17. Bölüm
Fatime Kübra Tosun / İNTİKAM:Son Söz / 17. Bölüm: Diriliş

17. Bölüm: Diriliş

Fatime Kübra Tosun
f.kubrat

Herkese selam, biliyorum çok ama çok uzun süredir yoktum. Bunu yaşanan talihsizliklere ve yoğun tempolu hayatıma bağlıyorum. Bundan sonra umarım sizleri bu kadar bekletmem. Elimden geldiğince bunu tekrar yapmamaya çalışacağım.

Kendimi affettirmek adına size uzun hem de çok uzun bir bölümle geldim. Umarım beğenirsiniz. Bu bölüm biraz atraksiyonlu geçecek, şimdiden kendinizi hazırlayın derim. Lafı daha fazla uzatmadan sizleri onlara emanet ediyorum. Keyifli okumalar.

 

 

⚔️

Uğur Tamer, hayatımın bir noktasında var olmuştu. Benim için ona yüklediğim anlamlar onun için pek iç açıcı cinsten değildi. Benim için o anlamsız, gereksiz, varlığının hiçbir faydası olmayan bir şeyden ibaretti.

Adı bile yoktu, şey diyebilirdim sadece, onu yanlış tanımanın vermiş olduğu üzüntü bir kenara hayatıma girmesini pişmanlık olarak tanımlardım.

Öyle nefret doluydum ki ona, bu nefret duygusu her ne olursa olsun geçmeyecek cinstendi. Bu hayatta güven duygumu hüsrana uğratanlardan birisi de oydu.

Aylar önce peşimi bıraktığını düşünmüştüm. Rahat bir hayat süreceğime inanarak yaşamıştım ama o yine karşıma çıkmış ve beni rahat bırakmayacağını açık açık belirtmişti.

Bir buket gül, bir not, bir yaşam ve bir kayıp, hepsi onu tarif ediyordu. Bütün yollar ona çıkıyordu. Aynı şimdi bütün yollarımın Yağız'a çıktığı gibi...

O benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Daha birkaç gün önce Egemen'e onun hakkında bir soru sormuştum. O da bana gözünün önünde olduğunu ve onu kontrol ettiğini söylemişti.

Nasıl olmuştu da bana ulaşmayı başarmıştı, nasıl olmuştu da benim bir şirkette işe başladığımı öğrenmiş, hatta pozisyonum hakkında bilgi edinmişti.

Bunların hepsi nasıl ve ne ara gerçekleşmişti?

 

 

 

 

 

☘️

Kocaman odanın ortasında kucağımda kırmızı güllerle dikilmiş elimdeki nota bakıyordum. Elina olayı yetmezmiş gibi bir de Uğur çıkmıştı.

Elimdeki buketi karşımdaki koltuğa fırlattığımda ve notu avucumun içinde buruşturup elimi yumruk yaptığım sırada odada olduğunu unuttuğum Yağız'ın sesini duymamla öfkeli bakışlarımı ona döndürmem bir oldu.

"Ne oluyor, kimden gelmiş?"

Meraklı bakışlarına karşı ona gönderdiğim öfke dolu bakışlarımdan bir anlığına korkmuştu. Büyük ihtimal buketi Elina'nın gönderdiğini düşünüyordu. Elimi mümkünmüş gibi daha fazla sıktığımda

"Önemli birisinden değil" dedim ve onu görmezden gelerek hızlı ve büyük adımlarla odasından çıktım. Odadan çıktığımda arkamdan gelmemesi için dua ettim. Şu an yanımda olmaması ikimiz içinde iyiydi.

Bu öfkem bu sefer onu yakıp kavurabilir hatta yok edebilirdi. Kapının önünde durup kısa bir an ne yapmam gerektiğini düşünürken birkaç çalışanın meraklı bakışlarıyla karşılaştım.

Elimde olmadan bir sinirler "durup beni izleyecek vaktiniz olduğuna göre işiniz yok sanırım" dediğimde çalışanlar neye uğradığını şaşırırken bense delici bakışlarımla onlara bakıyordum. Hepsi bir anda dağılıp işlerinin başına döndüğünde hızla odama doğru ilerledim.

Kapıyı açıp sertçe kapattığımda elimde sımsıkı tuttuğum kağıdı masaya doğru fırlattım.

"Aptalsın, aptal"

Ayağımdaki topukluları umursamadan önümdeki sandalyeye bir tekme savurduğumda sandalye odanın diğer ucuna gitti ve cama çarpmaya yakın bir mesafede durdu. Masanın üstündeki dosyaları tutup yere fırlattığımda bütün kağıtlar etrafa saçıldı.

Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdiğimde onları yolmak istercesine çektiğimde toplu olan saçım bozulmuştu.

Her şey bir anda kontrolümden çıkmıştı. Tüm hakimiyetim, tüm gücüm kaybolmuştu. Hiç yapmamam ve hiç yapamayacağım bir şey yapmıştım. Sessiz kalmıştım. Tüm bunların sebebi buydu, sessiz kalışım.

Kendimi Yağız'ın hayatına o kadar kaptırmıştım ki, onun yaşantısına, onun ailesine ve ona, bu yüzden her şey allak bullak olmuştu.

Telefonumun çalmasıyla ellerimi saçlarımdan çektim ve cebimdeki telefonu çıkararak arayan kişiye baktım.

Arayan kişiyi görmemle burnumdan solumam bir oldu, tüm bu işlerden sorumlu, güvenimi maalesef ki boşa çıkaran birisi arıyordu.

Hızla çağrıyı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüğümde onun mahcup sesi kulağımı doldurdu.

"İyi misin, b-ben çok üzgünüm. Onu kontrol ettiğimi düşünmüştüm ama o"

"O ne, o ne Egemen, bunu nasıl yaparsın, onu nasıl görmezden gelirsin. Sana hiçbir şey demedim. Sadece"

Artık kendimi kontrol edemiyordum. Gözüm bir anda döndü ve odanın içinde ona bağırmaya başladım.

"SANA SADECE ONU KONTROL ETMEN GEREKTİĞİNİ SÖYLEDİM AMA SEN ONU BİLE YAPAMADIN. SEN BU İŞİN NE KADAR CİDDİ OLDUĞUNU UNUTTUN GALİBA, ORTADA BENİM CANIM SÖZ KONUSU, YA O KENDİ GEL-" Korku dolu sesiyle lafımı böldüğünde delirmiş gibi odanın içinde bir sağa bir sola dönüyordum.

"Miray bak ben gerçekten üzgünüm. Bu nasıl oldu, o nasıl kaçtı bilmiyorum. Onu kontrol ettiğimden emindim. Gözüm üstündeydi. Ne yediğini ne içtiğini hepsini biliyordum ama"

Koltuğa bir tekme daha savurduğumda telefona doğru bağırarak

"AMA NE, ONU KAYBETTİN VE BENİ BULMASINI MI SAĞLADIN, HER ŞEYİ MAHVETMESİNE DE YARDIM ETSEYDİN KEŞKE, SANA ONU HAFİFE ALMA DEMİŞTİM. ONUN BİR MANYAK OLDUĞUNU SANA AÇIK AÇIK SÖYLEDİM, BUNU NASIL YAPARSIN, NASIL DİNLEMEZSİN BENİ?"

Kolay sinirlenirdim ama bu sinir hiçbir zaman Egemen'e olmazdı. Hep başkalarınaydı bu sinirim, bu benim ona ilk defa böyle sinirlenişimdi.

"Bak haklısın ama beni bir dinles-"

"Şu an değil, belki daha sonra ama şu an değil. Şu an senden tek istediğim o manyağın yerini bulman"

Telefonu yüzüne kapatıp koltuğa fırlattığımda şimdi sızlanmanın değil savaşmanın sırası olduğunu anladım.

Asıl her şey şimdi başlıyor. Geri dönüşü olmamak üzere...

Ben Miray Ateş, kendime söz veriyorum, o manyağı doğduğuna pişman edeceğim.

 

 

 

☘️

 

"Efendim"

Telefon dördüncü çalışında açıldığında gelen neşeli sesin üstüne tüm ciddiyetimle

"Sana bir isim vereceğim ve bana onun nerede olduğunu, kiminle irtibat halinde olduğunu, ne yiyip ne içtiğini hepsini bildiriyorsun"

"Ama ojelerimi daha yeni sürdüm"

Ufak çaplı serzenişinin üstüne ona gözlerimi devirdikten sonra sesimi sert tutarak

"Hande, ne diyorsam onu yap"

"Of tamam, Kim bu seni karşısına alma gafletinde bulunan şanssız kişi?"

Sorusuyla o tiksinti adını tekrardan ağzıma almak zorunda kaldım ve iğrenerek

"Uğur Tamer" dedim.

Hiçbir şey söylemeden telefonu yüzüme kapattığında telefonu sakince masaya bıraktım.

Kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslandım ve gözlerimi kapatıp ondan gelecek haberi bekledim.

On beş dakika sonra gelen aramayla doğruldum ve telefonu alıp hızla çağrıyı yanıtladım.

Beni ilk olarak onun nefes nefese kalmış sesi karşıladı.

"Buldum"

Aldığım cevapla yüzümde güller açarken oturduğum yerden kalktım ve pencereye doğru ilerledim. Tekme attığım koltuğu es geçip pencere yaslandım.

"Neredeymiş?"

"İstanbul'da" gülen yüzüm yerini şaşkınlığa ve nefrete bıraktığında bir şey söylemeden devam etmesini bekledim.

"Bir dava için bu sabah saat altı gibi Ankara'dan gelmiş, havaalanında bir buçuk saat geçirdikten sonra bir otele yerleşmiş. Bugün öğleden sonra ve yarın sabah davası varmış ve unutmadan en sevdiği meyve çilek, en sevdiği yiyecekler sıralamasında da çilek ürünleri yer alıyor. Çilekli turta, çilekli pasta, çilek reçeli, bir insan neden bu kadar çileğe bağımlı olur ki?"

Sorduğu soruya buruk bir gülümseme bırakırken ona teşekkür edip telefonu yüzüne kapattım.

Kapı açıldığında arkamı dönerek kimin geldiğine baktım. Buzdan gözlerindeki korku dolu ifadeyle Yağız içeriye girdi ve bir bana bir de yere saçılmış dosyalara baktı.

Korku dolu sesiyle "iyi misin?" Diye sorduğunda gülerek ona baktım.

"Değilim ama iyi olacağım. Hem de çok iyi olacağım" ona doğru ilerlediğimde o ne demek istediğimi anlamaya çalışıyordu.

Ayağımın altındaki dosyaları iteleyerek yanına vardığımda tam karşısında durdum ve buzdan gözlerine bakarak "önemli bir işim çıktı, gidebilir miyim?"

 

Şaşkınlıkla bana baktığında bakışlarım şu an görünmeyen ama orada olduğunu bildiğim o mor yere kaydı.

 

"Gidemezsin" dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktığımda hiç gecikmeden

 

"Neden?" Diye sordum.

 

Gözlerini kısarak bana baktığında yine bir şeyleri teyit etmeye çalışıyordu.

 

"Tehlikede olabilirsin, hem sen bana hala o çiçeğin kimden geldiğini söylemedin, Elina'dan mı?"

 

Art arda kurduğu cümlelerden anladığım tek şey meraklandığı ve kafasının karışık olduğuydu.

 

"Birincisi tehlikede değilim. Olamam da, ikincisi çiçeğin önemsiz birisinden geldiğini söyledim, endişelenmene gerek yok"

 

Bana daha yakından bakarak "biliyorsun ki seni şu ana kadar hiçbir şeye zor-" diyecekti ki durdu ve bir nefes vererek

 

"Sen ne kadar endişelenme desen de ben kendime engel olamıyorum, lütfen kötü bir şey varsa bunu bana söyle elimden ne gelirse yaparım. Yeter ki se-"

 

Belki de ilk defa onun duygularını paylaşıyor, onu anlıyordum.

 

"İyiyim ve gerçekten kötü bir şey yok, dediğim gibi çiçek önemsiz birisinden, beni korkutacağını sanan aptal birisinden sadece, artık gidebilir miyim?"

 

Ona nasıl bakıyordum bilmiyordum ama o bana tüm samimiyetiyle bakıyordu.

 

İstemeye istemeye başını salladığında gülümsedim ve tam eşyalarımı alıp odadan çıkacağım sırada kolumdan tutarak beni durdurdu. Bir şey söylememe kalmadan cebimdeki telefonumu çıkardığında sessizce onu izliyor ve ne yaptığını anlamaya çalışıyordum.

 

Elimdeki çantayı umursamadan baş parmağımı tutup telefona okuttuğunda anlamaz gibi ona bakıyordum. Telefon açıldığında hiç düşünmeden kişiler kısmına girdiğinde artık ne yapmaya çalıştığını anlamıştım.

 

Ayarlamaları yapıp kendi numarasını telefonuma kaydettiğinde ayakta dikilmiş benim telefonumdan kendisini çaldırışını izliyordum.

 

Onun telefonun çalmasıyla kendisini nasıl kaydettiğine bakmak için elindeki telefonuma doğru baktığımda gördüğüm isimle gözlerim kocaman açıldı.

 

"Patroncuğum mu?"

 

"Evet bak ne güzel oldu. Şimdi ben de seni asistancığım diye kaydedeceğim"

 

İğrenerek ona baktığımda elinden telefonumu söküp aldım ve

 

"Hayatımda bu kadar saçma bir şey duymadım. Seni aradığımda kesinlikle insanlara rezil olacaksın bunu biliyorsun değil mi, adın çıkacak adın"

 

Gülerek duvara yaslandığında ellerine göğsünde topladı ve bir kaşını kaldırarak yine aynı şeyi söyledi.

 

"Çıkacaksa adım seninle çıksın"

 

Gözlerimi devirdiğimde hep yaptığı gibi yine gülümsedi. Onu görmezden gelerek hiçbir şey söylemeden odadan çıkacağım da aklıma gelen şeyle durdum ve omzumun üstünden ona bakarak

 

"Çiçekleri suya koymalarını söyler misin, solmasınlar" cevap vermesini beklemeden kapıyı açtım ve odadan çıktım.

 

Bu gidişle beraber onun bana tattırdığı o hissi de geride bırakarak gidiyordum.

 

Artık Yağız Karahanlı'nın aşılması gereken bir duvarı kalmamıştı, çünkü bütün duvar bir anda yerle bir olmuştu.

 

İyi bir oyuncuydu ama artık oyun oynamayı bırakmıştı. Ya da öyle görünmeye çalışıyordu. Belki de o da aynı benim gibi yalancı bir kabukla yaşıyordu. Duygularla Oynayan Adam denilmişti ona ama karşısındaki kadının oynayabileceği bir duygusu olmadığından bir haberdi.

 

Belki de onun lakabına bu kadar çok takmamamın sebebi buydu. Onun bende oynayabileceği bir duygunun olmamasıydı.

 

Güven; ben kimseye güvenmezdim. Korku; ben kimseden korkmazdım. Aşk; ben kimseye aşık olamazdım.

 

 

 

 

☘️

 

Arkamda arabayla beni takip eden Arda'yı görmezden gelmeye çalışıyordum ama o her seferinde kendisini bir şekilde belli ediyordu. Takip mesafesi denilen şeyden bir habermiş gibiydi.

 

Taksiciye verdiğim konumun üstüne evime gitmeye çalışırken Yağız'ın peşime taktığı adamı fark etmemin üstüne yolculuğum biraz daha eğlenceli geçmişti. Taksiciye yaptırdığım manevraların aynısını arkamdaki Arda'nın da yapıyor olması dışarıdan epey bir komik duruyordu.

 

Mahalleme geldiğimdeyse beni takip eden kişi sayısı ikiye çıkmıştı. Asla ama asla pes etmiyordu. Sanırım etmeyecekti de...

 

Evin önüne geldiğimde taksiciye parasını verdim ve arabadan indim. Taksici evimin önünden uzaklaşırken göz ucuyla Arda'nın nerede olduğuna baktım. Arabasını sokağın başına park etmişti ve emindim şu an Yağız'a talimat veriyordu. Gülerek eve doğru ilerlediğimde kapının önüne geldiğimde yüzümdeki ifade solmuş, ciddi bir ifadeye dönüşmüştü.

 

Onu ne kadar kırmak istemesem de bazı şeylerin ne kadar hayati bir durum aldığını fark etmesi için bunu yapmam gerekiyordu. Bu yolda en başından bu yana benim yanımda olan oydu, elbette onun üzülmesi benim için her şeyden önemliydi.

 

Cebimden anahtarımı çıkarıp tam deliğe sokacağım sırada kapının açılmasıyla Egemen'i karşımda görmem bir oldu.

 

Dağınık saçlarıyla, beyaz tenindeki kızarmış yanaklarıyla ve yeşil gözlerindeki mahcubiyetle bana bakıyordu. Öyle mahcup duruyordu ki ona kızmaya bile kıyamadım.

 

Dışarıya doğru bir adım atacağı sırada etrafa bakıp hızla onu içeriye doğru ittim ve arkamdan kapıyı kapattım.

 

Az kalsın bir sorunu yok etmek isterken başka bir soruna yol açacaktı.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun, dışarıya böyle çıkamazsın, biri seni görürse ne yaparız, bunca emek boşa gider"

 

Elimdeki çantayı yere koyduğumda o da elleriyle yüzünü kapatmış bir şeyler söylüyordu. Muhtemelen kendisine kızıyordu. Engel olamadığı bir şey için pişmandı, bense onun pişmanlığına pişmanlık eklemiş, onu azarlamıştım. Bir yerde haklı bir yerdeyse haksızdım.

 

O şu ana kadar benim için elinden ne geliyorsa yapmıştı, bense tek hatasında ona neler söylemiştim. Hem ona üzülüyor hem de kendime kızıyordum.

 

Salona doğru ilerleyeceğimde onu kolundan yakaladım ve bir şey söylemesine kalmadan zorla yürüttüm.

 

Hiçbir şey söylemeden peşimden geldiğinde onu koltuğa oturttum ve meraklı bakışlarını görmezden gelip tam karşısına oturdum.

 

"Ben ger-"

 

"Özür dilerim"

 

Şaşkınlıkla bana bakarken kaşları havalanmış, ifadesiyse ne söylediğimi anlamaya çalışır gibiydi.

 

Öne doğru eğilip ellerimi birleştirdiğimde alttan alta ona bakıyordum.

 

"Sana öyle davranmamalıydım. Yaptığım yanlıştı, senin her zaman beni korumak istediğini biliyorum, bundan asla şüphe duymadım, duymamda ama o an öfkeden gözüm hiçbir şeyi görmedi. Ben sade-"

 

Sessizce beni dinlerken birden sözümü kesti.

"Drake'ten sonra bir ihaneti yaşamaktan korktun"

Kurduğu cümle boğazımda bir yumru oluşmasına sebep oldu. Öyle ağırdı ki o yumru bir süre geçmedi. Kısa bir an gözlerimi kapattığımda o zaten neyin ne olduğunu anladı.

"Haklı olduğunu biliyorum Miray, endişeni de anlıyorum. Yaptığım azımsanacak bir şey değil, belki de" dediğinde sustu ve yutkundu.

 

Yeşil gözlerindeki manayı anlamıştım ama anlamamazlıktan geldim. Ölebilme ihtimalimi diline dolamak istememişti ama ben anlamıştım. Bu yolda ölebilme ihtimalimin olduğunu ikimizde biliyorduk ama yine de her şeyi göze almıştık.

 

Belki ölürdüm ama ölümüme mutlu olacak insanlar da olurdu. Öldüğüm zaman cenazemde yalnızca hüzün olmazdı. İkimizde bu ihtimali biliyorduk ama sadece dillendirmiyorduk.

 

Hayat belki şaşırtırdı, ölmezdim belki, ölmedim de, şu ana kadar hayatta kalmışsam bile hepsi aldığım riskler sayesindeydi.

 

Egemen daldığımı fark ettiğinde ve konunun dağılmasını istediği için konuyu değiştirdi.

 

"Kaçış planını önceden hazırlamış yani birkaç günlük bir plan değilmiş bu" dikkatimi ona verdiğimde içten içe dikkatimi dağıttığı için mutlu olduğunu biliyordum. Bunu hep yapardı. Ne zaman dalsam ya da bir çıkmaza düşsem o hep ilgimi çekecek konulara yönelirdi. Bu yüzden ona bu kadar bağlıydım. Bana bir abim olduğu hissini verdiği için...

 

"Programını davaya gidecekmiş gibi ayarlamış sadece programını değil herkesi o gün bir davası olduğuna ikna etmiş, kime sorsam davada olduğunu söyledi ama gerçekte öyle değilmiş yani bunu sonradan öğrendik"

 

Kaşlarım merakla havalandığında eğildiğim yerden doğruldum ve bir bacağımı diğerininkinin üstüne atarak dikkatlice onu dinledim.

 

"Aslında kendisinin o gün hiç davası yokmuş, sadece bizi peşinden sürüklemiş ve oyalanmamızı sağlamış, kendisi de kılık değiştirip adliyeden öyle çıkmış, sonrasını biliyorsun zaten hala nerede olduğunu arıyoruz"

 

İşaret parmağım dudağımın üstünde gezinirken başımı salladığımda

 

"Kaçmak için zaman kollamış, demek ki hala unutamadığı şeyler var" Egemen gülümseyerek başını salladığında "öyle, kendi içinde bitiremediği ya da bitirmek istediği şeyler var. Merak etme onu bulacağım"

 

Alayla güldüğümde bacağımı indirdim ve oturduğum yerde öne doğru kayarak ona biraz daha yakından baktım.

 

"Buna gerek yok" kaşları havalandığında merakını gidermek için kısa bir es verip devam ettim.

 

"Ben zaten onu buldum"

 

"Nasıl, yoksa o mu seni buldu?"

 

Birden ayaklanıp etrafta hızlı hızlı yürümeye başladığında neye uğradığımı şaşırmıştım.

 

"Miray doğruyu söyle o mu seni buldu, bir şey yapmadı değil mi, iyisin değil mi, hastaneye mi gitsek, ah aptal kafam, yürü hadi gidiyoruz"

 

Kolumdan tutup beni kaldırdığında bir anda eğilip beni kucağına aldığında ağzımı açmama kalmadan kendimi kapının önünde buldum. Kendi kendine sürekli bir şeyler söylüyor konuşmama fırsat bile vermiyordu.

 

"Ama ben kapıdan çıkamam, arka kapıdan çıkmamız gerek" arka kapıya doğru hareket edeceğinde neredeyse bağırarak onu durdurdum.

 

"EGEMEN BİR DUR ARTIK"

 

Egemen kapının önünde kalakalırken şaşkın gözlerle bana bakıyordu. Gülmemek için kendimi zor tutsam da ciddiyetimi koruyordum.

 

"Ben iyiyim, hiçbir şeyim yok"

 

Kaşlarını çatarak bana baktığında iki kaşının arasında küçük bir dalga oluştu ve beni baştan aşağı süzerek kontrol etti.

 

Başımı sallayarak kısık sesle "iyiyim" dediğimde ne olduğunu anlamadan beni birden yere indirdi. Dengemi sağlayamayıp düşecek gibi olduğumda kolumdan tuttu ama o sırada da bana söylenmekle meşguldü.

 

"Söylesene o zaman bir şeyim yok diye, ödümü kopardın. Hiç de bir şey söylemiyorsun, korkudan ödüm kopacaktı"

 

Gözlerimi kocaman açmış hayretle ona bakarken açılmaktan yere düşecek olan ağzımı kapatarak ona baktım.

 

"Konuşturmadın ki, ne olduğunu anlamadan aldın kucağına hoppala diye götürdün, susmuyorsun ki bir şey söyleyelim"

 

Aynı şaşkınlıkla bana baktığında 'ben mi?' dercesine kendisini işaret ettiğinde yalandan şaşkınlıkla ''sen'' diyerek onu işaret ettim.

 

Gözlerini kısarak bana baktığında aynı onun gibi gözlerimi kısarak ben de ona baktım. İşte bu bir alt etme savaşıydı. Buradan kim galip gelirse o kazanırdı ama ikimizin de bildiği şey bizim bu savaşı asla karşı karşıya kazanamadığımızdı.

 

Daha fazla dayanamayıp gülmeye başladığımızda yine bu savaşın kazananı olmamıştı.

 

Kahkahalarımızın son bulmasına sebep olan şey, çantamda çalan telefonum oldu.

 

İkimiz de aynı anda birbirimize bakıp oflayıp gözlerimizi devirdiğimizde Egemen arayan kişiye küçük söylentilerde bulunuyordu.

 

"Bir rahat yok, iki dakika mutlu olalım dedik, yok illa ki"

 

Telefon susmayınca oflayarak yerdeki çantama uzandı ve içini açıp telefonumu çıkardı.

 

Bir süre anlamadığım bir şekilde şaşırarak ekrana baktığında neye bu kadar şaşırdığına bakmak için ona doğru yaklaştım ve ekrana baktım.

 

Ekranda kocaman 'patroncuğum' yazısını görmemle telefonu elinden almam bir oldu.

 

"Patroncuğum mu, ne bu, yeni moda falan mı?"

 

Utanarak ona baktığımda ellerim arkada telefonu sımsıkı tutuyordum. Tam kendimi açıklamak için konuşacağım da beni susturarak yürümeye başladı.

 

"Aç şu telefonu, şimdiden kafam şişti, patroncuğunla konuştuktan sonra salona yanıma gelen abiciğinin de seninle konuşacakları var" gülerek yanımdan ayrıldığında ters bakışlarımı ona diktim.

 

Salon kapısından girerken arkasından bağırarak "peki ama ben gelene kadar yanlış bir şey düşünme" dediğimde içeriden cevabı hiç gecikmedi.

 

"Düşündüm bile, her şey için çok geç"

 

Ona gözlerimi devirdiğimde sanki görmüş gibi "bak yine gözlerini deviriyorsun san-" susmayacağını anladığımda çağrıyı yanıtlayıp telefonu kulağıma götürdüm.

 

"Efendim Yağız Bey"

 

Bakışlarım salonun kapısında kulağımsa ondaydı. Sakin ama bir o kadar da telaşlanmaya hazır sesini duyunca anlamsızca rahatlamıştım.

 

"Neredesin?"

 

Kaşlarımı çatarak pencereye doğru ilerleyip perdeyi araladığımda evime biraz daha yaklaşmış siyah arabayı gördüm. Uzaktı ama yine de görünüyordu.

 

Perdeyi kapatıp alaylı ifademle

 

"Nerede olduğumu Arda'ya sorman gerekmiyor mu, onun yerimi bildiğine eminim"

 

Sessiz kaldığında bunu fark edeceğimi beklemediğini anladım.

 

"Hadi ama bana beni hafife almayacağını söyleyen sendin, bunlara şaşırmaman gerekiyor"

 

Ağzının içinde bir şeyler gevelediğinde söylediklerini anlamaya çalıştım ama bu çabam boş bir çabadan ibaretti.

 

Derinden bir of çekip boğazını temizlediğinde telefonu kulağına yaklaştırmış olacak ki sesi canlı ve gür çıktı.

 

"Birazdan orada olacağım, ona göre işini bitir"

 

"Anlaşıldı"

 

Onun bir şey söylemesini beklemeden telefonu yüzüne kapattığımda bir rezil olma vakasının daha önüne geçmek için rehberime girip adını değiştirdim. Aklıma gelen ilk şeyi yazıp kaydettiğimde ekranı kapatıp emin adımlarla salona doğru ilerledim.

 

Asıl rezil olma şimdi başlayacaktı. İçeriye girdiğimde az önce benim oturduğum koltukta bacak bacak üstüne atmış bütün heybetiyle oturan Egemen'le göz göze geldiğimde sırıtarak bana baktı.

 

"Konuştun mu patroncuğunla?" Yüzündeki sırıtış daha da büyüdüğünde ona gözlerimi devirdim ve telefonumu masaya koyup tam karşısına oturdum.

 

"Açmasak şu konuyu"

 

"Niye ama ben çok eğleniyorum abiciğim"

 

Dişlerimi sıkarak uyarır bir tonda "Egemen" dediğimde daha fazla gülerek

 

"Peki peki demedim bir şey"

 

Söylediklerine zıt olarak sırıtan ifadesine karşı ofladığımda daha çok güldü. Bunu aşmanın tek yolunun onu görmezden gelmek olduğunu anladığımda konuyu değiştirerek o gelmeden asıl konuşmamız gereken konuya yöneldim.

 

"Uğur İstanbul'da" gülen ifadesi bir anda değişip nefrete dönüştüğünde gülümseyerek ona baktım. Devam etmemi beklediğinde istediğini yaparak tüm her şeyi anlattım.

 

"Bu sabah erkenden İstanbul'a gelmiş, sözde bir dava için, nedenini bilmediğim bir şekilde bir buçuk saat havaalanında beklemiş" Egemen'in bir kaşı havalanırken pür dikkat beni dinliyordu.

 

"İlginç, bir buçuk saat, peki şimdi nerede, yerini söyle de adamlarımı oraya göndereyim" cebinden telefonunu çıkarıp benden gelecek cevabı bekledi.

 

Alayla gülerek doğrulduğumda "adliyenin oradaki otelde" duydukları karşısında oflayıp telefonu yerine koyduğunda ikimizde biliyorduk ki onun oraya adam göndermesi kendini namlunun ucuna koyup silahı ateşlemekle aynı şeydi..

 

Ağzının içinde bir küfür yuvarladığında gülerek ona baktım.

 

"Peki" dediğinde doğruldu ve öne doğru eğilip merakla bana baktı.

 

"Bu şey senin işini, yerini nereden öğrenmiş?"

 

Gülerek ona baktığımda işaret parmağımı ona doğru tutarak

 

"Tabii ki" dediğimde ikimizinde ağzından aynı isim çıktı.

 

"Serdar"

 

Oturduğu yerden bir anda kalkıp küfürler etmeye başladığında gülerek onu izliyordum.

 

"Şerefsiz, ben onu bir yakalayayım ebesiyle tekrar tanıştıracağım, on-"

 

Dışarıdan gelen korna sesiyle cümlesi yarım kalırken salonun ortasında dikilmiş kapıya bakıyordu. Bense gelenin kim olduğunu zaten biliyordum.

 

Egemen sinirimi bozacak tınıda "geldi seninki" dediğinde telefonumu alıp ayağa kalktığımda tam karşısına geçtim.

 

"Buraya gerçekte neden geldiğimi söylemeden gidemem"

 

Ormanı andıran yeşil gözlerine baktığımda rahatladığımı hissettim. Söyleyeceklerim ona nasıl gelir bilmiyorum ama onun gözleri bana iyi geliyordu. Kaşları havalanmış merakla bana baktığında gülümseyerek ben de ona baktım.

 

"Senin beni çok sevdiğini ve bana çok değer verdiğini biliyorum. Beni kardeşin yerine koyup abilik yaptığını da, abimden daha abi oluşunu da asla ve asla unutmayacağım"

 

Nereye varacağımı merakla beklerken dışarıdan bir korna sesi daha geldi. Onu önemsemeyip konuşmama devam ettim.

 

"Her durumumda yanımda oldun. Polisken, mafyayken, hastanedeyken, ihanete uğrarken, düşerken, kalkarken, ağlarken, gülerken hepsinde yanımdaydın" durup dolu gözlerle ona baktığımda gözlerimi sildi.

 

"Nereye varmaya çalışıyorsun?"

 

Ellerini tutup yüzümden çektiğimde burnumu çekerek

 

"Bu konuşmayı ağlamadan bitirmek istiyorum" dedim. Gülerek kurduğum cümleye karşı o bana korkuyla bakıyordu.

 

"Her ne kadar belli etmesen de yorulduğunu ve acı çektiğini biliyorum, son zamanlarda sana çok fazla yüklendiğimin de farkındayım"

 

Her cümlemde yüzü biraz daha düştüğünde ve endişeyle bana baktığında tek yaptığım acıyla gülümsemekti.

 

Yeşil gözlerine bakarak "bu planı bitirelim ister misin Egemen?" Sorduğum soru boğazımda bir yumru oluşmasını hatta ve hatta kalbime bir bıçak saplanmasına sebep oldu. Onsuz bir hayat sürme düşüncesi bile bana ağır gelirken bunu yaşamayı teklif ediyordum.

 

Korktuğu başına gelmişti. O en çok bu soruyu sormamdan korkuyordu, belki az çok tahmin etmişti bunu söyleyeceğimi ama aklına getirmek istememişti. Dolan gözlerimi silip gülümseyerek ona baktığımda rahatlamış ifadesi ve kendinden emin duruşuyla

 

"Ben de korktum bir şey söyleyeceksin diye, bu muydu?"

 

Anlamaz gibi ona baktığımda bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı ve ellerini omuzlarıma koyarak

 

"İnkar etmeyeceğim yoruldum ve acı çekiyorum" gelen pişmanlık hissiyle başımı önüme eğdiğimde o konuşmasına devam etti.

 

"Ama senin atladığın bir şey var Miray"

 

Başımı kaldırıp yeşil gözlerine merakla baktığımda gülümseyerek bana baktı.

 

"Sen de benim kadar acı çekiyorsun hatta daha fazla ve ben bunu görüyorum ama sen kalkmış bana bu planı iptal edelim mi diye soruyorsun, ne için, benim için"

 

Alayla gülüp küçük bir kahkaha attığında beni omuzlarımdan tutup sarsarak

 

"Sen hala beni düşünüyorken seni yarı yolda bırakır mıyım, üstelik bu savaş benim yüzümden başlamışken, seni" dediğinde yüzünü yüzüme yaklaştırıp kısık sesle

 

"Bu yolda asla yalnız bırakmıyorum, bırakmayacağım da"

 

Hayranlıkla ona baktığımda onun bana olan şefkat dolu bakışlarıyla karşılaştım. Bana bir kez daha kan bağının önemli olmadığını hatırlatıyordu.

 

Dışarından gelen korna sesinin üstüne Egemen yalandan bir sinirle "ne bu ya dat dat dat, çıkacağım şimdi alacağım o kornayı s-"

 

"Tamam tamam sakin ol, ben şimdi gidiyorum ama geri geleceğim" gülümseyerek ona baktığımda o da yalandan sinirli ifadesinin altından gülümsedi.

 

Arkamı dönüp birkaç adım attıktan sonra içimdeki dürtüye engel olamayıp arkamı döndüm ve koşarak ona sarıldım. Ona aniden sarılmama şaşırsa da bu çok uzun sürmedi ve o da gülerek bana baktı.

 

"Beni yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim"

 

Eliyle sırtımı sıvazlerken aldığı derin nefesin üstüne "teşekkürlük bir durum yok ama benden kurtuluşunun olmadığını bilmeni isterim" dediğinde gülerek ondan ayrıldım.

 

Gözlerimi kısarak "acaba bunu söylemekle hata mı ettim?" Diye sorduğumda aynı ifadeyle bana baktı ve uyarır bir tonda

 

"Miray" dedi.

 

Gülerek kapıya doğru ilerlediğimde kapıdan çıkmadan önce son kez ona bakarak "iyi ki varsın Egemen Taşlı"

 

Ellerini pantolonun cebine sokmuş gülümseyerek bana baktığında "sen de iyi ki varsın Miray Ateş" dedi ve hafiften burnunu çektikten sonra eliyle gitmemi işaret etti.

 

"Hadi git artık, şimdi ikimizi de ağlatacaksın"

 

Son kez ona baktığımda artık geride bıraktığım adamın benim için anlamının büyük olduğunu bilerek adımlarımı atacaktım.

 

Geçmiş hep canımı yakmıştı ama o benim geçmişimde bırakmayacağım kadar zarif, narin ve iyi kalpli birisiydi. O adama bunu yapamazdım, yapmayacaktım da, ona bu savaştan kurtulmak için bir fırsat tanıdım ama o bunu reddetti. Onu savaşı bırakması için ikna edemiyorsam bu savaşı bitirmem için kendimi ikna etmem gerekiyordu.

 

Kural 1: Bir şeyi düzeltemiyorsan ondan kurtulacaksın.

 

 

 

☘️

 

"İyi olduğuna emin misin?"

 

Peşimi bırakmayacaktı, ne olursa olsun istediğini elde edecekti. Onun en büyük gayesi buydu. İstediğini elde etmek, olmuyorsa zorlamak.

 

Peki bu nereye kadar sürecekti? Hayatım hakkında söz sahibi olduğunu düşünmeyi ne zaman bırakacaktı?

 

"Miray"

 

Yazdığı not, gönderdiği çiçek, yalnızca bunun için dönmüş olamaz değil mi?

 

"Acaba kendisi ne zaman gelecek?"

 

"Kim?"

 

"Uğur T-"

 

Gözlerimi kocaman açarak direksiyon başındaki Yağız'a baktığımda onun burada olduğunu unuttuğum için kendime kızarak dudağımı ısırdım.

 

Bakışlarını yoldan çekip bana doğrulttuğunda yaklaştı ve gözlerime baktı.

 

"Kim dedin, Uğur ne?"

 

Boğazımı temizleyip konuşacağım da beni susturup küçük bir uyarıdan sonra konuşmama izin verdi.

 

"Önemsiz, gereksiz biri gibi bir cevabı kabul etmeyeceğim"

 

Kaşlarım havalanmış alayla ona bakarken o yola baktığı için bu bakışımı görmemişti.

 

"Peki, 'sana ne' nasıl bir cevap güzel mi?"

 

Araba yavaşlayıp kırmızı ışıkta durduğunda emniyet kemerini önemsemeden tüm vücuduyla bana dönüp yaklaştığında yüzünde 'öyle mi?' der gibi bir ifade vardı.

 

Ona Drake'i anlattım diye hayatım hakkında her şeyden haberdar olacağını sanıyordu. Her şey bu kadar kolay olsaydı keşke.

 

"Hayır, onu da kabul etmiyorum. Böyle olmayacak o zaman işimizi kolaylaştıralım. Uğur kim önce ondan başlayalım. Kim bu Uğur ve neden senin aklını kurcalayıp duruyor?"

 

Gözlerini kısarak yüzüme baktığında hiçbir şey söylemeden onu izliyordum. Bir kaşı havalanmış benden gelecek cevabı bekliyordu.

 

"Seni ilgilendirmeyen birisi" alayla güldüğünde daha fazla yaklaştı. Yüzü yüzüme yaklaştığında gerildim ve başımı geriye çekerek ona baktım.

 

"Sen söyle de ben nasıl ilgileneceğimi düşünürüm"

 

Gözlerimi kocaman açmış ona bakarken arkadan gelen korna sesiyle irkildim. O da benden uzaklaşıp aynadan arkadaki arabaya bakıp gaza basarak yola devam etti.

 

Bakışları yolla benim aramda mekik dokurken istediği cevabı almadığı sürece peşimi bırakmayacağını anladım ama vazgeçirmenin bir yolunu bulabilirdim.

 

"Bu sefer arabayı sen kullanıyorsun, neden?"

 

Kaşlarım merakla havalandığında ondan gelecek cevabı bekledim ama o hiçbir şey söylemeden şaşkınlıkla yüzüme baktı. Konuyu değiştirdiğim için yalandan bir şaşkınlıktı bu.

 

"Senin arabana hiç binmemiştim, güzelmiş, tam bir mafya arabası"

 

Aniden frene bastığında vücudum öne doğru gitti ama kemerin etkisiyle sırtım tekrardan koltuğun yumuşaklığına kavuştu.

 

Ben ağzım açık ona bakarken o da aynı ifadeyle bana bakıyordu.

 

"S-sen..."

 

Kekelediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım, o ise beni, ifademi görüp bir kez daha şaşırdı.

 

Elini direksiyondan çekip alnıma dayadığında soğuk eli ürpermeme sebep oldu. Kendimi geri çektiğimde anlamaz gibi ona baktım.

 

"Sen ne yaptığını sanıyo-"

 

Cümlemi yarıda kesen şey beyaz tenine sanki mümkünmüş gibi daha fazla beyazlık eklenmesi ve şaşkınlıktan donakalmış bakışlarıydı.

 

"Sen iyi misin?"

 

Bakışları ve sorduğu soru kalbimi hızlandırırken

 

"Bunu neden soruyorsun?" Diye sorduğumda bana yaklaştı ve bir şeyden emin olmak istiyormuş gibi gözlerimin içine ve yüzüme dikkatlice baktı.

 

"Miray biz bunları az önce konuştuk, hem de uzun uzun, ben sana açıklama yaptım. Arda'nın işi olduğunu söyledim, sonra sen bana arabamın mafya arabası gibi olduğunu ve ilk defa arabama binip, kullandığıma şahit olduğunu söyledin. Ben sana arabanın nerede olduğunu sordum, sen de bana tamir edilmesi gereken yerleri olduğu için kullanamadığını söyledin. Bunları hatırlamıyor musun?"

 

Kaşlarını çatarak merakla bana baktı. Onun bu bakışına karşı sertçe yutkunduğumda bunları ne zaman sorduğumu ve bu konuşmanın hangi ara gerçekleştiğini hatırlamaya çalışıyordum. Dudağımı kemirmeye başladığımda yalandan bir gülümsemeyle

 

"Hatırlıyorum tabii ki, neden hatırlama-"

 

Benim aklımdaki sorular bunlarken o bana farklı farklı sorular soruyor, ilginç olansa bana sorduğu soruları kendisinin cevaplıyor oluşuydu.

 

"Hastaneye mi gitsek acaba, aslında iyi olur. Hem kontrol olmuş olur, hem de yeniden tahlil yaptırırız. O günkü kadına hiç güvenmemiştim zaten, bence en doğrusu bu, hadi gid-"

 

Ona olan şaşkın bakışlarımı gördüğünde sustu. Gözlerimi kısarak ona baktığımda neyi yanlış söylediğini düşünüyordu. Hiçbir şey söylemeden ona bakmaya devam ettiğimde korkudan dudağını kemirmeye başladı.

 

"İyi olduğumu söyledim. Ayrıc-" araya giren melodiyle konuşmam yarıda kaldığında telefonumu cebimden çıkarıp arayanın kim olduğuna baktım ve Emre'nin adını görmemle ofladım. Bu gerçekten Emre'ydi, çünkü bu sahte telefonumdu. Yine beni sorguya çekecek ve neden ona hiçbir şey anlatmadığımı sorup beni azarlayacaktı.

 

Bir Yağız'a bir telefonuma baktığımda onu azarlamayı bir kenara bırakıp Emre'ye öncelik vermem gerektiğini düşündüm ve çağrıyı yanıtladım.

 

Çağrıyı yanıtlamamla onun yüksek sesini ve art arda sıraladığı azarları duymam bir oldu.

 

"Kızım sen manyak mısın, bunu bana nasıl söylemezsin, ben bunların hepsini o orman kaçkınından mı öğrenecektim. O bana anlatmasa hiçbir şeyden haberim olmayacak, bunu benden nasıl saklarsın, o Uğur şerefsizi seni bulduğunda mı haberim olacaktı. Ya Miray bu-"

 

"Emre bir sakin olur musun artık, endişeni anlıyorum ama sen de beni anla, o an ne yapacağımı bilemedim. Sadece ona söyleyebildim. Onun sana söyleyeceğinden emindim. Kendim söylemek isterdim ama vakit olmadı"

 

Yağız beni dinlerken bir yandan da arabayı çalıştıracaktı ki elimle durmasını işaret ettim. İşaretimle durup bana baktığında hiçbir şey söylemedi ve anlayışla karşıladı.

 

Emre'yle daha rahat konuşabilmek için nerede olduğumuzu önemsemeden arabadan indim. Ana yolun ortasında inip korkuluklara doğru ilerlediğimde onun arkamdan gelmeyeceğini bilmenin rahatlığıyla kenarda durdum.

 

Arkamdan hızla geçen arabaların hiçbirini önemsemedim sadece ve sadece onu dinledim.

 

"Keşke gelip bana da söyleseydin seni korumak için elimden geleni yapardım. Gerekirse o şerefsizi bulurdum. Egemen yapamasa da ben gider alırdım onu"

 

"Nasıl alacaksın Emre, iznin yok, almak için bir sebebin yok. Ankara'dan gelmiş donanımlı bir avukatı öylece nasıl alacaksın, olan sana olur. Hatta sonun benim gibi bile olab-"

 

Duyduklarından sonra aslında onun da yapacak bir şeyinin olmadığını anladığında öfkelendi.

 

"Olursa olsun, ben senin gibi olmaya da razıyım, öyle olunca sen güvende olacaksan ben ona da razıyım. Sen yeter ki güvende ol, senden başka hiçbir şey istemiyorum. Gittiğin yerlere dikkat et ve mümkünse onunla karşılamamaya çalış, o şu an seni bulmaya çalışacak ve açığını arayacak ama lütfen, gözünü seveyim ona bu fırsatı verme, biz" dediğinde sesinin titreyişi yüreğimi sızlattı.

 

Büyük bir yumru oturdu boğazıma, onu, Egemen'i çaresiz bırakmak canımı öyle çok yakıyordu ki kendimi değil onlara bu duyguyu yaşattığıma üzülüyordum.

 

"Biz sadece sana bir şey olmasından korkuyoruz. Lütfen kendine dikkat et"

 

Buruk bir gülümsemeyle derin bir nefes aldıktan sonra "tamam" dedim ve arkama dönüp Yağız'a baktığımda arabanın içinden beni izlediğini gördüm. Meraklı bakışları üstümdeydi. Ona gülümsediğimde bir an afalladı ve kaşlarını çattı. Hemen sonraysa aynı gülümsemeyle bana baktı.

 

"Dikkat edeceğim"

 

Ona her ne kadar güvenmesem de yanında olduğum zamanlarda güvende olduğumu biliyordum.

 

"Egemen seni korumak için etrafına birkaç adamını yerleştirdi ama sen de biliyorsun onlar seni sadece Yağız'ın evine kadar koruyabiliyorlar. Oradan sonrası sana kalmış, kendini korumaya çalış. Oraya kadar geleceğini sanmıyorum ama konu Uğur olduğu için güven de veremiyorum"

 

Gözlerim hala daha Yağız'daydı. Bunu ona söylemeli miydim, en azından olacaklardan haberdar mı etmeliydim, kimden korunması gerektiğini bilmeliydi.

 

Uğur bu kadar ileriye gitmezdi ama ya giderse, işte o zaman tüm her şeyden ben sorumlu olacaktım. Önemsediğim kesinlikle kendim değildi. Ben bir hal çaresini bul kendimi korurdum ama burada onun ve ailesinin canı tehlikeye girebilir ve geri dönüşü olmayan sonuçlar doğurabilirdi.

 

Asıl mesele o ve ailesiydi. Ela, Eymen, Rüya, Demir, Nihal abla ve birçok kişi onlar suçsuzdu, onlara bir şey olmamalıydı. Eğer olursa... Bununla yaşayabilir miydim bilmiyorum.

 

"Bir planın var mı?" Emre'nin meraklı sesi tekrardan kulağımı doldururken derin bir nefes verip kısa bir an gözlerimi sıkıca kapadım.

 

Şu an için bir planım yoktu, sinir bozucu olan da buydu. Ne yapıp yapmayacağım konusunda hiçbir fikir sahibi olmamam.

 

"Bir şeyler düşünüp seni haberdar edeceğim"

 

Telefonu yüzüne kapattığımda boğazıma oturmuş yumru ve kalbimi paramparça eden acıyla yüzleştim.

 

Hiç var olmamış gibiydi, keşke öyle kalsaydı. Hiç var olmasaydı, hiç tanımasaydım onu, belki böyle birisi olmayacaktım. Belki ben de... gerçekten normal birisi olacaktım.

 

Elimdeki telefonu sımsıkı tutarken başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Masmavi gökyüzünün beni içine almasını ilk defa bu kadar çok istiyordum. Bulutların arasında kaybolup gitmeyi, huzurun sesini duymayı...

 

Başka çarem yok gibi görünüyordu. Uğur'un gerçekte kim olduğunu Yağız'a söyleyecektim. En azından o ve ailesi zarar görmemiş olurdu.

 

Bakışlarımı gökyüzünden çekip tekrardan ona baktığımda gözlerimiz yine buluştu. O yine gülümsedi bense ifadesizce ona baktım. Bir şeylerin yolunda gitmediğini biliyor gibiydi. Anlayacağını biliyordum çünkü bütün dikkati benim üstümdeydi fark etmeme gibi bir durumu olamazdı.

 

Elimde sımsıkı tuttuğum telefonumu cebime koydum ve arabaya doğru ilerledim. Adımlarım sağlam gibi dursa da aslında çaresizliğimin altında eziliyorlardı, aynı benim olanların altında ezildiğim gibi.

 

Kapıyı açıp bindiğimde hatta emniyet kemerini bağlayıp sırtımı yaslayana dek ağzını açıp tek kelime etmedi. Sessiz kalmak istedi ama onun bu sessizliği çok uzun sürmedi.

 

Arabayı çalıştırıp yola devam ettiğinde gözlerinin ara ara bana kaydığını fark ediyordum. Bana bakıp birkaç kez derinden nefesler verdi. En sonundaysa dayanamadı.

 

"Bunun cevabını öğrenmeden hayatta kalabileceğimi sanmıyorum"

 

Arabayı sağa çektiğinde az önceki gibi bana döndü ve içten bir ifadeyle

 

" Sana Emre ne dedi diye sormayacağım ama bana neden bu hale geldiğini lütfen anlat" sözlerinin bittiğini düşünüp cevap vermeye hazırlandığımda durmadı ve sözlerine devam etti.

 

"Senden sadece anlatmanı istiyorum, bunu gidip kendimde öğrenebilirim ama ben senin ağzından duymak istiyorum" titrek bir nefes verdikten sonra buzdan gözlerini bana doğrultup yaklaştığında içimi anlamsız bir his bürüdü.

 

Başımı önüme eğip kucağımdaki telefona baktığımda kısa bir an gözlerimi kapattım. Kısa bir andı, gözlerimi açtığımda hızla ona döndüğümde buzdan gözlerine baktım.

 

"Bunu zaten sana söyleyecektim. Böyle bir şeyi senden saklayamam, bu hem seni hem de a-"

 

Arabanın içinde benim sesimi bastıran ve susmama sebep olan şey Yağız'ın son ses çalan telefonu olmuştu.

 

Göz ucuyla arayan kişiye baktığında ofladı ve gözlerini devirip telefona doğru uzandı. Çağrıyı yanıtlayıp aramayı hoparlöre aldığında kalın bir erkek sesi arabanın içini doldurdu.

 

"Öncelikle dünkü konuşmamızı hatırladığını varsayıp konuşmama ona göre devam ediyorum"

 

Yağız adama cevap vermediğinde adam bunun bir onay olduğunu düşünüp konuşmasına kaldığı yerden devam etti.

 

"Bugün saat 20.00'de yapılacak olan kurul toplantısına zamanında gelmenizi önemle belirtip, başkan gelene kadar koltuklarınızda beklemeniz gerektiğini de eklemek isterim. Son olarak yurt dışından gelmesi gereken üyelerimizin büyük bir çoğunluğunun geldiğini de bildirmek isterim"

 

Telefon birden kapandığında karşıdakinin Yağız'a neredeyse hiç konuşma fırsatı vermemesi dikkatimi çekmişti. Ama asıl dikkatimi çeken şeyse konuşmanın içeriğiydi.

 

Toplantının ne hakkında olduğu, üyelerin kimler olduğu, bu kurulun toplanma sebebi ve en önemlisi bu kurulun başında kimin olduğu, bunların her biri telefon kapandıktan sonra aklıma düşen soruların bir kısmıydı.

 

Telefonu geri yerine koyduğunda benim meraklı bakışlarıma aldırış etmeden son söylediklerimi hatırlamaya çalıştı.

 

"Ne diyordun, ha bana anlatacaklarından bahs-"

 

"Bu toplantı da neyin nesi?" Soruma oflayıp gözlerini devirdiğinde korktuğu şeyin başına geldiğini biliyordum.

Ben meraklı gözlerle ona bakarken o bıkkın bir ifadeyle bana bakıyordu.

"Hayır Miray bu toplantıya gelemezsin"

Gözlerimi kısıp alayla güldüğümde

"Uğur'u anlatsam bile mi?" Bu soru onu köşeye sıkıştırmaya yeterdi.

Uğur'u ona zaten anlatacaktım ama elime geçen fırsatı da değerlendirmeliydim.

Yüzünü yüzüme yaklaştırıp sert bir tınıyla

''Evet, Uğur'u anlatsan bile''

Şaşkınlıkla ona baktığımda o arabayı çalıştırıp bütün gücüyle gaza bastı. Yolu ve yolda kalanları geride bıraktığımızda blöfümün işe yaramayışı canımı sıkmıştı.

Çok geçmeden arabayı tekrardan durdurduğunda bu seferki duruş noktamız bir benzinlik olmuştu.

Direksiyonu sıkıca tutup öfkeyle bana döndüğünde

''Canımı çok sıkıyorsun Miray'' dedi.

Ona güldüğümde bir kaşımı kaldırarak

''Bu, savaşı benim kazandığım anlamına mı geliyor?'' Sorumun alaydan ibaret olduğunu anladığında derinden bir of çekti.

''Maalesef'' dedi ve kendisine bir şey hatırlatıyormuş gibi kısık sesle devam etti.

''Ben seni yanımda götürmesem de biliyorum ki sen benim peşimden gelirsin. O yüzden en iyisi benimle gelmen''

Gururla gülümsediğimde gözlerini devirdi.

''Söyle bakalım kim bu Uğur T?''

''Bir dakika, önce götüreceğine dair bir söz ver''

Dudaklarının arasından alaylı bir ses çıktığında yeniden yüzünü yüzüme yaklaştırdı.

''Benim ağzımdan çıkan her şey bir söz niteliği taşır Miray Hanım, bilmem anlatabildim mi?''

İddialı cümlesinin üstüne şaşırmış gibi yapıp onu süzdüğümde başımı salladım ve derinden bir nefes vererek konuşmama başladım.

''Uğur T, asıl adıyla Uğur Tamer, senin sabahtan beri kimin gönderdiğini merak ettiğin çiçeklerin sahibi"

Kaşları havalanıp merakı ikiye katlandığında sessizce beni izliyor, tepkilerini şimdilik kendine saklıyordu

''İçimden ve aklımdan geçen birçok kötü sözü hak eden birisi, iki '' dediğimde kısa bir es verdim ve onun yüzüne baktım.

Pür dikkat beni dinliyor söylediklerimi bir bir beynine kazıyordu.

