16. Bölüm
Fatime Kübra Tosun / İNTİKAM:Son Söz / 16.Bölüm: Kaybolan Hisler

16.Bölüm: Kaybolan Hisler

Fatime Kübra Tosun
f.kubrat

Herkese merhaba, tekrar görüşmek güzel. Yine bir yılbaşı gecesi ve yine bir bölüm. Söz verdiğim gibi bu yıl ki son bölümümüz. Öncelikle hepinizin yılbaşını kutlar ve yeni yılın sizlere iyilikle ve mutlulukla gelmesini dilerim. Güzel şeyler hep sizinle olsun.

Lafı daha fazla uzatmadan sizleri onlarla buluşturayım. Keyifli okumalar diliyorum. Umarım bölümü beğenirsiniz. Bölüm sonunda görüşmek üzere...

Bu kitapta geçen kişi isimleri (kişiler) ve kurumlar tamamen hayal ürünüdür. Her şey bir kurgudan ibarettir.

 

 

 

 

 

 

⚔️

 

 

 

 

 

 

Yağız Karahanlı

 

 

 

 

 

 

Bir gün önce...

Derin bir nefes alıp öne doğru eğilip ellerimi birbirine bağladığımda Demir'e yandan bir bakış attım.

''Ona aşık olsam ne olacak ki, bana inanmadıktan sonra, Duygularla Oynayan Adam lakabımdan dolayı bana inanmıyor, güvenmiyor. Taktı o lakaba''

''O bir şekilde hallolur, sen onu seviyor musun, aşık mısın, onu söyle''

Oturduğum yerde doğruldum ve ona baktığımda duymak istediği cevabı gözlerinden okudum ve hiç düşünmeden içimden geldiği gibi sorusunu cevapladım.

'' Üzgünüm ama senin istediğin cevabı veremeyeceğim kardeşim. Çünkü ben Miray'a çoktan aşık oldum ve onu o kadar çok seviyorum ki kelimelerin bile onu anlatmaya yetmeyeceğinden korkuyorum. Sesi, gülüşü, gözleri, mimikleri, gözlerini devirişi, hiçbir şey yapmadan durması bile beni mutlu ediyor,. Alayla gülse de ona bile mutlu oluyorum. Belli etmesem de bildiğin eriyorum karşısında, varlığı huzur veriyor. Yanımda olmadığında kendimi kötü hissediyorum. Hep yanımda olsun istiyorum, özlüyorum onu''

Kalbim küt küt atıyordu. Az kalsın kafesinden çıkacak gibi hızla çarpıyordu. Bunu kabullenmek, sesli bir şekilde dile getirmek tüylerimi diken diken etmiş ve içimi anlayamadığım bir duygu kaplamıştı.

Demir elini omzuma koyarak

''Sen ayvayı yemişsin kardeşim, bitmişsin sen, bu saatten sonra benim yapabileceğim bir şey yok, yani sana şöyle söyleyeyim. Yapabileceğim tek şey size mutluluklar dileyip, düğününüzde bir tam altında takmak olur''

Kendimi tutamayıp güldüğümde

''Zamanla o da olur umarım ama dediğim gibi lakap meselesi var, asla güvenmiyor bana, bazen beni dinlemiyor bile, korkuyorum o lakap yüzünden benden uzaklaşacak diye, lakabımdan vazgeçerim ama ondan vazgeçebileceğimi sanmıyorum''

Demir elini omzumdan çekerek kocaman gözlerle bana baktı.

''Ne diyorsun oğlum sen, lakabından vazgeçmek mi, o kadar mı seviyorsun, oğlum o lakap senin doğuşunun bir parçası farkındasın dimi?'' Sorusuna başımı salladığımda daha da şaşırarak

''Sen ciddisin, ciddi ciddi bu kıza aşık olmuşsun, ben bir şeyler olduğunun farkındaydım ama bu kadarını beklemiyordum. Vay be Miray'a bak sen, buz gibi adamı nasıl yumuşatmış''

Düz bir ifadeyle Demir'e baktığımda uyarır bir tonda adını söylediğimde bana omuz silkerek karşılık verdi.

Bahçe kapısında, evin ön kapısının güvenliğinden sorumlu, genç ama tecrübeli birisi olan Ertan'ı gördüğümde önemli bir şeyin olduğunu anladım ve Demir'i görmezden gelerek Ertan'a elimle gelmesini işaret ettim.

Ertan hızlı ve olabildiğince büyük adımlarla yanımıza geldiğinde meraklı gözlerle ona bakıyordum.

''Patron, Miray Hanım evinden çıkmış geliyormuş, haberim olsun demiştin'' Ertan'ın söylediğinin üstüne başımı salladığımda Demir'in yanımdan yüksek sesle

''OHA kızı bir de takip mi ettiriyorsun, sapık mısın oğlum sen, anladık aş-'' ne söyleyeceğini anladığım anda sözünü keserek devam ettim.

''Tamam sağ ol Ertan, sen gidebilirsin''

Ertan ona verdiğim emrin üstüne başını sallayıp geldiği yoldan hızlıca giderken ben de aynı hızla Demir'e döndüm.

''Birincisi ben Miray'ı takip ettirmiyorum, sadece güvenliğinde emin olmaya çalışıyorum. İkincisi sapık falan değilim, sadece onu seviyorum ve düşünüyorum. Üçüncüsü ve en önemlisi eğer bunu ağzından kaçıracak olursan ve bir daha birinin yanında aşık olduğumdan bahsedersen'' dediğimde cümlemi bitirmeden elimi omzuna koydum ve derin bir nefes alarak omzunu hafifçe sıktığımda Demir yüzünü buruşturdu. Acımadığını biliyordum, o sadece acımış gibi yapıyordu. Onun ifadesine karşı ifademi bozmadan devam ettim.

''Orasını düşünmek bile istemiyorum. Onun duygularından emin olduğumda ve kendimi hazır hissettiğimde Miray bunu benim ağzımdan duyacak, anlaşıldı mı kardeşim?'' Sorumun, aslında emrimin üstüne Demir gözlerini devirdi ve oflayarak başını salladı.

''Anladık, sen Miray'a söyleyene kadar kimse bilmeyecek'' dedi ve gözlerini devirerek devam etti.

''Her şeyi geçtim de hanımcı olacak olman bana çok koyuyor''

Cümlesine gülerek karşılık verdim ve ellerimi iki yana açarak

''Yapacak bir şey yok, her kralın baş eğdiği bir kraliçe vardır''

 

 

 

 

 

☘️

''Yağız'' demişti bana, ilk defa sadece ve sadece adımı söylemişti. Ben de sanki ilk defa adım zikredilmiş gibi mutlu olmuştum. Anlamsız ve tuhaftı bu mutluluk, kalbimin hızına yetişemiyor, çıkacağından korkuyordum. Küçük bir çocuk gibiydim. Neşe dolu, içi içine sığmayan küçük bir çocuk...

Bu duyguyu en son ne zaman yaşadığımı bilmiyorum ama o bana bu duyguyu uzun süre yaşatacaktı, işte onu biliyor ve hissediyordum.

İçimdeki mutluluğa engel olamadığım gibi düşüncelerime de engel olamıyordum. Duygularım ve düşüncelerim tam anlamıyla birbirine karışmış gibiydi.

Onun benim tanıdığım kadın olmasına mı sevineyim yoksa ona yapılanlara mı üzüleyim tam olarak bilmiyordum. Bildiğim ve hissettiğim tek şey onun bu hikayede suçsuz olduğuydu. İçimden bir ses onun suçsuz olduğunu ve tüm bunların bir nedeninin olduğunu söylüyordu. Ona inanmayı ve içimdeki sesin doğru söylediğine inanmak istiyordum.

Çünkü benim üç ay önce gördüğüm kadınla bu kadın aynı kişiydi ve hiç değişmemişti. Tek yaptığı kendine bir kabuk yaratmaktı.

Çok düşünmüştüm, olabildiğinde derin araştırmalar yapmıştım ama ona ne olduğunu, ne yaşadığını asla ve asla bulamamıştım. Bana anlattıklarından sonra neler olup bittiği hakkında az çok bir fikrim olsa da tam anlamıyla bilmiyordum ve o bana anlatmadığı sürece de öğrenmeyecektim.

Onun yarası benim yaramdı ve ben onun yarasının deşilmesine izin veremezdim.

Onun için güven neyi ifade ediyordu bilmiyorum ama benim için güven tam anlamıyla oydu. Onun hayatta olması bile benim ona güven duymama bir sebepti.

O farkında olmasa da o benim yaşama sebebimdi ve ben onun için yaşıyordum. Aldığım nefes onun, gözlerimin gördüğü her şey onundu. Bana ait olduğunu düşündüğüm kalbimin bile sahibi oydu. O ne kadar bunu bilmese de...

 

 

 

 

 

☘️

Miray'ın peşinden gitmekten, onu kaybetmemek için verdiğim çabadan geldiğim yolun nasıl olduğunu fark etmemiştim. Etrafta bir sürü insan vardı, bizi her adımımızda takip ediyor, kim olduğumuzu anlamaya çalışıyorlardı. Hepsi de Miray'a bakıyordu. Normaldi, kim bu saatlerde yolda siyah giyinimli, siyah şapkalı, başı önüne eğik birini gördüğünde böyle dikkatli bakmazdı ki?

O, insanların ona olan bakışlarını önemsemeden devam ediyordu. Kimin ne düşündüğü, ne hissettiği şu an onun zerre umurunda değildi. O benim yanımda usul usul yürüyor, bense o zorlanmasın diye adımlarımı kısa tutuyordum. Bir ona bir yola bakıyordum. Tabii daha çok ona...

Sessiz sokağı çocuk sesleri doldurduğunda adımları bir anda durdu ve gözleri sesin geldiği yöne, sol tarafımızdaki parka takıldı. Uzun uzun parkta oynayan çocuklara baktı. Kısa bir an ben de parktaki çocuklara baktım ama bu çok kısa sürdü. Bakışlarım tekrar Miray'a döndüğünde yüzündeki buruk gülümsemeyle karşı karşıya geldim.

Öyle içten ama buruk işte, öyle sıcak ama iç yakıcı cinsten.

Bakışlarını hiç kaçırmadan parka bakıp iç geçirdiğinde hayranlıkla ona bakıyordum.

''Orada ne görüyorsun?'' Sorusuna afalladığımda bakışlarını parktan ayırıp bana baktı ve gözleriyle parkı işaret etti.

Başımı çevirip yine kısa bir an parkta oynayan çocuklara baktım ve Miray'a dönerek

''Oyun oynayan birkaç çocuk'' dediğimde karanlık gözlerinin arasından gülerek

''Ben oyun oynayan birkaç çocuk görmüyorum. Ben sohbet eden bir kız çocuğu ve bir erkek çocuğu görüyorum. Birisi dokuz yaşında, diğeri yedi yaşında her şeyden habersiz iki çocuk görüyorum. Mutlu olmak için çaba sarf etmeyen, her şeyle mutlu olabilen bir kız çocuğu ve onu anlamaya çalışan bir erkek çocuğu görüyorum. Ben orada çocukluğumu görüyorum''

Ortada bir yara vardı. Durmadan kanayan bir yara, onun yarası, benim yaram, bizim yaramız. Drake ve getirdikleri, onun en büyük yarası ve dinmek bilmeyen acısı, elbette onu bu acısıyla bırakmayacaktım. Onun acısını paylaşacak ve gerekirse o acıyı yok edecektim. Bu acı onun abisi de olsa...

O, o parkta çocukluğunu görüyor, acısını tekrar hatırlıyordu. Güçlü dursa da kanayan bir yarası vardı.

''Neyse, yürü gidelim yeterince oyalandık. Ezan okunacak birazdan'' şapkasının altında, siyahın hakim olduğu, korkutucu ama bir o kadar da zevk veren gözlerinin arasında gülümsediğinde içten bir şekilde ben de ona gülümsedim.

Hala daha yarasını gizlemeye çalışıyor, acımıyor, kanamıyormuş gibi yapıyordu. Artık anlamıştım. Onun olayı gizlemekti. Kimsenin fark edemeyeceği, bulamayacağı, görmeyeceği hatta ve hatta hissedemeyeceği şekilde gizlemekti.

Adım atmadan önce son kez parktaki çocuklara baktı ve sonrasında etrafına bir daha bakmadan yoluna devam etti. Bense ya ona, ya yola, ya da yoldaki insanlara bakıyordum.

Yol bittiğindeyse gördüğüm tek şey Miray'ın eviydi. Etrafta yine kimse yoktu. Görünüşte sakin bir mahalleydi ama görünmeyen kısımda neler olup bittiği pek bilinmiyordu.

Kapının önüne geldiğimizde Miray şapkasının altından gülümseyerek ''sen evine git, ben de Emre'yle konuştuktan sonra taksiyle dönerim''

Aynı onun gibi gülümsediğim de cevabımı çoktan hazırlamıştım.

''Sen içeriye gir, Emre'yle konuş, ben seni burada bekliyor olacağım. İtirazın kabul edilmeyecektir, ona göre'' oflayarak şapkanın altından gözlerini devirdiğinde itiraz etmedi ve arkasını dönüp bahçesindeki bombaları önemsemeden evine doğru gittiğinde arkasından öylece bakakaldım.

İçimi anlamsız bir korku kapladı. Peşinden gitmek istedim ama beni evine almayacağını biliyordum. Evine girsem o rahat etmezdi, hep bir kuşkuyla bakardı bana ama şimdi de ben girmediğim için kendimi kötü hissediyordum.

Bombanın birisinin bile patlama ihtimali düşmüştü aklıma, içimi kaplayan korkunun sebebi de buydu.

 

 

 

 

 

☘️

 

 

 

 

 

Miray Ateş

Ona düşmanım dememe rağmen her şeyimi anlatmış, karşısında ağlamıştım. O artık benim için düşman değildi. Ona söylediğim gibi, göz yaşımı gören birisiyle düşman olamazdım.

Yanıma gelmiş, benimle acımı paylaşmıştı. Drake'in yaptığını kabullenemesem de anlamlandıramadığım bir şekilde Yağız'ın varlığı bana iyi gelmiş ve yapılanı bana unutturmuştu.

Bana iyi gelen birisine karşı nefretimi sürdüremez ve ona düşman olamazdım. Aslında bunun olacağını en başından biliyordum ama olmaması için uğraşıyordum. Ben her ne kadar aramızdaki buzların erimemesi için uğraşsam da o buna izin vermemiş ve aramızdaki buzları eritmişti. Artık o benim düşmanım değildi.

Şimdi işler tam anlamıyla değişmişti. Başladığım yere geri dönmüştüm ama daha tecrübeli birisi olarak, Yağız'la beraber olduğum sürede yapamadığım ne varsa şimdi yapacaktım. Ona ayırdığım vaktimi şimdi gerçek düşmanlarıma ayıracaktım. Ben şimdi gerçekten geri dönüyordum ve kaldığım yerden devam edeceğim için oldukça heyecanlı ve sabırsızdım.

Tüm bunların yanında Yağız'a verdiğim sözü tutacak, sekiz günün bitmesini bekleyecek ve şirketteki görevime devam edecektim.

Elina geri dönmüştü, istediği kadar üstüme yürüsün, Drake sırtımdan vurmuştu, istediği kadar bıçağı bana saplasın, kim gelirse gelsin yaptıklarının bedelini en ağır bir şekilde onlara ödetecektim.

''İyi misin?'' Kapıdan içeriye girdiğimde beni yine Egemen karşılamıştı. Dışarıda Yağız, içeride o benim yanımdaydı. En büyük destekçim Egemendi. Yağız hayatıma girene kadar, en iyi destekçim oydu. Yağız'a güvenmiyordum falan ama onun bana inandığını ve beni desteklediğini biliyordum.

Başımdaki şapkayı bir kenara atıp ona gülümsedim ve hızla ona doğru yürüyüp sıkıca sarıldım. Şaşırdığını biliyordum, hatta kısa bir an hiçbir şey yapmadan bekledi. Sonrasındaysa bir elini belime diğerini ise başıma koyarak o da bana sarıldı.

Başım kalbinin olduğu yere denk geldiğinde içeride kalbinin sesini duyabiliyordum. Derinden verdiği nefesin üstüne kısık sesle kendi kendine

''İyisin, iyisin ve daha iyi olacaksın'' dediğini duyduğumda gülümseyerek ondan ayrıldım ve yeşil gözlerine bakarak

''Evet daha iyi olacağım'' dedim ve gözlerimi kısarak

''Bunun için de Drake'in görüntülerini polise veriyoruz'' sözüm bittiği anda Egemen'in yeşil gözleri kocaman açıldı. Başımdaki ve belimdeki ellerini çekerek beni hafifçe ittiğinde bir adım geri gittim.

''Tamam bıraktım, git istediğin kadar üzül. Belli ki yeterince üzülememişsin çünkü şu an ne dediğini bilmiyorsun''

Gülerek tekrar yanına yaklaştığımda kollarından tutarak masum masum gözlerinin içine baktım. Cevabı hiç gecikmedi tabii,

''Hiç bana tatlı tatlı bakma, bu sefer yemezler. Hatırlarsan bana en son bu bakışı attığında Yağız'la düşman olacağını söylemiştin, bak neler yaşıyoruz?''

Ona gözlerimi devirdiğimde sesini yükselterek ''bak, kaç kere söyleyeceğim abiye göz devrilmez diye'' dedi ve gözlerini kısarak bana baktı.

Buna da gözlerimi devirecektim ama bir azar kapısının daha açılmasını kaldıramazdım.

Sesimi tatlı tutmaya çalışarak

''Peki şöyle yapsak, görüntüleri polise vermek yerine sadece Drake'e göndersek ve uslanmazsa polise versek?'' Abi dediğim adamdan öz abimin ölüm fermanını imzalamasını bekliyordum. Hayat gerçekten garipti.

Egemen tuttuğum kolundaki elimi umursamadan elini daha yeni yeni çıkan sakallarında gezdirerek

''Bu mantıklı, yapılabilir''

İstediğim şeyi duymamla olduğum yerde zıplayıp Egemen'in boynuna atlamam bir oldu

''İşte benim abim'' yanağına bir öpücük kondurduktan sonra ondan ayrılıp

''Tamam o zaman, şimdi sen onu hallet ben de üstümü değiştireyim, Yağız dışarıda beni bekliyor, onu daha fazla bekletmeyeyim''

Merdivenlere yöneleceğim sırada Egemen'in ''hemen mi göndereceğiz , biraz bekleseydik, ayrıca Yağız mı, Karahanlı'ya ne oldu?''

Basamakları hızla çıkarken ona vermem gereken asıl bilgiyi vermediğimi fark edip durdum ve arkama dönerek

''Artık ona düşman değilim, tahmin ettiğimiz gibi merhameti nefretimden büyük çıktı'' dedim ve bir basamak çıkıp konuşmama devam ettim.

''Sıradaki adayımız ise kendini çoktan belli etti. Hatta ve hatta şu anda evimin yakınlarında ve beni takip ettiğini sanıyor''

 

 

 

 

 

☘️

 

 

 

 

 

Yağız Karahanlı

Onu bekliyorum, evinin önünde, bana nefret duymadığını, benimle savaşmayacağını söylediğinde içimde oluşan hisle, hayranlıkla, sevgiyle onu bekliyordum.

Onun bir bombalı evden çıkmasını ve yanıma gelmesini bekliyordum. İşte buydu bizi anlatan şey, o tehlikenin içinden çıkacak ve bana, onun yarasını sarmak isteyen o adama gelecekti.

En başında da dediğim gibi, bizim ilişkimiz normal ilişkilerden farklıydı. Bir saat önce güler, bir saat sonra kavga ederdik. Normal değildik ama bundan şikayetçi de değildik.

 

Sokağın başındaki arabayı alıp Miray'ın evinin önüne getirmiş, ellerim ceplerimde arabaya yaslanmış onun gelmesini bekliyordum. Aynı zamanda da etrafı inceliyordum. İlginçti. Kimse yoktu. Sessiz sakin gibi görünüyordu ama içten içe bir şeylerin olduğunu hissediyordum. Miray'ın evinin yanındaki apartmana baktığımda aklıma ilk gelen şey komşusu Selda olmuştu. İlginçti ki o kadını bir daha hiç görmemiştim. Yalnızca Miray'ı değil ara ara evinin çevresini de kontrol ettiriyordum ve ben bu süre zarfında o kadının bu eve hiç geldiğini görmemiştim.

 

Kapı kapanma sesi geldiğinde bakışlarımı apartmandan çekip Miray'a baktım. Eski haline dönmüş, ifadesiz, soğuk bir yüzle bana doğru geliyordu. Az öncekine zıt olarak üzerine giydiği kısa beyaz tişörtü ve kot pantolonuyla renkli ve hiçbir şey olmamış gibi görünmeye çalışmıştı. Siyah saçlarını tepeden at kuyruğu yapmış, yüzünün bütün güzelliğini göstermişti. Bakışlarım sol elindeki mavi kaplı dosyaya kaydığında kaşlarımı çatarak ona baktım. Onun ne olduğunu düşünürken bileğindeki iz dikkatimi çekti.

Yüzündeki yara izleri geçmişti, bileklerindekiler ise geçmeye yüz tutmuştu. O izleri her gördüğümde Arzu ve Emir'e olan kinim daha da artıyordu. Bunu ona nasıl yapabilmişlerdi?

O bahçe kapısını açıp yanıma geldiğinde ellerimi ceplerimden çıkardım ve yaslandığım yerde doğrularak ona baktım.

Her böyle karşı karşıya geldiğimizde aklıma hep ona söylediğim o söz geliyordu.

O gün ona ''ben kimseden korkmam, hele de kendimden kısa olan bu kadından demiştim'' bunu söylediğime elbette ki pişmandım. Çünkü o gün karşımdaki kadının gözünün döndüğünde neler yapacağını tam anlamıyla bilmiyordum. Şimdiyse biliyor ve yapacaklarından korkuyordum.

Simsiyah gözlerine bakarken elindeki ince mavi dosyayı bana doğru uzattı. Kaşlarımı çatarak bir ona bir de uzattığı dosyaya baktığımda bu ifademe gülerek

''Korkma bomba yok içinde'' dedi ve daha çok güldü.

Ona gözlerimi devirdiğimde beni taklit ederek

''Ben hiçbir şeyden korkmam'' dedi ve gülerek koluma vurdu.

İfademi değiştirmeden ona baktığımda gülen yüzü soldu ve ciddi ifadesini geri takındı.

''Tamam tamam, sana da şaka yapmaya gelmiyor'' elimi tutup dosyayı bana zorla tutturduğunda gözlerimi hala daha ondan ayırmamıştım.

''Bu dosyanın içinde on beş adamının suç kaydı var. Bunu al, yakar mısın, yıkar mısın, orası beni ilgilendirmez'' bakışlarımı ondan ayırıp elimdeki dosyaya çevirdiğimde ilk sayfada yazan ismi görmemle nutkum tutuldu.

Gözlerim satırların arasında dolaşırken Miray hiçbir şey söylemedi, kağıtta yazılı olanları okumam için bana fırsat verdi.

Arda Yılmaz

Suçları: Adam kaçırma, adam öldürme, tehdit, silahlı saldırı, intihara teşvik, haneye tecavüz...

Suçlar hakkında bilgiler;

Adam kaçırma: Otuz yaşındaki bir mimarı kaçırıp, itirafını almak için bir fabrikada dört gün boyunca işkence edilerek tutulması ve itirafının ardından serbest bırakılan mimarın, korkusundan polise dahi gidemeyip, serbest kaldıktan sonra psikolojik tedavi almak bahanesiyle yurt dışına gönderilmesi. (Suç kaydı yok. 10.05.2024)

Arda'nın şu ana kadar yaptığı bütün işler, nerede yaptığı, kime yaptığı hepsi bu dosyada vardı. Her şey en ince ayrıntısına kadar işlenmişti. İşte şimdi onu yanıma alarak ne kadar doğru bir karar verdiğimi fark ettim. Eğer o benim karşımda olsaydı, bunu düşünmek bile istemiyordum.

''Bunu sana neden verdiğime gelecek olursak, eminim bunu çok merak ediyorsundur'' şaşkın bakışlarımı dosyadan kaldırıp Miray'a baktığımda gerçekten ne söyleyeceğini merakla bekliyordum.

''Burada yazanlar seninle düşman olmayacağımın belgesi, bir nevi sözümü teminatın diyebiliriz, anlaşmaya aykırı bir şey yapmadığında geriye kalan dosyaları da alacaksın. Bunun karşılığında senden bir şey istemiyorum. Ha olur da erkenden bıkıp, pes edersen. Geride kalanlar için üzülebilirsin. Ne yazık ki onların dosyaları Arda'nınki kadar masum değil, oldukça kabarık''

Her şeyi biliyor ve her şeyin en ince ayrıntısına kadar hakimdi. Bazen onun eski bir polis olduğunu unutuyordum.

Başımı anladığımı belli edercesine yavaşça salladığımda şaşkınlıktan ne söyleyeceğimi bilememiştim. O ise benim bu halimden zevk alıyormuş gibi gülümsedi ve omzuma dostane bir şekilde vurarak

''Bu sefer arabayı ben kullanacağım. Sen yan koltuğa geç'' dedi ve hızla yanımdan geçip arabanın kapısını açtı.

Gözlerim onu takip ediyordu ama nutkum tam anlamıyla tutulmuştu.

Hareket etmediğimi görünce ''e hadi ama'' dedi ve arabaya binip kapıyı kapattı.

Beni daha fazla beklememesi için elimdeki dosyayı rulo haline getirip yolcu koltuğuna doğru ilerlediğimde onu direksiyon başına oturtmanın doğru olup olmadığını düşünüyordum. Umarım beni buna pişman etmezdi.

Yolcu koltuğuna geçtikten sonra torpidoya elimdeki dosyayı koydum ve emniyet kemerimi bağlayıp Miray'a döndüm. Tam ağzımı açmış bir şey söyleyecektim ki beni susturdu.

''Teşekkür etmene gerek yok, bunu onun için yapmadım. Sadece verilen sözlere ne kadar önem verdiğimi gör istedim. Elindeki dosya hafife alınabilecek bir şey değil, onları hazırlarken olabildiğince titizlikle hazırlamaya çalıştım. O yüzden kıymetini bil derim'' o tüm bunları söylerken ağzım açık ona bakıyordum. Oysa oturduğu koltuğu ve aynaları ayarlamakla meşguldü. Aynaların nesini ayarladığını anlamasam da bir şey söylemedim.

Bu kadın benim nutkumun tutulmasına sebep oluyordu. Onu görünce, sesini duyunca söyleyeceğim şeyleri unutuyor. Hep onu dinlemek istiyordum. Galiba Demir gerçekten haklıydı. Ben ayvayı çoktan yemiştim.

Direksiyonu iki eliyle sıkı sıkıya kavradıktan sonra gülümseyerek bana baktı.

''İlk defa böyle büyük bir arabayı süreceğim. Benim için bir ilk olacak'' dediğinde gözlerimi kocaman açarak ona baktım.

O benim bu halimi gördüğünde yüzündeki gülümseme büyüdü ve birden kahkaha atmaya başladı.

''Tabii ki şaka yapıyorum'' dediğinde içim rahatlasa da tam anlamıyla rahat değildim. Emniyet kemerimi çözerek

''Bence eve sağlam gidelim. Bırak ben kullanayım''

''Hayır, ben kullanacağım ve sen de yanımda oturacaksın'' gözlerine baktığımda az önceki mutlu ifadesinden eser yoktu. Ciddi ve sinirli bir ifade vardı. Onun o ifadesini görmemle sertçe yutkunmam bir oldu. Gözleriyle çözdüğüm kemeri işaret ettiğinde hızla kemerimi bağladım.

O arabayı çalıştırdığında gözlerimi sımsıkı kapadım ve onun duyamayacağı şekilde kısık bir sesle

''Allah'ım galiba sana geliyoruz'' bunu duymamasını diledim. Eğer duysaydı, şu an gaza bastığını beş katı kadar basardı.

Gaza öyle bir basıyordu ki sanki canının bir önemi yokmuş gibi, gerçi kime ne söylüyordum ki? Kadının bahçesinde bomba vardı. Ona yavaşlaması adına hiçbir şey söylemedim. Eğer söyleseydim bunu ters algılayıp gaza daha fazla basabilir ve ikimizin de sonunu getirebilirdi.

Yollardan ışık hızıyla geçiyor, yolu ne zaman bitirdiğimizi bilmiyor, köşeleri nasıl döndüğümüzü hatırlamıyordum. Sık sık aynaları kontrol ediyor, kurallara uymaya çalışıyordu. Araba kullanımında sorun yoktu gayet iyi sürüyordu. Tek sorunu arabayı sanki peşinden kovalayan varmışcasına hızlı sürmesiydi.

Arabayı taşlı yollardan sürerken bile yavaşlamamış, sağ olsun içimin dışına çıkmasına sebep olmuştu. Bundan sonra mümkün olduğunca onun araba kullanmasına müsaade etmeyecektim. Tabii mümkün olduğunca.

Araba evimin önünde durduğunda istemsizce derinden bir nefes vermiştim ve bu benim rahatlamamı sağlamıştı. Miray kemerini çıkarıp bana, koltuğa ve kapıya yapışmış şekilde duran bana baktığında içten bir kahkaha atarak

''Abartma ya o kadar hızlı sürmedim. Normal hızım bu'' gözlerimi kocaman açarak ona baktığımda o hala daha gülmekle meşguldü.

Kapıyı tutmayı bırakıp kemerimi çözdükten sonra

''Aynen çok yavaştı ki ben nasıl geldiğimizi anlamadım. En son senin evindeydik, sonrası bende yok, sen de varsa anlat'' gözlerimi devirdiğimde yine bir kahkaha attı.

''Abartıyorsun Yağız''

İşte bu cümle bütün sinirimi, kızgınlığımı alıp götürdü. Adam gibi kızamadım bile.

Yüzümdeki gülümsemeye engel olamadan ''abartıyorum'' dedim ve adımı söylediği anı düşündüm. Artık sadece adım vardı, soyadım yoktu ve bu beni mutlu ediyordu.

Arabadan indiğinde peşinden indim ve kapıdaki adamların şaşkın bakışlarını görmezden gelerek Miray'ın arkasında içeriye girdim.

İçeriye girdiğimde buram buram yemek kokusu burnumu doldurdu. Nihal abla yine döktürmüştü. Miray merdivenlere doğru ilerlediğinde cevabını bilmeme rağmen yine de sorumu sordum.

''Yemek yemeyecek misin, menü güzel gibi duruyor'' adımları durduğunda omzunun üstünden gülümseyerek bana baktı.

''Aç değilim. Biraz dinleneceğim. Size afiyet olsun'' dedi ve önüne dönerek devam etti.

Parmaklarımı saçlarıma geçirip derin bir nefes aldıktan sonra kısa bir süre alnımı ovdum ve o odasına girdiğinde ben de mutfağa doğru ilerledim.

Alışacaktı. O da bu evde yaşamayı benimseyecek, sadece kahvaltıda değil bütün öğünlerde bizimle beraber yemeye alışacaktı.

 

 

 

 

 

 

☘️

 

 

 

 

 

 

1 saat sonra

Yemeğimizi yemiş, maaile salonda toplanmış oturuyorduk. İkizler salondaki büyük televizyondan çizgi film izliyor, Rüya telefonundan başını kalmıyordu. Demir'se odadaki herkese laf atıyor, uğraşıyordu. Bense tek kelime etmeden yeri izliyordum. Aklımsa yukarıda Miray'daydı.

Ela'dan onu yemeğe çağırmasını istemiştim. O gidip bunu Miray'a söylediğinde geriye eli boş dönmüştü. Çünkü Miray canının istemediğini Ela'ya tatlı bir şekilde anlatmıştı.

Tok olma ihtimali yoktu, sabahtan bu yana sadece bir sandviç ve bir helva yemişti. Aç olmadığını söylese de onun aç olduğunu biliyor ve neden yemediğinin de sebebini biliyordum. Bunu elbet bir gün aşacaktı ama ne zaman?

''Hop kime diyorum?'' Görüş açıma bir elin girmesiyle ve duyduğum yüksek sesle kendimi toplayıp elin ve sesin sahibine baktım.

Demir salondaki herkesle laf atmış sıra bana gelmişti.

Düz bir ifadeyle ona bakarak ''ne var, ne oldu?''

Gözlerini devirerek ''maşallah yine nur saçıyorsun'' dedi ve sert bakışlarımı görmezden gelerek devam etti.

''Siz sabahtan beri nerelerdesiniz, Cenazeye gidiyoruz diye çıktınız, bu saate kadar yoksunuz''

Oturduğum koltukta doğrulurken gözlerimle çocukları işaret ettim ve Demir'in anlamasını bekledim.

''Vedalaşmaları biraz uzun sürdü'' dediğimde Demir gözlerini kapatıp açtı.

Rüya'nın gözü üzerimdeydi. Bunu ona bakmasam da hissedebiliyordum. Bakışlarımı ona değdirmeden Demir'e bakmaya devam ettiğimde yalandan başını sallayarak

''Anladım'' dedi ve bakışlarıyla kapıyı işaret etti. Olmaz dercesine kaşlarımı indirip kaldırdığımda Rüya telefonunu kapatıp kenara koydu ve gözlerini benden ayırmadan bana bakmaya başladı.

Demir'e bakmayı bırakıp yanında oturan Rüya'ya baktığımda gözlerini kısarak bana bakıyordu. Bir bakışı vardı ki sen yine ne karıştırıyorsun? der gibiydi.

Gülümseyerek ona baktığımda hiçbir şey olmamış gibi davranmaya çalışıyordum. Kısa bir süre onunla bakıştıktan sonra tekrardan Demir'e baktığımda Rüya'nın sorusuyla ona döndüm.

''Bu arada Miray nerede, niye hiç inmedi?'' Rüya'ya bakarken yandan Demir'in ima dolu bakışlarını görmezden gelmeye çalışıyordum.

Ben onun bakışlarını görmezden gelirken Ela televizyondan başını kaldırıp bize baktı.

''Ben yemeğe çağırdım ama yemek istemediğini söyledi'' dediğinde yanındaki Eymen ona doğru dönerek

''Sen çağırdığın için gelmemiştir. Ben çağırınca geliyor çünkü''

Ela bir hışımla Eymen'e döndüğünde kucağındaki oyuncak ayıyı bir kenara attı ve öfkeyle

''Yalan söyleme, sen çağırdığında falan gelmedi, sen gittin ya odasına, ne zaman unuttun'' Ela, Rüya'nın yaptığı at kuyruğunu sallayarak Eymen'e öfke kustuğunda uzaktan ikisini izliyordum. Ta ki olay bana gelene dek

''Abi şuna bir şey söylesene bana yalancı diyor, gelmedi mi Miray?''

İkisinin de meraklı gözlerinin üstümde olduğunu görmemle derinden bir of çektim ve koltuğun kollarına tutunarak ayağa kalktım.

Demir hariç herkesin yüzüne bakarak ''o geldi mi gelmedi mi bilmiyorum ama ben şimdi onun yanına gidiyorum'' dediğimde ikisi de neye uğradığını şaşırmıştı. Çünkü ikisinden birisini onaylayacağımı düşünmüşlerdi ama ben birisine doğru desem diğer kalkınacak diğerine desem ortalığı yıkacaktı. Ne de olsa onları tanıyordum ve önemli bir detay vardı ki, onlar İkizdiler.

İşaret parmağımı ikisine doğrulatarak ''ve siz ikiniz, kavga ediyor gibi görünüp iki dakika sonra barışacak olan tehlikeli ikizler, yalandan kavganıza bir son verin''

Cümlemin üstüne ikisi de aynı anda Rüya'ya baktığında Rüya korkmuş gibi bana baktı.

''Demek bizi sen ifşaladın, duydun mu ikizim?'' Ela, Rüya'ya kötü kötü baktığında Eymen oturduğu yerden kalktı ve kollarını bağlıyormuş gibi yapıp beceremediğinde hiç aldırış etmeden

''Duydum ikizim'' dedi.

''Abi sen ne yaptın ya, hani aramızda kalacaktı, baksana bana nasıl bakıyorlar?'' Rüya eliyle ikizleri gösterdiğinde gülerek ona baktım ve üzgünmüş gibi yapıp el salladıktan sonra kapıya doğru adımladım.

Arkamdan uzun süredir sessiz kalan Demir'in sesini duyduğumda söylediği şeye güldüm ama hiç durmadan devam ettim.

''Ortalığı karıştırıp kaçıyor, kaç kaç sen, iyice hanımcı oldu'' bu söylediğini sadece ben duymuştum çünkü ikizler çoktan Rüya'nın üstüne çullanmışlardı ve onların bağırışları onun sesini bastırmıştı.

Salondan çıkıp merdivenlere yöneldiğimde basamakları bir bir çıktım ve son basamağı da çıktıktan sonra Miray'ın odasında doğru ilerleyeceğim de odamda çalan telefonumun sesini duymamla adımlarımı odama çevirdim.

Odama gidene kadar telefonum çalmıştı. Açıkçası beni bu denli ısrarla arayan kişinin kim olduğunu merak etmiştim.

Odama girdiğimde masanın üstündeki çalan telefonumu aldım ve araya kişiye baktım. Ekranda Burhan yazısını görmemle kaşlarım çatıldı. Çünkü Burhan beni sürekli arayan birisi değildi, o beni sadece olağanüstü durumlarda arar, konular hakkına bilgi verir ve telefonu yüzüme kapatırdı.

Şimdi ne olmuş- tabi ya az kalsın unutuyordum. Elina Bo.

Onu daha fazla bekletmeyip çağrıyı yanıtladım ve telefonu kulağıma götürdüm. Telefonu kulağıma götürür götürmez Burhan'ın yorgun ve kısık sesi kulağımı doldurdu.

''Sonunda, hiç açmayacaksın sandım''

Ona tam bir cevap verecektim ki konuştuğum kişinin Burhan olduğu ve bu konuşmanın tek taraflı olduğunu hatırlayıp devam etmesini bekledim.

''Öncelikle olanlardan haberinin olduğunu düşünüyor ve bu konu hakkında ikili diyaloğa girmemeyi talep ediyorum. Düşmanımızın gelişinden haberin vardır. En kısa zamanda bu konu hakkında konuşma yapılacağını ve bu zamanın yarın akşam saat 20.00'de olduğunu bildirmek istiyorum. Bu zaman diliminin seçilmesinin sebebi olarak da kuruldaki bazı üyelerin yurt dışından gelmeleri olduğunu da bildirmek isterim''

Telefonu her zamanki gibi yüzüme kapattığında telefonu kulağımdan ayırıp masaya bıraktım.

Acil durumlarda yapılan bu kurul toplantısından benim şu an haberimin olması ilginçti. Çünkü bu kuruldan ben sorumluydum. Demek ki Elina'nın gelmesi bazılarını çok korkutmuştu. O kadar korkmuş olacaklar ki yurt dışından buraya gelme zahmetine bile girişmişlerdi.

İşte korku insana her şeyi yaptırabiliyordu. Yeter ki onların korkmasını sağlayın. Bakalım Elina bizi ne kadar korkutacaktı.

Miray'ın odasına gitmek için odamdan çıktığımda siyah kapının altından sızan ışıkla Miray'ın odasında olmadığını ve neden uzun süredir sesinin çıkmadığını da...

Kapının önünde durup derin bir nefes alıp içeriye girdiğimde onu gördüm. Koltukta oturmuş, kucağında kitabı, yarı baygın şekilde uyuyakalmıştı.

Onu öyle uyurken gördüğümde yüzümde yine istemsizce bir gülümseme oluşmuştu. Kalbim yine hızlanmıştı. Başı koltuğa yaslıydı ve yüzü Saçlarının arasına gömülmüştü.

Onu uyandırmamak için kapıyı yavaşça kapattım ve tabiri caizse parmak uçlarımda yürüyerek yanına vardım. Yüzüne yakından baktığımda yüzümdeki gülümseme tam anlamıyla aptal bir sırıtışa dönüşmüştü.

Saçlıları yüzünün bir kısmını kapatmıştı, gözleri kapalı, bu sefer dudakları düz bir çizgi değildi, hafif gülümser gibiydi.

Masumdu. Hem de ilk günkü gibi. Onu mutlu edecektim, küçüklüğündeki kız çocuğu gibi. Ona aşıktım, hem de ilk günkü gibi.

Yavaşça kucağındaki kitabı aldım ve kaldığı yeri unutmasın diye içine ayracını yerleştirip rafa koydum. Tüm bu hareketleri başımda sanki kuş varmış gibi, yavaş ve dikkatli bir şekilde yapmıştım.

Sıra onu kaldırmaya geldiğinde bir süre düşündüm. Uyandırmak mı daha mantıklı yoksa onu alıp odasına götürmek mi, canım için birincisi daha iyi olsa da diğer seçeneği seçecektim. Çünkü onun uykusunu bölmek istemiyordum. Bugün için yeterince yorulmuştu zaten.

Ona doğru eğildiğimde yüzüne gelen saçını geriye itecektim ki Miray uyandı ve yüzüne yakın bir anda elimi bileğimden kavradı. Elim havada asılı kaldı ve ben bir anda ne olduğunu anlayamadan sol gözümün kenarında bir acı hissettim. Başım sola düştüğünde gözlerimi sımsıkı kapatmıştım. Çünkü ne olduğunu o an anlamıştım.

Miray bana yumruk atmıştı. Uyku esnasında ona yaklaştığım ve benim olabileceğimi tahmin edemediği için kendini savunmaya almış ve tüm gücünü benim üstümde kullanmıştı.

''Çok özür dilerim... Senin olduğunu bilmiyordum... B-ben kötü bir rüya gördüm, onun etkisindeydim.''

Koltuktan kalkıp karşımda dikildiğini biliyordum ama dönüp ona bakamıyordum. Beyaz tenli, hatta insanların deyimiyle kan uğramayan tenimin kızarmasından, onun kendini daha da kötü hissedeceğini bildiğim için ona bakmıyordum.

Yanağımda soğuk bir el hissettiğimde gözlerimi açtım. Miray yanağıma koyduğu eliyle başımı sağa doğru çevirdi ve bakışlarımızı birleşmesine sebep oldu.

Gerçekten üzgündü. Uyku mahmurluğunun arasında bir de yüzündeki mahcup ifadeyle bana bakıyordu. Gözleri gözlerimden ayrılıp gözümün hemen altındaki yere kaydığında yüzünü buruşturarak

''Kötü vurmuşum, hemen de kızarmış. Morarmasa bari.'' dediğinde parmağını kızardığını tahmin ettiğim yerde gezdirdiğinde dudaklarımın arasından acıdığını belli eden bir ses çıktığında Miray'ın yüzünü biraz daha buruşturdu.

''Moraracak galiba, hemen buz koymalıyız'' elimden tutup beni zorla yürütmeye kalktığında elini çekerek

''Gerek yok'' dedim ama o bunu umursamayıp beni zorla yürütmek için direndi. Yine dediğini yaptım ve ona boyun eğerek beni yürütmesine izin verdim.

Elimden tutarak beni odadan çıkardığında kısa bir an durdu ve yüzüme baktı. O an ne düşündüğünü anlamadım. Önüne dönüp ilerlediğinde ben merdivene yöneleneceğini sanırken o beni odasını götürmüştü.

Elimi bir an olsun bırakmadan beni odasına götürüp, yatağına oturttuğunda

''Sen burada bekle, ben hemen buz alıp geleceğim'' başımı anladığımı belli edercesine salladığımda gitmek için elimi bıraktı. Yine onun elini bırakınca içimden bir şey kopmuş gibi hissettim. Yine eksildiğimi, yarım kaldığımı hissettiren o his bürümüştü içimi.

O gittiğinde hemen oturduğum yerden kalktım ve odadaki boy aynasının olduğu yere doğru ilerledim. Aynadan yüzüme baktığımda o alanın kıpkırmızı olduğunu ve hafiften morarmaya başladığını gördüm.

Parmağımın ucuyla dokunduğumda parmağımı geri çekmem bir oldu. Elimle hava yaptığımda iyi hissetmiştim ama acısı hala daha geçmemişti.

Kapı açılıp Miray içeriye elinde mavi buz torbasıyla girdiğinde şaşkınlıkla ona baktım. Nasıl bu kadar hızlı gidip gelmişti, onun bu kadar hızlı gelebilmesi için merdivenin yok olması gerekiyordu. Ne yapmıştı basamakları uçarak mı geçmişti?

Gözlerimi kocaman açarak ona baktığımda o hızla yanıma geldi ve hiçbir şey söylemeden buz torbasını dikkatlice kızaran yere koydu. Buz yüzüme ilk değdiğinde acıtsa da bunu ona belli etmedim. Çünkü yüzündeki ifade yeterince korktuğunu ve üzüldüğünü belli ediyordu. Uzun süre ayakta öyle dikildiğimiz de o vurduğu yere bakarken ben de onun yüzünü inceliyordum. Ne de olsa uzun süredir ona bu kadar yakından bakmamıştım. Bakmaya kalktığımdaysa olanlar olmuştu.

Ben onu incelerken yüzümdeki gülümsemeden habersizdim. Oysa daha fazla ayakta kalmamamız için kolumdan tutarak beni yatağa doğru götürdü ve önce beni oturtup, karşıma da kendisi oturdu.

''Diyorum ki seni bizim korumaların başına alayım. Senin o vurduğun yumruğu benim hiçbir adamım vuramıyor. Baksana etkisi hala sürüyor. Dövüş konusunda da fena değilsin'' dediğimde gözleri gözlerimle buluştu ve bir kaşı havalandı.

''Fena değilim? Tekrar deneyelim istersen'' dediğinde elindeki torbayı yüzüme biraz daha bastırdığında acıyla inlediğim de torbayı yüzümden çekmesi için bileğinden tuttum ve torbayı yüzümden hafifçe kaldırdım.

''Olur yapalım tekrar'' dedim ve yüzümdeki torbayı önemsemeden ona yaklaşarak kısık bir sesle

''Ama bu sefer o kadar yumuşak davranmayacağım'' dediğimde alayla kaşları havalandı ve buzu yüzümden çekip bileğindeki elime verdiğinde

''Sen gerçekten canına susamışsın'' sözlerine güldüğümde o da güldü.

Sanırım o gülümseme bugün için bana son gülümsemesi olmuştu. Bugünü asla ve asla unutmayacaktım. Her şeyiyle beni mutlu eden bir gün olmuştu. Yaşlar, yumruklar ve gülümsemelerle bugün benim hayatımın en güzel günlerinden birisi olmuştu.

 

Yağız Karahanlı'nın hem aşkının tam anlamıyla farkına vardığı, aşık olduğu kadının ağlayışını gördüğü, gülüşlerine tanıklık ettiği ve son olarak sevdiği kadından yumruk yediği, asla ve asla unutmayacağı o gün 22 haziran 2024.

 

 

 

 

 

 

☘️

 

 

 

 

 

 

Miray Ateş

Artık kendimi tanıyamıyordum. Değişmiş miydim, yoksa hala daha o güçsüz kadın mıydım? Eski beni böyle tanımlıyordum. Güçsüz kadın. Herkese inanan, aptal gibi güvenen eski ben, şimdi de Yağız'a güveniyordum. Ona güvendiğim için kendimi huzursuz hissetmiyordum. Aksine güvende gibiydim ama buna inanamıyordum, değişmek üzere olan o kadın buna inanmak istemiyordu.

Bunu da zamana bırakacaktım. Aynı Drake'e olan güvenimi zamana bıraktığım gibi, ne olacağını ne yaşayacağımı görecektim. Nasıl olsa acının ne demek olduğunu, birine neden güvenilmeyeceğini artık öğrenmiştim. Bunu Drake öğretmişti. Şimdiyse sıra Yağız'ın bana neler öğreteceğini izlemekteydi.

 

Her zamanki gibi yine sabah erken kalkıp beraber koşuya gitmiştik. Bu sefer o beni kapıda beklemişti. Ben de onun için yavaş koşmaya gayret etmiştim. Koşumuzu bitirdikten sonra eve kahvaltı yapmak için geri döndük. Kimse kalkmadığı için kahvaltımızı baş başa yapmak durumunda kalmıştık, tüm süre boyunca hiçbir şey konuşmamış sadece birbirimize bakmakla yetinmiştik. Şimdiyse şirkete gitmek için hazırlanıyorduk.

Aslında sadece ben hazırlanıyordum. Çünkü o çoktan odadan siyah takım elbisesini almış ve hazırlanıp aşağıya inmişti. Ben de ne giyeceğime karar verdikten sonra hızla hazırlandım ve saçlarıma şekil verdikten sonra odadan çıkmak için hareketlendiğim de aşağıdan Demir'in sesini duymamla olduğum yerde kaldım ve söylediklerini dinledim.

''Gözüne ne oldu lan, daha dün bir şeyin yoktu. Kim benzetti oğlum. Bu ne hal, hangi kafes dövüşçüsüyle kavga ettin?''

Demir'in söylediklerine gülerken Yağız'ın yüzü gözümün önüne geldi ve gülümsemem yüzümde asılı kaldı.

Sol gözünün hemen altı mosmor olmuştu ve gerçekten de birisiyle kavga etmiş gibi duruyordu. Koyduğumuz buzun dahi işe yaramaması sinirlerimi bozmuştu. Sabah onu öyle gördüğümde donakalmış hiçbir şey söyleyememiştim. Utançtan yüzüne bakamamıştım. O her ne kadar sorun olmadığını söylese de benim içim rahat etmemişti.

Rüyamdaki anlamsız olayın üstüne birisinin bana dokunmaya kalktığını hissettiğimde korkuyla kimin olduğuna bakmadan saldırıya geçmiştim. Normalde olsa yapabilirdim ama şu an onu hiçbir suçu yokken bunu yapmak beni biraz üzmüştü.

Demir'in yüksek sesinden ne söylediğini duyabilmiştim ama Yağız'ın ona karşılık ne cevap verdiğini duyamamıştım. Kapının ardında daha fazla duramayıp odadan çıktığımda ayağımdaki topuklulara rağmen basamakları hızlı hızlı indiğimde ikisinin de bakışları benim üzerimdeydi.

İkisi de beni baştan aşağı süzdüğünde Yağız'ın ifadesiz yüzü şekillenmiş, Demir'in gülen yüzü daha da gülmüştü. Demir parmağıyla beni işaret ettiğinde

''Bu rengi bilerek mi seçtin, Yağız'a özel''

Bu sorusunda haklıydı çünkü mosmor giyinmiştim. Sebebi kesinlikle bu değildi. Sadece kolsuz bir gömlek ve bol bir pantolon giymek istemiştim.

Demir benden bir cevap alamadığında ellerini ceplerine sokup Yağız'a dönerek ''bence bilerek yaptı, senin o adamla kavga ettiğini biliyordu çünkü''

Şaşkınlıkla Yağız'a baktığımda başımı hızla iki yana salladım.

''Ne adamı,adam kim, ayrıca bilerek falan yapmadım''

Yağız buzdan gözlerini benden çekip Demir'e baktığında gözlerini kısarak

''Ortalığı karıştırmaya çalışma, ayrıca ben sana bunu yapanın bir adam olduğunu söylemedim. Onu nereden çıkardın?'' Yağız'ın sorusuna Demir şaşırarak baktığında ellerini ceplerinden çıkardı.

''Sen yüzündeki morluğu görmedin galiba kardeşim. Bu öyle hafife alınacak bir morluk değil, profesyonelce vurulmuş buna'' dedi ve eliyle Yağız'ın çenesini tutarak bana gösterdi.

''Değil mi Miray, bir de sen bak, eski polissin sonuçta anlarsın''

Gülmemek için verdiğim çabanın aynısını Yağız da veriyordu. Yalandan Yağız'ın yüzüne bakıyormuş gibi yaptığımda Demir de benimle birlikte inceliyordu ve sanki normal bir morlukmuş gibi değil de adli tıpta incelenen bir vakaymış gibi ayrı bir titizlikle inceliyordu.

''Haklısın Demir, normal bir morluk değil bu''

Demir, Yağız'ın çenesini bırakarak kaşlarıyla beni işaret ettiğinde Yağız bundan sıkıldığını belli edercesine derinden bir of çekti ve beni kolumdan tutup yürüterek

''Tamam, beni yeterince incelediğinize göre şirkete gitme vaktimiz gelmiş demektir. Görüşürüz Demir''

Demir'i arkamızda bırakarak kapıya doğru ilerlediğimizde Demir neye uğradığını şaşırmış bir vaziyette ''görüşürüz'' dedi ve öylece kaldı.

Yağız kolumu bırakmadan beni ilerlettiğin de kulağıma doğru eğilerek ''bu kıyafet konusunu sonra konuşuruz'' dedi.

Gözlerimi kocaman açmış ona bakarken o bana masum masum gülümsüyordu.

''Ama'' dememe kalmadan dışarıya çıkıp adamlarına emir yağdırması bir oldu.

Ne ara arabaya binip yola koyulduğumuzu hatırlamıyordum. Tek hatırladığım beni arabaya zorla bindirdiğiydi. Adamların hepsi Yağız'ın yüzüne bakıyor, bu morluğun nasıl olduğunu merak ediyordu. Bense her o morluğa baktığımda yerin dibine giriyordum.

Arabadaki sessizliği Yağız bozduğunda şoför koltuğundaki Arda her zamanki gibi bizi dinliyordu.

''Profesyonelce ha''

Gözlerimi kapatıp kısa bir an ne cevap vereceğimi düşünürken verecek bir cevap bulamadığımda Arda'ya sarmaya karar verdim.

''Bir kozmetik dükkanının önünde dursan çok iyi olur, almam gereken birkaç eşya var'' dedim ve kendi duyabileceğim yükseklikte '' şunları alalım yoksa benim bugün başım belaya girecek''

Yanımda oturan Yağız alayla güldüğünde çekinerek ona baktım ve gülümsemeye çalışarak ''bilerek olmadığını biliyorsun'' af dilerken kullanabileceğim tek cümle buydu.

Yağız bir iç çekerek ''biliyorum'' dediğinde bana kızmadığını biliyordum sadece şaka yapıyordu ama bu bile benim yerin dibine girmeme sebep oluyordu.

Gülerek ''bana uysun diye mi bu renk giyindin peki?'' Yine beni utandırıyordu. Zaten yaptığıma pişmandım.

''Bunu yapmayacağımı biliyorsun'' dediğimde bir iç daha çekti ve yine

''Biliyorum'' dedi.

Tüm konuşmamız bu kadardı. Bundan sonrasıysa yorucu bir maratondu. Bir kozmetik dükkanına girmiş Yağız'ın ten rengine uygun olmasına özen gösterdiğim, özen gösterdiğim diyorum çünkü ten rengi çok açıktı ve bulmakta zorlanmıştım. Bir fondöten ve yaymak için bir sünger alıp arabaya geri döndüğümde şirkete gidene kadar acımamasına özen göstererek fondöteni Yağız'ın yüzüne sürdüm.

Çok mükemmel olmasa da morluğu kapatmıştı ama tek sorun ten rengiyle aldığım rengin pek uyuşmamasıydı. O kadar uçuk bir fark yoktu, zaten onun da bunu dert edeceğini düşünmüyordum. Morluğu kapatması yeterliydi ve öyle de olmuştu.

Şirkete vardığımızda hemen odama girmiştim. Bana kalan işlerin ne kadar biriktiğini görünce nutkum tutulmuştu. Ben bir sekreterdim ve bu kadar işimin olmaması gerekiyordu. Yağız bile bu kadar çalışmıyordur.

Yağız için bir toplantı ayarlamam, geçen gün baktığımız dosyaları muhasebeye götürmem ve yeni dosyaları da tekrardan incelemem gerekiyordu. İncelenmesi gerek dosya sayısı da yirmi beşti.

Dördüncü dosyanın ortasındayken odamın kapısı çalındı ve ben komut vermeden neşesiyle beraber içeriye İdil girdi. Sarı saçlarını iki yana açmış savura savura yanıma gelmişti.

''Naber canım?''

Dosyadan başımı kaldırıp gülümseyerek ''iyidir senden'' dedim ve elimle yanımda üst üste dizili olan dosyaları gösterdim.

İdil üzülerek bana baktığında ''iyi benden de, ne yaptığına bakmak ve birkaç dosyayı almak için geldim.

Sonda söylediği şeyin üstüne mutlulukla ona baktığımda aradığım kelimeyi bulmuştum. Dosyaları almak.

İdil mavi gözleriyle istediği dosyayı bulmaya çalışırken sağ tarafta üstü üste dizilmiş sekiz dosyayı işaret ederek

''O dosyaların sende ne işi var, onları Yağız'ın incelemesi gerekiyor''

İşte bir müjdeli haber daha, gülen gözlerle İdil'e baktığımda

''Sen benim kahramanımsın'' dedim ve yarısına geldiğim dosyayı önemsemeden üst üste dizili sekiz dosyayı bir anda kucaklayıp kapıya doğru ilerledim. Ellerim dolu olduğu için kapıyı açamadığı da İdil bana kapıyı açtı ve çıkmam için yardım etti.

Ben çıkarken onun da istediği dosyaları bulduğunu gördüm. Çalışanların bana olan bakışlarını önemsemeden Yağız'ın odasına doğru ilerledim ve kapıyı çalmadan dirseğimle kapıyı açtım.

İçeriye girdiğimde masasındaki evraklarla boğuşan Yağız'ı gördüm. O da aynı benim gibi yorulmuştu.

