23. Bölüm

Beklenen Gerçekler

Fâhte
faahte

"Geçmişin gölgeleri, hep peşimizden gelir; bir zamanlar bizi sararken şimdi sadece ağırlık yapar."

Ne kadar istemesem de hasta yatağından baktığım kalabalık bana hiç rahatsızlık vermiyordu. Gülay Teyze Kerem abiye yaslanmış zor ayakta duruyordu ne kadar iyiyim desem bile inanmıyor ısrarla onlarda kalmamı söylüyordu bir evim vardı artık orada kalacaktım, Ressler’ın ülkeden çıktığını biliyorduk ama nasıl bu kadar hızlı olduğunu bilmiyorduk.

Yeşim eğilmiş telefonuna bakarken yanında geldiğinden beri ifademi yeterince almamış gibi sürekli soru soran Serkan vardı. “Evin içinde ne arıyordu? Aklına bir şey gelmiyor mu, fotoğrafla odayla bir alakası olabilir mi?”

Bunaldığım bir konuydu buradan çıkmak istiyordum. “Bilmiyorum Serkan.” Dedim tekrar.

Eymen birkaç saat önce sessizce çıkıp gitmişti. “Bir işim var,” demişti sadece. Ne iş olduğu hakkında tek kelime etmemişti. Şimdi ise bu kalabalığın ortasında onun yokluğu garip bir boşluk gibi duruyordu içimde. Gerçekten iyiydim, evet. Ressler kafama çok sert vurduğu için hemen uyanamamıştım ama artık daha iyi olsam bile bugün buradaydım.

Oğuz ile aramız biraz gergindi onu arabada bırakıp kendim gittiğim için bir hayli bozuktu ama bunu odanın içindekilerden sadece ben ve o biliyordu. Tekrar dönüp koltukta oturan Oğuz’a baktığımda bakışlarında bir değişiklik olmadığını gördüm.

“Bir daha o eve gittiğini görürsem Rana.”

Beklemediğim yerden gelen sesle kapıya çevirdim kafamı benimle herkes dedeme döndü, bu kadar kalabalığı beklemediğini göstererek adımları durdu ve sustu aniden.

Boğazını temizleyerek “Kusura bakmayın.” Derken oldukça utanmış gözüküyordu “Ben oğlumdan sonra ilk defa onun gibi birini kaybetmekten çok korkuyorum.” Diye açıklama yaptığında içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim.

Gülay teyze “Çok haklısınız. Eminim bu olanlarda Rana için bir dönüm noktası olur çünkü artık tek başına bir hayatı yok. Bir oda dolusu insanız.” Dediğinde Kerem abi hemen kafasını salladı.

Oda bu kadar dolmadan önce Oğuz’un ifadesi alınırken biraz tepkilerinden korkmuştum çünkü onu yanıma almayıp tek giden bendim Ressler daha sert davranabilirdi beni vurabilirdi. Bu düşünce anlık olarak irkilmeme sebep oldu.

Yeşim’le bu olan üzerine biraz tartışmıştım haber vermem gerektiğini gitmemem gerektiğini söylenen ilk kişi değildi ve son kişi de olmamıştı her giren aynı nutukları çekerek yaptığım hatayı yüzüme vuruyor onları ne kadar korkuttuğumu söylüyordu tamam ben korkmamış mıydım?

Korkmuştum, öleceğim sanmıştım. Oradan ailemin kaybolduğu lanet evde öleceğim sanmıştım nasıl korkmazdım? Evet çok değil düğünden önce ölümümün kolay olmasını istemiyorum dediğimde aynı kaderden bahsetmemiştim. Sırf onların ailesinden kalan kişiyim diye başıma gelmeyen kalmıyordu ne yapmam gerekiyordu bu lanet bütün kollarıyla çepeçevre beni sarmışken nasıl kurtulacaktım bir oda dolusu insanı nasıl uzak tutacaktım?

Odadakiler kendi aralarında bir şeyler konuşup hakkımda bazı düşüncelere varmışken aklım burada değildi.

Kapı tekrar açıldığında gelen Tuncay’dı, her girene en az bir kere “iyiyim bir şeyim yok” diyordum.

Öncelerinde kalabalık görünmeyen insanların gözüme kalabalık gelmeme sebebi konuşmamalarıydı şimdi herkes bir ağzından bir şeyler söyleyip duruyordu hemen pikenin üstündeki telefonumu elime aldım ve Oğuz’a herkesi odadan çıkartmasını isteyen bir mesaj attım, iyiydim ama başım ağrıyordu yalan değildi.

Zaten telefonu elinde olan kuzenim hemen başını kaldırıp bana baktığında gözlerimi kapatıp açtım. Yanında duran Yeşim’i dürtüp mesajımı gösterdi.

Ben de başımı hafifçe sallayarak onayladım. Haklıydı. Bekleyen çok laf vardı.

Günlerden 18 Kasım Perşembe’ydi. Hava kapalıydı; gri bulutlar gökyüzünü tamamen örtmüş, aralıklarla yağmur yağıyordu. Pencereden gelen loş ışık, odaya yorgun bir solgunluk veriyordu. İstanbul’un rüzgârı bile bugün sessiz esiyordu, sanki bir şeylerin yasını tutar gibiydi.

“Anne abi biz çıkalım hem Rana dinlenir hem de ailecek kalsınlar konuşacak…” dedi ve anlık olarak bana döndü Yeşim, dudaklarında hafif bir gülümsemeyle,

“Azarlanacak bir hanımefendi var,” dedi anlık olarak başımı sallayarak onayladım.

Sözleri odada kısa bir tebessüm oluşturdu. Gülay Teyze hâlâ Kerem abiye tutunuyordu, ama Yeşim’in sözleri üzerine başını sallayarak ağır adımlarla çıktı. Kerem abi onun arkasından, ardından Tuncay ve Serkan da… Serkan çıkmadan önce gözlerini bana dikti, sanki hâlâ cevabını alamadığı bir soru vardı. “Sonra konuşacağız,” der gibi bir bakış attı ama tek kelime etmeden kapıyı arkasından çekti.

Kapı kapanırken odada bir sessizlik yayıldı. Uğultu gitmişti. O kalabalığın boğucu varlığı, o bakışlar, o sorular… Hepsi bir anda sıyrılıp gitmişti üzerimden. Omuzlarım biraz düştü, sırtım yastığa biraz daha gömüldü.

Son kalan Oğuz camın önüne yaklaştı, pencereyi iki eliyle yavaşça yukarı itti ardından dışarıdan içeriye hafif bir yağmur kokusu süzüldü. Soğuk ve nemli bir hava dalgası, aniden yüzüme vurdu.

İçime çektiğim ilk nefes keskin ve ferahlatıcıydı. Tüm gün boyunca üzerimdeki ağırlık sanki biraz hafifledi. Başımı geriye yasladım, gözlerimi kapattım.

Dedemin odada kaldığını biliyordum ama aniden “Oraya gitmeyeceksin artık,” demesiyle korktum irkilerek gözlerimi açığımda halihazırda bana baktığını gördüm. Sesi kararlıydı, tok. “O ev... o evi bırakalım artık. Cinayetle, kayıpla, karanlıkla dolu bir yer orası. Bulacak bir şey kalmadı, Rana. Zaten… bulacak olsak biz bulurduk…”

O konuşmaya devam edip eteklerinde taşları dökmeye devam ettikçe sustum ve dinledim. Konuşmaya başlarsam önceliğim onun kim olduğunu, ne zamandır hayatımda olduğunu neye karar verip veremeyeceğimi sormakla başlardı ve bu kadar kırıcı birisi olmak şu an istediğim şey değildi. Sessizliğimden güç alarak konuşmasına devam etti.

“Senin güvenliğin önemli,” dedi bu kez daha yumuşak bir sesle. “O ev seni çağırmasın artık. Orada cevap yok, sadece... yıkım var.”

“Biz bulurduk ne demek? Kiminle aradın ailemi? Hangi siz?”

Söylediği her kelime cümleye devrilirken içimde bambaşka bir his baş gösterdi. Bilip söylemediği bir şey vardı.

Yatakta dikleştiğimde “Bana neyi söylemedin?” dedim direkt olarak, yalan duymak istemiyordum etrafımda saklanan hiçbir şeye tahammülüm yoktu.

“Ben… seni sadece korumak istiyorum,” dedi yavaşça yanıma doğru geldi yatağa oturdu. Ama bu sefer o tok sesin yerini çaresizlik almıştı. “Tekrar tekrar geçmişe dönmenin bir faydası yok. Yeterince canımız yandı.”

“Benim daha çok yanıyor,” dedim. Sesim yükseldi. “Her gün, her gece… İçimden bir şey kopuyor. O evde ne olduysa, onun cevabını bilmeden iyileşemem ben.”

“Bazı şeyler... bilindiğinde iyileştirmez.”

Uzun bir süre sadece gözlerine baktım. Gözlerinde ne vardı? Üzüntü müydü, suçluluk mu? Korku mu?

“Ya zaten parçalanmışsak?” diye fısıldadım. “O zaman ne yapacağız, dede?”

O susunca, ben de sustum. Yatağımdan kalkıp pencereye gittim oda yeterince havalanmıştı pencereyi kapattığımda arkamı döndüm. “Gitmelisiniz konuşursam sizi çok kıracağım.” Dedim yalan söylemeden.

Dedem hiç yanıt vermedi, sadece başını sallayarak odadan çıktı. Sadece birkaç saniye sessizlik vardı. Ama o an bile ne kadar umursamaz olduğunu fark ettim. Endişeli bir insanın söyleyeceği şeylerden ziyade direkt vazgeçirmek üzerine laflar ediyordu.

“Görüşürüz Rana.” Dedi Oğuz soğukça.

Oğuz’un ardından kapıya bakarken, bir gariplik hissettim, ama içimdeki huzursuzluğu anlatacak kelimeler bulamıyordum. Yaşlı adama karşı güvenim oldukça azaldığını biliyordum. O an içerideki atmosfer biraz daha ağırlaştı.

Birkaç dakika sonra, odanın kapısı tekrar açıldı. Eymen, o tanıdık sıcak bakışlarıyla içeri girdi. Gövdesiyle kapıyı kapattı, ama gözleri hemen benim üzerimdeydi.

“İyiyim.” Dedim ve yatağa oturduğumda “Buradan çıkarsam çok iyi olacağım.” Dediğim sırada Eymen bir adım daha yaklaşıp gözlerimi dikkatle inceledi “Biliyorum.” Dedi.

Hastaneden çıktığımızda, Eymen'le arabaya doğru ilerlerken sessizlikti. Araba pek uzakta değildi, ama yine de arabaya yaklaşırken plakasından tanıdım. Eymen benden önce arabaya vardı ve kapıyı açarken gözlerim ona takıldı.

Gülümsedim, “Demek başımıza bir şeyler gelmeliymiş böyle olman için,” dedim, biraz da şaka yaparak.

Eymen bir anlık sessizlikten sonra gözlerini kısıp bana bakarak, yavaşça derin bir nefes aldı. “Bunu şaka olarak almadım, Rana,” dedi sesi ciddi ve biraz da sertti. “Başına bir şey gelmesini istemem. Bunu hep söylüyorum, ama sen hiç anlamıyorsun.”

“İsteyerek yapmadım.” Dediğimde çoktan arabaya binmiştim Eymen emniyet kemerini takıyordu.

“Biliyorum.” Dedi ve kendini geri çektiğinde hemen kapıyı kapatıp sürücü koltuğuna geçtiğinde kafamı çevirip baktığımda arabayı çalıştırmadan önce dönüp baktı ve bana gülümsediğinde ona bakmayı sürdürdüm, kemerimi ben de takabilirdim.

“Ne oldu?” dediğinde “Yok bir şey.” Dedim ve kafamı cama çevirdim hastane geride kalırken etrafa daha dikkatli bir şekilde bakmaya başladım. Eymen sorusunu tekrarladı, ama ben o an biraz daha farklı bir şey bekliyordum. Başka bir şey… Aramızda o ani boşluk, beni bir an için tereddütte bıraktı. Sanki o an öpmesi gerekiyordu. O an, öpmesi gereken o andı.

"Bir şey olmadı Eymen." dediğimde sesim biraz sert çıkmıştı. Ben nefesimi bırakırken, Eymen'in kahkahası arabada yankılandı.

"Bozuldun sanki," dediğinde, gözlerim ona takıldı.

Dönüp baktım, "Neden bozulayım ki? Bozulacağım ne oldu?" dedim, biraz daha sert ve savunmacı bir tonla.

Eymen gözlerini kısıp, gülümseyerek hafifçe eğildi. "Bir şey olsaydı, belki de daha farklı olurdu," dedi, ama yine de sesindeki o alaycı tını kaybolmamıştı belki de tam olarak o an ne hissettiğimi anlamıştı.

“Ne gibi bir şey?” dediğimde keyiflenmeye başlamıştım öpmediği gibi bunu beklediğim için eline koz vermeyecektim en az benim kadar istediğini hissetmiştim.

Hissetmek istiyordum. “Ne olmasını istediğine bağlı…” dediğinde “Ne olmalıydı? Kapımı açtın ve emniyet kemerini taktın, ne gibi bir isteğim olacaktı?” dediğimde gülümseyerek Eymen’e döndüm. “Minnettarım.” Dediğimde ona karşı iğneleyici olduğumun farkındaydı ama bozmadı.

Eymen, gülümsediği an biraz daha derin bir bakışla bana döndü, gözlerinde hala o alışık olduğum alaycı parıltı vardı ama sesindeki ton bir adım daha yumuşamıştı. “İstediğini söylediğin gibi, bir kapı açmakla sınırlı kalmadım.” dedi, bu kez biraz daha ciddiyetle. “Bir anı kaçırmış olmam, başka bir an yaratmayacağım anlamına gelmiyor,” dedi.

Sesi, önceki alaycı tonlardan uzak, biraz daha derin ve kararlıydı. Aceleci olmadığımıza sevindiğim bir andı.

Yol akıp giderken tabelaları kontrol ediyordum nereye gittiğimizi biliyor muydu emin olamadım “Emirgan’a gitmiyor muyuz?” dedim. Kafasını salladı, “Oraya gidiyoruz. Yaklaşınca söylersin.”

Arabayı park ettiğinde apartmanın önünde durduk. Baktım yukarı sanırım sadece burada taşındığım gece uyuyabilmiştim düzgünce. Eymen de bakınca kaşlarını kaldırdı.

“Bu mu?” dedi.

“Evet,” dedim ne varmış, dercesine.

“Kaçıncı kat?” diye sordu, şüpheli bir bakışla.

“Üç, zaten dört katlı çok bir seçenek yok.” Dediğimde ilerlemeye başladım özlemiştim evimi.

Eymen arkamdan gelirken etrafa göz gezdirdi, dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme vardı. “Asansör var mı bari?”

Başımı iki yana salladım, “Yok.”

Bir an durdu, sonra boğuk bir kahkahayla arkamdan seslendi, “Ne güzel. Spor da yaparız.”

Merdivenlere adım attığımda beni takip etmeye başladı. İkinci kata geldiğimizde biraz ağırlaştım ama belli etmemeye çalıştım. O da bunu fark etmiş olmalı ki, bir an durdu.

“Rana.” dedi, ses tonu daha yumuşaktı bu kez. Döndüm, nefesim biraz hızlıydı. Gözleri gözlerime kilitlenmişti.

Konuşmaktan ziyada mırıldanıp cevap verdim. Konuşamamamdan ötürü

“Bu, seni kucağıma almam için açık bir davet değil mi Rana Hanım?” dedi.

“Hayır?” dedim, hemen ama çok da emin olmadan.

“Beni geri çevirme şansını iyi kullan, bir daha sormam,” dedi, kapımı açarken. “İkinci katta pişman olursan, kucak bonusu iptal olur.”

“Seninle uğraşamayacağım,” dediğimde gülüyordum, evin önüne gelmiştim çantamdan hemen anahtarı çıkarttığımda “Zaten uğraşma,” dedi, “Aman uğraşma, aman kabul etme her şeyi kendin yap.”

Anahtarı çevirdim, kapıyı açtım ama içeriye adım atmadan önce dönüp baktım. Hâlâ oradaydı. Merdivenin bir basamağında durmuş, kollarını göğsünde kavuşturmuş bana bakıyordu. Gülümsemesinde hafif bir sitem, biraz da oyunbozanlık vardı.

"Yorulmadım ki," dedim inadına.

"Yüzünden belli olmuyor mu sandın?" dedi ve yavaşça yanıma geldi.

"Sen her şeyi yüzümden mi okuyorsun?"

"Evet. Çünkü sen söylemiyorsun." Gözlerini kaçırmadan söyledi bunu.

Bir an sessizlik oldu.

Sonra içeriye döndüm, “O zaman içeri gir Eymen bir bardak su içersin.” dedim ve içeri adım attım.

O da arkamdan geldi. Ayakkabısını çıkartırken mırıldandı, “Suyu hak edecek bir şey yapmadım.” Dediğinde mutfağa girdim o içmese bile ben su içmek istiyordum.

Kapıyı kapattığında sesi geldi, “Asansörü olmayan apartmanda bir kadının kapısını açıyorsam, o artık ev halidir Rana.”

Bardak elimden kayacak gibi olduğunda kendimi sorgular hâle gelmiştim. Tek bir cümle ile bu durumda olamazdım bu kadar değildi.

Zorla yutkunduğumda mutfağın girişinde göründü. Yavaşça adım attı, bakışları hala üzerimdeydi, ama bu sefer daha derindi, daha anlamlıydı.

"Bir şey mi oldu?" dedi, sesinde hafif bir merak vardı. Ama ben de hemen cevap veremedim. Her şey o kadar ani olmuştu ki, ne hissettiğimi anlamak zorlaşmıştı.

Yavaşça başımı kaldırdım ve ona doğru baktım. "Bir şey olmadı," dedim, ama sesi yine de yankılandı zihnimde. Eymen, yine o güven veren gülümsemeyle yaklaşıp bardakla ilgili küçük bir espri yaptı, ancak bu defa yanıt vermek yerine, sadece bir adım daha attı ve aramızdaki mesafeyi kısalttı.

Gözleri evin her yerinde gezerken bazen detaylıca bakmak için bir yerlere yaklaşıyor sonra uzaklaşıyor kendi kendine konuşup yorumlarda bulunuyordu. “Fena değilmiş…” dediği şey salondaki platformlu yemek masasının arkasındaki boydan boya kitaplığımdı, sesi ciddi ama bakışları fazla dikkatliydi.

“Kahve ister misin?” dediğimde hemen kafasını salladı. Salondan çıkmadan önce sormak istediğim bir şey vardı o yüzden arkamı döndüm. “Bugün izinli misin? Perşembe çünkü.”

Eymen, bana bakarken bir süre sessiz kaldı. Cevap vermeden önce bir adım daha attı, sanki bir şeyler düşünüyor gibiydi. Gözleri sabit bir noktada odaklanmıştı, ama sonra yavaşça gülümsedi. "Evet, bugün izinliyim," dediğinde kafamı sallayarak önce mutfağa geçerek kahve makinesini çalıştırdım. Mülakatımdan bir haber gelmemişti bugün gelmezse yarını bekleyecektim ama yarın bir haber gelmezse kesinlikle pazartesiye kalacaktı.

İki kahveyle salona döndüğümde, Eymen koltukta oturmuş beni izliyordu. Sessizce fincanı uzattığımda aldı.

Eymen, kahvesini alırken gözlerini bana çevirdi, sanki her hareketimi dikkatle izliyormuş gibi. Bir anlık sessizlik oldu, sadece kahve makinelerinin hafif hışırtısı duyuluyordu. Sonra yavaşça fincanını tuttu ve içmeden önce bana bir bakış attı.

"Bugün mülakatından bir haber geldi mi?" diye sordu, ama sorusunun tonunda sadece merak değil, aynı zamanda bir anlam da vardı. Bu, ona benimle ilgili daha fazla şey öğrenme arzusuyla söylenmiş gibi geliyordu.

"Henüz gelmedi," dedim, bir yudum kahve alarak. "Ama bugün haber gelmezse pazartesi gününe kalabilir."

Eymen, kafasını hafifçe salladı ve kahvesinden bir yudum aldı.

Sessizce geçen birkaç dakikayı Eymen’in “Rana, Eyşan’la ilgili sana söylemek istediğim bir şey var,” demesi bozdu.

Gözlerim Eymen’in gözlerine kilitlendi, ama söylediklerini hemen anlamadım. Bir an, kafamda düşünceler birbirine karıştı. "Ne oldu, Eyşan'la ilgili?" diye sordum, sesimde belli belirsiz bir kaygı vardı.

Eymen, derin bir nefes aldı, biraz çekingen görünüyordu. “Eyşan'ı şikayet etmişsin, soruşturma açılmadan şikayetini geri çekmen için amcama her şeyi anlatmış arabayı kendisinin aldırdığını düğünden önce bizi görünce planlamış, her şeyi kendisi yapmış...” dediğinde sesinde bir karışıklık vardı, ama aynı zamanda açıklama yapma gerekliliği de.

Bir süre sessiz kaldım, söylediklerinin şokunu üzerimden atmaya çalışıyordum. “Yani, Eyşan’a ne olacağına ben karar vereceğim, öyle mi?” dedim, sinirli ama kontrolsüz bir şekilde.

Eymen, bana daha dikkatlice bakarak, “Sadece seni korumaya çalışıyorum. Eyşan’a bu kadar yaklaşmanı istemiyorum. Gerçekten seni zor durumda bırakmasını istemiyorum,” dedi.

Sözlerinin ağırlığı bir an zihnimde yankılandı. Gözlerim Eymen’e odaklanmıştı, ama bir yanda ona öfkeli bir şekilde bakarken, diğer yanda onun söylediklerini anlamaya çalışıyordum. Sessizlik uzun sürdü, sanki her şeyin bir anda değiştiği o anı sindirmem gerekiyordu.

"Koruma şeklin... hep bir adım önde olmak," dedim, sesim biraz titreyerek. "Ama bana bir şey soruyor musun? Ne düşündüğümü hiç öğrenmek istiyor musun?” dediğimde kahvemi sehpaya koydum ve tamamen Eymen’e döndüğümde kafamı iki yana salladım. “Şikayetimi geri çekmeyeceğim beni yeteri kadar zor durumda bıraktı daha fazla ne yapabilir? O gün söylediklerine inanarak sinirini benden çıkartmış demiştim ama ortadaki her şey yalan dolansa şikayetimi asla geri çekmeyeceğim.” Diye diretmeye devam ettim.

Eymen, gözlerimdeki kararlılığı gördü ve bir an için ne diyeceğini bilemedi. Yavaşça, ama dikkatlice “Eyşan’ı savunmaya çalışmadım, sadece...” diye başladı, ama kelimeler dilinde takılı kaldı. Derin bir nefes aldı ve biraz daha kararlı bir şekilde devam etti “Senin kararın bunu yönlendirmek istemedim sana duyduğum endişeden bahsettim.”

Kahve fincanları, masada terkedilmiş gibi durmuştu, ama o an ne de olsa her şey ikinci planda kalmıştı.

Eymen’in söylediklerini anlamak zorlaşırken, ben de gözlerimi tavana doğru çevirdim. “Kendi avukatlığımı kendim yaparım.” Dedim kararlılıkla.

Sessizlik bir süre daha devam etti. Eymen’in “Peki, Rana,” demesiyle “Buradan nasıl birisi gibi gözüküyorsun biliyor musun Eymen?” diye sordum sesimde beliren öfkeyle. Sözlerim, havada yankılandı. Gözlerim hala ona odaklanmıştı, ama bu defa sanki Eymen’in yerine kendi kendime de bir soru sormuş gibiydim.

“Bugün bütün yaşananları Eyşan için; şikayetimi geri çekmem için yapmışsın gibi gözüküyor haberin olsun.” Bu kez sesimdeki öfke, tamamen kontrolsüzleşmişti.

Oturduğu yerde kıpırdandığında bir an için gözleriyle beni delip geçiyordu resmen “Aramıza bu insanları sokmak isteyen sensin, Rana,” dedi, sesi keskin ve netti. “Beni, o ya da Kerem ilgilendirmiyor. Beni sen ilgilendiriyorsun.”

Kelimeleri sanki her birini vurgu yaparak söyledi. Sessizlik bir an için ağırlaştı, her şey bir anda gerildi. Eymen, koltukta bana doğru biraz daha yaklaştı ve sesi biraz daha sertleşti, ama bir yandan da yavaşça sakinleşmeye çalışıyordu. “Aramızın gerilmesini istemedim,” dedi. “İçin rahat eder diye söyledim bunu sana.”

Bir süre birbirimize bakakaldık. Eymen’in bakışlarındaki sertlik, bana ne düşündüğünü göstermek için çok fazlaydı. Yavaşça nefes aldım, gözlerim onun gözlerine sabitlendi.

Koltuğunda hafifçe eğildi ve sözlerini daha da sertleştirdi. "Seninle bu kadar vakit geçirdikten sonra, hala başka insanları aramıza sokma çaban ne anlam ifade ediyor?” dedi, sesi derin ve kararlıydı. “Ben, ne o, ne Kerem, hiçbiri seni benden fazla ilgilendirmiyor. Bu tamamen bizle ilgili.”

Yavaşça nefes aldım, ama o an hiçbir şey söyleyemedim. Kafamda her şey karışıyordu, öfke, şaşkınlık, bir anlamda da kırgınlık.

“Zaten yaptığım bir hata üç ayımızı aldı.” Dedi.

Eymen’in sesi, bana her şeyi hatırlatıyordu. Bir hata, bir yanlış anlamanın, belki de geçmişin gölgelerinin, aramızdaki mesafeyi nasıl büyüttüğünü…

“Eymen, haklısın. Hızla hareket ettim ve seni dinlemedim. Bu kadar sert söylediklerimi hak etmedin,” dedim. "Özür dilerim.”

Eymen, bir an için sessiz kaldı, sonra derin bir nefes alarak gözlerini Rana'dan ayırmadı. "Ben de… ben de çok acele ettim söylemek için," dedi, sesi artık daha normalleşmişti.

Kendimi geri çektiğimde koltukta kıpırdandım. “Bu tartışmayı da hallettiğimize göre başka sıkıntımız yok?”

Eymen, sessizce bana bakarken bir an daha sakinleşti. Gözlerinde hala biraz sertlik vardı, ama önceki öfke yerini daha yumuşak bir ifadeye bırakmıştı. Koltuğunda hafifçe geriye yaslanarak, “Şu an için yok gibi görünüyor,” dedi, sesi biraz daha sakinleşmişti.

Ben de ona bakarak derin bir nefes aldım, içimdeki karmaşayı biraz daha sakinleştirmeye çalıştım. “İyi,” dedim, gerginliği bir şekilde atlattığımız için rahatlamıştım. “O zaman daha fazla konuşmaya gerek yok.”

Eymen, gözlerini hafifçe kırparak, “Evet, bu konuyu daha fazla konuşmamıza gerek yok...” dedi. Ama hemen sonra hafifçe gülümsedi, “çünkü aramızda hâlâ konuşacak çok şey var.”

“Öyle mi?” dedim, hafif bir alaycılıkla, ama tonumda da yumuşaklık vardı. “Konuşacak çok şey derken, ne gibi şeyler var, Eymen?”

Eymen, gözlerinde hafif bir parıltı ile bana bakarak, “Mesela, bu gerginliğin sonunda aramızdaki sessizliğin nasıl geçeceğini konuşabiliriz,” dedi ardından odanın içince gözlerini gezdirdi. “Evi nasıl tuttuğunu anlatabilirsin.”

Benim yüzümde beliren hafif gülümseme, Eymen'in söylediklerinden sonra biraz daha genişledi. "Evi nasıl tuttuğumu mu?" dedim gülümserken, sesime bile yansımıştı bu durum.

Hoşuma giden evi tutma anım değildi ilgilenmesiydi merak etmesiydi.

“O gece seninle Bebek’te oturduğumuz gece senden sonra mezarlığa gitmiştim eve döndüğümde çok iyi bir durumda değildim, işte o geceden sonra sabah burada bir kahvaltıya geldik. Öylesine sahilde gezerken burayı gördük, hep birlikte gezdik ve üzerine çok düşünmeden başka seçeneklerle karıştırmadan tutmuş oldum hiç pişman değilim çok güzel ışık alıyor ve denizi görüyorum.” Dedim duraksamadan anlattım içimden gelen her şeyi söyledim.

Eymen bir süre suskun kaldı. "O gece, Bebek’teki o an...” konuşmak istediğim bir konu değildi.

Koltuktan kalktığımda cümlesini bitirmedi durdu, pencereye doğru ilerleyerek henüz kararmıyor olsa bile havanın griliğinden ev kasvetli gözüküyordu ve tartışmamızın etkisi tam olarak üstümden gitmemişti. Balkon kapısını açarak içeriye hava girmesini sağladım. Tatlı bir esinti hafif soğukla içeriye dolarken diğer önceliğim ışıkları açmak oldu.

Her şey daha net görünürken ona baktım. Eymen'in hala bir şeyler söyleyecek gibi bakıyor olması, bir anlamda rahatlatıcıydı. Ama ben o an onunla daha fazla yüzleşmek istemedim.

"Demek ki doğru bir yer seçmişsin," dedi. "Denizi görmek, ışık almak... O kadar güzel anlatıyorsun ki, o evde mutlu olacağına inancım tam. Hem o kadar zor bir dönemin ardından-”

“Zordu,” diyerek sözünü kestim. Yavaşça eski yerime oturdum. “Zordu ama geçti.”

Eymen’in bakışlarını hissettim, ama o an daha fazla konuşmak istemiyordum. Her şeyin geçmesi gerekiyordu, hem de bu gece.

“Beni gerçekten affedecek misin Rana?” dedi, soru beklemediğim bir yerden hiç beklemediğim bir anda gelmişti. Beni şaşırtmıştı, bir an ne diyeceğimi bilemedim. Sanki birisi duvarları iyice sıkıştırmış, kendimi bir çıkmazda bulmuş gibiydim.

Derin bir nefes aldım, gözlerim ondan kaçarken, dudaklarım arasından birkaç kelime zorla döküldü. "Zamanla," dedim, sesimdeki tını bile bana yabancıydı ama niyetim vardı bunu fark etmesi yeterdi.

“Zamanla…”

 

 

Bölüm : 05.04.2025 01:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...