
Günaydın, diye haykırmak istiyordum. Bugün mutluydum, nadir bir gündü. İstediğim her şeyi yapmak istiyordum. Sevdiğim, hoşuma giden her şeyi!
Mutlu olmak benim elimde olabilir miydi?
İki seçenek vardı; ya evet ya da saçmalamayı kes, Kumsal.
Yenilik: kendine saygın olsun!
İkinci seçeneğin üstünü çizmek de zorlanmamıştım. Asıl güç bu muydu? Olabilirdi ya da olmalıydı. İmkansız diye bir şey yoktur, Kumsal. Lütfen artık kendine biraz da olsa inan. Bunu bizim için yap.
Dün partim vardı. Doğum günü partim... Belki de tarihi yanlış olan o gün! Şakasız yüz elli küsür hediye getirilmişti. Geri kalanlar ise banka hesabıma para atıp istediğim şeyi almamı söylemişti. Bu saçma şeye kesinlikle karşıydım. Dilenci gibi hissetmeme neden olmuştu. Hatta lise zamanlarımda bile bir kızdan fotokopi ricasında bulunduğumda para vermek yerine ona çikolata almıştım. Bu daha hoştu bana göre.
Hediye paketlerini topladığım salon köşesine doğru ilerledim. Fazlasıyla hoş bir pembe renkte olan hediye paketini elime aldım. Yumuşacıktı. Paketi yırtıp açtığımda içinden çıkan beyaz elbisenin papatyalarla renklendirildiğini gördüm. Düzgün katlı olan elbiseyi ucundan tutarak açtım ve pencerede gördüğüm yansımama kaydı bakışlarım. Üzerime tuttuğumda tam olarak diz üstümde bittiğini farkettim.
Bu da neydi şimdi?
Pantolon üzerine tunik olarak mı giyeceğim!
Paketi tekrardan elime aldım sarı bir not kağıdında yazılmış düzgün bir el yazısı: iç sesini dinle :) İç sesim tunik olarak giy demişti. Onu dinlemek kötü bir fikirdi. Bunu yazan kişi hakkında en ufak fikrim bile yoktu. O da isim yazma zahmetinde bulunmamıştı.
Yeni bir paketi elime aldığımda hepsinden daha farklı olduğunu gördüm. Paket tam olarak yılbaşı temalıydı. İçinden çorap çıkmamasını dileyerek paketi açtım. Düşündüğüm her şey bu kadar çabuk gerçekleşmek zorunda mıydı? Hiç ummadığım o şey vardı içinde. Çorap... Ama yılbaşı temalı. Hızla paketi aldım ve üzerinde bir öncekine göre daha kötü yazılmış bir not kağıdı ve el yazısı gördüm. Mutlu yıllar güzelim. Her anlamda! Ve altta devasa harflerle yazılan o isim: KAYRA AKINER.
Psikopat manyak!
Kendisi üniversiteye gittiğimden beri bana takıntılı olan biriydi. Takıntılı olmak derken aşık falan değildi. Uğraşmayı seviyordu. En çok beni sinir etmeyi sevdiği her hâlinden belli olurdu. Benimse hiç hoşuma gitmez onu her seferinde terslerdim. Faydasız terslemeler!
Kayra esmerdi ve hafif çekik gözleri vardı. Miran'ınki gibi saçlarını ortadan ikiye ayırırdı ve ben Miran'dan özendiğini düşünüyorum.
Bu sefer elime bir kutu almıştım. Zümrüt yeşiliydi ve üzerinde parlak gri bir kurdele vardı. Kutuyu açtığımda içinden çıkan şey beynimde dönen bütün soruları susturmuştu. Bu bir uğur böceğiydi. Sırt kısmı sert, bacak ve kafa kısımları ise siyah bir kumaş ve pamuktan oluşuyordu. Sert bordo renkte olan kısımda ay ve yıldız şeklinde boşluklar vardı. Altını üstünü iyice bir yoklarken gözlerim küçük bir düğme ile kocaman açıldı. Düğmeye bastım. Bir şey olduğunu farketmedim. Elimle uğur böceğinin yanlarını kapatıp içinin karanlık olmasını sağladım. Başımı da içine gömdüğümde mavi, kırmızı ve yeşil renkli led ışıklar olduğunu gördüm. Tavanıma yansıyacaktı. Gökyüzü gibi olacaktı. Gökyüzünü, yıldızları ve ayı, güneş ve bulutları sevdiğimi bilen biri almıştı bunu. Hepsinde yaptığım gibi tekrardan kutunun üzerini yokladım ve sarı renkli not kağıdını aldım. Papatyalı elbiseden çıkan notla aynı el yazısı: Artık geceleri de gökyüzünü, yıldızları ve ayı izleyebilirsin...
Kim olabilirdi. En ufak bir fikrim bile yoktu.
Bu sefer elime aldığım kutu ise biraz daha büyüktü. Kapağını açtığımda içinden kelebeklerin çıkmasını dilemiştim. Bir kaç saniye bekleyip başımı kutuya gömdüm. Kelebek falan yoktu tabii ki de! Peluş bir avakado vardı. Kutudan çıkardığımda üzerindeki notu kolaylıkla farketmiştim. Daha farklı bir el yazısı: iyi ki ay tenlimm... Ve altına yazılmış o masum isim. Kiraz Karaca. Kesinlikle avakadomun adı mandalina olmalıydı. En sevdiğim meyve olabilir.
Yüzümde kocaman bir tebessüm vardı. Dışardan bakan biri aptal aptal sırıttığımı sanabilirdi. Ama bu mutluluktu ve ben mutluydum. Bu dünyanın en güzel kelimesi olabilir miydi? Mutluluk...
Yeni bir paketi açmadan önce mutfağa doğru gidip soğuk bir şeyler almak istedim. Hava belki de otuz ya da kırk dereceydi. Bardağın içine fazlasıyla buz koyup üzerine de içeceğimi dökmüştüm. Kaşıkla karıştırarak tekrardan odaya doğru yöneldim. Bir dermatolog olarak pipet kullanmanızı asla tavsiye etmem.
Ardına kadar açık olan pencereleri söküp atmak istiyordum. Sabahtandir tepemde dönen vantilatör bile etki etmiyordu. Ne içerisi ne de dışarısı dayanılacak gibi değildi.
Tekrardan paketlere yöneldim. Yine yumuşacık, kalp detaylı bir paket vardı. Elime alıp paketi yırtarcasına açtığımda içinden çıkan beyaz tişört üzerinde ay ve yıldızlar vardı. Afra'nın alıp üzerine ay ve yıldız nakışı yaptığını düşündüm. O severdi böyle şeyler yapmayı. Notta ise, yanında olamadığımız için üzgünüz minik. Nice mutlu yıllara... Ve sol alt köşede yazılan isimler Afra, Berk ve Eflal.
Eflal mi?
Ne de güzel bir isimdi.
Peki bu ismin sahibi kimdi?
Notun arkasına yapıştırılmış fotoğrafı farketmem zor olmamıştı. Bebeğin ultrason görüntüleri! Kocaman bir çığlık atmıştım. İkinci kez teyze oluyordum. Lina ve Eflal... Sanki anneleri benmişim gibi sevinmiştim. Gaye anneydi, ilk anne. Afra ise anne olacaktı. En kısa zamanda!
.....
Çiçekler, elbiseler, takılar, her türlü aksesuar... Ve daha nicesi. Bir sürü hediye açmıştım ve yaklaşık üç yüz tanesi aynı el yazısı ve isimsiz notlarlaydı. En sevdiğim hediyelerden biri ise bir araba anahtariydi. Kapıya çıktığımda dışarda gördüğüm lacivert jeep. Kesinlikle hoşuma gitmişti. Kerem babam almıştı. Uzun zamandır ehliyetim olmasına rağmen araba istediğimi biliyordu.
İlayda annem ise tonlarca bakım malzemesi almıştı ve odama yeni bir organizer yaptırmış hepsini de oraya dizdirmişti.
Miray bir sürü roman almıştı. Miray yüzünden ya da sayesinde bu tarzda kitaplara fazlasıyla bağımlı hale gelmiştim.
Miran çiçekleri sevdiğimi bilirdi. Bilen tek kişiydi belki de. Kendi terasima bir sürü saksı da çiçekler koymuştu. Lilyumlar, orkideler, karanfiller, güller, laleler, papatyalar, zambaklar...
Gaye ve Mete ise parfüm almışlardı. Farklı çiçek kokusunda dört parfüm... Çiçekleri sevdiğimi sadece Miran'ın bildiğini sanıyordum. Notun ise Lina'nin minik elleriyle yazıldığı ortadaydı. Bir resim vardı. O çizmişti. Beni çizmişti, üzerime ise uzun ve diz üstüme kadar yırtmacı olan bir elbise çizmişti. Saçlarım ensemde topluydu, stilettolar ve abartısız bir makyaj... Yeni yeni yazmayı öğreniyordu ve resimde belirttiği gibi doğum gününe gitmemi istiyordu. Bilmiyordum ne zaman doğduğunu onlar da yazmıştı zaten. 21 Ağustos... Yarındı. Onu asla kiramazdim, bunu biliyorlardı ve beni zayıf noktamdan vurmuşlardı. Bu planlanmıştı. Benim ise cesaretim yoktu. Hiçbir zaman cesur olamamıştım bu konuda. Ama olamayacağım anlamına gelmiyordu...
Kalbimin cesaretiydi bu. Kalbimin, hislerimin, sahip olup içimde barındırdığım her şeyin!
Her şey düzelmeye ben kendimi sevince başladı...
MERHABAA! UZUN ZAMANDIR BÖLÜM GELMİYORDU. NASIL BULDUNUZ. ÇOKÇA SEVGİ BIRAKIYORUM SATIRLARIMIN SONUNA. YORUMLARDA BULUŞALIMM :)))
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |