
Ev Nedir?
ev, yalnız hissetmediğin yerdir.
ve bir mekan değil...
⚖
Çok zor uyuduğumu Gülay teyzenin sürekli gece gelip beni kontrol ettiğini biliyordum. Odam güneş ışıklarıyla dolar dolmaz gözlerimi araladım, çok ağlamıştım o yüzden gözlerim hâlâ bunun acısını yaşıyordu. Gece uykum bölük bölük olduğu içinde tam anlamıyla dinlenmemiştim.
Kafamı tavana dikip baktığımda yutkundum. İşler yolunda gitmiyordu işler hiç yolunda gitmiyordu. Ellerim bir süre yüzümde oyalandı.
Yataktan kalkarak valizimin yanına oturdum bugünlük giyeceğim hâkî yeşili kot bir tulumdu belinde kendisine ait olan bir kemer vardı. Ayağıma ise beyaz düz spor ayakkabımı giydim. Ne ciddiyetle ne de topuklularla uğraşacak durumum vardı.
“Rana?”
Kapıya önce adımın seslenilmesiyle sonrasında ise tıklatılıp açılmasıyla döndüm. Gülay teyze beni ayakta görünce hemen kafasını salladı. “Hazırlanmışsın tamam. Amcan bizi kahvaltıya götürüyor hazırlan demeye gelmiştim. İtiraz istemiyorum hepimize bir değişiklik olur.”
Zaten bilmeden hazırlanmıştım kafamı salladım. “Olur. Çantamı alayım aşağı iniyorum.” Gülay teyze memnuniyetle kafasını salladı ve kapıyı kapattı. Makyaj masasına eğilip yüzüme baktım yorgun gözlerim ve hafif solgun tenimle berbat günler geçirdiğim açıkça ortadaydı. En fazla beş dakikam vardı bu yüzden sadece gözaltlarımı kapatmak için vakit bulabilmiştim ama bu bile önceki halimden çok daha iyi gözüküyordu bu yüzden daha fazla oyalanmadım.
Merdivenlerden inip alt kata ulaştığımda Mete amca kapıda elinde araba anahtarını çevirip duruyordu seslerle bana döndü. “Günaydın kızım.” Dediğinde “Günaydın Mete amca.” Dedim.
Ben hazırdım ama Gülay teyze neredeydi bilmiyordum. Mete amcanın “Gülay.” Diye ortalığa seslendiği vakit Gülay teyzeden aynı anda karşılık geldi. “Geldim!”
Hemen merdivenlerden indi. “Hadi çıkalım geç kalmayalım.” Dedi neşeli bir sesle, ona dönüp gülümsedim.
“Nereye gidiyoruz?” diye sordum, arabaya binerken.
“Emirgan’a gideriz diye düşündük.”
“Olur.” Dedim hemen.
“Daha kalabalık bir yer istersen Bebek.” Diye başka bir şey önerdi.
Görmese bile kafamı salladım. “Gerek yok sakin olacağımız bir yer daha iyi.”
“Sonrasında biraz yürürüz deniz havası alırız.” Dedi Gülay teyze.
“Olur.” Dedim tekrar.
Sessiz geçen yolculuğu bitiren Emirgan’a varmamızla son buldu, arabadan iner inmez denizin tuzlu kokusu yüzüme çarptı. Kafamı kaldırıp Boğaz’a baktım.
Mete amca arabayı geldiğimiz yerin otoparkına bıraktı. “Evet.” Dedi uzatarak “Hanımlar dışarıda bir masa mı, içeride bir masa mı?”
Kaldırımda olsa bile tam yolun kenarına denk gelen masadan biraz rahatsız oldum ama seçimi onlara bırakmak istedim. Gülay teyze de ben gibi hissetmiş olmalı ki “İçerisi olsun.” Dedi.
Yine de açık camların yanına dört kişilik bir masaya oturduk.
Garson menüyü masaya bıraktığında Mete Amca hiç düşünmeden, “Serpme kahvaltı alalım.” Dediğinde Gülay teyze onayladı ben de itiraz etmedim.