''İki yahut üç aydır görüşmüyorduk. Birbirimizi görmemek için yemin bile etmiş olabiliriz. En azından ben etmiştim. Aslında peşimi bırakmayacağını biliyordum, onu izlettiriyor, hala peşimde mi, beni arıyor mu diye merak ediyordum. Sakin bir yaşantısı var gibiydi ama görünenden bambaşka şeylerle uğraşıyormuş''

Her sözümün ardından yaşadıklarım gözümün önünde bir perde varmışcasına canlanıyordu. Mutlu anlarım, ağladığım, ona sığındığım ve maalesef güvendiğim anlar...

''Sana aslında söylemek istediğim konu, kendini ve aileni ona karşı koru Yağız, hafife alınsa da ne yapacağı belli olmayan birisi, ben kendimi bir şekilde korurum ama benim yüzümden sana ve ailene zarar gelsin istemem. Bu, bana ve yaşayış tarzıma ters bir hareket olur. Hele de bu benim yüzümden olursa... Senden bu konu için tek istediğim şey kendini ve aileni koruman''

Beni nefes almadan dinliyordu. Ne düşünüyor, aklından neler geçiriyordu merak ediyordum.

''Peki'' dediğinde istediğim cevabı almanın mutluluğuyla gülümsedim ve önüme döndüm.

''Benim anlamadığım bir şey var '' dediğinde gülen ifadem yerini meraka bırakmıştı.

'' Senin bu Uğur'la ne gibi bir bağlantın var?''

Bu detayı bilerek atlamış, yüzleşemem korkusuyla bir kenara itmiştim ama o bunu da kaçırmamıştı.

Kalbime ve boğazıma eş zamanlı oturan yumruyla ne yapacağımı bilemedim. O ağırlığı kaldırabilir miydim, canım tekrardan öyle yanar mıydı?

Sanırım benim de yüzleşmem gereken doğrular vardı.

Elimi sımsıkı yumruk yaptığımda kalbimdeki acının yerini avucuma batan tırnaklarımın almasına izin verdim.

Derin nefesimin ardından verdiğim titrek nefes aslında bu durum karşısında hiç de güçlü olmadığımın bir göstergesiydi. Gözlerimi buzdan gözlerine diktiğimde artık yapabileceğime inanıyordum.

''Eski avukatım'' dedim ve yumruğumu daha da sıkarak içimden atamadığım o cümleyi kurdum.

''Ve eski sevgilim''

O an gördüğüm tek şey donup kalan ifadesi ve bakışlarıydı. Kasılan yüzü, öfkeden alıp verdiği nefesleri... Neden bu kadar korktuğumu anlamış gibiydi.

Uğur Tamer benim için acıdan ibaretti. Kendince kurduğu süslü hayatına beni de dahil etmiş, inanmamam gereken şeylere beni inandırmış ve hayatımı mahvedip bir köşede izlemişti.

Acınası olan şeyse o, o köşeye geçene dek benim hiçbir şeyden haberimin olmayışıydı.

O bana bu hayatta nasıl yaşanacağını ve kimlerin bu havayı soluduğunu acı bir şekilde öğretmişti.

O, bana ve hayatıma birçok yara bırakmıştı. Bunlar yalnızca fiziken değil ruhendi de, şu sözü bilir misiniz?

''Her şiddet fiziksel değildir. Bir tokat gibi somut olmasa da ruha vurulan tokatlarda vardır''

İşte bizi anlatan en iyi söz buydu. Bana hayatım boyunca çok tokat atılmıştı ama hiçbirisi bedenime gelmemişti.

 

 

☘️

Şaşkın ifadesi ve bitmek bilmeyen öfkesi, Yağız'ın son birkaç saati böyle geçmişti. Şaşkınlığının sebebi ben olsam da öfkesinin sebebi ben değildim. Kime olduğunuysa bilmiyordum.

Eve gelene dek burnundan solumuş geldiğimizdeyse bana hazırlanmam için süre verip beni beklemeden odasına gitmişti.

Toplantının neden olduğunu ve ne hakkında konuşulacağını söylemese de ben az çok nedenini tahmin edebiliyordum. Elina'nın geri dönüşü.

Benim hariç herkesin cebinden çıkan notlar insanların içine bir korku topunun oturmasına sebep olmuştu. Bu korkunun sonucunda onların ulaşacağı tek şey kendilerini koruyacak birileriydi.

Bunu anlamak zor değildi, benim merak ettiğim asıl konu o masada kimlerin olacağıydı.

 

 

 

☘️

 

 

 

Yağız Karahanlı

''ARDA, hemen buraya gel''

Gerçekler can yakardı elbet ama var olup da saklanan şeyler daha çok can yakardı. Öğrenmesi kadar onu kaldırması da büyük bir yüktü.

Duyduklarım karşısında kulaklarım sağır, gördüklerim karşısında gözlerim kör olsun istedim. Kabullenemediğim hatta aklımdan geçirmediğim şeylerin oluşunun haberini almak içimdeki parçaların bir kez daha birbirinden kopmasına sebep olmuştu.

Öfke değildi bu, kırgınlıkta değildi. Sadece hissedip de inanamamaktı.

Hissetmiştim, bir şeylerin yolunda gitmediğini ona zarar veren bir şeylerin olduğunu hissetmiştim ama inanmak istememiştim. Öyle hissiz duruyordu ki dikkatli bakmasam onun böyle acı dolu baktığını göremezdim.

Açılan kapının aralığından korku dolu bakışlarıyla süzülen Arda'yı gördüğümde burnumdan soluyordum. Öyle öfke doluydum ki neler yapabileceğim konusunda bir fikrim bile yoktu.

Tek korkum gözümün dönüp de yaptıklarımdan bi haber oluşumdu.

''Buyur patron''

Karşıma geçip ellerini önünde bağladığında gözlerimin içine dahi bakamıyordu. Başı önüne eğik, korkuyla söyleyeceklerimi bekliyordu.

''Sana bir isim vereceğim, bana o adamın yaşadığı yeri, kimlerle konuşup, kimlerle görüştüğünü, neyin peşinde olduğunu"

Sinirle aldığım nefesin ardından kendimi kontrol etmekten uzak bir şekilde bağırmaya başladığımda artık gözüm kimseyi görmüyordu.

"ÜÇ AY ÖNCE MİRAY'A NE YAPTIĞINI, ONUN GÖZÜNÜN İÇİNDE NEDEN BU KORKUNUN OLDUĞUNU HER ŞEYİ AMA HER ŞEYİ ÖĞRENMEK İSTİYORUM''

Arda kısık sesle ''emredersin patron'' dediğinde tekrardan çekinerek bana doğrulttuğu bakışlarının arasından kısık sesle kimi araştıracağım?'' Diye sordu.

Gözlerimi kısarak ona baktığımda sert bir ifadeyle ''Uğur Tamer'' dedim.

Arda ismi duyduğunda kaşları çatıldı ve bir süre bekledi. Tanıyıp tanımadığını düşündü. Onun meraklı bakışlarından anladığım tek şey bu ismi ona neden arattığımdı.

Onun gitmesini beklediğimde o gitmeden kapı açıldı ve içeriye huzursuz bir ifadeyle Demir girdi.

''Ne oluyor yine, neden bağırıyorsun bu çocuğa?''

Arda başını usulca ''bir şey yok'' dercesine salladıktan sonra odada bizi yalnız bıraktı. O gittikten sonra oturduğum yerden kalktım ve pencereye doğru adımladım.

''Bağırmıyorum sadece ona yapması gerekenleri söylüyorum'' ellerimi ceplerime soktuğumda dışarıdaki ağaçları inceliyordum.

Ormanın içine bir ev çizmiştim, kimsenin beni bulmasına imkan vermediğim bir yer, ıssız, kimsenin gelmek istemediği ve gelmeye cesaret edemeyeceği bir yerdi burası. Ama o beni bu ıssız yerde bulmuş ve beni, asıl beni ortaya çıkarmıştı. Tüm bunları o kadın başarmıştı. Her ne kadar farkında olmasa da...

''Ne bu sinir, bir haller, bir tripler, bir edalar hayırdır?''

Yanıma geldiğinde dönüp ona bakmadım bile tek odaklandığım şey ormandı. Yeşilliğin kazanıp insanın kaybettiği bu yerdeydim. Ruhum, kalbim, benliğim ve canım. Her şey bu yerdeydi ama o yine eksikti. Yine yoktu, hep olmadığı gibi, vardı ama yoktu. Onun ruhu neredeydi bilmiyordum ama burada olmadığına emindim.

O an o adamı bana anlattığında ruhunun eksikliğini fark ettim. Acısı ruhunu öldürmüştü. Hep merak ettiğim ruhunun katilini sanırım bulmuştum.

Kolumdan birisi çekiştirdiğinde ''sana diyorum, beni dinle'' başımı çevirip Demir'e baktığımda burnumdan verdiğim nefesle beni sinirlendirdiğini anlayıp bir adım geriye gitti.

''Ne var, ne istiyorsun benden?''

''Sorularıma cevap vermeni'' ona doğru dönüp ormanı yanıma aldığımda devam etmesini bekledim.

''Bu halin ne, neden böyle öfkelisin, seni ne kızdırdı?''

Ona her şeyimi anlatabilirdim, belki de buna ihtiyacım vardı. Verdiğim nefesin ardından siyah gözlerine baktım.

''Yaralı bir kadının yaralarını bana söylememesi, bu çok canımı sıkıyor''

Duyduğu söz üzerine ağzı açık kalırken bir yandan da gülümsüyordu.

''Ha şimdi anlaşıldı aşk işleri yani'' gülümsemesi büyürken ona gözlerimi devirdim.

''Yine dalgaya vuruyorsun, ciddi bir şey anlatıyorum sana'' sitemimden sonra yalandan ciddi bir ifadeye büründü ve boğanı temizleyerek devam etti.

''Peki Yağız Bey sizi dinliyorum, tam olarak hangi yaradan bahsediyorsunuz?''

Onun bu hali komiğime gitse de gülemedim. Çünkü onun gözleri, yüzü gözümün önüne geldi.

''Aylarca yana yakıla araştırıp geçmişini didik didik ettiğim kadının bir adam tarafından yaralandığını öğrendim. Hem de ciğeri beş para etmez bir adam tarafından''

Demir anlamaz gibi baktığında kaşlarını çatıp pür dikkat beni izliyordu.

''Nasıl yani?''

''Miray'ın aylar önce bir sevgilisi varmış'' Demir'in gözleri kocaman açılıp, ağzını yere düşmesine ramak kala kapattığında ilk sorduğu soru ''Ne!?'' oldu.

''Mesele olması değil olabilir ama bunu nasıl gizledi, o kadar araştırmama rağmen ben nasıl bulamadım ve neden sakladı, tüm bunların bir cevabı olmalı, o bu süreçte ne yaşadı. O adam ona ne yaşattı da o bu hale geldi, bunların hepsini bilmem gerek Demir, ama ben ona hiçbir şey soramıyorum. Çünkü o zaten bu yarayla yaşıyor ve eğer ben sorarsam yine acı çeker diye korkuyorum. Bu sefer benim yanında olmama izin vermemesinden de korkuyorum. Bunu bu kadar gizlemişse vardır bir bildiği''

Demir kaşlarını çatmış beni incelerken bir yandan da anlamadığım bir hayranlık hakimdi gözlerine.

Boğazını temizleyerek ''peki'' dediğinde devam edecekti ki durdu ve bir süre sessiz kaldı. O arada ne düşündü ne etti bilmiyorum ama kafasında bir sürü şeyin döndüğüne emindim.

Konuşmaya tekrar karar verdiğinde doğruldu ve gözlerimin içine bakarak kaldığı yerden devam etti.

''Bu öfkeni Miray'a yansıttın mı?'' Sesi az öncekine kıyasla ciddiydi. Uzun zaman sonra onu ilk defa bu kadar ciddi görüyordum.

Sorusuna cevap vermeyip sessiz kaldığımda o çoktan cevabını almıştı.

''Madem onun eski sevgilisinin olmasını sorun etmiyorsun neden öfkeni kızdan çıkarıyorsun, o hiçbir şey yapmadı sonuçta, tek yaptığı birini sevmekti. Sevmenin suç olmadığını biliyorsun, varsa eğer tek hatası yanlış insanı seçmiş olmasıdır. O da ne seni ne de beni ilgilendirir. Eğer dediğin gibiyse zaten o bunun acısını taşıyordur''

Bakışlarım ondan kayıp yere indiğinde söylediklerinin doğruluyla karşı karşıya kaldım. Haklıydı, ona öfkelenmem, acımı ondan çıkarmam yanlıştı ama atladığı nokta asıl öfkemin ona olmamasıydı.

''Ona aşık olduğunu ve her şeyden çok sevdiğini biliyorum. Bilmesem de az önceki bakışından, konuşmandan, onun adı geçince çarpan kalbinden bile bunu anlarım. Onu korumak istediğini de biliyorum ama onu böyle koruyamazsın. Onunla konuşup nedenlerini öğrenmelisin. Anlatmaz diyorsun onu da anlıyorum ama Yağız hangi kutu kapalı kaldı, hangi kutu kolay açıldı?''

 

 

 

☘️

 

 

 

Miray Ateş

Ne giymem konusunda kararsız kalsam da gerçekte olduğum kadın gibi görünmeye çalışmış ve yine bütün iddiamı konuşturmuştum.

O gün partide ne giymişsem yine onun gibi bir şey giymek istemiştim ama bu dolap onun için yetersiz kalmıştı. Dizimin biraz üstünde biten, vücudumu saran, kolsuz, bordo bir elbise giymiştim. Altına giydiğim siyah topuklularımla ve yoncalı kolyemle kombinimi tamamlayıp sıra saçıma geldiğinde makyaj masasına doğru ilerleyip kısa bir sürede de saçlarımı yapmıştım.

Saçlarımı iki yana açmış hafiften iddialı bir makyaj yapıp kırmızı rujumu da sürdükten sonra çantamı almak için dolaba yöneldiğim sırada kapı üç kez tıklatıldı.

''Hazır mısın?''

Yağız'ın sesiydi bu, onun sesini duyduğum anda dolaptan uzaklaşıp kapıya doğru ilerledim. Ayağımdaki topukluların sesi odanın içini doldurmuş, sessizliğimin sesi olmuştu.

Kapıyı açınca nasıl bir ifadeyle karşılaşacağımı bilmediğim için bir süre kapının önünde, elim kapının kolunda bekledim. O beni kararsızlığa boğuyor, neyi nasıl yapmam arasında boşlukta bırakıyordu. Kararımı versem de onun bi haber olduğu bu işkence beni zora sokuyordu.

Ben ondan ve kendimden emin olana kadar kapıyı açmadım. O da bir şey demedi, kapının arkasında olduğumu bildiğine emindim ama yine bir şey söylemedi.

Nefesimi verip kapının koluna baskı yaptığımda kapıyı araladım ve beni şaşırtan, gülen yüzüyle karşılaştım.

Gülümsüyordu, hem de içten bir şekilde, az önceki öfkeli, nefret dolu adamdan eser kalmamıştı.

Kapı tam anlamıyla açıldığında ben onun yüzüne bakıyordum. O ise ilk açıldığında beni baştan aşağı süzmüştü. Yutkunduğunda bakışlarımı ondan bir an olsun ayırmamıştım.

Bakışları kolyeme kaydığında ''ha-hazır gibisin'' dedi.

Onun afallamasını anlamazken bunun üstünde çok durmadım. Onun gülen ifadesine karşı bendeki ifade ona çok zıttı. Gülümsemiyordum ama soğuk da değildim.

''Çantamı alayım, sonra çıkalım''

Başını salladığında arkamı dönüp dolaba doğru ilerledim. Dolaptaki çantamı aldım ve o görmeden telefonlarımı içine koydum. Bunlara ek olarak, küçük silahım ve beraberindeki küçük kayıt cihazımla beraber odadan çıktım.

Kapıyı arkamdan kapattığımda Yağız'ın çoktan basamakları indiğini ve son basamağını da bitirdiğini gördüm. Arkasını dönüp merdivenin başındaki bana baktığında yine gülümsemişti.

Yine o anlamsızlığını bürünmüştü. Hangimiz hangimizi geçmişinde bırakmıştı, ya da hangimiz hangimizi geleceğe taşımak için çabalıyordu, işte bunların hepsi de bizim küçük sırrımızın gizeminde saklıydı.

Onun bakışlarında yaşattığı ruhu, kalbinde belli etmediği acısı ve kimden alacağını bilmediği intikam hırsı, merhametli demiştim onun için öyleydi de ama merhameti de bir yere kadardı İntikam hırsı bürüdüğünde kimseyi tanımazdı o.

''Hadi gelmiyor musun?'' Yumuşak tınısının altında yatan anlamsızlık beni en çok yoran şeydi.

Gülümsemek için verdiğim çabayla beraber atmaya çalıştığım adımlarım da vardı. Hangi çabam beni daha çok yormuştu karar veremiyordum. Bazen, hele de bazı anlarda yürümek gerçekten zorlaşıyordu. Sanki ilk defa öğreniyormuş gibi adımlarım yavaşlıyor, tedbiri elden bırakmamaya çalışarak yürümeye çalışıyordum. Bu neden oluyordu, hem de en önemli zamanlarda.

Ayağımdaki topukluların sesi her basamakta yankılanırken onun gülen yüzü hiç solmadan bana bakıyordu. Az önceki adam gözümün önüne geliyor. Hangisinin gerçek Yağız olduğunu anlamaya çalışıyordum ama biliyordum ki aslının bana gösterdiği adamla alakası yoktu.

Basamaklar bittiğinde kapı benim için açıldı, benim için kapandı ve bir başka kapı tekrardan açıldı. Bu sefer onun arabasına değil Arda'nın şoförlüğünü yaptığı o büyük arabaya binmiştik. Yine tam karşıma oturduğunda gözlerini benden hiç ayırmıyordu. Araba çalıştığında bir iç çekti.

''Elbisen''

Dediğinde devam etmesine izin vermeden sözü devraldığımda susmak zorunda kaldı.

''Fazla mı kısa, oraya uygun mu bilemedim ama yine de en uygunun bu olduğuna karar verdim''

Yüzündeki gülümsemenin yerini sert bir ifade aldığında neye uğradığımı şaşırmıştım.

''Kısalığı oradaki kimseyi ilgilendirmez, yalnızca seni ilgilendirir" kısa bir es verip devam ettiğinde sesi yumuşamış gibiydi.

"Eğer rahatsızsan değiştirebilirsin, beklerim''

Arda arabayı yavaşlattığında başımı olumsuz anlamda iki yana salladım, Arda onayımı aldıktan sonra yola devam etti.

''Ayrıca'' dediğinde gözlerim tekrardan buzdan gözlerini buldu ve bir anlığına görünmese de orada olduğunu bildiğim morluğuna kaydı.

''Elbise çok yakışmış''

Duyduğumun üstüne şaşkınlıkla kalakalırken kalbimin birden hızlıca atması beni alaşağı etmişti. Yüzümdeki gülümsemeden bahsetmiyorum bile.

Kendimi göremesem de yanaklarımın kızarmak üzere olduğunu az çok tahmin edebiliyordum. Aynadan bakışlarımız Arda'yla birleştiğinde bir şeyleri anlıyormuş gibi bana bakmıştı. O bakışı uzun bir süre unutamayabilirdim. Her şeyden haberli ama hiçbir şeyden emin olamayan bir bakıştı. Beklemediği bir şey olmuş gibi bir havası da vardı.

Elimle yüzümü yellediğimde ona gülümsedim ve kısık sesle ''teşekkür ederim'' dedim.

Anlamadığım şey kalbimin bu denli hızlı atmasıydı ve beni en çok sinir eden şeylerden birisi de buydu. Haddinden fazla hızlı atması...

Bakışlarını bir an olsun benden ayırmadan bana baktığında konuyu değiştirmek için içimde yatan soruları sordum.

''Sence de artık bana toplantı hakkında bilgi vermen gerekmiyor mu?''

Alayla gülümseyip yalandan kaşlarını çattığında ifadesi ''sanki ne yaptığını anlamadım'' der gibiydi.

Ellerini iki yana açıp ''ne bilmek istiyorsun?'' Diye sorduğunda gülerek ona baktım ama bu alaycı bir gülümsemeydi.

''Mesela'' dediğimde yalandan düşünür gibi yaptım ama bunun da gerçek olmadığını anlayacak kadar zeki birisiydi.

''Bu toplantının sebebi ne ve kimler gelecek?''

Sorduğum soruya şaşırmamış gibiydi. Ceketinin kenarlarından tutup düzelttiğinde aynı zamanda kendisi de oturduğu yerde doğrulmuştu.

''Öncelikle toplantı sebebi senin de tahmin ettiğin üzere Elina'nın gelişi''

Zeki olduğunu söylemiştim. Benim bunu tahmin edeceğimi bilecek kadar.

''Ve toplantıya gelecekler de mafya aleminin hem en nefret edilesi hem de en saygı duyulası insanları''

Kaşlarımı çattığımda yine gülümsedi ve bu sefer kollarını göğsünde toplayıp beni izledi.

''Dengesiz insanlar yani''

Arabanın içini onun kahkaha sesi doldurduğunda anlamaz gibi ona baktım.

''Akıllı bir kadın olduğunu hep biliyordum Miray, beni yanıltmıyor oluşun hoşuma gidiyor''

Buna sevinmeli miydim, sebepsiz yere hoşuma gitmiş olması normal miydi? Sanırım iyice kafayı yemiştim.

Ciddi bir ifade takınarak ''artık beni hafife almıyor oluşun da benim hoşuma gidiyor Yağız'' cümlem bittiğinde yüzündeki ifade hem gurur hem de mutlulukla harmanlanmıştı.

Konuyu dağıtmamak adına ona konuyla ilgili bir soru daha sordum ki bu benim asıl sorumdu.

''Peki bu kurulun başkanı kim?''

Soruyu bekler gibiydi ama yine de bir anlığına afalladığını hissetmiştim. Aldığı derin nefesin ardından kısa bir an düşündü ve ciddiyetle cevabını verdi.

''Kurulun başkanının kim olduğunu ben de bilmiyorum'' kaşlarımı çatarak ona baktığımda ciddi olup olmadığını kontrol ettim ama ciddiydi.

''Ben sadece bu kurulun toplantı işlerinde görevliyim, onun hakkında bildiğim tek şey iyi bir yönetici olduğu, onu henüz kimse görmedi. Bir ismi ya da lakabı da yok. Sadece var olduğunu ve bizi yönettiğini biliyoruz''

İnanamaz gibi ona baktığımda onu neden bulamadığımı şimdi anlıyordum. Sır gibi saklanıyordu. Bu, kurul üyesinin bile onu tanımayışını ve hiç görmeyişinden belliydi.

Kolay kolay inanmazdım ama bu söylediği hem ifadesiyle hem de inandırıcığıyla doğru gibiydi. Dediğim gibi kolay kolay inanmazdım ama ona inanıyordum.

Dudağımı ısırarak başımı salladığımda ''anladım'' dedim ve gözlerinin içine bir daha baktım. Gerçekten de doğru söylüyordu. Zaten o birebirken bana hiç yalan söylememişti.

Bu konu benim için can alıcı noktaydı, bu yüzden üstünde fazla duruyordum. Belki de uzun zaman sonra ilk defa bir şeyin üstünde bu kadar fazla duruyordum.

Ondan da belli bir isim bulamadığımda daha öncesinde olduğu gibi şimdi de anladığım bir şey vardı. Bu adamı benim kendim bulmam gerekiyordu.

 

 

 

☘️

Uzun uzadıya yolculuğumuzun ardından araba varlığından az önce haberimin olduğu lüks bir binanın önünde durdu.. Dışarıdan bir şirketi andıran bu yerin arkasında hangi dolapların döndüğünden henüz haberim yoktu. Ama olacaktı.

Kapı açılıp Yağız önden indiğinde ben de peşinden inmek için hareketlendim, o ise birden arkasını döndü ve elini uzatarak inmemde bana yardımcı oldu.

Yağız bana huzursuz bir ifadeyle baktığında ona gülümseyerek karşılık verdim ve elini bıraktım. Her ne kadar cenazede elimi tutmuş olsa da burada tutmasına izin veremezdim. Burası hem onun hem de benim için çok önemliydi. Belki de istediğim şeye ulaşmak bu binaya bağlıydı.

İçeriye girmemize yakın bana doğru eğilerek ''içimin hiç rahat olmadığını biliyorsun değil mi?'' Sorusu yüzümdeki gülümsemenin daha da büyümesine sebep oldu.

Gözlerimi kısıp gülümsediğimde başımı yavaşça salladım ve alayla ''çok iyi biliyorum'' dedim.

Gözlerini devirdiğinde aynı onun gibi ben de gülümsedim. Beni görmezden gelip yoluna devam ettiğinde peşinden ilerledim. Ben onu, Arda'ysa beni takip ediyordu.

Otomatik kapı açıldığında etrafı üstünkörü süzdüm. İçerisinin gerçekten bir şirketten farkı yoktu. Aslında olayı da buydu zaten kimsenin anlamayacağı ama göz önünden olan bir yer.

İçeriye girdiğimizde Yağız, bizi karşılayan kadını görmezden gelerek asansöre doğru ilerledi. Etrafta o kadından başka kimse yoktu. Sanki terk edilmiş bir yer gibiydi. Kadına küçük bir gülümseme yollayıp Yağız'ın peşinden ilerlediğimde ayağımdaki topukluların sesi şirketin içinde yankılanıyordu.

Yavaşlattığım adımlarımın ardından ona yetişmek için tekrardan hızlandığımda topuk seslerinin ardından Yağız bir şeyi kontrol edermişçesine durup göz ucuyla bana baktı ve ne düşündüyse düşünüp sonrasında önüne dönüp devam etti.

Asansörün önünden durduğunda hemen yanında durdum ve düğmeye basmasını bekledim. Bir süre bekleyip onun basmayacağını anladığımda düğmeye basmak için uzanacağım sırada bileğimden tutarak beni durdu. Kaşlarımı çatarak ona baktığımda buzdan gözleriyle asansörü işaret etti.

İşaret ettiği yere baktığımda asansörün kapısının açıldığını gördüm. Anlamaz gibi ona baktığımda bileğimi bırakıp kulağıma doğru eğilerek kısık sesle ''parmak izini bırakmamaya özen göster. Olurda burada birisi ölürse suçlu sen olma'' dediğinde kulağımda sadece bir cümle yankılandı.

Suçlu sen olma, suç? Ben? Suçlanmak ve Aklanmak ya da ömrümün sonuna kadar aklanamamak.

İkisi de asansöre binmeyip benim binmemi beklediğinde aklımda yankılanan sesi görmezden gelmeye çalıştım. Suç, suçlu her şey iki şeyden ibaretti ama benim bunu düşünecek vaktim yoktu.

Asansöre bindiğimde hiçbir yere dokunmamaya özen gösterdim. Yağız ve Arda peşimden geldiğinde onlar da hiçbir yere dokunmamışlardı. Bir süre sonra kapılar kapandığında asansörde yalnızca üçümüz vardık. Yağız solumda Arda'ysa sağımdaydı ve benim anlamadığım şey neden o ikisinin arasında olduğumdu.

Merakımı gizleme gereği duymadan Yağız'a bakarak ''yine mi sekiz?'' Diye sordum.

Göz ucuyla bana bakıp hafiften gülümsediğinde dudağının kenarında bir kıvrım oluştu.

''Sekizin anlamını biliyor musun ki?'' Sorusu afallamama sebep olsa da kendimi bozmadan düz bir sesle

''Hayır'' dedim.

Cevabıysa hiç gecikmedi.

''Öğrenirsin''

Ne demek istediğini tam anlayamamıştım. Normalde olsa üstünde durmazdım ama bu konu dikkatimi çekmiş ve meraklanmama sebep olmuştu. Sekiz ve anlamı. Sıradan bir sayıydı işte neden bu kadar abartmıştı? Hayatta her şeyi sekize bağlamanın ne anlamı vardı?

''Merakını gidereyim 14. Kata çıkıyoruz''

Anladığımı belli edercesine başımı salladığımda aklım hala daha sekiz rakamındaydı.

Arda bizim konuşmamızı görmezden gelip Yağız'a bakarak ''eldiven istemediğine emin misin patron, böyle biraz zor olacak gibi'' Arda'nın sorusuyla bir aydınlanma yaşadım.

Sahi biz neden eldiven takmıyorduk. Madem suçlanma ihtimalimiz vardı, neden bu ihtimali de biz yükseltiyorduk?

''Gerek yok, sadece burada değil normal yaşantımızda da bu kadar titiz olmalıyız. Sonuçta başımıza her an her şey gelebilir'' dedi ve bana bakarak devam etti.

''Değil mi Miray Hanım, siz daha iyi bilirsiniz malum bir zamanlar polistiniz'' ciddi ifadesine karşı gülerek başımı salladığımda başımı çevirip Arda'ya baktım ve parmağımla Yağız'ı işaret ederek

''Patronun doğru söylüyor Ardacığım. Bu konular ciddi konular, hatta ciddi olan başka bir konu daha var'' dediğimde parmağımı Arda'ya yönelttim.

''O da takip mesafesinin önemi, birisini takip ettiğin zaman'' bakışları yukarıya doğru kaydığında Yağız'a baktığını anladım.

''Aradaki mesafenin uzun olmasına özen göstermelisin, bir de'' dediğimde aniden başımı çevirip Yağız'a baktım. O ise kızgınlıkla Arda'ya bakıyordu. Sanki her şey senin yüzünden der gibiydi. Benim dönüşümle birlikte ifadesini düzeltip gülümseyerek bana baktığında ciddi bir ifadeyle gözlerinin içine bakarak devam ettim.

Sesimi sert tutmaya özen göstererek ''bir dahakine benim peşime düşmek gibi bir hata sakın ama sakın yapma'' dediğimde Yağız son söylenilenin kendisine olduğunu anlayıp başını salladı ve sustu.

Bunun üstüne bir şey diyemezdi zaten, yakalanmıştı bir kere, bunun ne inkarı olurdu ne de açıklaması, onun için bu işin sadece ikazı olabilirdi.

Asansörün içi sessizliğe gömülürken bakışlarım üstünde sekiz yazan tuşun üstündeydi. İki halkadan oluşmuş, iç içe geçmiş bir rakam, altından en fazla ne yatabilirdi ki?

''Kurul üyeleri hakkında bana vermek istediğin bir bilgi var mı Ardacığım?'' Kinaye dolu sesiyle beni taklit ettiğini anlamam nedense biraz uzun sürmüştü. Anladığımdaysa ters ters ona bakmıştım. Oysa sadece kaşını kaldırarak ne var? dercesine bir hareket yapmıştı.

Arda, Yağız'ın ona hitap şekline şaşırmıştı ki bunu afallayarak belli etmişti.

''Ne, ıı şey, yok patron''

''Anladım''

Tabiri caizse Yağız, Arda'yı gözüyle yiyip bitirdiğinde asansörün kapıları açıldı ve benim inmemi beklemeden Arda benden önce indi. Bunun Yağız'ın talimatı olduğunu düşünüp dikkate almadan hemen arkasından ben de indiğimde beni duvarları krem uzun bir koridor karşıladı. Hemen arkamdan Yağız da asansörden indiğinde Arda bana yolu göstererek uzunca koridorda yol aldı. Koridorda bize eşlik eden tahta çerçeveli tablolara bakmadan edemedim. Her biri aralıklarla konulmuştu ve ilginç bir şekilde her birisi de ölümü anlatıyordu.

İlkinde kalbine bıçak saplanmış bir adam, diğerinde uçurumun kenarında bir adam ve benim görebildiğim bir diğerinde de yerde yatmış ruhu göğe yükselen bir adam vardı. Muhtemelen bu tabloların her birisinin kendine özel anlamları vardı. Uzun koridoru bitirdiğimizde karşımda gördüğüm, simsiyah ve tavana kadar uzanan kapıyı görmemle gözlerim kocaman açılmıştı.

Karanlık taraf tam olarak buydu sanırım. O en çok bahsedilen ve birçoğunun hayatını mahveden o taraf. Ben, az sonra düşmanlarımın inine girecek ve onları tekrardan tanıyacaktım. Görmesem de gözlerimin ışıldadığını tahmin edebiliyordum. Zafer demek doğru olmaz ama ona yakın bir şeydi bu, hedefime bir adım olsun yaklaşma diyebilirdim.

Issız ve kimsenin olmadığı düşüncem gittikçe doğrulanıyordu. Bugüne olan merakım gittikçe artarken Arda'nın adımı söylemesiyle bakışlarımı simsiyah kapıdan çekip ona baktım.

"Miray Hanım sizi bu tarafa alayım, atmanız gereken birkaç imza var"

Nedenini bilmeden direkt olarak Yağız'a baktım. Bunu neden yaptığımı gerçekten bilmiyordum. Bir doğrulama için mi yoksa destek için miydi bilmiyorum ama o an ona bakma gereği duymuştum.

Benim ona bakışımla kısa bir an bir tepki vermedi hemen sonrasındaysa başını salladı ve güven veren sesiyle ''ben seni burada bekleyeceğim'' dedi.

Hiç beklemeden gülümseyerek başımı salladım ve Arda'nın peşinden ilerledim.

Sol tarafta kalan uzun koridora döndüğümüzde bizi yine uzun bir yol karşılamıştı. Kimsenin sesinin dahi çıkmadığı bu yerde ayağımdaki topuklular her şeyin sesi oluyordu.

Onu arkamda bırakmıştım, ne yaptığını, ne yapacağını düşünmeden sessizce sıyrılıp gitmiştim yanından. Beni onlara nasıl takdim edecek, hakkımda ne söyleyecek bunların hepsinden habersiz bir şekilde peşine takılıp gelmiştim. Çünkü benim tek umursadığım şey bu kurulun başıydı. Onun kim olduğunu öğrenmek için bütün kimliğimden vazgeçmiş, insanların düşüncelerini umursamadan bu şirkete gelmiştim. Tek umursadığım oydu. Kim olduğunu dahi bilmediğim yalnızca o diyebildiğim kişi.

 

Yarım saat veya bir saat geçmiş olmalıydı, artık Yağız'ın beni beklediğinden bile emin değildim. Arda bir imza demişti ama burada bir imzadan daha fazlası vardı. Neredeyse bu yerin kuruluş tarihine kadar bana bilgi verilmişti.

Önümdeki dergiden tarihi süreçle alakalı kalan bilgileri okurken Arda da az önce beni tanıştırdığı ve benim ıssızlık düşüncemi biraz olsun sarsan, adının Pınar olduğunu öğrendiğim kızla konuşuyordu. Sekreter olduğunu ve planlamalardan haberdar olduğunu söylemişti. Daha fazla konuşacaktı ama buna Arda engel olmuştu.

Onların ne konuştuklarını dinlemek istesem de konuştuklarından hiçbir şey anlamadığım için dinlemekten vazgeçmiştim.

Arda telefonuna gelen bildirimin ardından Pınar'la konuşmayı bırakıp yanıma oturduğunda yorgun gözlerimi ona doğrulttum.

''Ne o, bir dergi daha mı vereceksin?'' Soruma güldüğünde ona gözlerimi devirdim.

''Üzgünüm ama o imzaladığınız kağıtta bu şart vardı Miray Hanım, yani prosedür gereği okumanız şart''

Haklıydı bunu bilerek o kağıdı imzalamıştım. Birçok şey yazılıydı o kağıtta aslında belli başlı konular vardı. Bu toplantıya katıldığıma dair birkaç başlık ekliydi ve en altta da kurul hakkında bilgi edinme notu vardı. Onu küçümseyip en fazla ne olabilir ki demiştim ama olanlar olmuştu.

Arda parmağıyla kucağımdaki dergiyi işaret ederek ''şu son sayfayı okuduğunuz zaman yapmanız gerekenler bitiyor ve toplantıya girmeye hak kazanıyorsunuz'' sayfayı hızla çevirip okuduktan sonra dergiyi kapatıp Arda'nın kucağına fırlattım.

Derinden bir oh çektiğimde çantamı alıp ayağa kalktım ve kalkar kalkmaz Pınar'la göz göze geldim. İlk yaptığı gibi yine beni süzdü bir şeyi anlamak istiyor gibiydi. Bakışları kısa sürdü, hemen sonra Arda'ya gülümseyip masasına döndü.

Arda oturduğu yerden kalkıp beni toplantı odasına doğru götürdüğünde daha toplantı odasına varmadan beni kolumdan tutup bir kenara çektiğinde neye uğradığımı şaşırmıştım. Kocaman gözlerle ona bakarken o cebinden küçük bir silah çıkarıp bana doğrulttu.

Ne yaptığını anlamaya çalışırken birden bir şeyi yanlış yaptığını düşünüp silahı ters çevirdi ve kabzasını bana doğru tuttu.

''Patronun emri, 'sen ona ver o ne yapacağını bilir' dedi. Burada her an her şey olabilir Miray Hanım kendinize dikkat etmenizi öneririm, mümkünse kimseyi tehdit etmeyin, ne de olsa can güvenliğinizden ben sorumluyum. Kendinizi düşünmüyorsanız beni düşünün size bir şey olursa patron beni buradan sağ çıkarmaz''

Onu ve korkusunu anlıyordum ama elimden maalesef bir şey gelmezdi. Ben buydum ve benim varlığım zaten bir tehdit unsuruydu. Bunu yine de ona söylemedim, söylediğini de kabul etmedim.

''Benim silahım var, sen onu kendine sakla, böyle bir yere silahsız geleceğimi düşünmediniz herhalde, ayrıca beni korumayı da bırak ben kendimi korurum, sen patronunun sağ kalmasına bak''

Onun yanından geçip toplantı odasına doğru ilerlediğimde yanından geçmeden önce kısık sesle kendi kendine ''patron beni bitirecek'' dediğini duymuştum. Ondan bu kadar korkmasının sebebini tabii ki de biliyordum. Her şey henüz bana göstermediği yüzünde saklıydı ama onu da elbet bir gün gösterirdi.

Siyah kapının önüne geldiğimde Arda da peşimden gelmişti ve tahmin ettiğim gibi Yağız yoktu. Etrafı kontrol ettiğim sırada Arda bana bilgi verir gibi kapıyı göstererek ''patron içeride sizi bekliyor'' dedi.

Başımı anladığımı belli edercesine sallayıp kapıya yöneldiğimde kapıyı çekerek açtım. Dik bir duruşa geçip derin bir nefes aldıktan sonra içeriye girdiğimde beni karanlık kocaman bir oda ve upuzun masaya sıralanmış on beş adam karşıladı. Odayı perdenin arasından süzülen ışık aydınlatıyordu. Yüzlerini göremiyordum, hepsinin başı önüne eğikti. Yüzünü görebildiğim tek kişi masanın en başındaki boş sandalyenin hemen sağında oturmuş olan Yağız'dı. Onun diğer yanında da boş bir sandalye vardı.

Yüzünde ciddi, sert, ruhsuz, bir ifade vardı. Bu sefer ruhsuzluğu beyaz teninden kaynaklı değildi, bu ruhsuzluk bambaşkaydı. Gülümsemeden bana baktığında yanındaki sandalyeyi işaret etti. Gözlerimi ondan ayırıp masadaki adamlara tekrar göz gezdirdiğimde kimin kim olduğunu anlamaya çalışıyordum. Birkaçının ismini biliyordum ama isimlerin kime ait olduğunu ve nasıl göründüklerini bilmiyordum.

Onlara bakmayı bırakıp karanlık odada Yağız'a doğru ilerlediğimde odanın içinde benim topuk seslerim yankılanıyordu. Her şey bir yana bu ses bile öz güvenimi tazelememe yetiyordu. Yağız'ın yanına vardığımda bana gösterdiği sandalye yerine masanın başındaki sandalyeye oturmuştum.

Yağız şaşkınlıkla bana bakarken bense çoktan koltuğa kurulmuş çantamı da kucağıma yerleştirmiştim. Çoktan aktif hale getirdiğim ses kayıt cihazı artık her şeyi bir bir kaydediyordu.

Ellerimi masaya koyup sağımda oturan adama baktığımda kafasını hafif kaldırır gibi oldu. Göz ucuyla bana baktığına emindim. Adam ona baktığımı fark edip başını kaldıracağı sırada Yağız boğazını temizleyerek onun bu hareketini engelledi.

Aslında o an onun bu insanlara nasıl bir emir verdiğini anladım. Başlarını yerden kaldırmaları yasaktı, yoksa başlarından olurlardı. Bunu anladığımda ona kısa bir bakış attım ve kendimden emin bir şekilde konuşmama başladım.

''Tanışalım'' sesim gür çıktığında bu nedensizce beni gülümsetmişti.

'' Ben Miray, Miray Ateş''

 

 

 

☘️

 

 

 

1 saat öncesi

 

 

 

Yağız Karahanlı

Yeraltı dedikleri alemin karanlık bir dünyadan ibaret olmadığını aslında o karanlığın içinde de bir güneşin doğabileceğini henüz kimse bilmiyordu. Az sonra şu siyah kapıdan içeriye girecek olan kadın bu dünyanın güneşi olacaktı. Ya sadece benim güneşim.

 

O herkesi karanlığa boğmak istese de yalnızca beni karanlığa boğamazdı. Çünkü onun her hali benim aydınlığımdı. O bazen bana dünyayı zehir etmek istese de o, kendisinin yanımda oluşunun bile beni mutlu ettiğini bilmiyordu. Bilse... Bilse kim bilir neler olurdu?

 

Onu peşimden sürüklemek istememiştim ama gelmesine izin vermeseydim, işte o zaman da o rahat durmazdı. Onu az çok tanıyordum zaten bunca yıl tanımamış olsaydım bu benim en büyük ayıbım olurdu. Onu tanımamak kendimi eksik saymamla aynı şeydi.

 

Miray Ateş, işte ben o ateşin içinde çoktan kavrulup gitmiştim. Yanan ateşe kaptırmıştım kendimi ama bundan hiç şikayetçi değildim, çünkü onu sevmek canıma da mal olsa onu yine severdim.

 

Korkuyordum, hep ona bir şey olur korkusuyla yaşıyordum. Şimdiyse onu bir cehennemin içine getiriyordum. Ne vardı da ona hayır diyemiyordum, herkese söz geçirirdim ama o bana bir şey söylediği zaman hayır diyemiyor, onu reddedemiyordum. Onun için benim lügatımda hayır kelimesi yoktu. Belki de en çok bu yakıyordu canımı...

 

Arda'ya göz ucuyla Miray'ı işaret ettiğimde ne demek istediğimi anladı ve Miray'a bir şeyler söyleyerek onu ikna etmeye çalıştı.

 

"Miray Hanım, sizin buraya girmeniz için ilk önce bir imza atmanız gerekiyor, lütfen benimle gelin"

 

Arda'nın sözlerinin üstüne simsiyah gözlerini bana doğrulttuğunda nefesim kesilir gibi oldu, yine içim gitti. Acaba onu içeriye sokmasa mıydım, yoksa onun yüzünden şu ana kadar ki bütün mafyalık kariyerim yok olacaktı.

 

Başımı onaylarcasına salladığımda "ben seni burada bekleyeceğim" gülümseyerek başını salladığında Arda'nın gösterdiği yöne doğru ilerledi.

 

Ayağındaki siyah topukluların sesi tüm koridoru inletirken onun gidişini izledim, dik duruşunu, cesaretini, kendinden emin adımlarını...

 

Gözden kaybolduğunda bir süre daha boşluğa baktım. Az kalmıştı, hem de çok az, onu gerçekten tanımama, her şeyi öğrenmeme çok az kalmıştı.

 

İçeriden gelen bağırış sesiyle önüme dönmek zorunda kaldığımda derin bir alarak ceketimi düzelttim ve olabildiğince dik durup, Miray için aldığım yüz ifademi silerek yerine acımasız ve nefret dolu bir ifade getirerek içeriye girdim.

 

İçeriye girdiğim anda gözler bana döndü ve bağırış sesleri kesildi. Hepsi ayağa kalkarken bense onları umursamadan sandalyeme, masanın baş köşesine doğru yol aldım.

 

"Nedir bu hengame, koskoca adamlar oturmuş birbirlerine bağırıyorlar. Sesiniz dışarıya kadar geliyor. Utanmanız yok bari saygınız olsun"

 

Kocaman odada çıt çıtmazken tek ses ayakkabılarımın sesiydi. Sandalyeme oturduğumda hepsinin yüzüne teker teker baktım ve hiçbir şey söylemeden bir süre ayakta kalışlarını izledim.

 

Ben bir şey söylemeden oturamazlardı. Kimi elli, kimi altmış yaşındaydı ama yine de yirmilerinin sonundaki bir adamdan emir bekliyorlardı. Bu işin yaşı yok diye boşuna dememişlerdi.

 

"Oturun"

 

Emrimin üstüne hepsi aynı anda oturduğunda karanlık odanın kasvetini artık içimde hissediyordum. Gözlerim her birinin üstünde kısa bir an durdu. Hangisinin daha korkutucu ve hangisini daha çok ölümü hak ettiğini düşündüm.

 

Aslında hepsi ölümü sonuna kadar hak ediyordu.

 

"Senin de bil-" masanın en köşesinde oturmuş yaşlı, bilge kılığında ve bir diğer deyişle masanın sözcüsü olan Yalçın 'ı susturarak

 

"Size henüz konuşma hakkı vermedim"

 

Yalçın neye uğradığını şaşırır bir vaziyette bana bakarken bense ona bakmayı bırakıp asıl hakkında konuşacağım kişiye döndüm.

 

Altmış, altmış beş yaşındaydı. Saçlarına ak düşeli epey bir zaman olmuştu ama buna rağmen o yine de bu işlerin peşini bırakmamıştı. Çocukları mirası için onun ölümünü beklese de o ölmemek için direniyordu.

 

Hemen sağımda oturuyor ve korku dolu ifadesiyle pür dikkat beni dinliyordu. Ağzımdan her çıkacak söz belki de onun yaşamasına bir fırsat doğuracaktı. Gergin olduğunu gizlemeye çalışsa da üstündeki gömleği ve boynundaki kravatının dağınıklığından her şey net bir şekilde anlaşılıyordu.

 

"Almanyalardan buraya kadar seni bu denli korkutarak getiren şey nedir Bülent?"

 

Yorgun bakışlarını masadan bana çevirdiğinde neyi kast ettiğimi çok iyi biliyordu.

 

Boğazını temizledi ve oturduğu yerde doğrularak masada ellerini birleştirdi.

 

"Senin de bildiğin üz-" titrek sesinin arasında yüksek sesim karıştığında susmak zorunda kaldı.

 

"Uzatmadan ölüm korkusu diyelim istersen ya da paçayı kurtarma çabaları"

 

Boş bakışlarıyla beni incelediğinde yutkundu ve zorla başını salladı. Bunu kabul etmek onun için zor bir şeydi.

 

Oturduğum yerde doğrularak dirseğimi masaya yasladığımda ondan gözlerimi hiç ayırmadım.

 

"Oğlu ölümle tehdit edilip, işkencelere maruz kaldığında kılını bile kıpırdatmayan Bülent Bey, şimdi bir notla ülke değiştiriyor, ne tuhaf değil mi, mal candan önemli çıktı"

 

Yorgun bakışlarını tekrar masaya çevirdiğinde utanmadığını biliyordum. Çünkü o gerçekten yaptıklarından utanmayan birisiydi. Bu odadaki en kurnaz kişi de denebilirdi.

 

İşaret parmağımı masadaki herkesin üzerinde gezdirip birisinde durdurduğumda çıkan piyango çok da uzağımda birisine değildi.

 

Doğan Boykıran, belki de burada yaşıma en yakın kişi oydu. Otuz yaşındaydı ve o da aynı Bülent gibi kurnazdı. Yerimde gözü olduğunu bilmeyen yoktu. Arkadan iş çevirme konusunda da üstüne kimse yoktu.

 

Defalarca benim hakkımda yalanlar söyleyip insanları kandırmaya çalışmış ve koltuğuma oturmak için fırsat kollamıştı. Elbette hepsi boşa çıkmıştı.

 

"Notu ilk alan ve korkudan evinden çıkamayan hatta ve hatta buraya bile koruma ordusuyla gelen Doğan Boykıran, sen neler söylemek istersin, korkaklığından başka?"

 

Gözlerimin içine öfkeyle baktığında ben de ona iğrenerek bakıyordum.

 

Oturduğu yerde doğruldu ve ceketini kenarlarından tutup düzeltti.

 

"Bize saldırmanı anlıyorum Karahanlı ama senin de durman gerek yerler var. Yanılmıyorsam o kadından korkan tek kişi bizler değiliz, en az sen de bizim kadar korkuyorsun"

 

Bana doğru yaklaştığında karanlık yüzü aydınlığa kavuşmuştu ama o benim için yine de karanlıktı.

 

"Hatta bizden daha fazla korktuğunu bile söyleyebilirim" dediğinde kaşlarım alayla havalandığında ciddiyetimi koruyordum. Siyah gözlerine baktığımda normalde korkak bir adam görürdüm ama şimdi mezarının kazılması gereken birisini görüyordum.

 

Sessizce inceledim onu, öldürmek için kaç sebebim olduğunu düşündüm. Henüz iki sebebim vardı, üçüncüsüyse onun sonu olacaktı.

 

Aramızdaki sessizliği bozan kişi Doğan'ın hemen yanına oturmuş, saçı beyazlamaya yüz tutmuş, diğer üyeler gibi yorgun bakışlarıyla merakla etrafı inceleyen, ömrü boyunca sessizliğini koruyan ve sanırım Elina'yı görüp de hayatta kalan tek kişi olan Ceyhun Siner'di.

 

Hayatta kalması mucize midir bilmem ama yaşadığına şükretmeliydi. Ölmek için yalvarmamış, birkaç kişinin ölümüne tanıklık etmiş ama Elina'nın ona acımasıyla paçayı kurtarmıştı, kimse bunun nedenini bilmiyordu. Tek bilinen onun gözlerini de olsa onu gören tek kişi oydu.

 

"Yağız Karahanlı'yı korkutup da seni korkutmayan şey nedir Doğan, senin varsayımınla Yağız Karahanlı'nın herkesten fazla korkmuş olması seni ödlek bir insan yapar. Çünkü" dediğinde Ceyhun ellerini iki yana açarak masadakileri işaret ederek sözüne kaldığı yerden devam etti.

 

"Buradaki herkes senin ne kadar korkak bir insan olduğunu biliyor ama o adam şu ana kadar, senin korktuğun şeylerin hiçbirinden korkup kaçmadı. Senin aksine oturup savaştı. Bu yüzden o orada sen burada oturuyorsun, onun sayesinde" gülmemek için zor duruyordum. Birinin beni savunmasına ihtiyacım yoktu ama bilen birisinin konuşması bana zevk vermişti.

 

Doğan cevap vereceği sırada Ceyhun devam ettiğinde bütün lafını ağzına tıkamıştı.

 

"Elina elbette korkulacak bir kadın, yapacaklarının bir sınırı yok kabul ama Yağız Karahanlı'nın çok korkacağı birisi değil. Tehlikeli ama tehlikesi kadar da gizemli birisi, aynı onun gibi" en sonunda beni işaret ettiğinde pür dikkat onu izliyor ve dinliyordum.

 

Ceyhun Siner adeta şov yapmıştı. Belki de herkesin kafasındaki o düşünceyi bir kalemde yok etmiş, beni kurtarmıştı.

 

Onunla aram iyi olmasa bile bana yaptığı bu iyiliği unutmayacaktım.

 

Doğan'ın donuk bakışlarına alaylı bakışlarımla karşılık verdiğimde oturduğu yerde kudurduğuna emindim.

 

"Konumuza dönebilir miyiz, Elina meselesine?" Sesin kime ait olduğuna bakmama dahi gerek yoktu, sesindeki korku her şeyi ortaya çıkarıyordu.

 

"Sizden bir şey isteyeceğim Bülent Bey ve bütün üyeler, mümkünse şu kadının adını ağzımıza almasak, uğursuz ya çağırmayalım şimdi"

 

Ricada bulunan belki de bu kurulun en korkak kişisi Kemal'di. Doğan'la aynı yaşta ve ona kıyasla sessiz sakin birisiydi. Kurula babasının ölümü yüzünden katılmıştı. Bir zamanlar babası yani Kadir abi bu kurulun en cesur üyesiydi. Onun ölümünün üstüne Kemal bu kurula katılmak zorunda kalmıştı. Babasının intikamını almak için, babasını öldüren kişiyse hiç şaşırılmayacak bir isimdi. Elina Bo.

 

Ona bakıp anlayışla başımı salladığımda

 

"Elina'nın dönüşünü konuşmadan önce sizlerden bir şey isteyeceğim" bütün gözler bana dönüp merakla baktıklarında ben tek bir kişiye bakıyordum. Ceyhun Siner'e

 

"Az sonra şu kapıdan içeriye bir kadın girecek, o da sizler gibi Elina'nın düşmanı, dikkat ederseniz düşmanı diyorum. Öyle alelade birisi değil. Yapılacak planlarda bazılarınızın aksine yer almak istiyor. Onu buraya davet edeceğim ama ondan önce sizlerden iki isteğim olacak. Birincisi o bu odaya geldiğinde başlarınızı önünüzden kaldırmayacaksınız. Eğer olur da böyle bir gaflette bulunursanız, ne olacağını biliyorsunuzdur. İkincisi ise o kadının bu kurulun başkanının kim olduğunu bilmesini istemiyorum"

 

Hepsi birbirine bakıp söylediklerimi idrak etmeye çalıştığında akıllarındaki soruyu yanıtlayarak konuşmama devam ettim.

 

"Şimdilik bunu bilmemesi onun için daha iyi, sizlerden ricam bunlar. Eğer ki bu ricayı kabul etmeyecek olan varsa' dediğimde bakışlarım direkt olarak Doğan'a kaydı.

 

"Kendisini Elina'nın önünde bulacağını bilsin"

 

 

⚔️

 

İşte onun Miray'a göstermediği karanlık yönü buydu. Miray'ın merhameti olduğunu düşündüğü adamın acımasızlıklarda dolu bu yönünden henüz haberi yoktu. Bu ve daha fazlası, Miray'ın görmedikleri ve Yağız'ın göstermedikleri, bunların hepsi bir sırdı ama her sır elbet bir gün ortaya çıkardı.

 

 

⚔️

Evet, bu bölümlük bu kadar umarım beğenmişsinizdir. Bir diğer bölüm için ben şimdiden gün sayıyorum. O güne kadar kendinize iyi bakın. Görüşmek üzere...

Bölüm : 09.05.2025 20:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...