
8- İki Tabut
"Size de arkadaşça bir şey sorulmuyor." dedi Hilal. Korkulurdu bu kızdan. Yatağına oturup konuşmaya devam etti. "Siz bana soru sorduğunuzda her şeyi anlatmıştım ama siz gelip anlatmıyorsunuz aşk olsun yani." diyerek son noktayı koydu.
Alparslan Hilal'in yanına oturdu. "Aras, Umay gelin her şeyi anlatıyorum." dedi. Dördümüzde yatağa oturduk. Pür dikkat Alparslan'ı dinliyorduk.
"Telefonda konuştuğum kişi Asena'ydı. En son Ezgi ile sevgiliydim ama o benden ayrılalı çok oldu. Ondan sonra da kimse ile sevgili olmadım. Gizem tatlı kız hoşuma gitmedi değil ama çok masum. Benim geçmişimi biliyorsunuz. Umay sana da anlatmışlardır." Kafamı sallayarak onayladım. Konuşmaya devam etti.
"İlişkimiz olur yanımıza önceden görüştüğüm kızlardan biri gelir olur olmadık laf söyler üzülür Gizem." dedi. "Peki daha önce başına böyle bir şey gelmedi mi ?" diye sordum.
"Geldi ama yanımdaki kızlara ben ne kadar sadık değilsem onlar da bana sadık değildi. Umursamadılar ama Gizem onlar gibi değil." diyerek konuşmasını bitirdi. Mantıklı konuşuyordu. "Ben çok konuştum sıra Aras'da." dedi Alparslan.
"Evet sıra sende kimmiş gönlündeki kız ?" diye sordu Hilal. Aras kemküm etmeye başladı. Tam bir şey diyecektim ki Gökdelen yüzbaşı içeri girdi. "Sohbetinizi bölüyorum ama Umay bizi Albay çağırıyormuş" dedi.
"Neden ?" diye sordum. Bir nedeni olmalıydı yani. Omuzlarını silkti bu bilmiyorum demekti sanırım. O arkasını dönüp yürümeye başlayınca bende peşinden ilerlemeye başladım. Albayın odasına geldiğimizde bir görev olduğunu ve bunu telefondan yürütmemiz gerektiğini söyledi.
Askerî hattın kullanıldığı telefon odasına gittik. Dağda görevde olan timin bir askeri ile iletişime geçmiştik. "Komutanım destek ekip lazım." dedi karşıdaki asker. Ben önümdeki bilgisayardan destek ekibi yönlendirirken Oğuz askerle konuşmaya devam etti.
"Destek ekibi yönlendiriyoruz. Sana hitap edebilmemiz için ismini öğrenebilir miyiz ?" dedi Gökdelen Yüzbaşı. "Eren. Eren Yılmaz." dedi adını öğrendiğimiz asker. "Destek ekibi yönlendirdim. Onlarla iletişimdeyim. Yanındaki askerlerin durumu nedir ?" diye sordum.
"İki şehidimiz var komutanım. Diğer ikisinden ise ses gelmiyor ama nefes aldıklarını düşünüyorum." dedi. "Sen iyi misin peki Yılmaz ?" diye sordu Oğuz. "Omzumdan yaralıyım kurşun içerde komutanım ama direniyorum." dedi Eren.
"Aferin direnmeye devam edin." diyerek onları desteklemeye devam ediyordu Oğuz. "Mermilerimiz tükenmek üzere komutanım. Yaralı sayısı yediye yükseldi. Etrafımızı sardılar sayıları çok fazla. Karşımızdaki dağda nişancı var komutanım." diyerek durumlarını özetledi Eren.
"Durumu destek ekibe ilettim Yılmaz eğer müsait bir konumda isen yaralıların nabızlarını kontrol et." dedim. "Üç şehit komutanım." dedi. Sesi artık daha yorgun geliyordu. "Dayanın ekip gelmek üzere." dedim. "Geldiler komutanım." dedi Eren.
"Çok şükür. Haklarınızı helal edin aslanım." dedi Oğuz. "Helal olsun komutanım." dedi ve hat düştü. Kulağımızda ki kulaklığı çıkartıp odadan çıktık. Tim bahçeye çıkmıştı. Bizde onların yanına indik.
...
Umay ve Oğuz'a babalarının görevinin bittiği ve döneceklerini söylemişlerdi. İkisi de görevin bu kadar kısa sürmesine şaşırmıştı. Ama sormalarına rağmen kimse bir şey söylemedi. Ne kadar tedirgin olsalar da oturup beklemeye başladılar.
Askeriyenin bahçesine giren zırhlı araçla ikisi de endişelerini bir kenara bırakıp derin bir oh çekti. Fakat araçtan ne Oğuz'un babası çıktı ne de Umay'ın. Dört kişi gitmişlerdi bu göreve araçtan inen sadece iki kişiydi. Çünkü diğer ikisi arkadan gelen cenaze aracındaydı.
Umay'ın gözleri doldu al bayrağa sarılı tabutu görünce. Oğuz ise kabul etmek istemedi tabutun içindekinin babası olduğunu. Görevli askerler iki tabutu da yan yana askeriye bahçesine yerleşti. İkisi de inanmak istemiyordu. Oysaki iki askerinde evine gidilip şahadet haberi verilmişti.
Kim bilebilir ki iki gün önce eşleri ile huzurla oturdukları eve şimdi şehit haberlerinin gideceğini ? O evin duvarlarında acılı feryatların yankılanacağını ?
Umay iki tabutun arasına doğru ilerlemeye başladı. Babasının yanına yaklaştıkça bacakları titriyordu. Artık bacaklarının vücudunu taşımaya gücü kalmamıştı. Babasının tabutunun hemen yanına yığıldığında ise gözlerinden akan yaşların, dudaklarının arasından çıkan hıçkırıkların farkında değildi.
Babası her ağladığında hissederdi. Yanında olmadığı zamanlar da arardı. Her zaman kızının yanında olurdu. Ya şimdi neredeydi ?
Oğuz'da babasının yanına geldi. Tabutuna sarıldı sımsıkı bunun son olduğunun farkındaydı. Artık babasını özlediğinde soğuk bir mermere kuru bir toprağa sarılacağını biliyordu.
Yüzünü saklıyordu. Gözyaşları sadece babasının üzerindeki al bayrağı ıslatıyordu. Ne dışarıdan birisi görüyor ne de farkediyordu.
Anneleri koşarak gelmişti eşlerinin yanına. Oğuz ve Umay bir adım geri çekilmişti. Oğuz'un yamacına kız kardeşi Buğlem gelmişti. Oğuz kolunu kız kardeşinin omzuna sardı. Buğlem'in akan gözyaşlarını sildi. Kimya öğretmeniydi Mehmet Ali'nin biricik kızı.
Oğuz'un annesi de yanına geldi. Üçü birbirine sıkıca sarılıp ağladı. Ellerinden başka bir şey gelmediğini biliyorlardı. Onlar gücü birbirlerinde buldu.
Umay'ın annesi yanına geldi. "Nasıl oldu ?" diye sordu otoriter sesi ile. "Bilmiyorum." dedi Umay bilmiyordu çünkü. Yanağına inen keskin bir tokatla yere düştü Umay. "Bileceksin." diye bağırdı annesi.
Abisini toprağa verdiğinde anlamıştı annesinden destek göremeyeceğini ama bunu da beklemiyordu. Timin bütün üyeleri yanına geldi Umay'ın. Umay'ın böyle bir zamanda annesinden değil de yeni tanıdığı insanlardan destek görmesi çok zoruna gitmişti.
"Selma ne yapıyorsun ? Böyle bir günde insan kızına böyle mi destek olur ?" dedi Oğuz'un annesi Elif. "Nasıl destek olacağımı sana mı soracağım Elif ?" dedi bu sefer Umay'ın annesi Selma. Birbirlerini eşlerinin arkadaşlığı dolayısı ile tanıyorlardı.
"Gerekirse soracaksın. Kız burada ağlamaktan mahvolmuş üstüne senin yaptığına bak. İnsanlığa sığıyor mu be ?" dedi Elif. "Anne tamam." dedi Buğlem. Elif'de istemezdi eşini son görüşünde böyle olsun ama görmezden de gelemedi.
Oğuz annesinin sakinleştiğini görünce Umay'ın yanına gitti. Timdekiler onu yerden kaldırıp hep oturdukları çardağa oturtmuşlardı. Hilal yanına oturmuş sırtını okşuyordu. Akın'ın elinde ise bir su şişesi vardı.
Umay başını yere eğmiş saçları ile yüzünü saklamıştı. Oğuz önünde diz çöküp başını yüzünün hizasına getirdi. "Niye saklıyorsun yüzünü ?" diye sordu Umay'a. "Utanıyorum." diye fısıltı ile cevap verdi Umay. Bu bir kelime Oğuz'un yüreğine oturmuştu.
Oğuz aklı ile kalbinin arasında kalmıştı. Kalbi sarıl onun yanında ol diyordu. Aklı ise aranızda hiç bir şey yok siz birbirinize gıcık olan meslektaştan başka bir şey değilsiniz diyordu. Emin olamadı ama onu böyle de bırakmazdı.
Selma'nın tokat attığı yanağını kapatan saç tutamını parmağının ucuyla hafifçe kulağının arkasına yerleştirdi. Amacına ulaşmıştı. Artık yüzünü daha net görebiliyordu ama parmaklarını saçlarının arasından çekmedi.
"Kızarmış buz koymamız lazım." dedi bu sefer Oğuz. Gözüyle de Alparslan'a işaret etmişti. Alparslan Aras'ı da yanında sürükleyerek buz almaya ilerledi. Umay elini Oğuz'un elinin üzerine koydu. Sonrasında ne yaptığının farkına varıp hemen elini çekti.
"Gerek yok. Teşekkür ederim." dedi bu sefer. Alparslan getirdiği buzu komutanına uzattı. Oğuz buzu yavaşça Umay'ın yanağına değdirmeye başladı. Umay'ın bakışları Oğuz'un gözlerine kaymıştı. Oğuz'da ona bakınca göz göze geldiler. "Babam." dedi Umay. Hızla ayağa kalktı.
"Dilekçe yazmam lazım." dedi bu sefer. "Ne için ?" dedi Oğuz. "Babam hep abimin mezarına yakın olmak istediğini söylerdi. Artık hep onun yanında olacak." dedi Umay. "Yazmana gerek yok baban zaten bildirmiş. Hemen diğer yanına da babamı istemiş." diye cevapladı Oğuz...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |