Selam herkese, biliyorum görüşmeyeli çok uzun zaman oldu ama bölümü hatta bölümleri elimden geldiğince hızlı yazmaya çalıştım. Arada aksilikler olsa da bir şekilde hallettim. Şimdi tekrardan karşınızdayım.
Onları çok özlediğinizi biliyorum, bu yüzden lafı fazla uzatmak istemiyorum. Tek söylemek istediğim şey bu bölüm biraz inişli çıkışlı oldu. Umarım beğenirsiniz. Sonda görüşmek üzere, oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.
Bu kitapta geçen kişi isimleri (kişiler) tamamen hayal ürünüdür. Her şey bir kurgudan ibarettir.
⚔️
Yağız Karahanlı
Her zaman bu hayat bir döngüdür deriz. Peki ya bu hayat bir çıkmaz sokağın içindeyse ne olur? Her zaman başladığın yerdesin ve bitişinde aynı yerde, döner mi bu hayat, bir döngüden mi ibaret olur?
Döngü de elbet son bulur, peki ya nasıl, hangi zamanda, hangi evresinde?
Burada devreye yine insan giriyor. İnsana göre şekilleniyor döngü, kimine güzellikler içinde bir hayat, kimine karanlığın en ucunda bir yaşam. Benim hayatımsa karanlığın ortasındaki bir güzellikte saklı. Hayatım onun içinde saklı, bense onun içindeyim ve ben bu hikayedeki o çıkmaz sokağım. Tabelası olmayan ıssız ve çıkmaz olan ve lambasının bile yanmadığı o sokak... Döngüyse benim kederimle onun gülüşü arasında gidip geliyor.
☘️
Elina Bo, tehlikenin diğer adı, geri dönmüştü. Erdem Çanlı'yı öldürmüş geri dönüşünü zevkle kutlamıştı. Tüm bunlara şaşırmıştım şaşırmasına ama beni tüm bunlardan daha çok şaşırtan bir şey vardı. O da Miray'ın Elina'ya düşman olmasıydı. Her şey olur derdim ama Miray'ın Elina'ya düşman olabileceği aklımın ucundan geçmezdi.
Elina çok bilinen ama bir o kadar da az bilinen birisiydi. Polislerin bile bildiğinden şüphe ettikleri, hatta varlığından emin olamadıkları birisiydi o, Miray ne zaman görmüşte ona düşman olmuştu?
Görmüştü diyorum çünkü Elina'yı görmeden ona düşmanım diyemezdiniz. Onunla aynı yerde olmadan, karşı karşıya gelmeden o benim düşmanım diyemezsiniz. Onunla yüz yüze gelmek zordur. Çoğunlukla o sizi görür ama siz onu görmezsiniz. Cebinize bir not iliştirilir ve siz onun yakınınızda bir yerde olduğunu ve size düşman olduğunu bilirsiniz. O size düşman olur. Siz de hayatta kalmak için ona düşman olmak zorunda kalırsınız. Beni soracak olursanız biz onunla uzun süredir düşmanız.
Bu hikayede kafa karıştıran tek unsur Miray'ın da ona düşman olmasıydı.
''Ne dedin sen, düşmanın mı?''
Miray'ın kocaman gözlerine bakarak sorduğum soruyu algılamasını bekliyordum ama o öyle şaşkındı ki sorumu bile anlayamadı. Yanımızdan geçen insanları umursamadan sadece ve sadece ona bakıyordum. Etrafımızdaki herkes olanın bitenin şokunu yaşıyordu. Herkes biliyordu ki bundan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, Elina Bo eskiyi bize mumla aratacaktı.
Miray bana cevap vermezken gözüm tekrardan binadan sarkan pankarta kaydı. E.B, Tolga'nın bahsettiği sarışın, siyah giyinimli yüzünü göremediği o kadın, adamların uykulu olması, hiç yakalanmaması ve Erdem Çanlı'nın ölümü, her şey apaçık ortadaydı. Elina Bo, Erdem Çanlı'yı öldüren kişiydi ve intikamını almayı başarmıştı.
Sıra kimdeydi, ölen olmadan bilemezdik. Sıranın kendimde olduğunu düşünsem de Elina'nın işine aklımı erdiremezdim. En baştaki adamı en sona koyar, tersi düz ederdi. Yani sıradakinin kim olduğunu yalnızca Elina biliyordu.
Miray'ın kendine gelmesini beklerken kocaman gözlerinin ardından kaşlarını çatarak ''bu nasıl olabilir?'' Dediğinde verebileceğim bir cevabım yoktu. Bu mafya aleminde her şeyi kontrol eder, her şeyi hizaya getirirdim ama görünmez bir kadın için yapabileceğim hiçbir şey yoktu.
Elim bir anlığına cebime gittiğinde bir kağıt parçası çarptı parmağıma hiç tereddüt etmeden kağıdı cebimden çıkardım. Kağıdın rengi siyahtı. Siyah demek daha vaktin var demekti. Kırmızıysa ölümün senin için yakın olduğunu işaret ediyordu. Miray'ın elini bırakmadan ikiye katlanmış notu iki parmağımla açtığımda yazılanları okumak için kağıdı yan çevirdim.
Sanırım görüşmeyeli uzun zaman oldu. Beni özlediğinizi düşünerek geri geldim. Nasıl ama güzel giriş oldu değil mi? Anladığım kadarıyla her şey değişmiş. Alem değişmiş, gelenler olmuş , e tabii gidenler de oldu. Sen değişmişsin, yanına gelen biri olmuş. Miray Ateş. Güzel kadın, neydi soyadındaki ateş falan filan, benim için gereksiz detay. Bence sen o kadına çok güvenme, çok da alışma, belki gelip geçicidir. Kim bilir? Elina bilebilir mesela...
E.B
Kağıtan başımı kaldırdığımda tek odağım Miray'dı. Sıra onda olabilir miydi. Elimdeki kağıdı avcumun içinde buruşturduğumda elimi sımsıkı bir yumruk yapmıştım. Kalabalığı önemsemeden Miray'la birlikte arabanın yanına doğru ilerlediğimde bana çarpan omuzları umursamıyordum. Tek önemsediğim Miray'dı. Arkadan gelen Arda ona göz kulak oluyordu. Tüm bunlar olurken Miray hala daha şaşkındı. Kalabalıktan birkaç kişinin daha cebinden not çıkmıştı. Gördüğüm kadarıyla hepsi siyahtı ama içeriği hakkında pek bir bilgim yoktu. Tek bildiğim tehdit mesajı olduğuydu. Benimse şu an tek önemsediğim şey Miray'dı. Tehlikedeydi. Hem de hiç görmediğim bir kadın tarafından.
Kalabalıktan hızla sıyrılırken önüme geçen kişiyle adımlarım bıçak gibi kesildi. Hızlı adımlarının arasında Miray da duramayıp sırtıma çarpmıştı. Onu kontrol ettikten sonra önüme çıkan engelle ilgilendim.
''Hayırdır Karahanlı nereye böyle kaçar gibi?''
Babasının acısını yaşamaktan bile aciz olan bir insan şu an karşımda duruyordu. Ona ne söyleyebilirdim ki?
''Bir yere kaçtığım yok Tolga, ben kaçmam, yerim her zaman bellidir. Geleceğinde haber etmen yeterli, haber et ki hazırlık yapabilelim. Ayrıca benim kimseden de korkum yoktur. Abin bunu çok iyi bilir ''
Tolga öfkeden kudururken gözüm yumruk yaptığı eline kaydı. Öyle sıkıyordu ki elini kıpkırmızı olmuştu bile.
Miray'ın elini kısa bir anlığına bırakıp Tolga'ya bir adım yaklaştığımda kulağına doğru eğilerek
''Gözüme batmaya çalışıyorsun ama gözüme batabilecek kadar önemli birisi değilsin Tolga'' ondan ayrıldığımda gözlerindeki öfkenin daha da harlandığını gördüm. Gözlerini gözlerimden ayırmadan
''Öfke'' dedim ve hızlı hızlı aldığı nefesleri önemsemeden devam ettim.
''Çok tehlikeli bir şeydir. Seni yakıp kül de edebilir. Sarayına padişah da'' üzülmüş gibi yaparak omzuna iki tane yavaş aralıklarla vurduktan sonra ondan tamamen uzaklaştım ve elimi ceketimin kenarına silip tekrardan Miray'ın elini tuttum.
Son kez Tolga'ya baktım ve onu öfkesiyle baş başa bırakarak geldiğimiz arabaya doğru ilerledim. Miray hala daha şaşkındı. Haklıydı da.
Arabanın yanına vardığımda dönüp arkama baktım. Kapını önünde kimse kalmamıştı. Herkes kendi arabasına binmiş ya da binmek üzereydi. Kapının yanında sadece iki çelenk duruyordu. Binadan sarkan pankart ise rüzgardan sallanıyordu. Bakışlarım pankartın solunda yazılı olan E.B'ye kaydı. Uzun uzun orada yazılı olan iki harfe baktım. Geri gelmişti ama bu kez daha tehlikeli birisi olarak...
Arda, Miray'ın geçmesi için kapıyı açtığında Miray kendine gelmişti. Yeni yeni anlıyordu her şeyi, telefonu çaldığındaysa hızlıca çantasındaki telefonu çıkardı ve merakla arayan kişiye baktı. Bense telefonuna bakmak yerine yalnızca ona bakıyordum. Arayan kişiyi gördükten sonra hızla başını kaldırdı ve bana baktı. Gözleri gözlerime değdiğinde kapkara gözleri bu sefer bir şeyi çözmek için bakıyordu.
Başını tekrardan önüne eğdiğinde bu sefer hiç beklemedi ve arkasını dönüp hızla benden uzaklaştı. Sokak lambasının önünde durduğunda aramızdaki mesafe çok olmasa da uzaktı. Sesini duyamazdım mesela, yüzünü zaten göremiyordum.
Bir adım attım sesini duyarım ümidiyle ama olmadı. Bir adım daha attığımda hafif yükselen sesini duydum. Sonrasındaysa telefona doğru bağırmaya başladı. Olduğum yerde kalakalırken geri adım atıp atmamak arasında kararsızdım. Geri adım atarken Miray'ın beni görme ihtimali de vardı sonuçta, ondan sonrası düşünülemezdi. Telefondaki kişiye bile böyle yapıyorsa şimdi bana neler yapmazdı.
''SEN NEDEN BAHSEDİYORSUN BE ALLAH'IN BELASI, SEN KİMSİN Kİ BUNU YAPMAYI KENDİNE HAK OLARAK GÖRÜYORSUN? KİMSİN SEN, AYLAR ÖNCE ÖLMÜŞ BİR ADAMSIN SEN, KIZ KARDEŞİNE SAHİP ÇIKMAKTAN ACİZ, ONU TUZAĞA DÜŞÜRECEK KADAR AŞAĞILIK, ADİ BİR İNSANSIN. BUNA KALKIŞMAYACAKTIN DRAKE, BU SON HAKKINDI, ŞİMDİ GİT AYNAYA DÖN VE O YÜZÜNDEKİ YARA İZİNE SON KEZ BAK, ÇÜNKÜ BİR DAHA BAKABİLECEĞİN BİR YÜZÜN OLMAYACAK''
Merak ediyordum Drake yine Miray'ı sinirlendirecek ne yapmıştı ama daha da merak ettiğim bir şey vardı. Drake'in Miray'a kurduğu tuzak.
Miray telefonu kapatıp sol elindeki çantasını yere fırlattıktan sonra sıra telefonuna gelmişti. Telefonunu fırlatacak yer aradığında ve telefonuna kıyamadığında bu sefer sıranın neye geldiğini anladım ve büyük adımlarla yanına doğru ilerleyip sokak lambasına vurmak için havaya kaldırdığı elini bileğinden tuttum.
Elini tutmamla bakışlarıyla beraber başıda bana döndüğünde aynı Tolga'nınki gibi ama ondan kat be kat öfke barından gözlerine baktım. Öyle öfkeliydi ki ağzımdan çıkacak her söz sonumu getirebilirdi. Öfke dolu gözlerine bakarak kısık ama onun duyabileceği bir tonda
''Kendine zarar verme, yapma bunu, sen o kıyamadığın telefonundan daha değerlisin''
Elini tam havada bileğinden tuttuğumda elini sımsıkı yumruk yapmış başını önüne eğmiş yere bakıyordu. Elini çekmedi, hiçbir şey söylemedi. Yalnızca yere bakıyordu. Düşüncelerini okuyamıyor, öfkeden başka ne hissettiğini bilmiyordum. Sanki mümkünmüş gibi yumruğunu biraz daha sıkmaya çalıştığında elini avcumun içine alarak zor da olsa yaptığı yumruğu açtım ve parmaklarının arasından parmaklarımı geçirerek elini sıkıca tuttum. Diğer elindeki telefon onun elini yumruk yapmasını engelliyordu. O yüzden rahattım. Kendine zarar veremezdi. Zaten ben de bunun olmasına izin vermezdim.
Başını yerden bir an olsun kaldırmadığında ve derinden aldığı nefesini titrek bir şekilde verdiğinde bir şeylerin ters gittiğini anladım. O benim elimi tutmazken ben onun elini zarar veririm korkusuyla ama ya başkası zarar verir şiddetiyle tutuyordum. Kendimi daha fazla tutamadım ve onun öfkesinden korkmama rağmen içimdekini tutamadım.
''Drake sana ne söyl-'' dediğimde başını yerden kaldırdı ve ben o an onun dolan gözlerini gördüm. İşte o an dilim düğüm oldu. Konuşamadım. Boğazımda bir yumru oluştu. Nefes alamadım. Onu öyle gördüğümde içimde bir şeylerin koptuğunu hissettim.
O ağlamamak için zor duruyordu ama olmuyordu. Akan yaşlar söz dinlemiyordu. Gözlerini kapattığında yaşlar yanaklarından süzülerek yere düştü. Öylece baktım yüzüne, uzun bir süre açmadı gözlerini, yaşlar akmaya devam etti. Daha fazla dayanamayıp tuttuğum elini bırakmadan onu kendime çektim ve sıkıca sarıldım. Çenesi omzuma değdiğinde dudaklarının arasından bir hıçkırık sesi firar etti.
Çenemi başının üstüne koyduğumda çiçeksi koku yine burnumu doldurdu. Boşta kalan elim sırtıyla buluştuğunda elime gelen saçlarını okşadım. Burnunu çektiğinde omzuma alnını yaslamıştı. Kimsenin onu böyle görmesini istemiyordu. Benim de görmemi istemezdi ama onu böyle yalnız bırakamazdım. Ben onu ilk defa böyle güçsüz, böyle kırılgan görüyordum. Tüm bunların arasında ben şu an çok büyük bir şeyin farkına varmış ve aslında her şeyi öğrenmiştim. Aslında Miray Ateş hala benim tanıdığım kadındı. Değişmemişti, tek yaptığı kendine bir kabuk yaratmaktı. Benim gerçekte tanıdığım kadın hala daha karşımdaydı. Bunu bilmek bile bana yetiyordu.
Arabanın yanında duran Arda bize doğru hareketlendiğinde elimi Miray'ın sırtından kaldırarak durmasını işaret ettim. Arda şaşkın gözlerle bana bakarken elimle ona diğer arabaya gitmesini söyledim. Miray kimsenin onu bu halde görmesini istemiyordu. O halde kimse onu ağlarken görmeyecekti. Ben hariç...
Arda diğerlerinin olduğu arabaya doğru ilerlediğinde Miray'dan uzaklaştım ve yüzüne baktım. Yanakları sırılsıklam olmuştu. Gözleri hala yaşlıydı, yaşları durduramadığı için kendisine sinirliydi. Bu sinirini de dudağını dişleyerek belli ediyordu. Önüne gelen saçlarını geri ittikten sonra yanaklarını elimin tersiyle sildim. Ağlaması dinmedi, yaşların yerine yeni yaşlar eklendi. Nedenini bilmiyordum ama bu ağlayış çaresizlikten değildi. Neden olduğunuysa Drake'ten öğrenecektim. Miray'ı bu hale nasıl ve neden getirdiyse ben de onu bu hale öyle getirecektim.
Çantasını fırlattığı yerden aldıktan sonra arabaya doğru hareketlendiğimde Miray daha arkasını dönmeden elimi sıktı. Neyden bahsettiğini anladığımda kulağına doğru eğilerek ''merak etme kimse yok, Arda diğer arabayla gelecek''
Cevabını beklemeden büyük olmamasına özen gösterdiğim adımlarla ilerledim ve ön kapıyı açarak Miray'ı koltuğa oturttum. Son ana kadar bırakmadığım elini bırakmak zorunda kaldığımda sanki vücudumdan bir parça koparılmış gibiydi.
Kapıyı kapatıp şoför koltuğuna oturduğumda Miray'ın çantasını arka koltuğa koydum ve arabayı çalıştırmadan önce son kez Miray'a baktım. Başını önüne eğmiş, kucağına ellerini açmış, yanağından süzülen yaşların ellerine düşüşünü izliyordu. Hiç düşünmeden ceketimin cebindeki kırmızı mendili aldım ve ona doğru uzattım. Yüzüme bakmadan mendili elimden aldığında kendini kötü hissetmemesi için önüme döndüm ve arabayı çalıştırarak Erdem Çanlı'nın evini ve mahallesini geride bıraktım.
Ona hiçbir zaman ağlama demeyecektim. Ağlayabilirdi. Çünkü o da insandı, o her ne kadar inkar etse de onun bir kalbi vardı. Kimsenin görmediği bir yerde ağlamasındansa benim yanımda ağlaması daha iyiydi. Kimsenin görmesini istemiyorsa öyle olacaktı ama ben bu kimsenin içinde olmayacaktım. O ağlayacaktı, o halde bende onun yanında olacaktım.
''Beni lütfen evime götür'' sessizliğini titreyen sesiyle bozduğunda o titremeyi duymam bile paramparça olmama yetmişti. Karşılık vermedim ve sadece istediğini yaptım. Onu o bombalı evine götürdüm. O evden korkuyordum. Bizzat kendisinin yerleştirdiği bahçesinin dört tarafında olan bombalardan korkuyordum. Bir gün onu oraya bıraktığımda geri alamam diyer korkuyordum. Ya orada olmazsa...
☘️
Miray Ateş
Güven demiştim ya hani tehlikeli bir şeydir diye, ondan daha tehlikeli bir şey daha vardı. O da mazi, en tehlikelisiydi ,mazide güvendiğin insanlar. Öyle bir can yakar ki her acını unutursun ve sadece ona tutulursun. Bu hayat öyle garip bir yer ki mazinle de, güveninle de, güvenmeyişinle de sınanırsın. Ben en çok güvenimle sınandım. Bu yüzdendir kimseye güvenemeyişim. Hep güvenmek istemem ama her seferinde sonunda hüsrana uğramam.
Mazi demiştim. Canımı öyle bir yaktı ki tutunabileceğim tek dalımı abimi aldı benden...
Hazırlıklı gittiğim cenazeden benim ruhumun cenazesinin çıkacağını nereden bilebilirdim ki?
Drake Boris beni yine şaşırtmayı başarmıştı. Her seferinde belki yapmaz dediğim şeyleri yüzüme vuruyor oluşu canımı yakıyordu. Bir zamanlar abim dediğim insanın, kan bağımın olduğunu bildiğim insanın canımı böyle yakması kaldırabileceğim bir şey değildi. Bu yüzdendi düşmanım dediğim insanın karşısında ağlayışım, bu yüzdendi hıçkırıklarımın susmayışı...
Onun neden bu halde olduğunu biliyordum ama o benim neden bu halde olduğumu bilmiyordu. Neden bu yaşantıyı seçtiğimi hiçbir şeyden haberi yoktu. Onun hiçbir zaman hiçbir şeyden haberi yoktu. Üç ay önce de, bir yıl önce de...
Tokamdaki gizli kameraylar, kulağımdaki küçük kulaklığımla, koluma ve bacağıma gizlediğim silah ve bıçaklarla çıktığım bu yola kalbimin kırıklarıyla geri dönüyordum.
Kulaklıktan Egemen'in ettiği küfürlerin hepsini duyuyordum. O beni görüyor, ne yaptığımı biliyordu. Her şey adım adım planlanmıştı. Parlak ve ışıltılı tokadaki küçük kamera, kulağımdaki kulaklıkla beni takip eden ve yönlendiren Egemen, her şey planlıydı. Planlı olmayan tek şey Elina Bo'nun gelişiydi.
Bugünün benim için bir cehennem olcağını uyandığım andan itibaren biliyordum. Yağız'ın nedensizce tokamı düzeltişinden tutunda Drake'in beni arayışına kadar her şey bugünün benim için olmadığının bir işaretiydi. Durmayan gözyaşlarıma kadar bugün her şey tersti.
Yağız Karahanlı beni ilk defa ağlarken görmüştü. İmkanım olsaydı bunu görmemesini sağlardım ama yoktu. Yaşlarıma sözüm geçmiyordu. Düşmanım dediğim adam bile omzunda ağlamama izin vermişti ama abim dediğim insan benim ağlamama sebep olmuştu. İşte güven buydu. Güvendiğin insandan ihanet, güvenmediğinden merhametti.
Drake'in ihaneti Elina'nın gelişinden daha çok yakmıştı canımı, bu sefer gerçekten inanmıştım verdiği sözü tutacağına...
Araba evimin önünde durduğunda iyi miydim yoksa kötü müydüm bilmiyordum. Tek hissettiğim duygu acıydı. Kalbimin acıdığıydı. Bu acıda diğerleri gibi olmuştu ama nedense daha çok yakmıştı canımı, sanki ilk defa ihanete uğruyormuş gibi...
Yağız'ın yüzüne bakmadan ''getirdiğin için teşekkür ederim'' dedim. Bu ses bana mı aitti yoksa içimde kırılan kız çocuğuna mı aitti?
Ondan bir cevap gelmediğinde kapıyı açtım ve inmek için hareketlendiğimde kolumdan tuttuğunda başımı çevirip ona baktım. Üzgün ama bir o kadar da öfkeli bakışlarının arasından
''Seninle gelmemi ister misin?'' Sorusuna karşılık buruk bir gülümseme gönderdim ve başımı iki yana sallayarak istemediğimi gösterdim. İnmeden önce bana verdiği kırmızı mendili ona verdiğimde o da bana arka koltuktaki çantamı verdi. Evime doğru ilerlediğim bacaklarım beni taşıyamıyor gibiydi.
Ben içeriye girene dek araba evin önünde durdu. İçeriye girdiğimdeyse beni Egemen karşıladı. Evimde olduğunu biliyordum. Neredeyse bütün gününü burada geçiriyordu. Benim yüzümden.
Kapıya yaslandığımda başımı yerden kaldırıp yüzüne baktım. Yağız'ın ifadesinin aynısı vardı. Öfke ve üzüntü.
Acınacak bir durumdaydım. Abisinin ihanet ettiği bir kadındım. Bu benim suçum değildi ama bunu yaşayan bendim. Peki benim suçum neydi?
Ben hiçbir şey söylemeden gözümden bir yaş firar ettiğinde Egemen beni kendisine çekip sıkıca sarıldı. Artık yaşları tutamayacak bir boyuttaydım. Gizleme gereği duymuyordum, çünkü yanımda o vardı. Egemen Taşlı. Abim yerine koyduğum o adam.
''Hepsi geçecek, bu yaptığını ona ödeteceğiz'' kurduğu cümle beni kendime getiren şey oldu.
Ondan uzaklaşarak yaşlı gözlerimle yeşil gözlerine bakarak ''ödeteceğiz'' dediğimde başını sallayarak beni tekrar etti.
Gözümden düşen yaşları ve boğazımdaki yumruyu önemsemeden konuşmaya devam ettim.
''İntikam ateşi tekrar harlanacak ve ben bu saatten sonra ne rüzgarı dinleyeceğim , ne de suyu''
☘️
Üzerimi değiştirmek için odama çıkmıştım ve Egemen de bize yiyebileceğimiz bir şeyler hazılamak için mutfaktaydı. Artık ağlamıyordum çünkü ihanete alışmıştım. Bu hayatta hiçbir zaman ağlamaktan korkmadım. Ben sadece ağlamaktan değil insanların önünde ağlamaktan korkuyordum. Onlara bir koz veririm düşüncesiyle hiç onların önünde ağlamadım. Hep gizliydi ağladığım yerler, bir ormandı mesela, bir sahil kenarı...
