21. Bölüm

20

Esra Yanar
esrayanar

Selaaam nasılsınız? Bölümü dün birinci senemizi doldurmuşken paylaşmayı düşünüyordum ama maalesef yoğunluktan paylaşmadım, wp kanalında olanlar bilirler.

Ilgaz, Zümra ve diğerlerini sizle paylaşmamın üzerinden bir yıl geçmişken yeni bölümle karşınızdayım. Umarım bölümü beğenirsiniz, sizleri seviyorum. Başından beri yanımda olduğunuz için çok teşekkür ederim.

 

•∆•

 

Yine oradaydım. Ameliyathane kapısından doktorun çıkmasını beklerken bu sefer beni kanatları arasında saklayan abim yanımda yoktu. Artık hiçbir zaman dilimi içerisinde yanımda olamayacaktı.

Sonbaharın son aylarında, kışa girmemize çok az bir zaman kalmışken dışarısı aynı o günkü gibi sağanak yağmura teslim olmuştu. Gökyüzü insanoğluna olan bütün öfkesini böyle atıyordu muhtemelen.

Kulağımda saatlerdir geçmek bilmeyen beynimi kemiren uğultuyla öylece oturuyor, Merih'e dair iyi bir haber bekliyordum.

Ambulans görevlisinin beni araması ve Cüneyt'in Merih'in evinin zilini çalması aynı anda olmuştu. Büyük ihtimalle olay yerinde Dinçer ve ekibiyle birlikte Cüneyt'te vardı. Abisinin yanında ambulansa kimseyi almadıklarını, görevliye abisi olduğunu o anki curcunada söylemeyi unuttuğunu, yakını olarak onlardan birini değil de beni arama ihtimaliyle tek başıma harap olacağımı düşündüğünden kapıma geldiğini hastaneye geldiğimiz süre boyunca yolda anlatmıştı.

Dışardan bakıldığında oldukça sakin olduğunu düşündüğüm görüntüsü direksiyonu kavrayan ellerinin bembeyaz kesilen eklemlerini gördüğümde tuzla buz olmuştu. Abisine benzeyen yüzü o an bana acıdan başka bir şey hissettirmediğinden o konuşurken yüzüne hiç bakamamıştım. Yolun çoğunu sessizlikle geçirmek istemediğinden ya da benim çok sessiz oluşum onu tedirgin ettiğinden sürekli konuşmaya çalışmıştı.

Abisinin iyi olduğundan kurşunun sıyırdığından bahsetmişti.

E o zaman bu adam neden saatlerdir ameliyathanedeydi? Hani kurşun sıyırmıştı.

Ameliyathanenin bulunduğu koridorda adım sesleri duyunca başımı yasladığım dizlerimden kaldırdım, dizlerimi kendime çekip oturduğum koltuğun kenar kısmına koyduğum ayaklarımı aşağıya indirdim. Topuklarımdan bileklerime doğru tırmanan karıncalanma hissini görmemezlikten geldim.

Cüneyt sevgilisinin elinden tutmuş benim olduğum tarafa doğru yürürken yüzünde stabil bir ifade vardı. Onların hemen sağından gelen kişilerle duraksadım. Merih'in evindeki çerçevelerde gördüğüm kişiler şimdi karşımdaydı. Çerçevelere baktığımı gören Merih arkamdan sarılıp çenesini omzuma yaslayarak eliyle yan yana oldukları bir fotoğraflarını gösterip annem ve babam diye tanıtmıştı. O kişiler şimdi tam karşımdaydı.

Ne hissedeceğimi bilemez halde ayağa kalktım. Sena Cüneyt'in elini bırakıp adımlarını hızlandırdı. Kollarını omuzlarıma dolayıp beni göğsüne çekerken burnum sızladı. Merih'te en son bana böyle sarılmıştı eve geldiğinde.

Kalbim göğüs kafesimin içinde hıçkıra hıçkıra ağlarken bu duruma daha fazla dayanamadım. Kollarımı Sena'ya dolarken kollarımda can yoktu sanki. Başımı omzuna yaslayıp ağlamamak için dudaklarımı dişlerken aslında ağlamanın en çok yeri ve zamanında sıkışıp kalmış olduğumu biliyordum.

Gözlerimi sımsıkı yumup bütün bunların kötü bir kabustan ibaret olmasını ne çok isterdim şimdi. Sena kulağıma, "Geçti, Ilgaz abi çok güçlü bir adammış, Cüneyt öyle söyledi." Derken usulca fısıldamıştı. Sesinin tonu bir tık yüksek olsa parçalanıp etrafa saçılacaktım sanki. Cevap vermedim. Sena da cevap vermemi beklemiyordu. Kollarımı sardığım ince belinden ayırırken geriye çekildi. Elini uzatıp yüzüme gelen dağılmış saçlarımı arkaya taradı parmaklarıyla.

Cüneyt ve ailesi biz birbirimize sarılırken geçip boş koltuklara oturdu. Yanlarına gitmeye çekiniyordum. Niyeyse kendimi suçlu hissediyordum. Olayla ilgili bilgim hiç yok denecek kadar azdı ama Barbaros'un parmağının olduğu düşüncesi bile içimdeki acımasız sesin senin yüzünden diye avaz avaz bağırmasına neden oluyordu.

Sena ile birlikte adlarını hatırlamadığım Merih'in ailesinin yanına giderken ürkektim. Benden nefret ediyorlar mıydı? Bilmiyordum. Haberleri olup olmadığını bile bilmiyordum ki. Daha yeni sevgili olmuştuk biz.

"Geçmiş olsun efendim." Sesim isteğim dışında kısık ve titrek çıkmıştı. Saatlerdir ağzımdan çıkan ilk cümle olması kuruyan dudaklarımın gerilip ince yarıklar oluşturmasına neden oldu. Cevap olarak yüzüme bakıp tebessüm etmeye çalışan ikili başlarını sallamaktan başka bir şey yapmadı. Ben de beklemedim daha fazla ayakta. Dizlerim titreye titreye Sena'dan destek alarak boş sandalyelere geçip oturduk. Cüneyt ayakta, ameliyathanenin kapısının önünde bekliyordu.

Sadece sıyrık demesinin aksine çok endişeliydi. Ailesi de öyleydi. Benden sakladıkları başka bir durum olduğunu da giden aklımın elverdiğince anlıyordum. Ama kurcalamadım. Elbet öğrenecektim. Şu an yeri değildi, o yüzden susuyordum.

Başımı Sena'nın omzuna yaslamış dizlerimin üzerine bıraktığım ellerimi izlerken avuç içlerime açılmış onlarca kesikten oluk oluk kan akıyordu sanki. Canım yanıyordu. Canım kanayarak soluyordu.

Ne kadar süre geçti bilmiyorum, ben öylece Sena'nın omzuna başımı yaslamışken koridorda yine adım sesleri yankılandı. Başımı kaldırıp gelenleri görmem Merih'in anne babasıyla karşılaştığımdan daha çok şaşırmama neden oldu.

Dinçer ve Feryal'in burda olması normaldi de, Pusat ne alakaydı?

 

•∆•

 

Genç adam karşısında duran, bir zamanlar silah arkadaşı olan, arkadaşına boş gözlerle baktı. Onunla böyle iki düşman gibi karşı karşıya gelmek canını fena sıkıyordu ama elinden de bir şey gelmiyordu şu durumda.

İkisinin yolları yıllar önce kalabalık bir okul koridorunda keşişmiş ve Eren Hazar şehit olana kadar da bir daha başka bir yola çıkmamıştı adımları.

Pusat, Ilgaz Merih'in gözlerinin içine bakarken geçmişe olan özlemini içinde en derine gömmek zorunda olmaktan nefret ediyordu. Yollarının ayrımı öyle keskin olmuştu ki, şu an ikisinin de birbirinden haberi yoktu. Ilgaz Merih, Zümra'nın Pusat'la görüştüğünü bile bilmiyordu ki destek istediği kişinin o olduğu hiç aklına gelmemiş, ihtimal bile vermemişti.

Şimdiyse karşı karşıyaydılar. Ilgaz Merih birbirlerine siper olan iki gencin şimdi birbirini görmeye dayanamayan iki düşman gibi karşılıklı duruşuna bile ciğeri sökülürcesine ağlamak istiyordu. Vicdanı sızlıyordu. Onun yüzünden kan kardeşi şehit olmuştu.

Zamanında aynı bölükte olmasalar da aynı görevde bulunmuşlar ve bu görev birlikte yaptıkları ilk ve son görev olarak kalmıştı. Bin pişmandı Ilgaz Merih, o görevde biraz daha dikkatli olsaydı eğer, kardeşi dediği adam şimdi yanında olacaktı belki de. Ama olamamıştı. Kendi hatası yüzünden sevdiği kadın abisini sonsuza dek kaybetmişti. Bunu fark ettiğinde her şey için çok geçti.

"Pusat, neden burdasın?"

"Asıl sen söyle Ilgaz Merih, neden onun yanındasın?"

"Ne demek istiyorsun?" Kaşları çatılırken sormuştu bu soruyu Ilgaz Merih, eski dostunun ne demek istediğini gerçekten anlamıyordu. Bütün olanlar birbirine girmiş, beyni durmuştu.

"Zümra'nın etrafında olma sebebin, abisine duyduğun minnet duygusundan mı? Onu sırf Eren'e olan vicdan borcun yüzünden mi koruyorsun?" Böyle bir ihtimal varsa eğer Pusat onu öldürürdü. Kardeşi bildiğinin kardeşinin kalbinin kırılmasını istemezdi hiçbir zaman. Özellikle bu adam tarafından olsun hiç istemiyordu.

Ilgaz Merih duyduklarıyla bedeninde dolaşan sinirin giderek arttığını hissedebiliyordu. Eski dostunun gözünde böylesine iğrenç bir adam mıydı gerçekten? Duraksadı. Elinde olmayan sebepler yüzünden geldikleri hâlin sorumlusu kendisiydi. Biliyordu. Ama kendini zapt edemedi.

"Ne biçim konuşuyorsun lan sen!" Diye bağırdı, Pusat'ın yakasını kavrarken. "Ben bu kadar şerefsiz biri miyim gözünde oğlum?"

"Ben seni tanımıyorum, ben lisede omuz omuza verdiğim sarışın oğlan çocuğunu tanıyorum birader. Çek elini kolunu, canımı iyice sıkma elimden bir kaza çıkmasın." Derken aynı şekilde Ilgaz Merih'in yakasını kavramayı ihmal etmemişti Pusat. Eren Hazar şehit olunca mahvolmuş bu iki adamın geldikleri hâl can yakıcıydı. Pusat'ın ağrına giden de buydu ya. Can dostlarından birini şehit vermiş diğerini de bir daha görememişti. Nedenini ise hiçbir zaman öğrenememişti. Ta ki şimdiye kadar. Bu bilinmezliğe bugün bir son verecek, her şeyi öğrenmeden yoluna gitmeyecekti.

Ilgaz Merih dayanamamıştı ona siper olup onun yüzünden şehit olan kardeşinin yokluğuna. Terk etmişti şehri. Üstleriyle konuşup tayin istemişti. Çıktıkları görev başarılı olmuştu ama o kendini kazanmış hissetmiyordu ki hiç. Üstleri böyle düşünmeyip ona rütbe atlayacağını söyleyince de tamamen mesleği bırakmak istemişti.

Şimdilerde utanıyordu bu isteğinden. Komutanıyla konuşmuştu, abi bildiği adamı dinlemiş ve onu kurtaran can dostuna işte o zaman ihanet edeceğini öğrenmişti.

Kaldıramıyordu Ilgaz Merih, hâlâ kabuslarına giriyordu arkadaşı. Onu suçlamasını istiyordu ama hayır. Eren Hazar'ı, kardeşi, hiçbir zaman onu böyle bir şeyle suçlamadığını söylüyordu her seferinde.

Elleri hâlâ eski dostunun yakasındayken tekrar konuştu Pusat. Bakışlarını Ilgaz Merih'in çakmak çakmak bakan gözlerinden çekmeden dökülmüştü kelimeler dudaklarından. Sinirlenince olan ifadesinin değişmemiş olmasına sevinmişti.

"Bak birader, kimsin necisin bilmem etmem. Yıllardır ortada yoksun, kayıplara karışmışsın, sonra ne hikmetse bana emanet edilmiş kız çocuğunun yanında buluyorum seni. Ilgaz Merih, Zümra senin elinde solup gidecek bir çiçek değil. Abisine yaşattığını ona yaşatmana izin vermem. Sevdirme kendini ona. Didar ailesi sever sevdikleri için canlarını feda etmeyi. Sakın. Sakın ola ona senin yüzünden bir şey olmasın."

Bunlar Ilgaz Merih'i harekete geçiren, bam telinin üzerinde zıplayan cümlelerdi. Yıllardır yaşananların pişmanlığını yaşarken duymak istediği son cümle bile değildi onun yüzünden bir kişinin daha zarar görmesi. Kendini tutamadı. Tutmak istemedi. Yakasını kavramış olduğu esmer adamın yüzüne kafa attı.

Aldığı darbeyi bekleyen Pusat sendelemeden karşılık vermeye başlayınca koca koca adamlar küçük çocuk gibi söylenerek birbirini dövüyor gibi gözükmüştü. "Lan adam olup yaşananların arkasında dursaydın ya göt herif!" Bunu söyleyen avazı çıktığı kadar bağıran Pusat'tı. Sert sesi bulundukları boş arazide ağaçlara çarparak onlara doğru yankılanırken ağzına geleni söyleyecekti artık. Gri bulutların arasında soluk bir ışık gibi parlayan aydan başka hiç ışık yoktu etrafta. Sarışının boşluğundan yararlanıp yere devirerek kaburgasına dizini yasladı, anlık nefesi kesilen Ilgaz Merih bunu hak ettiğini biliyordu. Yüzüne inen yumruğu hak ettiğini bildiği gibi. Biliyordu bilmesine ama karşı atağa geçip sinirini çıkarmadan da durmuyordu.

"Kolay mı sanıyorsun lan ibne? Kolay mıydı lan benim yaşadıklarım? Kardeşimdi lan Eren, benim kollarımda şehit oldu amına koyayım! Ne için lan, kim için? Benim gibi bir beceriksiz orospu çocuğu için! Kaçtım tamam mı! Bunu mu duymak istiyorsun? Korktum, kaçtım. Herkesi geride bıraktım defolup gittim! Sen durabilir mıydın lan it? Söyle! Kardeşim dediğin adam kollarında şehit olsaydı, sen durabilir miydin? Utanmadan bir de rütbemi yükselteceklerdi."

Sona doğru sesi kısıldı Ilgaz Merih'in. En çok zoruna bu gidiyordu aslında. İyi bir bok yapmış gibi görkemli bir törenle alkışlanacaktı. Yediremeyip defolmuştu herkesin hayatından.

Ağaçlarda kalan kuşlar daha fazla dayanamayıp uçup gitti zifiri karanlık gecede. Utanıyordu, hâlâ çok utanıyordu Ilgaz Merih. Zümra'ya olan sevgisi olmasaydı onun yüzüne de bakamazdı ya, çok sevdiğinden bakıyordu. Hoş başından beri kimin kardeşi olduğunu bilseydi kendini geri tutardı, hiç çıkmazdı çilli kızın karşısına. Ona hayatının acısını yaşatmışken şimdi yüzsüz gibi hayatının tam orta yerine temel atmıştı. Biliyordu Ilgaz Merih, görmüştü Zümra'nın yıkılmış paramparça olmuş halini. O hatırlamıyordu Ilgaz Merih'i ama cenazedeydi. Üstelik lise yıllarında abisinin yanında çoğu kez görmüştü kendisini. Yaşadıklarından sonra bütün geçmişini silmişti çilli güzeli.

Birbirlerini öldüresiye döverken üstlerinin toz toprak oluşunu görmüyordu iki adam. Biraz olanların, etrafındakilerin farkında olsalardı buraya gelirken peşlerine takılmış, uzaktan onları izleyen baştan aşağıya siyah giyinmiş adamları fark ederlerdi. Ama gözleri kayıp yılların siniriyle o kadar kör olmuştu ki, hiçbir şey görmüyorlardı.

"Anlat," dedi Pusat, Ilgaz Merih'in yumruğunu yüzüne indirmeden önce son anda yakalayıp geriye ittirirken. "ne var ne yok, baştan anlat."

Anlatmak isterdi aslında sarışın. Anlattıklarından sonra ne onu ne de sevdiklerini rahat bırakacaklarını bilse hiç düşünmeden anlatırdı. Annesi babası hallederdi bir şekilde olacakları ama Zümra'sı, güzeller güzeli çilli bebeği halledemezdi. Çok yeni en yakın arkadaşıyla kavga etmişti üstelik. Kimsesi yoktu yanında olacak.

Aklına gelenle yüreği sızladı Ilgaz Merih'in. Gerçekten kimsesi yoktu sevgilisinin. Her şeyi olmak istiyordu. Tek başına ona yetebilir miydi ki? Bilmiyordu ama ne pahasına olursa olsun deneyecekti.

"Ne duymak istiyorsun amına koyduğum? Neyi anlatayım. Geldin gördün. Bilmeni gerektiren başka bir şey yok."

"Zümra'yla birlikte olmanın sebebi ne?" Bunu öyle bir tarzda sordu ki, yediğin boktan haberim var bana yalan söyleme sakın demiş kadar olmuştu Pusat.

"Onu seviyorum Pusat. Çok seviyorum. Allah belamı versin ki çok seviyorum anasını satayım. Neyim var neyim yok yoluna sereyim, yeter ki benden gitmesin. İstesin uğruna canımı vere-" devam edemedi cümlesine Ilgaz Merih.

Bulundukları araziye giren tanıdık arabayla ayaklandılar. Gelen Dinçer'di. Yüzünde sıkıntılı bir ifade bulunan adama ikisi de ne iş anlamında kafasını sallarken ezilen kaburgasını ovuyordu sarışın. Pezevenk öldürmek ister gibi çökmüştü üstüne.

Dinçer karakola gelen ihbar üzerine yola çıkmış kendini gecenin köründe bomboş arazide bu ikilinin yanında bulmuştu. Geri zekalı heriflere feci sinirliydi. Gözleri kör olmuştu da canlarını hiçe saymışlardı.

"Ne bok yemeye buraya geldiniz lan siz bok herifler!" Sesi sinirli olduğunu alenen belli ediyordu. "Peşinizde-"

Üstlerine kurşun yağmaya başlamıştı cümlesini bitiremeden. Dinçer ikiliye doğru koşarken belinden silahını çıkarmış adamların olduğunu düşündüğü boşluğa doğru sıkmaya başlamıştı hızla. Aynı şekilde ne olduğunu kavrayamadan Pusat ve Ilgaz Merih'te silahlarını kuşanmıştı. Ayın ışığı karanlık alanı aydınlatmaya yetmiyordu. Boşluğa kör kurşunları sıkarken üçlünün hiçbir şey görmediği çok belli oluyordu. Ağaçların arkasında olan maskeliler silüetleri belli olan adamların canını almaya gelmişti.

Asıl hedef Ilgaz Merih'ti ama fazla mal göz çıkarmazdı onlara göre. "Arabaların arkasına geçin, dikkatli olun!" Bağırdı Pusat. Silahından çıkan kurşunların hedefe isabet edip etmediğini bilmemek onu ekstra sinirlendirmişti. "Neredeler lan bu orospu çocukları!" Kimseden ses çıkmadı. Bilmiyorlardı.

Aradan geçen dakikaların sonunda iyice köşeye sıkışan üçlünün kurşunları bitmek üzereydi. Ilgaz Merih sağına soluna bakarken arkalarından yaklaşan gölgeyi fark etti. Silahın namlusunu Pusat'a doğrultan adamı görünce acemiymiş gibi panikledi. Yine aynısı olmuştu işte. Bu sefer kendi beceriksizliği yüzünden bir başkasını kollarında kaybetmeyecekti.

Eski dostunun göğsüne doğrultulan silahla düşünmedi. Tetiği çekilen silahtan çıkan kurşun Pusat'a değmeden üstüne devrilen Ilgaz Merih'in sırtını delmişti. Ilgaz Merih bedenine giren kurşunla acıyla bağırdı. Art arda sıkılan silahtan çıkan kurşunlardan birkaçı sıyırmış olsa da sırtına giren hariç biri de omzuna saplanmıştı. Gözleri doldu. Kaybetmemişti. Kan kardeşini kaybetmemişti.

Pusat ona siper olan Ilgaz Merih'in nemli gezilerine bakarken korkuyordu. Bir arkadaşını daha kaybedemezdi. "Ilgaz, sakın oğlum! Sakın ölmek gibi bir hata yapmayacaksın! Sakın lan. Öldürürüm seni it herif. Zümra'yı bırakıp gidersen ölmüş bil kendini!" Bilerek yapmıştı. Zümra diyince akan sular duruyordu Ilgaz Merih'te.

Öksürdü Ilgaz Merih. Pusat onu kollarının arasına çekmeden önce sırtına üzerindeki hırkayı çıkarıp bastırmayı unutmadı. Dinçer hâlâ ateş ediyordu ama bir faydası yoktu. Düşmanları kayıp vermeden, asıl ölmesi gerekenin işini hallettiklerini sanarak geri çekildi.

Kurşun sesleri kesilince arkasını döndü Dinçer. İşte o zaman can dostunun vurulduğunu gördü. Silahını bırakmadan yanlarına koşarken boğazı yırtılırcasına bağırdı.

"Ilgaz!"

Tepki vermedi Ilgaz Merih. Ağzını açıp tek kelime edecek gücü yoktu. Nefesi yavaşlayıp cigerlerini doldurmaya yetmediği sıralarda üzerine eğilip ona bir şeyler söyleyen arkadaşlarına görmeyen gözlerle baktı. Dudağının kenarından yılan gibi kıvrılarak akan kanı görmek ikiliyi sarstı. Panik içinde sürekli direktif veren ikiliyi bölen Ilgaz Merih'in canından can koparken söyledikleriydi.

"Bir abisi beni korudu, diğer abisini de ben korumak istedim kardeşim."

Ambulansın sireni duyuldu önce. Ondan sonrası tam bir curcunaydı. Dinçer yolda gelirken Cüneyt'e haber verdiği için şükrediyordu.

 

•∆•

 

Korkunç geçen sekiz saatin ardından Merih'in ameliyatı bitmiş, yoğun bakıma alınmıştı.

Doktoru durumunun iyi olduğunu, sadece tedbir amaçlı bu gecelik yoğun bakımda kalması gerektiğini söyleyerek yanımızdan ayrılmıştı. Annesinin dilinden şükrettiği dualar eksik olmuyordu. Keza ben de aynı durumdaydım. Yüreğim ferahlamıştı iyi olduğunu öğrenince.

Daha iyi olmam için yüzünü görmem, sesini duymam lazımdı ama şimdilik buna da şükürdü. Pusat'ın gelişini sorgulamama fırsat bulamadan Feryal gelip kollarını bana sarmıştı özür dileye dileye. Tepki verememiştim. Hangisi canımı diğerinden fazla yakıyordu, bilmiyordum. En yakın arkadaşımı kaybetmiş olmak mı, sevdiğim adamı kaybetmekle burun buruna olmak mı?

Cüneyt annesi ve babasına içecek sıcak bir şeyler almaya giderken yanında Dinçer'i de götürmüştü. Oturduğum sandalyede bir tarafımda Sena diğer tarafımda Feryal vardı. Kimseden çıt çıkmıyordu. Sancılı saatleri geride bırakmıştık ama sanki biri konuşsa aynı şeyleri tekrar yaşayacakmışız gibi geliyordu. İçten içe saçmalıyordum belki de ama bütün düşüncelerimi Merih'in vurulduğuna yoğunlaştırsaydım kimse beni toparlayamazdı.

Yıkılmak için gözlerine uzun uzun bakacağım anı bekliyorum.

Hareketlilikle herkesin başı koridorun girişine çevrildi. Daha önce görmediğim üniformalı iki adam gelip Pusat'la konuşmak istediklerini söyleyince üçü birlikte dışarı çıktı. Onlar kimdi ve Pusat'a ne söyleyeceklerdi? Merih'le alakası olabilir miydi ki?

Başım düşünmekten zonklamaya başlamıştı artık. Dinçer ve Cüneyt ellerinde tepsiyle gelip içinde bulunan çayları dağıtırken Cüneyt'in anne ve babasını eve götürmek için ikna etmeye çalıştığı kısık sesini duyabiliyordum. Ortam o kadar sessizdi ki, diğerlerinin de duyduğuna emindim. İkna olduklarını duyunca ne zaman tuttuğumu bilmediğim nefesimi bırakmıştım. Gitmeden önce annesine sarılmak istediğimden ayağa kalktım. Bütün gözler üzerime dönmüşken hiçbirini umursamadan adının Sahra olduğunu hatırladığım kadının önüne geçmiştim.

"Sözümün sizde ne kadar hükmü var bilmiyorum ama ben burdayım efendim. Merih önce Allah'a sonra doktorlara en sonda bize emanet. Gözünüz arkada kalmasın lütfen."

"Ana yüreği kızım bu. Kalmasın da ne yapsın?" Sesi o kadar kırılgan çıkmıştı ki. Her an ağlayacak gibi oluşu diyeceklerimi unutturdu. Kendimi zorlamadım, içimden geldiği gibi kollarımı omuzlarına sarıp sıkıca sarıldım yüreğinde evlat endişesi taşıyan kadına. Aynı şekilde karşılık vermesiyle gerilmiş bedenim rahatladı.

Uzun zaman sonra bir annenin sıcaklığını kucaklamıştım.

 

•∆•

 

Güneş hemen hemen doğmak üzereydi. Sena'nın sabah işe gideceğini bildiğimden onu güç bela eve göndermiştim Cüneyt anne ve babasını götürürken. Tek başıma ikna edemezdim belki, Cüneyt'te sevgilisinin yorgun argın işe gitmesini istemediğinden çok dil dökmüştü.

Sonunda sadece Feryal, Dinçer, Cüneyt'ler gitmeden önce gelen Pusat ve ben kalmıştım bekleme salonunda. Aslında sormak istediğim şeyler vardı ama nerden başlayacağımı bilmiyordum. Dilimin ucuna ilk geleni sormaya karar verdim o yüzden.

"Kim yaptı bunu ona?" Ses tonum merak doluydu. En çok bunu merak ediyordum işte. Bunu ona kim yapmıştı? Barbaros mu? Yoksa bir başkası mı?

Dinçer'in cevabıyla duraksadım. "Kendisi."

"Dinçer, bak sakin sakin oturduğuma bakma canım burnumda. Düzgün anlat şunu. Ne demek istiyorsun?" Hayatımda yolunda giden hiçbir şey yokken böyle dolambaçlı sözlerle iyice kendimi boğuluyormuş gibi hissediyordum. "Zümra sakinleş bir, gözlerin kanlanmış önce dinlensen sonra konuşsak daha iyi." Pusat'a inanamaz gözlerle baktım. Ne dinlenmesi? Öyle bir şeyin mümkün olduğunu mu sanıyor gerçekten?

"Ne dinlenmesi abi Allah aşkına?" Devamını Dinçer'e yandan göz ucuyla bakarak dile getirdim. "Ya düzgünce anlatsın ya da hiçbir şey anlatmasın. Beni germekten başka bir şey yapmıyor söyledikleriyle." Bunu bildiğinden dinlenmemi öncelikli olarak görüyordu heralde. Dinçer'in sinirli olduğu belliydi, ağzına geleni sansürsüz söyleyecek bir ifade oluşmuştu yüzünde ama bakışları anlık Pusat'la kesişince söyleyeceği neyse vazgeçmişti. Bunu fark etmemle kaşlarımı çattım.

Burda ne haltlar dönüyordu?

"Davasına baktığı müvekkilinin davalı olduğu kişilerin yaptığını düşünüyoruz. Olay yerine gitmeden önce karakola bir posta geldi. Ilgaz'ın son nefesleri gibi bir şey yazıyordu, tam cümle aklımda değil Zümra, kusura bakmazsın artık. Kimin gönderdiği araştırılıyor ama zaten bunu yapacak çok kişi yok. Barbaros hariç iki kişi var tehdit mesajı gönderecek. Onlarla başladık araştırmaya, Barbaros'un peşindeki arkadaşlarımız şüpheli bir şey görmediklerinden onu sona bıraktık."

Onayladım başımı sallayarak. Barbaros olmadığını düşünmek biraz olsun iyi gelmişti çünkü haberi aldığımdan beri kendimi suçlamadığım an yok denecek kadar azdı. Şimdiyse üzerimden tonlarca yük kalkmış gibi rahatlama hissediyordum. Bencillik miydi böyle hissetmek? Bencillikse bencillikti. Artık Merih'i beklerken daha güçlü olacağımdan emindim. En azından yüzüne bakarken suçluluk duymayacak, utanmayacaktım.

Umarım sevdiğim adamı öldürmeye çalışan caniler kimse en kısa sürede bulunur ve hak ettiği cezayı alırlardı. Ki karşılarında devletin savcısı vardı. Merih olmasa bile savcı veya avukat arkadaşlarının, onu sevenlerin, bu işin peşini bırakmayacağını biliyordum. Başka birisi zarar görmeden çözülsün yeterdi.

Pusat'a kayan gözlerim yine üstünün toz toprak oluşuna takıldı. Sanki çenesi de kızarmıştı? Biriyle mi dalaştı acaba diye içimden geçirirken neden bilmiyorum aklıma ilk Merih gelmişti. Sanırım evde karşılaşmalarında aralarında geçen soğuk savaş yüzünden böyle oldu.

Ona neden bu halde olduğunu soracakken yaslandığı duvardan uzaklaşıp yanıma geldi. "Hadi, soruna cevap aldığına göre karnını doyurup dinleneceksin şimdi."

İtiraz etmedim. Buna ihtiyacım vardı. Kafamı sallayarak ayağa kalkarken geldiğinden beri sessizce yanımızda duran Feryal'e bakarak konuştum. "Boşuna burda beklemene gerek yok, Dinçer de seni evine bıraksın."

Onunla konuştuğum, onu düşündüğüm için umutla parlayan gözleri evine kısmını duyunca cızırtılı floresan lambasının aniden patlayarak söndüğü gibi söndü. Bunu ona ben yapmamıştım. Bunu bize o yapmıştı. Üzülüyordum, çok üzülüyordum ama susuyordum sadece.

Feryal bir şey diyecekse bile hem yeri olmadığını düşündüğünden hem de dönüp beni bekleyen Pusat'a doğru koridorun girişine ilerlediğimden konuşamadı. Sırası değildi zaten. Elbet oturup konuşacaktık bu konuyu.

Merih iyileştiğinde, ben toparladığımda.

Zamanla düzelecektik, biraz zamana ihtiyacımız vardı. Özellikle benim.

Koridordan sola dönüp kantine inen merdivenlere doğru adımlamaya devam ettik Pusat'ın yanına vardığımda. Konuşmadan indik açık gri basamakları. Çoğu boş olan kantinde nöbetçi olan birkaç doktor ve hemşire haricinde birkaç tane de hasta yakını olduğunu düşündüğüm kişiler vardı. Pusat'a tost yiyebileceğimi söyleyip cam kenarında boş masalardan birine geçtim. Fazla bekletmeden Pusat kendine ve bana aldığı tost ve çaylarla masaya gelip elindeki tepsiyi bıraktıktan sonra plastik sandalyeye yerleşti.

Küçük parçalarla yavaşça mideme indirdiğim tost, iştahım olmadığından lokmalarım ağzımda büyüdükçe büyüyordu. En son Merih'le akşam yemeği yemiştik. Birlikte yeriz diye tatlı yapmıştım ama ona söyleyemeden evden çıkmak zorunda kalmıştı.

Ela harelerimi bir zamanlar abimin en yakın arkadaşı olan adama çevirip konuşmaya başladım. Kafamı dolaba koyduğum tatlıdan uzaklaştırmam lazımdı yoksa ağlardım. "Senin üstüne başına ne oldu?"

Karton bardaktaki çayını yudumlamak üzere olan Pusat duraksayıp kıyafetlerine baktı. Aklına ne geldiyse derince yutkunmasını net bir şekilde duymuştum. Kötü bir şey olmuş olmalıydı ve ben artık kötü olan hiçbir şey duymak istemiyordum. "Bir şey olmadı, çatışma sırasında yerle biraz fazla haşır neşir oldum sadece."

Kaşlarım yutkunuşuyla çatılmamak için verdiği savaşı duyduklarımla kaybetti. "Ne çatışması? Merih'in vurulduğu çatışma mı? Sen nerden biliyorsun? Orda mıydın?" Başını olumlu anlamda sallayınca devam ettim sorularıma. Gitmişti üzerimdeki bütün ölü toprağı, merak ağır basmıştı. "Niye oradaydın? Bir kere düzgün anlatın şu meseleyi, ne olur. Cüneyt sıyrık der adam saatlerce ameliyathaneden çıkamaz, sen çatışma diyorsun niye orda olduğun belli değil. Sahi, siz neden yan yanaydınız abi?"

Sıkıntılı ifadesiyle gözlerimin içine baktı. Konuşmaya karar vermiş olacak ki elleriyle yüzünün tamamını ovuşturup bakışlarını yine bana çevirdi. "Merih'i konuşmak için ben çağır-"

Çalan telefonuyla susmak zorunda kaldı. Benimse aklımda koca bir soru işareti daha oluşuyordu. Ne alakaydı?

"Tamam, geliyoruz hemen biz. Eyvallah, sağol."

Kapatıp cebine yerleştirdiği telefonla konuştuğunda müjdelenmiş gibiydim.

"Ilgaz gözlerini açmış."

 

•∆•

 

Üstümde yoğun bakıma girerken giydirdikleri mavi önlük, yüzümde beyaz maskeyle aceleci adımlarla Merih'in yanına gidiyorduk nöbetçi hemşireyle. Yolu göstermesini özellikle istemiştim çünkü tarif etmesi bir işe yaramamıştı. Anlattığı an unutmuştum. Hâl böyle olunca Merih'e giden yolda kaybolup zaman kaybetmek istememiştim.

Gözlerini açtığı andan sonra doktor yanına girip kontrol etmiş, gün içinde normal odaya alınabileceğini söylemişti. Bu haber gözlerimden tutamadığım birkaç yaşın akmasına neden olmuştu.

Cüneyt abisinin çok güçlü olduğu hakkında yalan söylemiyordu sanırım.

Az kalmıştı. Hemşire kartla açılan sürgülü kapıya kartını okutup içeri girmemizi sağlarken durmadım bu sefer, içerde başka bir kapı daha vardı ve camdan gördüğüm kadarıyla başka bir hemşire serumunu değiştiriyordu. Eldivenli ellerimle dikkatle kapıyı açıp içeriye girdim.

Merih'in gözleri kapalıydı ama yüzündeki acı çektiğini belli eden ifade uyumadığının kanıtı gibi ayan beyan ortaya serilmişti. Yutkundum. Üstü çıplaktı. Kolu ve karnının beyaz sargılarla sarılı olduğunu gördüm. Beni sıyrık diye kandırmışlardı.

Tamam kolunu sıyıran bir kurşun olduğu doğruydu ama eksikti. Sırtında, tam belinin hizasında başka bir kurşun yarası daha vardı. Gövdesinin üst kısmını yatakla beraber yükseltmişlerdi. Bedeni düz değildi. Hafif sağına doğru yatırıp sırtına koydukları yastıkla desteklemişlerdi. Onu böyle savunmasız görmek saatlerdir indirmediğim gardımı paramparça etti. Dudaklarımın ardından kaçak hıçkırıkla dişlerimi alt dudağıma geçirdim.

Bulanıklaşan görüşümle peşi sıra akan yaşlarımdan nefret ediyordum. Merih'i görmemi engelleyen her şeyden nefret ediyordum. Yatağın yanına yaklaşırken hemşirenin çıkardığı serumun yerine ağrı kesici taktığını seruma bakınca anladım.

"On dakikayı geçmeyin lütfen, ve onu yormamaya çalışın." Usulca kafamı sallayarak onayladım giden hemşireyi. Yatağın yanında bulunan sandalyeyi iyice yatağa yanaştırıp oturdum. Şu an kurumuş, rengi solmuş dudaklarını öpeli yirmi dört saat olmamıştı. İşaret parmağına taktıkları nabız ve kandaki oksijeni ölçtüklerini bildiğim cihaza, satürasyon cihazına, dikkat ederek elini eldivenli ellerimin arasına alıp belirginleşmiş damarlarının üzerini okşadıktan sonra eğilip kanlanmış parmak boğumlarını gözyaşlarım yüzümdeki maskeyi ıslatırken öptüm.

Biriyle kavga ettiği, bu birinin Pusat olduğundan emindim artık. Sadece vurulmamıştı. Ondan öncesinde dayakta yemişti.

"Hanımefendi, dudaklarınızla beni taciz etmeyi bırakır mısınız?"

 

•∆•

 

Benimle bölümle alakalı düşüncelerinizi, kitabımızın gidişatı hakkındaki yorumlarınızı paylaşmayı unutmayın lütfen ^^

 

Bu satıra izinizi bırakmayı unutmayın efenim.

Kişisel sosyal medya hesaplarım;

Instagram: esrayanar15

Twitter: esoyanar

Tiktok: esrayanar15

Kitaplar için kullandığım sosyal medya hesaplarım;

Instagram: kanadiyamaliserce, esonunkaleminden

Tiktok: night.and.lake, tabutkanadiyamaliserce, golunardindaofficial

Bu hesapları takip ederek bana ulaşabilir, kitaplarımla alakalı paylaştığım gönderileri görebilirsiniz. Beğendiğiniz kısımları #tabutwattpad etiketiyle paylaşıp beni mutlu etmek isterseniz hayır demem bu arada. Profilimden diğer kitaplarıma göz atıp düşüncelerinizi benimle paylaşmanıza da hayır demem.

12.12.25 14:22

 

 

 

Bölüm : 12.12.2025 14:22 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Esra Yanar / TABUT/ Kanadı Yamalı Serçe / 20
Esra Yanar
TABUT/ Kanadı Yamalı Serçe

1.34k Okunma

202 Oy

0 Takip
21
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...