
Instagram - esmatonguc
Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.
ON YEDİ EYLÜL (III)
40. BÖLÜM: “ÇIKMAZ SOKAK”
⚖️
“Geri dönmek de bir yoldur.”
Çantam kucağımın üstündeydi, arabayla yolculuk yapıyordum ve yanımda Onur vardı. Ne yazık ki sabah onunla konuşmuştum; Mir Beyaz’ın kaçırıldığını öğrendiğinde beni aramıştı ve açmak zorunda kalmıştım, işe giderken de beni bırakmayı teklif edince işime gelmişti. Biraz da sinirliydim ve bir şeylere karar verirken epey zorluk çekiyordum, bu yüzden teklifini kabul etmiştim.
Üstünde çalıştığı dava hakkında bana gerekli ya da gereksiz tüm bilgileri veren Onur’a zoraki gülümsemelerle yanıt vermekten ağzım yamulmuştu. Sanırım ondan pek hazzetmiyordum, bunu kabul etmeliydim ve onunla da paylaşmalıydım.
“Peki sen?” diye sorduğunda adliyenin otoparkına giriş yapmıştık. Bugün Sayer Hukuk’a girmeden önce adliyede tamamlamam gereken bir işim vardı, o yüzden adliyeye gelmiştik.
Az önceki cümlelerini hatırlayamadığımdan “Anlayamadım, ne dedin?” diye sordum.
“İki haftadan az bir süre kaldı duruşmaya. Ne durumdasın? Onu sormuştum ama tamam,” dedi mahcup bir ifadeyle. “Mir Beyaz alıkonulmuşken bunu sormam çok saçma. Ama benim aklıma şey takıldı Miray… Diyorum ki, bu tetikçi olarak düşündüğün İlkhan sırf sen duruşmaya çıkarken oyalan da yeteri kadar iyi hazırlanama diye Mir Beyaz’ı alıkoymuş olabilir mi?”
Birkaç saniye söylediklerini düşündüm ve “Her şey olabilir,” dedim kısık bir sesle. Dün gece pek uyuyamamıştım hâliyle ve dünden daha berbat durumdaydım, ses tonum da ruh hâlimi ziyadesiyle yansıtıyordu. “Ama benim karşıma bir engel çıkması duruşmaya iyi hazırlanmayacağım anlamına gelmez. Biz hukukçular gerektiği zaman duygusuz olmayı da bilmeliyiz.”
Onur arabayı park ederken ileride Kamil Savcı’yı gördüm, Varan Alp’in aracının önünde duruyordu.
“Çok haklısın,” dedi. Arabayı tamamen park etti. Gözüm hâlâ ilerideydi, Kamil Savcı’nın bulunduğu bölgede. Varan Alp orada mı yoksa değil mi, onu teyit ediyordum. “Miray,” dedi Onur, ben emniyet kemerimi çıkarırken. “Sana bir şey itiraf etmem gerek.”
Başımı Onur’a doğru çevirdim ve “Ne?” diye sordum pek merak etmeyerek.
“Ben buraya senin için geldim,” deyince derdini anlayarak oflamaya başladım. “Tamam, biliyorum, bunları duymak pek hoşuna gitmiyor ama yine de bil istedim.”
“Bunu sonra konuşuruz,” diyerek kısa kesmeye çalıştım.
Kapıyı açtım ve araçtan indim.
Kamil Savcı, araçtan indiğim an beni görüp “Miray!” diye seslendi. Aracın diğer kapısından çıkan Onur’a da kısa bir süre baktıktan sonra arkasını döndü, o arkasını döner dönmez de Varan Alp arabasından indi. “Mir Beyaz’dan haberin var mı?”
Söylediği cümleyle beraber Kamil Savcı’ya doğru hızlı adımlar atmam bir olmuştu. “Buldunuz mu yoksa? Haberim yok,” dedim hevesle ama yüz ifadesi düşünce hevesim kursağımda kaldı.
Başını olumsuz anlamda salladı. “Mir Beyaz emniyete ulaşmış ama sesi kesilmiş bir süre sonra, konuma doğru yola çıktı bir ekip.” İşte bu gerçekten iyi bir haberdi.
“Ben de sizin yanınıza uğrarım diye adliyeye gelmiştim,” dediğimde gülümsedi Kamil Savcı. Tam arkasında da Varan Alp belirdi. “Peki neredeymiş? Benimle de paylaşır mısınız?”
Kamil Savcı bir bana bir Varan Alp’e baktıktan sonra gözleri arkamda duran Onur’a kaydı. “Ekipler gittikten sonra bana haber verecekler, şimdi sen de gidip başını belaya sokma.” Bu adam beni birkaç kez görmüştü ama çok iyi tanıyordu. “Adresi verdiğim gibi gidip başını belaya sokacağını biliyorum. Sen ve diğer 17 Eylüllüler dışarı çıkmasanız daha iyi…” Göz ucuyla Varan Alp’e baktıktan sonra Onur’a döndü. “Savcım, nasılsın, iyi misin?”
Onur ile Kamil Savcı tanışıyorlardı ama pek samimi değillerdi.
“İyidir savcım, sen?” diye soran Onur’a döndüğümde Varan Alp’e doğru ölümcül bir bakış attığını görüp yönümü hemen Kamil Savcı’ya çevirdim.
“İyi diyelim iyi olalım.” Kamil Savcı, Onur’a doğru bir adım daha atıp karşısında durdu. “Savcım senin başına gelen peki?” Bir anda beraber yürümeye başladılar ve olduğum yerde kalıp arkalarından izledim.
Bakışlarım bir ikisinin yürüdüğü yöne bir Varan Alp’e doğru gidip gelirken dün geceki maceramızı hatırlayıp ona bakmamaya karar verdim. Gıcığın tekiydi.
Tamam da ben ne yapacaktım ya? Buradan direkt emniyete mi geçseydim yoksa Sayer Hukuk’a mı yürüseydim? Yirmi dakika yürümeyi de hiç çekemezdim bu havada, bugün çok sıcaktı! Mir Beyaz’ı da çok merak ediyordum ve artık sabrımın son demindeydim!
“Sen niye evden çıktın?”
Anlamsız bir bakışla Varan Alp’e dönüp “Ne?” diye sordum.
“Niye evden çıktın?” diye sorusunu yineleyince az önce Kamil Savcı’ya onun yanına geldiğimi söylediğim an geldi. Bunu duymamış mıydı yoksa benimle mi konuşmaya çalışıyordu?
Pek umursamıyormuş gibi yapıp “Öyle, çıkasım geldi,” diyerek yürümeye başladım. Nereye yürüdüğümü de bilmiyordum, öyle yürüyordum işte.
“Miray!” Sesi yakınımdan gelince adımlarımı yavaşlatıp başımı sağıma doğru çevirdim. “Söyleseydin patronuna, çıkmam tehlikeli deseydin ya… İki gün gitmezdin, sonra hafta sonu zaten.”
“Sen niye çıktın o zaman?” diye sorup adımlarımı durdurdum.
O da durdu.
Önce ne diyeceğini bilemiyormuş gibi gözlerini kaçırdı, sonra da “Benim işim var,” diyerek dünyanın en saçma cümlesini kurdu. “Ben savcıyım ya,” dedi sonra da bana kızarak. Beklemediğim için kaşlarımı çatmıştım. “İlkhan’a dün ulaşılamadık zaten, seni de kaçırırsa görürsün.” Son cümlesinde bir tuhaflık sezip birkaç saniye duraksadım.
Kısmen haklı olsa da tersleşmek için “Adliyedeyiz,” dedim ve etrafı gösterdim. “Sonra da iş yerime yürüyeceğim ve her taraf insan dolu. Nasıl kaçıracak beni? Ayrıca ben buraya bir savcıyla geldim.” Birkaç metre gerimizde duran koyu yeşil aracı işaret ettim. “Güvendeydim yani. Sen de çok kurcalama Varan Alp, işlerin vardır. Merak etme, ölmem.”
Cevap vermesini beklemeden yürümeye devam ettim de buraya geldiğim mi vardı benim, çıkışı tam olarak bilmiyordum. Hakim - savcı otoparkında kaybolmam eksikti bir! Gerçekten!
Peşimden geldiğini adım sesleri sayesinde anladığım Varan Alp ile yaklaşık bir dakika boyunca bilmediğim bir yere doğru yürürken en son dayanamayıp arkamı döndüm, hiç bozuntuya vermeden yanıma geldi ve o da durdu.
Ellerimi havaya kaldırıp indirdim. “Ne yapıyorsun?”
