6. Bölüm

5

Esra Yanar
esrayanar

Arkadaşlar merhaba, öncelikle kitabımı okuyan herkese teşekkür ederim. Fazla detaylı olmasa da karakter kartı hazırladım. Şu ana kadar gördüğünüz ve ilerleyen bölümlerde gelecek kişileri görmek için kitabımın instagram hesabı olan @/wattpadtabutofficial da sizi bekliyor olacağım. Keyifli okumalar.

 

 

Hayat etiyle kemiğiyle savaşan insanlar için çok acımasızdı. Bu insanlar zorluktan sonra kolaylığı ne zaman yaşayacaktı? O kadar ömürleri var mıydı ki.

Biliyordum bahsettiği öğretmenin kim olduğunu. Fuat öğretmen. İşini hakkıyla yaptığını öğrencilerin ve velilerin onu çok sevdiğinden anlayabilirsiniz. Böyle alçak bir adam yüzünden hasta annesine bakmak için uğraşan gencecik bir adamın mesleğinden men edildiğini düşünmek bile insanın kalbini ağrıtıyordu. Feryal'i anlıyorum. Anlıyorum ama onun gibi böylelerinin yaptıklarına herkes sussa başlarına daha kötü şeylerin geleceğini fark etmesi gerekiyor. Birinin çıkıp o şerefsize dur demesi, yürüdüğü yolu uçuruma doğru çevirmesi lazımdı. O, uçurumdan masum insanları iterken hiç tereddüt etmeyen bir adamdı. Arkasına geçip uçurumdan aşağıya düşmesi için iterken ben de tereddüt etmezdim. Gözümü bile kırpmazdım. Çocuklara elini değdiremezdi.

"Feryal Allah aşkına diyelim sen sustun, tehdit ettiği herkes sustu ilerde birinin başına cidden kan donduran bir olay gelse ve olay bu düdüğün başının altından çıkmış olsa ne yapacaktınız? Susmak çözüm mü?"

"Değil, farkındayım. Ama yapacak bir şeyim yoktu ki." Ne demek yoktu? Ellerimin arasına aldığım başımı ovaladım bir süre. Susmayacaktım. Susmasının, susmalarının neye sebep olduğunu görmesi gerek.

"Nasıl yoktu? Sen ne dediğinin farkında mısın Feryal!" Yükselttiğim sesimle başkomiserin uyarısını duydum. "Sakin olun. Yaşadıkları daha çok yeni, üzerine gitmeyin." Sanki ben bilmiyordum bunu.

"Ne demek üzerine gitmeyin? Siz bu yaşanan şeyin neye mal olabileceğinin farkında mısınız? Sakin makin olamam ben! Sırf bir tane bok çuvalı tehdit etti diye susmasını anlayamam! Ulan, olayın ucunda başka öğretmenler var diye siz nasıl çocukları görmezden gelebiliyorsunuz?"

"Ne?" Savcının dehşet tınıları taşan sesini duymazdan gelip başkomiserin gözlerine bakarak devam ettim. O gözlere baksaydım etkisi altına girmekten korkmuştum.

"Siz Buse'nin gerçekten parkta olduğuna, oyuna daldığı için havanın kararmasını fark etmediğine emin misiniz?"

"Buse'nin anlattıkları ve Cüneyt'in onu parkta bulması sorunuzun cevabı sanırım? Gerisini kurcalamanız ne kadar doğrudur?" Herkes kendi işini yapsın demek istiyordu. Herkes kendi işini yapmış olsaydı o dünya yaşanılabilecek bir yer haline gelmişti çoktan.

"O yüzden mi çocuğun ağlamaktan gözleri kan çanağı olmuştu Dinçer Bey? Büyük resme bakmaya ne zaman başlarsınız?"

"O ne demek Hanımefendi?" Elinin körü demek Sayın Savcım. "Şu demek Sayın Savcım," bedenimi sağımda bulunan Ilgaz Savcıya döndürdüm. Bakışlarından kaçtığımın farkında olmaması gerekiyordu. Ürkek değildim ki ben. "Hangi çocuk parkta oynarken Buse kadar tertipli olabilir? Bunlar çocuk, çocuk! Düşe kalka oyun oynadıklarını tüm dünya biliyor. Biz de biliyoruz, o yolladan hepimiz geçtik. Ama Buse'nin saçı bile bozulmamıştı. Saçını geçtim herhangi bir yerinde toz yoktu ki. Nasıl oyun oynamış?"

Dediklerimi tarttıklarını biliyordum. Başkomiserin, "Aslında düşmüş ve elini incitmiş, bileği kızarıktı." Demesiyle sıkılı dişlerimin arasından gözlerinin içine bakarak tısladım. "Dizlerinde niye iz yok o zaman!"

Savcının gözlerini dikmiş beni izlediğinin farkındaydım ama ben de gözlerimi dikmiş başkomisere bakıyordum. "Bakın, koca koca insanları tehdit eden birinden bahsediyoruz. Küçücük çocukları tehdit etmeyeceğini nerden biliyorsunuz?"

"Feryal Hanıma soralım o zaman çocuklara karşı nasıl davrandığını." Savcının ilk uzun cümlesi bu olmuştu. Sesinde bir şeylere anlam veremediğinin tınısı gizliydi. Düşünüp, tartıyor. Kesin bir sonuç bulamıyordu sanki. "Yani ben pek görmedim çocuklarla olan iletişimini." Tahmin etmiştim, büyük ihtimalle herifle denk düşmemek için kaçma yolları arıyordu. Kendince tehlikeyi görmezse kurtuluruz sanmıştı. Kim olsa aynı şeyi yapardı. Ama kaçtıkları yolda geride bıraktıkları çocukların onlar kadar hızlı koşamayacağını unutmuş olmaları kimsenin hayatını kurtarmamıştı.

"Gram şaşırmadım. Hadi sana şaşırmadım. Çok korktuğunu biliyorum. Diğer öğretmenler bir şeylerin farkında mıydı? Gördün mü hiç aralarında konuştuklarını?"

Sorumla başını olumsuz anlamda sallayan arkadaşıma öylece baktım. Omuzlarımız çökmüştü. "O geldiğinden beri kimse doğru düzgün oturup sohbet etmedi ki. Herkes birbirinden kaçıyor gibiydi." Cümlelerinde gizli bir özlem vardı. Ben nasıl eski Feryal'i özlüyorsam o da öyle özlüyordu eskiyi. Gülmeyi unutmuştu karşımdaki kadın. Bir adam gelmiş, kalbinin içinde taşıdığı zehri etrafında gördüğü masumlara enjekte etmişti. Dişlerini avının boğazına geçirmiş hayatını çalarken içindeki ölümü onlara üflemişti.

"Bir Allah'ın kulu da çocuklarla ilgilenmedi mi yani? Nöbetçi öğretmen?" İyice çapraz sorguya dönmüştü konuşmalarım. Yanımdaki insanlara ayıp edip etmediğimi bilmiyordum. Tek istediğim arkadaşımın içinde biriktirdiği her şeyi ortaya dökmesiydi. Parçalanacak mıydı? Toplardım. Parçalanmam sıkıntı değildi.

Feryal'in sesi öyle kısık çıktı ki, sanki o adamın elleri boğazına sarılmıştı. Kim bilir, belki de öyleydi. "Yok, bilmiyorum. Çoğu zaman nöbetçi öğretmenin yerine geçerdi zaten. Kimse onunla ters düşmek istemediği için kabul ederdi herkes."

Aklıma Defne'nin dolu gözleri düşünce kendime hakim olamadım. Geri dönülmez bir yola mı giriyordum? "Sizin korkaklığınız yüzünden o çocukların ne hâlde olduğundan haberiniz var mı senin!" Bağırmamla irkilmiş, gözleri dolmuştu. Durmadım. Durmanın sırası değildi çünkü. "O orospu çocuğundan korkmaya devam ederek bütün çocukları neye mecbur ettiğinizden, neler yaşadıklarından haberiniz yok! Ya daha bugün gözlerimle gördüm ben, gözlerimle gördüm. Çocuklara istekleri dışında temas etmesini gözlerimle gördüm!" Umarım söylediğim küfrü duymazdan gelirlerdi. Kanımda dolanan sinir beni ele geçirmişti. Ellerimi saçlarıma geçirip asıldım. Ayağa kalmış odanın içerisinde sert adımlarla sakinleşmeye çalışmam işe yaramamıştı. Az önce oturduğum koltuğa tekme attım. Çıkan gıcırtı sesi kulakları tırmalamıştı. Hiçbiri ağzını açıp kayda değer bir şey söyleyemiyordu şu an.

Şok olmuşlardı. Dediklerimi duymayı beklemiyordu üçü de. Bu konunun üstüne niye gittiğimi niye 'kurcaladığımı' şimdi anlamışlardır umarım. Koltuğun arkasına geçip iki elimle kavradıktan sonra yamukluğunu düzelttim. Ellerimi deri kumaştan çekmeden öne doğru eğilip Feryal'in kızarık gözlerinin içine dizginleyemediğim öfkeyle baktım. "Kim bilir kaç gündür bu itten kaçmaya çalışıyorlardı. Siz korkup kaçarken onlara nasıl sırt dönebildiniz? Ya siz öğretmesiniz, öğretmen! Bunun için mi öğretmen oldun sen? Çocukları görmezden gelmek için mi?" Ağır konuştuğumu biliyordum. Ama onlar eğer bugün ben Defne'yi teyzesi olarak kurtarmasaydım başına daha kötüsünün gelebileceği ihtimalinin yüksek olduğunu bilmiyorlardı. Emindim, bu istismarcının kız erkek demeden çocukları taciz ettiğinden yüzde yüz emindim. Eğer bugün Buse'nin olayı olmasaydı yarın yine okula gidecek bu sefer yandaki lisede okuyan çocuklardan yardım isteyecektim. Çoğunun kardeşi ilkokulluydu. Seve seve bana yardım ederlerdi. Bir iki tane gizliden video yakalasalar gerisi bendeydi. Karakola koşacak, her şeyi baştan sona anlatacaktım. Belki suçtu yapacaklarım ama bir felaketin yaşanmasına engel olmak için çabalamak, elimden geleni yapmak istiyordum. Feryal'le de konuşmuş olacaktık üstelik. Bu kadar üzerine gitmeden olayı çözüme kavuşturmayı planlamıştım ben. Ama hayat yaptığım planı bozmuş, geç kalabileceğim gerçeğini yüzüme vurmuştu.

"Dış kapının dış mandalı ben bile tek bakışta adamın leş olduğunu görüp bir şeyler yapmaya çalıştım. Siz nasıl hiçbir şey yapamazsınız?" Feryal çocukların daha kötüsüyle karşılaştığını düşündükçe ağlamaya başladı. İçim gidiyordu. Böyle ağlamasına içim gidiyordu. Çocukların halini görmezden gelmeye devam etselerdi, ben bugün o okulda, o kantinde olmasaydım ne olurdu düşüncesiyle boğuluyorduk. Telefonu incelemeden gelene kadar susmaya devam edecekti, çünkü hâlâ korkuyordu o adamdan, yapacaklarından. Bunu gözlerinden görebiliyordum. Paramparça olmuştu. Hıçkırıkları odada yankılanırken vücudumu dikleştirip ona arkamı döndüm. Ağlamasın.

Başkomiserin Cüneyt'e seslenip Feryal'i dışarı çıkarttırması ardından bozulan saçlarımı toplamış yerime oturmuştum. Sinir krizinin eşiğinde gibi hissediyordum. Acaba dışarı mı çıksaydım? Kalan suyu içip titreyen ellerimi yumruk yaptım. Ne Dinçer başkomisere, ne Ilgaz Savcıya bakamıyordum. Beni anlıyorlar mıydı? Feryal içeri girmeden önce ne gördüğümü, neler yaptığımı detaylı anlattım. Çektiğim videoyu tek tek ikisine de izletince tepkimde haklı olduğumu söylemişler, Buse'yle tekrar görüşmeye karar vermişlerdi. Üstelik Buse bugün Defne'nin karşısında olan çocuktu. Bunu fark edince daha kötü olmuştum. Telefonu Savcının ellerine bırakıp ikili koltukta ona en uzak olan yere geçip oturunca yüzümü kapatmaya ve uğuldayan kulaklarımın geçmesi için derin derin nefesler almaya başlamıştım. Ilgaz izlediği videoyu kapatıp önüme diz çöktü. Takım elbisesinin ceketini çıkarmış yanıma bırakmıştı. Ellerini uzatıp bileklerimden yakaladı, yüzümden çektiği ellerimle gözlerinden yayılan güven duygusuna sıkı sıkı tutundum. "Tamam, geçti. Buse iyi ve evinde ailesiyle. Hırpalamayın kendinizi." Kırık harelerimi toplamak isterken ona yardım edemeyecek olmam parmak uçlarını kanatır mıydı? Yapacağım şey yüzünden Buse'nin yüzüne dikkatli bakamamıştım. Baksaydım eğer Buse'yi görünce Feryal gibi kaybolmasından korkarak sıkıca sarılır bırakmazdım. Başımı sallayıp Savcıya gülümsemeye çalıştım. Biri dudaklarımı kesmişti. Gözlerimin içine bakmayı bırakıp yerine oturunca kalkıp eski yerime geçtim. Biraz daha yanında kalsaydım Buse'ye sarılmak istediğim gibi ona da sarılmaktan kaçındım. "Defne ne olacak peki? Onunla da konuşsanız olur mu?"

Birbirlerine bakıp başlarını sallamalarını puslu gözlerle izledim. Defne'nin ailesine ulaşmak için okul müdürünü aramak isteyen başkomiseri durdurup herifin torpilli olduğunu, müdürün yeğeni olduğunu hatırlattım. Şerefsize haber verecek herkesten uzak durulması gerektiğini hissediyorum. Şu durumda en iyi seçenek Feryal'di.

Numarayı Feryal'den alacaktık.

Kapı tıklatılıp gir komutunu beklemeden açılınca bakışlarımız oraya döndü. Sakinleşen Feryal hiç kimseye bakmadan geçip karşımdaki koltuğa yerleşti.

 

 

 

 

•∆•

 

 

Sabaha karşı eve gelmiş kafayı yastığa koyduğumuz gibi uyumuştuk. Üzerimi değiştirdiğimi hayal meyal hatırlıyorum. Feryal'in telefonundan o şerefsizle alakalı anlattıkları dışında bir şey çıkmamıştı. Başkomiser herhangi bir durumda bana haber verin diyerek Feryal'e kartını vermiş bizi mahalleye kadar kendi bırakmıştı. Geri dönüp Savcıyla durum değerlendirmesi yapacaklarını düşünüyordum.

 

 

 

 

 

•∆•

 

 

 

O olayın üzerinden bir hafta geçmiş, bu bir haftada Feryal okula gitmeye devam etmişti. Dediklerimden sonra çocukları okulda tek başına bırakmak istemiyor oluşunu görebiliyordum. Bugünse haftasonu olduğu için evdeydi. Bazen mahallede olan öğrencileri toplayıp yardıma ihtiyaçları olduğu dersi sorar o derse çalıştırırdı. Karşılık beklemeden.

Uyuşuk adımlarla girdiğim banyoda yüzümü yıkadıktan sonra tekrar odama geçip üzerimi değiştirdim. Mutfağa geçip patates kızartması için patates soymaya başladım. Çaydanlıkta kaynayan su sesi eşliğinde sormayı bitirmiş doğramadan önce de çayı demlenmeye bırakmıştım. Kızaran patatesleri masaya koyup etrafa baktım, dağınıklık yok denecek kadar azdı. Kahvaltıyı aradan çıkarınca toplardım. Dün akşam yemeğinde çok yiyemediğim için inanılmaz derecede açtım. Koridoru geçerken Feryal'i uyandırmak için karga sesimle bağırarak şarkı söylüyordum.

"Ne yolum yollarınıza düşsün. Ne kolum siz gibileri sarsın. Layığınızı alayınız alsın. Boşuna nefes tüketme. Yorma n'olur, ilerle."

Daha yüksek sesle devam ettim.

"Kendi çalar, kendi oynar. Gönlüm atmaz bir kafeste. Senin aklın sende kalsın. Boşuna nefes tüketme."

Odasının önüne gelmiştim. Kapısına davul çalar gibi beş defa sertçe vurduktan sonra aniden kapıyı açtım, şarkının nakaratını tekrarlarken içeriye girince gördüğüm ilk şey yerde ne olduğunu anlamaya çalışan Feryal'di. Korkudan yataktan düşmüştü muhtemelen. Onu öyle görünce şarkıya devam edememiş nefesim kesilene kadar kahkaha atmıştım. Ben hâlâ gülmeye devam ederken yerden kalkmış banyoya adımlaya başlamıştı. Aynı zamanda benim yarım bıraktığım şarkıyı o tamamlamıştı bağırarak. "Senin aklın sende kalsın. Boşuna nefes tüketme."

Gülmeyi kesip iki büklüm durduğum yerden Feryal odasına dönmeden uzaklaşmam gerekiyor. Gözümün önüne yerdeki hâli gelince kıkırdamadan edememiştim. Salaktı gerçekten. Canım enayi arkadaşım. Geçen bir hafta ikimize de iyi gelmişti. Yaşananların üzerimizde bıraktığı etkiyi yavaş yavaş atıyorduk.

Yemekten sonra evi inceden güzelce temizlemiş ikimizde yorgunluktan koltuğa yığılmıştık. Duş almamız gereken yerde pineklemeye devam etmemiz yorgunluktan çok üşengeçliktendi sanırım. Daha fazla beklemeyip banyoya koştum, kaplumbağa adımlarıyla tabi. "Kız kalk, üşenme. Üşenenin çocuğu olmazmış, derler."

Banyoya önce girmenin verdiği özgüvenle söylemiştim bunları. Yarım saattir koltuğa yapışıp kalan ben değilmişim gibi. Laflarımın üzerine görmesem bile Feryal'in göz devirdiğini biliyordum. "Sus be! Sidikli seni."

Üstümü çıkarmış tam duşun altına girecekken duyduğum cümleyle kapıyı sadece başım gözükecek şekilde açmış içeriye bağırmıştım. "Yalnız çok ayıp. Ne zaman gördün altıma işediğimi?"

Kısa bir duşun ardından bornozumu ıslak vücuduma sarıp odama geçmiştim. Hazırlanmış bir şekilde salona geçtiğimde Feryal'de banyodan çıkmıştı.

Akşam yemeğini dışarda yemeye karar vermiştik. Feryal hazırlanana kadar dışarıya çıkmaya karar verdim. Parka geçer, çocuklar varsa onlarla oyun oynardım belki. Feryal'e haber verip evden çıktım. Oversize krem rengi bir kazak altına koyu lacivert bir kot pantolon giymiş, üzerime de koyu yeşil trençkotumu almıştım. Kolumda gümüş saatim vardı sadece, takı takmamıştım. Çantamı boynumdan geçirip sol omzuma bıraktım. Evden çıkarken Feryal'in kapıyı kilitleyeceğini biliyordum ama her ihtimale karşı kendi anahtarımı yanıma almıştım.

Parka doğru yavaş adımlarla yürürken yıkılmış binanın orda sigara içildiğini fark ettim. Gölgeden ibaret olan insanın kim olduğunu bilmiyordum. Yabancı olacağını düşünmediğim için baş selamı vermiş, görüp görmediğininden emin olmadan önüme dönmüş duraksamadan yoluma devam etmiştim. Bizim mahallemize dışardan birinin girdiği pek görülmüş şey değildi. İki buçuk aydır burda yaşıyor oluşuma ve Feryal'in söylediklerine dayanarak söylüyorum bunu. Bilinmezliğin getirdiği sinir bozucu his etrafımı sarmadan yok edecektim.

Geldiğim parkta kimse yoktu. Çocuklarla oynama fikrim yalan olmuştu. Banka oturup telefonumdan saati kontrol ettim. 18:00'a geliyordu. Kolumdaki saat yerine kendi kendimi uğraştırıp telefonun saatine bakmama göz devirmiş, 'olsun hazır eline almışken bildirimlerine bakarsın.' diyerek kendimi teselli etmiştim. Garip bir oluşumdum.

Oturduğum bankın tam arkasından çatırtı sesi gelince irkilmiştim, etrafta hiç ses yoktu ve bu sessiz ortamda aniden inceden bile ses gelse insan korkuyordu. Karanlığın içinde sigara içen adam aklıma gelmişti aniden. Arkamı dönüp bakamadan banka atlayan kediyle adamı hemen unutmuştum. Yüzüme genişçe bir gülümseme kondu. Aşıktım. Bu dört ayaklı canlılara aşıktım. Canımı verirdim onlara. Feryal gelene kadar sarı sarı bakan ve yumuşacık tüyleri olan kediyi sevecektim. Ne çok kilolu ne de zayıftı. Yüzü o kadar güzeldi ki. Gerçekten aşk diye bir şey olmasaydı ben yine kedilere aşık olurdum. Bu canlılar öyle bir mevzuydu benim için.

Feryal gelip ne yaptığımı soramadan kedi kaçıp gitmiş, bana da arkasından üzgün gözlerle bakmak düşmüştü. Dudaklarım aşağıya doğru büküldü. Ne güzel seviyordum ben seni, niye gittin?

Ne güzel seviyordum ben sizi, niye gittiniz?

Benim aksime uzun boyuna ve fiziğine yakışan çok güzel bir elbise giymişti. Lila elbise uzun kolluydu ve vücudunu sararak bütün kıvrımlarını belli etmişti. Siyah trençkotunu giymeyip koluna asmayı seçmişti. 1.74 olan boyuna bakıldığında kaç kilo alırsa alsın asla belli olmuyordu.

Feryal'le konuşmadan anlaşıp mahallenin girişine yürümüş, arabasına binmiştik. Yol boyunca şarkılara yüksek sesle eşlik etmiş enerjimizi düşürmeden yemek yiyeceğimiz kafe/restorana gelmiştik. Ayrıca burası çalıştığım yerdi. Mutfak şeflerinden biriydim ama memlekete gitmem gerektiği için izin almış işimi de erkenden halledip iznim bitmeden gelmiştim. Aslında iznimin kalanını çalışabilirdim, hem daha sonra kullanmaya hakkım olurdu. Fakat torpilli düdük ortaya çıkmıştı. Canımın sıkılmasına izin vermeden Feryal'in park ettiği arabadan inip restorana doğru yürümeye başladım. Restoranın sahibi içeriyi dekore ederken siyah ve beyazın arasına gri karıştırmış, boğucu atmosferi bir şekilde kırmıştı. İlk gördüğümde renkler çok hoşuma gitmişti. Hâlâ öyle. Ferah mekanın neredeyse çoğu masası doluydu. Hem pasta börek hem ev yemekleri yaptığı için müşterisi çoktu. İsteyen yemek isteyen kahve eşliğinde tatlı yiyebiliyordu. Devamlı müşterilerinin geneli iş çıkışında yorgunluktan evde yemek yapmaya üşenen ve soluğu burda alan memur tayfasıydı.

Eve servisi de vardı üstelik. O yüzden tercih edilmesi gayet olağan bir durumdu. Ankara'nın işlek bir yerinde konumlanması da mekan açısından artı bir puandı.

Boş masalardan birine oturduğumuzda tanıdık yüzlere gülümseyerek selam vermiştim.

Siparişlerimizi almaya Hale gelmiş diğer müşterileri rahatsız etmeyecek şekilde biraz sohbet etmiştik. O siparişleri alıp mutfağa, Sena'ya söylemeye gidince sohbetimiz sonlanmış Feryal benimle uğraşmaya başlamıştı. "O kadar şeyi cidden yiyecek misin kız? Ortadan ikiye ayrılacaksın şişmekten." Öncelikle ayıptı, günahtı. Sonralıkla param vardı yiyordum. Kilolu insanlar değildik ikimizde. Hatta Feryal'in kilosu benim kilomdan bir tık fazlaydı ama boyu uzun olduğu için fark edilmiyordu. Aksine kilosu ona çok yakışıyordu. Bense Feryal'e göre daha kısa olduğum için kilom hemen belli ediyordu kendini. Abartılacak bir kilo değildi bence. 1.59 boya 60 kilo. Müthiş bir karıydım. Tabi 1.74'ün yanında esamem okunmuyordu ama olsun.

"Nazar etme ne olur çalış senin de olur bacım." Dediğimde gülmüş başka bir şey söylemeden sessizce yemeklerimizin gelmesini beklemiştik.

Sohbet eşliğinde güzelce yemeklerimizi yemiş arada Sena'nın yanına uğramıştım. Çıkışta onu sevgilisi, yani Cüneyt, almaya gelecekmiş. Saat iyice ilerlemiş 22:00'a gelmişti. Kapanış saati yaklaştığı için mekanda tek tük kişi kalmıştı bizim dışımızda. Tam kaç kişi kaldığını sayacakken içeriye iki erkek bir kadın girdi. Kaşlarımı çattım. Erkekleri tanıyordum.

Başkomiser ve Savcı.

Etrafa bakmadan konuşarak boş bir masaya geçip oturdular. Bizi fark etmemişlerdi. O an aklıma tacizci düdük geldi. Ona ne olmuştu? Yakalanmış mıydı? Feryal'e baktım, eğer başkomiserle konuştuysa onun haberi vardır. Sonuçta ona kartını vermişti değil mi? Keyfimizin kaçmasını istemesem de sordum. "Feryal, bu haysiyetsiz herife ne oldu? Bir haber var mı?"

Başını sağa sola sallayıp gözlerimin içine baktı. "Hayır, bana kimse bir şey söylemedi bu konuda. Sorunca da geçiştirildim." Yüzü düştü hatırladıkları yüzünden. Neden geçiştirilmişti ki? Üstüne gitmemiştim bu sefer. Biraz daha zaman geçmiş Sena yanımıza gelmiş eski neşemizin yerine gelmesini sağlamıştı. Biz gülerek konuşmaya devam ederken üçlünün dikkatini çekmiştik sanırım.

Gülerek Sena'ya tekrar Feryal'in sabah düşüşünü anlatacakken gözlerim kapıya kaymış gördüğüm kişiyle cümlem yarım kalmıştı. Şaka değildi, değil mi? Az önce Feryal'e akıbetini sorduğum adam tam ordaydı. Ve gözlerini dikmiş Feryal'e bakıyordu. Benim duraksadığımı gören kızlar baktığım yere bakıp neden bu halde olduğumu anlamaya çalışmıştı. Feryal anlamıştı. Sena hâlâ boş bakışlarla bir bize bir kapıda kalmayı kesip yanımıza gelmeye başlayan adama bakıyordu.

Feryal'in sessiz fısıltısının içinden dehşet akıyordu sanki. "Barbaros." Meymenetsiz.

Hiç konuşmadan Feryal'in koluna uzanıp ayağa kaldırmaya çalışınca gergin bir şekilde ayağa fırlamış, oturduğum sandalye bu hareketle gürültüyle yere düşmüştü. Diğerlerinin dikkati hareketimle dağılmış, masamıza bakmışlardı.

Feryal'in kolunda olan ele sertçe vurup, "Geri bas hoca!" Diye bağırmıştım. Bizi yan yana görmesi sıkıntı çıkaracak mıydı bilmiyordum. Şu an tek odak noktam arkadaşıma zor kullanarak bir şeyler yaptıran adamdı. Yüksek çıkan sesimle yüzünü buruşturup bana küçümseyici bir bakış atmıştı. Lacivert gözlerini oymak istiyordum. "Seninle işim yok. Bu kadınla konuşacağım."

"Bu kadın senin babandır. Defol git burdan, gebertirim seni." Feryal'in rengi atan yüzü tedirginliğimi arttırmış, gerildikçe gerilmeme sebep olmuştu. Bir haftadır kendimizi toplamaya çalışıyorduk ve başarmıştık. Korkuyordum. Aslında bir polis ve bir de Savcı vardı bulunduğumuz yerde ama benim bağırtıma rağmen yanımıza gelip ne olduğuna bakmayı geçtim parmak bile kıpırdatmamışlardı.

"Güvenliği çağır hemen." Sena'ya dönüp bağırmamla irkilmiş ardından kafasını sallayarak onay vermişti. Koşar adım arkaya giden arkadaşıma bakmayı kesip Barbaros denen oksijen israfını göz hapsine aldım. Feryal'in bileğini hâlâ bırakmamıştı. Garsonların tedirginlikle kendi aralarında bir şeyler konuştuğunu göz ucuyla anlamıştım ama kulaklarım cümleleri duyup algılamama yardımcı olmuyordu. Yanımıza gelmekten korktuklarını beden dillerinden anlamıştım sadece. İsteyipte gelememeleri bile yerlerinden kalmayanlardan daha cesur olduklarını net bir şekilde belli ediyordu.

Masanın üzerinden aldığım çatalı Barbaros denen herifin bileğinin dış tarafına bastırmış Feryal'i zor bela elinden kurtarmıştım. Üstelik korkudan göz yaşı dökmeye başlamıştı, daha önceki olayı atlatamadan yenisiyle başa çıkmak zorunda kalan arkadaşımı arkama doğru çektim. Yaptığım pek işe yaramazdı belki saklayamazdım uzun boylu olduğu için ama ona ulaşmasını engellerdim. Elimdeki çatalı daha sıkı tuttum, gözüne sokmak ister gibi yüzüne diktim. İstiyordum. Arkadaşıma bakan gözlerini oymak istiyordum. İnleyerek zarar verdiğim bileğini tutan adama kanımda çağlayan, gözlerimden taşan nefretle baktım. Bileğini kanatmış mıydım? Ağzımdan kaçan histerik gülüşe engel olamadım. Geçerdi.

Güvenlikle aynı anda gelen Cüneyt Barbaros'u fark edince hiçbir şey sormadan kolundan tuttuğu gibi dışarı fırlatmıştı. Biraz zorlanmıştı karşısındaki adamın direnmesiyle ama başarmıştı işte. Güvenliğin sorularına cevap verme işini de hallettikten sonra arkadaşlarıma döndüm. Feryal'i oturtmuş önünde eğilip sol kolunu tutmuştum. Elbisesini yukarı sıyırınca ortaya çıkan kızarıklık endişe ediciydi. Parmaklarınız izi gerisinde bir moloz yığını bırakmıştı. Bakışlarımı gözlerine değdirdim. Orda göreceğim ifadeler kolunu gördükten sonra endişelenmemi iki katına çıkaracaktı, biliyordum. Etrafımızda toplanan çalışanları ikna edip gönderme işini güvenliğe bırakmış yeni başladığı için adını bilmediğim garsondan buz istemiştim. Buz gelince teşekkür edip almış bir daha Feryal'e bakamamıştım. Bileğinin durumunu soramıyordum. Ağzımı mühürlemişlerdi sanki. Sena'yı Feryal'e emanet edip bakışlarını bizden çeken ama hâlâ hareket etmeyen malum kişilere baktım ters ters. Hani geçmişti?

Yakasına yapışmam ve hesap sormam gereken iki kişi vardı. Onları görünce dudaklarımın mührünü çeliği döve döve kılıç yapan ustalar sırasıyla kelimeleri sivrilterek kırdı. Keskinliği dilime işledi. Pişman olacaklardı. Yardıma ihtiyacı olan birini görmezden gelen herkesi pişman edecektim.

Dişlerimi ruhlarına geçirecek, onları düşman bilecektim.

Bölüm : 08.01.2025 20:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Esra Yanar / TABUT / 5
Esra Yanar
TABUT

204 Okunma

78 Oy

0 Takip
12
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...