40. Bölüm
Esma Tonguc / 17 EYLÜL / 39. EYLÜL PARADOKSU

39. EYLÜL PARADOKSU

Esma Tonguc
esmatonguc

 

INSTAGRAM - esmatonguc

 

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

ON YEDİ EYLÜL (III)

39. BÖLÜM: “EYLÜL PARADOKSU”

⚖️

“Ölmek için doğduk ve yeniden doğmak için mi öldük?”

Kendimi çok çaresiz hissediyordum ve çaresiz kalmak, benim için güçsüz kalmakla eş değerdi. Her çaresizliğimde beynimde şiddetle yankılanan hüznün ayak seslerini duymak, hâliyle gücümü fazlasıyla alıyordu. Kapana kısılmış gibi hissettiğimde, zihnim ve kalbim de mahkûmiyet alıyordu sanki. Etrafımdakileri pek duymuyordum, görmüyordum ve o an düşündüğüm kıyamet örgüsü neyse ona odaklanıp bile bile canımı sıkıyordum.

Tarihin tekrardan tekerrür ettiği gün takvim, bu kez 31 Ağustos gecesini işaret ediyordu. Saat bire gelmek üzereydi ve Mir Beyaz’ın HTS kayıtlarına, arabasının konumuna ve en son ne zaman ortalıktan kaybolduğuna ulaşılmaya çalışılıyordu. Kamil Savcı henüz gelmemişti.

Varan Alp hasta da olsa benimle beraber emniyete kadar gelmişti.

Ben neden sürekli sevdiğim insanlarla sınanıyordum? Bazen bunu söylemek korkunç bir düşünceymiş gibi geliyordu ama keşke ölen ben olsaydım, diyordum içimden. Ölen ben olsaydım ne bu kadar acı çekerdim ne de yakamı asla bırakmayacak bir eylül travmasını kendime kazandırmış olurdum. Toprağın altında olurdum ve ne derdim olurdu ne tasam. Keşke ilk cinayet deneyimlerinde bana o kamyon tamamen çarpsaydı da altında ezilip ölseydim!

Çok öfkeliydim, hem kendime hem de İlkhan denilen şerefsize. Şerefsiz puştun elini ayağını sallayarak dışarıda gezmesini, hâlâ benim uğruna senelerimi verdiğim kıymetli mesleğimin cübbesini giyebilmesini ve onun yerine ceza alan kişinin masum kardeşim olmasını kendi içimde asla kabullenemiyordum, kabullenmeyecektim de!

Buraya geldiğim gibi enişteme haber verdiğimde, bana eve varmak üzere olduklarını söylemişti. Eniştem direkt emniyete geçecekti.

Sarp gizli görevde olduğu için o da yoktu zaten, Korhan Amir de emniyette değildi ve muhtemelen gelmeyecekti. Gecenin bir vakti, birkaç polis memuruyla öylece duruyorduk, sadece Varan Alp vardı. Bir de Kamil Savcı gelecekti işte, o da davanın savcısı olduğu için.

“Sayın Savcım,” diyen tanıdık sese doğru dönmek için başımı hafifçe sola çevirdim. Kısa, deri ceketinin hemen altında görünen belinin sol kısmındaki silaha ve sağ tarafındaki polis rozetine baktıktan sonra mavi gözlerini üstüme diken kişinin Halegül Komiser olduğunu fark ettim. “Sorun nedir? Ekip arkadaşlarım, davadan birinin alıkonulabileceği şüphesi olduğundan bahsetti.”

“Evet,” dedim bitkin sesimle. Teoman’ın odasındaydık ve uzun masanın etrafındaki sandalyelere yerleşmiştik bile. Başladığımız yere geri dönmüştük yani. Daha sonra toparlanıp “Beni aradı, İlkhan,” deyince Halegül, başıyla onayladı.

“Tutuksuz yargılanan sanık, değil mi?”

O da sandalyelerden birine oturunca “Arayan şahsın kimliğini tam tespit edemedik, kendi sesini kullanmıyor,” diye araya girdi Varan Alp. Sesi hâlâ kötüydü fakat nedense telefon görüşmemden sonra bir anda canlanmıştı. “Ama Mir Beyaz Komiser’in sesini net bir şekilde işittik.”

Halegül’ün kaşları çatıldı. “Bir dakika, Mir Beyaz mı alıkonulmuş? Hayda! Benim ekibimden o!” Bana doğru döndü. “O senin süt kardeşindi, değil mi?”

“Evet, süt kardeşim.”

“Sıpalara bak, Mir Beyaz’ın kaçırıldığını söylememişler komiserlerine.” Kızgın bir bakışla ayağa kalktıktan sonra Teoman’ın odasından çıktı, Varan Alp ile yalnız kaldık.

“Sırf ayın on yedisinde,” derken doğum günümü söyleyemiyor oluşum oldukça manidardı. “Emniyette koruma altında olacağımız için önceden Mir Beyaz’ı kaçırdı.” Onu öldüreceğini düşünüyordum. “Belki de geleneğini bozacak. Mir Beyaz’ı öldürdükten sonra 17 Eylül’de karşımıza çıkaracak.”

Söylerken bile tüylerim diken diken olmuştu.

Varan Alp, söylediklerimi mantıklı bulmadığını belli ederek sağına doğru döndü ve derin bir düşünceye daldı. Buraya geldiğimizden beri pek konuşmamıştık hatta yolda bile çıtımız çıkmadı desem abartmış olmazdım.

Tam dudaklarımı aralayıp tekrardan lafa girecekken eniştemin sesini işittim, sanırım bizim nerede olduğumuzu soruyordu. Ayağa kalkmadan sandalyemi geri geri getirerek başımı kapıdan çıkardım, eniştemle göz göze geldik.

“Ne oldu yine?” diyerek yanıma yürüdü, sonra da odasına girdi. Kapıyı kapatır kapatmaz arkasını döndüğünde Varan Alp’i görünce “Burada mıydın sen?” diye sorup kaşlarını çattı. “Neyse,” dedi sonra da. Masadaki sandalyelerden birine geçti. “Anlat, ne dedi?”

Varan Alp, ben dudaklarımı araladığım an “Mir Beyaz’ı kaçırmış,” diyerek olayı en basit şekliyle anlattı.

“Tamam, onu biliyorum. Ne dedi telefonla konuşurken?” Bana döndü. “Hatırlıyor musun?”

“Eylülün on yedisine, son on yedi gün varmış. Geri sayım başlasın, diyerek saçmaladı işte…” Aklıma gelenler bunlardı. “Mir Beyaz da onu dinlemememiz gerektiğini söyledi, sesi çok sinirli geliyordu.”

“Sesin İlkhan’a ait olduğu belli oluyor muydu?” diye soran Teoman’ın sabrı pek kalmamış gibi ikimize bakması beni korkutmuştu.

Varan Alp, “Hayır,” deyince eniştem direkt ona doğru döndü. Hâlâ çok öfkeliydi.

“Saat kaçta aradı?” diye sorunca hemen cevapladım:

“Ben çıkmak üzereydim, o zaman aradı, tam bilmiyorum.” Göz ucuyla çaprazımda oturan Varan Alp’e baktıktan sonra enişteme tekrardan döndüm. “Ya saatin pek bir önemi yok zaten. Şu kayıtlar bir çıksın da… Bir de Mir Beyaz’la en son piknik günü konuşmuştum, o da pikniğe gitmeden olması lazım. Kaç gündür ortada yok.”

Eniştem, “Onun telefonu açıkmış aslında, sürekli çalıyormuş,” diyerek kaşlarını çattı. “O zaman telefonunu evde bıraktı.”

“Ya da unutmuş da olabilir,” dediğimde, işin çıkmaza girdiğinin farkındaydım. “Sitenin kamera görüntülerinden en son ne zaman çıktığına bakalım, sonra takip edelim.”

“Bence üstünden iki gün geçtikten sonra seni aramaları keyfi değildi, bunu planladılar,” diyen Varan Alp’e doğru döndüm. Haklı olabilirdi. “Bu yüzden kamera görüntülerinin ya da Mir Beyaz’ın içinde bulunduğu bir görüntünün var olduğunu düşünmüyorum. Çoktan yok etmişlerdir.”

Karaları bağlamamak için direnip “Yine de araştıralım, her suçlu bir yerde hata yapar,” dedim zorla da olsa.

“Tamam Miray, sen eve git hatta seni eve bıraksınlar. Seray’ın yanında kal,” deyip masanın üstünde duran telefonumu bana uzattı eniştem.

Anlayamadığım için gözlerimi kıstım. “Niye? Daha yeni geldim emniyete, ayrıca Kamil Savcı gelmeden hayatta gitmem bir yere!”

Telefonumu eniştemin elinden alıp cebime koyduğumda, “Seray yalnız mı kalsın Miray?” diye sordu beni ikna etmeye çalışarak. “Git yanına, kapıyı da kilitleyin ve uyuyun. Zaten merak ediyor, bugün de yüz defa sordu.”

İkilemde kalarak birkaç saniye duraksadım. “Tamam da İlkhan beni arıyor, benimle konuşuyor bir tek.” Cebimdeki telefonu tekrardan masanın üstüne bıraktım. “Belki tekrardan ulaşır.”

“Beni de aramıştı bir kez.” Başımı hızla Varan Alp’e doğru çevirdim. “Sen kaçırıldığında bana ulaştı, yani beni de aradı bir kez. Eğer seni ararsa ya bir şekilde kayıt al ya da bana ulaşmasını söyle.”

Eniştem de “Aynen öyle. Hadi,” dedi beni buradan yollamak istiyormuş gibi. “Ben söyleyeceğim, eve bırakırlar seni.”

Sıkıntıyla verdiğim nefesten sonra “İyi,” diyerek ayağa kalktım. “Ama gecenin dördü bile olsa her türlü gelişmeden haberim olacak.”

“Mir Beyaz’ın evine de girme, belki evinden almışlardır,” diye ekleyen eniştem, gerçekten bayağı umursuyordu sözlerimi. “Ben bir ekip yollarım, bakarlar.”

“Tamam,” dedim bıkkınlıkla. Sonra da emniyetten çıktım.

⚖️

Eve girdiğim andan beri beni soru yağmuruna tutan ablama verdiğim tek cevap, hiçbir şey bilmediğimdi. Yine de ısrarla soru sormaya devam ediyor, beni sıkıştırmakta da kararlı olduğunu iyice belli ediyordu.

Buraya geldiğimden beri sorduğu beşinci soruydu bu: “Peki şimdi Mir Beyaz’ı öldüreceğini mi söyledi?” Hayretle elini dizlerine vurduğunda oturduğum koltuğa sırtımı yasladım. Bir anda yeşil gözlerini hızla bana doğru çevirip “Bunu niye hapse tıkmadılar ya, diğeri gibi? Ses kayıt falan… Neydi o? Kayıt cihazı,” derken cümle kuramadığı aşikârdı. “Ses kayıt cihazında İlkhan’ın da sesi çıkmamış mıydı? Miray…”

“Abla hiçbir şey bilmiyorum! Bana soru sorma, tamam mı?” dedim daha da sinirlenerek. “Ya ben bir şey bilsem söylemez miyim? Benim süt kardeşim sonuçta Mir Beyaz, değil mi?” Birkaç kez cıkladım. “Ben de merak ediyorum ama eniştem alelacele beni emniyetten gönderince… Ne bileyim, bulamadık izini işte... Araştırıyorlar. Bir iki saate haber gelir.”

Ablam sonunda bir iki saniye susmuştu. “Ama,” dediğinde hüzünlendiğini fark edip gözlerimi devirdim. Yine başlıyordu. “Zarar verirse? Bu katil pisliği bir yere zincirlemek gerek, Miray. Zincirlemek gerek, ancak o zaman zarar veremez bize.”

Dahiyane planını pek umursamayarak “Eniştem özellikle senin uyuman için o kadar uyarıda bulundu ki abla… Uyuyalım, hadi,” dedim istemeyerek de olsa. Kolundan tutunca o da istemeye istemeye ayaklandı, koridora doğru yürüdük. “Abla ben de gördüğün gibi pek iyi bir durumda değilim ama emniyette kalıp yapabileceğim hiçbir şey yoktu, bu yüzden yanına geldim. Tamam mı? Sen de sakin ol. Mir Beyaz bu… Akıllı, zeki, güçlü…” Ne diyeceğimi bilemeyince birkaç saniye duraksadım, ablam da sesli ve sıkıntılı nefesler eşliğine başını salladı. “İllaki o geri zekâlının hakkından gelir.”

“Elini kolunu bağlamıştır Mir Beyaz’ın.”

“Maalesef bağlamıştır.” Aklıma beni alıkoyduğu anki gün gelince içimde garip bir sıkıntı peyda oldu. Daha da korkmaya başladım ama kendimi sakin tutmaktan başka çarem olmadığı için hemen bu düşünceden kurtuldum. “Ama Mir Beyaz’ın elini kolunu bağlasan ısırarak koparır,” dedim gururla. “Öyle biri o. Tamam mı?”

Ablam, odasının kapısını aralayıp “Sen de uyu,” dedi ve ilerideki misafir odasını işaret etti.

“Kapıyı kilitlemiştin, değil mi?” diye sordum.

Başıyla onaylayıp “Hadi, iyi uykular,” dedikten sonra kapısını kapattı. Ben de misafir odasına doğru ilerledim.

Kafamı yastığa koyduğum andan beri içeriye sızan sokak lambasının ışığına bakarak bir sağıma bir soluma dönüp durdum. Üstümdeki kıyafetler de beni oldukça rahatsız ediyordu ama asıl sıkıntı, içimdeki korkuydu. Kendimi kandırıp duruyordum. Süt kardeşimi kaçırmıştı resmen, aptal psikopat!

Yerimde duramıyordum, benim emniyette kalmam gerekiyordu.

Ama ablamı da yalnız bırakmak istemiyordum!

Of!

Yatakta doğrulduktan sonra ablamın verdiği şortun bolluğundan ötürü öfkeyle bir duvardaki yansımama baktım bir de yataktaki örtüye. Sıcaktan gebermeme ramak kala bir de sinir krizi geçirmemem gerekiyordu.

Elimle yüzüme hava yaptıktan sonra başucumda duran telefonumu elime alır almaz ilk iş, eniştemi aramak oldu ama telefonunu açmadı. Gergin bir nefes verdim, ayağa kalktım ve camdan dışarıya baktım. Ortalık çok sessizdi.

Kamil Savcı’nın numarası bende yoktu, emniyette olanlardan da numarası bende bulunan kimse yoktu üstelik Varan Alp’in bile numarası yoktu çünkü yeni hat taktığımdan beri rehberimi de tamamen sildiğimden, numarasını ezbere bilmediğimden dolayı kaydetme gereği de duymamıştım.

Saçlarımı topuz yaptıktan sonra camı açtım ve dışarıyı izledim, daha sonra da tekrardan eniştemi aradım. Bir süre bu şekilde takıldım, neredeyse yarım saat kadar… Ayrıca kafamda kurduğum her şeyin suçlusu boş boş durmama neden olan eniştemdi. Gelip evinde kalsaydı ben de emniyette kalabilirdim.

Sinirlenerek başımdaki tokayı çıkardıktan sonra telefonumun ekranının açıldığını fark edip bir hışımla yatağın üstüne oturdum. Tanımadığım bir numaradan bir mesaj gelmişti bana.

VARAN ALP ÇAKMAK: Miray bana kapıyı açar mısın? Ya da direkt aşağıya in.

Korkuyla doğrulduktan sonra üstüme bir hırka aldım ve koşa koşa kapıya doğru ilerledim, çıkarken de ses çıkarmamaya özen gösterdim ama neredeyse az önce elime aldığım anahtarı düşürecektim.

Umarım Mir Beyaz’ın yerini saptamışlardı, hiç sanmıyordum ama iyi düşünmek zorundaydım.

Allah’ım lütfen!

Bloktan çıkar çıkmaz merdivenlerin başında Varan Alp’i gördüm ve koşa koşa yanına doğru ilerledim. Bir bana bakıyordu bir bloktaki pencerelere, anlamamıştım. Sakin görünüyordu ama aslında o hep sakindi. Endişelenmeli miydim?

Yanına varınca ayağımdaki terlik yüzünden takıldığım için neredeyse trabzana doğru ağzımı yamultuyordum. “Ay!” dedim nefes nefese, son anda Varan Alp’e tutunmuştum. “Ne oldu? Buldunuz mu? Kamil Savcı geldi mi?” Ne söyleyeceğini şaşırınca “Ne?” dedim ve elimle dudaklarımı kapattım. “Yoksa kötü bir haber mi var?”

“Miray, attığım mesajı görmedin mi?” diye sorunca öylece kaldım.

“Gördüm.” Sonra tekrardan gözlerimizi buluşturdum. “Bir mesaj daha mı attın? Onu görmedim.” Alt dudağımı ısırdım. “Hadi, söyle. Bak, bayılacağım şimdi stresten. Söyler misin? Alıştıra alıştıra söyleme, direkt söyle.”

Elimi kalbime götürüp söyleyeceği cümleye kendimi hazırlarken “Anahtarımı almayı unutmuşum evden çıkarken,” deyince kaşlarımı çatıp elimi indirdim. Bu muydu yani? Gözlerimi devirirken “Bakma öyle, senin çantanda değil miydi yedek anahtarım? Abim öyle söyledi,” diye açıklamaya devam etti.

“Sen niye ne söyleyeceksen tek seferde söylemiyorsun ki? Şuraya gelene kadar canımdan can gitti resmen! Kardeşim kayıp farkındaysan!” dedim sessiz çığlıklar atarak.

Bir kez öksürüp “Ne bileyim ben anında mesajımı göreceğini? İki tane ayrı ayrı cümle yazıp gönderdim,” dedi zorlukla. Hasta olduğu için kendimi kötü hissetmiştim. “Mecbur, gidip almamız lazım. Seray uyuyor mu?”

“Muhtemelen uyuyor,” deyip tıpkı onun gibi bloğun penceresine baktım. “Neyse, sen de benimle gel, yüz kere kapıyı açıp kapatmayalım. Çantam hemen kapının önünde asılıydı galiba, çıkarıp veririm.”

Beraber yukarıya çıkana kadar hiç konuşmadık ama ben, anahtarlığı çıkardığım an hangi anahtarı alt kilide sokacağımı bilmediğimden birkaç saniye kurcaladım ve sonra da anahtarı yere düşürdüm, hemen sonrasında da konuşmaya başladık.

“Uyandıracaksın şimdi,” dedi fısıltıyla.

“Ne yapabilirim? Bilmiyorum hangi anahtar, hangisinin?” Konuşamıyordum bile. İkimiz de aynı anda yere eğilip anahtarı alınca kafalarımız birbirine çarptı. “Ya Varan Alp!” dedim sessiz bir çığlıkla. Sinirden üstüne atlamama az kalmıştı. “2.70 boyunla hasta hasta yere eğilmesene! Alıyorum ben!”

Oflayarak doğruldu, ben de anahtarlığı yerden aldım ama bu kez de çok ses çıktı.

“Bravo sana Miray, ablanı uyandırmamak için çabalıyoruz ama sen bütün siteyi ayağa kaldırdın.”

Gözlerimi devirdikten sonra “Bir sus da hangi anahtar olduğunu çözeyim!” diye öfkeyle söylendim. “Soldan mı üçüncüydü yoksa sağdan mı?”

Umutsuz bir bakışla “Tek tek dene işte,” deyince sinir bozukluğuyla sırıttım.

“Başka bir emriniz var mı savcım? Hani uyandırmamak için çabalıyorduk?”

“Dene işte sen 1.40 boyunla,” dediği an kaşlarımı çattım. “Şu alt kilitle aynı boydasın ya, rahat rahat denersin.”

“Sen benim boyumla dalga mı geçiyorsun?” diye sorunca beni hafifçe süzdü.

Üstümdeki Nuh Nebi’den kalma kıyafetlere baktıktan sonra hırkamın önünü kapattım.

“Sen az önce bana 2.70 dedin farkındaysan…” dedi o da yutkunduktan sonra.

“Evet. Galata Kulesi kadar boyun var,” diyerek lafımın arkasında durdum. “Ayrıca benim 1.68 boyum var, haberin olsun.”

“Bayağı uzunsun gerçekten,” dediğinde elimdeki anahtarlığı üstüne fırlatmamak için çok direndim. “Kapıyı açacak mısın Miray? Ayakta duramıyorum bak, hastayım.”

Yine kıyamayarak laf sokmayı kestim ve soldan üçüncü anahtarlığı alt kilide soktum. Kapı tabii ki açılmadı.

“Of, hangisiydi ya?” diye fısıldayıp hemen sağdaki anahtarlığı kilide sokunca kapı açıldı. “Heh, açıldı, gel!”

İkimiz de içeriye girdik ama kapıyı kapatmadık, Varan Alp hemen kapının önünde bekledi.

Çantamı ararken koridordan yansıyan ışık sayesinde holde olmadığını fark ettim. Portmantoya da asılı değildi.

“Allah Allah…” diye şaşkınlıkla söylenirken salonu işaret ettim. “Salona bakıp geliyorum.”

Başıyla onaylayınca bu kez salona doğru yürüdüm. Perdelerin güneşliği çekilmediğinden ötürü içerisini gayet net bir şekilde dışarıdaki aydınlatmalar sayesinde görebiliyordum ve çantam burada da yoktu.

Oflaya oflaya Varan Alp’in yanına yürüdüm ve “Yok,” dedim sessizce. Ardından kapıyı örtmek için elimi kaldırdım ama izin vermedi.

“Ne demek yok? Yer yarıldı da içine mi girdi çantan?” Gözleri kısıktı.

Sıkıntıyla “Burada kal işte,” deyince birkaç saniye ikimiz de susup birbirimize baktık. İstemsizce nabzım hızlanmıştı. “Yani saat geç, burada kal.”

“Dalga mı geçiyorsun?” deyince bir süre düşündüm.

Ben ve Varan Alp, aynı ev, ablam…

Haklıydı.

“Tamam, beraber bakalım içeriye.” Kapıyı yavaşça örttü.

“Işığı açarsak ablam uyanır.”

“Uyansın, ne olacak?” dedi fısıldayarak. “Yani uyanmasın tabii de uyanırsa da kıyamet kopmaz herhalde, değil mi?”

Beraber salona girdikten sonra telefonunun ışığını açtı ve koltuğun üstüne, masanın üstüne doğru telefonunu kaldırdı ama çantayı göremedik.

Ellerimi havaya kaldırınca ışığı bana tuttu. “Çek şunu, çek…” deyip gözlerimi ovuşturdum. “Ya sen aklını peynir ekmekle mi yedin? Niye gözüme sokuyorsun ışığı?”

Onu bulanık görmeye başlamıştım.

“Bilerek tutmadık herhalde… 1.40 boyun olduğundan öyle denk geldi,” dedi dalga geçercesine. Acı çekmem onun hoşuna mı giriyordu? Gözlerim kör olmuştu!

Öfkeyle “Sus artık, takip et,” deyip ilerlemeye başladım. Koridorun sonuna kadar yürüdüm, misafir odasına girdik. Yatağımın üstünü aradım ama lanet olası çantam yoktu! “Şuraya tutsana ışığı,” dedim yatağın arkasını işaret ederek. Oraya doğru tuttu ama çantayı yine göremedim. “Burada da yok.”

“Miray çantanı nereye koyduğunu hatırlamıyor musun gerçekten?” dedi o da sabrının son sınırındaymış gibi.

“Hatırlamıyorum. Ne yapayım?” dedikten sonra kapının arkasına doğru bakmak için kapıyı hafifçe araladım. Buraya da asmamıştım. “Bir yere attım ama nereye?..”

“Mutfağa da bakalım,” deyip ileriyi işaret edince ne yazık ki mutfağa doğru yürüdük.

Varan Alp, telefonunu kaldırıp masanın üstüne doğru ışığı yansıtırken sandalyelerin üstünü kontrol ettim ama ışık bir anda kesildi.

“Yeter bu saçmalık,” deyince sinirle gözlerimi yumdum. “Işığı açalım. Neredeydi buranın ışığı?”

“Az önce beni kör ettiğin için yön yetimi kaybettim,” dediğim an onunla çarpıştım. Daha doğrusu kafam, çenesine çarptı.

“Miray bir de öldür istersen, için rahatlasın.”

Ağzımı beş karış açtım. “Ya benim kardeşimi psikopatın teki alıkoymuş, ona rağmen seninle uğraşıyorum, beş saattir seni iyileştirmeye çalışıyorum…” deyip hafifçe göğsüne vurdum. Sarsıldı. “Hâlâ bana salak saçma şakalar yapıyorsun.”

Sinirim iyice bozulmuştu.

Bir süre sessiz kaldık. “Hastayım ve eve gidip dinlenmek istiyorum,” dedi sessizce. “Benim de keyfim çok yerinde değil.”

“Aman ne güzel,” diyerek kapıya doğru kendimi çevirdim ama kolumdan tuttu.

“Gerçekten çantanı nereye koyduğunu hatırlamıyor musun?” diye sorarken eli, kolumu kavradığı için gerilip yüzüne bakmaya çalıştım. Karanlıktan pek bir şey göremediğim doğruydu, ona rağmen gözleri parladığı için maalesef göz göze gelmiştik. “Yoksa burada kalayım diye mi yapıyorsun?”

Hayretle başımı kaldırdıktan sonra “Niye burada kalasın diye çantamı gizleyeyim?” diye sordum anlam veremeyerek. “Niye burada kalmanı isteyeyim ki? Derdim başımdan aşkın zaten.”

“Bilmem,” dedi imalı bir sesle.

Kolumu geri çekmeye çalışırken “Aklından ne geçiyorsa hepsi hayal, haberin olsun!” dedim, sırf altta kalmamak için. “Şu durumda bile yanımda kalman için mi uğraşacağım? Hatırlatayım istersen, ben bıraktım seni.”

“Aynen… Hatırlamıyorsan söyleyeyim: Ben ayrıldım senden,” deyince sinirlenerek kolumu çekmeye devam ettim ama bırakmıyordu.

“Sen haksızsın ama… Tamam mı? Konuşturtma şimdi beni!” diyerek diğer kolumla iteklemeye çalıştım ama onu da tuttu. “Ya sen delirdin mi?” diye sessizce bağırdım en son.

“Benim gibi sakin birini de delirttin, gurur duy kendinle.”

İki kolunu da birden iteklerken “Git arabada yat! Tamam mı? Yok sana anahtar!” dedim fısıldayarak ama sesim en az bağırdığım kadar yüksek çıkmıştı.

“Sakladın yani?” diye sorunca güldüm.

Dişlerimin arasından “He sakladım!” deyip iteklemeye devam ettim. “Varan Alp deli misin? Bıraksana kollarımı!” Kelepçeyle kendi ellerine bağlamıştı sanki.

Bir anda mutfağın ışığı açılınca ikimiz de aniden kapıya doğru döndük. Kısık gözleriyle kapının pervazından bize bakan ablamı gördüğümüz an onun elleri gevşedi ve kendimi geri çektim.

“Ne oluyor?” diye sordu ablam, çok yüksek olmayan bir sesle. “Ne yapıyorsunuz mutfakta ya? Fısır fısır sesler geliyordu, korktum.”

“Varan Alp’in evinin anahtarını arıyorduk,” dedim her kelimemle ölümcül bir bakış atarken. “Ama kendisi,” deyip iki elimle de yalı kazığı gibi duran kendisini işaret ettim. “Çantamı sakladığımı düşünüyor.”

“Miray!” dedi Varan Alp, uyarır gibi.

“Ne? Yalan mı?”

Ablam da “Üff,” diyerek yere eğildi. Sandalyenin arkasına sıkışan çantamı kaldırdı. “Burada çantan. Al. Su içtin ya, buraya bıraktın.”

“Aaa…” dediğimde, yeni hatırlamıştım: Eve geldiğim an büyük bir gerginlikle su içmek için mutfağa gelmiştim, o yüzden buradaydı çantam. Çantamı ablamdan aldıktan sonra Varan Alp’in gözüne sokarcasına havaya kaldırdım. “Bak, çantam burada! Gördün mü?”

“Miray bağırma, Rüzgar uyuyor!” dedi ablam da sinirle. “Ben anlamadım yani… Siz…” Ofladı ve arkasını döndü. “Ne yapıyorsanız yapın ya…”

Ablam mutfaktan çıkınca sert bakışlarla başımı kaldırdım ve “Bekle, pis anahtarını da hemen çıkarıyorum! Şimdiden tezi yok, evine gidersin!” diyerek elimi çantama daldırdım. Anahtarı hemen çıkarmıştım.

Kocaeli plakalı anahtarlığı havaya kaldırdığım an elimden aldı ve “Sağ ol,” diyerek yürümeye başladı.

“Olmuyorum!” dedim hayretle ve çantamı sandalyenin üstüne attım. “Gördün mü? Bak!” Çantamı işaret ettim. “Çantamı saklamamışım.”

“Tamam Miray, uzatma,” dedi hızlıca. “Gidiyorum ben.”

“Bir haber yok muydu sen çıkarken?” diye sorunca arkasını dönmek zorunda kaldı.

“Yok,” dedi sessizce. “Kamil Savcı geldi, o ilgileniyor.”

Mesafeli bir sesle “İyi,” deyince birkaç saniye olduğumuz yerde kaldık. “Ne bekliyorsun? Çıkmak istiyordun en son…” diyerek tamamen yanına yürüdüm. Işığı kapatınca o da yürümeye başladı zaten.

Dış kapıyı açarken “Görüşürüz,” deyince ters bir söz söylememek için çok direndim. Kapıyı yavaşça kapatınca da gözlerimi devirerek odaya doğru yürüdüm.

Yatağa oturdum, telefonumu elime aldım ve ekranda beliren mesajı okudum.

VARAN ALP ÇAKMAK: Yedek anahtarım sendeydi. Onu alacağım. Getirebilir misin?

Kendimi tutamayarak şimdi gördüğüm mesaja cevap yazmaya başladım.

MİRAY:

BİR DAHA ANAHTARINI UNUTMAZSIN.

Telefonumu kilitledikten sonra yatağın üstüne yattım ve sırtımı yatağın başına yaslayarak beklemeye başladım. Bir yandan aklım Mir Beyaz’dayken diğer yandan da sadece on üç gün kalan duruşmayı düşünüyordum.

Eğer tutuklu yargılanma almazsa yine başımıza tebelleş olacaktı psikopat manyak!

Telefonumun ekranı açılınca bıkkınlıkla elime aldım ve kilit ekranında beliren mesajı okudum.

VARAN ALP ÇAKMAK: Yedek anahtarımı başkasına bırakacağım.

Unutursam da sen uğraşmazsın yani, merak etme.

 

“Ay,” dedim ve telefonu yatağın diğer ucuna bıraktım. “Sırf meraklanayım, aklım kalsın diye Erkin’in adını vermeyip başkasına bırakacağını söylemiyorsa benim adım da Miray değil!” Tam bir gıcıktı ve sinirimi o kadar bozmuştu ki… Hıncımı tam çıkaramamıştım.

Bir hışımla telefonu elime aldım ve tekrardan yazdım.

MİRAY: İSABET OLUR!

VARAN ALP ÇAKMAK: Bence de.

MİRAY: Bugün kaynattığım ıhlamuru da helal etmiyorum. Tamam mı?

VARAN ALP ÇAKMAK: Tamam.

Dalga geçer gibi güldükten sonra telefonumu tekrardan yatağın diğer ucuna attım ve uyumak için gözlerimi kapattım. Hem sinirli hem hüzünlü üstelik de oldukça korktuğum için bayağı dengesizdim bugün. Ayarlarımla oynanmıştı resmen!

Gayet yerinde (!) giden hayatım bir anda tepetaklak olmuştu!

⚖️

ERTESİ GÜN

YAZARIN ANLATIMIYLA, EMNİYET

Masanın üstündeki çay bardağını dudaklarına götüren Teoman, “Evet canım, bakılacak her yere tek tek baktırdık. Sabah gelen memur arkadaşlar da kamera kayıtlarına baktırdı. Mir Beyaz salı sabahı evden çıkmış, hızlı hızlı çıkmış ama… Arabaya binmiş, sonra yok olmuş,” diyerek eşine durumu izah ediyordu.

Seray’ın telefondaki sesi bir anda bozuldu. “Bir haber alırsan tekrardan arar mısın aşkım?” derken bile sesi titriyordu. “Aman annemlere de bir şey belli etme, kimsenin haberi yokmuş. Varan Alp’e söyle, o da kimseye söylemesin.”

Teoman’ın kaşları çatıldı ve “Sen nereden biliyorsun Varan Alp’in bu durumu bildiğini?” diye sordu. “Konuştun mu onunla?”

“Ya Teo ya…” diyen Seray, huzursuz bir tınıyla devam etti. “Dün ben Miray’la Varan Alp’i mutfakta bastım. Dün gece yani… Bildiğin, dip dibe duruyorlardı.”

Teoman sinirle arkasına yaslandıktan sonra “Bizimkinin anahtarı evde kalmış, ben de Miray’dadır yedeği dedim, oraya gönderdim,” diye açıklamaya başladı. “Sen ne gördün tam?”

“Evet, haberim var anahtardan ama el elelerdi, dip dibelerdi ve kavga ediyorlardı. Bunların tansiyonu da bir düşmedi gitti Teo, yine ortalık karışacak. Hayır, annemler duysa… Biraz sıkıntı olur. Kimsenin arası bozulmasın! Bir o eksik çünkü hayatımızda.”

“Doğru diyorsun canım,” diyen Teoman, arkasını döner dönmez kardeşini görünce kaşlarını havaya kaldırdı. Varan Alp, abisinin odasına girmişti. “Ben konuşacağım. Şimdi kapatıyorum, tamam mı? Dört beş gibi gelirim eve. Kapıyı kilitle, dışarı çıkma sakın. Sitenin önüne sivil yerleştirdik. Miray’a söyle, o da çıkmasın.”

Varan Alp, abisinin masasının önündeki sandalyeye yerleşti ve elindeki telefona kısa bir bakış attı. Seray’la konuştuğunu anlamıştı ve Seray’ın dün karşılaştığı sahneyi Teoman’a söylememe olasılığı yoktu. Bu yüzden abisinden azar işiteceğinin de farkındaydı.

“Miray işe gitti ama merak etme, onu bir arkadaşı bıraktı. Savcıymış.”

“Kim? Adı ne?” diye soran Teoman, bunun bir tuzak olduğundan şüphelenmişti. “Paranoya yapmış gibi oldum ama tırsıyorum Seray. Kiminle gitmiş Miray?”

“Ya adı Onur’muş. Soyadını unuttum. Aşkım Rüzgar uyandı, ona bakayım. Hadi görüşürüz.”

“Onur…” diyerek telefonu kapattı Teoman ve masanın üzerine bıraktı. “Sizin adliyede mi acaba ya? Onur Savcı’yı tanıyor musun?” Kardeşine bakarak sormuştu bunu.

Varan Alp’in çatık kaşları gevşedi ve beynine bir anlığına kan gitmedi. “Onur... Bilmem. Ne olmuş ki?”

“Şey,” diyen Teoman’ın içi az da olsa rahatlamıştı. “Miray Hanım işe gitmiş de…”

“Nasıl yani?” diye sordu Varan Alp, anlamayarak. “Tek başına mı gitmiş? Onur ne alaka?”

Teoman’ın kısık gözlerinin ardındaki sorgulayıcı bakış bir iki saniye sürmüştü. “Onur Savcı, Miray’ı evden almış ve iş yerine bırakmış.”

Varan Alp bir anda “Ne alaka ya?” diye sordu sinirle. “Onun ne işi varmış burada? Ankara’daydı o en son! Niye İstanbul’a gelmiş ki?”

Teoman, ayağa kalktı ve açık duran kapıyı kapattı. “Sana ne lan?” diye sordu kardeşine sert bir şekilde. “Ben daha dün seninle konuşmadım mı Miray mevzusunu? Ne diye yukarı çıktın, eve kadar? Hayırdır?”

Varan Alp abisinden pek ürkmüyordu ama sırf söz verdiği için gerilmişti. “Anahtarı bulamadı, ne yapayım?”

“Dışarıda bekle,” dedi Teoman da soru biter bitmez. “Ne yapıyordunuz mutfakta el ele? Sen geçen sene de bana söz verdin; üzülmez, tekrarlanmaz dedin… Hayırdır? Yine bir şeyler oluyorsa ve ben bilmiyorsam bak, bu kez gerçekten bozuşuruz Varan Alp.”

Kısmen suçlu olduğunun farkında olan Varan Alp, gözlerini kaçırdı. “Bir yakınlaşma olmadı, Seray yanlış anladı sadece. Çantasını arıyorduk.” Yalan söylemişti. “Sinirlendim, ne yaptığımı şaşırdım.”

Sen sinirlendin ve ne yaptığını mı şaşırdın? Ya beni mi yiyorsun birader? Senin karakterine ters sinirlenip yanlış hareketler yapmak!” Kardeşinin karşısına oturdu. “Miray, Seray’ın kardeşi,” dedi bastıra bastıra. “Dikkat et hareketlerine ve bir daha üzme onu. Düzgün davran.”

“Düzgün davranıyorum zaten!” diyen Varan Alp ayağa kalktı. “Geçen sene ikimizi de utandırdığınızı bilmenize rağmen Seray’la iyi dalga geçiyordunuz!”

“Varan Alp!” Teoman öfkelenerek kardeşinin karşısında durdu. “O kız, o gün gelip salonun ortasına nasıl düştü? Gördün mü sen bunu? Yook! Beyefendi maç izlemek için rahat rahat evinde takılıyordu!”

“Sana anlattım,” dedi Varan Alp, daha da sinirlenerek. “Ama sen o gün de beni anlamamışsın abi ya da ben kendimi doğru ifade edememişim.”

“Neyse ne. Bitti o iş.” İki elini de birbirine çarptı Teoman. “Sizin kavganızı gürültünüzü çekemeyiz bu kadar dert arasında. Tamam mı?”

Varan Alp de “Biz çocuk değiliz,” diyerek abisine daha da yaklaştı. “Kavga etsek de barışsak da seni o kadar da ilgilendirmez. Tamam mı?”

Teoman gözlerini yumduktan sonra “Nasıl ilgilendirmez oğlum?” diye patladı. Elini kaldırıp indirdi, yumruk yapıp sıktı. “Bak,” dedi dişlerinin arasından. “Ben niye karımla kavga ediyorum ya senin için?”

“Etme abi!” dedi Varan Alp. “Size ne bizden? Sen Seray’ı daha bir kez bile görmemişken âşıktım ben Miray’a! Hatırlatayım da!”

Teoman, sabrının son sınırındayken “Çık şu odadan, elimden bir kaza çıkacak!” deyip masasına doğru yürüdü.

Varan Alp’in allaşan yanakları, öfkesini açığa çıkarmışken bir anda içeriye Kamil Savcı girdi. “Komiser,” dedi Teoman’a bakarak. “Halegül’ün yanına git, ekibinle beraber Mir Beyaz’ın yanına gidiyorsunuz.”

“Ne?” diye sordu Teoman, ayaklanarak. “Bir haber mi var savcım?”

Varan Alp de “Ne olmuş Kamil Savcım?” diye sorunca Kamil Savcı büronun ortasını işaret etti.

“Halegül Komiserin seni çağırıyor, git.” Kapıyı tamamen araladı, Teoman da odasından çıktı. Varan Alp’in öfkeli ve şaşkın bakışları hâlâ Kamil’in üstündeydi. “Varan Alp, kayıp komiser ellerinden kurtulup bir telefon açmış muhtemelen. Sonra nedendir meçhul, telefon kapanmış. İzini bulduklarını ve tekrar alıkoyduklarını düşünüyoruz. Konuma intikal edilmesi için görevlendirdim arkadaşları. Haberin olsun.”

Varan Alp, “Neredeymiş peki? Konuma ulaşıldı mı?” diye sordu.

“Sen iyi misin? Yahu az önce dedim ya, konuma intikal edilecek, diye,” diye tekrar eden Kamil Savcı, Varan Alp’in allaşan yanaklarından öfkeli olduğunu anlamıştı. “Hayırdır, kavga mı ettiniz?”

“Biraz öyle oldu.”

“Olur abi kardeş arasında kavga, dert etme savcım…” Varan Alp’e yaklaşıp sırtını sıvazladı. “Haydi, adliyeye geçelim biz de. İş güç beklemez.”

Varan Alp sesini çıkarmayarak abisinin odasından ayrılırken içindeki hüzün, onu epey sarsmıştı. Mir Beyaz’ın emniyete haber vermesi onu umutlandırırken tekrardan alıkonulması da umutsuzluğa doğru sürüklemişti onu.

Halegül Komiser, “Teoman, sen cinayet ihbarına gideceksin. Topla ekibini, konumu yollayacağım,” derken Varan Alp, büronun ortasında durup abisine baktı.

“Tamamdır,” dedi Teoman. “Mir Beyaz’a ulaşırsanız bana haber verin.”

Teoman arkasını döndüğü an, hiç beklemediği üç kişiyle bir anda karşılaşmıştı ve biri, o kadar alakasız duruyordu ki yanlarında, bir anda dehşete kapılmıştı.

“Baba?” dedi Teoman, merakla. “Dayı?”

Varan Alp, babasını ve dayısını gördükten sonra yanlarına yürürken diğer yandan da tam arkalarında duran İlkhan’a kaşlarını çatarak bakıyordu.

“Bana bak!” dedi İlkhan’a doğru işaret parmağını sallayarak. “Nereye sakladın Mir Beyaz’ı?”

Ümit Haldun İnal, “Neler oluyor? Mir Beyaz ne alaka?” diye sorarken gözlerini kısmıştı.

“Dayı sen karışma,” dedi Varan Alp sertçe. Babasını zaten umursamamıştı bile. “Bana bak, bana…” dedi İlkhan’ın dibinde durup. “Nereye götürdün Mir Beyaz’ı?”

“Ama savcım,” dedi İlkhan, omuz silkerek. “Benim hiçbir şeyden haberim yok. Dün de zaten babamın yanındaydım. Kaybolduysa da bilemiyorum… Haberim yok.”

Varan Alp de Teoman da kaskatı kesildi.

Ümit Haldun İnal, oğluna doğru döndüğünde içindeki garip hissi anlamlandıramamıştı. “Evet,” dedi kısık bir sesle. “O dün benimleydi.”

Bölüm : 10.10.2025 19:17 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...