“Çıkışa yürüyorum,” dediğinde sesi hâlâ bozuk geldiğinden rahatsız olduğuna emin olmuştum. Muhtemelen tam anlamıyla iyileşmemişti.
Etrafı kontrol ettiğimde çıkış tabelasını göremedim. “Ben nereden çıkacağım?” diye sordum sonra da. “Malum, buralarda çok dolanmıyorum.”
Dudaklarını aralayıp “Benimle,” dedikten bir iki saniye sonra yürüyeceğimiz yönden adım sesleri gelince başını sola doğru çevirdi.
Varan Alp’in döndüğü yöne doğru döndüm ve Erkin’in buraya yürüdüğünü fark ettim, arkasından bir iki kişi daha geliyordu ve biri çok tanıdıktı.
“Burada mıydınız? Otoparktan hâlâ çıkmadın mı?” diyen Erkin, yanıma vardığı an benimle konuşmak için selam verdi. “Miray, dün ben Fırat’la konuşmaya gittim, duruşmada tanıklık yapacak. Haberin olsun. Bir de…” Varan Alp’e dönüp konuşmaya başladı: “İlkhan emniyete gelmiş, Kamil Savcı söyledi az önce… Hayırdır?”
Duyduğum cümlenin verdiği şokla “Pardon?” dedim yüksek bir sesle. “İlkhan emniyette mi şu an?” Varan Alp’e doğru döndüğümde Erkin’e büyük bir esefle baktığını fark ettim, muhtemelen emniyetten geliyordu ve İlkhan’ı görmüştü! Bana söylememişti!
“Sen bilmiyordun…” dedi Erkin, mahcup bir sesle ama toparlanıp hemen konuyu değiştirdi: “Daha büyük bir belamız var sonuçta, Mir Beyaz kayıp. Haber gelmiş…”
“Hadi canım!” dedim büyük bir öfkeyle. “İlkhan kaçırmış olmasın bir de?” Dalga geçercesine güldükten sonra tekrar Varan Alp’e dönüp “Umarım İlkhan’ı emniyette tutmuşsundur,” dedim. “Hani beni nezarete attırmıştın ya tek cümleyle! Onu da atmışsındır!”
Erkin, Varan Alp’in konuşmasına fırsat vermedi ve “Emniyette hâlâ, merak etme ama benim asıl sorum neden emniyete geldiğiydi. Bir sakin ol da anlatsın,” deyip Varan Alp’i işaret etti.
Varan Alp’in hâlsizliği duruşundan bile belliyken ona sinirlendiğim ve kızdığım için bir yandan vicdan azabı çekiyordum ama öfkemi de bastıramıyordum.
Ayrıca bu arkadaki kız bana nereden tanıdık geliyordu ya?
Kıvırcık saçlı bir kadın, arkasında da takım elbiseli bir adam vardı ve hiç sıkılmadan benim çemkirişimi dinliyor gibilerdi. Pek anlayamamıştım. Bunlar kimdi ve neden buradalardı?
“Siz?” diyerek yanımızda pek alakasız bir biçimde dikilen ikiliyi işaret ettim.
“Merhaba,” diyerek elini uzatan kıvırcık saçlı kadını ben daha önce kesinlikle bir yerde görmüştüm. Adliyede olabilir… “Ben Öznil. Savcı yardımcısıyım.”
Elini sıktıktan sonra “Miray,” demekle yetindim.
Yanındaki hafif şişman, takım elbiseli olan adam da “Ben Erkin Savcım ile beraberim, beni takmasanız da olur,” deyince kaşlarımı çattım.
“Kalem memuru, Haydar,” dedi Erkin de kısaca.
“Peki. Niye buradalar?” diye sordum doğal olarak çünkü biz burada tiyatro oyunu mu sergiliyorduk? “Yardımcınız ve kalem memurunuz…”
“Ha yok,” dedi Öznil, Varan Alp’i işaret ederek. “Ben…”
“Benim yardımcım,” dedi Varan Alp araya girerek. Kaşlarımı havaya kaldırdığımda, aklıma dosyayı incelemek için yaklaşık bir saat boyunca Varan Alp’in odasında beklediğim o malum gün geldi. Bu kadını daha önce gördüğüme emindim işte, orada görmüştüm.
“Ha evet, hatırladım,” dedim ve konuyu değiştirmek için “Evet?” dedim sertçe. “Anlatacak mısın artık?” İlkhan’ın neden emniyete geldiğini öğrenmek istiyordum.
“Evet Varan Alp, anlat.” Erkin, etrafına kısaca göz attı. “Burada anlatmak istemiyorsan içeriye girelim.”
Bıkkınlıkla gözlerini bir bana bir Erkin’e çeviren Varan Alp, “Dayımla ve babamla geldi, nedenini tam anlayamadım,” dedi sakin bir sesle.
Oha!
Sessiz kalıp anlatması için öylece durdum. “Şey,” dedi sonra da söyleyip söylememek konusunda kararsız kalmış gibi. Çok sıkıntılı görünüyordu. “Dayımın avukatı olmuş herhalde.”
Dalga geçercesine güldüm ve “Şaka mı yapıyorsun?” dedim otuz iki diş sırıtarak.
“Sen arabada bekle,” diyen Erkin, kalem memuru Haydar’ın elindeki dosyalara baktıktan sonra arabasının anahtarını teslim etti.
Kaskatı kesilmiştim ve anlam veremiyordum.
Haydar yanımızdan ayrıldığı an Erkin, Öznil’e de kısa bir bakış attıktan sonra “Sen ne diyorsun oğlum?” diye fısıldadı. “Niye dayının avukatı oldu şimdi? Davada hâlâ sanıkken…”
“Ya öyle saçmalık mı olur?” dedim sesimi yükselterek. Hâlâ otoparkta olduğumuzdan ötürü sesim yankılanmıştı. “Ya nevrim döndü artık bir müdafi oluyorum bir müşteki vekili! Ayrıca ne alaka? Ne alaka? Tamam, gittik sofrasını dağıttık, tamam da… Bu senin dayın,” dedim Varan Alp’e doğru işaret parmağımı sallayarak. “Neyin kafasını yaşıyor? Şunu biri durdursun artık!”
Varan Alp bir anda “Oğlu olduğunu öğrenmiş,” deyince ağzım beş karış açık kaldı.
“Zaten bir o eksikti…” diyen Erkin’in bile yüzü kireç gibi olmuştu. Elimi alnıma götürüp bir süre ileride bizi bekleyen Öznil’e bile bakmıştım, telefonuyla ilgileniyordu.
Varan Alp de “Ya dayımın avukatı olmuş, bilmiyorum mevzuyu tam…” deyip Öznil’e kısa bir bakış attı. “Başka bir dava için dayıma yardımcı olmuş hatta sözde dün, bütün gün dayımla berabermiş. Babam, diyor bir de ona… Hayır işin tuhaf kısmı, babam da oradaydı. Çıktım ben de sinirlenip. Abime sorarsın.” Son cümleyi söylerken bana dönmüştü. “Ben odama çıkıyorum, işim var.”
“Ben de emniyete gidiyorum,” diyerek yürümeye başladım.
“Miray!” İki adımla yanıma vardıktan sonra anlam veremezcesine bana bakmaya devam etti Varan Alp. “Ne yapacaksın emniyette?”
“Ne mi yapacağım?” dedim hayretle. “Sen farkında mısın? Mir Beyaz kayıp! Ortada yok! Dün gece diye ablamın yanında kaldım ama şu an beni kimse tutamaz burada! Gidip İlkhan’a nerede olduğunu soracağım! Senin yapmadığını yapacağım yani!”
“Yapmadığımı nereden biliyorsun sen?” Varan Alp’in sesi savunmasız geldiği için başımı hafifçe gerimizde kalan Erkin’e ve neye uğradığını şaşıran kıvırcık saçlı kadına, Öznil’e doğru çevirdim. Sonra tekrar ona doğru döndüm. “Dün, bütün gün dayımlaymış. Belli ki başkalarına yaptırıyor.”
Başımı olumsuz anlamda salladım. “İlkhan’ın sesiydi. Yine sesini inceltti, beni bilinmeyen numaradan aradı.”
“Miray, İlkhan başkalarına da yaptırıyor olabilir,” diyerek beni ikna etmeye çalıştı. “Gidip yine dövecek misin onu?”
Oflayarak “Kırk sene önceki olaydan bahsetme artık,” dedim bıkkınlıkla. Biraz abartmıştım ama neticesinde geçmişteki olayları ısıtıp ısıtıp önüme koymanın ne faydası vardı? “Bize bir tek İlkhan yardımcı olabilir, ben de gideceğim.”