Yağız beni böyle görünce bir bana bir de kucağımdaki dosyalara baktığında elindeki kalemi bırakıp oturduğu yerden kalkarak bana doğru geldiğinde ben de arkamdan ayağımla kapıyı kapattım.

Kucağımdaki dosyaları alırken ''kapı çalmak diye bir şey var bilmem haberdar mısın, yani insanlar genelde bunu yapıyor'' dediğinde bir elimi belime koyarak sertçe ona baktım.

''Rahatsız mı oldun?'' Sorumla buzdan gözleri şaşkınlıkla bana bakarken ''sadece şaka yaptım''

Gözlerimi kısa bir anlığına kapatıp açtığımda o kucağındaki dosyaları masasına koymuştu bile, onun yanına doğru ilerlediğimde dosyaları göstererek ''bu dosyaları incele, senin yüzünden az kalsın ben inceleyecektim. Yeterince işim yokmuş gibi'' kınayan gözlerle ona baktığımda gülerek bana baktı.

''Patron ben miyim sen misin belli değil'' sözünü üstüne altta kalmamak için

''Hani şirket benimdi'' dediğimde gözleri kocaman açıldı. Buzdan gözlerinde şaşkınlık hakim olduğunda ne söyleyeceğini bilemedi.

''Ö-öyle zaten de''

Onun şaşkınlığını görmezden gelerek pencereye doğru ilerlediğimde arkamdan ''sen belli ki çok yorulmuşsun, bu sinir de ondan sanırım'' dediğinde arkamı dönerek başımı salladım.

''Geldiğimden bu yana oturduğum yerden hiç kalkmadım ve sürekli dosya inceledim. Gerçekten çok yoruldum, böyle çalışmayalı uzun zaman oldu'' istemsizce güldüğümde o da güldü ve alayla

''Ne yapsak senin maaşını falan mı arttırsak?'' Yorgunlukla ona güldüğümde

''Hayır demem''

Önüme dönüp camdan dışarıya, etrafa sıra sıra dizilmiş binaları izlemeye başladığımda odanın kapısı çaldı. Yağız masasına doğru hareketlendiğinde ''bak insanlar nasıl kapıyı çalıyorlar'' dediğinde istifimi hiç bozmadan dışarıyı izlemeye devam ettim.

Yağız gel komutunu verdiğinde içeriye birisi girdi. Giren kişinin bakışlarının bana değdiğini duraksamasından anlamıştım.

''İmzalamanız gereken evraklar vardı Yağız Bey''

''Gel Derya''

Gelen kişiye bakmadan, onu ve kim olduğunu umursamadan kollarımı göğsümde birleştirerek dışarıyı izledim.

Odama gitmek içimden gelmemişti. Burada Yağız'ın odasında durmak daha iyiydi ve bu odanın manzarası da güzeldi.

Bir sürü bina vardı. Çoğu ışıltılıydı, renkli renkli afişleri vardı. Bazıları tanıdıktı. Hepsi bir amaç uğruna vardı ve bazıları da bu amaç doğrultusunda yok olacaktı.

''Bu kadar mı?'' Yağız'ın gelen kişiye sorduğu sorunun üstüne kızın ''bu kadar Yağız Bey'' dediğini duymuştum.

Kızın ses tonu ve kurduğu cümleler manzaramın içine etmiş, kulaklarımın kanamasına sebep olmuştu.

Kendi kendime mırıldanarak onu taklit ettim.

''Bu kadar Yağız Bey'' kendime engel olamayıp gözlerimi devirdiğimde Yağız'ın kıza söylediği şeyle başımı hafif sağa çevirdim.

''Derya sana zahmet olmazsa bize iki kahve getirir misin, biri orta şekerli, biri sade'' dediğinde yine kızın o iğrenici sesini duymuştum.

''Tamamdır Yağız Bey''

Kapının kapanma sesini duymamla arkamı döndüm ve Yağız'ın masasının hemen önündeki koltuklara doğru ilerledim. Bir yandan da kızı taklit ediyordum.

''Tamamdır Yağız Bey'' yüzümü buruşturup Yağız'a baktığımda kendini tutamayıp gülmüştü.

Sinirle ona bakarak uyarır bir tonda ''gülme'' dedim ve bacak bacak üstüne attım.

Bu sırada Yağız'ın bakışlarının kolyem de olduğunu fark ettim.Yine derinden bir iç çektiğinde kendi kendine konuştu ama ne dediğini duyamadım. Çok da umursamadım.

Yüzüne dikkatle baktığımda sesimi tatlı tutmaya çalışarak ''acıyor mu hala?'' Diye sordum.

Soruma güldüğünde başını iki yana sallayarak ''acıyordu ama geçti'' dedi.

Başımı anladığımı belli edercesine salladığımda anlamadığım bir şekilde güldü.

Kendimi daha fazla tutamayarak ''az önce gelen kız kimdi, kimdi de sana imza attırmaya geliyor ve benden habersiz. Ben senin asistanınım, böyle işlerden haberim olması lazım, haberim olmayacaks-''

''İdil'in asistanı, İdil gönderdi imzalamam gereken birkaç belge vardı. Haberin olmaması normal çünkü o da senin gibi yeni ve kimseyi tanımıyor'' yeterli açıklamayı yaptığında başımı anladığımı belli edercesine salladım.

''Sen böyle şeyleri merak etmezdin, hayırdır?'' Masaya doğru eğilerek sorduğu soruya tabii ki gözlerimi devirmiştim.

''İşle ilgilensek suç, ilgilenmesek suç, merak ettik işte'' dudağının kenarını dişleyerek güldüğünde ona ters ters baktım.

Bir süre sonra kapı çaldığında Yağız'la aynı anda birbirimize baktık ve Yağız gözleriyle kapıyı işaret ederek ''bak gör,öğren'' dedi ve gelen kişiye girmesi için komut verdi.

İçeriye elinde kahve tepsisiyle bir takım elbiseli, sarışın genç bir adam girdiğinde şaşırmıştım. Açıkçası Derya'nın gelmesini bekliyordum.

Adam kahveleri masaya koyduktan sonra Yağız'a ufak bir gülümseme yolladı ve tam çıkacağı sıra kapıda birisi belirdi.

Cenk, elindeki kırmızı gül buketiyle kapıyı çalmadan tek nefeste içeriye dalmıştı. Ben ne olduğunu anlamadan buketi bana doğru uzattı ve

''Bunlar size gelmiş Miray Hanım'' dedi.

Kaşlarımı çatarak bir ona bir de bana uzattığı bukete baktığımda ister istemez ayaklanmıştım.

''Kimden?'' Benden önce soruyu soran kişi Yağız olmuştu. O da benim gibi ayaklanmıştı.

''Bilmiyorum efendim''

Yağız'la aynı anda birbirimize baktığımızda aklımıza gelen şey aynıydı. Elina Bo, gerçekten bunu o mu göndermişti?

Bu soru işaretlerinden kurtulmak için Cenk'in uzattığı buketi aldım ve gülleri kırmadan içinde bir not olup olmadığına baktım. Buketi almamla Cenk geldiği yoldan geri gitti. Odada Yağız'la kalmıştık.

Elime bir şey çarptığında dikkatlice baktım ve onun derinlere bir yere bırakılmış küçük beyaz bir zarf olduğunu gördüm.

Zarfı alıp buketi masaya koyduğumda Yağız pür dikkat beni izliyordu.Tek düşündüğü bunları Elina'nın göndermiş olduğuydu.

Zarfı açıp içindeki küçük kağıdı çıkardıktan sonra hızla katlı zarfı açtım ve içinde yazılı olanları okumaya başladım.

Uzun zaman oldu Miray komiserim ya da artık asistan Miray mı demeliyim? Peşini bıraktığımı sandın değil mi, hiç yapar mıyım öyle bir şey, beni bilirsin başladığım işi bitirmeden rahat etmem. Her neyse çok konuşmayayım, ne de olsa yakında görüşeceğiz öyle değil mi, o zaman bol bol vaktimiz olacak...

Çok yakında görüşmek üzerek, çok sevdiğin avukatın.

 

 

 

 

 

 

Uğur Tamer

 

 

 

 

 

 

⚔️

Evet bir bölümün daha sonuna geldik. Umarım beğenmişsinizdir. Oylarınızı ve yorumlarınızı bekliyorum. Hepinize kucak dolusu sevgilerimi yolluyor, yeni yılın size mutluluk getirmesini diliyorum. Görüşmek üzere...

 

Bölüm : 31.12.2024 22:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...