29. Bölüm

İsimsiz Anlaşma

Fâhte
faahte

“Bir kağıt parçasıydı belki... Ama içinde bir hayatı, bir kaderi değiştirecek kadar sır saklıydı.”

Bütün odaların ışıklarını açtım bir ışıktan diğer karanlığa direkt geçmek istemiyordum. Üstümdekilerden kurtulmak için yatak odama geçtim montumu çıkartıp yatağın üstüne attım ardından dışarının pisliğiyle geldiğimi düşünüp hemen geri aldım. Birden, telefonum çaldı. Yeşim’in adı belirdi ekranda. Derin bir nefes aldım, belki de bu konuşma, biraz olsun rahatlamamı sağlayacak, diye düşündüm. İçimdeki yalnızlık biraz daha derinleşmişti, ama belki Yeşim’in sesi, bir nebze olsun bu karanlığı aydınlatabilirdi.

Telefonu açtım, biraz hızlı ve hafifçe titreyerek. “Yeşim…” dedim, sesim ne kadar sakin çıksa da içinde taşıdığım ağırlık bir şekilde dışarı çıkıyordu.

“Rana, iyi misin?” dedi, sesinde endişe vardı, ama bir o kadar da rahatlatıcı bir ton vardı.

Bir anda boğazımda bir düğüm oluştu. Ne diyeceğimi, nasıl açıklayacağımı bilemedim. “Yeşim, her şey…” dedim, sözlerim havada asılı kaldı. Sonra derin bir nefes aldım. “Gerçekten.”

“Gerçekten… çok zor,” diye devam ettim, sesim titrek çıkıyordu. Bir süre sessizlik oldu, sanki kelimelerim Yeşim’e ulaşmakta güçlük çekiyordu. Kafamda, yaşadıklarım bir anda o kadar karmaşıklaşmıştı ki, her şey birbirine giriyordu. Babam, amcam her şey ve herkes tarafından boğuluyordum.

Yeşim’in sesi, telefonun diğer ucunda yine devreye girdi, sakinleştirici ve emin bir şekilde. “Biliyorum, Rana.” Bir an için hiç ses çıkmadı, telefonun diğer ucunda bir sessizlik oldu. Sadece nefes alıp verdiğini duyabiliyordum. İçimdeki sıkıntıyı biraz daha hissettirerek, bana kendimi yalnız bırakıyormuş gibi geliyordu. Ama belki de Yeşim sadece ne söyleyeceğini düşünüyordu.

Yatağın ucuna oturdum. Kelimeleri daha yavaş geliyordu, sanki çok fazla yük taşımak zorundaymış gibi. Biraz daha sustu. “Sadece sakin kal,” diye ekledi, sesindeki yavaş tempo bana rahatlama değil, daha çok kendi içindeki ağırlığı hissettiriyordu.

“Gece dönüyorum sana geleyim mi?” dediğinde, neye ihtiyacım olduğunu gerçekten bilemiyordum. Kafamda tüm yaşananlar birbirine karışmışken, en azından Yeşim’i görmek, ona sarılmak istiyordum. Ama bir yanda da yalnız kalmak, düşüncelerime daldığım bir an vardı. “Sen gel.” Dedim.

Yarı uyanık yarı uyur şekilde geçirdiğim birkaç saat vardı, tüm evin ışıkları açık ara ara ağlayarak uyuduğum gözlerim bir an kapandığında, bir anda gözyaşlarımın farkına varıyordum, sonra başka bir an tekrar uyanıp boşluğa bakarken bir şeyin eksik olduğunu hissediyordum ve muhtemelen beş on dakika süreçlerle en fazla saatler gece üçü gösteriyordu.

Gözlerim açıktı halıya ve dolaba bakıyordum ağır ağır kapatıp açıyordum. Komodinin üzerindeki telefonum titredi. Tamamen sessize alamamıştım uzanıp aldığımda Yeşim’den geldiğini gördüm. Kapıyı açmamı yazıp devamında uyudun mu, diye sormuştu. Bir süre cevap yazmadan baktım ekrana ayaklarımı yataktan sarkıtıp birkaç saniye durdum. Saçlarımı düzelttim gözlerimi ovaladım.

Kapıyı uzun uğraşlar sonucu açtığımda Yeşim’le göz göze geldik. Gözlerinde endişe, biraz da huzursuzluk vardı. “Ben geldim.” Dedi yutkundu sonra aramızda bir süre sessizlik oldu. Sonra, yavaşça, ama bu kez biraz daha içimden gelerek, “Hoş geldin,” dedim.

Ben banyoda lavabonun önüne oturmuş Yeşim'de klozetin üzerinde oturarak yanında koyduğu çubuğa arada bakıyorduk. “Keyfim yerine gelsin diye böyle bir şey yaptığımızı düşünüyorum.”

“Keyif almadığın bir şeyin içinde nasıl keyif arıyorsun?” dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım ardından ofladım. “Ne bileyim bugünü böyle mi hayal ediyordum?”

“Pozitif çıkarsa, hastaneye gitmem lazım.” Dedi.

Yeşim’in elleri titriyordu, çubuğun üstündeki çift çizgiye bakarken. Gözleri buğulu, dudakları titriyor, kafasında binlerce düşünce dönüyordu. Bir süre sessizce kaldık, zaman sanki durmuş gibiydi.

“Yeşim, sana bu kadar zor gelmesinin nedeni sadece zaman mı?” dedim, yavaşça adım atarak ona daha da yaklaşırken.

Yeşim, gözlerini kaçırarak başını hafifçe eğdi. “Evet, sadece zaman. Tamam, belki evlenmek istedim ama, hemen değil...”

“Niye Furkan'ın öğrenmesinden bu kadar korkuyorsun?” Dedim aynı zamanda kafamı yasladığım dolaptan kaldırıp Yeşim'in yüzüne baktım.

“Furkan'ın öğrenmesinden korkmuyorum. Baba olacağını öğrenmesi kadar doğal bir şey yok.” Duraksamasıyla oturuşumu dikleştirdim. “Ama yeni evlendik.”

“O zaman, bu bebeği... gerçekten istiyor musun? Önce sen ne istiyorsun, Yeşim?”

Yeşim, gözlerini bir an için kapatarak derin bir nefes aldı. Hıçkırıklarını bastırmaya çalışıyordu, ama beni yine de duyabiliyordum. “İstiyordum... Ama şu an böyle bir hayatı istemiyorum. Ben hamile olduğum için evlenilmiş çocuk için yapılmış bir evliliğin kurbanı değilim ki Rana.”

“Bana kendini niye anlatıyorsun? Hem öyle olmuş olsa bile kimseyi ilgilendirmez.”

“Artık bakacağım.” Hızlı bir hareketle kalkarak çubuğu eline aldı. Çubuğun üzerindeki çift çizgiye bakarken, vücudu hafifçe titredi. “Bakamazsan bakabilirim.” Dediğim zaman hali beni şaşırtmadı. Eliyle ağzını kapattı. “Rana ben hamileyim. Daha evleneli kaç gün oldu ki.”

Daha fazla bir şey demediğimde Yeşim’i banyodan çıkartıp salona götürdüm, bir bardak su verdim. Yeşim, salonda birlikte sessizce otururken, ellerini kucaklayıp dizlerine koymuştu. Gözleri hala uzaklara dalmıştı. Birkaç saniye boyunca bir şey söylemek istedi ama cümlesini kurmaya cesaret edemedi. Bir süre sonra, sesini yavaşça yükseltti. “Rana,” dedi, derin bir nefes alarak.

Kafamı çevirip baktığımda “Senin ne kadar zor bir dönemden geçtiğini görmek, anlamak yerine sadece kendi kaygılarımı ve korkularımı ön plana koydum. Özür dilerim, Rana. Gerçekten özür dilerim.” Dediğinde duraksamadı ve konuşmaya ve ağlamaya devam etti. “Ben hamileyim diye ağlarken, sen zaten her şeyin en kötü yönüyle yüzleşiyordun. Kendimi bu kadar önemli hissettiğim için seni ikinci plana atmam, seni yalnız bırakmam doğru değildi. Senin yanında olmam gereken bir zamanda ben sadece kendimi düşündüm.”

Yeşim, gözlerinden süzülen yaşları silmeye çalışırken “Benim sorunlarım, senin yaşadıklarının yanında hiçbir şey.” Dedi ağlarken bir şey anlatmaya çalıştığında sesi boğuklaşıyordu ve ben ciddiyetimi koruyamıyordum. Yeşim’le birbirimize bakarken, birden kahkahalarımızın yükseldiğini fark ettim. Ama bu kahkahalar neşeden, mutluluktan değildi.

İçimden bir şeyler kırılıyor gibiydi, ama gülüyoruz. Gülmek zorundaydık. Sanki ağlamaktan daha kolay, daha “normal” geliyordu.

Bacaklarımın üzerindeki battaniyeyi çekiştirdim biraz. “Ben bu gece ailemin katilini buldum ve o katil bugün beni de onların yanına yollayacaktı.” Gözlerim, boşluğa dalarken, kelimelerimi söyledikten sonra biraz daha sessizleştim.

Ve sonra, o kahkahalarımız bir anda sönüp gitti. O kadar anlamsız, o kadar karmaşık bir geceydi ki, gülmeyi, ağlamayı, her şeyi bir arada yaşamıştık. Ama aradığımız hiçbir şey bizi rahatlatmamıştı.

“Annen ve babana bu geceye dair hiçbir şey söyleme Yeşim.”

Yeşim, söylediklerimi duyduğunda gözlerini benden ayırdı. Yavaşça başını öne eğdi, derin bir nefes aldı. Bir süre sessiz kaldık, sanki o an ne söyleyeceğimizi ya da ne yapacağımızı bilmeden birbirimize bakıyorduk. Gülmemiz, sanki her şeyi biraz daha derinleştirmişti, bir boşluk gibi hissettirdi. “Neden? Yanında olurlar söyleyelim.”

“Hayır.” Dedim tekrar, “Daha erken bir şey söylemeyelim.”

“Rana…” Yeşim’in sesi, o an gerçekten bir anlam ifade ediyormuş gibi yavaşça geldi. “Ben sana bir şey diyeyim mi? Bu gece seni belki anlayamam ama anlamaya çalışacağım yanımda ölümden falan bahsetme daha yeni teyze olacaksın.” Dediğinde yine güldüm.

Yeşim, bir süre sessiz kaldıktan sonra hafifçe karnını tutarak başını kaldırdı. “Açım,” dedi, sesinde yorgun bir ton vardı. Ama bu, kelimelerin sadece karın doygunluğuna dair bir istek olmadığını, aynı zamanda bir rahatlama, belki de bir kaçış arayışı olduğunu fark ettim.

Yavaşça kalktık, bacaklarımız hâlâ uyuşmuş gibiydi. Ancak her şey o kadar sessizdi ki, adımlarımız bile yankı yapıyordu yavaşça dolaba yöneldi.

“Ne yapmak istersin?” dedim, ellerimi mutfak tezgahına dayayarak.

Yeşim bir an düşünmeden, “Bilmiyorum, ama bir şeyler yapmak iyi olabilir. Hadi biraz atıştırmalık yapalım. Kahve yaparız belki.”

İçimden bir şeylerin yerine oturduğunu hissettim. Gerçekten hiçbir şeyin kolay olmadığını bildiğimiz halde, sadece birlikte zaman geçirebilmek, o sessizlikte birbirimize biraz olsun güven verebilmek iyi geliyordu.

Ben biraz ekmek ve peynir almak için dolabı açarken Yeşim buğday unu, domates ve zeytinyağını aldı. “Bunu yapalım, belki bir sandviç, basit bir şey ama fena olmaz,” dedi.

“Tamam, birkaç şey atıştırabiliriz,” dedim, bir parça peynir keserek.

Mutfakta birlikte çalışırken, hiç konuşmadık ama sessizce her hareketi yapıyorduk. Yeşim peynirin üzerine biraz zeytinyağı döküp, ekmekle hazırladığı sandviçleri servis yapmaya başlarken, ben de kahvaltılıklar hazırlamaya başladım.

“Bu arada.” Dedi Yeşim ağzındakini yuttuktan sonra konuşmaya devam etti. “Eymen aşağıda bekliyor. Kavga mı ettiniz?”

Yeşim’in bu sorusu, mutfakta aniden havayı değiştirdi. “Ne?” dedim, hafifçe şaşkın bir şekilde. “Kavga etmedik. Gitti sanıyordum.”

Yeşim, ellerini göğsünde kavuşturup, bir an düşündü. “Bilmiyorum, merak etmiştir. Bırakmak içine sinmemiştir.” dedi, hafifçe omuzlarını silkerek.

“Belki,” dedim başka bir şey diyemedim zaten. Bekleyeceğini bilseydim eve çağırır mıydım bilmiyordum yalnız kalmak istememiştim ama yalnızlığı onunla doldurmak iyi bir fikir olarak gelmemişti. Bir noktada, ikimizin ortak bir noktamızın olmadığını fark ettim. Peşinde onu öldürmek için an kollayan biri yoktu yaşadığı kayıplar benim yaşadıklarımla kıyaslanamazdı. Dedesi ve babaannesine kadar hiçbir kaybı yoktu. Beni anlayamazdı o.

Eymen’in dünyası farklıydı. O, daha önce karşılaştığı hiçbir zorluktan bu kadar ağır bir yük taşımamıştı. Onun için, hiçbir şeyin bu kadar derin ve yıkıcı olabileceğini düşünmüyordum. Yaşamı daha temizdi, daha düzenli. Ama ben? Ben her şeyin bozulmuş, her şeyin kirli olduğu bir dünyada yaşıyordum.

Eymen’in durumu, bana bir parça huzur veremedi. Her geçen dakika, beni ondan daha da uzaklaştırıyordu. Onunla daha fazla vakit geçirmek, ondan bir şeyler almak istemiyorum gibiydi. Çünkü o, benim içimde taşıdığım karanlıkları anlamıyordu. O, her şeyin yüzeyine bakarak hayatını yaşıyordu. Oysa ben, her şeyin derinliklerinde kayboluyordum.

Yeşim gideli birkaç saat olmuştu onun yerine yarım saatliğine Eymen uğrayıp o da gitti. Nihayet hava aydınlanmıştı ama bulutluydu, açık olan tüm ışıkları kapattıktan sonra en azından bir ses olsun diye televizyonu açık bırakıp kitaplığımı karıştırmaya başladım.

Telefon çaldığında masanın üzerindeki kitapları kapatıp hemen açtım. Ekranda “Eymen” yazıyordu.

“Efendim?” dedim kısa ve normal bir ses tonuyla.

“Eee şey...” Eymen boğazını temizledi. “Babaannem seninle konuşmak istiyor. Cihat amcam yüzünden...”

Sustum bir an. Başımı hafifçe eğdim telefon kulağımda hiçbir şey diyemedim ne gerek vardı konuşmamızın? Suçlu ise cezasını çekecekti.

Bu konu açıldıkça içimdeki o kötü his büyüyordu ama “Olur.” Dedim sadece reddetmek için sebebim vardı ama yapmadım.

“Numarasını atıyorum. Sen ne yapıyorsun?” dedi bu kez. Önümde açık ceza hukuku kitaplarına baktım “Hiç aynı.” Dedim.

“İyi bakalım. İş çıkışı uğrarım.”

“Tamam.”

Telefonuma gelen mesajı açıp baktım. Melek Hanım ismiyle kaydettim rehberime.

Parmaklarımın ucunda bir titreme vardı sanki.

Çok geçmedi. Telefon bir daha çaldı. Bu kez ekranda beklediğim isim yazıyordu.

“Efendim Melek Hanım?” dedim.

“Canım benim,” dedi yumuşacık sesi. “Eymen’den rica ettim teşekkür ederim kabul ettiğin için. Ben seninle bir şey konuşmak istiyorum, eğer müsaitsen... Sana gelebilir miyim? Yüz yüze görüşmek istiyorum.”

Kelimeleri seçerek, dikkatlice konuşuyordu. “Tabii,” dedim hızlıca.

Ne kadar istesem de istemesem de... Bu konuşma yapılacaktı.

“Ben zaten yakındayım, az sonra oradayım.” dedi.

Araya başka bir şey sıkıştırmadan kapattı.

Telefonu kapatınca elim hala havadaydı.

İçimde minik bir telaş... Ne söyleyecektim, nasıl davranacaktım?

Bilmiyordum.

Salonun ortasında bir sağa bir sola yürüyüp kendimi oyalamaya çalıştım. Herhangi bir hazırlık yapmadım halim yoktu zaten uğraşmadım.

On dakika sonra zil çaldı.

Kapıyı açmamla birlikte Melek Hanım'ın hafifçe gülümseyen yüzüyle göz göze geldim.

Elinde zarifçe sarılmış küçük bir çiçek buketi vardı; üzerinde pastel renklerde birkaç şakayık ve beyaz papatyalar...

“Geçmiş olsun canım,” dedi yumuşak bir ses tonuyla.

Kapının önünde bekleyen kadına bakarken boğazımdan geçen yutkunmayı fark ettim.

Melek Hanım, uzun boylu sayılabilecek, yaşına rağmen dimdik duran bir kadındı. Saçları şık bir topuzla toplanmış, alnına düşen birkaç tel beyaz, nedense onu olduğundan daha asil gösteriyordu.

Çiçeği uzatırken bir adım geri çekildi, evime misafir olduğunu hissettirerek.

Refleksle çiçeği alıp teşekkür ettim, sonra hemen açıldım. “Buyurun lütfen...”

O da kibarca başını sallayıp içeri girdi.

Üzerinde açık krem tonlarında bir pardösü vardı, omuzlarına dökülen zarif bir atkıyla tamamlamıştı kendini. Ne abartılı ne de sade; tam kararında bir şıklık.

Makyaj yapmamış gibiydi ama teni ışıkta hâlâ pürüzsüz görünüyordu, gözleri ise... Gözleri insanı hafife almayacak türdendi. Bir bakışta insanı tartıp biçebilecek kadar keskin ama aynı zamanda sanki içinde gizli bir şefkat taşıyordu.

O anda önümde duran kadının, yıllarını adalet terazisinde insan tartarak geçirmiş bir emekli hâkim olabileceği çok netti. Üzerimdeki bakışları hissettikçe, farkında olmadan dik durmaya çalıştım.

Ev dağınık değildi ama ben dağılmış gibiydim sanki.

“Çok tatlı bir evin var,” dedi içeri bakarak.

Teşekkür ettim sessizce. İkimiz de biraz gergindik ama Melek Hanım belli etmemek için elinden geleni yapıyordu. Salona geçtiğimizde Melek Hanım çiçeği elinde tutuyordu hâlâ.

Ben de hafif bir telaşla masanın üzerindeki dergileri, kitapları toparlamaya çalıştım.

“Bir şey içer misiniz?” diye sordum sonra, “Sağ ol canım,” dedi nazikçe, hafifçe elini kaldırarak. “Hiç zahmet etme.”

Çiçeği bırakabileceği bir yer aradı gözleriyle. Hemen ilerleyip küçük sehpanın üzerini boşalttım, o da çiçeği oraya bıraktı.

Oturduğu koltukta ellerini dizlerinin üzerinde birleştirerek bana baktı.

“Bu tatsız olay için gerçekten üzgünüm,” dedi. Sesi samimi ama ölçülüydü.

“Cihat... Ne desem bilemiyorum. Senin tarafından gördüklerini yaptıysa savunulacak bir yanı yok.”

Başımı hafifçe salladım, gözlerimi kaçırmamaya çalışarak. İçimden bir şeyler kabarıyordu ama dışarı vurmak istemiyordum.

“İnan, böyle şeyler bizim ailemizde ilk kez oluyor,” diye devam etti Melek Hanım. “Senin yaşadıklarını hafife almak istemem. Eymen’le konuştuk, o da çok şaşkın. Hepimiz kendi içimizde bir vicdan muhasebesindeyiz.”

Söyledikleri doğru muydu, yoksa bir büyüğün söylenmesi gerekenleri söylemesi miydi, emin olamadım.

Ama sesindeki o kırgınlık gerçekti.

“Ben... Teşekkür ederim geldiğiniz için,” diyebildim sadece.

Melek Hanım başını hafifçe salladı.

“Gelmem gerekiyordu,” dedi. “Bu olayın üstü örtülemezdi. Bir yanlışı, sessiz kalarak onaylamış gibi hissetmek istemedim.”

Bir an için yüzündeki sert çizgiler yumuşadı.

“Ben Eymen'in babaannesi olarak da bir kadın olarak da sana yapılanı kabul edemem. Sana yapılan haksızlığın bizim adımıza da bir utanç olduğunu bil istedim.”

Parmak uçlarım koltuğun kenarına bastı, sesimi olduğundan daha sakin çıkarmaya çalıştım.

“Ben...” dedim, gözlerimi kaçırmadan. “Aslında hâlâ zorla bir anlam çıkarmaya çalışmıyorum. Fotoğrafları gördüm, evet... Ama yine de, böyle bir şeyi Cihat Bey'in yapabileceğine inanasım gelmiyor.”

Sözlerim titremedi, ama içimde bir şey kırılıyordu sanki.

“Belki de hâlâ bir parça, yanılıyor olmayı umuyorum,” diye fısıldadım sonra. “Çünkü, bir insanı böyle bir şeyle suçlamak... Ağır bir şey. İçim kaldırmıyor.”

Melek Hanım dikkatle dinliyordu, gözlerini hiç kaçırmadan, yargılamadan.

Sanki bir cümlemi bile atlamadan, her kelimemi içine işleyerek.

“İnanmak istememekte haklısın canım,” dedi sonunda, sesi hafifçe kısılmıştı.

“İnan ki bazen insan, en yakını bildiği kişilerin karanlık yüzüyle karşılaşınca daha da acı çekiyor.”

Ellerini dizlerinin üzerinde birleştirdi, başını hafifçe önüne eğdi.

“Buna rağmen, doğruyu savunacak kadar güçlü olman... büyük bir şey.”

Sözlerinin ardından odanın içine ince bir sessizlik yayıldı. Ben nefesimi tutmuş gibiydim, oysa Melek Hanım sanki bunu bilerek, bana zaman tanıyordu.

“Bir lavaboya girebilir miyim?”

“Tabii ki...” dedim.

Melek Hanım banyodan çıktığında yüzündeki sıcak gülümsemeye, çıktığında salon kapısının önünde durdu. “Yarın akşam bize gelir misin?” dedi bir anda.

Şaşırıp başımı kaldırdım. İçimde hafif bir huzursuzluk kıpırdandı. Melek Hanım sabırla bekliyordu hâlâ, bakışlarında ne bir baskı ne de bir acele vardı.

Sadece... Sadece bana bırakılmış bir karar.

Melek Hanım, ara ara konuşmamıza dahil olsa bile kendi eşinden gözünü hiç ayırmıyordu. Cihan Bey'in aşkını bilmesek bile Melek Hanım'ın nasıl sevdiği belli oluyordu.

“Ee hanımlar, nereden çıktı bu yemek? Kutlama mı yapıyoruz Melek?” Cihan Bey'in sorusuyla Yeşim'e bakıp önüme döndüm pişmandım. Karşımda duran aile belki ucundan kıyısından hayatıma dokunuyorlardı. Eymen ayrı kalan aile fertleri ayrı içimde sıkıntı oluşturuyorlardı. Cihan Bey’in oğlu Cihat Bey’den şüpheleniyordum ama bu sofradaydım.

Melek Hanım'ın eli çenesindeki yerini aldı. “Torunlarımla yemek yiyelim istedim Cihan, belki bize söyleyecekleri bir şey vardır?” Dedi.

Yanımda oturan Eymen'e, sadece eve girerken bakmıştım. Kendi kendime kaldığım şu birkaç günde aramızda hiçbir şey olmasını istiyordum. Kendi yalnızlığım şüphe etmemi gerektirmeyen bir savaştı aklıma daha çok sahip olabiliyordum. Şu an ayrı bir savaşı içimde veriyor olsam bile savaşı kaybederek kafamı çevirdim.

Ayrılmamızdan sonra ara ara arabada gelirken konuşmuş olsak bile şimdi yanımda duruyordu ve tavırlarımdan dolayı gergindi bütün bu tavırlarımı birkaç gece öncesine bağlıyordu ama sadece o değildi. Eymen beni hiçbir zaman anlamayacaktı. Yaptığım her eylemde ben ailem için dedikçe o bunu anlamayacaktı.

Daha fazla bakmak istiyor olsam bile, istemeyerek kafamı Melek Hanım'a çevirdim.

Bir süredir elimde tuttuğum çatalın boşluğuma gelerek tabağa düşmesiyle tiz bir ses çıktı. “Özür dilerim.” Dedim.

Aynı zamanda masadan kalkmak için sandalyemi geriye ittirmiştim.

“Bir telefon görüşmesi yapacağım lütfen devam edin.” Açıklamam belki de Eymen'in söyleyeceği şeyi duymak istemediğim içindi.

Telefonumu çantamdan aldıktan sonra mutfak olduğunu bildiğim odaya girerek kapıyı kapattım. Oğuz'un adı şu aralar telefonumda en sık arananlar listesinde ilk sırayı alıyordu. İki gün üst üste beni görmeye gelmişti bence en az benim kadar dağılmıştı ama daha iyi idare ediyordu.

Arama başlarken kulağıma dayadım. Beni bekletmeden telefonu açtı.

“Evde misin?” Dedi ilk olarak, ben burada yemeğe geleceğimi bilmediğim için biraz suçlu hissediyordum.

“Değilim. Ama sen uğramadan eve dönerim.” Sesi benimkinden iyi geliyordu. “Olur ben fazla kalmam yemekteyim.”

“Yemek nasıl geçiyor?” Dedi.

Boşta kalan elimi arkamı döndüğüm tezgaha yasladım.

“İyi, görüşürüz. Dikkat et tamam mı?”

“Ederim. Sen kendin mi dönersin almaya geleyim mi?” Eymen’le gelmiştik ama dönerken onunla dönmek istemiyordum. “Ben gelirim.” Dedim yine de.

Telefonu kapattığından emin olduktan sonra akmaya hazır burnumu sildim.

Telefonumu geri çantama koyduktan sonra masaya döndüm. Cihan Bey ilk konuşan kişi oldu. “Bir sorun yok değil mi Rana?” Dedi.

Gözlerim kısacık bir zaman içinde masada herkesi dolaştı.

Eymen'in üzerinde daha fazla dursun istesem bile Cihan Bey'in yüzüne baktım.

“Önemli değil.”

Tekrar yerime geçmek için yürüdüm.

Gereksiz şekilde Eymen geçebilmem için sandalyesini ileriye ittirdi.

Elim bir an sandalyeye dokunacak gibi olunca yapmadım.

“Teşekkürler.”

İkinci bir gereksiz hamleyle sadece kafasını salladı.

“Siz nasılsınız Furkan, evlilik güzel miymiş oğlum? Eymen'e de söyle belki bulaşmaz hiç.”

Cümlenin kafamda dönen ilk anlamı tekrar sorgulamama sebep olmuştu.

Furkan'ın kafasında dönen cümleler onun gülümsemesine yol açarken Yeşim’in muhtemelen benim gibi yüzü düşüktü.

Anlamadığımı göstermek için Yeşim'e baktım.

“Dede benim ne söylememe gerek var? Ben evliliğimi seviyorum.”

Yanımdan gelen seslere göre Eymen ısrarla yemek yiyordu.

Yeşim'den umut çıkmayınca Melek Hanım'a döndüm o ise yüzüme gülerek bakıyordu.

Bir ben mi anlamıyorum olanları, masanın altından tam karşımda oturan Yeşim'in ayağına tekme attım. Hareketimden sonra Yeşim bana bakıp ardından Melek Hanım’a baktı ve masadan hızlıca kalktı.

“Yeşim?” Furkan'ın meraklı gözleri Yeşim'in arkasında kalırken, sakince ayağa kalktım.

“Ben bakarım.”

Gerginlikten benim bile midem bulanırken şayet numara değilse Yeşim geç kalmıştı.

Kapıyı ittirip arkasından girdiğimde eli belinde beni bekliyordu ve ilk dediği şey “Biliyor.” Oldu.

“Ne?” Dedim anlamayarak.

“Melek Hanım biliyor konuyu evliliğe getiriyor.”

Güldüm saçmaydı çünkü Yeşim zaten evliydi. “Siz zaten evlisiniz?”

Bembeyaz yüzüyle bana baktı. “Bize değil zaten sana ve Eymen'e diyor.”

Gülümsemem hızlıca yerini düz ifadeye bırakırken, suyu açarak yüzümü yıkadım. Ne saçma bir geceydi. “Melek Hanım dün bana geldi, banyoda senin testi gördü ve benim sanıyor.” Dedim yeni anlayarak, onu orada unuttuğumuzu tamamen aklımdan çıkmıştı.

“Şu an içeride yalnızlar?” Dedim. Emin olmak için tekrar söyledim. “İçeride yalnızlar ve ikisi de hiçbir şey bilmiyor?”

Yeşim kapıyı açtığı gibi çıkarken kapının önünde Furkan'ı bulduk.

Duyup duymadığını düşünürken “Neyi bilmiyoruz?” Dedi.

“Bizim aramız biraz bozuk onu bilmiyorlar sanırım, başka birinden söz etseler burada niye bulunayım? Beni ne ilgilendirir?”

Furkan'a yaptığım açıklama tamamen kendime yaptığım söyleşiydi.

“Ha o mu?”

Korkuyla dönüp Yeşim'e baktım. Tamam şu an onluk bir sorun yok gibi görünse de ortada yanlış bilinen bir bebek vardı.

Salona girer girmez kurduğum cümleyle bocaladım.

“Bir yanlış anlaşılma var sanırım.” dedim, sesi titrek bir telaşla.

Eymen, cümleyi bambaşka bir yerden yakalayarak hafifçe kafasını salladı. Tedirginlikle yüzüne baktım.

“Evet,” dedi, sesi soğuktu. “Biz evlenmeyi düşünmüyoruz. Zaten bu kadar olay varken... ne ara düşünecektik ki?”

Melek Hanım'ın yemek başından beri yüzünden eksilmeyen o sıcak gülümseme, yavaş yavaş söndü.

“Oğlum... o nasıl söz öyle? İleride—”

“Yok,” diye sözünü kesti Eymen, sesi kesin ve sabırsızdı. “Tamamen yanlış anlamışsınız. Bizim öyle bir planımız yok.”

“Evet üzerine hiç konuşmaya fırsatımız olmadı.” Dedim.

Melek Hanım, benim sessizce kalkmaya çalıştığımı görünce yerinde duramadı.

Sandalyeden hafifçe doğruldu, sesi biraz titrek ve şaşkındı kelimeleri bir araya toplayamadı. “Nasıl yani? Ama... ben... sen...”

Bir anda herkesin bakışı üzerime çevrildi.

Yutkundum. Başımı önüme eğip bir adım geri attım ama kaçacak yer yoktu.

Bu yanlış anlamayı burada bitirmek zorundaydım.

“Of! Sinirlerim bozuldu.” Yeşim’in sesini duyunca nefesimi bıraktım onun söylemesi gerekiyordu kıvranıyordum burada.

“Yeşim lütfen söyleyelim. Yoksa ihale Eymen'e kalacak.” Dedim.

“Ben ne oluyor anlamıyorum Yeşim niye ağlıyorsun?” Furkan şaşkınlıkla sordu ama cevabı yoktu.

“Rana, sen söyle bari!” dedi Furkan, sesi gergin.

Ben ise sadece olumsuzca kafamı salladım. Söyleyemezdim.

“Yeşim kızım ne saklıyorsunuz? Siz hepiniz biliyorsunuz.” Cihan Bey oldukça açıklayıcı bir noktaya parmak basmıştı.

Eliyle de üçümüzü işaret etti.

Melek Hanım'ı bu dertten kurtarmak kendimi aklamak ve istenmediğim bu evden gitmek istiyordum.

“Melek Hanım sanırım beni hamile sanıyordu.”

Melek Hanım anında kafasını sallarken Eymen'e hiç bakmadım.

Cihan Bey oturduğu yerden kısa bir neşeyle kalktı.

“Sanıyor?”

İçimden derin bir nefes çektim, sesim hafif ama kesin çıktı. “Ben hamile değilim.”

Bu sefer Yeşim kendi kendine gülmeye başladı.

“Ben hamileyim.”

Yeşim’in mutluluğundan değil, korkusundan ağlıyordu.

Yeşim'in itirafı sonrası salonda bir uğultu yayıldı. Herkes şaşkın ve bir anda Yeşim ile Furkan’a odaklanmıştı.

Ben ise, bu fırsatı kaçırmadım. Sessizce sandalyemden kalktım. Ne Melek Hanım, ne Cihan Bey, ne de Eymen beni durdurdu. Adımlarım salondan koridora, oradan ağır ağır kapıya doğru uzandım. Ayakkabılarımı telaşla giyip, kimseye dönüp bakmadan kapıyı açtım ve kendimi dışarı attım.

Hava serin, rüzgar cılızdı. Tek gelmediğim için bu kez bizi takip eden kolluk yoktu sadece yürümek istiyordum biraz tek başıma düşünerek. İçimde kopan fırtınaya tezat bir geceydi en azından arkadaşım mutluydu.

Sokağın ucuna doğru yürürken, içimde tarifsiz bir boşluk vardı.

Kırılmış, yorgun ve çok yalnız hissediyordum.

Tam köşeyi dönecekken, bir ses duydum, “Rana.” Olduğum yerde donakaldım.

O ismi, o sesi hemen tanımıştım. Gözlerimi kapattım, kalbim delicesine atmaya başladı. Tek başıma çıkmamalıydım. Yavaşça başımı çevirdim.

Tuncay, birkaç adım önümde durmuş, bana bakıyordu.

Üzerinde koyu bir mont, başında şapka vardı boynunda gri bir atkı vardı ama o tanıdık bakışları saklayamıyordu. Elinde bir sigara tutuyordu ama yanmamıştı.

Gözlerimi kısarak baktım. Çünkü beynim inkar etmek istiyordu gördüğümü. Ama o buradaydı. Tuncay buradaydı. Aranan bir katil... ve şimdi benim önümde duruyordu.

“Yaklaşma.” Dedim sanki üstüme atlasa onu durdurabilecekmiş gibi elimi önüme siper ettim. “Yaklaşma bana!”

Tuncay elini ağır ağır kaldırdı, sigarayı yere attı. Üzerime doğru bir adım atacak gibi oldu ama sonra durdu.

Gözlerimi ondan ayırmadım. Bir adım bile atarsa, bağıracaktım. Tuncay bunu fark etmiş gibi olduğu yerde kaldı.

“Ben... ben suçsuzum,” dedi boğuk bir sesle. “Her şey üstüme yıkıldı. Kaçtım çünkü kimse inanmayacak!”

Kafamı iki yana salladım, istemsizce bir adım geri gittim.

“Yalan söylüyorsun,” dedim, “Yalan değil!” dedi ben bağırmadım o bağırdı. “Yalan söylemiyorum.” Tedirgince etrafa baktı evden çıkalı birkaç dakika olmuştu bu dakikalarda Eymen’in çıkacağını peşimden geleceğini biliyordum Tuncay’ı şu birkaç dakikada oyalamam lazımdı sadece.

“Kanıtlarım var. Gerçekleri gösterebilirim. Ama önce...”

Bir anda cebinden buruşturulmuş bir kâğıt çıkardı.

Yaklaşmadan, hızlı ve neredeyse ürkek bir hareketle kâğıdı bana doğru uzattı.

Bir an tereddüt ettim. Sonra, refleksle elimi uzatıp aldım.

Tuncay o anda, fırsatı kaçırmadan geri çekildi.

Bir iki adım hızla geriledi, gözleri son kez gözlerime takıldı.

İçinde acı, özlem ve delicesine bir korku vardı.

“Okursan... anlayacaksın,” dedi.

Sonra karanlığın içine doğru koşmaya başladı.

Gecenin içinde bir gölge gibi kayboldu.

Ben hâlâ elimdeki kâğıda bakıyordum.

Parmaklarım titriyordu.

Kâğıdı açacak cesareti kendimde bulamıyordum.

Arkadan Eymen’in sesini duydum:

“Rana! Orada mısın?”

Zaman donmuş gibiydi.

Elimde tuttuğum kâğıt, artık her şeyin yönünü değiştirebilirdi. Eymen etrafa bakmaya devam ederken sırtımı ona dönüp kağıdı açtım. Annenin ölümü... yalnız değildi. Yarın saat 19.00- Şafak Hastanesi arka giriş.

Eymen’in sesi biraz daha yaklaştı ama ben kâğıda odaklanmıştım.

“Yalnız değildi...” Bunu okurken nefesim kesildi. Annemin ölümüyle ilgili bir şeyler vardı ama ne?

Gözlerim hızla kaydı satırlarda, bir an sadece o satırlara odaklandım.

Bütün vücudum titriyor, ellerim soğuyordu.

Eymen bir kez daha “Rana?” diye seslendi, adımın ardından adımlarını duydum.

Eymen’in adımları yanıma kadar yaklaştı. Başımı kaldırıp, kâğıdı hızla cebime soktum.

Yavaşça, tedirgin bir şekilde ona baktım “Bir şey yok, Eymen. Her şey yolunda.” Sesim titredi ama neyse ki o fark etmedi.

Eymen biraz daha yaklaştı, gözlerinde beliren soru işaretini fark ettim. “Rana, neden evden kendin çıktın?” diye sordu, sesi biraz sertti. Bir an kalbim hızlıca atmaya başladı, içimdeki gizemi korumam gerekiyordu. “İyi olamadım, biraz hava almak istedim,” dedim, sesim titriyordu ve buna ek eminim yüzüm bembeyazdı.

Dudaklarım titredi, ama elimi cebime attım, kağıdı daha sıkı tuttum.

“Bir şey yok, sadece biraz kafam karışıktı,” dedim, gözlerimi ondan kaçırarak.

Eymen biraz geri adım attı, ama hâlâ şüpheyle bakıyordu. “Evden çıktığımızdan beri bir hallerdesin, ne oluyor?”

Üçüncü kez aynı hatayı yapmak istemiyordum. Aniden, her şey gözlerimin önünde netleşti. Tuncay’ın sesi, geceyi unutamamamı sağlıyordu. Beni izlediğini hissediyordum bildiğim ne varsa Eymen'e söylediğim takdirde kendi bildiklerini bana vermeyeceğine emindim o yüzden bunu şimdilik saklı tutmaya karar verdim çünkü Eymen bu duruma benim gibi bakmayarak savcılık oynayacaktı.

Eymen bir adım daha yaklaşarak elini omzuma koydu. “Rana, neyin var?” Eymen'in gözlerinde hâlâ o şüpheli bakışlar vardı. Her an ne söyleyeceğimi bekliyordu, ama ben sadece içimdeki korkuyu ve gerilimi hissedebiliyordum. O kadar yoğun bir baskı vardı ki, tüm vücudumda titremeler başlamıştı.

Birden, nefes almak zorlaştı. Göğsümde bir sıkışma, karıncalanma, başımda bir ağırlık... O kadar hızlı gelişti ki, her şey bir anda oldu. Eymen’in sesini duydum, ama sanki uzaklardan geliyordu. “Rana, iyi misin?”

Bir şeyler söylemeye çalıştım, ama dilim dönmüyordu. Sesim çıkmıyordu. Birkaç saniye içinde her şey kararmış gibiydi.

Nefes almakta zorluk çekiyordum, kalbim delicesine çarpmaya başlamıştı. Bütün dünya başımın etrafında dönüyordu. O kadar sıkıştım ki, kendimi yere düşecekmişim gibi hissettim. Ellerim terliyor, vücudum ise tamamen geriliyordu.

“Rana!” Eymen’in sesini duyuyordum, ama sadece uğuldayan bir ses gibi, çok uzaktan.

Sadece yere oturmak istedim, ama bacaklarım titriyordu. “Nefes al,” diye mırıldandım, ama sesim kendime bile zor geliyordu.

“Rana, sakin ol,” dedi Eymen, panik içinde bir adım atarak yanımda durdu.

Bir an gözlerim kararmıştı, ama Eymen’in sesi, onun ellerini hissetmek biraz olsun beni toparlamama yardımcı oldu.

“Rana, nefes al,” dedi, gözlerimi yakalayarak. Yavaşça derin bir nefes alıp verdim, ama her şey hâlâ bulanıktı.

Eymen’in beni sıkıca tutması, bana güven veriyordu, ama aynı zamanda hâlâ Tuncay’ın gözleri ve elleri zihnimde dolaşıyordu.

Eymen’in elleri, beni sarmaya başladı, ama bir anda o ellerde başka bir şey hissettim. Bir tuhaflık, bir yabancılık...

Tuncay’ın elleri gibi...

O sıcaklık, o dokunuş, bana bir anda Tuncay’ı hatırlattı. Onun soğuk, sert dokunuşlarını, kirli sırlarını... Bir anda içimdeki tüm korku ve kaygı katlanarak arttı.

Eymen’in sesi hâlâ kulağımda çınlıyordu, “Rana, sakin ol. Nefes al,” diye tekrar etti. Ama bu sefer, o elleri, o sıcaklık bana başka bir şeyi hatırlatıyordu: Tuncay’ın elleri…

Bir anda, bilinçsiz bir şekilde, Eymen’in ellerini ittim.

“Bırak!” diye bağırdım, sesim titriyordu ama öfke karışıktı.

Sadece o ellerin, o dokunuşun, Tuncay’ın dokunuşunu anımsatması beni daha da gerginleştiriyordu.

Gözlerimi kapattım, derin derin nefes almaya çalıştım ama kalbim, sanki kafamın içinde yankılanıyordu. “Yapma...” diye fısıldadım, ama bu kelimeler kendime bile doğru gelmiyordu.

Eymen, ellerini kaldırarak, “Tamam,” dedi, “Tamam bıraktım. Rana bıraktım. Nefes al.”

Yavaşça, ama bu sefer biraz daha kontrollü bir şekilde, derin bir nefes aldım. Kafamın içinde, kalbimin çırpınan sesi biraz sakinleşmeye başlamıştı. Eymen sessizce bekledi, beni izliyordu. Bir süre hiçbir şey söylemedi, sadece nefesimin düzelmesini bekledi. Her nefeste biraz daha rahatladım.

Sonunda, gözlerimi açtım. Eymen, önümde duruyordu, ama bu sefer biraz daha uzak, biraz daha dikkatli bir şekilde. “İyi misin?” diye sordu, bu defa sadece sesinde bir merhamet vardı.

Bir an daha sessiz kaldım. Kafamı salladım sadece başka bir şey konuşmak istemiyordum bana soru sormasını istemiyordum bütün bu olanları unutmak istiyordum.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 26.04.2025 22:35 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...