Yaşananlara mana veremiyordum çünkü başıma daha ne gelebilir, daha ne kadar zorlanabilirim, dedikçe en fenası geliyordu.
Ben duruşmada nasıl sakin kalacaktım?
Benim bir an önce dava için tanık bulmam gerekiyordu, bunun için de artık 1998’de neler olduysa hepsini tek tek açıklamam lazımdı. Kimi yakacaksa savunmalarım, yakmak zorundaydı ama benim kardeşimin hiçbir suçu yoktu ve daha fazla hapis cezası çekmesine göz yumamazdım.
Adliyeden çıkıp emniyete doğru yürürken kafamdan geçen tüm anları tek tek değerlendirdim ve yangına dair bilgi sahibi olan herkesi düşündüm. Ailelerimiz korkuyordu, doğru düzgün açıklayamıyordu o geceyi ama ne yapıp ne edip doğruları anlatmak zorundaydık. Ya da bilmiyorum… Belki de o geceyi başka bir türlü anlatmam gerekebilirdi çünkü annem ve babam hâlâ çok korkuyordu. Onları da anlamıyordum ki… Hem Koray’ın ceza almamasını istiyorlardı hem de ifadelerinde hâlâ yalan beyana başvuruyorlardı.
Şu tarihe kadar 17 Eylül 1998 gününe ait her anı kafamda canlandırıp duruşmada bizzat anlatmam gerektiğinden, kâğıda döküp üstünde çalışmıştım. Aslında biliyordum, bunlar tamamen varsayımdan ibaretti çünkü o gün ben hayatta yoktum bile; benim anlattıklarımı destekleyen tanıklar çıkarmam gerekirdi. Ama kim? Kimin kaybedecek bir şeyi yoktu? Kim bana yardım ederdi ki?
Emniyetin kapısının önüne geldiğimde, hâlâ bu düşüncelerden sıyrılmış değildim, ta ki karşıma Varan Alp’in babası Beyhan Çakmak çıkana kadar.
Neredeyse omuz omuza çarpışacaktık.
Bu adamı toplasam üç kez, en fazla da dört kez görmüştüm ve çoğu karşılaşmamız duruşma salonlarında gerçekleşmişti. Muhtemelen beni tanıyordu.
Dört beş saniyelik bir bakışmanın ardından “Merhaba,” dedim ve elimi uzattım.
Beyhan Çakmak çok sessiz bir adamdı ve beni bir tık korkutuyordu, zaten ablam da pek sevmezdi.
Elimi sıktıktan sonra “Merhaba,” dediğinde Varan Alp’in ses tonuyla ne kadar benzer bir ses tonu olduğunu fark ettim. Tuhaf bir andı.
Elimi geri çektikten hemen sonra hiç çekinmeden “İlkhan’la işiniz ne?” diye sordum. Kaşlarımı çatmıştım ve adamı sorguya çekmiş gibi davranıyordum fakat bu ne kadar umurumdaydı, muamma. Sadece cevap istiyordum.
Sorumu duyduktan kısa bir süre sonra gözlerini arkasına doğru çevirdi, tam o sırada Ümit Haldun İnal’ın gelmesine de pek şaşırmadım.
Ondan nefret ediyordum.
Bu kez onu sorgulamaya başladım ve bağırdım:
“Oğlunuzla çok mutlusunuz sanırım,” diyerek ona doğru bir adım attım.
Peşindeki korumalarla kendisini bir halt zannediyorsa yanılıyordu. Kızının katilini oğlu diye sahiplenen bir heriften ne başkan olurdu ne de adam.
“Ha pardon…” dedim sonra da abartılı bir tınıyla. “Katil oğlunuzla çok mutlusunuz, diyecektim ama yine eksik söyledim: Kızınızın katili olan oğlunuzla,” dedim yüksek bir sesle, emniyetin giriş katındaki herkes tarafından sesimin duyulduğundan emindim. “Çok mutlusunuz sanırım!”
Yanımdan geçerken “Oğlum katil değil,” deyince Beyhan Bey’le göz göze geldik. Ümit Haldun İnal, emniyetten çıkış yaparken üstüne atlayıp onu pataklamamak için kendimi çok zor tuttum.
“Anca kendinizi kandırın zaten!” diye bağırdım peşinden. Ses çıkardığım için birkaç polis memuru, uyarıcı bakışlarla susmamı söylemişti ama ben onları duyamayacak kadar sinirliydim.
Ümit Haldun İnal, çıkış kapısının dibinde durduktan sonra “Oğlum avukatım oldu,” dedi keskin bir sesle. Öfkeden ne diyeceğimi şaşırdığımdan ötürü ellerimi yumruk yapıp sıkmaya başladım. “Sanıkmış, Melek’i savunamayacak senin o kardeşinin yargılandığı mahkemede ama oğlumun arkadaşı gerekeni yapacak.”
“Senin oğlum dediğin kişi katil, geri zekâlı!” diye bağırdığımda, omuzlarımdan çekiştirildiğimi hissettim. “Benim kardeşim masum! Duruşmada da ispatlayacağım bunu! Göreceksin!” Yürüse de susmadım, neticesinde beni hâlâ duyuyordu. “Oğlum dediğin psikopatı da hapse tıkacağım!”
Siyah, lüks arabasına bindikten sonra ortadan kaybolduğunda, yeni yeni nerede olduğumu anımsadığıma pek şaşırmadım. Öfkelenince kendimi kaybediyordum, nerede olduğumu unutuyordum ve süt kardeşim kayıpken, öz kardeşim cezaevindeyken, en yakın arkadaşım mezardayken bunlar yetmiyormuş gibi şimdi de duruşmada Melek’i savunacak avukatın İlkhan’ın arkadaşı olduğunu öğrenmiştim!
“Miray!”
Bu, Halegül’ün sesiydi, yanımda olduğunu yeni fark etmiştim.
“Kendine gel!” Beni sarstığı sırada herkesin bu tarafa baktığını fark edip başımı hâlâ burada durup beni izleyen Beyhan Çakmak’a çevirdim. Bu adamın burada işi neydi hâlâ?
“Siz!” dedim ve kendisini işaret ettim. Babasıyla pek yakın olmayan Varan Alp’i daha net anlamaya başladım. “Siz o gün eşinizi kaybettiniz,” dediğim sırada beni can kulağıyla dinliyordu. “Buna rağmen hayatımızı mahveden o psikopatlar bağıra çağıra, elini kolunu sallaya sallaya sokaklarda gezerken susacak mısınız?”
“Miray,” diyen Halegül, beni kolumdan tuttu bu kez de. “Sakince konuşursun zamanı geldiğinde. Sırası değil.”
Beyhan Çakmak, bana doğru iki adım attıktan sonra çok yakınımda durmayarak karşıma geçti. “Benim eşim yangında ölmedi.” Kısık ve tok sesi çok korkunçtu. “Doğumda öldü.” Bunu zaten biliyordum ama sonuçta buna yangın sebep olmuştu. Bu adam ne saçmalıyordu? “Hoşça kal.”
Zar zor sakinleştiğim bu saniyelerde zaten tuhaf ve sinir bozucu olan bu adamın emniyetten çıkması bana çok da şaşırtıcı gelmemişti.
Kolumu geri çekerek yere düşen çantamı aldım ve “Sıkıntı yok,” dedim Halegül’e. “İlkhan şerefsizi burada mı?”
Halegül kısık gözleriyle Beyhan Çakmak’ın arkasından bakarken “İlkhan kim?” diye sordu. “Bu adam kim? Ne dediğini anlamıyorum. Tutuksuz yargılanan sanık mı? Dün bahsettiğiniz…”
“Doğru… Sen nereden bileceksin ki?” diyerek kendime kızmaya başladım. “Tamam, İlkhan’ı boş ver…” Daha fazla kendimi yormak istemiyordum, olan olmuştu. Duruşmada İlkhan’ın arkadaşının karşısına çıkacaktım, gününü gösterecektim ikisine de. “Mir Beyaz’dan haber varmış. Öyle söyledi Kamil Savcım.”
Halegül, “Doğrudur, ekipleri gönderdim ama pek ümitlenme, diyeyim ben sana…” deyince bıkkın bir nefes verdim. “Mir Beyaz emniyete ulaşmış, telefon açmış ama ortada yok. Arandığı bölgedeki arama çalışmalarını genişleteceğim, görüntülere de baktırıyorum. Mobese odasında izliyorlar.”
“Ben de bakabilir miyim?” diye sorduğumda, sorgulayıcı bir bakışla beni inceledi.
Ardından sesli bir nefes vererek “Bakamazsın,” dedi tok bir sesle. Bozuntuya vermeden öylece kalırken “Az önce birini parçalıyordun ben tutmasam. Şu öfkeni bir kontrol altına al, sana da bilgi geçeriz,” deyip arkasını döndü. “Git bir hava al.”
Gerçekten de dediği gibi öylece kaldım, öfkeden sıktığım avuç içimin de acıdığını fark edip elimi yavaşça kaldırdım. Tırnaklarımla avuç içimi yaralamıştım.
Bıkkın bir nefes vererek emniyetin çıkışına doğru yürüdüm, dışarı çıktıktan sonra da başımı kaldırıp göğe baktım.
Benim artık bir şeyler yapmam gerekiyordu çünkü kazanmak için yeterince kaybetmiştim, artık kaybedecek takatim kalmamıştı.
Bu iş, 12 Eylül’de bitmeliydi.
⚖️
“İyi akşamlar komiserim.”
Teoman’ın odasında, sandalyeye yayılmış bir şekilde sadece Mir Beyaz’dan haber bekliyordum ve akşam saatlerine geçtiğimizden dolayı herkesin mesaisi bitmişti, emniyet yavaş yavaş boşalıyordu.
“İyi akşamlar,” dedi eniştem de masasının üstünü toparlarken. “Miray, sen de artık eve geç. Bak, haber yok işte…”
Bıkkınlıkla oflarken “Dünden beri içim içimi yiyor, enişte ya…” dedim ve kol saatimden saati kontrol ettim. “Bak, saat yedi buçuk olmuş… Kaç gündür kim bilir ne halde Mir Beyaz…”
“Komiserim,” diyen genç memura doğru başımı çevirdiğimde memurun yüzündeki endişeli bakış beni korkutmuştu. Büroyu işaret eden polis memuru, “Genç bir kadın geldi buraya, Mir Beyaz Komiserimi soruyor. Ne diyeyim?” deyince kısa bir süre düşündüm.
Ayağa kalkarak “Kim ki bu?” diye sorduğum an aklıma Elif geldi. “Aa! Elif’tir muhtemelen!” dedim ve iki elimi birbirine çarptım. “Dün biz karşılaştık Elif’le sitede, ona haber vermeyi unuttum.”
Eniştem de “Buraya yönlendir,” deyince sıkıntıyla başımı çevirdim.
“Dün Ziva’yı almaya giderken Elif’le karşılaştım, o da Mir Beyaz’ı sormuştu ama… Aklıma tabii ki kaçırıldığı gelmedi.”
Eniştem sandalyesine yerleştikten sonra “Elif’i korkutma istersen,” deyince düşünceli bir bakışla kapıya doğru döndüm. “Kaçırıldığını söylemesen de olur.”
Elif kapıda belirdiği an önce beni gördü, sonra da merakla içeriye girip “Miray,” dedi. Odanın içini kontrol ederken “Mir Beyaz burada mı?” diye sorunca titreyen ellerini ve bacaklarını görünce ne diyeceğimi bilemedim. Acaba eniştemin söylediği gibi gizlese miydim bu durumu?
Enişteme kısa bir bakış atıp sonra tekrar Elif’e döndüm. “Elif,” dedim ve sandalyeyi işaret ettim. Muhtemelen ses tonumdaki hüzünden ve endişeden Mir Beyaz’ın başına bir şey geldiğini düşünüp elini kalbine götürdü. “Mir Beyaz kayıp.”
“Ne?” dedi korkuyla. “Kayıp mı?”
“Daha doğrusu, İlkhan Mir Beyaz’ı kaçırdı,” dediğim an gözlerini belertti. Birkaç saniye üçümüz de odanın içinde sessiz kaldık. “Ben de dün gece öğrendim, beni aradıklarında.”
Elif’in gözleri dolar gibi oldu ama sonra hemen kendini toparladı. “Peki,” dedi soru sorar gibi. “Onu bulabilecek misiniz? Sonuçta kimin kaçırdığını biliyorsunuz? Bir şeyler yaptınız mı?”
“Aranıyor hâlâ…” diye cevapladım.
Eniştem, “Bulmaya çalışıyoruz, zaten bugün emniyete ulaşmış, ellerinden kurtulmuş ama sinyal kesildi. Bize ulaştığı bölgenin konumu şu an aranıyor, bir mobese görüntüsü varsa da elimize ulaşacak en yakın zamanda. Sen de merak etme,” diyerek bizi rahatlatmaya çalıştı. “Sen de Miray.”
Üç saattir emniyetteydim.
“Elif,” dedim ve ona doğru yaklaşıp titreyen ellerini tuttum. Kız korkudan ve endişeden donakalmıştı üstelik çok üzüldüğü de yüz ifadesinden belliydi. “Dün annenle de karşılaşmıştık ya, benim aklıma bir fikir geldi.” Elif, konuyu değiştirdiğim için kaşlarını çatıp gözlerimizi buluşturdu. “Bak, İlkhan her seferinde kendisini aşacak hamlelerde bulunuyor ve biliyorsun, duruşma yaklaşıyor. Eğer anneni ikna edebilirsen…” Elif’in gözleri kısıldı, sanırım hâlâ anlayamamıştı. “Bize 17 Eylül 1998’de neler olduğunu anlatmak için duruşmada tanık olarak çıksın. Hikâyeyi değiştiririz, onların yalan ifade verdiğini gizleriz ama yeter ki İlkhan’ın o gün, orada doğduğunu ve Behzat’ın da orada, annesiyle beraber bir zamanlar çalıştığını ispatlayalım. Eğer ispatlayamazsak hem benim kardeşim Koray cezaevine geri dönecek hem de İlkhan 17 Eylül’de mutlaka bir başkasını öldürecek. Bu, Mir Beyaz da olabilir… Bu yüzden bizim savaşmamız gerekiyor, bana yardım etmeniz gerekiyor…” Ne diyeceğimi bilemedim. “Bana yardım edebilir misin?”
Neredeyse mosmor olmuş yüzüyle bir bana bir Teoman’a bakan Elif, sonunda “Tamam,” dedi titrek bir sesle. “Ama emin misin? Mir Beyaz’a 17 Eylül’e kadar zarar vermez, değil mi?”
Kaşlarımı havaya kaldırdım. “Bence onu 17 Eylül’e kadar yanına tutabilmek için alıkoydu,” diyerek kendi fikrimi söyledim. “Ama bunu hiçbirimiz bilemeyiz… O yüzden deli gibi arıyoruz Mir Beyaz’ı. Ha ama benim dediğim gibi olursa…” dedim ama umarım bu şekilde olmazdı. “Duruşmada tüm kozlarımızı kullanmak zorunda kalacağız.”
Ellerini bırakıp Teoman’a doğru döndüm, sonra da sandalyeye oturdum. Elif bir süre daha ayakta bekledi ve hiçbirimiz konuşmadık.
“Ben mobese odasına bakıp geleceğim,” diyen Teoman, odasından hemencecik çıktı.
Elif’le yalnız kaldık.
Bir iki dakika sonra “Sen istersen eve dön,” dediğimde Elif, hızlıca başını salladı.
“Olmaz,” dedi ve karşımdaki sandalyeye oturdu. “Ben de bekleyeyim. Lütfen… Yasak mı burada durmak yoksa?” Arkasını kontrol edecekken bir anda kapıda Erkin belirdi.
Teoman’ın oturduğu koltuğa bakan Erkin, onu göremeyince yüzünü bana çevirdi. “Teoman nerede?”
“Mobese odasına gitti,” dediğim sırada onun da gözleri Elif’inkiyle buluşmuştu.
Elif başını bana doğru çevirdiğinde Erkin, ona bakmayı bırakıp bana döndü. “Miray, bir gelir misin?”
Çantamı sandalyeye bırakarak ayağa kalktım ve Erkin’in yanına yürüdüm. Teoman’ın odasından biraz uzaklaştık, o sırada emniyetteki çoğu masanın boş olduğunu fark ettim. Neredeyse herkes gitmişti.
“Bu kız ne yapıyor burada?” diye sordu içeriyi işaret ederek.
“Elif mi?” diye sorduğumda başıyla onayladı. “Erkin konumuz bu mu sence? Sana ne Elif’ten ya?” diye patladığımda kendisini sorgular gibi bir süre bekledi.
“Tabii ki bana ne!” dedi, sonra da cebinden telefonunu çıkardı. “Ben yine bir mevzu mu kaçırdım, onu öğrenmek için sormuştum. 17 Eylül doğumlu ya kendisi de…”
“Ha yok… Bir şey kaçırmadın. Mir Beyaz’ı merak ettiği için buraya gelmiş, ben de durumu izah ettim.”
Telefonunu tekrardan cebine yerleştiren Erkin, “Tamam da cinayet büroda ne işi var bu kızın? Gitsin, evinde beklesin,” dedi sıkıntıyla. “Bunlara haber gitmedi mi? Kamil Savcı geçen gün herkese telefon açılacak, evlerinden pek çıkmamaları gerektiği haber verilecek demişti. Ayrıca aynı durum senin için de geçerli,” dedi bana sertçe.
“Benim süt kardeşim kayıp ayrıca ben davada sanık müdafiyim,” diye kısa bir hatırlatma yaptığımda sıkıntıyla başını yana çevirdi. “Sen de her şeye amma karışıyorsun…” dedim isyan ederek. “Davanın savcısı Kamil Savcı, o da birazdan burada olur zaten, canım,” dedim bastıra bastıra. “Sen evine dönebilirsin, teşekkürler.”
“Böyle mi olduk şimdi?” diyen Erkin’in egosunu bugün pek tatmin edememiştik anlaşılan. “Size var ya, toptan başarılar diliyorum, Kamil Savcı Beyle…” Kaşlarım çatıldı. “Artık nikah şahidiniz de Kamil Kavakcı olur…”
Birkaç saniye duraksadım. “Nikah mı? Ne nikahı?”
“Varan Alp’le evlendiğinizde nikah şahidiniz Kamil olur,” dedi açıklar gibi ama daha çok dalga geçtiğini anlayabiliyordum.
Ne saçmalıyordu?
Bir anda kekeleyerek “Ya…” dedikten sonra düşündüğümde bile beynime kan gitmeyen o sahneleri kafamdan silmeye çalıştım. “Ne nikahı Erkin?” diye patladım sinirle gülerek. “Ayrıca,” deyip etrafı kontrol ettim. “Siz aranızda böyle şeyler mi konuşuyorsunuz Varan Alp’le?”
Erkin “Bilemiyorum,” dedi sinir bozucu ve imalı bir sesle. “Sen ona sorarsın, o sana cevap verir. Arkadaşımla aramda geçen sohbeti sana anlatacağımı düşünüyorsan yanılıyorsun.”
“Ben de merak etmiyorum zaten…” dedim ki gidip Varan Alp’e bunları anlatmasın. “Ayrıca kendisi benimle evlenmeyi anca rüyasında görür.” Zaten sinirliydim, daha da sinirlenmiştim. “Ve ben evlenirsem de nikah şahidim ablam olur muhtemelen. Varan Alp’inki de Teoman olur çünkü onların şahidi bizdik. O ara bile bu çok konuşuluyordu…”
Erkin hiçbir şey söylemeden öylece bekledi.
“Ne?” dedim ben de sinir bozukluğuyla. “Niye öyle değişik değişik bakıyorsun?”
“Hiç…” dedi Erkin, sonra da öksürerek arkasını döndü. “Ben Teo’ya bakayım. Görüşürüz.” Bıyık altından gülerek yanımdan ayrılınca arkasından bakakaldım.
Delirmişti herhalde.
Teoman’ın odasında bekleyen Elif’in yanına doğru gitmek için arkamı döndüğüm an Kanton Kulesi uzunluğunda bir bedeni görür görmez irkilerek geriye doğru bir adım sendeledim. Şok olmuştum, ödüm kopmuştu ve neredeyse kalp krizi geçirecektim.
Başparmağımı dudaklarıma doğru götürdükten sonra üst dişlerime değdirerek kendisinden korktuğumu belli ettim.
Allah kahretsin… Az önceki nikah sohbetimizi umarım duymamıştı!
“A!” dedim şaşırmış gibi yaparak. “Varan Alp, sen iyileştin mi?”
Teoman’ın yanındayken Varan Alp’i sormuştum, o da gelmeyeceğini çünkü hasta olduğunu söylemişti.
“İyiyim,” dedi kısaca.
Daha cümlesini bitirmeden konuşmaya devam ettim: “Ayrıca tebrik ederim, serum taktırmışsın kendine.” Varan Alp’in tuhaf bakışları bir süre üstümde gezinince kendimi aşırı gerilip konuşmaya devam ettim: “Ben de Erkin’i az önce Teo’nun odasının önünde gördüm, o da Elif’i sordu işte…” Gülümsemeye çalıştım. “Durumu anlattım. Elif…” Elif’i işin içine katmak harika bir fikirdi. “Kız titriyor, ben onun yanına gideyim.”
Varan Alp, onun yanından geçerken “Mir Beyaz’dan haber yok galiba,” deyince durmak zorunda kaldım. Sesi sabahkinden daha iyi geliyordu. “Gerçi Kamil Savcı’yla yeni konuştum ama…”
“Yok,” dedim kısaca. “Haber yok yani.”
“Miray.” Arkamda beliren Elif’le tekrardan korkarak geriye sendelediğimde gerçekten kalp krizi geçirdiğimi düşünüp elimi kalbime doğru götürdüm. İlkhan şerefsizini gördüğüm andan beri zaten bir tuhaftım… “Ben eve döneceğim, annem aradı da…”
Elif’in söylediğini kavramam bile on saniye sürmüştü. “Çok iyi…” deyip zorla gülümsemeye çalıştım. “Az önce söylediklerimi unutma.”
Elif başıyla onayladı. “Tamam. Miray…” Kısık bir sesle konuşurken bir yandan da biraz ilerimizde bizi izleyen Varan Alp’e doğru kaçamak bir bakış atmıştı. “Ona bir şey yapmazlar, değil mi?”
“Merak etme, bulacağız Mir Beyaz’ı.” Ben de kısık sesle konuşuyordum. “Ben sana haber vereceğim.”
Elif başını salladıktan sonra “Peki,” deyip Varan Alp’e döndü. Selam verir gibi gözlerini kırptıktan sonra “Görüşürüz Miray,” deyip yanımızdan ayrıldı.
Bürodan çıkana kadar izledim onu.
Ve şu an ortalıkta bizden başka kimse yoktu, desem yalan olmazdı. Biraz ileride, masada bilgisayarla uğraşan bir memur vardı ama o kadar.
Büyük bir gerginlik vücudumu esir alınca ne yapacağımı bilemeyerek Varan Alp’e doğru döndüm, daha doğrusu biraz başımı kaldırdım. “Sen de eve gitseydin…” dediğim an bu cümlem çok saçma geldi. “Yani hastasın ya,” diye düzelttim. “Ondan dedim. Ziva da hasta.”
“Elim kolum bağlı evde oturamam,” deyince onu çok iyi anladığımdan cevap veremedim. Pek yakın olmasa da Mir Beyaz’ı merak etmesi çok normaldi.
Aramızda tekrardan sessizlik hakim olunca ne yapacağımı bilemedim. “İyi,” deyip Teoman’ın odasını işaret ettim. “Ben içeride bekleyeceğim, görüşürüz.”
Teoman’ın odasına doğru yürürken büronun arkasında tiz bir ses yankılandı.
“Miray!” Eniştemin sesiydi. “Mir Beyaz’ın bize ulaştığı konumun yakınlarında bir mobese kaydı tespit ettik!” Ardından Varan Alp’i görüp “Buraya gelin!” dedi eniştem.
Büyük bir merakla mobese odasına doğru yürüdüm. Birkaç saniyenin ardından neredeyse herkesin odanın içinde olduğunu fark ettim. Herkes buraya toplanmıştı ve büyük televizyona bakıyordu.
“Tekrardan açın,” diyen eniştem, beni tam ortaya aldı.
“Buyurun savcım,” diyen polis memuru da Varan Alp’e sandalye uzattı.
“Nerede?” diye sordum ben de televizyona dönerek. “Göremiyorum.”
“Şu siyah araç var ya,” dedi polis memurlarından biri. “Bagajından Mir Beyaz çıkıyor.” Kaşlarım çatıldı. “Kendisi açıyor bagajı ve koşa koşa şu alana ilerliyor.” Televizyonda görülen yola doğru bakarken Mir Beyaz’ı görüp alt dudağımı ısırdım.
Onu bu halde görünce çok korkmuştum.
“Sonra?” dediğimde biraz daha ileri sardılar.
Gördüğüm kadarıyla Mir Beyaz’ın koşarken başka bir görüntüsü daha vardı ama bu kadardı.
Memur arkadaş başını bana çevirip “Bu kadar,” deyince hayal kırıklığıyla enişteme döndüm.
“Buralar hep arandı, değil mi?” diye sorunca başıyla onayladı. Tabeladan Şile olduğunu fark ettiğim konuma daha detaylı hâkim olmak için “Bütün Şile’yi aradınız mı?” diye sorunca eniştem kurnazlık edip konumu öğrenmek istediğimi fark etmişti.
“Hayır Miray,” dedi sertçe. “Sakın.”
Gözlerimi devirerek “Bir daha arayın o zaman,” dediğimde ne diyeceğini bilemeyerek konumdaki görüntülere baktı.
“Aracın konumuna ulaşabilir miyiz, ona bakacağız. Sen karışma.”
“Biz daha çok Ağaçdere yakınlarına bakıyoruz,” diyen polis memuruna doğru dönerken eniştem, eliyle yüzünü kapatmıştı. Pot kıran polis memuru, hiç farkında olmayarak “Ama buradan biz çok ihbar aldık zamanında, nerede mobese yok iyi biliriz. Bulmamız yakındır,” diye devam etti.
“İsmet ne diyorsun?” diyen eniştem, memurun omuzlarını sıktı. “Niye tüm bilgileri verdin? Kardeşi o, kardeşi!”
İsmet adındaki memur, “Nasıl ya?” diye sorup başını bana doğru kaldırdı. “Sizin soyadlarınız farklı.”
“Sen nereden biliyorsun?” diye soran Varan Alp’e doğru döndü odadaki herkes. Sesi sert çıkmıştı.
Polis memuru, “Araştırdım savcım,” dedi normal bir cümle kurar gibi. “İki tane kardeşi var, Avukat Hanım’ın.”
Bu kez eniştem sordu: “Niye araştırdın lan?”
İsmet duraksadı. “Niye araştırdım?” diye sorup bir Teoman’a bir Varan Alp’e en son da bana baktı. “Çünkü…” dedi aydınlanarak. “Çünkü Mir Beyaz’ı ararken bütün yakınlarını araştırdım, bütün 17 Eylül doğumluları araştırdım.”
Harika bir bahane.
“Tamam, hadi, çıkın…” diyen eniştem, omuzumdan tutarak beni yüz seksen derece döndürdü.
Bir yandan gülüyordum diğer yandan da Mir Beyaz yüzünden aşırı gergindim. Sanırım İlkhan gerzeği beni bipolar etmişti!
Mobese odasından çıkarken sinir bozukluğuyla kıkırdayıp elimi alnıma doğru götürdüm.
Sanırım gerçekten delirmiştim.
“Miray eve!” dedi eniştem beni tekrardan çıkışa doğru döndürerek. “Sakın ama sakın,” dedi işaret parmağını sallarken. “Şile’ye gideyim deme! Bak sakın!” Kaşları çatıldı. “Kızım deli misin? Ne gülüyorsun?”
Dudaklarımı birbirine bastırdım. “Gülmüyorum,” dedim ve birkaç kez öksürdüm.
Varan Alp odadan çıkınca eniştem, “Sen niye geldin bu arada?” diyerek bu kez ona kızmaya başladı. “Serumun bitti mi?”
“Bitti,” dedi Varan Alp mesafeli bir sesle.
Eniştem göz ucuyla Varan Alp’e bakarken “Eve git, dinlen,” dedi soğuk sesiyle.
Bunların arasında muhakkak bir tartışma geçmişti, emindim.
“Duramıyorum evde,” diyen Varan Alp, ileriyi işaret ederek yürümeye başladı. “Senin odanda beklerim ben.”
“Varan Alp!” dedi eniştem, sonra da etrafını kontrol etti ve “Savcım, sizin burada bize edebileceğiniz herhangi bir yardım söz konusu değil,” diyerek yanına yaklaştı.
Sanırım beni unutmuşlardı.
“Evine git,” dedi karşısında durup.
“Gitmiyorum,” dedi Varan Alp de.
“Savcım hastalığınızı bize de bulaştıracaksınız, defolun gidin lütfen,” diyen eniştemin kurduğu cümlenin başı ve sonu çok ayrı noktalardaydı. Bana dönerek “Miray sen de evine git çünkü ben artık sinirden deliye döneceğim!” deyip odasına yürüdü. “Emniyette polis olur, polis!” Ses tonu yüksek çıkmıştı.
Varan Alp ile mobese odasının önünde yalnız kaldığımızda dönüp birbirimize baktık.
“Ben Şile’ye gitmek istiyorum,” dedim tok bir sesle. “Yerimde duramıyorum.”
Fikrim ona çok saçma gelmiş gibiydi. “Peki seni de kaçırırsa ne yapacaksın?” diye sorunca gözlerinin içine bakmaya devam ettim. “Duruşma 12 gün sonra, hatırlatayım.”
Haklıydı. Ayrıca bir anlığına gaza gelip gitmeyi düşünsem de aracım olmadığı için hayatta gidemeyeceğimi fark ettim.
“Doğru,” dedim, kabullenerek.
Göz ucuyla emniyetteki hareketliliğe bakarken “Seray’ın yanına gidelim mi?” diye sordu Varan Alp. Şaşırmıştım. “Yalnız kalmasınlar.”
“Sen de mi geleceksin?” diye sordum pek anlayamadığım için.
Varan Alp’in bakışları abisinin odasına doğru döndü, sonra yine bana dönerek “Evet. Yalnız gitmemiş olursun,” deyince dünden razıymış gibi kabullendim.
“Tamam,” dedim ve eniştemin odasını işaret ettim. “Teo’nun odasında çantam var, alıp geleyim.”
⚖️
YAZARIN ANLATIMIYLA
Kaldırımın ortasına çöken genç kadının bedeni tir tir titrerken etraftan geçen insanların tuhaf bakışlarına maruz kalması fark ettiği bir durum bile değildi. Sol gözünden akan yaş, yanağını ısıtırken kaldırıma oturduğundan ötürü hafifçe üşüyordu. Bir kez hapşırdı, ardından burnunu çekti ve ağlaması daha da derinleşti. Kalbi acıyordu.
Elini kalbine götürdüğünde hissettiği acıyı elbette tanımlayamamıştı; sözde doktordu ama bu acının ilacının olmadığını da biliyordu. Kaybolmuş gibi hissediyordu; sanki evine dönemiyordu, dönse bile evi gibi hissetmeyecekti.
Karşısından geçen kaçıncı araba, saymamıştı. Kaç insan kaşlarını çatarak bu kıza tuhaf bakışlar atmıştı, fark etmemişti. Kaç saniye geçmişti kaldırıma oturduğundan beri, hesaplayamamıştı. Aklı durmuş gibiydi. Az önce sakinleşmemiş miydi? Niçin şimdi bu kadar titriyordu ki?
Gözyaşlarını silerken ellerinin normalden daha fazla titrediğini görüp kendisi de kaşlarını çattı. Acaba hastaneye mi gitseydi? Ona göre her an bayılabilirdi.
Onu irkilten bir ses bir anda kulaklarına yayılınca kalp atışları hızlandı. “Doktor Hanım!” Başını kaldırıp bu kişinin kim olduğunu anlayana kadar bir süre bekledi. Karşısındaki adam, kadına doğru eğilip “Doktor, hey!” derken bu kadının pek de iyi olmadığını fark etmişti. “Ne yapıyorsun kaldırımın üstünde? Git, bankta otur.”
Bu kişi, Erkin Savcı’ydı.
Elif’in bakışları bir anda sertleşti ama ağladığı için hâlâ yeteri kadar öfkelenememişti. “Size ne?” Sesi de çok titriyordu. “Kaldırıma oturmak suç mu?”
Bu kadar savunmasız çıkan bir sesten sonra Erkin’in kuracağı cümle bir anda değişmişti: “Üşürsünüz, ondan dedim.” Ardından bir anda kabalaştı. “Aman, ne halin varsa gör…”
Açıkçası Elif, bu adamdan pek hoşlanmıyordu ve onu takacak değildi. Bu nedenle arkasını dönüp gitse de arabasına binse de umursamadı ve zemine bakmaya devam etti. Fakat nedense elleri titremiyordu, bacakları titremiyordu, kalbi acımıyordu… Ne olmuştu bu kadına?
Erkin’in bindiği arabanın kapısı kapandığı an Elif, büyük bir korkuyla tekrardan irkildi. Arkasına döndüğünde emniyetin önünde olduğunu ve bir kaldırımın kenarında kedi gibi durduğunu fark etti. O iyi değildi…
Ayağa kalkmaya çalıştı fakat sendeledi, hatta Erkin’in arabasına tutunarak bir süre kendisini iyileştirmeye çalıştı.
Arabanın camları açıldı.
“Arabamı mı çiziyorsun?”
Elif, Erkin’in arabasına tutunduğunu yeni fark etmişti. Ellerini geri çekip iğrenircesine bir bakış attı. “Hayır,” dedi sertçe. “Ama iyi fikirmiş, bir dahakine çaktırmadan çizerim.”
Mavi gözleri kısılan adamın yüzünde sahte bir gülümseme peyda oldu. “Senin dilin de bir bana mı bu kadar uzun?”
Elif, gözlerini kısıp sevimsiz bir bakış attıktan sonra arkasını dönüp çantasını almak için kaldırıma doğru eğildi fakat bedeni onu çok zorladığından sendeledi. Mir Beyaz’ın kaçırıldığını öğrendiği andan beri böyleydi, hiç iyi değildi.
Erkin’in yüzündeki gülümsemeler silinip silinip durduğundan ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. Bir yandan vicdanı konuşuyordu, öteki yandan da inadı. Bu kadından hiç hoşlanmıyordu ama az önceki hallerine bakılırsa da pek iyi değildi.
Bir vatandaşa kibarlık yapmayalı da uzun zaman olmuştu. Eee? Ne yapacaktı ki şimdi?
Kararsız bir tınıyla “İyi misin?” diye sorarken bile sesi sert çıkmıştı.
Elif, çantasını yerden aldıktan sonra “Seni gördüm, daha kötü oldum,” demeyi ihmal etmedi. Erkin’in kaşları havaya kalktı çünkü az önce ağlayıp titreye titreye ayağa kalkan bu kadının bu hâlde bile laf sokma çabasında olması ona tuhaf gelmişti. “Lütfen o cin gibi bakan gözlerini üstümden çek,” diyen Elif, öfkeyle yürümeye başladı fakat ikinci adımda tekrardan arabaya tutundu.
Aracından bir hışımla ve çok büyük bir sinirle inen Erkin, genç kadının yanına varana kadar konuşmadı. Karşısında durduğu an, Elif başını kaldırıp Erkin’in sevimsiz olarak gördüğü yüzüne baktı ve güç de olsa doğruldu.
“Arabaya bin,” diyen Erkin, Elif’in kolundan hafifçe tutarak onu geriye çekti.
Elif hayatının şokunu yaşarcasına bir emniyetin bahçe kapısına bir de Erkin’e bakıp durmuştu. “Pardon?” Burnunu çektikten sonra hapşırdı.
Erkin arabanın kapısını tamamen araladığı için “Şuraya bayılıp kalacaksın,” diyerek Elif’i araca doğru yöneltti. Kolunu sıkıca kavramamıştı, nazikti. “Katiliniz dışarıda lay lay lom gezsin, sen kaldırımın üstünde oturup ağla.”
Neye uğradığını şaşıran kadın kendisini arabanın içinde buldu ama ara ara gözleri karardığından itiraz etmedi. Kısa bir süre içinde Erkin de şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırmıştı.
“Şey,” dedi Elif, gözlerini tam açamayarak. “Anneme eczaneden ilaç alacaktım da…” Elini başına götürdü. “İçmeyince uyuyamıyor.” Doğru düzgün cümle kuramadığını belirtti. “Acaba beni bir eczanenin önünde salsan mı? İyiyim.” Elini başına doğru götürüp bir süre gözlerini yumdu Elif.
Erkin’in sesi soluğu çıkmadı, bir dakika boyunca konuşmadılar.
Arabadan uyarıcı şekilde sesler gelmeye başlayınca “Emniyet kemerini tak. Evine bırakırım,” dedi Erkin.
Elif, kendisini muayene ediyordu. İyi gibiydi. “Tamam,” diyerek emniyet kemerini taktı, sonra da yola bakmaya başladı. “Yanlış yoldan gidiyorsun.” İşaret parmağıyla solu işaret etti Elif. “Soldan gidecektin.”
“Benden daha iyi bildiğini mi sanıyorsun?” diye soran Erkin, yanlış yola girdiğinden bihaberdi.
Elif birkaç saniyeliğine kendini sorguladıktan sonra “Ama…” dedi kararsız bir tınıyla. “Ben ne zaman taksiye binsem sol taraftan geçtik.”
“Taksici yanlış yoldan gitmiş.”
Elif, Erkin’in bu hallerine sonunda bir anlam yükledi. “Sen çok megaloman bir insansın.”
“Sana nasıl bir insan olduğumu sormadım,” dedi Erkin de gıcık bir sesle.
Elif daha da öfkelenip “Ayrıca o kadar gıcıksın ki muhtemelen seninle diyalog kurabilen insan sayısı bir elin parmağını geçmiyordur,” diye kötülemeye başladı. Bir yandan da Erkin’in vücuduna ve yan profiline bakmakla meşguldü. Oldukça yakışıklı bir adam olsa da hiç ilgisini çekmemişti. Çok gıcıktı, çokbilmişti ve dediği gibi, megalomandı.
“Seni ciddiye alsam söylediklerin için üzülürdüm,” diyen Erkin, gerçekten de kırılmamıştı ama bu kadın fazla oluyordu. Onu öfkelendirmişti.
Elif başını koltuğa yaslayarak gülümserken diğer yandan da yola doğru bakıyordu. “Yine yanlış yola girdin!” diye bağırdı bir anda. “Ayrıca sen beni neden arabana bindirdin?” Bir anda çirkefçe konuşmaya başladı. “Almasaydın arabana… Zaten başım döndü sadece! Yanlış yollardan kim bilir nereye götürüyors…”
Araba aniden fren yapınca Elif’in ödü kopmuştu.
Korkuyla Erkin’e doğru dönen kadının ela gözleri, mavi gözlere kenetlenip bir süre öylece kalakalmıştı.
“Benimle düzgün konuş,” dedi Erkin, kısık ve sakin bir sesle. “Git, eczaneden ne alıyorsan al.” İleriyi işaret etti. “Sizin o gerzek katiliniz devamınızı da kaçırmasın diye uğraşıyorum, savcıyım ya ben.” Kendisini çok haklı gördüğünden sakin konuşmaya çalışıyordu ama Elif’in tek kelimesinde kalbini çok kötü kıracağının da farkındaydı.
Elif başını sağa doğru çevirdiğinde eczane yazısıyla karşılaştı, sonra da hiçbir şey söylemeden araçtan indi.
Annesinin ilaçlarını alırken bir yandan eczanenin önünde bekleyen arabayı dikizliyordu diğer yandan da bir hata yapıp yapmadığını sorguluyordu. Onun da sinirleri çok bozulmuştu.
İlaçları aldıktan sonra “Teşekkürler,” dedi Elif, bitkin bir sesle. İlaç poşetiyle beraber eczaneden ayrıldıktan sonra da etrafına bakmaya başladı.
Tek başına da gidebilirdi.
Yorgunluktan başı ağrıyan Erkin, kapının önünde dikilip ona doğru bakan kadına doğru döndüğü an kaşları çatıldı çünkü yan tarafta bir hareketlenme vardı. Torpidoyu açıp silahını çıkardıktan sonra aceleyle arabadan indi, tam da tahmin ettiği gibi maskeli bir adam, Elif’e doğru yaklaşıyordu.
Zaten az önce gri bir aracın onları takip ettiğini düşünmüştü.
Muhtemelen İlkhan ve diğer örgüt zımbırtısı üyeleri, Elif’i hatta diğer 17 Eylül doğumlu kuvöz arkadaşlarını da kaçırmayı amaçlamıştı.
Havaya doğru ateş eden Erkin, suçüstü yapmak için maskeli adama doğru koşarken olanlardan habersiz olan Elif, silah sesiyle beraber korkarak eğildi. Elleriyle kulaklarını kapayarak çömelen genç kadının ödü kopmuştu.
Erkin bir yandan maskeli adamın peşinden koşarken diğer yandan da telefonunu çıkarıp emniyete haber verdi. Bu şerefsizi kaçıramazdı! Bu kadar yaklaşmışken olamazdı!
Arkasını kontrol etti, tekrardan bir uyarı ateşi etti ve “Kaçma!” diye bağırdı.
Maskeli adam, ne yapıp ne edip savcıyı atlatmayı başarmıştı.
“Allah kahretsin,” dedi Erkin, etrafını kontrol ederken. Telefonunu cebine sıkıştırıp bu kez koşar adımlarla Elif’in yanına doğru ilerledi. Başkaları da olabilirdi, genelde böyleleri tek gezmezdi.
Eczanenin önünde bekleyen birkaç kadın ve birkaç adam – muhtemelen esnaf – neler olduğunu anlamaya çalışırken polis aracının siren sesleri, yaklaştığı alarmını vermişti.
Erkin, Elif’in yanına varır varmaz ona doğru eğilerek “Kalk,” dedi ve kolundan tuttu. “İyi misin?”
Elif çok korkuyordu ve vücudu zangır zangır titriyordu. Böyle şeylere hiç alışık olmayan genç kadın, son iki senedir neye uğradığını şaşırmıştı. Hayatı altüst olmuştu, tıpkı diğer 17 Eylüllüler gibi.
Birkaç dakika içerisinde çevredeki sokaklar aranmaya başladı, mobese görüntülerinin incelenmesi emri verildi ve çevredeki dükkânlardan kamera kaydı istendi. Araç kameraları için sahipleriyle iletişime geçilmesi emrini veren Erkin, diğer yandan da Kamil Savcı’ya olanları kısaca anlatmıştı.
Arabada beklerken tir tir titreyen Elif, sokaktaki kırmızı mavi ışıkların yansımasına bakarak sertçe yutkundu. Bir yandan hemen buradan gitmek isterken diğer yandan da evde bile güvende olmayacağını düşünüyordu.
Sonunda Erkin, aracına bindiğinde ve hareket hâline geçtiğinde Elif konuştu: “Beni de mi kaçıracaklardı yani?” diye sordu.
“Muhtemelen,” dedi Erkin kısaca.
“O zaman…” diyen Elif, çantasına doğru eğildi. “O zaman Miray’ı da kaçırabilirler.” Hızlı hızlı sesli nefesler alıp verirken eli telefonuna uzandı. Titreyen elleri dolayısıyla ekranı bile açamamıştı, bu yüzden de sakinleşmek için ellerini sıktı ve bir süre gözlerini yumup bekledi.
Erkin, “Kamil Savcı’ya haber verdim,” diye açıklamaya çalıştı ama bu kadın Kamil Savcı’yı nereden tanıyacaktı? Başka bir şekilde anlatmaya başladı: “Yani şeye, davanın savcısına… O önlem alır, merak etme.” Erkin’in gözü, Elif’in kucağındaki eczane poşetine ilişince kaşları çatıldı.
Eczanenin adı, Yıldız Eczane’ydi.
İki kez öksüren Erkin, bu eczaneye nasıl geldiğini sorgularken alnına bir kez vurdu. Bu kadar tesadüf de fazlaydı ama artık!
“Bir şey mi oldu?” diye sordu Elif, Erkin alnına vurunca.
Erkin sesini çıkarmadı, sadece sesli bir nefes verdi.
Elif, Erkin’e nasıl hitap edeceğini bilmediğinden bir süre sadece ona doğru dönüp baktı. Ardından “Sence ben evde güvende olur muyum ya da işte?” diye sordu sessizce. Neredeyse fısıldamıştı… “Annem çok korkuyor, ben de annem için korkuyorum.”
“Olmazsın,” dedi Erkin de dürüstçe.
Büyük bir korkuyla doğrulan kadın, “Ama…” dedi ve bir süre konuşamadı. “O zaman ne olacak? Ya bu sene beni öldürürse? Ya Mir Beyaz’ı öldürürse?” Elini kalbine götürdü.
Erkin araba kullanırken sohbet etmekten pek hoşlanmazdı, bu yüzden genelde Elif’le muhatap olmuyordu.
İstediği cevapları alamayan Elif, tekrardan sinirlenmeye başladı: “Peki bu nasıl bir şey ya?” diyerek sesini yükseltti. “Ben evimde de güvende olamayacaksam niye siz varsınız o zaman? Hani o savcı önlem alacaktı? Yoksa beni korkutmaya mı çalışıyorsun?”
“Ya doktor, az önce neredeyse kaçırılacaktın…” diyen Erkin, hayret edercesine devam etti: “Ben olmasam şu an…” dedi gözlerini kısarak. “Elin kolun bağlıydı muhtemelen, bir de eterle bayıltmak gibi gelenekleri var… Oh… Yüzüncü rüyandaydın. Hâlâ bana bağırıyorsun ya! Bu nasıl bir utanmazlık? Anlamıyorum.”
Elif biraz mahcup hissetse de fikri pek değişmemişti. “Kendinle çelişme o zaman sen de. Hem önlem alınacak diyorsun hem de beni korkutmak için güvende olmadığımı söylüyorsun. Azıcık moral versen ne olur sanki? Ben kaç gündür ilk defa silah sesi duydum, biliyor musun?” Çok korkmuştu. “Korkuyorum silahlardan.”
Belindeki silahı çıkaran Erkin, Elif’in bacaklarının üstüne bıraktı. “Bunu torpidoya koy.”
Elif’in ağzı beş karış açık kalırken kucağındaki cisme bakıp bir süre duraksadı. “Silah,” dedi sessizce.
Erkin sırıttı. “Memnun oldu ablası… Sabır, gerçekten sabır!” dedikten sonra kırmızı ışıkta durunca silahı Elif’in kucağından aldı. Torpidoyu açarken Elif’in bedenine doğru yaklaşmak zorunda kalan Erkin, tam olarak ne koktuğu belli olmayan şampuan kokusuyla başını yavaşça Elif’e doğru çevirdi.
Elif hâlâ silaha bakıyordu.
“Silahlardan korkuyorum,” dedi sessizce, Erkin’in ona baktığını fark etmiyordu bile. Açık kalan torpidonun içerisindeki silaha bakarken yeterince korkuyordu zaten…
Erkin, Elif’ten uzaklaşmayınca şampuanın kokusu daha yakından gelmeye başladı. “Silahtan korkma, kurşundan kork,” dedi Erkin, sonra da torpidoyu kapatıp Elif’ten uzaklaştı.
“Aynı şey.”
“Hayır.” Erkin, aracını hareket ettirirken gözüne gri bir araç ilişti. “Silahı vücudunda taşırken güvende hissedersin ama kurşun vücuduna denk geldiği an kendini kaybedersin. Bu yüzden silahlardan korkma,” diyen Erkin, bu kadına niçin bu kadar açıklama yaptığını anlayamamıştı.
Elif pek anlamasa da “İyi,” diyerek Erkin’i cevapsız bırakmadı.
“Bir dakika,” diyen Erkin, kaşlarını çatarak ileriye bakmaya başladı. “Şu aracın plakası…” Az önce gördüğü aracı aklına getirmeye çalıştı ve içinden bir küfür savurdu. “Onların arabası bu. Az önce beni takip ediyorlardı.”
Erkin, direksiyonu sağa kırıp öndeki gri aracı takip etmeye başladı.
“Ne oluyor?” diye sordu Elif korkuyla. “Nereye gidiyorsun?”
“Sessiz ol,” dedi Erkin sertçe.
“Beni yine saçma sapan meselelere mi karıştıracaksın?” Elif, emniyet kemerini sıkarak içinden bildiği tüm duaları tek tek okumaya başladı.
Erkin, aracı incelerken diğer yandan da olabildiğince hızlı ilerleyip bir de şoför koltuğunda kimin durduğuna bakmak istiyordu.
Araca yaklaşmasına gerek bile kalmadan plakanın üstündeki simge, çok ilgisini çekti. Bu araç, ablasının öldürüldüğü gece hastaneden çıkan araçla aynıydı üstelik Miray kaçırıldığında, evlerinin yakınlarındaki mobese görüntülerinde de bu araç sıkça bulunuyordu.
Bunlar onlardı… Az önce Elif’i kaçıracaklarken Erkin’e yakalanan maskeli adam bu araca binmişti, Erkin bundan adı gibi emindi.
Üstelik bu aracın üstünde yıldız simgesi vardı.
“Emniyeti ara,” dedi Erkin iyice emin olunca. “Teoman’ın numarası vardır sende, çabuk ara. Canlı konum at, gri bir aracı takip ettiğimizi söyle. Hatta direkt aracın fotoğrafını çek.”
Elif neler olduğunu tam anlayamasa da dua ede ede telefonunu eline alıp Teoman’ı aradı, kısaca neler olduğunu anlattıktan sonra da canlı konum attı ve ilerideki gri aracın fotoğrafını gönderdi.
Kıyamet kopacak gibi görünüyordu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 44.09k Okunma |
2.92k Oy |
0 Takip |
46 Bölümlü Kitap |