Egemen'le konuştuktan sonra ağlamayı bıraksamda içimde bir yerlerlerde bir kız çocuğu hala daha ağlamaya devam etti, ediyordu da, bugünlük susacak gibi durmuyordu.
Aşağıya Egemen'in yanına indiğimde Egemen beni kafama taktığım siyah şapka, üzerime giydiğim siyah ceket, siyah eşofman ve ayağımdaki siyah postallarla görünce epey bir şaşırdı.
Yeşil gözlerindeki şaşkınlık kısa sürse de yüzündeki ifade değişmemişti.
Başımdaki şapkayı çıkardıktan sonra saçlarımı geri attıktan sonra yeşil gözlerine bakarak
''Yürüyüşe çıkacağım'' dediğimde elindeki çay bardağını mutfağın köşesindeki masaya bırakarak bana döndüğünde
''Tamam o zaman, bekle ben de hazırlanıp geleyim'' gitmek için hareketlendiğinde ve tam yanımdan geçerken onu kolundan tutarak durdurdum.
''Gerek yok, yalnız kalmak istiyorum''
Egemen bir kolundaki elime bir de bana bakarken sözlerime anlam veremiyor gibiydi. Başını hızla iki yana sallayarak
''Hayır bu olmayacak, seni yalnız başına hiçbir yere göndermem, gideceksen beraber gideceğiz''
Ciddi ifadesine karşılık buruk bir tebessüm gönderdim. Drake'de böyle olsa ne olurdu?
Gözlerimi kısa bir anlığına kapattım ve derin bir nefes aldıktan sonra geri açtım. Egemen pür dikkat beni izliyordu. O da korkuyordu, benim neye dönüşeceğimden ve en çok da üzülmemden...
''Söz bir şey olursa seni arayacağım ama lütfen yalnız gitmeme izin ver. Benim iyiliğimi istiyorsan bunu yap Egemen''
Ne hissettiğimi, ne yapacağımı biliyordu. Ve o bildiği şeyleri yaşamaktan korkuyordu.
Benim az önce yaptığım gibi gözlerini kapattı ve derinden bir nefes alarak gözlerini açtı. Gözlerimiz tekrar buluştuğunda ağzından çıkacak sözler onu zorluyor olacak ki elini sıkı bir yumruk yapmıştı.
''Peki dediğin gibi olsun ama'' dediğinde boşta kalan elini kaldırıp işaret parmağını bana doğrultarak ''söz verdin, unutma bir şey olursa arayacaksın, sana inanıyorum çünkü benim tanıdığım Miray Ateş verdiği sözleri tutar''
Gülümseyerek başımı salladığımda kolunu bıraktım ve saçlarımı toplayıp şapkamı başıma geçirdikten sonra ona asker selamı verdim ve ona arkamı dönerek kapıya doğru yol aldım.
Kapıyı açıp dışarıya çıktığımda temiz hava yine yüzüme çarpmıştı ama bu sefer yüzümde yaralarım yoktu. İyileşmişlerdi. Bileklerimdeki izler daha da azalmıştı. Ceketimin önünü tamamen kapattıktan sonra ceketin şapkasını da başıma geçirdim ve bahçe kapısına doğru ilerledim. Vücudum bana ağır geliyordu. Bacaklarım beni taşıyamayacak gibiydi.
Ellerim ceketimin cebinde öylece sokakta yürüyordum. İnsanlar geçiyordu yanımdan hiçbirinin yüzüne bakmıyordum. Birkaçı çarparak geçti. Başımı kaldırıp isyan etmedim. Bağıranlar oldu, sessiz kaldım. Çünkü ben içimdeki çığlıklarla uğraşıyordum. Varacağım yere kadar sessiz kalmalıydım. Kendimi dinlemeliydim. Oraya vardığımdaysa kendim beni dinleyecekti. Bu sefer susmayacaktım. Son kez de olsa bağıracaktım. Sesim kısılana dek...
Yürüdüm, yürüdüm. Uzunca bir süre yürüdüm. Gideceğim yerin uzak olduğunu bilmeme rağmen yürümeyi seçtim. Kimseyle konuşmak istemedim. Sesimi birisi duysun istemedim. Her zaman istediğim gibi...
En sonunda yerde asfaltın, etrafta binanın olmadığı, insanların uğramadığı sadece ve sadece ağaçların hakim olduğu o yere geldim. Ormana...
☘️
Yağız Karahanlı
İçimdeki sese engel olamadım. Gitme diyordu ses, gitme, yalnız bırakma onu, öyle de yaptım gitmedim. Evinin önünde değilde sokağın başında bekledim onu, ağlamamasını diledim. Hep mutlu olsun istedim ama bugün o olmadı. İlk defa ağladığını gördüm. Benim için değil ama onun için ben düşmandım ve o hiç yapmayacağı bir şeyi yaptı. Karşımda ağladı. Eminim ki o bundan pişmandı ve elinde olsaydı bunu yapmazdı ama değildi. Benimse burada tek dert ettiğim şey onu o hale getiren Drake'ti. Şu an tek isteğim ve tek dileğim onu o hale hatta daha beterine getirmekti.
İki katlı bahçeli, şirin görünen bir ev, kim derdi ki bu evin bahçesinde dört tane bomba var diye, niye yerleştirirsin ki yaşadığın evin bahçesine bombayı? İnsan hiç mi sevmez canını, bu kadar mı nefret eder kendinden, bu kadar mı korkmaz ölümden?
Tüm bu düşüncelerimi bölen ve dikkatimi üstüne toplayan şey bahçe kapısında beliren siyah giyinimli birisiydi. Başında yüzünü gizleyen siyah bir şapka vardı. Tam anlamıyla siyahtı. Daha dikkatli baktığımda bu kişini Miray olduğunu fark ettim. Yürüyüşü, adımlarındaki sağlamlıktan gerçekten bu oydu. Normalinden farklıydı, başı önündeydi ve ben onu hiç başı önündeyken görmemiştim. Yürürken bile...
Böyle giyinmiş nereye gidiyordu? Evde kalır sanıyordum. Kendini ne çabuk toplamıştı? Ya da kendini toplamak için nereye gidiyordu?
Arabayı kilitleyip peşinde ilerlediğimde beni fark etmemesi için aramızdaki mesafeyi korumam gerekiyordu. İyi olduğundan ya da olacağından emin olmam gerekiyordu.
Onu takip ettiğim süre boyunca başını yerden kaldırmadı. Ona şirketteki ilk gününde tacını düşürme demiştim. O da kendinden emin bir şekilde kimse düşüremez demişti. Ama şimdi o tacı kaldırmak için bir hamle bile yapmıyordu. O zaman onu ve tacını ben kaldıracaktım.
Bir adam yanından geçerken bile isteye ona çarptı ve söylenerek yoluna devam etti. O ise başını kaldırmadı, hiçbir şey söylemedi. Adamsa gülerek bana doğru geliyordu. Onu öyle görünce sinirden çenem kasıldı ve ben de bütün gücümle o adam çarptım. Adam çarpanın etkisiyle yere düşerken yüzündeki gülümseme son bulmuştu.Acıyla inleyip omzunu tutarken söylenmeyi de ihmal etmiyordu.
''Önüne baksana kardeşim, kocaman yer nereye sığamadın mı, omzum çıktı resmen'' göz ucuyla Miray'ı kontrol ettikten sonra adama doğru eğildim ve kısık ama duyabileceği bir tonda
''Eğer bir daha bir kadına az önceki gibi çarparsan, çıkan tek yerin omzun olmaz, bütün kemiklerinin yerini değiştiririm senin, anladın mı beni?''
Adam kocaman gözlerle bana baktığında yerden kalktı ve karşıma dikildi. Az önceki gibi geniş bir şekilde gülümsediğinde alayla
'' Hayır anlamadım. Sen kimsin de ben senin sözünü dinleyeceğim'' dediğinde iğrenici bir ifadeyle beni baştan aşağı süzerek
Aynı onun gibi güldüğümde kısa bir süre gözlerimi kapatıp boynumu omzuma yatırdım.
''Ben şimdi sana kim olduğumu gös-'' tam bir şey yapmak için hareketlendiğim sırada çalan telefonumla olduğum yerde durdum. Gözlerimi karşımdaki adamdan ayırmadan telefonu cebimden çıkardım ve arayanın kim olduğuna bakmadam çağrıyı yanıtladım. Kimin aradığına bakma gereği duymamıştım, çünkü kimin aradığını az çok tahmin ediyordum.
Telefonu kulağıma dayadığımda karşımdaki adamdan da gözlerimi ayırmıyordum. Hissediyordum onda hoşuma gitmeyen bir şeyler vardı.
''Patron neredesin, arabayı bırakıp gitmişsin iyi misin?'' Arayanın Arda olduğunu sesini tanımamdan öte sorularını art arda sıralamasından bile tanırdım.
''İyiyim'' dediğimde karşımdaki adam daha fazla bana katlanamayağını belli edercesine gözlerini devirdiğinde yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü. Omzuma çarpıp geldiğim yöne doğru gittiğinde arkasından öylece baktım. Onu durdurma gereği duymuyordum çünkü onu karşılayacak başka insanlar vardı.
''Bir işim vardı, o yüzden bıraktım arabayı, onu bırak şimdi, sana birisini tarif edeceğim sizin bulunduğunuz yere doğru geliyor. Onu alın ve bir süre bizim misafirimiz yapın, burnuma hiç iyi kokular gelmiyor'' dediğimde hala daha adamın gidişini izliyordum.
''Tamamdır patron, nasıl biri?''
Uzaktan da olsa adamın üzerindeki eşyalara baktım ve olabildiğince onu tarif ettim.
''1,80 boylarında, lacivert ceket, siyah pantolon giyen, sürekli sırıtan, taralı saçlı, elinde küçük kahverengi küçük bir çantası olan, gevşek birisi yürüyüşünden tanırsın zaten''
''Gözleri ne renk?'' Gelen soruya gözlerimi devirdiğimde onun bunu göremeyeceğini düşünüp tepkimi sesli vermeyi tercih ettim.
''Gözlerinin rengini ne yapacaksın Arda, durun beyefendi ben sizi çıkaramadım, bir gözünüze bakayım mı diyeceksin, kıyafetlerinden bul işte adamı''
''Ama patron'' dediğinde bu olanlar sırasından Miray'ın hareket ettiğini hatırlayıp arkama döndüğümde aramızdaki mesafenin epey açıldığını görmemle o yöne doğru ilerlemem bir oldu.
''Amayı mamayı boş ver dediğimi yap, kapatıyorum, acil durum olmadıkça arama beni, işim var''
Arda'nın cevabını dinlemeden telefonu yüzüne kapattığımda Miray ara sokağa girdi. Olabildiğince büyük adımlarla peşinden gittiğimde aramızdaki mesafeyi de korumaya çalışıyordum.
On beş ya da yirmi dakikanın sonunda bir ormanın önünde durduğumda Miray'ın beni nereye getirdiğini bilmiyordum. Tek bildiğim bir orman olduğuydu. Ne için buralara kadar gelmişti? Öğrenmenin tek yolu takibe devam etmekten geçiyordu.
Buraya hiçbir adamımı almadan gelmiştim. Tuzak mı diye düşünmemiş, sadece ve sadece ona güvenerek, inanarak buralara kadar gelmiştim. Şu an beni koruyacak, can güvenliğimi sağlayacak tek şey belimdeki silahımdı.O da bir yere kadardı.
Ben düşüncelerimin arasında gezerken Miray çoktan ortadan kaybolmuştu. Yol boyu kaybetmediğim kadını, bir ormanda kaybetmiştim. Etrafa baktığımda kimse yok gibiydi. Hiçbir ses yoktu. Şehirden uzak, sadece ve sadece doğanın olduğu bir yerdi burası.
Miray çoktan gözden kaybolmuştu. Peşinden gitmek için hareketlendiğimde ormanın içinden bir çığlık sesi yükseldi. O an aklıma gelen tek şey bunun da bir tuzak olup olmadığıydı.
Ya tuzaksa diye düşündüm ama ya değilse?
Belimden silahımı çıkarıp temkinli bir şekilde ormanın içine daldığımda sesi duyduğum yöne doğru ilerledim. Etrafta ağaçtan, çalıdan başka bir şey yoktu. Sık sık ağaçların arasında dolaşırken ormanın içinden bir çığlık sesi daha yükseldiğinde elimdeki silahı daha sıkı tuttum. Bu ses hakkında tek bildiğim bir kadına ait olduğuydu. Dileğimse Miray'a ait olmamasıydı. Bu sesin onun olmasındansa birisini esir almasını yeğlerdim.
Tekrardan sesin geldiği yöne doğru hareket ettiğimde aynı zamanda da etrafı inceliyor, nereden geldiğimi unutmamaya çalışıyordum. Ama burada her şey aynıydı. Sanki kopya gibiydi, aynı çalıdan ileride hatta onun da ilerisinde bir tane daha vardı ve bunlar benim bütün yolumu kaplıyordu. Anlamsızca, nereye gittiğimi bilmeden ormanın içine doğru ilerlediğimde bir yerden sonra tam anlamıyla yön bilincimi kaybetmiştim. Nereden geldiğimi bilmiyor, nereye gideceğimi kestiremiyordum.
Temkinli adımlarımla vazgeçmeden ilerlediğimde adımlarımın duraksamasına sebep olan, büyük yeşil bir çadırla karşılaştım. Büyük bir çadırdı, önünde odunlar yığılıydı ama yanında kimse yoktu.
Çadıra doğru ilerleyeceğimde bir hıçkırık sesi duraksamama sebep oldu. Çadırın ilerisinden gelen bu sese karşılık yönümü oraya çevirdiğimde benim her adımımda hıçkırık sayısı da artıyordu.
Çadırı arkamda bırakıp sesi takip ettiğimde işte o an aradığım kişiyi bulmuştum. Miray, çalıların arasına sinmiş, dizlerine kendine çekmiş, başını kollarının arasına gömmüş ağıyordu. Herkesten uzakta, kimsenin olmadığı ve ağladığını kimsenin bilmesini istemediği bu yerde gözyaşlarını özgür bırakmıştı.
Silahı belime yerleştirdikten sonra sessizce yanına oturdum ve başındaki şapkayı çıkarmaya yeltendiğimde sertçe bileğimden tuttuğunda başını kollarının arasından çıkarıp kim olduğuma baktı. Şu ana kadar yanına geldiğimi fark etmemişti, öyle ihtimal vermemişti ki peşinden birisini geleceğine donakalmıştı.
O şaşkınlıkla bana bakarken ben ona, ağlamaktan sırılsıklam olan yüzüne bakıyordum. Karanlığa gömülü gözleri yaşla dolmuş, artık bir şeylerin olmaması için kendini tutmuyordu.
Tuttuğu bileğimi önemsemeden onu hızla kendime çekip sıkıca sarıldım. Normalde olsa beni ittirir, benden kurtulmak için çırpınırdı ama şimdi öyle güçsüzdü ki hiçbir şey yapamıyordu.
Ağzından sadece ''sen, nasıl?'' Diye bir soru döküldüğünde sesi güçsüz çıkmıştı. Evet, onun sesi güçsüz çıkmıştı. En başından beri biliyordum bir şeyler gizlediğini ama kendini gizlediğini tahmin etmemiştim. Sadece değiştiğini düşünmüştüm.
''Beni nasıl buld-, takip mi ettin?'' Şaşkın sesini üstüne ondan ayrıldım ve dolu, simsiyah gözlerine bakarak
''İyi olmadığını biliyordum, seni yalnız bırakamazdım''
Havalanan kaşlarının arasında sertçe yutkunduğunda bakışları yere kaydı. Kısa bir an bir şeyler düşündü ve beklemediğim bir anda oturduğu yerden kalkarak bana arkasını döndü. Aynı onun gibi yaptım ve oturduğum yerden kalktım. Gözündeki yaşları sildikten sonra burnun çekti ve bana dönerek ''iyiyim bir şeyim yok benim, ben sadec-''
''Sen sadece yoruldun Miray, sadece yoruldun'' dediğimde bunu duymasıyla gözünden bir damla yaş süzüldü ve çenesine doğru yol aldı.
Gözlerimin içine yalvarır gibi baktığında düşen yaşları önemsemeden ''bunu neden yapıyorsun, neden benimle uğraşıyorsun, ben senden yardım istemedim, senden tek istediğim bana düşman olmandı. Ben sana düşmalığımı ilan ederken sen neden bana böyle davranıyorsun, NEDEN YAPIYORSUN BUNU?''
''ÇÜNKÜ ÜÇ AY ÖNCE TANIDIĞIM KADINA NE OLDUĞUNU MERAK EDİYORUM. Gülen yüzünü ne soldurdu, bu hale gelmenin tek sebebi o haberlerin olmadığı ortada, kim ne yaptı sana, bir söyle, bir anlat, ben neyi kaçırdım, şu anda neden ağladığını bile bilmiyorum ama seni teselli ediyorum. Ağlamanı istemiyorum ama ağlayacaksan bile benim yanımda ağla, nedenini bileyim en azından, sana düşman olmayacağımı söyledim sana neden hala bana böyle davranıyorsun, NEDENİ NE?''
''ABİSİNİN BİLE ÖLÜME YOLLAMAK İÇİN CAN ATTIĞI, SIRF ONU ÖLDÜRSÜN DİYE YURT DIŞINDAN DÜŞMANIN ÇAĞRILDIĞI BİR KADININ YERİNDE SEN OLSAYDIN NE YAPARDIN, BAŞKASINA GÜVENİR MİYDİN, İNANIR MIYDIN MERHAMETİNE?''
Gözünden bir yaş daha düştüğünde duyduklarım karşısında kalakalmış, doğru duyup duymadığmdan emin olmaya çalışıyordum.
Benim yanımda abilik taslayıp sanki onu koruyormuş gibi tavırlar sergileyen Drake, kardeşine acımamıştı. O gün ona, gerçekten bir kalbinin olduğuna inanmıştım. Her ne kadar düşmanım da olsa ben onun kardeşini sevdiğine inanmıştım. Gözlerinin doluşu, sesinin titremesi her şeyiyle yalandı. Miray'ın bahsettiği, insanlara güvenmemesinin sebeplerinden birisi de Drake'ti.
Bunu nasıl anlamam, anlayamam. O bana bunu söylemişti, o gün Drake'le karşı karşıya geldiğimde ama ben o gün tam emin olamamıştım. Şimdi tam anlamıyla emindim. Onun nasıl birisi olduğunu ve neler yapabileceğinin artık farkındaydım.
Miray gözünden düşen yaşlara engel olamadığında arkasını döndü ve sessizce çadıra doğru yürüdü. Bense hala daha Drake'in böyle bir şeyi nasıl yapabildiğine şaşırıyordum. Dünyada kız kardeşinden başka kimsesi olmayan bir adamın kardeşine bunu yapacağı kimin aklına gelirdi ki, annesiyle babasını kaybetmiş iki çocuğun birbirlerine destek olması gerekirken kardeşini öldürme planı yapması ne kadar adildi?
Daha fazla beklemeden Miray'ın peşinden ilerlediğimde önümden burnunu çeke çeke ilerledi ve çadırın hemen yanında, ne zamandır orada olduğundan bi haber olduğum banka oturdu. Hiç beklemeden ben de yanına oturduğumda pür dikkat onu izliyordum.
Başı önüne eğikti, kafasındaki şapkadan yüzünü göremiyordum. Uzanıp şapkayı tuttuğumda yavaşça şapkayı çıkardım. Siyah saçları omuzlarına serpilirken, şapkayı aramıza koydum ve yine cebimdeki kırmızı mendili çıkarıp ona uzattım.
Mendili gördüğünde istemsizce gülümsedi. Bu yine içten bir gülümseme değildi, buruktu, hem de bu zamana kadarki en buruk gülümsemesiydi.
Mendili açıp yüzüne kapadığında yüzünü görmemi istemiyor gibiydi. Aynı onun gibi buruk bir şekilde gülümsediğimde kendimi tutamayıp ona doğru yaklaştım ve yüzündeki mendile uzanıp mendili özenle tutarak gözünden düşen yaşları teker teker sildim. Başını yerden kaldırdığında gözlerimizin buluştuğu sırada onu tatmin etmek amacıyla
''Ağlamak kötü bir şey değil, bunu insanlardan gizlemene gerek yok, aksine ağlamadığında sorun vardır. Eğer yaşlarını gizlemekte kararlıysan bu kişilerin arasına beni dahil etme, mutlu anını göremiyorum bari üzüntünde yanında olayım, en azından buna izin ver'' dedim. O bana şaşkın şaşkın baksa da ona aldırış etmedim. Benim şu an ilgilendiğim tek şey gözleriydi. Karanlık ama bir o kadarda güzel, yaşlarla dolu olmasına rağmen güzelliğini hiçbir şeyin perdelemesine izin vermiyordu.
Her bir yaşı silerken yaşların yerine yenileri ekleniyordu. Bu yarım saat kadar böyle devam etti, hıçkırık sesleri, düşen göz yaşları hepsi, yarım saat sürmüştü. O ağladı ve ben düşen her yaşı sildim. En sonunda ağlamaktan bıktığında saçlarını geriye itti ve elleriyle yüzüne hava yaparak
''Neden bırakmıyorsun peşimi?'' Az önceki olaya geri dönmüştük, mendili katlayıp cebime geri koyduğumda her hareketimi izliyordu. Başımı kaldırıp kızarmış gözlerine bakarak
''Az önce dedim ya 'tanıdığım kadına ne olduğunu merak ediyorum' diye''
İfadesiz bir şekilde bana baktığında ben de ona baktım ama benimki ifadesiz bir bakış değildi.
''Tanıdığın kadın nasıl birisiydi?''
Oturduğum yerde doğrularak ''tanıdığım kadın çok güçlü birisiydi. Gülüşüyle, duruşuyla, her hareketiyle... Ne kadar sert dursa da içindeki mutluluğunu gizlemeyen, bir gülüşüyle herkesi mutlu edebilen bir kadındı'' benim sözlerimle kendisini dinliyordu ve beni dinlerken kısa bir süre dalmıştı. Onun da kendisini özlediğini o an anladım. Aklı hala daha geçmişteydi, kendindeydi.
''Ama'' dediğimde dikkatini tekrardan bana verdi.
''O kadın değişti. Gerçekten ne oldu o kadına Miray?''
Uzun bir süre düşündükten sonra bir çırpıda ''öldü'' dediğinde neye uğradığımı şaşırmıştım. Onun yanında ölüm kelimesinin geçmesi bile beni rahatsız ediyordu.
''Drake öldürdü, ben öldürdüm, insanlar öldürdü ve dahası güvendiklerim öldürdü'' artık ağlamıyordu. Buna gözünde yaş kalmadı da denilebilirdi.
Nedenini sormak istesem de yapamadım, dilim varmadı, dilim varsa içim sormayı reddediyordu.
''Merak ettiğin şeyi sorabilirsin, bu sefer de ben sana izin veriyorum'' dediğinde bunu bu kadar belli ettiğimi düşünmemiştim. Gerçekten bu kadar belli miydi?
''Hayır sen hiçbir şeyi belli etmedin, ben sadece tahmin ettim''
Kaşlarım havalanmış ona bakarken yüzünde bir gülümseme oluşmuştu, içtendi. Evet evet o gülümseme içtendi.
Oturduğum yerde doğrulup ceketimi düzelttiğimde çok kısa bir an aklımdaki soruyu sorup sormamak arasında kararsız kaldım ama onun bakışlarının üstüne derin bir nefes alarak sorumu sordum.
''Beni yanlış anlamanı istemiyorum, sorum sadece merakımdan'' dediğimde durup tepkisine baktım. Cümleme anlayışla başını salladığında simsiyah gözlerine bakarak devam ettim.
''Biz kötü adamlar'' Miray tekrardan içten bir şekilde güldüğünde, gülmesinin sebebinin ne olduğunu biliyordum. Aklına ilk karşılaştığımız andaki konuşmamız gelmişti. Kötü Adamlar Derneği...
''Genellikle bize bir şey yapılmadığı sürece kimseye bir şey yapmayız. Yani'' dediğimde duraksadım ve Miray'ın tepkisine baktım. Gözlerini gözlerimden ayırmadan ''devam et'' dediğinde sertçe yutkundum ve dediğini yaparak kaldığım yerden devam ettim.
''Yani sen Drake' e ne yaptın da o sana böyle bir karşılık verdi, daha doğrusu bu savaş neden başladı?''
Yine gülümsediğinde bakışlarım dudaklarına kaydı. Her zaman ince bir çizgi olan dudakları bugün ilk defa alması gerektiği şeklini alıyordu. Dudağını dişlerinin arasına alıp kemirdiğinde sessizce vereceği cevabı bekliyordum.
'' Bu savaş nasıl başladı, şöyle ki ben onun çok ama çok sevdiği iki insanı öldürdüm''
Anlamaya çalışıyordum, çok sevdiği iki insan, kimi öldürmüş olab-, nasıl yani gerçek miydi, yapmış olabilir miydi, Miray annesini ve babasını öldürmüş olabilir miydi? Bunu yapmış mıydı, kendine acımayan kadın ailesine de acımamış olabilir miydi? Artık onun birisini öldürebileceğini düşünüyordum, çünkü o gün onun gözlerinde bunu görmüş ve inanmıştım, içim her ne kadar bunun olmamasını istese de...
Aklım ailesini öldürdüğünü söylese de kalbim bunu inkar ediyor, yanlış düşündüğümü söylüyordu. Drake ailesinden başka kimi sevmişti? Bildiğim kadarıyla evli değildi, kim vardı ki?
Ben düşüncelerimin arasında boğulurken Miray gülerek bana baktı ve konuşmasına devam etti.
''İstersen buna cinayet itirafı de, istersen git beni polise şikayet et, şu saatten sonra hiçbir şey umurumda değil, canım yanacağı kadar yandı zaten. Baksana ne hale geldim. Düşmanım dediğim adama dertlerimi anlatıyorum, çaresizlik mi diyorlar buna?''
Sözleri her ne kadar ağırmış gibi dursa da haklıydı. Şu an düşmanım dediği insana içini döküyordu. Ama kabullenemediği ya da kabullenmek istemediği bir şey vardı, ben onun düşmanı değildim.
''Drake'in yaptığı şeyde seni bu kadar etkileyen şey ne peki, bu kadar ağlamanın tek sebebi, Elina'yı çağırması mı gerçekten, seni biraz tanıdıysam tek sebebi bu değildir''
Alayla güldüğünde başını önüne eğdi ve parmaklarıyla oynayarak
''Beni gerçekten iyi tanımışsın, tek sebep bu değil'' parmaklarıyla oynamayı bırakıp, başını kaldırdı ve alaylı gülümsemesiyle konuşmasına kaldığı yerden devam etti.
''Söz, benim bu hayatta en çok değer verdiğim şeydir. Beni tanıdığın üzere ben bir söz verdiysem ne olursa olsun tutarım. İnsanlardan da bunu beklerim ama o benim beklentimi karşılamadı, bana verdiği sözü tutmadı, ona bu konuda güvenmiştim. Kimseye güvenmediğim kadar güvendim ona, verdiği söze, belk-''
Sesi titrediğinde gözünden bir damla yaş süzülmüştü. Gözlerini kapatıp derinden bir nefes aldığında yüzündeki gülümsemeyi gördüm. Ağlıyordu ama gülümsemekte istiyordu, hem mutlu hem de mutsuzdu.
Gözlerini açmadan ''belki dedim, o beni zayıf noktamdan vurmaz. Belki bana verdiği sözü tutar da beni düşmanlarımdan korur. Abin ya, güvenmez misin ona?''
Bu bir soru değildi, bu bir kabullenme çabasıydı. İnanmak için her şeyinizi vereceğiniz bir konuda hiçbir şeyinizin olmamasıyla biten bir döngü...
Şimdi daha iyi anlıyordum onu, neden o kadar çok şaşırdığını ve neden kendine gelemediğini, bir nevi ihaneti yaşamıştı. Hem de en yakınından...
Miray gözünden düşen yaşları silerken bir yandan da gülmeye başlamıştı. Tabii ya ağlamanın son noktası gülmeye varıyordu. Kahkaha sesi ormanı doldururken bense ne yapacağımı bilemiyordum. Öylece ona bakıyordum.
Birden ayaklandığında kollarını iki yana açıp başını gökyüzüne kaldırdı ve olduğu yerde dönmeye başladı. Durduğundaysa sendeleyerek bana doğru bir adım attı.
''Ne dersin Bakırköy'e gitmeye hak kazandım mı?'' Güldüğünde ben de güldüm. Mutluydu ya da değildi ama gülüyordu. Hem de en içten haliyle, yanında delirebileceği birini arıyordu, şimdilik beni bulmuştu ya da ben onu bulmuştum.
O her şeyini bana anlatırken ben de içimde tutamayarak
''Korkuyorum'' dediğimde ona bir şeyi itiraf ediyordum.
Olduğu yerde durup kaşlarını çatarak bana baktı, tabii birazda şaşkındı.
''Elina'nın sana bir şey yapmasından korkuyorum'' yüzündeki şaşkınlığı yerini buruk bir gülümseme aldığında konuşmasına fırsat vermeden devam ettim.
''Bugün cenazede cebimden siyah bir kağıt çıktı. Yanımda olduğun için, beni seninle tehdit etti, gelip geçici olabileceğini söylüyordu''
Merakla başlayan bakışları yine alaylı gülümsemesiyle son bulmuştu. Gülerek yanıma doğru geldi, neden güldüğünü bilmiyordum. Ona korktuğumu söylediğim için mi gülüyordu?
Ellerini ceplerine atarak karşımda dikildiğinde oturduğum yerden ona bakıyordum.
''Vay be, ne yalan söyleyeyim Karahanlı senden korkuyorum kelimesini duymayı beklemiyordum'' gülümsediğinde içimin ısındığını hissettim. O artık gülüyordu ve bunu gizlemiyordu.
Alayla gülerek ''hala Karahanlı mı diyeceksin?'' Soruma en sevdiğim hareketiyle karşılık verdi. Gözlerini devirerek...
Sorduğum soruyu görmezden gelerek ''Elina beni öldüremez'' dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım, o bunu fark ederek devam etti.
''Aylar önce nedensizce bir not almıştım ben de, rengi siyahtı. İçeriği de pek farklı değildi'' oturduğum yerden kalkarak meraklı gözlerle ona baktığımda duruşunu hiç değiştirmeden devam etti.
''Seni öldürmeyeceğim sevdiklerinin acısıyla yaşayacaksın aynen böyleydi. O gün biraz endişelemiştim ya da korkmuştum ama o günden sonra hiçbir şey umurumda olmadı. Neden mi, çünkü sevdiğim kimse kalmadı. Ölmediler ama ölmüş gibi oldular''
Yine gülümsüyordu, sanki somurttuğu her günün intikamını alıyordu. Onun için intikam bu muydu, gülümsemek...
''Benim için korkma, sen aileni düşün, Rüya'yı, ikizleri, Nihal ablayı, Demir'i, yurt dışındaki anneni babanı düşün, beni bırak, geriye kırıkları kalan bir kadının sana faydası olmaz aksine zararı olur''
Hayır hayır Miray annesiyle babasını öldürmüş olamazdı. Başkasının ailesini düşünen birisi kendi ailesini yok edemezdi. Yanlış bir düşüneceye kapılmıştım. Doğrusunuysa o anlatana kadar öğrenmeyecektim.
İlk defa bana yaralarını gösteriyordu. Bak burası kanıyor diyordu. En çok kanayan yarasıysa abisiydi. Dik duruşundan ödün vermeyen kadın, abisi tarafından yıkılmıştı.