Mekânın içi ferah ve sakindi. Açık pencerelerden hafif bir rüzgâr giriyor, Boğaz’ın tuzlu kokusunu içeri taşıyordu. Cam kenarında oturduğumuz için denizi rahatça görebiliyordum. Suyun yüzeyinde birkaç martı süzülüyor, insanlar balık tutuyordu, sabah koşusu yapanlar vızır vızır geçen arabalar.
Bir süre sonra kahvaltılık tabaklar masayı doldurdu. Sıcak simit, beyaz peynir, bal, tereyağı, zeytin… Masadaki çeşitliliğe rağmen iştahım yoktu.
Garson çayları bırakırken Gülay Teyze konuştu. “İstanbul’a alışabildin mi?”
Çayıma bir kaşık şeker atıp karıştırmaya başladım. “Henüz değil.” Dedikten sonra devam ettim. “Düzenimi oturtunca daha çabuk alışırım.”
Mete Amca kaşlarını hafif kaldırıp başını salladı. “Tabii canım. İşe başlayacaksın, yeni iş yeni ofis.” Dedi.
Gülay teyze daha yumuşak bir sesle ekledi. “Ama İstanbul’un bir güzelliği var: İnsan her zaman yeniden başlayabilir.”
Bu cümle içimde bir yerlere dokundu.
“Amerika’da böyle güzel kahvaltı bulamazsın, değil mi Rana?”
Gülümsedim. “Orada her şey hızlı. Bagel, kahve, bir de smoothie… Ama böyle uzun kahvaltıları özlemişim.”
Gülay teyze neyi anlatmak istediğimi anladı ve “Yavaş sabahlar…” dedi.
Ne zaman buraya gelsem Yeşim’le yavaş sabahları yaşamak isterdik uzunca oturduğumuz, hiçbir yere yetişme korkumuzun olmadığı telaşsızca yiyip içtiğimiz masalar ve bu yavaş sabahlar en mutlu olduğum şeylerden biriydi.
Küçük bir lokma alıp çayımı yudumladım. “Yavaş sabahlar.” Diye mırıldandım.
Gülay Teyze gözlerimin içine baktı. “Peki orasıyla ilgili özlediğin şeyler de var mı?”
Konu Ressler çevresine girmek üzereydi. “Yok Gülay teyze.” Diye kestirip attım ve tekrar çayıma uzandım.
Gülay Teyze, cevabımı duymamış gibi biraz daha dikkatli bir şekilde bana baktı. "Bazen, en basit şeyler bile yıllar sonra insanın içinde derin izler bırakır, hatırlanır, özlenir." dedi yavaşça, sesi biraz daha yumuşayarak.
Bir an sessizlik oldu. Gözlerim masanın etrafına kaydı, dışarıdaki denizin mavi tonları hafifçe dalgalanıyordu.
Sonunda, "Bazı şeyleri hatırlamak zor, Gülay teyze. Ama belki de... bazen hatırlamam ve özlemem gerekmiyordur," dedim.
Mete amca, “Bana sorarsan, her şey sırayla gelir,” dedi, rahatça. "Bazen beklemek gerek. Yavaşça ama emin adımlarla işte o zaman kafanda her şey oturacak. Diğer bir yolu seçmeden özlem kafanı karıştırabilir.”
Gülay teyze de başını salladı. “Her şeyin bir zamanı var.”
Mete amca çayından bir yudum aldıktan sonra rahat bir ses tonuyla, “E peki, iş güç dışında ne var ne yok?” diye sordu. “Yeni bir çevre, yeni insanlar…”
Başımı kaldırıp ona baktım. “Ne gibi?”
“Rana kızım, açıkça soracağım sıkıntın Eymen mi?”
Gülay teyze şaşkınca kaşlarını kaldırıp kocasına döndü. “Eymen mi?”
Mete amca çatalını tabağına bırakıp bana baktı. “O gün yemek yerken, ben o çocuğun sana karşı boş olmadığını düşündüm. Hal ve tavırları çok netti.”
“Bunu Eymen’den beklemezdim,” diye mırıldandı.
Ben ise tam çayımdan bir yudum alacakken duraksadım. Neyi Eymen’den beklemiyordu tam olarak neyden haberi vardı?
“Neyi?” dedim ama gerginlikten çay bardağını sol elimde sıkmaya başladım.
Mete amca derin bir nefes aldı. “O sofrada sana bakarken, dünya durmuş durumdaydı. Konuşmalar devam ediyordu ama o sadece seni görüyordu bir yabancıya bakmıyordu. Açık açık bir şey söylemedi belki ama hissettirdi ama bir insana hisleri varken başkasıyla nişanlanması garip değil mi?”
“Sen fazla anlam yüklemişsin Mete amca bir şey olduğu yok.”
“Arabadayken Eymen’in kendinden emin olduğunu söylemiştim.” Dedi düşünceli bir tavırla.
Artık sıktığım çay bardağıyla el boğumlarım beyazlamıştı. Bilmiyordum, neden böyle olduğumuzu bilmiyordum. Eymen’in hayatında kim olduğumu bilmeden bir açıklama beklemiştim dün gece ama yapmamıştı.
“Demek ki yeterince emin değilmiş demek ki bir haftalık geçici bir hevesmiş.” Sesim biraz sertleşmişti.
“O zaman bu konuda neden gerginsin Rana?”
O an karşımda bir avukattan bile daha tehlikeli olan psikolog oturduğunu unuttum.
“E peki o zaman, Eyşan’la ne işi var?” Gülay teyze düşüncelerimi dile getirirken bunu sorup tartışmam gereken kişinin Mete amca olmadığının çok net farkındaydım.
Mete amca ellerini masanın üzerine koyup içini çekti. “Bazen insanlar yanlış kararlar alır.”
“Mete amca, bu konu hiç açılmasa daha iyiydi,” dedim kısa ve net bir şekilde.
Gülay teyze gözlerini kısıp bana baktı. “Senin için mi?”
İç çekerek başımı salladım. “Benim için, genel olarak da. Sonuçta Eymen’in nişanlı olması artık benim meselem değil.”
Mete amca başını salladı, ama yüzünden konuyu tam anlamıyla kapatmadığı belliydi. Çayından son bir yudum aldıktan sonra arkasına yaslandı. “Peki, madem o konu kapandı... Senin baro işleri ne oldu? Yemin töreni falan ne zaman?”
Bu değişiklik beni rahatlattı, hemen yeni konuya uyum sağladım. “Henüz kesin bir tarih almadım. Belgeler hâlâ inceleniyor. Ama büyük ihtimalle birkaç hafta belki ay içinde netleşir.”
Gülay teyze kaşlarını çattı. “O kadar bekletecekler mi?”
Omuz silktim. “Bürokrasi işte ama bir tanıdık süreci hızlandırmaya çalışıyor.”
“O işler hep öyle, sabır istiyor. Peki, sonra ne yapacaksın? Bir ofis açma planın var mı?”
Birkaç saniye duraksadım. “Bilmiyorum. Önce bir yerde çalışıp tecrübe kazanmak istiyorum ama tam olarak neresi olacağına karar vermedim. Uluslararası bir hukuk bürosuna girersem benim için daha avantajlı olur.”
Gülay teyze düşünceli bir şekilde başını salladı. “Bence de. Türkiye’de nasıl ilerlediğini bir görmen lazım.”
Mete amca gülerek çatalını aldı. “E o zaman, açılışını kutlayacağımız günü de şimdiden bekliyoruz!”
İstem dışı gülümsedim. “Daha iş bulmadım Mete amca, sen kutlamaya geçtin bile.”
“Elbette! Sen halledersin o işi. O zaman ofisini açınca kahvaltıyı sen ısmarlıyorsun.”
Gülay teyze gözlerini devirdi. “Adam daha başlamadan masraf çıkarmaya başladın.”
Masada hafif bir kahkaha yükseldi. Konu ne kadar ciddi olursa olsun, Mete amca her zamanki gibi işin eğlenceli tarafını bulmuştu.
Mete amca önümdeki boş tabağa göz gezdirip gözleme tabağını bana doğru itti. “Al bakalım.”
Başımı hafif yana eğip baktım. “Mete amca, gerçekten aç değilim.”
Gülay teyze daha çok yaklaştırdı tabağı. “Sabah kahvaltısı önemli, hele ki büyük avukat olacak biri için.”
İç çekerek gözlemeden küçük bir parça koparıp ağzıma attım. “Tamam, şimdi içimiz rahat mı?”
Konuyu değiştirmek istercesine çayından bir yudum alıp, “Peki sınav, staj meseleleri ne olacak?” diye sordu.
Çatalımı tabağa bırakıp derin bir nefes aldım. “Onu da bir ara halledeceğim…”
Kahvaltı bittikten sonra biraz Mete amcayla ödeme konusunda tutuştuktan sonra hep birlikte sahilde yürümeye başladık.
Gülay teyzenin neşeli sesleri, rüzgarın sesiyle karışıyordu. Mete amca, her adımda sohbet açarak, çevresindeki her şeyin farkında olmadan bizimle ilgili konuşmaya devam ediyordu.
Mete amca, sabahki ilişki sohbetinden sonra daha dikkatli konuşuyordu, belki de konunun tekrar açılmasından çekiniyordu. Yine de arada sırada gözleri, bana daldığı zaman bana üzüldüğünü görebiliyordum.
Bir süre sessizce yürüdük, Gülay teyze birden durdu ve başını kaldırarak etrafına bakındı.
“Rana,” dedi, dikkatlice bir evin penceresine yönelerek, “Burası gerçekten güzel. Bir de bak, satılık ya da kiralık yazısı var.”
Gözlerimi oraya çevirdim. Ev, sahil yolundan birkaç metre uzakta, eski bir binanın üst katında, bir pencerenin camına asılmış “Satılık” yazısı dikkatimi çekti. Gülay teyze de bana doğru yaklaşıp “Ne dersin, belki de alışmaya buradan başlayabilirsin.” diye ekledi.
İkimizin de adımları, hızla değişen bir kararın getirdiği heyecanla hızlandı. O evin satılık olduğunun yazılı olduğu kâğıt, hayatımda bir dönüm noktasıydı gibi hissettirdi. Bu şehirdeki ilk adımlarım, belki de burada yeni bir başlangıç yapmam için ilk işaretti.
Evin önünde biraz daha dikildik, sanki o penceredeki sarı kâğıt, gözümüzün önünde büyüyordu. Gülay Teyze, çantasından telefonunu çıkardı ve camdaki numarayı tuşlamaya başladı. “Şansımızı deneyelim,” dedi ve hemen aradı.
Telefon birkaç kez çaldıktan sonra açıldı ben bu sırada heyecanla volta atıyordum. Gülay Teyze’nin yüzü hafifçe gerildi. “Merhaba, iyi günler. Biz şu an Emirgan Korudaki ilanınızı gördük de, evi görebilme şansımız var mı?” Birkaç saniye dinledikten sonra bana dönüp başını salladı. “Evet, evin önündeyiz. Bekleyebiliriz.”
Gülay Teyze telefonu kapattığında gülümseyerek, “Yakındaymış, yarım saatte burada olacakmış,” dedi. Mete Amca başını sallayıp kaldırımdaki banka oturdu. “Bakalım, gerçekten içine sinerse, konuşuruz,” dedi hepimiz denize bakarken Gülay teyze “İçine sinmezse hiç sıkıntı yapma canım, bizimle istediğin kadar kalabilirsin.”
Dün geceden beri ikisine de etmem gereken bir teşekkür vardı. “Her şey için teşekkür ederim. Dün gece için özür dilerim pek yaşatmak istediğim bir durum değildi.”
"Önemli değil, hayat bazen herkesi zorlar.” Mete amcaya içtenlikle gülümsedim. Benim aslında babamın kardeşi olarak bir amcam vardı ama ne durumdaydı bilmiyorum tamamen buradan gittiğimden beri hiç görüşmemiştim, babam da zaten fazla görüşmezdi ama bazen diyorum ki keşke araları daha iyi olsaydı.
Emlakçı hemen hemen söylediği zamanda geldi. Orta yaşlı, düzgün giyimli bir adamdı. Yanımıza gelir gelmez güler yüzle elini uzattı. “Hoş geldiniz! Siz aramıştınız değil mi?” dedi Gülay Teyze’ye dönerek. O sırada bana bakıp içten bir gülümsemeyle, “Anne babanız da sizinle geldiğine göre ciddi düşündüğünüz bir ev galiba,” diye ekledi.
Reddedeceğim sırada Mete amca sakin bir sesle “Evet hem Rana’nın…” bu sırada beni işaret etti “Hem de Gülay’ın gelip gittiğinde rahat edeceği bir yer istiyoruz.”
“Buyurun bakalım.”
Ev tam sahilin karşısında Emirgan Korusuna döndüğümüz sokakta yer alıyordu ve evin en az iki odası denizi görüyordu.
Emlakçı önden giderek bize yol gösterdi. “Dört katlı binanın 3. Katında yer alıyor evimiz. Gördüğünüz gibi bir tarafı yeşilliklerle doğayla çevrili diğer tarafı gözünüzün alabildiğinde mavi…”
Merdivenleri çıkmaya başladığımızda Mete amca “Asansörün olmaması eksi mi Rana?” dedi.
“Hayır.” Dedim zaten çok bir kat çıkmayacaktım zaten çok yeni bir apartman değildi asansörü olsa bile eski olurdu.
“Efendim bu bina yirmi beş yaş üstünde…” bunu söylerken biraz tedirgin olmuştu emlakçı.
Mete amca, emlakçının tedirginliğini fark etti ve hafifçe gülümsedi. "Yaşını başını almış olmasın, ama sağlam gözüküyor. Sağlam mı yani?" dedi, merakla.
"Tabii ki, gayet sağlam. Ama eski bina olduğu için ufak tefek bakımlar yapılmış, sadece dikkat etmeniz gereken yerler olabilir."
Her katta bir daire vardı, 3. Kata geldiğimizde Gülay teyze kendini biraz geri çekti emlakçı evin kapısını açarak girmemiz için yol verdi. “Hol gördüğünüz gibi geniş.”
“Ve uzun.” Diye cevapladım onu.
Ev neredeyse tek bir hol üstüne kuruluydu en sonunda tam karşımızda bir kapı vardı. Sağlı sollu kapı kapıların ardını merak ediyordum.
Emlakçı önceliği sol tarafımızdaki kapıya verdi. “Mutfağımız günün çoğunluğunda güneş alıyor gördüğünüz gibi.”
Koyu yeşil parlak dolapları vardı yer fayansları beyaz ve siyahla farklı bir uyum içindeydi. U şeklinde olan mutfak geniş gözüküyordu. Kapının hemen karşısında dört kişilik masa koyabileceğim bir yer vardı hemen bu canlandı gözümde.
Masa koyabileceğim yerin arkasında ise kocaman bir pencere hem boğazı yanımızdaki binadan fırsat kaldıkça gösteriyordu.
Gülay teyze, biraz çekingen bir şekilde "Güzel bir yer, değil mi?" dedi, sesinde hafif bir belirsizlik vardı.
"Evet, çok ferah görünüyor."
Mete amca pencereleri açıp kapatırken biz diğer odaya geçtik. Mutfağın tam çaprazında bir kapı daha vardı emlakçı bu kez oraya yöneldi. “Yatak odası.”
Küçük dikdörtgen balkon kapatılarak odaya katılmıştı ama balkonu da odaya katmak için adının ne olduğunu bilmiyordum. Merak ettiğim için soracaktım ama emlakçı benden önce davranarak o kısma yürüdü. “Bu kısım kare olacak şekilde iki ayrı kemerle bölünerek odaya farklı bir hava katıyor. Ev sahibi buraya bir masa ve berjer koyarak kullanıyordu.”
Evi farklı kılan bir havası vardı. “Tabii siz nasıl isterseniz öyle yapabilirsiniz. Bu oda iki taraftan ve balkon kısmından güneş alıyor.”
Odanın içinde biraz yürüdükten sonra “Berjer ve lambaderle harika bir yer olur.” Gülay teyzeye kafamı salladım.
Merdivenlerden çıkarken eski bir ev bekliyordum ama içerisi yapılmıştı.
Yatak odasının hemen yanında ikili bir cam kapı bizi karşıladı. “Salona gelen ışık kesilmeden hole geçerek hoş bir hava katıyor.”
Salon L şeklindeydi, cam kapıdan girdikten sonra hemen bir oturma grubu canlandı gözümün önünde tekrar yatay şekilde duvar boyunca pencereler vardı balkon kapısıyla son buluyordu. Balkon kapısı da boydan boya camdı bu da ferahlığı sağlıyordu. Balkona çıkıp baktım istemsizce bu evde iyi hissetmiştim.
Önceki evim kadar yeni değildi ama benim olabilirdi.
Salon kapısından girip sola yürüdü Mete amca, sadece bir basamakla farklı bir kısma çıktı. “Orası da yemek masası için.”
“Yemek masası kullanmayacağım.” Dedim düşüncem bu yöndeydi ama ağzımdan sesli bir şekilde istemeden çıkmıştı.
“O kadar fazla çağıracağım misafirim olmayabilir.” Dediğimde bugüne kadar Gülay teyzeden görmediğim bir şeyi gördüm koluma vurdu.
“Biz varız ya. Yeşim var Furkan var hiç mi gelmeyecekler evine? Hiç mi başka arkadaşın, sevgilin olmayacak saçmalama, masanın yeri gayet güzel.”
Balkonu gösteren camlar devam olarak diğer duvarda da vardı yani salon sadece camdan oluşuyor desem yeriydi.
Yemek masası koyulacak yerin hemen arkasında boydan boya bir kitaplık vardı. “Yeni alacağın kitapların buraya çok yakışacak Avukat Hanım.”
Mete amcanın söylemiyle emlakçı ile aramızda meslek konusu geçti.
Hayal ettim, belki eski kitaplarımı getirtirdim ve bir kısmını onlarla doldururdum.
Tekrar hole çıktığımızda sağa döndük bu kez üç ayrı kapı vardı ikisi tam salonun karşısına denk geliyordu diğeri ise sağdaydı. “Diğer bir odamız. Bu ev aslında iki oda bir salon…” dedi ve işaret ettiği kapıdan dönerek diğer kapıyı gösterdi. “Burası bir oda değildi hole bağlı şekilde küçük bir yerdi ama kapatıp ekstra bir oda yaptılar.”
“Ama 2+1 değil mi?” dedi Mete amca merakla ve kapıyı hepimizden önce açtı.
“Evet 2+1 130 m² küçük odayı ne yapacağım derseniz arayı açtırabilirsiniz, kalsın derseniz çocuk yoksa çalışma odası olabilir.”
Bu oda diğer odalar kadar güneş alan bir yer değildi ama kapalı ek bir odanın olmasından rahatsız olmamıştım giyinme odası bile yapabilirdim. “Sorun yok çocuk da yok.”
Diğer oda yatak odasından küçük deniz görmeyen koruya bakan bir odaydı. “Son kalan yer banyo.”
Fiyat hakkında konuştuktan sonra düşüneceğimizi söyleyerek oradan ayrıldık Manhattan’da bir ev sahibiydim ve orada sattığım ev bu evi bana alabiliyordu almasına ama benim açmam gereken bir ofis vardı, işim, iş yerim belli olmadan semt belirleyip ev almak şu an mantıklı gelmemişti ama düşünecektim.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 5.87k Okunma |
1.07k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |