45. Bölüm
Esma Tonguc / 17 EYLÜL / 44. DEĞİŞEN DENGELER

44. DEĞİŞEN DENGELER

Esma Tonguc
esmatonguc

22 Kasım günü yayınladığın ikinci bölümdür, önceki bölümü okuduğunuzdan emin olun lütfen :)

Bu kitapta geçen kişi ve kurumların tümü hayal ürünüdür.

ON YEDİ EYLÜL (III)

44. BÖLÜM: “DEĞİŞEN DENGELER”

⚖️

“Ve bu kez, terazinin dengesini tek bir kurşun sağladı.”

HAKİM BAKIŞ AÇISI

“Şunu da çekeyim mi üstüne?” diyerek kahverengi örtüyü işaret eden Varan Alp, arkadaşının rahat etmesi için uğraş veriyordu. Erkin, bıkkınlıkla doğrulduktan sonra göz ucuyla örtüye baktı. “Hatta dur, o yastık olmaz.” Varan Alp, örtüyü kanepenin köşesine bırakıp salondan ayrıldı. Birkaç saniye sonra daha büyük ve yumuşak bir yastıkla gelip Erkin’in yanına bıraktı. “Hah, uzan şimdi.”

Erkin gözlerini devirerek “Allah aşkına yeter,” dedi ve arkasına yaslandı. “Yahu ben kötü olsam hastanede kalırdım zaten Varan Alp. Bıktım, usandım artık…” Yastığı geriye bırakıp örtüyü de üstüne yerleştirdi.

Varan Alp ne diyeceğini bilemedi, sonra da oflayarak Erkin’in yanına oturdu. “Bir iki gün burada kalırsın.”

“Sanki sen evinde oturup duruyorsun,” diyerek dalgaya vurdu Erkin. “Eve geldiğin mi var oğlum? Hastaneye bile zar zor geliyordun ziyaretime… Ben idare ederim hem… Bizimkiler de onlarda kalmamı istiyor, eğer zorda kalırsam giderim yanlarına.”

Varan Alp’in kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. “Sizinkilerin yanına mı gideceksin?”

Erkin başıyla onayladı. “Zorda kalırsam.”

“Sen bana en son meseleleri anlattığında küsmüştünüz. Bir şey mi kaçırdım? Hani…” Başını geriye yasladı. “Fırat’tan sonra dedenle kavga etmemiş miydin?”

Kıkırdadı Erkin. “Seninle en son doğum günümde yemek yemiştik, değil mi? Ve muhtemelen en son o gün dertleşmişizdir.” Başını arkadaşına doğru çevirip dalga geçercesine sırıtmaya devam etti. “Onun üstünden de tahminimce, yani yanlış hesaplıyorsam beni düzelt, üç buçuk ay geçti.” Parmaklarını kaldırdı. “Evet, bugün ayın beşi. 15 Mayıs’tan 5 Eylül’e… Ha evet, neredeyse dört ay olacak hatta. Tabii işler değişti.”

Varan Alp kısa bir sessizliğin ardından gözlerini Erkin’in mavi gözlerine doğru çevirdi. Pişmandı. “Allah belamı versin o zaman, ne diyeyim?” Başını tekrardan tavana doğru çevirdi ve düşünmeye devam etti.

Erkin de sıkıntılı bir nefesin ardından “Vermiş zaten,” deyince Varan Alp’in kaşları çatıldı fakat yüzünü çevirmedi. “Miray gittiğinden beri sen iyice geri zekâlı oldun, farkında mısın?”

“Gittiğinden beri değil, o günden beri.” Erkin ile Miray’ın sakladığı sırrı öğrendiği andan bahsediyordu. “O günden beri geri zekâlıyım ya da psikolojim bozuldu ama neticeye gelirsek iyi değilim. Ve evet, Allah belamı vermiş, haklısın.”

Erkin bu kez gülmedi. “Niye ya Varan Alp?” diye sordu, anlamayarak. “Niye kendini en yakın arkadaşından bile bu kadar uzak tuttun aylarca? Arada Teoman olmasa, yani o da aynı sırrı saklamamış olsa yüzünü göremeyecektim. Hak mı bu şimdi? Nasıl bu kadar acımasız olabiliyorsun, nasıl bu kadar kin tutabiliyorsun? Al, bak…” Yaralanan vücudunu işaret etti. “Hayır, ben zaten görevimi yaptım, pişman da değilim, başkası olsa senin yerinde yine korurdum, ülkeme de vatandaşına da canım feda ama sen o vicdan azabıyla yaşayabilecek miydin? Yüzüme bakamıyorsun resmen. Artık utançtan mı pişmanlıktan mı, meçhul. Bunu kendine niye yapıyorsun ki? Ölüm var be… Sen daha geçen sene kuzenini kaybettin, farkında mısın?”

İkisi de hareket etmeden tavana bakmaya devam etti.

“Farkındayım,” dedi Varan Alp de. “Hatta neyin farkındayım Erkin, biliyor musun?” Başını arkadaşına doğru çevirdiğinde gördüğü manzara, yan profili gözüken solgun bir yüzdü. “Ben gitgide babama benziyorum.”

Erkin gözlerini yumdu, sakin kalmaya çalıştı ama beceremedi. “Benzeme o zaman,” dedi sinirle. “Sen salak mısın? Bak, çok ciddi soruyorum. Şu hâlde olmasam indirirdim bir tane suratına.” Duruşunu dikleştirdi Erkin, Varan Alp de aynı şekilde. Yüz kasları iyice gerilen Erkin’in mavi gözlerinden ateş çıkacaktı neredeyse. “Etrafındaki herkes hatasız, dürüst, dünya iyisi olmak zorunda değil Alp! Yeter ama! Bu ne anasını satayım? Dünyadaki herkes iyi olsa biz dünyada mı olurduk sence? Cennette olurduk, cennet! Ne bekliyorsan artık!” Yanındaki yastığı kucağına aldı.

Varan Alp, elini alnına götürdükten sonra ensesine doğru getirip bastırdı, bir süre sadece düşündü. “Haftaya duruşma var,” diyerek konuyu değiştirdi. “Bir geçsin.” Kaşları hafifçe çatıldı. “Gerçi şu 17 Eylül geçse, kazasız belasız atlatsak sonrasına bakacağım.”

“Geç olmasın, dikkat et,” dedi Erkin, kınayıcı bir bakışla.

“Neye?” diye sordu Varan Alp anlamayarak.

İkisi de bir süre birbirlerine bön bön baktılar. Erkin ağzından kötü bir laf çıkmaması için epey direndi. “Sence?” diye sordu sonra da. “Ulan seri katiliniz dışarıda elini kolunu sallayarak geziyor, ben yaralandım.” Kendisini işaret etti. “Hâlâ şu geçsin, bu geçsin, ben her şeyi düzelteceğim kafasındasın. O kinini bir köşeye bırak önce, nefretini at.”

Varan Alp’in aklına Miray’la geçen günkü konuşmaları geldi. Üstünden iki gün geçmişti, onu hiç görmemişti.

“Attım zaten,” dedi Varan Alp, sonra da ayağa kalktı. “Koray’ın duruşmasına bir hafta kaldı, dayım desen…” Birkaç kez cıkladı. “Arıyorum, meşgul. Açmıyor telefonunu. O İlkhan aklına girdi adamın, biliyorum ben.” Dolanıp durdu salonun içinde.

“Kamil kankan ne diyor, ne yapacakmış?” diye sordu Erkin, telefonundan saati kontrol ederek. Gece yarısı olmak üzereydi.

Varan Alp, “Duruşmaya kadar harekete geçeceğini pek zannetmiyorum. Daha çok İlkhan’ın hareketlerini, kiminle görüştüğünü vesaire takip ediyor. Duruşmadan sonra beş gün var, 17 Eylül’e kadar. O süreç için bir planı olduğunu söyledi ama anlatmıyor,” deyince Erkin başını salladı.

“Bu Kamil evli mi lan?” diye soran Erkin, hafifçe sırıttı. “Doktor biz arabadayken ağzından kaçırdı.”

Varan Alp başını sallarken “Halegül Komiser ile evli,” demiş bulundu.

“Yuh!” diyen Erkin, elini yarasına götürdü. Şok olmuştu. “Ne alaka be?”

Varan Alp de bu konu hakkında pek bir fikir sahibi değildi. “Ya araları bozuk bildiğim kadarıyla. Boşanma aşamasına geçmek üzereler. Halegül Komiser sert bir kadın, anlamışsındır az çok. Kamil abinin de sabrını epey sınamış. Aralarında geçen mevzuyu da tam anlamıyla bilmiyorum.”

“E iyi, bana eğlence çıktı.” Erkin kıkırdadı. “Çok komik olay ama…”

“Gülmesene…” dedi Varan Alp uyarıcı bir sesle. “Komik mi oğlum? İnsanların arasının bozuk olması hoşuna gidiyor sanırım?”

“Yok, benim o konuda travmalarım var.” Varan Alp’i işaret etti. “Hatta bizzat sen yaşattın, Alp. O yüzden tetikleniyorum. Sadece komiser-savcı ilişkisi düşününce… İyiymiş he…”

Varan Alp, topu direkt Erkin’e attı. “Ben de doktor-savcı düşünüyorum bu aralar.” Erkin’in kaşları çatıldı. “Senin için. İyiymiş he…” diyerek arkadaşını taklit etti.

“Ben ve doktor mu?” Kaşları havaya kalktı Erkin’in. “Elif yani? Ne alaka?”

“Dedikodu yapmaya başladıysanız…” Sol gözünü kırptı. “Hem senin arabanda ne işi vardı Elif’in?”

Erkin boynunu kaşırken “Ağlıyordu,” dedi kısaca.

“Sen de arabana mı aldın? Hiç senlik bir hareket değil. Sen genelde düşene tekme atan…”

Erkin, Varan Alp’in lafını böldü: “Hiç de bile! Ben gayet yardımsever bir insanımdır.” Gözlerini devirdi. “Ayrıca bu yakıştırmalar ne öyle? Tamam, bir daha Kamil’e laf atmayız, pardon!” Gözleri büyüdü. “Kamil abine!” diye düzeltti mübalağa dolu bir tınıyla.

“Lan tamam be…” diyen Varan Alp, tekrardan Erkin’in yanına oturdu. “Bir şey demedik.”

“Allah’tan bir şey demedin Alp…” Varan Alp bugün belki de ilk kez kıkırdadı. “Bir evlendirmediğin kaldı, onu da yaparsın sen.”

“Sen de bul kendine birini o zaman.”

Erkin’in ağzı beş karış açık kaldı. “Sana ne lan, buzdolabı?” dedi sonra da. “Sen önce kendine bak. İlişki desen yok. Ya sana platonik oluyorlar ya sen başkalarına platonik oluyorsun. Saçma sapan bir ilişki ağın var. Çok konuşma.”

“Sus, sus…” dedi Varan Alp de daha fazla dayanamayarak. “Konusunu açma bile.”

Erkin kısa bir süre Ziva’nın odaya girişini izledikten sonra “Miray?” dedi soru sorar gibi. Varan Alp bir şey söylemedi, sustu. Erkin ise “Nasıl ya ama yuh artık!” diyerek şaşkınlığını belli etti. “Hemen barışırsınız diye düşünmüştüm ben.” Bir süre daha sessiz kaldılar. Erkin bu kez “Hiç mi etkilenmiyorsun görünce?” diye sorunca Varan Alp güldü.

“Etkileniyorum.”

“Eee? Niye konuşmuyorsun o zaman? Sen ondan özür dile, o senden dilesin. Bitsin gitsin artık bu küslük ya…”

Varan Alp, abisiyle Seray’ı düşündükten sonra “Abimle yengem, sağ olsunlar…” dedi hafif bir gülümsemeyle. Erkin pek mana veremedi bu söylediğine. Ardından Varan Alp, “Zaten bana çok kızgın,” deyince Erkin gözlerini başka bir yöne çevirip tuhaf bir bakış attı.

“Teoman ya da Seray’a ne ki aranızdaki ilişkiden?”

“Ne bileyim? Herhalde kavga ediyorlar bizim yüzümüzden. Böyle bir çözüm bulmuşlar.” Sinir bozukluğuyla gülerken eliyle yüzünü kapattı. “O kadar saçma ve komik ki sinirim bozuldu.”

“Bence de,” dedi Erkin fakat asla gülmüyordu. “Birincisi, zaten abinle Seray sizin sayenizde tanışıyor. Yani onların tanışmasına vesile olan kişi Melek’ti, değil mi?” Varan Alp başını olumlu anlamda sallarken kalbinde bir acı hissetti. “İkincisi; Melek de Miray’ın arkadaşı olmasa Seray’ı zaten tanımayacaktı. Eee? O zaman onları hiç ilgilendirmez.”

“Ben de geçen gün abime aynı şeyi söyledim, tabii Melek’i katmadan. Ben Miray’a âşık olduğumda altı yaşımdaydım be!”

Erkin otuz iki diş sırıtırken “Salaksın,” demeyi ihmal etmedi. “Kimse senin kadar şanslı değil, sen hâlâ şansını geri tepiyorsun.”

“Ne şansı?” diye sordu Varan Alp merakla.

“Çocukluk aşkınla tekrardan karşılaştın, tekrardan ona âşık oldun, abinle ablası evli ve doğum günleriniz aynı, üstüne meslekleriniz de aynı.” Erkin, başını olumlu anlamda salladı ve “Büyük bir şans ve sen bu şansı tepecek kadar salaksın. Kusura bakma,” diye devam etti.

Varan Alp, “Miray çok zor bir kadın,” derken efkârlandığını da es geçemezdi. Geçen gece kalbinin bin parçaya bölündüğünü düşünmüştü çünkü canı çok yanmıştı. “Bazı şeylerin zamanının olduğunu düşünüyor. Ve aşk buna dâhil değil.” Kaşları çatıldı. “Belki affetmenin de zamanı vardır?” Bir süre sessiz kaldı. “Ama yine de çok zor. Çünkü Miray zor.”

“Sen sanki çok kolay bir adamsın,” dedi Erkin de.

“Ben dünyanın en sakin insanıyım.” Varan Alp bunu övünerek söylememişti, gerçekten öyle düşündüğü için belirtmişti. “Eğer Miray benden o sırrı saklamasaydı ben zaten onu tüm zorluğuna rağmen kabullenirdim, öyle de yaptım zamanında.”

Üfledi Erkin. Bıkkınlıkla “Sen de çok kindarsın,” diyerek arkadaşını iyice gömdü. “Çekilmiyorsun uzun bir süre. Kız gidip başkasını bulur, zor değil. Sen de öyle kalırsın he… Yalnız kalırsın.”

Varan Alp bir anda başını kaldırıp Erkin’in gözlerinin içine baktı. “O da öyle söylemişti. Yalnız kalırmışım ben.”

“Doğru söylemiş. Altına imzamı atarım.”

“O Onur mudur nedir, gıcık olan savcı…” Ankara’dan tanıyordu Varan Alp. “Geçen gün araştırdım, kimmiş diye. Kim çıktı sence?”

Erkin kısa bir düşünce faslının ardından “Kim? Sakın 17 Eylül doğumlu deme!” deyip elini kalbine götürdü. “Bak, yemin ederim tetikleniyorum! Sakın!”

“Ne alaka Erkin?” dedi Varan Alp da arkasına yaslanıp. Erkin rahatladı. “Miray’ın liseden öğretmeninin oğluymuş. Aynı lisede farklı dönemlerde okumuşlar bu Onur’la. Sonra biraz daha karıştırdım, müzik grubu varmış zamanında, Onur denilen herifin. Fotoğraflarına bakınca da gördüm, oymuş.”

“Kimmiş?” Erkin hiçbir şey anlamamıştı. “Düzgün anlatsana.”

“Miray’a sahilde, ‘Teşekkür Ederim’ çalan çocuk, gitarla.”

Erkin’in ağzı beş karış açık kaldı. “Şaka yapıyorsun. Bana anlattığın olay mı? Beş saat o şarkıyı aramışsın, Miray’ın o zaman en sevdiği şarkıymış... O olay mı harbiden? Yuh ya!”

Varan Alp başını olumlu anlamda sallarken “Kıl herif. Nereden bulduysa Miray’ı…” dedi.

Erkin hâlâ şok olduğundan ötürü öylece bakıyordu. “E sor?” dedi sonra da. “Sor, öğren.”

“Neyi sorayım Erkin? Adama gidip ergen gibi hesap mı soracağım?”

“Ergen gibi değil, Alp. Âşık değil misin Miray’a?” Varan Alp cevap vermedi, sadece yerdeki halıya baktı. “Tamam, artık kinini bir kenara bırak o hâlde.”

“Öyle kolay değil o. Bir geçiyor zannediyorum, sonra tekrar yükleniyor. Çünkü neden?” diye sordu deliriyormuş gibi. “Çünkü Miray zor! Bir iyi davranıyor, bir kötü davranıyor. Sanki bu gönül işlerinde çok profesyonelmişim gibi düşünmemeye çalışıyorum, işime müdahale etmesin diye kafamdan atmaya çalışıyorum ama ertesi gün karşıma çıkıp yine deli ediyor beni!”

Erkin bıkkın bir nefes verdikten sonra “Alttan alacaksın Alp, alttan!” dedi yüksek bir sesle. “Kızın kardeşi cezaevinde, bir hafta sonra duruşmaya girecek, karşısında duran kişi de Melek’in katilinin babası Ümit Haldun İnal!” diyerek Varan Alp’i dürttü. “Kim bilir ne hâlde?.. Tahmin edebiliyor musun?” Birkaç saniye boyunca ikisi de konuşmadı, ardından Erkin, “Senin kuzenin öldü, onun arkadaşı. Sonra ne oldu? Süt kardeşi cezaevine girdi, onu çıkardı; peşinden kardeşi girdi, şimdi onu çıkarmaya çalışıyor. Ha ondan önce de kaçırılmıştı, değil mi? Vurulmuştu bir de kız… Tüh! Ama sen ondan kolay bir kadın olmasını bekliyorsun,” diye devam etti. “Abinle Seray’ı da boş ver, saçmalıyor onlar. Sen ne hissediyorsan onun peşinden git. Bak.” Kendisini işaret edince Varan Alp üzülerek Erkin’in vurulduğu anı düşündü. “Ben ölseydim ömrün boyunca vicdan azabı çekecektin. Ölüm var.”

İki elinin arasına başını alan Varan Alp, içi acıdığı için bir süre gözlerini yumdu.

⚖️

6 EYLÜL ÇARŞAMBA, MİRAY

İlkhan’ın karın boşluğundaki kurşun yarasına sebep olduğunu iddia eden Semih ile aynı masadaydık, lehimize tanıklık yapması için onu ikna etmeye çalışıyorduk ancak kendisi asla ikna olmuyordu. Zaten son dokuz aydır onu ikna edemememizin sebebi, yurt dışında olmasıydı; emniyettekilerle irtibat hâlinde olduğumdan ötürü nerede olduğunu takip edebilmiş, sonunda onu iki hafta sonra yurt dışına gitmek üzereyken vatanımda yakalayabilmiştim çok şükür.

Aykut ile beraber para teklif etmek üzereydik fakat bunu kullanarak ona rüşvet ettiğimizi de iddia edebilirdi, bu yüzden paradan olabildiğince uzak bir şekilde ikna kabiliyetimi kullanıyordum.

Manipülasyona başvurdum: “Semih Bey bakın, siz iyi bir adama benziyorsunuz.” Yüzümdeki iğrenme ifadesini derhâl kaldırdım ve bu sevimsiz adama gülümsemek konusunda epey zorluk çektim. “Sizinle görüşme talebimizi kabul ettiniz, buralara kadar geldiniz… Belli ki size bir miktar para verdiler, aklınıza girdiler, siz de yalancı şâhitlikte bulundunuz. Fakat bunu yaptığınızda kendinize iyilik ederken başkalarının ceza almasına sebep oldunuz, farkında mısınız?” Kibar olmaya özen göstererek hüzünle kendimi işaret ettim. “Benim kardeşim henüz yirmi iki yaşında, ismi Koray. Suç aletinde parmak izi çıktığı için aylardır tutuklu yargılanıyor, cezaevinde. Benim onu kurtarabilmem için sizin tanıklığınıza ihtiyacım var, Semih Bey. Siz de bana yardım edebilecek bir insana benziyorsunuz, yüzünüzden okunuyor iyi bir insan olduğunuz.” Bu manipülasyonlara gelecek kadar saf salaksa tanıklığı bir işe yarar mıydı, meçhul fakat denemekten başka çarem yoktu.

Aykut bir anda ağlak bir tınıyla “Koray,” deyince kaşlarım çatıldı. İkimiz de Aykut’a doğru döndük. “Cezaevinde mahvolmuş yavrucak. Daha gençliğinin baharında, üniversiteye yeni giden bir çocuktu o. Ne işi var oralarda? Ya biri şişlerse?” Burnunu çekti. “Ah yavrucak…”

Semih Bey, Aykut’a tuhaf bir bakış attı. “Ağlıyor musunuz?” diye sordu.

Bilerek Semih Bey’in koluna dokunduğum an “Bakın,” dedim. “Şöyle bir durum var ki yalancı şâhitlik suçtur. Siz mahkemede tanıklık ederken bir yemin ediyorsunuz ve bu yeminin çok büyük bir ağırlığı var. Eğer sizi korkuttuklarını, tehdit ettiklerini söyleyip bu kez bizim lehimize tanık olursanız ben kardeşimi direkt kurtarmakla kalmayıp İlkhan’ı cezaevine tıkmayı başarabilirim.” Hüzünlü bir gülüşle başımı sallarken adamın beni süzdüğünü fark edip elimi kolundan çektim. “Neyse, siz ikna olmayacaksanız demek ki…”

Semih Bey sesli bir nefes verdikten sonra “İnsan sözünden dönmemeli,” deyince suratına bir tane yapıştırasım geldi.

Aykut, üfleyerek “Aman be, sen de bizi uğraştırma! Çek git, hadi,” dediği an kaşlarım havaya kalktı.

“Yani şey,” dedim yüksek bir sesle. “Öyle demek istemedi, patronum. Aykut Bey biraz şeydir, hani…” Yutkundum. Aykut’un ekşi yüzüyle bakışıp “Değişiktir,” dedim sertçe. “Siz onu boş verin. Evet, insan sözünden dönmemeli ama şayet söz yalansa dürüst olmak amacıyla fikri değişebilir, kanısındayım. Sizce de öyle değil mi?”

Bıkkın bir nefes veren Semih, kolundaki saate bakarak “Başka bir toplantıya gideceğim, gecikmeyeyim en iyisi,” deyip ayağa kalktı.

Sabrım bir hayli sınanmıştı.

Ayağa kalkıp “Eğer fikriniz değişirse lütfen beni aramaktan çekinmeyin, olur mu?” dedikten sonra elimi uzattım.

Semih ile el sıkıştık, daha sonra da Aykut yerinden kalkmadığından ötürü Semih hiçbir şey söylemeden odayı terk etti.

Kapı kapandığı an “Kız ben sana ne dedim?” dedi Aykut, kınayıcı bir sesle. “Böyle antiloplarla sert bir dille konuşmamız gerekir. Benim sesim buna müsait değil, renkli bir kişiliğim ve harika bir yüzüm olduğundan senin sert konuşman gerekirdi. Of ya!” Saçlarını biraz geriye yatırdı, daha sonra da ayağa kalktı. “Dikecektin yeşil gözlerini sertçe herifin üstüne, tırsacaktı o da.”

“Ne demezsin…” Gözlerimle beyaz pantolonunu ve mor gömleğini işaret ettim. “O zaman sen de azıcık siyah giyinseydin. Az kalsın gökkuşağı olacakken bana bunları söylemen gülünç.”

“Yahu Miraycığım, sen beni dinlemiyor musun? Az önce sana renkli bir kişiliğim olduğundan söz ettim zaten, canım.” Cıkladı üç kez. “Neyse, ben birazdan çıkacağım. Önce adliyeye uğrayıp Erkin Savcı’ya geçmiş olsun diyeceğim, sonra da şu Hayri Bey ile buluşmam gerekiyor, şirkette kriz çıkmış herhalde. Biraz da holdingdeki lüks odamda boş boş takılayım.”

Gözlerimi devirerek “Aykut çek git, gideceksen! Hadi!” deyip elimi ileriye attım. “Sinirimi bozdun iyice. Deli!”

“Aaaa!” dedi o da çatık kaşlarıyla. “Asıl deli sensin. Beceremedin adamı ikna etmeyi…”

Bıkkınlıkla gözlerimi yumarken kapı bir anda açıldı.

“Miray Hanım,” diye ince bir ses odaya yayılınca gözlerimi açtım. Yeter’in sesiydi. “Iı, şey geldi… Sizi ziyarete gelmiş.”

“Kim?” diye sorduk Aykut’la aynı anda.

Yeter, hafifçe geriye çekildiğinde Onur’u görmem beni pek şaşırtmamıştı.

Aykut, gözlerini devirdikten hemen sonra bana doğru dönüp “Bu sevimsiz adam yakanı ne zaman bırakacak, müphem,” diye mırıldandı, ardından sandalyesine tekrardan oturdu. “Onur Savcım!” diyen Aykut, dün Sayer Hukuk çıkışında Onur’u görüp anında gıcık olmuştu. “Buyurun lütfen!”

Onur’un bir hukuk bürosunda ne işi vardı acaba? Ne gibi bir bahaneyle beni görmeye gelmişti, merak etmiştim doğrusu.

“Ben Miray’la görüşecektim ama,” diyerek içeriye giren Onur, rahatsız olduğunu belirterek yeşil gözlerini Aykut’a dikmişti. “Özel bir konu.”

Aykut gıcık bir tınıyla “Buyurun lütfen, benimle de paylaşın. Hâlâ mesai saatlerinde olduğumuzdan ötürü Miray bensiz bir toplantı yapamaz,” deyince yüzümü buruşturdum. Böyle bir kural yoktu, sanırım rahatsız olmamam için yalan söylemişti Onur’a.

“Nasıl yani?” diye sordu Onur. “Ben Miray’la özel görüşemez miyim şu an?”

“Öğle arası bitti, toplantılarımız var onunla,” diyen Aykut’a beni kurtardığı için teşekkür borcum türediğinden yüzüm asıldı. “Ama yanımda konuşacaksanız beş dakika dinleriz.”

Onur, birkaç saniye düşündükten sonra “Neyse, çok özel değildi zaten,” diyerek az önce Semih’in oturduğu sandalyeye geçti. “Eee, ben şey diyecektim Miray,” diye kısık bir sesle bana doğru konuşurken beni beş yüz kez süzmüştü neredeyse. Ardından Aykut’a kısa bir bakış atınca onun ölümcül bakışlarıyla karşılaştı. Bana doğru dönüp “Ankara’dan hani, tanıdık vardı ya, ev ayarlamıştı sana,” deyince başımla onayladım. “Kiraya vermişler sonunda kaldığın evi. Bir eşya bulmuşlar.” Gözleri kısıldı. “Bir magnet. Manisa magneti.”

“Benim değil,” diyerek arkama yaslandım. “Belki benden önce evde kalan kiracılarındır. Hatta sanırım onun, evet, şimdi hatırladım. Birkaç eşya kalmıştı, hatta bir tanesi şu an bende.”

Aykut sırıtarak “Ay ilahi…” deyince ben de gülümsedim. “Eşya çalmış.”

“Üf, sus be… Bırakmışlar işte!”

“Yani senin değil,” diyen Onur, bir magnet için buralara kadar geldiyse asıl geliş sebebi beni görmekti muhtemelen. Ki her halükârda oydu da neyse… “O zaman ben haber vereyim kendisine. Senin numarana ulaşamamış, beni aradı da. O yüzden gelip sorayım dedim.”

“İyi yapmışsın,” dedim biraz uzatarak. “O zaman Aykut…” Ayaklanarak kapıyı işaret ettim. “Biz Onur’la benim odama geçsek, sen de dışarıdaki işini halletsen… Biz toplantıyı yarın yaparız.” Olmayan toplantı.

Aykut, Onur’a küçümseyerek bakarken “Onur Büyükkaya Savcım,” dedi. “Çok memnun oldum sizi gördüğüme. Bizim toplantı da tıpkı sizin bahsettiğiniz konu gibi sıkıcı ve önemsizdi zaten. O hâlde ben kalkayım, adliyeye uğrayacağım. Savcılar da bu arada boş galiba.” Üç saniye kadar güldü Aykut. “Henüz çıkış saatiniz değil fakat maşallah, dışarılardasınız.”

Onur, Aykut’un tavrından memnun olmadığını belli ederek “Sizi ilgilendiren tam olarak ne?” diye sordu.

“Ay beni yanlış anladınız, Sayın Savcım. Sadece merak ettim, mesai saatlerinde adliyede olmanız gerekmiyor mu? Acaba hâkimlik savcılık sınavına mı girsem, diye düşündüm. Malum, savcılar benden az çalışıyorsa mesleğimi tekrardan değerlendirmek icap eder. Yoruldum avukatlıktan.”

Onur başını olumlu anlamda sallayarak “Olay yerinden geldim buraya,” dediğinde, ikisinin diyaloğunu dinlemek hoşuma gitmişti. “Ayrıca siz kırk beş yok musunuz ya? Sınava giremiyorsunuzdur diye düşünüyorum.”

Aykut’un ağzı beş karış kaldı. Muhtemelen Onur’un söylediğini sindiremedi.

“Aşk olsun Onur Savcım!” dedi hiddetle. “Ben kırk bile değilim.”

Kıkırdarken “Aynen canım, ben de yirmiyim zaten,” demiş bulundum.

Aykut bu kez kınayıcı bakışlarını üstüme doğru çekip “Aşk olsun Miray, sana da…” deyip ikimize de tek tek baktı. “İkinize de aşk olsun.”

“İnşallah,” diyen Onur’un neye inşallah dediğini önce anlayamasam da Aykut’un son dediğine söylediğini anlamam iki üç saniyemi almıştı.

Aykut odayı terk ederken öfkeyle söylendi, ben de hazır toplantı odasında yalnız kalmışken “Onur,” dedim sert bir sesle. “Niye geldin buraya?”

Sandalyemi masaya yaklaştırdığım an “Seni göreyim dedim,” dedi tok bir sesle. Bıkkın bir nefes verdim. “Yapma ama Miray…” Çatık kaşlarım gevşedi çünkü asla vazgeçecek gibi durmuyordu. Takıktı herhalde bana. “Bir kez bile düzgün bir diyalog kuramadık buraya geldiğimizden beri.”

“Demek ki diyalog kurmak istemiyorum. Pek anlaşılmıyor mu yüz ifademden?” İşaret parmağımla başımı işaret ettim.

Onur başını olumlu anlamda sallarken “Varan Alp yüzünden, değil mi?” diye sordu.

“Sana ne?” diye sordum sertçe. “Biz çok iyi iki arkadaştık, bir anda nedense bana deli olmaya başladın. Ben karşılık vermeyince de peşimden İstanbul’a geldin. Manyak mısın sen?” Sürekli hareket ettirdiğim ellerime baktı, sonunda da göz teması kurdu.

“Bundan doğal hiçbir şey yok. İnsan sevdiğinin peşinden gider çünkü.”

Hayretle ayağa kalktıktan sonra “O iki insan için geçerli. Ben seni sevmiyorum. Allah Allah ya…” dedikten sonra kapıya doğru yürüdüm. “Bir daha da gelme, rica ediyorum.”

Onur sandalyesini ittirerek ayağa kalktığında “Varan Alp sana nasıl davranıyor?” diye sordu. Olduğum yerde kalakalmıştım, elim kapının kulpundaydı ve yüzüm Onur’a doğru dönüktü. “Cevap?”

“Sana ne Onur? Nasıl davranıyorsa davranıyor… Seni ne ilgilendirir?”

Başını olumlu anlamda sallarken “Kötü davranıyor, tamam,” deyince sıkılarak başımı kapıya yasladım. “Peki seni hak etmeyen bir adam için seni ömrünün sonuna kadar sevecek olan bir adamı ittiğine hiç mi pişman olmayacaksın? Biraz mantıklı düşün.” Beni ikna etmek için verdiği çabaya karşı sadece kaşlarımı çattım. “Zaten seni çoktan silmiş, bugün otoparkta bir kadınla gördüm onu.”

Onur’un söylediğiyle kalbime sanki dört bir yandan bıçak saplandı. “Ne diyorsun sen?” diye sordum kısık bir sesle. “Erkeklerle kadınlar arkadaş olamaz mı? Ha pardon! Senin kitabında arkadaşlara da yan gözle bakmak olduğu için herkesi kendin gibi zannediyorsun.”

Ceketinin cebinden telefonunu çıkardı, ardından birkaç saniye ekranda oyalandı.

Telefonunu bana uzatınca ben de elimi kaldırıp aldım. Titriyordum.

Onur’u ve Recep Savcı’yı gördüm ilk başta, fotoğraf çekilmişlerdi. Arkada da Varan Alp vardı fakat tam da söylediği gibi yanında bir kadın vardı.

Öznil’di adı yanlış hatırlamıyorsam.

Ofladım.

Savcı yardımcısı ve savcı… Yan yana durmalarından normal bir şey yokken geri zekâlı Onur sırf beni kıskandırmak için resmen fotoğraflarını çekmişti. Bir de suç olmaması için Recep Savcı’yı da işin içine katıp onunla fotoğraf çekiniyor gibi yapmıştı.

Üçkâğıtçı.

“Saçma sapan oyunlarına beni alet etme.” Telefonu eline tutuşturdum. “Bir savcı nasıl yardımcısıyla aşk yaşasın? Zaten bu yasak.” Sertçe kapıyı açtım. “Çık artık bürodan. Git. Lütfen.”

Başını olumlu anlamda sallarken “Eğer fikrin değişirse beni ara,” dediğinde dişlerimi sıkmaya başladım.

Zaten sinirlenmiştim, bir de üstüne bu salağın söylediklerini sindirmek zoruma gidiyordu.

Çıkar çıkmaz kapıyı sertçe kapattım ve kendimi sandalyeye bıraktım.

Kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı, iyi değildim ama evde de duramazdım.

Alnımı ovarak birkaç saniye düşündükten sonra kimi arayacağımı bilemedim. Ablam geldi aklıma, sonra Mir Beyaz… Ablam sürekli Rüzgar’la uğraşıyordu, Mir Beyaz da bugün arkadaşlarıyla buluşacağını söylemişti.

Oflayarak telefonumu elime aldım ve Elif’in numarasını tuşladım.

“Alo, Miray?”

Telefonu açtığı an doğruldum ve “Ne haber?” dedim enerjik olmaya çalışarak.

“İyidir, senden ne haber?”

Birkaç saniye düşündükten sonra “Bomba gibiyim!” diyerek ayağa kalktım. “Yerimde duramıyorum! Duruşma yaklaştığı için olabilir, heyecanlıyım. Bugün de hep işle kafamı yordum… Şey diyecektim, acaba akşam buluşsak mı?”

Elif hemen “Olur, olur da Miray,” dedi sesini incelterek. “Sen iyi olduğuna emin misin?”

Bozuntuya vermeden “İyiyim tabii ki Elif. Niye, ne oldu?” diye sordum.

“Sesin biraz kötü geldi.” Kısık bir sesle konuşmaya devam etti. “Neyse, ben hâlâ hastanedeyim. Çıkınca seni ararım, buluşuruz. Olur mu?”

“Tamam.”

Telefonu kapattıktan sonra kendime çekidüzen verip toplantı odasından çıktım, bürodakilere kısa kısa selam verdikten sonra da odama geçtim.

Başım ağrımaya başlamıştı.

⚖️

HAKİM BAKIŞ AÇISI, ADLİYE

Erkin, tüm ısrarlara rağmen “Tabii ki iyiyim Başsavcım,” diyerek oturmaya tekrardan sandalyeye oturdu. “Varan Alp’i ziyarete geldim zaten, bir arkadaşım bıraktı sağ olsun.”

Han Hazar Başsavcı “Ah Erkin Savcım, dinlenseydin evinde ne olurdu sanki?” diyerek birkaç kez cıkladı. Daha sonra da Varan Alp’e dönüp “İyi, peki…” dedi. “Savcım, motor kazası için iddianameyi lütfen teslim edin artık.”

Varan Alp başını sallayarak “Tabii, Başsavcım, az kaldı zaten,” deyince Başsavcı son kez Erkin’e baktıktan sonra odadan ayrıldı.

Erkin bacaklarını uzatarak “Oh be, bir an adliyeden dışarı fırlatacak diye korktum,” deyince bu kez Varan Alp’in kınayıcı bakışlarına maruz kaldığı doğruydu. “Ne var Alp? Sıkıldım, dedim sana. Zaten birazdan çıkmayacak mıydın?” Kolunu kaldırıp saati kontrol etti. “Dört buçuk olmuş saat. Dışarıda bir yemek yeriz.”

Kapı iki kez tıklandıktan sonra Varan Alp, bıkkınlıkla “Gel!” dedi.

“Savcım müsait misin?” diye soran kişi, Kamil Savcı’ydı.

“Buyur savcım, müsaitim.”

Kamil Savcı içeriye girdikten sonra Erkin’i görünce şaşkınlıkla bakakaldı. “Erkin Savcım?” dedi soru sorar gibi.

“Kamil Savcım?” dedi Erkin de aynı tonlamayla.

“İyi misin savcım?”

“İyiyim savcım?”

Varan Alp, bu diyalogdan sıkılınca “Buyur Kamil Savcım?” dedi o da aynı tonlamayla. “Yani buyurun.” İçeriyi işaret etti ve gülümsedi. “Oturun siz de. Bir şey mi oldu? Haber mi var?”

“Ha şey, az önce geldim…” Kapıyı işaret etti. “Senin kalem memuru ifade aldığını söyledi, meşgul etmeyeyim dedim. Şunu alıver sana zahmet.” Elindeki dosyaları Varan Alp’e uzattı. “Şimdi 17 Eylül davasını ben alınca yeni soruşturmalara düzgün bakamadım. Aslında iki dosyayı Erkin Savcı’ya devretmem söylenmişti ama malum, kaza yaşanınca sana kaldı bunlar.”

“Hadi ya,” dedi Varan Alp, iki dosyayı da eline alarak. “İyi madem.”

“Başsavcı ile karşılaştım, ne yapayım, ne edeyim derken sana devretmemi söyledi. Koridorda karar verdi kendisi.” Hafifçe sırıttı. “Neyse dert etme, halledersin. Biri başımızdan pek eksik olmayan trafik kazası, diğeri de yeniden yargılanma sürecine giren bir taciz dosyası. Şimdi 12 Eylül’de ayrı, eylülün sonunda ayrı duruşmalar olunca direkt devretmek durumunda kaldım.”

Varan Alp, dosyaları kısaca inceledikten sonra “İyi, hallederim bunları yarın,” deyip masasına bıraktı. “Zaten Öznil bakmak istiyordu, ona da fırsat olur.”

“Aynen,” dedi Kamil Savcı da. “Eee, Erkin Savcım?”

Erkin, Varan Alp ile Kamil’e ölümcül bakışlar atarken bir anda yumuşayıp yalandan gülümsedi. “Buyur, Kamil Savcım?”

“Senin şu Sema dediğin kadını bulduk sayılır, kaçmayı başaramayacak.” Erkin’in karşısındaki koltuğa yerleşti. “Fakat ismini bir yerlerinden uydurma olasılığı da en az Kanton Kulesi kadar yüksek. Yani ismi, Sema değil de Mahmure bile olabilir…”

Varan Alp sırıtırken Erkin gülmemişti.

“Doğrudur, savcım,” diyerek gözlerini deviren Erkin bu yaptıklarının çocukça olduğunun farkındaydı ama kendisine engel olamıyordu.

Kamil Savcı telefonundan saati kontrol edip “O hâlde Uygar Ağa’ya gidiyoruz,” dedi. Enerjik bir hareketle ayağa kalktı. “Hadi bakalım, yemekler benden.”

“Uygar Ağa mı?” diye soran Erkin, yüzünü buruşturdu. “Orası neresi?”

“Muazzam bir mekân,” diye yanıtladı Kamil Savcı. “Hiç gitmediniz mi? Ben geçen gün Recep Savcı’yla gittim, öğle yemeği yedim…” Dudağını ısırıp başını salladı Kamil. “Harika bir mekân.”

Varan Alp, Erkin’in yüz ifadesinin pek hoşnut olmadığını fark edince “Ne diyorsun Erkin Savcım?” diye sorup arkadaşına doğru yürüdü. “Gitmek ister misin?”

Kamil de Varan Alp de merakla Erkin’in vereceği cevabı bekledi. “Hı,” dedi Erkin, suratsız bir şekilde. “Gidelim o zaman. Umarım damak tadın iyidir, Kamil Savcım.”

Erkin ayaklanacakken kapı art arda dört kez tıklandı. Varan Alp “Gel!” dediği an kapı yavaşça aralandı.

“Savcılarım, selamlar!” diyen kişi, Aykut Sayer’den başkası değildi. Dikkatli adımlarla içeriye geçtikten sonra çantasını koluna takıp kapıyı kapattı.

Varan Alp mana veremeyerek “Hayrola?” diye sordu. “Dosyayla alakalı bir gelişme mi var?”

Aykut, Miray’ın kendisine devrettiği dosyayı anımsayıp “Yok savcım, ben Erkin Savcım burada diye sizin makamınıza gelmiş bulundum. Erkin Savcım!” Elindeki poşeti havaya kaldırdı. “Bu geçmiş olsun hediyem!”

Erkin’in kaşları havaya kalktı. “Bana hediye mi aldın? Hiç gerek yoktu avukat ya…” dedi mahcup olarak. “Ne aldın, merak ettim ama…”

Kamil Savcı öksürerek “Tanışıyor muyduk biz?” diye sorunca Aykut başını olumsuz anlamda salladı.

“Hayır fakat ben sizi Miray’ın anlattığı kadarıyla tanımaktayım, Kamil Savcım. Ben Aykut Sayer.” Elini uzattıktan sonra el sıkıştılar. “Koray’ın davasında şimdilik müdafiyim fakat Miray yalnızca kendisi savunmak isterse duruşmaya çıkmayacağım. Öyle bir durum da var…”

“Memnun oldum,” diyen Kamil Savcı, Aykut’u kısaca süzdü. Pek renkli geldi ona. “Takım iyiymiş bu arada.”

Aykut büyük bir hevesle “Savcım,” diyerek kendisini işaret etti. “Sizce kaç yaşında gösteriyorum?”

Erkin, elindeki paketi havaya kaldırarak “Avukat bu ne?” diye sordu.

Aykut ona nazar boncuklu bir telefon kılıfı almıştı.

“Telefon kılıfı, savcım,” diye açıklayan Aykut, pek ciddiydi.

Kamil Savcı dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra arkasını dönüp gülerken Varan Alp, Aykut dalga mı geçiyor diye kontrol edip kilitlenmişti.

Aykut öksürdükten sonra “Varan Alp Savcım, yine saldıracak gibi bakıyorsunuz…” deyip geriye çekildi. “Kamil Savcım, en iyisi ben siz ile Erkin Savcım arasında bir yerde durayım.”

Erkin, “Sağ ol avukat, zahmet etmeseydin,” diyerek kılıfı poşetin içine attı.

“Ne zahmeti Erkin Savcım…” diyen Aykut, Kamil Savcı’ya tekrardan döndü. “Eee? Söylemediniz. Sizce savcım, kaç yaşında gösteriyorum? Ayrıca takımım da özel dikim, terzimin numarasını vereyim isterseniz.”

Kamil Savcı kendisini tutamayarak kıkırdadıktan sonra Aykut’a “Otuz en fazla,” diye bir cevap verdi. Kendisini genç hissetsin diye de “Yoksa daha mı gençsiniz?” diye sordu. “Vallahi otuz derdim herhalde.”

Erkin de Varan Alp de Kamil Savcı’nın tahminine mana verememişti.

Aykut büyük bir enerjiyle “Gerçekten mi?” diye sorduktan sonra aniden somurttu. “Onur Büyükkaya Savcım, bana ne yazık ki Adli Yargı Sınavı için yaşımın yüksek olduğunu belirttiğinden bir ürkmüştüm ama neyse…”

“Allah Allah,” dedi Kamil Savcı, hayretle. “Karıştırmıştır o herhalde. Avukatlar için sınır daha yüksek ya… Kaçtı?”

“Kırk beş,” dedi Varan Alp sertçe. “Nerede gördünüz siz Onur Savcı’yı, Aykut Bey?”

Aykut, Varan Alp’i süzerken şeytani bir gülümsemeyle birkaç saniye düşündü. Ardından “Kendisi Sayer Hukuk’a gelip Miray’la görüştü. Biliyorsunuz ki pek yakınlar,” deyip gözlerini kırpıştırdı. Varan Alp’in suratını beş karış gördüğünde ise zevkle “Neyse savcım, Sayın Savcılarım…” diyerek müsaade istedi. “Erkin Savcım, tekrardan geçmiş olsun. Kamil Savcım.” Omuzuna dokundu Kamil’in. “Tanıştığıma memnun oldum.” Varan Alp’e doğru yürüyüp “Siz de savcım, kafanıza çok takmayın,” dedikten sonra koşar adımlarla odadan ayrıldı.

Kapı kapanır kapanmaz Kamil Savcı “Bu neydi şimdi?” diyerek birkaç saniye boyunca kıkırdadı. Hatta kıkırdarken Erkin’in elindeki poşete de bir tur gülüp “Aman Allah’ım, avukat bizi güldürdü, sen de onu güldür…” dedi sevinçle. “E hadi, çıkalım.”

Varan Alp masasına doğru yürüdükten sonra telefonunu aldı, ardından “Güldürsün tabii,” diye mırıldandı.

Erkin, “Bir de tavsiye veriyor, deli abi bu adam…” dedikten sonra elindeki poşete korkunç bir bakış attı. “Nazar boncuklu telefon kılıfı almış. Meczup herif.”

Yirmi dakika içerisinde adliyeden ayrılıp Uygar Ağa’ya geçen üçlü, yemeklerini hemen söylemişlerdi. Erkin yirmi dakika boyunca telefon kılıfına söverken Kamil Savcı’nın keyfi pek yerindeydi, Varan Alp ise derin düşüncelere dalıp aracını kullanmıştı yalnızca.

Yemekler masaya geldikten sonra Kamil Savcı eşinden bahsetmeye başladı:

“…Öyle yani,” dedi uzun uzun anlattıktan sonra. “Ben de istemezdim böyle olmasını ama kadınlar başımızın tacı. Fikirlerine saygı duymak zorundayız.”

“Açtı mı şimdi boşanma davası?” diye sordu Erkin, içeceğinden birkaç yudum alırken. Ağrıları çoktu ama evde de yapamıyordu. Dışarıda kalmak ona iyi gelmişti.

Kamil Savcı başını olumsuz anlamda sallarken “Vallahi açmadı ama buna sevinemiyorum çünkü Miray’la tanıştı,” deyince Erkin’in gözleri kocaman açıldı. “Muhtemelen Miray, Halegül’ün avukatı olursa direkt bir bilemedin ikinci celsede boşanmış olurum.”

Varan Alp durgun bir sesle “E savcım sen de konuş, olmazsa da olmayacak demektir zaten,” deyince Kamil Savcı’nın yüzüne derin bir gülümseme yayıldı.

“Sevda bir seferde bırakılıp gidilseydi adı sevda olmazdı, Varan Alp.”

Erkin, pek anlamlı gelen sözden sonra Kamil’i sevebileceğini fark etti. Ardından doğrularak “Ama tek taraflı sevda olur mu?” diye sordu, merak etmişti. “Karşılığını alamazsan ne anlamı kalır sevmenin?”

Kamil Savcı itiraz edercesine bir kez cıkladı. “Sevdanın tarafı olmaz, savcım; karşılığını alamadığında da değişmez. Hem ne demiş Atilla İlhan? Ayrılıklar da sevdaya dâhil.”

“Ayrılsam da bırakamam diyorsun yani?” dedi Varan Alp, sözü kendisiyle bağdaştırınca. “Ama ya çok zorsa?”

Kamil, hüzünle gülümserken “Hangi yol dikensizdi ki sevda olsun? Meşakkat seni güle ulaştırıyorsa o dikeni kalbine batırmak zorundasın,” dedi. Üçünün de yüzüne derin bir gülümseme yayıldı. Kamil Savcı derin bir nefes verdikten sonra “Eee, beğendiniz mi yemekleri?” diye sorup konuyu değiştirmek için bir adım attı.

“Ben sevdim,” dedi Varan Alp, Miray’ı düşünürken.

Erkin, içeceğini yudumlarken “Beğendim,” dedi kısık bir sesle. “Gelirim buraya arada.”

Kamil, telefonunu eline aldıktan sonra mesaj gelip gelmediğini kontrol etti. Ardından kaşlarını çatarak “Aaa, Halegül engelimi kaldırmış!” dedi şaşkınlıkla.

“Seni engellemiş miydi?” diye sordu Erkin, yüzünü ekşiterek.

Varan Alp ise gülümsedikten sonra telefonunu eline alıp saati kontrol etti. “Ooo, saat yedi olmuş.” Aklına Ziva geldi. “Benim kızım evde tek. Biz bana geçeriz Erkin.”

Kamil Savcı, Halegül’ün durumunda paylaştığı fotoğrafa bakarken “Ooo!” dedi yüksek bir sesle. Ardından tekrardan “Ooo!” dediğinde Erkin, Varan Alp’e döndü.

“Varan Alp, bu şair kılıklı herif kendinde mi şu an?” diye fısıldadı.

Varan Alp, Kamil’i incelerken Kamil tekrardan “Ooo!” diyerek ekrana bakakaldı.

“Ne gördü acaba?” diye sordu Varan Alp iki kez öksürüp. “Savcım.” Başını ileriye doğru getirdi Varan Alp. “Bir sorun mu var?”

Kamil, telefonu ikisine doğru çevirdikten sonra “Bizimkiler,” demekle yetindi. “Halegül’ün evi burası galiba… Çete toplanmış.”

Fotoğrafa bakan Varan Alp; Miray’ın, Elif’in, Seray’ın, Halegül’ün ve Rüzgar’ın art arda fotoğraflarını görünce başıyla onayladı.

Erkin ise “Ooo!” dedi pek şaşkın çıkmayan sesiyle.

⚖️

MİRAY

Eğer seni kırdıysam
Darıl bana
Ama bir gün beni ararsan
Bak ruhuna.

Birden gecem tutarsa
Güneşi çevir bana;
Sevgilim bağışla
Biraz zor olsa da…”

Ablamın gözlerinin üstümde gezindiğini fark edince otuz iki diş sırıtarak şarkıyı durdurdum ve “Abla, sıkıldın mı?” diye sordum. Yerdeki alçak sehpanın üstünde duran çay bardağını parmaklarının arasına alan ablam, bir bana bir de Elif’e kısaca, somurtarak baktıktan sonra başını olumsuz anlamda salladı.

Elif, telefonumun ekranına tıklayarak şarkının devam etmesini sağlarken yorgun ve sessiz bir nefes vererek sırtımı koltuğun bacağına yasladım. Yerde oturmamızın tek nedeni, Halegül Komiser’in evindeki koltukları yeni sildiğini iddia etmesiydi.

“Getirdim çaydanlığı, açılın bakayım,” diyerek salona giren Halegül, çaydanlığı bırakır bırakmaz ablama döndü. “Rüzgar’a baktım, mışıl mışıl uyuyor hâlâ.”

Ablam da “İyi,” dedikten sonra tekrardan çayından bir yudum aldı.

“Ee?” diye yüksek bir sesle, müziğin de üstünde bir desibelde, adeta çığlık atan Halegül ödümü kopardığından ötürü irkilip gözlerimizi buluşturmuştum. “Anlat.” Bana söylemişti bunu.

Bıkkın bir nefes vererek “Yahu koskoca Kamil Savcı!” dedim ben de hiddetle. “Pamuk gibi bir adam, az çok tanıyorum onu. Ne sorunun var acaba? Ayrıca hiçbir mahkeme boşamaz sizi. Bana bile nedenini anlatmıyorsun ki!”

Ablam beni işaret ederek bak dercesine Halegül’e bir bakış attı. “Kusura bakma ama bana saydığın nedenler de dünya saçması,” diye söyleyince ablamla Halegül’ün ne ara bu kadar yakın olduğunu sorgulamadım değil. Tanışalı ne kadar olmuştu ki…

Elif yorgun bir sesle “Ne güzel işte, seni seven bir adam var ve evlisin,” deyince hepimiz ona doğru döndük. Çok dalgın görünüyordu. “Keşke kimse üzülmese.”

“Saf bu kız ya!” diye bağıran Halegül, Elif’in de irkilmesine neden olmuştu. “Kızım sen bu duygusallıkla nasıl doktor oldun? Ameliyatın ortasında da neşteri sapladığınızda, hastanın canı yandı diye ağlama krizine giriyor musun?”

Elif’in kaşları çatıldı. “Hissetmiyor ki.”

“Ha hissetse ağlayacaksın bir de!” diye yüksek bir sesle cevaplayan manyak, tabii ki Halegül’dü. Bakışları tekrardan bana dönünce gözlerim devrildi. “Yaz,” dedi beni işaret ederek. “Halegül Ulutaş Kavakcı’nın boşanmak istemesinin nedenleri: Bir, evde sigara içilmesinden hoşlanmayan Kamil Kavakcı ile sigara içen Halegül Ulutaş Kavakcı anlaşamamaktadır.”

Ablama doğru döndüğümde ciddiyetsiz bir ifade ile başını salladı.

“Komiserim,” dedim, Halegül’e doğru kızgın bir sesle. “Sence bu boşanmak için bir gerekçe mi? Yargıtay’ın böyle bir kararını ben açıkçası hatırlamıyorum.”

Oflayarak arkasına yaslanan Halegül, “Ne boşar? O zaman uydurmamız lazım,” dedi son çare. Cıklayarak yüz ifadesine odaklandığımda ciddiyetle karşılaştığımdan ötürü başımla onayladım.

“Tamam. Boşanma davalarında iş uzayabilir, bunu yaz bir kenara,” diyerek ona anlatmaya başladım. “Eğer tek celsede işi bitirmek istiyorsak maalesef illegal işlere başvurmak zorundayız.”

Halegül bir anda “Höst,” dedi, bu kez kısık bir sesle. “Polisim kızım ben. Hayırdır?”

Sağ eli havaya kalkınca “Ben de mafya değilim, canım. Ama mecburen yalana başvurmak durumundayız. Yoksa ömür billah boşanamazsın o adamdan,” diyerek gülümsedim. “İllegal dediğim kısım da şu: Bir kadın ayarlarız, yanına göndeririz. Sarılır, eder. Sonra da kadını tanık olarak çıkarırız. İlişkileri olduğunu söyler… Sonra anlaşılırsa barodan atılırım ama önemli değil.”

Böyle bir şey yapmayı düşünmüyordum, sadece Halegül’ü sınıyordum.

Halegül bir anda lafımı böldü: “Benim kocama!” diye bağırdı bir anda. Ablamla hafifçe geriye sıçradık. “Bir kadın sarılacak, bir de öpecek…” Bir anda kıkırdadı. “Mümkün değil!”

“Sen manyak mısın?” diye sordum, ciddi bir şekilde.

Elif bir anda “Psikoloğa görünmeni tavsiye ederim,” deyince hepimiz ona doğru döndük. Göz altı kıpkırmızı olan Elif’in neden bu kadar bitkin olduğunu çözememiştim. Yorgun bir sesle, “Öfke ve bağımlılık problemin var,” diye ekledi.

Halegül, Elif’e cevabını vermeden ben devreye girip “Senin peki bir fikrin var mı? Adam savcı, savcı!” dedim hiddetle. “Ayrıca senin boşanmak için hiçbir nedenin yok! Bana anlatmadığın için de aldatma tiyatrosu kurmak durumundayım. Bak,” dedim kararlı olup olmadığını tartmak için. “Ben dava kaybetmekten nefret ederim, Halegül. Karşımda çok sevdiğim Kamil Savcı olsa bile acımam. Kazanmak için de ne gerekiyorsa yaparım. Duydun mu? Şimdi kararını ona göre ver. Eğer aranızda tutkulu bir kavga varsa beni bu işlere bulaştırma.”

Halegül bir anda “Yok öyle bir şey,” diyerek gözlerini zemine çevirdi. Üç dört saniye kadar düşündükten sonra da “Tamam, yapalım,” dedi. “Nereden bulacağız o kadını?”

Kaşlarım çatıldı. “Emin misin?”

“Eminim,” deyince ablama doğru döndüm.

“Miray,” dedi ablam da ben ona doğru dönünce. “Yani şu an yaptığınız iş mi? Adamın suçu ne? Günahını alacaksın durduk yere.”

Kararsız bir bakışla Halegül’e doğru dönüp “Bana tek bir neden söyle,” dediğimde omuz silkti. “Tamam, mahkemede kullanmayacağım. Boşanırsanız eğer buna büyük oranla ben katkı sağlayacağım, malum.” Cevap bekledim ama vermedi. Bıkkın bir nefes verdikten sonra “Seni hiçbir mahkeme o günahsız adamla boşamaz, Halegül. Ne istediğin belli değil, derdin belli değil,” dedim açıkça. “Tamam, ablamın ya da Elif’in bilmesine gerek yok ama ben senin avukatınım, bunları göze almak için neden boşanmadığını bilmeye ihtiyacım var. Ona göre Kamil Savcı’ya komplo kuracağım.”

“Sevmemek de bir neden değil midir?” diye sordu savunmasız bir sesle.

“Sevmesen az önce kıskanmazdın,” diye çat diye söyledim.

“Katılıyorum,” dedi Elif, hüzünlü bir sesle.

Başımı ona doğru çevirip “Sana ne oluyor Elif?” diye sorunca gerilerek gözlerini bana çevirdi. “Müslüm Gürses açmalar, uzaklara dalmalar, dalgın dalgın konuşmalar…”

“Hastanede kötü bir gündü,” diyerek kuvvetle muhtemel yalana başvurdu bizimki.

Daha fazla dayanamayarak “Neyse, tamam,” dedim ve ayaklanmak için masanın üstünde duran telefonumu elime aldım. “Yarın, Koray’ı görmeye gideceğim, cezaevine,” dedikten sonra telefonumu çantamın içine attım. “Yoğun bir gün olur muhtemelen. İleriki günlerde kararın hâlâ aynıysa bir şeyler düşünürüz Halegül.”

“Cuma günü Teoman, Varan Alp ve Erkin dışarı çıkacaktı,” diyen ablama döndüğümde başıyla onayladı. “Belki Kamil Savcı da onlarla dışarı çıkar. Olamaz mı?”

“Olabilir,” dedi Halegül de.

“Bakarız,” diyerek geçiştirdim. Bana sunduğu bir gerekçe olmadığı için Kamil Savcı ile konuşmam gerekebilirdi.

Ama müvekkilim Halegül olacağı için bana sunacağı gerekçeyi bekleyecektim.

Halegül oflayarak ayağa kalktı, ben de çantamı omuzuma astım. “Tamam, konuşuruz sonra,” dedi bıkkın bir sesle.

“Hadi, kalkın,” dedim ablamlara. “Geç olmasın saat.”

Elif ayaklanırken sendeler gibi oldu ama hemen toparladı. İyi olmadığına emindim.

Ablam, “Ben Rüzgar’ı alayım, çıkalım,” diyerek salondan ayrıldı.

“Cumartesi müsait olur musun peki Miray?” diye soran Halegül’e doğru döndüğümde pek emin olamadığım için kısa bir süre sessiz kaldım.

“Olamayabilirim.” Birkaç saniye daha düşündüm. “Gebze’ye gitmem lazım, oradan İzmit’e geçmem lazım… Salı günü de duruşma var, malum. Hazırlık yapmam gerek.”

Halegül de “Tamam ya, günler torbaya mı girdi sanki…” dedi sıkıntılı bir sesle. “Benim kafam aslında duruşmayla alakalı bir detaya takıldı Miray.” Ne söyleyeceğini merak ettiğim için dikkatli bir biçimde yüzünü inceledim. “Araştırdım bu İlkhan denilen herifi. Avukatlığa devam ediyor ama malum, sanık olduğu dosyada vekil olamaz.” Başımla onayladım. “Ümit Haldun İnal’ın avukatı da o. O zaman duruşmada Melek’i kim savunacak? Çünkü şu an size herhangi bir azilname gitmemiş anladığım kadarıyla.”

“Arkadaşı savunacakmış herhalde,” dedim tam emin olamayarak. “İlkhan’ın arkadaşı demişti Ümit Bey amca…” Gözlerim kısıldı. “Aslında ben arkadaş deyince, Emirhan zannettim. İkisi de arkadaşımdı zamanında, aklım hemen Emirhan’a gitti.”

“Emirhan dediğin kişiyle İlkhan’ın arası bozuk,” diye cevapladı Halegül. “Teoman’la araştırdık geçen gün. Dayısına da ulaşamıyormuş seninki ve abisi…”

Ablam ve Rüzgar, salonun kapısında belirince uykuyla uyanıklık arasında gözlerini kırpıştıran yeğenime doğru bakıp gülümsedim ama aklım bir yandan da Halegül’ün dediklerinde kaldığından tereddütle gözlerimi kıstım.

“Kim çıkacak ki duruşmada karşıma?” diye sordum kısık bir sesle.

“Çıkalım mı?” diye sordu ablam, Rüzgar’a hırkasını giydirirken.

Başımla onaylayıp “Bir dakika, geleceğim,” diyerek Halegül’ün yanına yürüdüm. “Normalde 17 Eylül davasında, son duruşmada Melek’i Aykut ve ben savunduk ama ben müdafi olunca otomatikman müşteki vekilliğinden çekildim. Aykut’la şimdi aynı bürodayız, azilname de gelmedi kendisine, dediğin gibi. Bak, kafamı karıştırdın şimdi…”

Halegül tuhaf bir bakış attı. “O zaman Aykut, Melek’i savunmayacak mı? İlkhan ve Koray’ın duruşması sonuçta?”

“Bilmiyorum, her şey çok karışık. Ben öğrenmeye çalışacağım ama siz bir bilgi edinirseniz beni de mutlaka bilgilendirin. Tamam mıdır?”

Başıyla onayladı. “Tamam.”

“Teo gelecekmiş beş dakikaya,” diyen ablam, dış kapıyı sonuna kadar açtı.

“Eniştem mi alacak bizi?” diye sordum anlamayarak.

“Evet.”

“Yürürdük abla biraz,” dedim, çok mesafe olmadığından dolayı.

Rüzgar’ı işaret eden ablam, “Şu çingeneyle ne kadar yürüyebiliriz acaba Miray? Arabasını da getirmedim,” dedi kızarak.

“Üf, tamam… Bir şey dedik sanki!”

Halegül’le vedalaştıktan sonra asansöre bindik ve bir süre boşanma davasıyla alakalı tartıştık. Ablam ikisinin arasına girmemem gerektiğini düşünürken Elif, sadece Rüzgar’la oynayarak tartışma asla dâhil olmadı.

Dışarı çıktığımızda da ablam, “Ayrıca tamam, Halegül’ü sevdim ama bu kadında bir tuhaflık var Miray,” diye devam etti ve beni bunaltmayı başardı. Kaldırıma çıktık ve ağır ağır yürümeye devam ettik. “Bence Kamil Savcı’yı seviyor ama… Yani tuhaf, anladın mı?”

Bıkkınlıkla “Ay abla, tamam!” dedim ve ileriyi işaret ettim. Eniştemin arabası ilerideydi. “Eniştem geldi, hadi. Ayrıca abla,” dedim yolun karşısına geçerken. “Sakın eniştemin yanında konusunu açma bu meselenin. Varan Alp’e yetiştirdiği an Kamil Savcı’nın da haberi olur ve önlem alabilir.”

“İyi, tamam.”

“Bak, söz ver,” dedim sertçe.

“Tamam dedik Miray!” dedi sinirle.

Elif’e doğru dönüp, “Sen de sakın ola Mir Beyaz’a bahsetme bu durumdan,” diyerek onu da uyardım. “Mir Beyaz da Teoman’a yetiştirebilir, zincirleme dedikodu tamlaması olur ve herkes benim üstüme gelir. Avukat olan benim sonuçta.”

Elif gerilerek “Yok canım, niye söyleyeyim Mir Beyaz’a?” dedi kısık bir sesle. “Zaten onu son zamanlarda pek göremiyorum.”

Arabanın kapısını açarken son kez Elif’e göz kırptım.

“Hoş geldiniz hanımlar ve…” Eniştem arka koltukta, Elif’le aramızda oturan Rüzgar’a dönerek elinden öptü. “Canım oğlum, kara kartalım.”

Rüzgar tabii ki uykulu ve huysuz olduğundan enişteme yüz vermedi, eniştem onu öperken de mızmızlanıp elini geri çekti ve bir tane de tokat attı.

“Lan,” dedi eniştem, yalandan bir sinirle. “Babaya vurmak yok, Rüzgar. Bütün sülale hukukçu, vallahi tutuklarlar seni he…”

“Çok şakacısın enişte,” dedim takılarak. “Ama bir daha olmasın çünkü komik değil.”

Eniştem Elif’e dönerek “Elif hoş geldin de bu tip ne?” dediğinde ablam arkasını dönerek Elif’e kısa bir bakış attı.

“Ne varmış tipimde?” diye sordu Elif.

“Hoş gelmemiş gibi bir tip,” diye açıkladı Teoman da.

Elif gülümsemeye çalışarak “Hastanede yoruldum, ondandır,” dedi ve tekrardan yalan söyledi. Henüz yeni yeni yakın olduğumuz için pek sorgulamadım ve önüme döndüm.

“Doğrudur be, tabiplik zor,” dedi eniştem ve arabayı çalıştırdı. “Miray, bu arada yarın Koray’la mı görüşeceksin? Seray sanki perşembe demişti bana. Bugün neydi, çarşamba mı?”

“Evet, Koray’ı görmeye gideceğim. Duruşma salı, biliyorsun.”

Eniştem bir süre sessiz kaldı. “Bu Fırat Gümüşpala denyosu da tanık olarak çıkacakmış mahkemede, Erkin öyle söyledi. Hatırladığı kadarıyla anlatırmış beyefendi…”

“Evet, onun tanıklığı en kritik nokta aslında ama Koray’ın kaçıp gittiğini söylediği için pek bir işe yaramayacak. Bana asıl, babamla Koray’ın bulaştığı kumar var ya…” dedim öfkeyle. “Oradaki kamera görüntüleri lazım ama bu kez de babam tutuklanabilir, en azından ben öyle düşünüyorum.”

Eniştem ablama kısa bir bakış attıktan sonra “Peki ne yapacaksın?” diye sordu dikiz aynasından bana bakarak.

“Öncelikle 1998 senesindeki yangını, DNA meselesini ve Behzat’ın orada olduğunu, İlkhan’ın da orada doğduğunu ispatlamak için tanık çıkarmam lazım ama yalan ifade olmaması adına da bir senaryo uydurmam lazım. Maalesef annelerimizi ancak bu şekilde ikna edebilirim.” Bıkkın bir nefes verdim. “Babam tekrardan tanık olarak çıkacak, Koray’ın o saatte yanında olduğunu söyleyecek.”

“Tüm bunlar işe yaramayabilir Miray,” dedi eniştem, üzgün bir sesle. “Tetik kısmında Mir Beyaz dışında parmak izi olan tek kişi Koray.”

Oflayarak “Evet,” dedim fakat bir anda gaza gelince ruh durumum tamamen değişti. “Ama Koray’ın daha önce silah kullanmaması ve Melek’i öldürmek için bir sebebinin olmaması da bizim lehimize olacak. Bir de enişte,” dedim, onu işaret ederek. “Koray’ın o gün size gelecek olması, senin aracından alıkonulması vesaire, biliyorum oraları geçtik ilk duruşmada ama tekrardan tanık olarak çıksan mı?”

“İşe yarayacaksa başım gözüm üstüne.”

“Tamam, seni de tanık yazalım.” Duruşmanın ne kadar uzun süreceğini düşününce şimdiden ter bastı. “Peki Beyhan Bey?”

Ablam cıklayarak “Miray, Allah aşkına Beyhan babayı karıştırma. Adam bırak tanık olarak çıkmayı, duruşmaya bile gelmez,” deyince İzmit’e uğramışken onunla da konuşabileceğimi düşündüm.

Gözlerimi devirerek “Peki rica etsem?” diye sordum. Şansımı denemek istiyordum.

Eniştem oldukça kibar bir şekilde “Miray, babamı boş ver. Kalbini kırar, üzülürsün,” deyince birkaç saniye sessiz kaldım. “Hem başka tanık mı yok sanki? Bak, duruşma saatler sürer, beynimiz erir.”

“Koray’ın cezaevinden çıkması için bütün şansımı denemek zorundayım, enişte. Senin baban eski hakim, eğer İlkhan’ın orada doğduğunu söylerse dava için büyük bir aydınlanma olacak. Kararı büyük oranda etkileyecek.”

Eniştem zor bela “İyi de… O zaman Adem babam söylesin bunu. Benim babam tanık olarak çıkmaz. Annem o gün öldü, kini var hepimize, biliyorsun...” dediğinde sesi titremişti.

“Miray,” dedi Elif, kolumu kavrayarak. “Ben de annemi ikna etmek üzereyim. O gün bir yemin ettiklerini söylüyor, asla bundan dönmeyeceklerini ama zaman aşımı mevzusunu ve senin uyduracağın senaryoyu kısaca anlatmaya çalıştığımda kabul edecek gibi oldu.”

“Tamam,” desem de Beyhan Bey mevzusu için değildi bu söylediğim.

Cumartesi günü ona da uğrayacaktım.

HAKİM BAKIŞ AÇISI

Bengü Hanım, uykulu bir sesle “Adem, Adem,” diyerek kocasını dürttü. Adem uyanmayınca Bengü bu kez yüksek bir sesle “Yahu Adem, kalk da yatağını yapayım, öyle yat!” dedi uyarıcı bir sesle.

Adem gözlerini zor bela açtıktan sonra duvardaki saati kontrol etti. “Miray geldi mi?”

“Yok, daha gelmedi. Rüyanda mı gördün, hayırdır?”

“Nerede bu kız? Saat on iki olmuş, hâlâ evinde değil.”

Bengü bıkkın bir sesle “Teoman onları almaya gitti,” dedi ve örtüyü koltuğa serdi. “Ablasıyla dışarıda... Ne var yahu? Gezsinler işte…”

Adem’in kafasına takıldı. “Sen demiyor muydun, bu Miray’la, şey…” deyip parmağını şıklattı. Yaşlılık işte, insanların adını hatırlamakta zorlanıyordu. “Varan Alp meselesi.”

“Ne olmuş?” diye sordu Bengü, yastığı koltuğa bırakıp. “O iş olmadı dedim ya… Sen rüyanda gördün, değil mi? Taktın mı takıyorsun Adem… Olmadı o iş, olmadı.”

“Tamam da…” dedi Adem, imalı bir sesle. “Bu kız İstanbul’a niye döndü?”

“Niye döndü?”

“E demek ki,” dedi ve uygun sözcükleri kullanmak için bir süre duraksadı. “Bu çocuğu özlemiş. Acaba öyle mi?”

“Sen benim ağzımı arıyorsun Adem de, kızın bana bir şey mi anlatıyor sanki…” Kocasının yanına oturdu. “Konuşayım mı?”

Adem uykulu bir sesle “Söyle, de, tuhaf oluyor yani…” diye kendince içini döktü. “Aynı ortama giriyorlar, herkes maşallah haberdar. Varsa var desin, yoksa yok…” Son noktayı koyar gibi ayağa kalktı. “Ben bir yüzümü yıkayayım.”

Bengü, derin düşüncelere dalarken kapı çaldı. Adem tam da koridorda olduğundan ötürü kapıyı açtı, Bengü de kocasının banyoda olduğunu zannedip kapıya ilerledi.

Fakat ikisi de bir anda put kesildi.

Karşılarında duran kişi, İlkhan’dı.

“Selam. Nasılsınız?” Oldukça sevecen olmaya çalışan İlkhan, ayakkabılarıyla içeriyi girip kapıyı kapattı.

Bengü de Adem de dilini yutmuş gibi İlkhan’a doğru bakakalmışlardı.

Birkaç saniye koridorda kalakaldılar, ardından İlkhan cebindeki silahı çıkarıp ikisine de doğrulttu. “Yürüyün, yürüyün salona, hadi,” diyerek Adem’in omuzuna değdirdi silahın namlusunu. “Hadi!” diye bağırdı bu kez.

Bengü, dayanamayıp ağlamaya başlayınca İlkhan’ın içindeki nefret körüklendi.

“Şimdi de bizi mi öldüreceksin?” diye sordu Adem, Bengü’ye nazaran dimdik durarak. “Hadi, vur.”

İstemsizce geriye doğru yürüyerek salonun içine girmiş bulundular.

İlkhan büyük bir kahkaha patlatırken salondaki koltuklardan birine yerleşti. Bacağını bacağının üstüne attı ve “Yok,” dedi, oldukça ciddi bir şekilde. “Zaten bunaksınız, yakındır ölümünüz. Benim işim, çocuklarınızla.”

“Psikopat gerzek,” diyen Adem, karısının omuzundan tutarak koltuğa oturttu. “Hayırdır o zaman? Çay içmeye mi geldin? Sidikli katil!”

İlkhan bir süre duraksadı, ardından Miray’ın evini inceledi. “Adem?” dedi soru sorar gibi. “İstanbul’un göbeğinde, azıcık boyu uzun olsa manken olacak kızını nasıl tek başına bırakabiliyorsun ya? Ben hayret ediyorum size… Biliyorsunuz, ülkenin durumu ortada. Her yerde katil geziyor anasını satayım…” Üç kez cıkladı. “Ben olmasam çocuklarınızı koruyan yok.”

“Dalga mı geçiyorsun, sidikli?” diye bağırdı Adem. “Senden ala katil mi var? Psikopat… Ruh hastası… Meczup!”

Bengü ağlamasının arasında “Adem, tamam, sus…” dedi sessizce.

“Almadın mı alacağını?” diye sordu Adem, durmayarak. “Kaç can alacaksın daha? He? Gittin, kardeşini öldürdün!” diye bağırdı.

İlkhan’ın yüzündeki kaslar kasıldı, vücudu titredi, ardından dişlerini sıkıp bakışlarını başka bir yöne çevirdi. İçindeki büyük pişmanlık sonrasında öfkesi harlanmıştı.

“Bilmiyordum!” diye bağırdı ve ağlamaya başladı bu kez. “Bilseydim o şerefsiz Mir Beyaz’ı, sonra da ablasını ve abisini öldürürdüm!” Bengü biraz daha geriye sıçradı bu sözlerden sonra. İlkhan’ın gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olurken “Bu kez senin kızın ölecek, tamam mı?” dedi. “Her şey onun yüzünden oldu! Onu öldüremediğim için Melek’i öldürdüm!” Silahın arkasıyla kendi kafasına hafifçe vurdu. “Şimdi Miray yüzünden benim kardeşim öldü ve sıra onda! Sıra onda! O ölecek!”

Bengü dişleriyle dudaklarını ısırdıktan sonra korkuyla titremeye devam etti.

Adem’in gözleri, masanın üstündeki vazoya ve içindeki sarı lalelere ilişti. Vazoyu İlkhan’ın kafasında kırmak için daha neyi bekliyordu ki…

“O olmazsa da…” dedi, sırıtarak. “Mir Beyaz ölecek! Çünkü niye? Onun da suçu var? Niye? Çünkü Melek’i tek başına gönderdi! Melek tek başına o ormanlık alanda ağlaya ağlaya koşuyordu!” Bir ileri bir geri sallanırken kriz geçirdiği belliydi. “Onu öldürdüm sonra…” Başını bir aşağı bir yukarı salladı. “Senin çocukların yüzünden!” diyerek Bengü’ye doğrulttu silahı. “Şimdi bedelini siz ödeyeceksiniz! Benim annemi de siz öldürdünüz!”

“Tövbe estağfurullah…” diyen Adem, sabrının son demindeydi. “Lan git, tedavi ol! Psikolojik sıkıntıların var senin, geri zekâlı,” dedi tüm nefretiyle. “Senin anan, seni doğururken kim yardım etti ona? Aha bu kadın!” diyerek karısını işaret etti. “Oradaki herkes sana, annene bir şey olmasın diye çabaladılar.” Başını salladı Adem. “Sen ne yaptın? Gittin, o kadınların çocuklarını vurdun, öldürdün…”

İlkhan ağlamasının arasında kahkaha atarak “O zaman beni neden caminin avlusuna bıraktınız?” dedi kısık bir sesle. “Ben kimsesiz kaldım. Abim ben lisedeyken buldu beni, Behzat.”

Adem kısık bir sesle “Bulmaz olaydı,” dedi.

“Ama buldu!” diye neredeyse çığlık attı İlkhan. “Şimdi siz de bedel ödeyeceksiniz. Bana Rüzgar’ı getireceksiniz. Ona bir şey yapmam. Sonra Miray’la takas yapacağım.”

Bengü hayretle ağzını açarken Adem ayağa kalkıp nah işareti çekti.

“Gel, cesedimi çiğne, vermem torunumu da kızımı da! Pezevenk!”

İlkhan dört kez cıkladıktan sonra silahı kaldırıp Adem’in omuzuna ateş etti.

Bengü endişeyle “Adem!” diye bağırınca İlkhan da korkuyla Adem’in kolunu inceliyordu.

“Sıyırdı, sıyırdı, bağırma!”

“Bengü, polisi ara,” diyen Adem, koltuğa oturup sert bakışlarını İlkhan’a doğrulttu. “Şerefsiz…”

“Rüzgar’ı alıkoyarsam eğer canı yanar ama siz getirirseniz hiçbir şey yapmam.” Silahı Bengü’ye doğrulttu. “Duydun mu beni, teyze?”

Bengü ağlayarak İlkhan’a bakarken “Olmaz,” dedi.

Adem “Ben gelirim. Beni al, sonra ne yapacaksan yap…” dedi zorla.

“17 Eylüllü değilsin sen, ayrıca yaşlısın, beş para etmezsin,” diyerek Bengü’nün omuzuna silahla dokundu. “Ya Rüzgar’ı getirirsiniz ya da oğlunuz mahkemeye çıkamaz. Bu da son söyleyeceğim. Duydun mu teyze?”

Adem büyük bir acıyla omuzuna dokunurken “Kızımdan korkuyorsun, değil mi?” diye sordu. “Korkmasan beklerdin yine doğum gününüzü… Şerefsiz.”

İlkhan hiçbir şey söylemeden telefonunu kontrol etti, Teoman yaklaşıyordu. “Şimdi gidiyorum. Yarın herhangi bir parkta Rüzgar’la tek başınıza olmazsanız oğlunuz salıya kadar şişlenir.”

Koştur koştur evden çıkan İlkhan, son kez Adem’in omuzuna baktıktan sonra daireden ayrıldı.

“Alo?” dedi asansöre binerken. “Güvenliği ayılt, kamera kayıtlarını da bir dakika sonra tekrardan aç. Çıktığımdan emin ol.”

 

 

 

Bölüm : 22.11.2025 18:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...