
Merhabalar ben Kumsal. Zengin bir aile tarafından evlat olarak alındım. Belki garip gelebilir ama sokakta evlatlık alındım. Yani yetimhanede değil. Nasıl olduğunu ben bile bilmiyorum ya!
Tüm eğitim hayatımı kaliteli okullarda bitirmiştim. Şuan bir dermatologum. Instagramda içerik üreterek dermatoloji hakkında paylaşımlar yapıyorum. Yirmi beş yaşımdayım.
Yirmi yıl boyunca göremediğim kardeşlerim, mahrum kaldığım gökyüzü anne...
Anlayacağınız kocaman konakta bir başıma kalmıştım. İlayda annem ile Kerem babam vardı. Ama onlar bir dostun yerini asla tutamazlardi. Öncelerde Miran gelip giderdi ama o da yurt dışına okumak için gitmişti. Ayrıca uzun bir süre de yoktu.
Buraya geldiğimden beri Kürtçeye yavaş yavaş hâkim oluyordum. Çok güzel şarkılar, gelenekler, âdetler, halaylar vardı . Bugün bir düğün var hatta. Ona da onlarla birlikte gitmem gerekiyormuş. Ben severdim düğünleri, pasta yemeyi, takı torenini.. Ama benim bir yanım hep eksikti. Param, bir sürü kıyafetim, her düğüne farklı diktirdigimiz kiras fistan denen elbiseler -hiçbirini giymezdim- Bir çok şeye sahiptim. Ama mutlu değildim. Bunu her ne kadar içime atsamda ben mutlu değildim.
Küçükken gökyüzü annenin bize banyo yapmamız için fırsat verdiğini sanirdik. Meğerse gökyüzü bizim için ağlıyormuş.
"Kızım," diyerek içeri girdi İlayda annem. "Giymen için bunları bırakıyorum." diye devam etti. Elinde siyah bir yöresel kıyafet tutuyordu. Giymememe rağmen her seferinde masraf yapıp şansını deniyordu. Bir ona bir de elindeki elbiseye baktım. "İstemiyorsan giymek zorunda değilsin" Onu üzmek istemiyordum ama bu kıyafetler beni rahat hissettirmiyordu. Sadece bu kıyafetler değil pantolon dışında bir şey giymekten hoşlanmıyordum. Çünkü sokaklar bu tarz şeyler için hep tehlikeliydi.
"Açıkçası..." Diye lafı ağzımda geveledim. "Pantolon giysem olur mu?" Diye sordum en ince ses tonumla.
"Tulum giy en azından olmaz mı ,kızım?" Dedi. Ona hayır dersem incinebilirdi. Bu yüzden, "olur" dedim.
Odamdaki büyük pencereden dışarıyı izlemeye koyuldum. Gözlerim tekrardan İlayda annemi bulduğunda, "tulum kısa, açık ve dar olmasa olur mu?" Dedim. Kendisi de çok iyi biliyordu ki hiç hoşlanmazdım. Başını evet manasında salladı.
Odadan çıktıktan bir süre sonra tekrar bakış açıma girdi. Elinde bu sefer siyah bir tulum tutuyordu. İnce askıları vardı. Bacak kısmı da oldukça boldu. Gözlerim tulum ve İlayda annem arasında mekik çekiyordu. "Merak etme, altına giymen için bunu getirdim." Öteki elinde de siyah beyaz çizgileri olan bir badi duruyordu. Onları bana doğru uzattı. Elinden alıp yatağımın üzerine bıraktım.
"Duş alıp serinlemek istiyorum." Diye açıkladım. Başını sallayıp odadan çıktı. Kendime özgü olan bir banyom vardı. Burada çoğu şeyi paylaşmıyorduk. Belki de paylaştığımız tek şey bu kocaman konaktı.
Küvetin içine girdiğimde üzerimdeki tüm yüklerin kalktığını hissettim. O kadar rahatlamıştım ki...
Ayaklarımı suyun altında sağa ve sola doğru hareket ettirdim. Tıpkı bir deniz kızı gibi...
Sonrasında bir şarkı mırıldandım. En sevdiğim şarkıydı. İstanbul'un karanlık sokaklarında tam uykuya dalacakken hep çalardı bu şarkı. Sokaklarda yaşarken tek bildiğim şarkı zaten oydu. Kim söylüyor, adı ne, ses nereden geliyordu bunları hiç bilmezdim.
"Beyoğlu eski Beyoğlu olsa bile ben
Eski bana dönemem
Hiçbi' şey içmedim amma aklıma geldin
Ondan o sendelemem"
Ayaklarımı suyun içinde biraz daha hareket ettirdim. Yüzümde ufak bir tebessüm belirdi. Gökyüzü anneyi çok özlemiştim. Her akşam ona iyi uykular derdim. Asla bizimle konuşmazdı. Konuşamazdı...
Biz ay olamazdık o bir taneydi, güneş de olamazdık, bir sürü yıldız var onlar da olamazdık çünkü o kadar fazla kişi değildik. O halde biz gezegen miydik? Kaç kişiydik ya biz?
Afra Efsun
Kiraz
Kuzey
Miray
Gaye
Mete
Berk Efe
Ve ben Kumsal
Evet tam olarak sekiz kişiydik. O halde biz gezegenmişiz. Gökyüzünün sekiz gezegeni... Çünkü biz insan oğlu olamazdık. Hiçbir insan sokakta yaşamazdı, biz yaşamıştık. Sokaklara hiçbir insan ev demezdi ama biz demiştik. Bizim insanlarda olduğu gibi bir anne ve babamız yoktu. Kimimiz görmemiş, kimimiz görmek istememişti.
Ama biz hiçbir zaman kimsesiz olmadık. Kimsesiz olamazdık. Açtık, kirliydik, üşüyorduk ama kimsesiz değildik. Çünkü gökyüzü vardı.
Gözlerimi yumarak tekrar şarkıyı mırıldandım.
Küvetten çıktıktan sonra üstüme bornozumu alıp banyodan çıktım. Saçımı kurutarak taradım. Sonra İlayda annemin odaya bıraktığı kıyafetleri giymeye başladım.
Cizgili badiyi üzerime geçirirken başımda sıkışıp kaldı. Biraz yerimde sendeledikten sonra çekiştirerek başımdan çıkardım. Başımi koyduğum yer küçük gelmişti. Gözlerim masanın üzerinde duran makasa takıldı. Oraya doğru ilerleyerek makası elime aldım.
"Üzgünüm," dedim elimdeki badiye doğru. Arkaya gelen kısma küçük bir kesik attım. Biraz yamuktu ama saçımı açık birakirsam bir sorun kalmazdı. Tekrardan badiyi başımdan gecirdim. Bu sefer oldu diye sevindim. Gururlu bakışlarımı aynaya çevirdim.
Yanaklarımdan sıkarak aynadaki yansımama öpücük attım.
Tulumumu üzerime geçirdim. "Beyaz spor ayakkabı mı, siyah mı?" Diye kendi kendime mırıldandım. Bir ayağıma beyaz ötekine siyah ayakkabımı geçirip boy aynasının karşısına geçtim.
Beyazı giyiyoruz Kumsal. Şimdi sıra saçta da ne yapacaz. Düzleştirmek sade olur. Bukle bukle saç mi yapsak? Ne yapsam ki, bilemedim. Saçlarımı maşaladım. Zamanım olsa asla tercih etmezdim ama şuan şartlar...
Şimdi de bir eyeliner çekelim. Maskara artı lip balm tamamdır. Önce nemlendirici ve güneş kremi süreceksindir umarım Kumsal. Makyaj masamın karşısına geçtiğimde onca makyaj malzemesi içinden muhteşem üçlümü kullandım.
İşte hazırım.
İkinci kattaki odamdan çıkıp hızla merdivenleri indim. Son basamakta biraz yavaşladım. Küçük adımlarla terasta oturan İlayda annem ve Kerem babama yaklaştım.
Terasın kapısından geçtiğim an Kerem babam beni farketmiş olmalı ki başını okuduğu gazeteden kaldırıp bana baktı.
"Benim güzel kızım," diye söze başladı. "Ne kadarda güzel olmuşsun." Saçlarımı parmaklarima dolayarak sağıma soluma döndüm. Aslan burcu olmakta zor iş. Fazla övgü alıyorsun falan,,,
İlayda annem de beni baştan aşağı süzdükten sonra yanıma gelip yanaklarımı avuçlarıma aldı. "Çok güzelsin bebeğim" dedi tek nefeste.
"Teşekkür ederim" dedim m harfini uzatarak. İlayda annemin üzerinde siyah yöresel bir kıyafet vardı. Kerem babamın üzerinde ise siyah takım elbise vardı. Kerem babam dimdik duran omuzlara sahipti. İlayda annemden biraz uzundu. Kerem babam işinde uzman bir doktordu. İlayda annem ise edebiyat öğretmenliği yapmıştı. Artık ikisi de çalışmıyordu. Çocukları olmasını çok istemişlerdi ve tüp bebek gibi bir çok cerrahi yola da başvurmuşlardı. Bütün bu çabalarına rağmen İlayda annemin yumurtalıklarında sorun olduğu için kendi çocuklarına hiç sahip olmamışlardı. Sonrada beni evlat edinmişlerdi.
İlayda annem zarif beline gümüş bir kemer takmıştı. Boynunda ve kollarında olan altınlar oldukça göz kamaştırıcıydı Parmaklarında ise sadece nişan yüzüğü vardı.
"Herkes hazırsa çıkalım" diye söze girdi Kerem babam. İlayda annemle ikimiz başımızla onayladik.
Onlar ön koltuklara geçerken bende arkadaki koltuğa tek başıma oturdum. Telefonumu açıp kilit ekranından saate baktım: 18.23.
Arabayla 5 dakikamızı alan yolu bitirmiştik. Kocaman bir düğün salonunun önünde durdu araba. Kapıda takım elbiseli birkaç beyefendi bizi karşıladı.
Hele şükür içeri girebildik. Sevilay teyzemlerin olduğu masaya doğru ilerleyen İlayda annemin peşine takıldım. Kerem babam kapıdaki takım elbiselilerin yanındaydı.
"Kumsal," dedi Sevilay teyzem. Gözlerim onu bulduğunda, "merhabalar" dedim. Masadaki herkes beni başıyla selamlayıp gülümsedi.
Bak kızım kadınların arasında kaldın. Ne diyelim ki şimdi? Hah ,buldum!
"Ben bir lavaboya gideyim." İçten içe siritsamda yüzümde en ufak bir mimik bile oynamadı. Masada bulunup da tanımadığım ninelerden biri bir şeyler söyledi. Gülümseyip oradan uzaklaştım. Tabi ki de ne dediğini anlamamıştım.
Rastgele bir tarafa yöneldim. Arkamdan İlayda annem, "kızım bu taraftaymış" dediğinde onlara doğru döndüm. Ben çıkışa doğru ilerliyordum oysa lavabo onun aksine olan taraftaymiş. Rezalet!
"Ben arabadan çantamı alacaktım" Kızım biliyorsun bu işleri. Bari altta kalmayalım di mi? Peki şimdi o çantayı hep yanımda mi taşıyacağım?!
Takım elbiseli adamlarin yanından geçip babamın önünde durdum. Kapıyı açmasını istediğimde bir an herkes susmustu. Herkesin rahatsız edici bakışlarını üzerimde hissediyordum. Ki kafamı onlardan yana çevirdiğimde de söylediklerim dogrulaniyordu.
Siyah kol çantamı aldıktan sonra bana oldukça yabancı gelen adamların yanından geçtim. Üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldiğimde inmekte olan takım elbiseli bir çocuk gördüm. Allah aşkına bu ne sanki anlaşıp giymişler bunları. Çocuk adımlarını izliyordu. Yanından geçtiğimde beni farketmiş olmalıydı ki kafasını kaldırdı. Tebessüm ettiğinde yüzünün aslında çokta yabancı olmadığını farkettim. Evet evet bu çocuğu ilk defa görmüyordum. Lakin şimdiye kadar hiç tanışmamıştık. Çocuk arkamdan bakarken adımlarımı hızlandırdım.
Aman be kızım bize ne. Merdivenleri çıktıktan sonra karşımda WC yazısını görünce ok yönünde ilerledim. Hele şükür! Buldum seni lavabocum.
İçeri girdiğimde kadınların sigara dumanlarından göz gözü görmüyordu. Astım hastası olmam da ayrı bir detay.
"Bunu içebileceğiniz başka bir yer yok mu?" dedim en ince ses tonumla. Ellerinde sigara olan kadınlar bana kinayici bakışlar attı. Aralarından biri ayağı kalkıp, "neden?" Dedi. Nasıl neden?
"Kronik rahatsızlığım va..." Dedim dumanların etkisiyle öksürürken. Ben dizlerimin üstüne çöküp öksürmeye devam ederken sesi tanıdık biri, "ilacin nerede?" diye sordu.
Çantamı açmaya çalıştım ama çok fazla öksürüyordum. Bakışlarımı kıza çevirdiğimde Aysima'nın kızıl kıvırcık saçları ve ela gözleriyle karşılaştım. "Çant-" dedim öksürüklerim eşliğinde. "Çantamda" Aysima çantamdan ilacı çıkararak ağzıma püskürttü. Kendimi biraz daha iyi hissetsemde öksürmeye devam ediyordum.
Lavabodan çıktığımda Aysima da kolumdan tutup destek oluyordu. Arkamdan kadınların yazık oldu kıza, hep sizin yüzünüzden gibi sesleri geldi. Uzaklaştıkça sesler bulanıklaştı. İlayda annemlerin olduğu masaya yaklaştığımızda öksürük sesimden dolayı tüm gözler üzerimizdeydi. İlayda annem hızla oturduğu yerden kalkıp yanımiza geldi.
"İyi misin bebeğim?" Dedi telaşla.
"İyiyim" der demez tekrar öksürmeye başladım.
"Hastaneye gidelim kızım!"
"Gere..." Cümlem yarıda kesildi. "Gerek yok" dedim var gücümle. Merdivenlerden inerken gördüğüm çocukta yanımıza doğru koştu.
"Teyze?" Dedi İlayda anneme doğru. Teyze mi?
"Astımı var, biliyorsun" dedi İlayda annem. Sevilay teyzem elinde suyla gelince elindeki suyu hemencecik aldım. İyi olmaya çalış. Hadi kızım, hadi Kumsal.
"Ben hastaneye götüreyim" Ney? İlayda anne beni bununla göndermeyin.
"Çok iyi olur oğlum. Bende geleyim" İlayda anne ama ya.
"Gerek yok" dedi takım elbiseli çocuk. "Ben götürürüm teyze!" Hayır efendim ne münasebet.
Takım elbiseli çocuk arabaya doğru ilerleyip kapıyı açınca İlayda annem ve Sevilay teyzem de beni arabaya doğru götürüyorlardı.
YARIM SAAT SONRA...
"İyi misin?" Uzun bir süre sigara dumanına maruz kalmış astım hastası bir kız olarak nasıl iyi olabilirdim? Allah aşkına biri şu çocuğa anlatsın.
"Biraz" dedim yarım ve yalan bir gülüşle. Hem kimdi ki? Sorsa mıydım? Yok ya ne soracağım!
"Tanışalım mı?" Beni duyuyor muydu?
"Kumsal ben," diye lafa girdim. "Başka da bilmen gereken bir şey yok" dedim tok bir sesle.
Söylediklerime karşı büyük bir kahkaha attı. Bunda gülünecek ne var canım? "Miran bende" Miran mı? Yok ya o değildir. Ya oysa?
Uzandığım yerde doğrulup sırtımı yastıklara dayadım. O ise pencerenin önünde iki elini cebine koymuş bir şekilde duruyordu. Siyah takım elbisesinin ceketini koltuğun üzerine bırakmıştı. Gömleğinin kollarını yukarı doğru kivirmisti.
"Öyle bakma suratıma ,İlayda anneme haber verdin mi?!" Ellerini cebinden çıkarıp komidonun üstünde duran telefonunu aldı.
Telefonu çaldı. "Teyze" dedi ve dinledi. "Evet evet, uyanık şuan" tekrar dinledi. "Getiririm" bir kez daha dinledi. "Görüşürüz" Bir saniye ne dedi o?
"Nereye?" Diye sordum imalı imalı. Beni bana sormadan nereye götürüyorsunuz Miran Bey. Hayret bir şey!
"Eve," ne ev mi? Düğüne gidrcektim ama ben. Ya pasta, pasta kesilmiş miydi? Daha gelini ve takılan altınları görmemiştim.
"Derken?" Niye numara yaptığımı anlayamıyordum. Birde kendi evine götürmesin şimdi; Allah'ım, nedir benim bu çocuktan çektiğim!
"Eve dedik ya!" Diye kükredi. Bağırarak konuşulmasından nefret ederim. Bana bağıramazdı. Bağırmaması gerekiyordu.
Güldüm. "Düğü..." Sözümü kesti.
"Ne düğünü?"
Kaşla göz arasında kendimi kucağında buldum. Saçlarım aşağıya doğru uzandığı için boynum açıkta kalmıştı. Gözleri yırttığım badiyle benim aramda mekik çekiyordu. 'nee' der gibi ters bir bakış attım. Sabır dilenerek kapıya doğru ilerledi.
Arabaya bindiğimizde ön koltuğa beni oturtup şoför koltuğuna geçti. Ne yani? Kimsin de beni kucağına aldın ve bununla yetinmeyerek bana bağırıyorsun?
***
"Beni tanımadın mı?" Diye sordu arabayı eve doğru sürerken.
Sessiz kaldım.
Ama çok tanıdık geliyordu. Gözleri, kokusu, teni, gamzeleri... Sanki çocukluğumu barındırıyordu. Çocukluğum...
Başımı iki yana salladigimda derin bir nefes verdi. "Düşün biraz," dedi bu seferde.
Düşünüyorum,
Düşünüyorum,
Bir kez daha düşündüm. O çocuktu. Kardeşimdi, onu ve gamzelerini nasıl unutmuştum. Ama gitmişti. Uzun zaman önce gitmişti hemde. "Miran," dedim bakışlarımı ona çevirdiğimde.
Güldü. "Çok özledim." Dedi.
Güldüm. "Beni özlememek ne mümkün!"
"Egosunu si-" sözünü kestim.
"Küfür etme," dedim gülerek. "Çok ayıp"
İşin en tuhaf kısmı o buradaydı ve ben onu tanımamıştim. Her şeyiyle aynı ve mükemmeldi. Çokça özlem barindirmistim.
"Peki şimdi düğüne götürecek misin beni?" Diye sordum ona melül melül bakarken. Biraz oyunculuğumuzu konusturalim.
"Hayır" ne demek hayır!
"Çok küstah, egoist ve salaksın" dedim en tip bakışlarımı atarak. Belki biraz ağrına gider de insaf ederdi. Ama yok bakışlarını altimizdan kayıp giden yoldan ayirmiyordu.
"Ukalayı unuttun," dedi bilmiş bilmiş. Ya bu çocuk benimle alay mı ediyor!
B planı mızmızlanmak.
"Ya ne olur ki götürsen" dedim.
"Hayır!" tavrı gayet netti. Ama benim C planım var.
"Kendim giderim," kapının kolunu tutup onu korkutmaya çalıştım. Büyük bir kahkaha attı. Bana kinayici bakışlar atarken pek keyifliydi kendileri. Ne yani yapamayacağımı mı düşündü? Hah! Tabii ki de yapamazdim.
"D planın ne?" Vay arkadaş boynumuzda yılan büyütmüşuz. Doğrusu nasıldı bu sözün ya! Şimdi göstereceğim ben sana D planını!
Derin bir nefes aldım. Yapabilirsin Kumsal, yaparsın kızım sen, "Beni düğüne götürebilir misin, Miran?" Sanırım şimdi oldu. Dudakları ukalaca yukarı kivrildi.
"Götürürüm, Kumsal"
Yes be der gibi bir hareket yaptığımda derin bir iç çekti ve araba düğün salonun önünde durdu. Ne yani, zaten getircek miymiş beni?Kırk takla attım boşuna yaa!
Arabadan hızla inip takım elbiseli adamlarin olduğu yerden geçtik. Bunlar hâlâ burada mıydı? Aralarında Kerem babami göremeyince ceylan gibi zıplayıp içeri girdim. Kocaman bir halay, son ses müzik... Ya pasta, pasta kesilmiş miydi?
Annem ve babamı gördükten sonra kuzenlerin toplastigi masada oturdum. Her masa beş kişilikti. Biz yedi kişi olduğumuz için Miranla kendimize sandalye çekmiştik.
Sonunda ikramliklar bizim masaya yaklaşmıştı. Son bir masa ve sonra biz. "İlk tabak Kumsalın di mi?" Diye sordu Aysima. Ama oburlugumla dalga geçmek olmaz ki!
Masadaki herkes aralarında kikirdasti. İlk tabak Derya'nın önüne bırakıldı ve tek hamlede tabağı benim önüme doğru itti. Kimseyi bekleyecek kadar düşünceli olmadığım için direk tabaktakileri mideme indirdim.
Onlar ikramliklari yedikten sonra halaya dahil olunca ben bir başıma kaldım. Valla öğretiyorlardi ben yapamıyordum.
Halay uzadıkça uzuyordu. Aşiret düğünüydü. Geline de şimdi tonlarca altın takılırdı. Bence aşiret düğünlerinin en güzel yanı takı töreni. Bazıları içinse halay ama ben ne yazık ki henüz öğrenemedim.
Bölümü nasıl buldunuz ??? Düşüncelerinizi yazmayı unutmayın sakın haa!
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |