüne bulaştı. Rimelim akmıştır kesin ya!" diyerek kendimi ondan kurtardım. "Hadi çıkalım," dedim, sonra da bu lanet yerden derhal çıkmak için kapıya doğru yürüdüm.

Varan Alp önümde bariyer gibi durduktan sonra "İyi misin?" diye sordu.

"İyiyim tabii ki." Yüzümü arkamda bıraktığım odanın yıldızlı duvarına çevirdim. "Neden beş kez atış yaptığını bulduk, daha da yaklaştık."

"Gerçekten iyi misin?" diyerek sorusunu yinelediğinde muhtemelen gözlerimin içindeki kırmızılığın belirdiğini ve buna dayanarak sorduğunu fark ettim.

Mir Beyaz'ın elini kolumda hissedince başımı sağıma doğru çevirdim. "Hadi Miray, çıkalım."

Varan Alp de bizimle beraber kapıya kadar yürüdü ve sonunda kulübeden çıktık. Dışarı çıktığım an gelen temiz orman kokusuyla ve gördüğüm yeşillikle az da olsa kendime geldim.

Erkin bizi gördüğü gibi "Siz gidin. Ben de iz var mı diye baktıracağım," dedikten sonra bana döndü. "İyi misin avukat?"

"İyiyim," dedim kısa kesmek için.

"Gözlüğü de son dakika yere fırlatmayaydın iyiydi." Erkin'in bu söylediğiyle üçümüz de yüzümüzü ona çevirdik. "Merak etmeyin, görüntüler kayıtlı ama Miray çıkarıp atınca hafiften ürkmedik değil."

Zorla da olsa gülümseyerek "Siz iyi misiniz peki?" diye sordum.

Erkin de tıpkı benim gibi kısa keserek "İyidir, sağ ol," demekle yetindi.

"Savcım biz gidiyoruz o zaman?" dedi Mir Beyaz ilerideki aracı işaret ederek.

"Sen nereye komiser?" diye soran Erkin'in bu söylediğinden sonra Mir Beyaz birkaç saniye öylece kaldı. "Miray'ı Varan Alp bırakır nereye gidecekse, sen burada kal."

Mir Beyaz yüzünü bana çevirdi, sonra Erkin'e. "Savcım ben de gitse... Neyse." Erkin, cümlesini duymazdan gelerek arkasını döndü ve telefonuyla ilgilenmeye başladı, Mir Beyaz da bana döndü. "Miray sen eve mi gideceksin?"

"Hiç yol çekecek hâlim yok. Ablamın yanına gideceğim," dedikten sonra Varan Alp'e döndüm. "Sen de gelir misin?"

"Gelirim tabii," dedi hemen. "Gidelim."

Mir Beyaz ben tam ilerleyecekken durup "Ararsın beni Miray," deyince kafamı sallamakla yetindim. Sanırım Mir Beyaz beni ve Varan Alp'i yan yana görmeye pek alışamamıştı.

Kulübenin içi olay yeri gibi incelenirken arkamı dönüp kontrol ettiğimde üç aracın da kulübenin önünde olduğunu gördüm. Bir yandan onlara zarar gelip gelmeyeceğini hesap ederken diğer yandan da yürüyordum.

Arkam dönük olduğu için ayağım takıldı ve az kalsın düşecekken Varan Alp elimden tuttu. Neye uğradığımı şaşırdığım için düz bir ifadeyle yüzüne bakakaldım.

Ellerimiz hâlâ birbirine dolanmış hâldeydi ama ikimiz de ayırmadan yürümeye devam ediyorduk.

"Her an kulübe patlayacakmış gibi hissediyorum," dedim içimdeki sıkıntıyı dile getirerek. Ama onun kaşları çatıldı. "Onlardan her şey beklenir."

"Bir şey olmaz, sen daha fazla düşünme." Ellerimize baktıktan sonra tekrardan gözlerime döndü. Arabasının önünde durduk, bana kapıyı açtı. "Üstüne düşeni yaptın sonuçta."

Ellerimiz birbirinden ayrıldı, sonra da arabanın koltuğuna yerleştim, o da kapıyı kapattı.

Varan Alp zaten sakin bir adamdı, genelde onu sinirli ya da hüzünlü görmemiştim ya da öyle olsa bile pek belli etmemişti ama şu an gördüğüm Varan Alp, ruhsuz gibi davranıyordu; ya içindeki öfkeyi ya da hüznü bastırıyordu ya da gerçekten bu durumlara canı o kadar sıkılmıştı ki konuşmamayı tercih ediyordu. Çok durgundu.

O arabaya binince ben de emniyet kemerimi taktım, arabayı çalıştırmasını bekledim. Birkaç saniye sonra arabasını çalıştırdığında ise hiç yüzüme bakmadığı için aramızdaki durumu biraz garipsedim. Sanki ilk defa onunla aynı arabaya biniyormuş gibi hissetmiştim.

Kapalı olduğunu gördüğüm Şükür Çiçekçilik'in yanından geçerken de bir şey söylemeyince artık dayanamadım ve "Ne oldu?" diye sordum. "Ben yokken kavga falan mı ettiniz? Niye sinirlisin?"

"Ben mi?" diye sordu şaşırarak. Doğal olarak yola odaklandığından ötürü yüzündeki ifadeyi pek göremiyordum ama şaşkınca sormuştu bu soruyu. "Sinirli değilim. Sen benim sinirli hâlimi görmedin galiba..." Hafifçe gülümsedi. "Bir şey olmadı."

Biraz da olsa rahatlayınca "Ama çok suskunsun?" dedim.

"Evet de... Suskun olmak sinirli olmak demek mi?" Ne söylediğini pek duymamıştım çünkü o sırada yan profilini incelemekle meşguldüm.

"Ne?" diye sordum doğrularak. "Tam duymadım."

"Suskun olmak sinirli olmak demek mi?" diye sorusunu tekrarladı.

Arkama yaslandıktan sonra "Hayır ama sen normalde konuşursun," diyerek arka koltuğu kontrol ettim. Onun arabasıyla gelmemiştim ama eşyalarım ondaydı. "Eşyalarımı arabana sen mi getirdin?"

"Evet," dedi kısaca.

"Sohbetine de hiç doyum olmuyor Varan Alp. O kadar konuşkansın ki paragrafının başında kurduğun cümleyi unuttum. Lütfen bir daha bu kadar çok konuşma," diyerek tariz yaptım. Sonra da arka koltukta duran çantamı kucağımın üstüne koydum.

Birkaç saniye sonra "Sen hiç korkmuyor musun gerçekten?" diye sordu. Gözlerimi ağır bir hareketle ona doğru çevirdim. Bana dönük değildi, yola bakıyordu. "Sen kulübedeyken bizim neler çektiğimizden haberin yok herhalde. Nasıl bu kadar sakin kalabiliyorsun?"

"Ben de sakin değildim ki..." diye itiraf ettim. "Ama Melek'i düşündüm, ona bunu kimin yaptığını bulmak için de hareket etmek zorundaydım, ettim... Bu kadar." Çantamın içinde kalan elimi de dışarıya çıkardım. "Siz de korkmakta haklısınız, ben de olsam ben de korkardım."

Burnundan güldükten sonra "Tamam, tamam Miray, haklısın." deyince garip bir bakış attım.

"Yüzünü de görmüyorum zaten!" Yüzünü hafifçe bana çevirdiğinde ciddiyetsiz bir ifadeyle kendisini gülmemek için çok zor tuttuğunu fark ettim. "Niye gülüyorsun ki? Ne dedim ben?"

Önüne döndükten sonra "Sinirim bozuldu, ondan güldüm." diye açıkladı.

Tam dudaklarımı aralayıp cevap verecektim ki Varan Alp'in telefonu çalmaya başladı. Telefon arabaya bağlı olduğu için arayanın Ceyda olduğunu görmem pek zamanımı almamıştı. Telefona da "Ceyda Savcı" diye kaydetmemişti onu, direkt "Ceyda" diye kaydetmişti. Neydi bunun diğer versiyonu? Bir iki güne "Ceydacığım" da olurdu şimdi bu...

Varan Alp birkaç saniye ekrana sonra da benim yüzüme baktı ama ben dümdüz önüme bakıyordum. Sonra da aramayı cevapladı.

"Varan Alp..." diyen Ceyda'nın sesi olduğundan ince ve şen çıktığından dolayı kaşlarımı kaldırıp kafamı kendi camıma doğru çevirdim. Duymamak için kulaklarımı mı kapatsaydım acaba? "Başsavcı ile konuştum, Pendik'te olduğunuzu söyledi. Ne yaptınız?"

Ona neydi ki bizden ya? Onu ilgilendirmeyen davalara burnunu sokmasaydı mı acaba?

Varan Alp de "Erkin araştırıyor, beni pek dâhil etmiyor," diyerek kısmen yalan söyledi ama sonra açıklamaya başladı: "Ama Miray içeriye girdi, kimse yoktu. Bir de terk edilmiş yurda girmedi, arkadaki kulübeye girdi."

"Allah Allah... Niye? Karıştırdı mı?"1

Gözlerimi belerterek Varan Alp'e döndüğümde cevap vermemek için kendimi çok zor tuttum. "Karıştırmadı Ceyda, niye karıştırsın?" dedi Varan Alp söylemek istediklerimi söyleyerek. Azıcık daha laf atsaydı araya girip kötü kötü sözler söyleyebilirdim. "Telefonda öyle söylediler."1

"Neyse ben detaylarını sonra Erkin'den öğrenirim. Başsavcı davayı bana devretti, pazartesi ilgileneceğim ama sizden uzak tutmayacağım, merak etme." O kadar tatlı olmaya çalışıyordu ama o kadar tatlı olmuyordu ki anlatamam... "Bu akşam da Erkin'le balık ekmek yapmayacaksanız bir görüşsek mi seninle? Kaç gündür ertelenip duruyor."

Tırnağımı yerken inanın ne hissettiğimi ben de bilmiyordum.1

"Bu akşam da işim var. Ama sonra haber veririm sana."

Gözlerimi devirirken gözlerimin çıkma olasılığı kaçtı? Çünkü az önce devirdiğim gözüm yüzünden etrafım kararıyordu. Belki de sinirdendi.

"Tamamdır canım, görüşürüz."

Ağzımı beş karış açarak Varan Alp'e döndüğümde kendime mi sinirlensem yoksa Ceyda Savcımızın tatlı olmaya çalışan hallerine mi yoksa Varan Alp'in bu kadınla neden bu kadar yakın olduğuma anlam veremediğim için ve Varan Alp bunu bana anlatmadığı için ona mı sinirlensem, bilemiyordum.

Varan Alp, "Görüşürüz," deyip telefonu kapattığı an yüzümü ona çevirdim. Göz göze gelir gelmez "Niye öyle bakıyorsun?" diye sordu.

"Üç oldu!" dedim sertçe.

"Ne üç oldu?"

"Üç kez bana bu soruyu sordun."

"Eee?" diye sorduğu sırada yüzünde biraz korku sezmiştim. "Sana hiç yalan söylemeyeceğim, gerek de yok. Ceyda benim eski sevgilim." Zaten anladığım için gayet kibar olmaya çalışarak kafamı olumlu anlamda salladım. "Ama aramızda şu an bir şey yok. Arkadaşız."1

Sakin kalmaya çalışırken o kadar çok güldüm ki neredeyse kahkahaya dönüşecekti. "Sana canım dedi," dedim sırıtırken. "Canı mısın sen onun Varan Alp?"

"Lafın gelişi söylemiştir." Hâlâ sırıtıyordum. "Hem ben ona gül almıyorum..." dediğinde cerrahtan bahsettiğini anlamam yaklaşık on saniye sürdü. Ben anlar anlamaz itiraz edecekken "Benim çiçek aldığım tek bir kadın var, o kadın da benden başka yüz kişiden daha çiçek alıyordur herhalde..." diye devam etti.

Önüme döndüm. "Abart," dedim sinirle. "Hem ben cerraha canım demiyorum."

"Ben de Ceyda'ya canım demiyorum." diyerek ses tonumu taklit etti.

"Bana ne ya?" dedim en son gerzekliğim geçtiğinde. "Zaten bizim aramızda, yani seninle benim aramda bir şey yok."

Sorgular gibi yüzüme baktı ve "Yok mu?" diye sordu kaşlarını çatarak.

"Sevgili değiliz," dedim ben de yanlış anlamaması için. "Öyle miyiz?"

Biraz bozulduğunu hissetsem de sözümden geri dönmedim. "Sana sormak lazım. Her şeye sen karar veriyorsun sonuçta."

"Ne alaka ya?" diye sorduğumda daha da sinirlenmiştim. "Bak sen bugün bayağı sinir bozucusun! Tersinden mi kalktın? Niye benim yanımda eski sevgilinin telefonunu açıyorsun ki?" diyerek taramalı tüfek gibi konuşmaya başladığımda kaşları çatılmıştı. "İnsan telefondan açıp gizli gizli konuşur, çaktırmaz! Zaten psikopat bir katilin hazırladığı görüntüleri ve gösterileri izlemek için böcekli yılanlı bir kulübeye girdim! Neler çektim ya ben?" Sanırım biraz abartmıştım ama abartmaya hakkım vardı.

Sonunda bozuk yoldan otobana geçtiğimiz için araba durmuştu ve Varan Alp bir dakikadır tek kelime bile etmemişti.

"Niye konuşmuyorsun?" diye sordum sakinleşerek. "Ya tamam, ben biraz abarttım ama gerçekten ruh halim o kadar karışık ki... Beynimin kıvrımları arapsaçı gibidir muhtemelen! Ama Ceyda hakkındaki tüm sözlerimin arkasındayım, tamam mı? Zaten ben ona çok gıcığım, bir de sana canım diyor ya..." Sesim ağlamaklı çıkınca yüzünü bana çevirdi. "Ne?" dedim arsız gibi. Ki arsızdım da.

"Bunları başka bir zaman konuşalım," deyince müthiş bir yüz ifadesiyle donakaldım. "Araba kullanıyorum, dikkatimi çok dağıtıyorsun."

Korkarak önümüzdeki trafiğe göz ucuyla baktım. "Tamam, tamam ben sustum."

"Hareket de etme mümkünse."

"Yuh..." dedim sessizce. "Korkuluk muyum ben Varan Alp?"

"Hayır." Trafik biraz açılınca gaza bastı, iki anlamda da: "Sadece çok güzelsin."2

⚖️

Ablamın yanına geldiğim ilk andan itibaren uyguladığım tek hayalim, uyumaktı. Saat altıya doğru burada olmuştuk ve Varan Alp'i kapıya geldiğimiz an emniyetten aramışlardı; mecburen gitmişti. Ben de zaten çok yorgun olduğum için ve ablamın yakıştırma dolu enteresan cümlelerini sindirmek zorunda kalmayacağım için bu durumu kabullenip misafir odasına geçmiştim ve üç saat de uyumuştum.

Büyük bir yorgunlukla kalktığımda camdan yansıyan göğün çok hafif karardığına şahit olup telefonumu kontrol ettim, hiçbir mesaj yoktu; sonra da misafir odasının kapısını aralayıp içeriye doğru yürüdüm. Mutfağın kapısı kapalıydı, salonda da kimse yoktu; ablam muhtemelen mutfakta yemek pişiriyordu.

Kapıyı araladım, içeriye girdim ve tezgâhın önünde arkası dönük bir biçimde fısıltılarla dolu bir melodi mırıldanan ablamı gördüm ilk başta. Mutfak kızartma kokuyordu.

"Abla." Kapıyı tamamen açtığımda ablam kaşlarını kaldırarak arkasını döndü.

"Sonunda uyandın mı uyuyan güzel?" Sesini biraz yükseltmişti çünkü aspiratör açıktı, benim de kaşlarım çatıktı. "Akşam Teo yok, bunların saçma sapan bir davası mı ne var Miray..." Doğradığı domatesleri masanın üstünde duran salata tabağının üstüne döktü. "Seninle yalnızız yani... Beylerimiz cinayet çözecek."

Klasik ablam... Hiç aldırmadan sordum:

"Aynı dava üzerinde mi çalışıyorlarmış?"

Ablam tahtanın üstünde kalan son domates parçasını ağzına attıktan sonra kafasını olumlu anlamda salladı. "Sen niye bu kadar halsizsin Miray ya? Ne oldu, Aykut rahatsızı seni zorladı mı yine? Az kaldı şikâyet edeceğim ama ha!"

Ablamın olanlardan haberi yoktu, olmasını da istemiyordum bu nedenle çaktırmamaya özen göstererek gülümsedim. "Yok abla, klasik bir iş günü işte. Yarın son zaten. Biliyorsun, istifamdan sonraki iki haftalık süreç yarın bitiyor."

"Haaaa..." dedi ablam da aydınlanmış gibi. "Ben seni şimdi anladım. Sen kesin Varan Alp mevzusuna taktın kafanı. Ya ben sana kıyamam... Şu ponçik surata bak." Ablam anne olduğundan beri bana karşı da biraz yumuşamaya başlamıştı. "Sen tabii çok vakit geçiremediğin için mutsuzsun ama bebeğim, bilmiyor muydun savcı olduğunu?" Kafasını olumsuz anlamda salladı. "Teo'yu mesela en az iki gecedir saat üçte dörtte falan görüyorum şu aralar... Cidden enteresan bir vakanın içinde. Bir de korkuyorum ya!" Elini kalbine götürdü. "Ya vurulursa? Ya bir şey olursa..."

"Abla tamam..." dedim, ablam taramalı tüfek gibi cümleleri peş peşe dizince. "Olumsuz düşünürsen olumsuz olur. Deme öyle... Hem hayır, benim de yoğun bir iş hayatım var." Azıcık sallamış olabilirdim çünkü bu aralar işe gittiğim yoktu ama geçen haftaya kadar öyleydi. "Hem bizim aramızda daha tam bir şey yok, sen de konuşma çok."

Ablamın yüzü ekşidi, bana deliymişim gibi baktı. "Gitmişsin öpmüşsün Miray, yuh..." dedi ağzını yaya yaya. "Bir de diyorsun ki aramızda bir şey yok..." Bu cümlesinde de ağzını yamulta yamulta konuşmuştu. "Hayır kim bilir çocuk ne kadar çabalıyor ama sen, arsız sen..." Arkasını dönüp elindeki tahtayı tezgâhın üstüne bıraktı. "Hem öptün hem de naza çekiyorsun, değil mi?"

Ablam olanlardan haberdar olsaydı da böyle konuşabilecek miydi acaba? Nasıl bir durumda öptüğümü bilse sevineceğinden çok öfkeleneceğine adım gibi emindim, bu yüzden sustum ancak içimi öyle bir huzursuzluk kapladı ki kendimi hem Varan Alp'e hem de ablama karşı çok suçlu hissettim.

Ruhum daraldı.

"Olaylar senin bildiğin gibi değil ki abla..." Ağlamak istiyordum ama bunun en büyük nedeni şu an gerçekleştirdiğimiz sohbet değil, öğleden sonra yaşadığım hadiselerdi. "Öyle hemen olmuyor o işler... Bizim aramızda kırgınlıklar da var."

"Ya Miray ne kırgınlığı? Küçükken âşıkmış sana, unutmuştur bile o..." Elini havada salladı. Zaten unutmamıştı da... "Onun etrafında da yüz tane kadın vardır şimdi, haberin olsun."

Aklıma Ceyda gelince beynimdeki şalterler attı. "Vardır bence de..." dedim sinirlenerek.

"O yüzden iyi davran şu çocuğa Miray, vallahi aranız bozulursa yanarız!" Kendisini ve evini işaret etti. "Yeğenleriniz ortak. Hayatınız boyunca birbirinizle muhatap olmak zorundasınız." Ablam böyle söyleyince korktum. "Senin eski geri zekâlı sevgililerin gibi değil yani..."

Doğru, onlar geri zekâlıydı.

"Yani sen bu Çakmak kardeşlerde umut var mı diyorsun abla?" diye sordum ciddiyetsiz bir ifadeyle gülerek.

"Miray, elti durumundan beni kurtarabilecek kişi maksimum sensindir," diyerek iki elini de bana hedef alarak kaldırdı. "Neyse, hadi," dedi ellerini indirerek. "Rüzgar uyanmadan hızlı hızlı yemek yiyelim yoksa bana rahat yok, sofrayı de sen toplarsın he!"

Ablamla aile evindeyken de sürekli sofra kavgası ederdik, tabii çok daha küçükken. Bir süre sonra yemeğe bile zar zor yetiştiğimde artık o kavgaları edemez hâle gelmiştik ama belki de yıllar sonra ilk defa 'Bunu sen götür ya da şunu sen al.' kavgası etmiştik. Özlemiştim bu durumu, bunu fark ettim.

Salondaki masaya sonunda tabak çanak, yiyecek içecek ne varsa götürdükten sonra ablamla sofraya oturmuş ve yarım saat içinde de bütün yemeği bitirmiştik. Sanırım tüm gün yaşadığım aksiyondan ötürü o kadar acıkmıştım ki midem beynime "Yemek ye!" sinyali göndermeyi unutmuştu. Aksi takdirde bunun başka bir açıklaması olamazdı.

"Miray, sen âşık olduğundan beri iştahın ayrı bir açık. Maşallah, ye sen ye..." Sanki kendisi benden az yemiş gibi böyle konuşması yok muydu... "Ha diyeceksin ki, abla sen de yedin..." Kafasını olumsuz anlamda salladı. "Süt veriyorum ben kızım. Ayrıca hamişlikten de yeni çıkmış bir birey olarak yemek yemem lazım."

"Ay tamam anladık," dedim abartmamak için. Hafif bir cızırtı sesi gelince kaşlarımı çatarak etrafımı kontrol ettim. "Bu ses ne ya?" diye sordum ablama dönerek.

Ablam gözlerini kısarak çantamı işaret etti. "Çantandan geldi. Telefonun mu çalıyor?"

"Olabilir, bakayım bir..."

Karşı sandalyede duran çantamı kolundan yakalayıp zar zor kendime doğru çekerken az kalsın masadaki ayran dolu bardak dökülecekti ama tuttum. Gerçekten de çantam titriyordu.

Çantamın içine elimi daldırdım, beş saniye içerisinde de telefonumu çıkardım ama bu dünya üzerinde doksan sekiz seneye tekabül ediyordu.1

Arayan kişinin Elif olduğunu görünce kaşlarım çatılmıştı. "Aa!" dedim ablama doğru dönerek. "Elif arıyor." Telefonu hemen açtım. "Efendim?"

Elif büyük bir endişeyle "Miray!" deyince elimi kalbime doğru götürdüm. "Miray siz katilimizi mi buldunuz? Neden bana söylemedin? Mir Beyaz'ın omuzu yaralı..." Kaşlarım çatılınca aniden ayağa kalktım.

"Omuzu mu yaralı?" diye tekrarladım. "O mu? Emin misin? Ne alaka? Kim vurmuş? Hayır!"

Ablam korkuyla "Miray kime ne olmuş?" diye sordu.

"Dur abla," dedikten sonra Elif'i dinlemeye devam ettim.

"Miray, evet, eminim! Hasta kaydını girerken bile adını söylediler! Hem şu an onun yanındayım, göz göze geldik. Kim yapmış ki bunu?"

Sakin kalmaya çalıştım. "Elif sen bir sakin ol, tamam mı?" Çantamın içini kontrol ettikten sonra devam ettim. "Sizin hastanede misiniz? Geleceğim."

Asla sakin olmayan bir sesle "Evet evet evet!" dedi peş peşe. "Miray," dedi ben tam telefonu kapatacakken. "O da burada."

"Kim?" diye sordum endişeyle. "Kim orada Elif? Taksit taksit söylemesene şunu!"

"Mafya Menderes de burada... O da yaralı."

Ağzım beş karış açık kaldı. "O da mı yaralı? Yuh! Kaç kişiler? Ne olmuş? Bilmiyor musun Elif sen ya?"

"İki polis memuru hafif yaralı; Menderes de bacağından vurulmuş onun durumunu bilmiyorum, bir de savcılar falan var burada..." Kalbim daha hızlı atmaya başladı. "Ama onlara bir şey olmamış."

"Kim orada?"

"Mavi gözlü olan, sinirli hani..." Ofladı. "Ve hâlâ çok sinirli. Beni tanıdığı için bir tek bana soru soruyor ve kızıyor."

"Boş ver... Onun kendisi öyle birisi işte..." diyerek saçma sapan bir cümle kurdum. "Sen sakin ol, ben yanına geleceğim. Yine de bir haber alırsan kesinlikle beni ara Elif, tamam mı?"

"Tamam, görüşürüz."

Telefonu kapattığım an ablamın gözlerinin dolduğunu fark ettim.

"Abla iyi misin?" diye sordum ve omuzlarına dokundum. Sonra daha şiddetli ağlamaya başladı ve çantamı sandalyeye geri bıraktım. "Ablacığım eniştem Varan Alp ile çalışıyor, bu davayla alakası yok yani." Kolunu okşarken ağlamasının durmasını bekledim ama durmadı. Ablamı bu şekilde bırakamazdım çünkü Rüzgar da evdeydi. "Abla, eniştemi arıyorum, bekle, dur..."

Telefonumu elime aldım, eniştemin numarasını tuşladım ve telefonu kulağıma götürdüm. Telefon çaldı ama açmadı.

"Telefonu çalıyor ama açmıyor, emniyettedir onlar."

Ablam bir anda daha sesli bir haykırışla ağlayınca bu aralar hassas olduğu için sakinleştiremeyeceğimi fark ettim. Herkese karşı böyleydi...

Dayanamayıp Varan Alp'i aradım ama o da telefonunu açmadı.

Sinirle telefonumu masaya bıraktım ama aynı zamanda evin dış kapısından anahtar sesi gelince ablamla aynı anda arkamıza doğru döndük.

"Ne arayıp duruyorsunuz ya? Geldik işte be! Öf!" diye çemkirdi Teoman. Rahatlayarak sesli bir nefes verdiğim an ablam ayağa kalktı ve koridora doğru yürüdü. Aynı anda Teoman da Varan Alp de "Ne oluyor? Niye ağlıyorsun?" demeye başladı ablama. "Ya yine lohusalıktan ağlıyorsun kesin Seray yeto ya..." dedi eniştem ablama sarılarak. "Kırk gün geçti gitti, hâlâ lohusa bu kadın!"

"Keşke açsaydın telefonunu enişte," dedim ben de sinirlenerek. "Sen açmayınca daha çok ağladı!"

"Miray kapıdaydım kapıda!" dedi o da cevap olarak. Ağzının üstüne çakmam gerektiğini fark ettim ama henüz salona girmediğinden ötürü bu düşüncemi askıya aldım.

Ablam enişteme bir şeyler söyledi ama tam duymadım. Fakat eniştemin "Öldüm mü sandın?" diye çığlık attığını işitmiştim. "Kızım deli misin? Durduk yere vahiy mi indi sana? Ne ölmesi? Allah korusun..."

Varan Alp'i salona girerken gördüğüm an, elinde bir ruj olduğunu fark edip kaşlarımı çattım. "Bu ne?" diye sordum şaşırarak.

"Rujun arabama düşmüş." Gözlerimi belerttiğim an rujumu masanın üstüne bıraktı. "Abimin diline düştük, bravo sana..."

Rujumu alıp çantama attım. "Abin bilmiyor mu bugün şeye gittiğimizi? Ayrıca ben mi düşürdüm?" Sanırım benim hastaneye gitmem gerekiyordu. "Ayrıca Mir Beyaz omuzundan vurulmuş, yanına gitmem lazım. Bir de Menderes de bacağından vurulmuş..." Eniştem ve ablam kol kola içeriye girdiklerinde eniştem son söylediğimi duyarak bana doğru döndü.

"Bela paratoneri Miray..." O sırada çantamı omuzuma takmakla meşguldüm. "Sen nereden duydun onu?"

Bıkkınlıkla sesli bir nefes verdim. "Elif'ten duydum enişte, doktor olan var ya... Hani ifadesini aldığınız titreyen kız ama suçsuz çıkan. Ayrıca siz bana neden haber vermediniz ki? Kardeşim omuzundan yaralanmış, elden duyuyorum!" Masanın arkasından dolanarak salonun ortasına doğru yürüdüm.

"Mir Beyaz'ı kurşun sıyırmış, önemli bir şeyi yok. Ayrıca katil olduğunu tahmin ettiğimiz kişilerden birisi de karın bölgesinden yaralandı." deyince büyük bir şokla Varan Alp'e döndüm.

"Ne oldu?" diyerek tekrarlamasını istedim. "Bir daha anlatsana! Nereden bulmuşlar? Siz nereden biliyordunuz? Siz de mi oradaydınız?"

Teoman, Varan Alp'in sözünü kesercesine "Allah aşkına azıcık susun!" dedi ve koltuğa yayıldı. "Yorgunluktan bayılıyore ve sizi duymak istemiyore..."

Elimle yastığı kavrar kavramaz eniştemin üstüne attım. "Enişte sen sus asıl! Varan Alp," diyerek Varan Alp'e döndüm. "Anlatacak mısın artık?"

"Biz orada değildik," dedi sükunet dolu bir sesle. "Emniyetteydik, sen de biliyorsun." Bakışlarım artık neler olduğunu öğrenmek ister gibi öfke dolu olmakta ısrarcıydı. "Erkin, Aykut'u bulmuş, daha doğrusu Aykut bir şekilde kolluğa ulaşmış ve onu kurtarmalarını istemiş. Kolluk Aykut'un aradığı numaradan sinyal alıp bulunduğu yere intikal etmiş, sonra da bir kişi oradan kaçarken yaralanmış. Birden fazla polis memuru hafif yaralıymış."

İşte bunu beklemiyordum.

"Erkin orada duruyor, bu arada Erkin'in de kaşı patlamış," diye devam etti eniştem de. "Biz de olayın şokuyla bir şey bulamadık zaten... Ben hastaneye uğradım, sonra Varan Alp'in yanına geldim falan filan olaylar daha da karıştı. İstanbul durmuyor ki anasını satayım..."

Ablam burnunu çekince üçümüz de ona doğru döndük.

"Peki Mir Beyaz kesin iyi mi?" diye sordu ablam da. Hâlâ ağlıyordu, duydukları ağlamasını daha da şiddetlendirmişti.

"İyi," dedi eniştem ablamın yüzünü incelerken.

"Peki yemek yediniz mi?" diye soran ablamın dudakları büzüldü.

"Yedik aşkım, yedik..." dedi eniştem de.

Ablam öfkeyle enişteme döndü. "Sen evde yemek varken yine dışarıdan mı yedin Teoman?" Eline aldığı ilk yastığı eniştemin omuzuna vurdu.

"Bebeğim özür dilerim ama ne yapayım, aç mı kalayım? Bir saat önce yedim." Ablama sarıldı. "Kıyamam öldüm sanmış ya..." Hafifçe kıkırdadı.

Bıkkınlıkla Varan Alp'e döndüm. "Tamam da o zaman Menderes ne alaka?" dedim çıldırmış gibi. "O da bacağından vurulmuş."

"Menderes'in söylediğine göre Aykut önce Menderes'i aramış." diye cevapladığı an kaşlarım çatıldı.

Yahu bunlar ne alakaydı? Birbirlerinden nefret eden iki insan neden görüşürdü ki?

Varan Alp, ben olayı anlamaya çalışırken sözlerine devam etti: "Menderes de tayfasını toplayıp hop, Aykut'un yanına."

Anlayamadığım için sorularımı tekrarladım: "Aykut hem kolluğa hem de Menderes'e haber mi vermiş?"

Varan Alp başıyla onayladı. "Sana inandırıcı geliyor mu?" Derin bir düşünceye daldım. "Bana pek inandırıcı gelmedi ki bir detayı atladım..." Merakla tekrardan gözlerimizi buluşturdum. "Erkin'in kaşını Menderes patlatmış, sonra da bayılmış. Alakayı çözemedim. Madem Erkin'in kaşını patlatıyor, o zaman neden sonra bayılıyor ki bu adam?"

Sinirden dudağımı parçalamamak için kendimi çok zor tutuyordum. "Ben biliyorum. Kan tutuyor çünkü onu..." Çantamı daha sıkı kavradım. "Geri zekâlı Menderes, savcıya yumruk mu atmış?"

"Ha bir de açıklaması da var... Erkin'i katil zannetmiş." diye ekledi Varan Alp. Her cümlesi birbirinden o kadar alakasızdı ki anlayamıyordum. "Ve hastaneden çıkar çıkmaz maalesef yargılanacak."

"Bir tane müvekkilim geri zekâlı olmasa şaşırırım zaten," diyerek yürümeye başladım. "Ben gidiyorum! Eğer gitmezsem çıldıracağım çünkü!"

"Beni de bekle!" diye seslendi Varan Alp arkamdan.

⚖️

HASTANE / HÂKİM BAKIŞ AÇISI

Hastanenin acil servisi bu akşam çok yoğundu çünkü yakınlarda çıkan çatışma sebebiyle birçok polis memuru yaralanmıştı. Bazı polis memurları acil müdahale yapıldıktan sonra derhal ameliyata alınırken bazıları da acilde hâlâ müdahale görüyordu.

Cumhuriyet Savcısı Erkin Gümüşpala başına gelen durum yüzünden oldukça mutsuzdu, tam karşı yatağında bacağını kurşun sıyıran Menderes İnegöl'e bakıp duruyordu fakat öyle öfkeli bakıyordu ki doktorlar ve hemşireler kargaşa çıkacak diye huzursuz olmuştu.

Başhemşire, Doktor Elif'e dönüp "Bu adam savcıydı, değil mi?" diye sordu.

Elif başıyla onayladı. "Aman sakın bulaşma, sana çatar." Kendisi hem Erkin'den korkuyordu hem de büyük bir nefret besliyordu. "İfadeye aldıklarında boynumu kaşıdım diye yalan söylediğimi düşündü. Nereden bilecek ki boynumda sivilce çıktığını? İnsan bir bakar, değil mi? Korkunç birisi."

Başhemşire, Erkin'i işaret etti. "Pansumanını yapmadılar mı bunun? Kaşının altı neden hâlâ öyle?"

"Bilmem ki..." dedi Elif de umursamaz bir tavırla. "Kanasın da aklı başına gelsin. Sinir bir adam."

Başhemşire, Doktor Elif'in bu söylediklerinden sonra ikisine de teker teker baktı. Erkin Savcı'nın yüzük parmağına baktıktan sonra dönüp Elif'in öfkeli bakışlarına baktı. Sonra da "Sen pansuman yapsana," dedi etrafı işaret ederek. "Bak acil boşaldı resmen Doktor Hanım, bir sen varsın."

"Ben mi?" Elif'in hayret edercesine attığı bakış hemşireyi güldürdü. "Yok. Hayatta olmaz. Şimdi canını yakarım, beni tutuklar falan... I ı..." diyerek itiraz etti. "İstemez kalsın." Kollarını göğsünde bağladı ve küser gibi kafasını başka bir yöne çevirdi.

"Pardon!" diyerek acil serviste sesini yükseltti Erkin. "Hemşire Hanım! Benim kaşım patladı, farkındasınız, değil mi? Özel hastane değil mi burası ya? Baksanıza!"

Başhemşire Elif'e döndü. "Doktor Hanım siz baksanız mı? Benim bir hastanın odasına gitmem gerekiyor."

Elif tekrardan reddedecek gibi oldu ama sırf doktorluk damarı tuttuğundan bu kez itiraz etmedi. Erkin'in yanına doğru yürümeye başladığında Erkin, Elif'in geldiğini görünce afalladı.

"Pansumanı hemşireler yapmıyor mu?" diye sordu Elif'e sertçe. "Doktorlar mı yapıyor?"

Elif de "Hemşirenin becerdiğini doktorlar beceremez mi yani? Onu mu demeye çalışıyorsunuz?" diye cevaplayınca Erkin öylece kaldı. "Burası emniyet değil, adliye de değil." Elif'in bu kadar sert çıkışmasını beklemeyen Erkin, donakalmıştı. "Burası hastane. Burada bağırarak konuşamazsınız."

Erkin bıyık altından güldükten sonra "Buralar sizin yani, öyle mi?" diye sordu.

Hâlâ öfkeli olan Doktor Elif, daha da öfkelenerek Erkin'in kafasını tuttuğu gibi kaşına pansuman yapmaya başladı.

"Doktor Hanım biraz yavaş mı olsanız? Eliniz de ağırmış." diye isyan etti Erkin.

Elif, rahat bir nefes vererek gülümsemeye başladı. "Siz de beni hastaneden apar topar alıp emniyete götürmüştünüz ama o sırada sağlığım pek düşünülmüyordu."

Erkin de "Yok artık..." dedi sessizce. Yarası için endişelenmeye başlamıştı. Ardından daha büyük bir acı hissetti ve "Ya hanımefendi, kezzap mı döktünüz ne yaptınız? Şuna bir son verir misiniz artık?" deyince Elif sonunda kaşındaki ufak yaraya bant yapıştırdı.

"Aman..." dedi geriye çekilerek. "Buna kaş patlaması mı diyorsunuz siz?"

Erkin doğruldu. "Başka ne olacak? Beyin kanaması mı?"

Elif küçümseyerek "Yok size bir EKG çektirsek iyi olur." deyince Erkin sol kaşını havaya kaldırdı, sağ kaşını kaldıramıyordu. "Gerçi orada da bir kalp olmadığından cihaz ne yazık ki error verir. Ha ama sakın kalkıp da cihazı tutuklamaya çalışmayın, kanunlara aykırı." Dudakları büzüldü. "İnternetten baktım."

"Neye baktınız ya?" Erkin hayatının şokunu yaşıyordu.

"Okudum okudum," dedi Elif sol elini havada sallayarak. Erkin, Elif'in elini indirişini ve kaldırışını izledikten sonra tekrardan Elif'e döndü, hâlâ şoktaydı. "Benim ifadem alınırken beni tehdit ettiniz." Erkin'in kaşları çatıldı. "Sizi istersem dava edebilirim. Hiç etik değilmiş!" dedi tavırlı ve ağlak bir sesle. "Miray zaten söylemişti. Çok kabasınız."

Elif arkasını dönüp yürürken Erkin ilk defa bu cümleleri duyduğu için şaşkındı. "Beni dava mı edeceksiniz?" dedi doktorun arkasından. "Bir Cumhuriyet Savcısını dava edeceksiniz, öyle mi?"

Elif arkasını dönüp "Burada bağıramazsınız, burası hastane! Sizin makamınızda değiliz ne yazık ki!" deyince Erkin'in yine dili tutuldu. Bu kadın daha dün titreye titreye ifade verirken bugün nasıl ona çıkışabilirdi ki? "Ayrıca evet, sizin için suç duyurusunda bulunabilirmişiz!" dedi Elif çokbilmiş çokbilmiş.

"Allah Allah..." Erkin ayağa kalktı ve mavi gözlerini çokbilmiş çokbilmiş konuşan doktora doğru çevirdi. "Ben de sizi buranın müdürü ya da sahibi kimse ona şikâyet edeyim o zaman... Bu ne terbiyesizlik ya?"1

Elif hayretle "Siz daha çok terbiyesizsiniz!" diyerek işaret parmağını havada salladı.

"Ben mi terbiyesizim?" diye sordu Erkin şok olarak. "Ben size tam olarak ne dedim?"

Elif düşündü. "Bana bağırdınız!"

"Aman Allah'ım, ne büyük bir suç!" Erkin'in sesi yükseldiği için Elif daha da öfkelendi ve aynı zamanda da korkusu büyüdü. "Hanımefendi siz gidin ameliyat falan yapın, aman bir daha da emniyete ya da adliyeye işiniz düşerse de lütfen yanıma uğramayın."

Elif sinirden ne diyeceğini bilemedi ama öfkeyle sürekli dudaklarını aralayıp durdu. "Ben de çok meraklıydım sizin mahkeme duvarlarınıza! Korkunç korkunç binalar zaten..."

Erkin etrafına göz attıktan sonra "Burası da çok sevimli... Öyle kanlar kurşunlar havada uçuşuyor falan..." deyip gitmek için etrafını kontrol etti. "Zaten saçma sapan bir hastane! Nerede buranın çıkışı ya?"

"Kanlar kurşunlar hastanede havaya uçuşuyor sanki..." dedi Elif arkasını dönüp yürüyerek. "Siz savcı makamınızla bir yerden çıkarsınız! O kadar cinayet çözüyorsunuz, bir zahmet kapının nerede olduğunu da bulun!"

Arkasını döndüğü an Mir Beyaz'la göz göze geldi Elif. Kurşun Mir Beyaz'ın omuzunu sıyırdığı için acilde bekliyordu ve çok kan kaybettiği için bir uyanıp bir ayılıyordu. Şimdi de ateşi vardı. "İyi misin?" dedi Elif, Mir Beyaz'ın yanına yürürken. Mir Beyaz'ın suratı kıpkırmızıydı.

Mir Beyaz yaralı olmayan koluyla boğazına dokundu. "Susadım," dedi kısık bir sesle.

"Tamam," dedi Elif endişeyle. "Ben sana şimdi su getiririm."

Elif bir iki dakika sonra Mir Beyaz'a su getirdi, sonra da doğrulmasına yardımcı olduktan sonra suyu içirdi.

Mir Beyaz az da olsa kendine geldikten sonra "Sen Miray'ı aradın mı?" diye sordu.

Elif anında kafasını salladı. "Evet, on beş dakika önce aradım Miray'ı." Elif'in elleri titremeye başladı. "O da çok korktu."

Mir Beyaz'ın göz kapakları bile ağrıyordu. "Ben daha önce de vuruldum ama öncekilerde bu kadar yorgun hissetmiyordum." Kafasını yastığa koyduğunda bile vücudu ağrıyordu. "Çok mu kan kaybetmişim? Ondan mı acaba?"

"Belki son haftalarda yaşadıkların yüzünden vücudun daha dayanıksız hâle gelmiştir. Ondan olabilir," dedi Elif zorla da olsa. Mir Beyaz, bu cümleden sonra kül oldu. "Ama yarın hastaneden çıkabilirsin, bu akşam yatsan yeterli."

Mir Beyaz kafasını olumlu anlamda salladı. "Senin işin varsa gidebilirsin, yanımda durmana gerek yok." Kendisini biraz mahcup hissetmişti, bu kadar ilgi de hoşuna gitmiyordu.

Elif onu yanlış anlayarak "Rahatsız mı ettim?" diye sorunca iki yan yatağından bir ses geldi:

"Doktoooor!" Bu, Menderes'in sesiydi.

Elif, Mir Beyaz'ı rahatsız ettiğini düşünerek hüzünle ayağa kalkınca Mir Beyaz zorla da olsa Elif'in elini tuttu. Büyük bir şokla Mir Beyaz'a doğru dönen Elif'in elleri tekrardan titremeye başladı.2

Mir Beyaz, "Teşekkür ederim. Rahatsız da olmadım. Sadece gerek yok." deyince Elif büyük bir şokla elini tutan eline baktı.

Menderes'in sol bacağı çok acıyordu. "Ya doktor diyorum, ah!" diye bağırdı Menderes, ardından kafasını sola doğru çevirdiğinde ona verilen kanı gördü; oradaydı, tam yukarıda. "Kan!" dedi sessiz bir çığlık atarak. Akabinde hemen bayıldı.

 

MİRAY HİLDE LALEZAR, EŞ ZAMAN

 

"Geldik..." Burnumun üstü gıdıklanınca gözlerimi araladım ve kolumla burnumun üstünü kaşımaya başladım. Nerede olduğumuzu bile unutmuştum. "Miray," Tekrardan burnuma dokunulunca gözlerim tamamen açıldı. Önümde kıpkırmızı neon bir ışıkla kocaman duran yazıyı okudum: ACİL.

"Ha geldik mi?" diye sordum, başımı Varan Alp'e doğru çevirerek. "Niye haber vermiyorsun?"

"On saattir seni uyandırmaya çalışıyorum Miray," diyerek mübalağa yaptı benimki. Gözlerimi devirdim. "Bu arada muhtemelen uyuduğun için bütün makyajın akmış," Varan Alp, bana ıslak mendil uzattı. "Gözünün altını sil istersen."1

"Allah Allah..." dedim ıslak mendili elinden alarak. "Çirkin miyim yani?"

Varan Alp zorla gülümsedikten sonra "Sence böyle bir şey mümkün olabilir mi? Bir de her seferinde aynı soruyu sorup duruyorsun," deyince keyfim yerine geldi. "Cevabım hep aynı kalacak."

Arabanın aynasını yüzüme çevirdiğimde gerçekten de rimelimin burnuma kadar aktığını fark edip ağzımı beş karış açtım. "İnanamıyorum ya... Kim bilir kaç saattir böyleyim de söylemiyorsunuz..."

"Yok, daha yeni oldu," dedi ısrar edercesine. "Bir baktım, şuraların siyah olmuş."

Yüzümü biraz temizledikten sonra "Beni gören herkes gül gibi kız, derdi küçükken." dedim içimi dökmeye başlayarak. "Şimdi kimse demiyor." Somurtarak Varan Alp'e döndüğümde ciddiyetimi bozarak istemsizce kıkırdadım.

"Gül gibi değilsin çünkü..."

Kaşlarımı çatarak Varan Alp'e döndüm. "Ha... Lale gibiydim, değil mi ben? Doğru. Sen bana sarı lale almıştın. Çiçek edebiyatından yürüyüp tavlayacaksın beni, az kaldı."

"Yok, lalesin de demeyecektim ama o da olurmuş." Gülüyordu ve gülerken çok güzeldi.

"Gül gibi kız, derler ya lafın gelişi..." diye açıkladım ben de. Diğer yandan da aynadan kendime bakarak diğer gözümden akan rimeli siliyordum, ne kadar silinebilirse. "Ondan diyorlardı. Yoksa bence de lale daha güzel. Gül güzeli diye bir şey de var bak, o da beni tavlamakta on numara beş yıldız bir isim tamlaması olur. Dene."

Aynayı kapatıp ıslak mendili katladım. Çöptü artık bu.

"Sen gül güzeli değilsin." Yüzümü tekrardan ona doğru çevirdim. "Çünkü sen gülden de güzelsin."4

-

Haftaya görüşmek üzere!

INSTAGRAM // esmatonguc

TWITTER // esmatonguc

TIKTOK // sitansel, 17eylukitabi

INSTAGRAM RESMİ HESAP: 17eylulofficial

 

Bölüm : 28.03.2025 23:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...