36. Bölüm
Esma Tonguc / 17 EYLÜL / 35. YARIM KALAN HİKAYELER

35. YARIM KALAN HİKAYELER

Esma Tonguc
esmatonguc

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

ON YEDİ EYLÜL (III)

35. BÖLÜM: “YARIM KALAN HİKÂYELER”

⚖️

“Nokta, bazen virgül demektir.”

18 EYLÜL 2028, HÂKİM BAKIŞ AÇISI

“Sayın Savcım gördüğünüz gibi, maktul katille epey boğuşmuş görünüyor. El parmaklarındaki yaralanma tam düşecekken tutunduğu ve birkaç saniye debelendiği izlenimini verdi. Tahmini ölüm saati ise…” Kriminal uzmanı, Cumhuriyet Savcısı Varan Alp Çakmak’ın gözlerinin içine baktı. Savcının oldukça endişelendiği aşikârdı. “Muhtemelen saat on ikiden önce, Sayın Savcım. Maktul, 17 Eylül’de öldürülmüş.”

Maktulün göğsündeki yaraya bakan Varan Alp’in şaşırdığını kimse söyleyemezdi. Son dört yılda ölümsüz geçen bir 17 Eylül mümkün değildi, 2028’de de nöbetçi savcıyken ona denk gelmişti.

“Görgü tanıkları nerede?” diye soran Varan Alp’in gözlerinden uyku akıyordu resmen. Günlerdir gözüne uyku girmemişti.

Başkomiser Halegül Ulutaş, olay yeri inceleme ekibinin yanından ayrıldıktan sonra savcının yanına doğru yürüdü. “Sayın Savcım,” diyerek kollarını göğsünde bağladı sarışın kadın. “Görgü tanığı pek konuşacak durumda değil sanırım, ağzını bıçak açmıyor.”

Varan Alp’in gözleri, kaldırımın kenarında oturan muhtemelen kırklı yaşlardaki o kadına doğru döndü. Küt saçları, vücudu titrediği için sallanıp duruyordu. Ona uzattıkları su şişesini sürekli reddediyor, sadece ağlıyordu. Büyük bir travma edindiği aşikârdı.

Polis memurları sarı şeridi kaldırıp Varan Alp Çakmak’ın geçmesini sağladı. Hafifçe eğilip şeridin altından geçen savcı, tek görgü tanığına doğru ilerledi.

“Hanımefendi merhaba, ben Cumhuriyet Savcısı Varan Alp Çakmak.” Ses tonu ne kibardı ne de sert. Kadın, başını kaldırıp Varan Alp’in gözlerinin içine bakmaya başladı. “Biliyorum, zor bir durum fakat bize ne gördüğünüzü anlatmazsanız olayı çözemeyiz. Yardımcı olur musunuz?”

Küt saçlı görgü tanığı titreyen dudaklarını araladı ve “Aşağıya düştü işte…” dedi titrek bir sesle. Sertçe yutkundu. “Tam önüme.” Aldığı nefesler ona yetmiyormuş gibi geliyordu. “Ben sonra bayıldım, çok korktum… Çok kan vardı üstünde.” Başını olumsuz anlamda sallarken göz kapakları istemsizce kapanmıştı.

Görgü tanığı geceyi anımsayınca öğürür gibi ileriye doğru eğdi başını, sonra da kusamadı.

“Başka bir detay hatırlamıyor musunuz? Mesela düştüğünde saat kaçtı? Yukarıdan gürültü sesleri geliyor muydu?” diye peş peşe sormaya başladı Varan Alp.

Kadın, aydınlanır gibi “Evet…” dedi dehşet verici bir fısıltıyla. “Düşmeden önce kız kardeşimle mesajlaşıyordum, on ikiye üç vardı…” Kaşları çatıldı. “Ve o zavallı…” İlerideki cesede baktı. “Düşmeden hemen önce…” Taksit taksit konuşmasının geçerli bir sebebi vardı, çok korkuyordu. “Şey oldu…”

“Ne oldu?” diye sordu Varan Alp, gözlerini kısarak. “Söyleyin.”

“Endişelenmeyin hanımefendi, kendisi savcı, size bir zararı olmayacak,” diyerek güven vermeye çalıştı Komiser Halegül Ulutaş. “Lütfen.”

Kadın, başını tekrardan yukarıya doğru kaldırıp göğü işaret etti. “Havai fişekler patladı.”

OLAY GECESİNDEN YİRMİ GÜN ÖNCE

MİRAY HİLDE LALEZAR

 

“Alo?” Telefonu kulağımdan çektikten sonra sinirli bir nefes verip dişlerimin arasından “Zıkkım…” diye fısıldadım. “Eee, orada mısınız acaba?” Sıcaktan ve çalışmaktan zaten beynim kalmamıştı, bir de bunlarla uğraşıyordum. “Hanımefendi, telefonda mısınız? Beni duyuyor musunuz?” İki saniye sonra dayanamadım ve telefonu kapattım. “Ayh,” diyerek saçlarımı geriye attım. “Bir gün şu saçlarımı kel yapacağım, senin o kafan gibi…” Aykut aniden yüzünü bana çevirdi, az önce pek umursuyormuş gibi görünmese de fiziksel özelliklerinden bahsettiğim an başını bana doğru çevirmesi ne kadar egolu bir manyak olduğunu kanıtlıyordu. “Sonra da sıcaklamayacak boynum.”

Elini havaya kaldırıp duvara asılı duran klimayı işaret etti. “Klima dedin, açtık Miraycığım. Odamı en çok neresi esiyorsa oraya alın, dedin, onu da yaptık.” Gözlerimi devirdim. “Kız sen daha ne istiyorsun ya? Ne bitmek tükenmek bilmeyen isteklerin var senin? Şu klimaya kaç bin para döktüm, haberin var mı? Gözün doysun be!”

“Ay tamam kes,” diyerek masamın üstünde duran dosyalardan birini alıp yüzüme hava yaptım. “Keşke Ankara’da kalsaydım… Ya daha ilk haftadan İstanbul’un laneti peşimi bırakmadı!”

Aykut “Yani Miraycığım, Ankara ile İstanbul arasında pek bir fark yok ama sen bilirsin. UYAP bence bozuk bu aralar,” diyerek kucağındaki laptopu havaya kaldırdı. “Sen icraya kaçta gittin? Yine gider misin? Dosya talebi hâlâ görülmemiş.”

“Yine mi?” dedim çığlık atarcasına. “Bak, ben bu nemli İstanbul sıcağında ta icraya gidip oradaki müdürlerle saç baş girişmişim…” Biraz abartmıştım. “Yani ne yapmam lazım? Anlamıyorum ki! Avukat mıyım ben yoksa dert babası mı? Anlamıyorum ya! Şu kadın da telefon ediyor, ediyor, sonra da sesi gelmiyor. Anlamıyorum ki… Nerede oturuyor da telefonu çekmiyor, çok merak ediyorum.”

Sayer Hukuk’un Ankara’daki şubesinde bir süredir ben duruyordum, daha doğrusu başında ben duruyordum. Koray’ın duruşması 12 Eylül’deydi, bu yüzden yaklaşık bir aydır buradaydım. Ankara’daki şubede batmak üzere olduğumuz için de Aykut ve babası, oradaki şubeyi kapatmak istemişlerdi. Hem İstanbul’da çalışmam gerektiği için hem de Koray’ın duruşmasına daha düzgün hazırlanabilmek için bir ay önceden gelmiştim. Üç haftalık bir kafa tatilinin ardından işime geri dönmüştüm, bir aydır Sayer Hukuk’un İstanbul şubesindeydim; yani eski iş yerimde. Tabii bu kez geçmiş senelerdeki gibi değildi durum; Aykut artık bana karşı sempati duyduğu için mevkiim daha da yükselmişti büro içerisinde, daha mutluydum.

Son zamanlarda hayatımdan memnundum çünkü ailemden uzak kalmak, bana epey iyi gelmişti. Onları çok özlüyordum fakat özlem duymak, onlara olan saygımı ve sevgimi korumamda çok katkı sağlamıştı.

17 Eylül 1998’de olanlar dolayısıyla anneme ve babama çok kırgındım.

Koray cezaevindeydi çünkü hâlâ tam olarak itiraf edememişlerdi yangın gününü. Dosya büyük bir karmaşa içerisinde bir o savcıya bir bu savcıya gidip duruyordu ve bu durumdan da çok sıkılmıştım. Sükunetimi koruyup meczup olmamama sebep olan tek sonuç, Behzat denilen şerefsizin yaklaşık bir senedir hapislerde sürünüyor olmasıydı. Hâlâ azmettiricilikten tutuklu yargılanıyordu, bir de özel hayatın gizliliği suçundan en az 3 sene yatarı vardı, bu yüzden bir nebze rahattım… Fakat nedense… İçimde garip, değişik bir his vardı ve bu hissi sadece 17 Eylül’ün yaklaşmasına bağlıyordum.

Sanırım korkuyordum.

İlkhan hâlâ dışarıdaydı, elini kolunu sallayarak gezebiliyordu.

“Miraycığım, nur topu gibi bir ceza davan oldu, al bakalım,” diyerek önüme dosya yerleştiren Aykut’a bakarken gözlerim kısıldı. “Davayı açmaya gidersin artık bugün, hadi.” Ayağa kalktıktan hemen sonra arkasını döndü. “Ha bir de geçen bana gelen ceza davasını sana devredeceğim, bugün halledeceğiz onu müvekkille.”

İsyan edercesine “Bana bunu yapamazsın,” dediğimde güldü.

“Niyeymiş efendim? Bir haftadır boş boş oturduğun için kızmıyor muydun? Üç haftalık mükemmel tatilin sayesinde tüm çileyi ben çektim, ben!” Öfkeli bir nefes verdi. “Git, fezlekeyi oku, gel.”

Gözlerimi yumdum. “Peki başka, Aykutçuğum? Ha? Başka bir emrin var mı? Ya daha geleli iki saat oldu, azıcık dinlenmeme fırsat bile vermedin!”

Sırıttı. “Ücreti sana yollayacağım, dosyaları da masamın üstünden alırsın.” Ofladı. “Bak, bu hafta çok yoğunum Miray çünkü Almanya’dan teyzem gelecek. Biliyorsun, annem kadar kıymetlidir benim için. Kendisine İstanbul’u gezdirmem gerekiyor. Senin zaten inanılmaz bir gücün var, inanılmaz bir zekân var… Çünkü benimle ekipsin!”

Aykut’un sözlerinden gına gelince oturduğum masadan kalktım. “Nerede dosyalar? Evraklar falan? Git, getir odandan! Onunla mı uğraşacağım ya bir de?” Aykut, telefonuna bakarak odadan çıktı, çıkarken de kapıyı açık bıraktı. “Bari davadan bahsetseydin de alıp almayacağıma ben karar verseydim! Aykut!”

Masanın üstünde duran beyaz, deri çantamı koluma taktıktan sonra masanın üstünden telefonumu alıp odamdan çıktım.

Aykut, odasının kapısını açık bırakarak bana seslenince koridordaki meslektaşlarıma selam vererek Aykut’un odasına doğru ilerledim. “Al bakalım Avukat Hanım.” Yanına vardıktan sonra dosyayı ve evrakları elime tutuştururken yüzümdeki memnuniyetsizliğe kısa bir bakış atıp kıkırdadı. “Ben senin patronunum Miraycığım, emirlerime uymak zorundasın.”

“Aykut, şakanın sırası değil, bak,” dedim ciddiyetle. “Tamam, bu davaları alırım ama başka dava alamam. Biliyorsun, Koray’ın duruşmasına iki hafta kaldı. Bir yandan tanıkları bulmaya çalışırken diğer yandan savunma için çok emek veriyorum, zaman harcıyorum. Geçen gün boş durduğumu söylediğim sözler de şakaydı.”

Aykut, bir anda duygusal bir ifadeyle bakmaya başladı. “Tamam, eğer meşgul olursan senden alacağım o davaları. Fakat sanmıyorum…” Takvimi kontrol etti. “Açacağın davanın duruşması ööh… Ekimi bulur bence.”

“İyi, tamam…” dedikten sonra dosyaları çantama sıkıştırdım. “Bu fezleke göreceğim dava neydi? Trafik kazası mıydı?”

Aykut’un bir anda yüzü bozuldu, garip garip bakışlar attı. “Ups…” diyerek arkasını döndü. “Ben detayları sana adliyeye vardığında göndereceğim. Hadi canım, görüşürüz!” diyerek beni başından savdı.

“Sen bir işler çeviriyorsun Aykut ama umarım hoşuma gitmeyen şeyler karıştırmıyorsundur.” Aykut sırıttı. “Görüşürüz.”

Aykut, “Ay, sonra hemen evine geçebilirsin canım iş arkadaşım!” diyerek tatlı gözükmeye çalıştı. Ben bunları yemezdim de dua etsin bir an önce eve gitmek istiyordum, yoksa sorgulardım onu. “Buraya tekrar gelmene hiç gerek yok!”

Adliye, Sayer Hukuk’a on beş dakika yürüme mesafesinde olduğu için yürümeyi tercih ettim. Toplu taşıma kullansam daha uzun sürerdi, taksi desen onu beklemesi bile on beş saat olurdu. Yolda boş taksiyle karşılaşsam neyse de o da imkânsıza yakındı. Bu yüzden yaklaşık on beş dakika boyunca yürüdüm.

Adliyeye de uzun zamandır gelmiyordum. Buradaki duruşma anılarım çok başkaydı, bu nedenle bahçesine girdiğim an bile zihnimde binbir türlü anı ve hepsinin hissettirdiği duygular canlanıyordu.

Muhtemelen Erkin, Varan Alp, Ceyda… Herkes hâlâ buradaydı.

Avukat girişinden adliyeye girdikten sonra önce tevzi bürosuna uğradım ve memurun masraf çıkarmasını bekledim. Aykut’a mesaj gönderdim; dosyayı incelemem gereken savcıyı sordum, tabii dosyanın detaylarını da istedim ama birkaç dakika boyunca cevap vermedi.

Daha sonra vezneye giderek masrafları ödedim, tam o sırada da Aykut bana mesaj gönderdi. Hâlâ gider avansları ve harç ile ilgilendiğimden ötürü telefona bakamadım. Sayman mutemedi alındılarını aldıktan sonra tekrardan memurun yanına yürüyüp memurun dosyayı sisteme kaydetmesini bekledim.

“Buyurun,” diyerek tevzi formunu uzatan memura gözlerimi kırparak teşekkür ettim. Mahkeme ve dosya numarasını kontrol ederken ise Aykut’un attığı mesaja dönmek için dosyaları çantama sıkıştırdım, sonra da telefonumu çıkarıp herhangi bir bekleme koltuğuna geçip dosyanın detaylarını okudum.

Aykut’u aradım. “Alo?”

“Efendim Miraycığım?”

“Aykut davanın savcısını yazmamışsın. Diğer davayı açtım bu arada…” Ayağa kalkıp asansöre doğru ilerledim. “Hangi kattaydı bir de? Savcıyı soruyorum, duydun mu?” Asansörü çağırınca Aykut’tan ses seda gelmedi. “Orada mısın? Hey!”

Şey…” dedi Aykut da ama pek duyamamıştım. Sesi boğuk geliyordu. “Şeyde.”

“Ya hadi söylesene Aykut! Kaçıncı kat? Asansöre bineceğim şimdi!”

Asansör gelince içeriye geçtim, bayağı kalabalıktı. Aykut’un telefondan kısık gelen sesi, “Dava şeyde ya, Varan Alp’te…” dediği an gözlerimi belerttim. Asansörün kapısı kapanınca başımı katların bulunduğu tuşlara çevirdim, daha sonra ikinci kata bastım. “Miraycığım adli tatil girdi araya, dosya ta haziranda falan soruşturmaya açıldı, sonra şey…

Boğazımı temizledikten sonra “Ben zaten böyle olacağını biliyordum,” diyerek sonra kızmak üzere telefonu Aykut’un yüzüne kapattım.

İkinci katta indiğim an Aykut’a o kadar öfkeliydim ki gerilecek ya da heyecanlanacak kadar duygu yeri kalmamıştı içimde. Sadece Aykut’un yanına gidip bütün evrakları ve dosyaları kafasına atmak istiyordum, o kadar.

Varan Alp’le aylardır konuşmuyordum, üstelik ona bıraktığım depresyon kokulu mektubu da bir türlü unutamıyordum! Utançtan geberecektim! Ayrıca okumamış da olabilirdi… Ama bence okumuştu çünkü illaki çöpte de olsa bir şeyler yazıldığını fark ederdi, alıp okurdu, kaçmazdı ondan.

Savcı koridoruna girdikten sonra biraz yürüdüm; malum, epey uzun bir koridordu. Varan Alp’in odasının önünde durunca kapının önünde bekleyen kalabalığı fark edip kaşlarımı çattım.

“Pardon,” diyerek kapının önünde dikilen kadına doğru bakıp gülümsedim. Muhtemelen kalem memuru olan bu kadını tanımıyordum. “Siz kalem memuru musunuz?”

“Hayır,” diye sertçe karşılık veren kadın, kaşlarımı çatmama sebep oldu. “Komiser Halegül Ulutaş ben, cinayet büro,” deyince sesli bir nefes vererek arkamı döndüm. “Siz? Savcıyı mı göreceksiniz?”

Varan Alp’in adının yazılı olduğu kapıya bakarken az biraz heyecanlanmıştım. “Ben adli tatilden hemen önce açılan bir dosyanın ayrıntılarını incelemek için dava dosyasını görmeye geldim. UYAP bozuk, soruşturma dosyasını inceleyeceğim.”

“Yani savcıyı göreceksiniz,” dedi kısaca.

Zorla sırıttım. “Hayır, dosya inceleyeceğim,” diye düzeltince o da hafifçe gülümsedi.

“Savcıyı görmeden dosyayı göremezsiniz, Avukat Hanım.”

Gözlerimi devirdikten hemen sonra samimiyetsizce kıkırdadım. “Peki kalem memuru içeride mi? Sizin bir bilginiz var mı?”

Kadın sesli bir nefes verdi. “İçeride bir şüphelinin ifadesi alınıyor, birazdan çıkarlar.” İlerideki bekleme koltuğunu işaret etti. “Şurada bekleyen siyah gömlekli adamı görüyor musunuz?”

Bekleme koltuğuna baktım. “Evet?” dedim mana veremeyerek. “Niye?”

“Kendisi de avukat, birazdan müvekkiliyle ifade vermek için içeriye girecekmiş.”

Sıcaktan ve stresten ter basınca kadını dinleyemedim bile.

Komisere tekrardan döndüğümde beni sağ tarafıma doğru döndürdü bu sefer. “Bak, şu kadın da savcıyla görüşmek için bekliyor,” derken ses tonunda bir nefret olduğu aşikârdı. Dümdüz dönmemi sağlayınca ise sertçe yutkundum. “Ve…” dedi son noktayı koyar gibi. “Bir polis memuru savcıyla görüşmek için, muhtemelen başka bir dava, kendisi de bekliyor. Beşinci sırada da siz varsınız, Avukat Hanım.”

Geldiğime pişman olmuştum.

“Zaten Halegül Komiserim, bir avukatın en büyük sınavı nedir?” dedim güleç olmaya çalışarak.

“Nedir?” dedi gayet rahat bir şekilde.

“Beklemek.” Otuz iki diş sırıttım. “Beklerim tabii ki. Yalnız…” Etraftakileri işaret ettim. “Üç ayrı kişiden bahsettiniz ya, ben dördüncü sırada olmuyor muyum?”

Kaşlarını yukarıya kaldırdı. “Önce ben gireceğim içeri.”

“Şey,” dedim pazarlık yapar gibi. “Siz sıranızı bana verseniz, yani içeriye beraber girsek…” Komiser, söylediklerimi komik bulduğu için bıyık altından gülmeye başladı. “Ama neden gülüyorsunuz ki şimdi?” Ofladım. “Şimdi ben dosyaya bakacağım ya, sadece izin alıp kalem odasında da inceleyebilirim. Yani benim alabileceğim maksimum süre, on beş saniye. On beş saniye için bir saat bekleyeyim mi?”

“Bekleyin,” diyen mavi gözlü komiser, zorla gülümsememe sebep oldu.

“Teoman’ı tanıyor musunuz? Teoman Komiser… O da cinayet bürodan.”

Başıyla onayladı. “Evet de… Hayırdır?”

“Kendisi eniştem,” diyerek saçlarımı biraz geriye attım. “Sizi de daha önce emniyette görmemiştim. Yenisiniz sanırım.”

Bana doğru bir adım atıp “Sana ne yazık ki torpil geçemem, avukat. Yani erkek bir komiser olsa karşında belki güzelliğinden etkilenebilirdi ama bana sökmez o oyunlar. O yüzden…” deyip ta ilerideki bekleme koltuklarını işaret etti. “Siz de bekleyeceksiniz.”

“Yanlış anladınız ya… Ne torpili? Aşk olsun…”

Zorla gülümsedi. “Öyle anladım, hadi, bekleme koltuğuna geçin de daha fazla yorulmayın.”

“Aman ne güzel…” Kendimi işaret ettim. “Neyse, en azından iltifat ettiniz komiserim. Bu da bir şey…”

Eskiden olsa on saniyede içeri girerdim.

Telefonumu çıkarıp önce birkaç haber okudum, ardından üstten mesaj gelince mesajlar kısmına girdim. Aykut’un attığı mesajı okudum:

AYKUT SAYER: Miraycığım, adliyedeki savcı arkadaşımın kalemi, Varan Alp’in kaleminin çıkardığı dosyalara bakarken geçen haftaki davanın maktulünün kimliğine ulaştıklarını söylemiş. Maktulün kimliğini öğren.

Varan Alp’in odasının kapısının önünde bir hareketlenme fark ettiğimde direkt ayağa kalktım ve o komiser kadının yanına yürüdüm. Benimle beraber kapıdaki diğer avukat ve ifade vermeye gelen kadın da odaya doğru yürüyünce aralarında sıkışıp kaldım.

Kalem memuru kapının önündeki kalabalığı fark edince “Hanımlar beyler, biraz açılın!” deyip bekleme koltuklarını işaret etti. Gözlerimiz kesişince beni gördüğünde önce tanımadı, ardından gözlerini belerterek bir içeriye baktı bir bana. Aynı kalem memuruydu. Boratlardan biri beni tam da burada tehdit ettiğinde yanımda bu kalem memuru duruyordu, beni tanımıştı.

Yanıma doğru yürüyüp “Savcım şu an meşgul,” dedi kısaca.

“Biliyorum,” dedikten sonra ona doğru bir adım attım. “Aslında siz içeriye girip savcıya sorsanız, bir dosyayı incelemek istiyorum da... Bir de maktulün kimliği belirsizdi, ben de davada müdafiyim; öğrenebilir miyim mümkünse?”

Kalem memuru, “Ha siz dava için mi?” deyip diğer gelenlere tek tek baktı. “Avukat Hanım, sırayı bozmayalım şimdi ama ben bir savcıma sorayım. Eğer kalem odasında incelemenize müsaade ederse orada incelersiniz. Bir arkadaşı yönlendiririm sizin için.”

“Tamam, sorun siz,” diye cevapladım.

Kalem memuru, “Avukat Bey! Siz ifade vereceksiniz, değil mi?” diyerek siyah gömlekli adama döndüğünde bıkkın bir nefes verdim. Sıcaktan ve stresten bayılacaktım.

Odanın önündeki hareketlenme asla bitmiyordu. Yaklaşık yirmi dakikadır hatta belki de yarım saattir bir o bekleme koltuğunda bir bu duvarda bir koridorun sonundaki pencerenin önünde bekleye bekleye ağaç olmuştum.

Siyah gömlekli olan avukat içeriye girememişti bile.

“Pardon,” dedim gülümseyerek. Adam başını kaldırarak bana bakınca “Benim içeride gerçekten çok ufak bir işim olacak. Sizden önce içeriye girsem? Hem… İfadeler malum, uzun sürüyor,” diye açıklamaya çalıştım kendimi. “Ben de artık eve gitmek istiyorum.”

Avukat, az önce komiserin dediğinin tam tersi bir tepki vermişti: “Yok artık! Meslektaşız, anlıyorum ama biz de neredeyse kırk dakikadır şurada bekliyoruz! Biz de eve gitmek istiyoruz herhalde…”

Oflayarak geriye çekildim. “Maktulün kimliğini öğrenip dosyayı inceleyecektim!”

“UYAP’a yükler savcı, beklemeyin.”

“Aman…” dedim ve yalandan bir alkış tuttum. “Gir bakalım UYAP’a girebiliyor musun? Ayrıca bak.” Etraftaki kalabalığı gösterdim. “Vakit bulacak da UYAP’a bilgi mi girecek?”

“E girmek zorunda ama…” dediğince cinnet geçirmek üzereydim. “Bekleyin bir zahmet.”

“İyi be!” dedim, sonra da karşıdaki bekleme koltuklarına geçtim. Bu kalem memuru da ifade yazmaktan benimle ilgilenememişti herhalde.

Odanın kapısı tekrardan açıldı, bu kez de içeriden az önce gördüğüm komiser çıktı. Kalem memuru, kapının önünde durup “Iıı, Sayın Savcım!” dedikten hemen sonra içeriye doğru döndü. Sanırım artık söyleyecekti. “Geçen hafta gelen cinayet vakasındaki müdafilerden biri dosyayı incelemek ve başka bir dosyadaki maktulün adını öğrenmek istiyor. Kalem odasında incelesin mi?”

Aylar sonra ilk kez Varan Alp’in sesini duydum. “Beklesin,” dedi sadece.

Gözlerimi devirerek gülünce kalem memuru, “Ama savcım, şey,” diyerek bir kapının karşısında oturup bekleyen bana bir de içeride, muhtemelen masasında oturan Varan Alp’e baktı. “Şey yani, bu kişi…”

“İfade verecek şahsı içeri al. Avukatı var mı?” diyerek az önceki diyaloğu umursamadı Varan Alp.

Kalem memuru -adını neden bilmediğimi ben de bilmiyorum- bekleme koltuğunda ağaç olmak üzere olan siyah gömlekli avukatı sonunda içeriye davet etti. “Buyurun, sıra sizde.”

“Of… Siz de ifade verecekseniz emniyette verin,” dediğim an müvekkili de avukat da arkasını dönüp negatif cümlelerime bir mana vermeye çalışır gibi beni süzdü.

Avukat biraz tersti sanırım, “Saçmalamayın. Savcı çağırdı,” dedi sertçe. “Gerçekten mesleğimden soğumaya başlıyorum senin gibiler yüzünden ya! Azıcık beklesen ne olur acaba?”

Olay çıkarma Miray.

Sakin ol Miray.

Öfkeyle ayağa kalkan zararla oturur ama ne yapayım, ben de böyleyim? Asabiyim ben!

“Pardon ama sen mi bana mesleğimi öğreteceksin?” diyerek karşısına kadar yürüdüm.

Kalem memuru, “Savcım Avukat Hanım baksın mı dosyaya? Epeydir bekliyor,” dedikten sonra sakinleşmem için gülümsedi.

Varan Alp’i hâlâ görmüyordum çünkü masası, kapının solunda kalıyordu.

Siyah gömlekli kaba adam “Senin öğrenemeyeceğin belli zaten. Ben kazanmayacağım oyunu oynamam,” diyerek beni tekrar aşağıladı.

“Çık şuradan ya,” diyerek artık öfkeden ne yapacağımı şaşırdım ve sadece bir soru sormak için kırk dakika beklediğim odaya sonunda girdim. Komiser kadın hâlâ çıkmamıştı, bir dosyayı elinde tutarak kapının önünde bekliyordu.

Başımı soluma doğru çevirdiğim an Varan Alp’in kaşlarını çatarak bana baktığını fark ettim. Bayağı bronzlaşmıştı, demek ki tatilden yeni gelmişti.

Onu aylar sonra ilk kez gördüğüm için oldukça tuhaf hissederken çaktırmamak için az önce kapının önünde konuştuğum komiser kadına doğru kısa bir bakış attım.

“Aha, geldi saatli bomba,” diyen komiser kadın, beni işaret etti. “Bekle dedik, savcının işi var.”

Varan Alp’le neredeyse on beş saniye süren kısa bir bakışma yaşadıktan sonra derdimi anlattım: “Sadece maktulün kimliğini öğreneceğim ve dosyayı inceleyeceğim, müsaade var mıdır?” diye sorunca bile sesi soluğu çıkmadı Varan Alp’in. Sanırım ablam ya da eniştem İstanbul’a döndüğümden bahsetmemişti.

Komiser kadın, “Savcım ben çıkayım o zaman,” dedikten sonra kalakaldı çünkü Varan Alp hâlâ bana bakıyordu, hem de trene bakan öküz gibi. “İşimiz bittiyse…” dedikten sonra tuhaf bakışlar atarak odadan ayrıldı.

Varan Alp yine bir şey söylemeyince kalem memuru, kapıdakilere bir açıklama yapar gibi “Avukat sadece soru sordu, iki dakikaya çıkar.” deyip kapıyı kapattı.

Kapı üstümüze kapanınca “Evet?” dedim cevap vermesi için. “Bakabilir miyim dosyaya? Kimmiş maktul?”

Bu da bir dakikadır bende bakacak neyi bulduysa… Sadece saçıma perçem kestirmiştim, onun dışında bütün fiziksel özelliklerim aynıydı. Sanki aradan on beş sene geçmiş gibi bakması pek hayra alamet değildi.

Zorla gülümseyerek “Size kal mı geldi, savcım? Ben tam anlayamadım ama… Ona göre ambulans çağıracağım da…” deyince sonunda gözlerini üstümden çekip kapıyı işaret etti.

“Sıranızı bekleyin,” deyince bu cümleyi kuracağından adım gibi emin olduğumdan hemen kabullendim.

“Sadece soru sordum,” dedim kibar olmaya çalışarak. “Sıcaktan öleceğim.” Elimle yüzüme hava yapmaya çalışırken bile hayretle beni izliyordu. “Kalem odasında baksam? Yani dosyanın çok bir gizliliği yok herhalde. Merak etmeyin, fotoğraf falan çekmem.”

Cümlesini yineledi: “Sıranızı bekleyin, burada bakarsınız.”

“İyi,” dedikten sonra kapıya doğru ilerleyip kapının kulpuna tutundum. Arkamı döndüğümde başını masaya doğru eğdiğini ve dalgın bir şekilde tek bir noktaya odaklandığını fark ettim. Sanırım az önce gerçekten de kal gelmişti.

Kapıyı açmadan önce son kez ona baktıktan sonra sonunda odadan çıktım.

Karşımdaki gerzek avukat, bana yalandan bir alkış tuttu.

“Ne yaptın ne ettin, girdin içeriye. Bravo gerçekten,” dedi gıcık bir dille.

Gülümseyerek “Mesleği öğretecek yetin yok, bari öğrenecek kafan olsun,” dedim gıcıkça. Koluna çarparak yanından ayrılınca oflayarak içeriye girdi.

Koridorun karşısına doğru geçerken önümden gölge gibi geçen Erkin’i gördüğüm an şaşkınlıkla arkasından bakakaldım, sanırım beni fark etmemişti.

“Erkin Savcım!” dediğimde önce durdu, sonra da kaşlarını çatarak arkasına baktı.

Gözlerine inanamıyormuş gibi “Oo?” dedi ve ağır ağır yanıma yürüdü. “Ooo,” diye tekrarlamasının hemen ardından gözleri, Varan Alp’in odasına kaymıştı. Sonra tekrar bana döndü. “Hoş geldin Miray. Ne yapıyorsun burada ya?”

“Geri döndüm,” dedim kısaca.

“Nasıl yani?” Tekrardan Varan Alp’in odasına doğru. “İstanbul’a geri döndün… Gerçi Koray’ın duruşması yaklaşıyor ama biz o gün gelirsin diye düşünmüştük.”

“Siz?” diye sorunca sırıttı.

“Ben ve Teoman. Teoman bana bahsetmedi senin temelli döndüğünden. Hayırdır?” Göz ucuyla tekrardan Varan Alp’in odasına doğru döndü. “Onunla konuşmaya mı geldin?”

“Aslında tesadüf. Aykut bana bir dosya devretti, ben de incelemeye geldim. Şansa bak… Varan Alp davanın savcısıymış. Neyse, öyle işte… Bir de o yanımda olmadan incelememi uygun görmedi, bekliyorum ben de.”

Gözlerini belertti. “Görüştünüz yani.”

“Şimdi çıktım odasından.”

“Nasıl davrandı sana?” diye sorunca aralarının hâlâ açık olduğunu düşündüm. Ara ara ablama soruyordum ama o da pek bilgi sahibi değildi bu konuda.

Bilmiyormuş gibi ellerimi havaya kaldırıp indirdim. “Mahkeme duvarı gibi bir suratı var ya kendisinin… Sükûnet fışkıran Varan Alp!” Gülümsedim. “Sıranızı bekleyin, bakarsınız, dedi. Ama önce tabii biraz şok oldu. Yaklaşık bir dakika birbirimize baktık.”

“Bana karşı hâlâ soğuk bir tavrı var ama Teoman da o günkü meseleleri gizlediği için, dolayısıyla abisine küsemediği için otomatikman bana da pek küsemedi,” diyerek yakınmaya başladı. “Bu arada,” dedi beni işaret ederek. “Şimdi işim var. Bir ara yanıma uğrarsın, adliyeye geldiğinde.”

“Tamam.”

Erkin, koridorun sonundaki odaya girince ben de tekrardan Varan Alp’in odasına doğru döndüm. İfade verecek tek bir kadın kalmıştı, aslında onun neden geldiğini tam bilmiyordum ama öylece duruyordu işte.

Siyah gömlekli, gıcık avukat ve müvekkili sonunda Varan Alp’in odasından çıkınca en son, yanımdaki kadınla tek kaldım. Kalem memuru, yanımdaki kıvırcık saçlı kadına bakarak “Buyurun,” deyip içeriyi işaret etti.

Kadın epey süslenmişti, üstelik benden gençti ya da benimle yaşıt gibiydi. Avukat olabilirdi ama komiser, bana avukat olduğundan bahsetmediği için bu ihtimali eliyordum. Hem avukat olsa kesinlikle az önce bana o da sataşırdı ya da tam tersi, beni korurdu. Muhtemelen bir dava için konuşmaya gelmişti.

Kapının kapanmasının ardından üç dört dakika geçene kadar içeriden ses soluk çıkmadı. Kalem memuru, içeriden çıktığı an ben de ayağa kalktım fakat kıvırcık saçlı kadın çıkmadan kapıyı kapatınca öylece kalakaldım.

“Pardon,” diyerek adama doğru yaklaştım. “İfade ne kadar sürecek? Biliyor musun?”

“İfade vermiyor,” diyen kalem memurunun elindeki belgeleri ifade zannetmiştim. “Ama şimdi çıkar herhalde, bekleyin siz. Sizin dosyalarınızı da getireceğim şimdi.”

İçeride ne yaşandığını merak edince “Adınız neydi sizin?” diye sordum tatlı görünmeye çalışarak.

“Niyazi,” deyip kafasını salladı. Masum, saf ve güvenilir bir adama benziyordu. “Siz de Miray.” diyerek beni işaret etti. “Unutmadım.”

Muhtemelen otuzlu yaşlarının başındaki bu adam, komik gelmeye başlamıştı.

“İçerideki hanımefendi ne zaman çıkar? Sıcaktan buharlaşmak üzereyim de… Bir bilginiz var mı?”

Niyazi, “Yok, bilmiyorum…” dedikten sonra dudaklarını büzdü.

“Ha sohbet ediyorlar yani!” Delirmeme ramak kalmıştı. “Yani dışarıda sohbet etseler olmuyor mu? İlla makamında mı ağırlaması gerekiyor arkadaşını?”

“Bana daha fazla soru sormayın,” dedi kibarca. “Ben de dava dosyasını getirmeye gideyim.”

Gülümseyerek yanımdan ayrılınca koridorda bir başıma kaldım, birkaç saniye sonra da odanın kapısı açıldı. Kıvırcık saçlı süslü kadın, odadan ayrılırken “Hoşça kalın!” dedi büyük bir enerjiyle.

Gülümseyerek kadına yol verirken “Buyurun,” der demez kadın, yanımdan geçip gitti. Kapıyı çalmadan içeriye girdim, kapıyı kapattım ve Varan Alp’e pek bakmadan kendimi direkt masasının önündeki sandalyelerden birine bıraktım.

Sıcaktan geberecektim.

“Ay bu odada klima yok mu?” diye sorup saçlarımı arkadan elimle toplayıp enseme hava yaptım.

Varan Alp’le göz göze geldiğimizde, bana sıkıntıyla baktığını fark ettim. “Var,” dedi, gözlerini de arkamdaki duvara asılı klimaya yöneltti.

Başımı kaldırıp bakarken “Bozulmuş bu klima. Sen bir baktır buna,” deyip saçlarımı serbest bıraktım. Çantamı omuzumdan çekip içindeki belgeleri daha da sıkıştırırken yer kalmadığını fark ettim ve dosyaları tek tek çıkardım, önümdeki küçük orta sehpaya bıraktım.

Aslında bir yandan da Varan Alp’in bana olan bakışlarını kontrol ediyordum ama çaktırmamaya özen gösteriyordum. Onu unuttuğumu düşünmeliydi.

Çantamın içindeki makyaj çantamı elime alıp içeriden parlatıcımı çıkardım ama rujum yere düştü. Oflayarak rujumu yerden aldıktan sonra kafamı kaldırıp Varan Alp’e doğru döndüm. Ben ona bakar bakmaz gözlerini kaçırdı ve başka bir tarafa bakmaya başladı. Sıkıntılı gibi gözüküyordu.

Kapı iki kez tıklandıktan sonra açıldı.

Niyazi gelmişti: “Savcım, dosyayı getirdim.”

Niyazi, dosyaları önüme bırakırken son kez Varan Alp’e döndü. “Masaya bırak dosyayı,” dedi Varan Alp de.

Niyazi odadan çıkar çıkmaz üfleyerek dosyayı elime aldım ve arkama yaslanarak incelemeye başladım.

“Onu masaya bırakır mısınız?” deyince kaşlarım çatıldı.

“Pardon?” dedim anlamayarak. “Okuyorum.”

“Masada okuyun,” deyince kaşlarımı çattım.

“Pardon da…” dedim ikinci kez. “Aradaki farkı pek anlayamadım.”

“Masada okuyun,” diye ısrar edince sırıttım.

İnat etmemek için “Neyse,” dedikten sonra dosyayı masaya bıraktım. “Sanki dosya böyle bir pozisyondayken fotoğrafını çekebilecekmişim gibi…” Küçümser bir bakış attım.

“Yok, her an üstüne kırmızı mürekkep ya da ruj lekesi bulaşabilir de ondan dedim,” dedikten sonra o da başını bilgisayara doğru çevirdi.

Aman… Yesinler tribini…

Maktulün kimliğini incelerken “Çok da küçükmüş ya,” dedim ve birkaç kez cıkladım. “Yirmi yaşındaymış daha.” Aklıma Koray gelince ofladım.

“O yüzden müşteki vekili değil de müdafi olarak dosyayı inceliyorsun,” diye dalga geçtiğinde kaşlarımı havaya kaldırdım.

Dosyayı kapattım. “Ortada delil yoksa suçlu da yoktur ya hani… Bir suçluyu savunmuyorum ben, savunulma hakkı olan bir insanı savunuyorum.”

“Tabii,” dedi ve başını tekrardan bilgisayarına çevirdi.

Sinirlendiğim için odadan çıkmamaya karar verdim. Bacağımı bacağımın üstüne atıp dosyayı elime aldım, inceliyormuş gibi yapınca başını hızlıca bana doğru çevirdi.

“Masanın üstünde incelemeyecekseniz dosyayı alayım artık.” Elini, bana doğru uzatınca gülümsemekle yetindim. “Dergi değil o, soruşturma dosyası.”

“Şansa bak ki ben de magazinci değilim, avukatım.” Ama yine de dosyayı masaya bıraktım. Eli havada kaldı, daha sonra elini de geri çekti.

Bir iki dakika boyunca diğer dosyayı inceledim, iyice okuduktan sonra da masaya bıraktım.

Ayağa kalkarken çantamı bıraktığım yerden aldım ve “Size iyi günler,” derken yakasındaki kırmızı lekeyi fark ettiğim an beynimden vurulmuşa döndüm.

Sözde unutmuştum. Bu beynimin verdiği aptal tepki neydi şimdi?

O da “İyi günler,” deyince arkamı döndüm ama adımlarım yine durdu.

Tekrardan ona doğru dönünce telefonunu yatay çevirdiğini fark ettim, yakasını işaret ettim. “Şey,” dedim ve masaya doğru yürüdüm. İşaret parmağımı fark edince önce omuzuna baktı, sonra da gömleğine tamamen. “Yakanda galiba şey var.”

Ruj lekesi gibi duruyordu.

Ya da mürekkep.

“Ne?”

“Mürekkep gibi bir şey,” dediğimde kaşları çatıldı. “Tam, bak, şu tarafta…”

Telefonunu masaya bırakıp ayağa kalktı, sonra da yanıma yürüdü. Çenesindeki hafif yara izini yeni fark ediyordum, muhtemelen ruj lekesi falan da değildi, tıraş olurken çenesini kanatmış olmalıydı.

Rahat bir nefes verdiğim an, dibimde bitti ve “Dosyanı unuttun,” deyip ellerini havaya kaldırarak dosyalarımı işaret etti.

“Aaa,” dedim sahte bir şaşkınlıkla. Az önce rujumu düşürdüğüm sırada sehpaya bıraktığım dosyaları çantama geri koymayı unutmuştum. “Sıcaktan beynim uyuşmuş, ondandır.”

Dosyaları çantama sıkıştırıp kapıya doğru yürüdüm, sonra da “İyi günler,” dedim tekrardan.

Konuşmasına izin vermeden kapıyı direkt kapattım.

 

 

 

 

Bölüm : 17.09.2025 20:33 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...