Buruk bir gülümseme daha dudaklarından silinirken telefonu çalmaya başladı. Miray bakışlarını benden ayırmadan cebindeki telefonu çıkardı ve sonrasında ekrana bakarak kimin aradığına baktı. Bu sefer yüzü düşmemişti, belli ki arayan Drake değildi.
Telefonu açıp kulağına götürdüğünde pür dikkat onu izliyordum. En sonki telefon konuşmasından sonra gözüm üstündeydi.
''Efendim abicim'' dediğinde telefondakinin kim olduğunu merak etmiştim. Dikkatle ona bakarken o bunu fark etti ve telefonu kulağından çekerek ekrandaki ismi bana gösterdi.
Emre yazısını görmemle kaşlarım çatıldı. Miray, Emre'ye abi mi diyordu? O zaman o gün o söylediği kelime ve diğer söyledikleri, yine bir yanlış anlaşılma daha...
Telefonu tekrardan kulağına götürdüğünde Emre'nin bir şey söylemesi üzerine Miray gülümseyerek
''Hayır ağlamıyorum, gayet mutluyum'' dediğinde bakışlarımız tekrar buluştu. Mutlu değildi, sadece rol yapıyordu ve bunu onun bilmesini istemiyordu. Rolünde iyiydi, onun az önce ağladığını görmesem ben bile inanırdım.
''Sesim mi... sana öyle gelmiştir, garip falan değil''
Rolünde iyi demiştim, sorunun karşısındaki kişide olduğuna inandırmaya çalışıyordu.
''Hayır abicim sana yalan söylemiyorum, neden böyle bir şey yapayım ki?'' Yüzünü asıp gözlerini devirdiğinde telefondan gelen komutla gözlerini kocaman açarak etrafına baktı.
''Gözlerimi falan devirmedim, nereden çıkarıyorsun bunları?''
Gülerek ona baktığımda yalandan bir kızgınlıkla bana baktı ve telefondan gelen sesle tekrardan şaşkına uğradı.
''N-ne hemen eve mi geleyim, akşam ezanından önce mi, abi ne di-'' konuşmasına bitirmesine fırsat vermeden telefon kapandığında uzun süredir tuttuğum kahkahamı daha fazla tutamayıp gülmeye başladığımda ormandaki tek ses benim kahkaha sesimdi.
Miray'sa elinde telefonla kalakalmış ,ağzı açık bir şekilde bana bakıyordu.
Gülmelerimin arasından ''bence biz hemen gidelim birazdan ezan okunur'' dediğimde Miray ciddi tutmaya çalıştığı ifadesiyle
''Gülme'' dedi ama ben onu umursayamadım. Telefonunu cebine koyduğunda ben hala daha onunla dalga geçiyordum.
''Sen git mafya ol, milleti hizaya getir, meydan oku ama eve akşam ezanından önce git, oldu mu bu şimdi?'' Tekrardan bir kahkaha attığımda Miray üstüme doğru gelerek2
''Gülme dedim sana'' dediğinde kendisi de gülmek üzereydi.
Ağzının içinden söylendiğinde söylediği şeyi duyabilmek için sessiz kaldım ama yine de duyamadım. Beni görmezden gelerek az önce oturduğumuz banka doğru ilerledi ve benim başından çıkarıp aramıza koyduğum şapkasını alarak saçlarını gelişigüzel topladı ve şapkasını taktı. Şapkasının altından gülümseyerek bana baktığında istemsizce ben de gülümsedim.
''Hadi gidelim'' dediğinde yüzümdeki gülümseme daha da büyüdü.
''Tamam, sen de haklısın ezanın okunmasına az kaldı'' söylemime gözlerini devirdiğinde gülerek ağaçların arasına doğru ilerledim.
Ormanın içinde bir iki adım attıktan sonra ''sol taraftan'' Miray'ın komutuyla beraber dediğini yaparak sol tarafa doğru ilerledim. Aklıma gelen şeyle aniden arkamı döndüğümde Miray'da durdu. Aramızdaki mesafe çok yakın değildi ama çok da uzak değildi.
İşaret parmağımı kaldırarak ''bir soru daha'' dediğimde yalandan gözlerini devirerek başını salladı.
''Neden burası, niye buralara kadar geldin, neden bu orman?'' Sorumun üstüne ellerini ceketinin cebine koydu ve yere botunun ucuyla daireler çizmeye başladı.
''Gizlenmek için, beni, yaşlarımı saklayacak bir yere ihtiyacım vardı. Aklıma orman geldi, en yakın orman da burasıydı''
Sözlerini hiç beklemeden, içimden geldiği gibi cevapladım.
''Bir dahakine buralara kadar gelmene gerek yok, benim yanıma gelmen yeterli, ben saklarım seni'' dediğimde ne yapacağını bilemedi. Kısa bir süre yere baktıktan sonra başını yerden kaldırdı.
''Sen de buraya istediğin zaman gelebilirsin, çadır var zaten'' dediğinde bakışları derinleşti. Gülümsemesi içimi ısıtan cinstendi.
Tek gülümsemesi değil. Onun sesi, bakışı, gözleri, her şeyi içimi ısıtıyordu. O mutlu olduğu sürece mutluydum, onu üzen her şeye düşmandım. Ben onunla yaşıyor, hislerini ondan habersiz onunla paylaşıyordum.
''Ayrıca'' dediğinde düşüncelerimden sıyrılarak ona baktım.
''Artık sana düşman olmayacağım, yaşlarımı görmüş biriyle düşman olamam. Aksi bir şey yapmadığın sürece bu değişmeyecek. İçin rahat olsun. Burada olanlar da aramızda kalırsa sevinirim. Yaşlarım, çığlıklarımdan kimseye bahsetme lütfen, bu konuda sana güveniyorum'' dediğinde içim bir anlığına ısındı. Onunsa yüzünde buruk bir gülümseme oluşmuştu.
''Hala uslanmamışım demek ki'' gülüşü büyüdüğünde
''Söz veriyorum güvenini kırmayacağım'' dediğimde başını yavaşça salladığında eliyle yolu işaret etti.
Önüme döndüğümde içim içime sığmıyordu. Bana düşman olmayacağını söylemişti ve ben bir şey yapmadığım sürece bir şey yapmayacağını söylemişti. Çocuklar gibi mutluydum. Öyle ki bu ormanlık alanı seke seke geçmek, ona dönüp sıkıca sarılmak istiyordum.
Çıkışa geldiğimizde arkamdan Miray'ın sesini duymamla kalakaldım.Kulaklarım duydukları karşısında şaşkın, ayaklarım geri dönmemek için karalıydı. Karahanlı demedi, Yağız Karahanlı demedi, sadece Yağız dedi.
İkinci kez bana seslendiğinde adımı onun ağzından duymanın sevinciyle arkamı döndüğümde adımı ilk defa duyuyor gibiydim. Eminim iman kulağıma adımı söylediğinde bile bu kadar mutlu olmamıştım. Adımı öyle pürüssüz, öyle güzel söylemişti ki adımı hep söylesin istedim.
Heyecanla arkamı döndüğümde benim heyecanıma karşılık onun ifadesi düzdü. Sadece gülümsüyordu.
Konuşmaya başladığında beklemediğim bir şey söyledi.
''Unutma, beni değil aileni düşüneceksin. Beni değil anneni babanı, ikizleri ve Rüya'yı koruyacaksın''
Ben bugün aptal olduğumu öğrendim. Ben bugün tanıdığım kadının değişmediğini öğrendim, ben bugün Drake'in Miray'a gerçekten zarar verdiğini öğrendim ve ben bugün kendine inamayan kadının tek çaresinin kendi olduğunu öğrendim. Ve en önemlisi de ben bugün o kadına aşık olduğumu öğrendim.2
⚔️
İnişli çıkışlı bir bölüm olduğunu söylemiştim. Umarım beğenmişsinizdir. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum.
Bir sonraki bölüm hakkında söyleyeceğim birkaç şey var. Bu yıl ki son bölümümüzü yılbaşında atacağım. Bu yıl ki son hediyem size öyle olacak. O güne kadar görüşmek üzere, kendinize iyi bakınnn.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
286 Okunma |
59 Oy |
0 Takip |
17 Bölümlü Kitap |