33. Bölüm

Kaderin Kıyısında

Fâhte
faahte

“Felaketlerimin başladığı saniyeyi tanıyorum.”-Peyami Safa

Bir süre ikimiz de sustuk. Yalnızca birbirimize baktık.

“Ne dedi? Ne anlattı?”

Oğuz yutkunduğunda derin bir nefes aldım. “Banu’yu tanıyormuş. Onunla geçmişte... bazı bağlantıları varmış.”

Sessizce yanaştım, elimi omzuna koydum.

“Ne gibi?”

“Banu öldürülen kadın gerçekte aynı kişi mi?” içeriye doğru baktım bunun cevabı açıktı. Öldürülen kişi oydu ve Banu gerçekte kimdi? Bunu bilmiyordum. Oğuz susmama takılmadan devam etti. “Banu ben doğmadan önce babamın sekreteriymiş.” Dediğinde taşlar yerine oturdu.

Banu onun babasının sekreteri değildi, Banu benim, bizim gerçekten babamızın çalıştığı biriydi. Günlükte adı geçiyordu adı geçtiği gibi Tuncay’la ortak yapılacak işi bilen tek oydu ve ben son kişiyi de geç kalarak kaybetmiştim.

“Ablan olduğumu…” dedikten sonra sustum kolay söylenmiyordu. “Ben bunları şimdi konuşmak istemiyorum en azından evlendiğin gün seni kırmak istemiyorum.” Diyerek kendini birkaç adım geri çekti

“Oğuz.” Dedim sadece başka hiçbir şey söyleyemedim.

Tam o sırada içeriden biri hafifçe kapıyı araladı. Camın yansımasından gördüm önce. Ardından tanıdık bir ses “Rana…” dedi usulca.

Başımı çevirdiğimde Eymen’i gördüm. Tereddütle kapının eşiğinde durmuştu. Gözleri önce bana, sonra Oğuz’a kaydı. Göz göze geldik. Beni hemen çözmüştü. Ne konuştuğumuzu değil ama hissettiğim her şeyi yüzümden okumuştu. Yine de sormadı.

“Hadi.” Dedi Oğuz’un geçmesi için kapıdan çekildi “Hava soğuk hadi.” Diye devam etti. Oğuz son kez bana bakıp içeriye geçti. Eymen, tereddüt ederek bir adım attı. Elini bana doğru uzattı. “Hadi artık, çok üşüdün.” Elime dokunduğunda parmaklarımın ne kadar soğuduğunu fark ettim.

Yan yana yürürken kalbimin yavaş yavaş atmaya başladığını hissettim. Bu gece hayatımın kırılma noktalarından biriydi. Kardeşimle yüzleşmiş, geçmişin bir kapağını daha aralamıştım. Şimdi, şimdiki zamana dönüyordum. Yanımda Eymen’le birlikte. Dönüp çok kısa bir an ona baktım. Yeşim’in düğününden birkaç gece önce Eymen için hissettiklerim yeterli değil, demiştim. Ama şimdi hissettiğim her şey yeterliydi. Elini daha sıkı tuttum. O da bana baktı.

Salona yeniden adım attığımızda, içerideki gürültü ve ışık beni bir an sersemletti.

Gözlerim, Oğuz’u buldu bir an. O hala içeride, masada belirsiz bir bakışla oturuyordu. Bizim hikayemizin tam ortasında kalan bir figür gibi, ama ne başrol ne de kenar oyuncusu. İçimden bir şey ona doğru çekiliyordu ama oraya gitmeye cesaretim yoktu.

Annesinin ve babasının gözleri, bir yanda yeni bir başlangıcın heyecanıyla doluyken, diğer tarafta bana bir bilinmezlik gibi yaklaşıyorlardı. “Biraz zamanla, her şey yerli yerine oturacak,” diye ekledim en azından inancım olmalıydı. Bir şeylere.

Masada eski yerime oturduğumda ilk dönüp konuştuğum Serkan oldu. “O zaman Tuncay değil.” Diyebildim aklıma tek gelen buydu.

“Ben olay yerine gideceğim.” Dedi Eymen yanıma oturmadı “Serkan seni eve bıraksın.” Kafamı iki yana sallayıp Eymen dönüp gideceği sırada sandalyemi ittirerek kalktım. “Seninle geleceğim.” Dedim Banu’yu görmek istiyordum.

“Evet savcım. Kafasından tek kurşun.”

Eymen dikkatle hem karşısındaki kişiyi dinliyordu hem de ara ara dönüp bana bakıyordu ben Banu'nun açık gözlerine bakıyordum.

Banu şimdilerinde 52 yaşında hafif toplu bir kadındı, sanırım bu yüzden fazla koşamamıştı.

Yerdeki ayak izleri sadece 14 adımdan oluşuyordu yer yer boğuşma izleriyle aynı ayak izleri üst üste gelmişti.

Tekrar içim bulanırken gözlerimi Banu'nun bana bakan gözlerinden çektim. Ormanlık bir alandı, üstelik bu izlerin kapanması an meselesiydi çünkü yağmur yağıyordu.

Yağmur yağıyordu. İzler kapanacaktı tek tanığım Banu öldürülmüştü. Ve ben Banu'yu bulabilirdim. Ben onu bulabilirdim günlük maillerime bakabilirdim, ailemin evini tekrar tekrar kontrol edebilirdim. Savcılıktan yardım isteyebilirdim, ailemin davasına bakan savcı elbette Banu'yu sorgulamıştı, öyle olması gerekirdi ben arasam Banu'yu bulabilirdim ama aramamıştım üstüne düşmemiştim.

Kapattığım gözlerimi açar açmaz tekrar gözlerim Banu'nun açık gözlerini buldu.

Annem ve babam böyle mi ölmüştü, gözleri açık mıydı? En son neyi düşünmüşlerdi? Biri ölürken en son neyi düşünürdü?

Banu'nun tek şansı burada bir başına yaşayan adam olmuştu o bulmuştu. Benim için ailem ne kadar aranmıştı? Bazı şeyleri hatırlamıyordum çok düşündüğüm için miydi?

Banu bana bakıyordu ve ben gözlerini kapatmak istiyordum en azından bana bakmasına gerek yoktu azap çektiriyordu. Onu bulabilirdim bulsaydım şu an ölü olmazdı bana bunu hatırlatıyordu. Kapatmak istiyordum, tek isteğim Banu'nun bundan sonra huzurlu olmasıydı ama o bana bakıyordu. Bomboş bir şekilde gözleri bana bakıyordu.

Kafamı kaldırıp Eymen'e baktığımda anlık bana baktı. Üşüyordum, midem bulanıyordu. Bu haberi almadan önce hiçbir şeyim yokken şimdi bir yere yatıp hiç kalkmamak istiyordum.

Eymen karşısındaki polis memurunun omzuna dokunup yanıma ilerledi. Yanımdaki şemsiyeyi tutan polis yavaşça onu Eymen'e uzattı.

Yağmur damlaları öyle sert bir şekilde şemsiyeye vuruyordu ki o olmasa canımı yakacağını biliyordum.

“Seni eve-” götüreceğim diyecekti.

“Saat kaçta ölmüş?” Aklıma ilk gelen şeyi sordum.

Eymen arkasını dönerek Banu'ya baktı. Geldiğimizden beri yerimden bir adım kıpırdamamıştım ve Banu şimdi ikimize bakıyordu. Eymen tuttuğu şemsiyeyi elime tutuşturarak Banu'nun yanına koştu ve hemen eğilerek gözlerini kapattı.

Tekrar yanıma döndüğünde burnumun direği sızlamıştı. Ailem böyle ölmüştü kimsesiz, aniden, acımasızca.

Elimi kaldırıp onu gösterdim. “Ben onu bulabilirdim Eymen.” Dedim sadece ardından Eymen’e seslenildi. “Eymen savcım.” Olay yerindeki diğer savcı görevde olandı. Suçun işlendiği ilçenin bizimle bir alakası yoktu o yüzden başka bir savcı bakıyordu ama bağlantılı olduğu belki tekrar Eymen’e devredilebilirdi ama bundan da emin değildim çünkü gün doğmasıyla resmiyette eşi olacaktım davama bakmayabilirdi artık.

“Sizi.” Dedikten sonra duraksadı. “İfade için bekliyorum gelebilmeniz mümkün mü?” Eymen bana dönüp ardından savcıya geri döndü. “Eşimi eve bırakıp geleceğim.”

“Tabii bir ekip size eşlik etsin.” Topuklu ayakkabılarım üzerimdeki kıyafet o kadar duruma yabancıydı ki yürüyesim gelmiyordu. Sırf o topuk sesi çıkmasın diye yürümek istemiyordum.

Eymen'le geldiğimiz arabaya ilerlediğimizde sarı şeritlerin arkasında başka bir araba durdu. Gözlerimi kıstım farları rahatsız etmişti. Elimi kaldırıp gözlerimin önüne siper ettim. Arabadan iki kişi indi, koşarak sarı şeritlere geldiler. Polisler geçmelerine izin vermediğinde “Annem!” Dedi haykırarak.

Yağmur toprağa karışarak kendine has kokusunu ortaya salarken içime çektim.

Eymen'le yürümeyi keserek onları izlemeye başladım.

Hemen siyah torbanın önüne geldiklerinde başında duran memur biraz fermuarı indirdiğinde benden küçük olduğuna emin olduğum adam dizlerinin üzerine çöktü.

“Anne! Annem!” Titreyen elleri annesinin yüzünü buldu.

“Ben.” Dedim Eymen'e doğru ama net olarak dönmedim. “Onları ben bulsaydım böyle mi olurdum?”

“Rana.” Dedi beni kendisine doğru çevirerek yüzüne bakmamı sağladı. “Daha çocuktun.”

Gözlerimi Eymen'den kaçırarak Banu'ya çevirdim.

Bir oğlu ve sanırım bir kızı vardı. Oğlu başındaydı ve annesinin yüzünü elleri arasına almıştı. “Annem ölmüş olamaz!”

Daha fazla bakamadım. Annesi ölmüştü, görmüyor muydu? Ölmüştü işte nesi olamazdı? Tek kaybı onlar mı yaşıyordu? Bir lanet tutturmuş gidiyordu.

Geldiğimiz arabanın yanına ulaştığımızda Eymen yağmurun hızlanmasına karşılık hemen arabaya binmemi sağladı sürücü koltuğuna geçtiğinde ise içine eğildi binmeyip sadece klimaları çalıştırdı.

Savcıyla kısa bir konuşma geçti aralarında. Bir ara bana dönüp baktılar gözlerimi hiç kaçırmadan ikisini izliyordum zaten.

Arabaya geri döndüğünde ise hiçbir şey demedi ama ben konuştum önce kafamı olumsuzca salladım. “Bitti artık. Tuncay değil bunu yapan başkası, başka bir katil var başka birisi var.”

Polisler artık adamı cesedin üzerinden çektiler.

“Birden fazla katil olması durumunu değerlendireceğiz Rana.”

Eymen'e dönüp baktığım sırada arabayı hareket ettirdi.

“Halledeceğiz.” Dedi elime uzanırken.

Nasıl hallederdik ne yapardık bilmiyorum ama halletmemiz gerekliydi. Geleceğimiz için bizim için halletmemiz gerekliydi. En çok benim için halledilmeliydi.

Eymen, benim için bir kez daha anahtarı tutarak kapıyı açtı. Salon ışıkları yanıyordu, mutfak ışıkları yanıyordu içeriden sesler geliyordu zaten.

İçeriye geçmem için elini belime koydu. Arabada söylememişti ama biliyordum şimdi gidecekti. Gitmesi gerekiyordu çünkü Banu bize ulaşacaktı.

Salon kapısına geldiğimde duraksayıp Eymen'e döndüm. “Fazla geç olmadan git, evine gidip uyu. Sizinkileri de al başka bir zaman telafisini yaparız.” Evleneli çok olmamıştı ve insanların benim yüzümden böyle bir günü bu şekilde geçirmeleri pişmanlığımdı mesela.

Kaşlarını kaldırarak beni reddetti. “Hayır karımla güzel bir uyku çekeceğim ve sabah çıkacağım.” Dedi.

“İfade vermeyecek miydik?” Dedim.

“Seni yalnız bırakmak istemiyorum.”

İçeriden gelen sesleri işaret ettim. “Yalnız değilim.” Geldiğimizi bildiklerinin farkındaydım ama kimse çıkıp rahatsız etmemişti.

Eymen kapı kolunu tutan elime uzandı. “Başa dönmüş gibi hissettiğini biliyorum ama...” Kafamı eğerek yere baktım sürekli peşimden birilerini sürüklüyordum. Eymen diğer elini yüzüme getirip ona bakmamı sağladı. “Bana bak.” Yüzüne baktığımda sıcacık gülümsedi güven veriyordu, kendine güveniyordu, bana güveniyordu.

“En başında yanında ben vardım hâlâ ben varım ve ben olacağım.”

Artık sen kimsin, neden karışıyorsun diyebileceğim bir adam değildi; Eymen benim eşimdi.

Kollarımı beline sardığımda beni kendisine doğru çekti. Saçlarıma art arda öpücükler bıraktığını hissettim bir süre gözlerimi kapattım.

“Ayakta uyuyorlar!” Ne ara kapı açıldı ne ara birileri bizi gördü anlamadım ama irkilerek Eymen'den ayrıldım.

Arkamı döndüğüm sırada Yiğit'in bize baktığını gördüm.

Kimseye açıklama yapacak güçte değildim o yüzden sadece kafamı sallayıp merdivene yöneldim hız kesmeden odama girdiğimde önceliğim duşu ayarlamak oldu ardından ise neredeyse gece bitmek üzereydi ama geceliğimi alarak banyoya girdim.

Yorgundum fazla sürmeyen duşun ardından üzerimi giyinip saçlarımı havluya sararak banyodan çıktığımda Eymen odanın içerisini ufak ufak adımlarla dolandığını görünce duraksadım.

“Çıktın mı?” Dedi bana doğru dönerek.

Onaylayan mırıltılar çıkartarak saçımdaki havluyu çekip yatağa oturdum.

Eymen yanıma doğru gelerek yanıma bıraktığım havluyu eline aldı. “Saçlarını kurutmamışsın.” dedi.

“Yorgunum...” dedim.

Saçlarımı nazikçe havluyla kurulmaya başladı. “Ben kuruturum.” dedi. “Ne zaman yorulursan senin yerine her şeyi ben yapacağım.”

El hareketleriyle uykum iyice gelirken gözlerim kapanıyordu. “Bekle de iyice kurutalım başın ağrır sonra.”

“Yok.” dedim varla yok arasında “Uyuyalım...”

El hareketleri durdu ve oturduğu yerden kalktı.

“Saçların uzadı artık eskisi gibi kısa değil o yüzden kurutalım boynun ağrır.”

Asıl onun uyuması, dinlenmesi gerekiyordu sabah buradan çıkıp işe gidecekti.

“Tamam ben kurutayım sen dinlen.” Ellerine uzanıp havluyu aldım. “Sabah gitmeyecek misin sen?” Ayağa kalkarak banyoya ilerledim.

Çekmeceye eğilip saç kurutma makinesini alıp prize taktım. Düğmeleri ayarlarken aynada kapının girişinde Eymen'i gördüm.

“Aylar önce...” dediğimde makine çalıştı ve birazcık yüksek sesle konuşmak zorunda kaldım. Hemen yanıma gelerek elimden aldı.

“Aylar önce saçlarını böyle kurutmuştum.” diye tamamladı beni. “Her şeyin bir bir açığa çıktığı bir gündü.” Dedim, yeniden hatırlayarak.

“Yine öyle bir gün, yine yanında ben varım. Yine saçını ben kurutuyorum.” Aynada göz göze geldiğimizde her şeye rağmen gülümsemekten başka hiçbir şey yapamadım.

Tamamen kuruduktan sonra Eymen makineyi kapatıp bir kenara bıraktı. Sessizlik bir anlığına aramıza çöktü. Gözlerim hala aynadaydı ama onun yansımasına takılı kaldım. Bir şey söyleyecekti, belli.

“Rana…” dedi, sesi alıştığım o sakin tonundaydı ama çekimserlik sezer gibi oldum.

Başımı çevirip doğrudan ona baktım. Bu cümleler her zaman bir şeylerin eşiğinde söylenirdi.

“Kimliğini verir misin?” dedi.

Bir an ne demek istediğini anlayamadım ama o konuşmasına devam etti. “Sırası değil ama Banu öldürülmeden önce işlemler için verecektim.” Dedi.

“Sonra her şey karıştı,” diye devam etti.

Olumluca kafamı salladım. Zaten biz uğraşmayacaktık banyodan çıkıp çantama bakındım ama onu evden çıkarken almadığıma emindim. “Getirmişler çantanı şuraya bıraktım.” Diyerek yerini gösterdi.

Adımlarım sessizce oraya yöneldi. Çantanın fermuarını açarken içimde garip bir huzur ve aynı anda hafif bir gerginlik vardı. Kimliğimi bulup elime aldığımda bir an duraksadım. Belki de bu kadar basit bir harekete bu kadar anlam yüklemem saçmaydı ama elimde tuttuğum şey sadece bir belge değildi artık.

Arkamı döndüğümde Eymen hâlâ yerinden kıpırdamamıştı. Sessizdi. Sanki her şeyin netleşmesini bekler gibiydi.

Yavaşça yaklaştım. Kimliği uzattım. Çok kısa bir an baktıktan sonra “9 Eylül.” Dedi. “Ne yaptın doğum gününde?” diye sordu.

Kurumuş dudaklarımı yaladım. 9 Eylül’ü bilmem ama Eylül ayının ilk başları oldukça hızlı geçmişti. Mülakat yapmak istemiştim, dedemle tekrar tanışmıştım, Eymen o sıralarda Eyşan’la birlikteydi. Belki o gün ailemin mezarına gitmiştim hemen hemen o günlerdi bilmiyordum ama olabilirdi de.

Eymen’i biraz alaya alarak yatağa doğru ilerledim. “Bilmek istemezsin.” Eymen hafifçe kaşlarını kaldırdı. “Gerçekten mi?” dedi, ardından adımlarını ağır ağır yaklaştırarak yanıma geldi.

Yatağa oturmuş, yastığa yaslanmıştım. “Sen o sıralar başka şeylerle meşguldün,” dedim, bakışlarımı kaçırmadan. “Ben de kendimce bir şeylerle uğraşıyordum.”

Yanıma oturdu. Sessizdi yine. Ama bu sefer sessizliği farklıydı; artık içinde kalmamış, kabullenmiş gibiydi. Elini saçlarıma götürdü, bir tutamını parmaklarının arasından geçirdi.

“Ben seninle o geçmişin hesabını kapatmak istemiyorum, Eymen,” dedim sessizce. “o ayları unutmayacağım. Unutmayacağım ki daha büyük bir kötülüğün olduğunda kendimi suçlamayacağım.” Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda içimden söyledim; Biliyordum ve bekliyordum, diyebilecektim kendime. Nasıl koşulsuz şartsız güvenmemi bekliyorlardı benden?

Eymen’in parmakları bir an durdu. Sessizlik yeniden çöktü aramıza. Başını hafifçe öne eğdi, gözlerini hiç kaçırmadan “Unutma zaten,” dedi, sesi neredeyse fısıltı gibiydi. “Unutma ki seni inciten şeyleri ben de unutmayayım. Unutma ki, her şey çok kolay geçmiş gibi kendimi kandırmayayım.”

Arabaya binmeden önce derin bir nefes aldım. Eymen de bana bakarak, “Hadi gidelim,” dedi. İçimdeki karışıklık artıyordu ama kendimi toparladım. Her şey için hazır olmalıydım.

Adliye binasına yaklaştık. İçeriye girdiğimizde, kalabalık ve gürültü biraz daha gerilmemi sağladı. Herkes bir şeyler için oradaydı ama ben, bu davanın yalnızca adli bir mesele olmadığını biliyordum.

Adliye binasına girdiğimizde, içeriye yayılan kalabalık ve gürültü bir süre bana baskı yaptı. Aslında giriş kapılarımız farklıydı ama bu kez birlikte girdik o kimliğini gösterdi ben daha dört gündür elimde olan avukat kimlik kartımı turnikeye okuttum.

Birkaç kat yukarıya çıkarken, Eymen daha önce hiç gitmediğim bir bölüme yönlendirdi. Banu’nun ölümünün ardından, bu davanın peşinden gidilmesinin ne kadar önemli olduğunu biliyordu. O yüzden savcıyla konuşmak üzere buradaydık.

Savcı, biraz daha dikkatlice bize baktıktan sonra, başını sallayarak, “Hoş geldiniz,” dedi ve masa üzerindeki kağıtlara göz attı. Savcı bize baktı, hafif bir gülümseme ile “Ne alırsınız, çay mı kahve mi?” diye sordu. O kadar normal bir soru sormuştu ki, bu kadar yoğun bir gündem arasında, sanki hiç derin bir mesele yokmuş gibi hissediyorum.

Eymen, normalde pek fazla kahve içmeyen biri olsa da bu durumu biraz olsun hafifletmek adına “Kahve alabiliriz,” dedi.

Savcı bey odaya iki kahve bir çay istedikten sonra arkasına yaslanarak önce Eymen’e ardından bana baktı ve “Gece, eşim demiştiniz diye hatırlıyorum savcım.” Dedi. Gözlerim savcıyla buluştu. Gülümsemek için kendimi zorladım ama içimden gelen bir şey değildi.

Eymen kafasını sallayıp çok kısa bana döndü. “Evet.” Dedi. “Maktulün üzerinden çıkan telefon numaram eşimle alakalı.”

Savcı, Eymen'in sözlerinin ardından hafifçe başını sallayarak, gözlüğünü düzeltti ve biraz daha ciddi bir ifadeyle, “Hayırlı olsun,” dedi.

Savcı, biraz kağıtları karıştırdıktan sonra, gözlerini bizden ayırmadan ekledi, “O zaman, bu bilgiyi doğrulamak için soracağım birkaç şey var.”

Sessiz kaldım, karşımda genç birisi vardı belki mesleğinin ilk zamanlarıydı. Aldığı hiçbir eğitimi küçümsemedim ortamı benden daha iyi yönettiği kesindi. “Bugün zor bir gün olacak, değil mi?” dedi. Önce savcıya Banu ile alakamı anlattık ardından babamın ve annemin dosyalarını bu yıl evde bulduğumuz kanlı fotoğrafla tekrar açıldığını, evden çıkan günlükte Banu’nun adı geçtiğini ama aynı zamanda Tuncay’ın sekreteri olduğunu sırasıyla anlattım. Dün geceyi baştan sona konuştuk ama not olarak Banu’nun cebinden Eymen’in numarasının çıkmasını bir türlü anlayamadık.

Bu konuşmanın ardından odada bir sessizlik hakim oldu. Herkes kendi düşüncelerine daldı. Banu'nun ölümünün ardından her şeyin yavaş yavaş çözülmeye başlaması, içimde karmaşık bir huzursuzluk bırakıyordu.

“Sandığımdan daha çok ilginiz varmış.” Dedikten sonra Eymen ve ben göz göze geldik.

Eymen, düşünceli bir şekilde kahvesine bakarak, “Evet, bu yüzden buradayız. Her şeyin üstüne gitmek istiyoruz. Birisi ulaşabileceğimiz herkesi ortadan kaldırıyor.”

Savcı, Eymen’in sözlerinin ardından başını hafifçe eğdi, gözlüklerini düzeltti ve bir süre sessiz kaldı. Yüzünde karışık bir ifade vardı; hem anlayış hem de dikkatle dinleme haliydi sonra masanın üzerinde bir dosya açtı. Dosyanın içeriğine göz attı ve bir belgeyi dikkatle incelemeye başladı. Ardından, belgenin üzerine parmağını koyarak, "Burada önemli bir şey var," dedi ve dosyayı bize doğru itti.

Eymen ve ben, savcının dikkatle incelediği dosyaya yöneldik. Fotoğrafı dikkatle incelediğimizde, üzerinde belirgin bir erkek yüzüğü vardı. Yüzük, metalin koyu bir gümüş ya da platin rengiyle işlenmişti. Üzerindeki ayrıntılar, biraz aşınmış olsa bile net bir şekilde görünüyordu. Yüzüğün ortasında dikkat çekici bir taş vardı, belki de bu taş, savcının bizimle paylaşmaya niyetlendiği önemli bir detaydı.

Savcı, fotoğrafı biraz daha yaklaştırarak, "Bu yüzük, Banu'nun cinayetinin hemen sonrasında, olay yerinde bulundu.” Bana baktığında “Tanıdık geldi mi?” dedi.

Tamamen tanıdık geldi birinin elinde gördüm diyemezdim ama bir yerde gördüğüme emindim. Savcının sorusu havada asılı kaldı. Gözlerimi fotoğrafa tekrar dikip, yüzüğün üzerindeki taşın detaylarına bakarken, zihnimde bir şeyler kıpırdamaya başladı.

Birinin elinde bu yüzüğü görmüştüm, ama kimdi? Nerede?

Bir süre sessizlik oldu. Savcının gözleri beni izliyordu, bir ipucu almamı bekler gibiydi. Eymen de dikkatle yüzüğü inceledi ama hemen bir şey söylemedi. Ben de "Bir yerlerde gördüğümü hissediyorum, ama şu an tam olarak hatırlayamıyorum," dedim, içimdeki karışıklıkla.

Savcı, hafif bir baş hareketiyle, "Anlıyorum. Yüzük, cinayetle ilgili önemli bir ipucu olabilir. Hatırlamanız gereken çok şey var," dedi ve fotoğrafı masanın ortasına koyarak, "Eğer aklınıza gelen bir şey olursa, hemen bize bildirin."

Eymen, bir an savcıya bakıp sonra bana döndü. “Hatırlamalısın,” dedi, sesinde biraz da ısrar vardı. “Bir yerlerde görmüşsündür, belki de birinin parmağında.”

Savcı, bu kez daha sakin bir şekilde, “Zamanla hatırlarsınız,” diyerek, fotoğrafı alıp dosyaya geri yerleştirdi.

Savcı, odanın kapısına yöneldiğinde, Eymen ve ben de kalktık. İkimiz de hala bir şeylerin eksik olduğunu hissediyorduk ama şu an yapılacak daha fazla bir şey yoktu. Savcı, kapıyı açtı ve “Kolay gelsin, işlerinizde başarılar,” dedi.

Bugüne kadar yolda dikkat ettiğim takside merakla baktığım, konuştuğum bütün erkekleri düşünmeye başladım ama net olarak aklıma kimse gelmedi.

Cihat Bey değildi, Tuncay değildi, beni öldürmek isteyen taksici değildi. Odadan çıkarken bile herkesi tekrar tekrar düşünüyordum.

Koridorun serinliği yüzüme çarparken, Eymen bir an durdu, bana döndü. Gözlerimden geçenleri okumuş gibi, başını hafif yana eğdi ve o tanıdık sıcak ses tonuyla sordu:

“Gel, kahvaltıya gidelim. Bugün fazlasıyla dolu başladı.”

Sırf aç olduğumu düşündüğü için değil, bu düşüncelerden bir süreliğine uzaklaşmamı istediği için böyle söylüyordu. Dudaklarımda hafif bir tebessüm belirdi. “Gidelim,” dedim. “Zaten elimdeki tek sağlam şey seninle bir masaya oturabilmek.”

Bir köşede, cam kenarında bir masaya oturduk. Sessiz, sade bir yerdi. Eymen siparişi verirken ben başımı hafif yana eğip dışarıyı izliyordum. İnsanlar geçiyordu; kimisi aceleyle yürüyordu, kimisi telefonuna gömülmüş.

Hafifçe gülümsedi. “Yüzükleri birlikte seçeriz,” dedi, öylesine değil, sanki uzun zamandır içinde tuttuğu bir cümleyi sonunda dışarı bırakır gibi.

Önce ne dediğini tam anlamadım. Birkaç saniye sonra göz göze geldik. “Yüzük?” dedim

“Evet,” dedi kararlı bir sesle. “Bir gün işte daha iyi hissettiğin bir gün hallederiz.”

Hayat, onca karanlığa rağmen hâlâ küçük umutlar veriyordu.

“Bugün birlikte seçelim,” dedim, bu kez ben de aynı ciddiyetle. Ardından gülümsemeye çalışarak, “Peki... hangi evde yaşayacağız?” diye sordum. Gözüm Eymen’in tabağındaki simide takıldı, sonra eline… parmaklarına… o an bir şey içimde titredi. Gözümün önüne bir görüntü geldi.

Çatalı elimde tutarken duraksadım. Çay soğumuştu ama hissetmiyordum. Eymen bir şeyler anlatıyordu, sesini duyuyordum ama anlamıyordum. Elimi hafif kaldırıp durdurdum onu. Nefesim daraldı. “Eymen,” dedim, bir anda sesimin tedirginliğini fark ederek, “sanırım o yüzüğü nerede gördüğümü hatırladım.”

Yüzüğün görüntüsü tekrar canlandı gözümde. O taş, o metalin koyuluğu… Gözümün önüne, Tuncay’la bir akşam karşılaştığımız o an geldi. Yanındaki adam... evet, o adamın parmağındaydı bu yüzük. “Dedemin parmağında gördüm,” dedim. Gözlerim hâlâ Eymen’in ellerindeydi ama artık başka bir sahneyi izliyordum. “O gece yemekte… Ressler’ı gördüğüm gece. Masadaydı. O yüzük onun parmağındaydı.”

Eymen'in yüzü bir anda ciddileşti, gözlerindeki sıcaklık yerini şaşkınlığa bıraktı. Simidini elinde tuttuğu haliyle bana dönerek, “Ne diyorsun Rana?” dedi. Sesi ne yüksek ne alçaktı ama içinde bir sarsıntı vardı. Endişe ya da korku değil, tam anlamıyla neye uğradığını bilememe hali.

O an ona bakamadım. Sadece yüzüğü, parmağındaki o yüzüğü hatırlıyordum. Eymen’in sesine karşılık verdim ama gözlerimi hâlâ dışarıdan ayırmadan:

“Ne dediğimi çok iyi biliyorum Eymen. Ne gördüğümü de.”

Sessizlik oldu. Çayımı içmedim, tabağıma dokunmadım. İçim kıpır kıpırdı, yerimde oturmak istemiyordum artık. Bir şeyler yakındı, çok yakındı.

Ayağa kalkarken sandalyemin sesi mekânda yankılandı. “Dedemi görmeye gitmeliyim,” dedim. “Hemen.”

Arabaya bindiğimizde Eymen telefonunu uzattı huzurevinin konumunu girdikten sonra “Ben o yüzüğü gerçekten gördüm,” dedim sessizliği bozan ilk cümleyle. “O akşam Tuncay’la karşımda oturuyordu.”

Eymen kısa bir bakış attı bana. “Belki sadece bir benzerliktir,” dedi usulca, yumuşak ama temkinli. Kafamı iki yana salladım. “Hayır,” dedim, ellerimi yumruk yapmadan dizlerimin üzerinde tuttum.

Eymen’in boğazını temizlediğini duydum. Konuşmak istedi ama cümle bulamıyordu. Huzurevinin tabelasını uzaktan gördüğümde içimde bir şey sıkıştı. Belki öfke, belki korku… ya da sadece, gerçeğe bu kadar yaklaşmanın ağırlığıydı.

“Oraya gidince ne söylemeyi düşünüyorsun?” dedi Eymen sonunda.

“Ona bir şey söylemek istemiyorum. Ben gerçekleri duymak istiyorum.” dedim net bir sesle. “Her şeyin bir nedeni olmalı, değil mi?" diye fısıldadım, ama buna cevap verip vermediğini bilmiyordum.

Bu süreçte ne yol bitmek bildi ne de düşüncelerim…

Eğer, eğer diyorum yüzük dedemin çıkarsa bu ihtimalin sonucunu düşünmek istemiyordum.

Huzurevinin tabelası yaklaştıkça içimdeki düğüm daha da sıkılaştı. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki. Arabadan inmek için kapıyı açarken fark ettim ellerim titriyordu. Çok korkuyordum. Düşünmek istemediğim bu şey gerçek hayatımın bir parçası olacaksa ben nasıl yaşayacaktım? Nasıl devam edecektim hayatıma? Bu olanları nasıl… sindirebilecektim? Daha neyin karşısında durmam gerekiyordu?

Elim kapıda kaldığında Eymen kolumdan tutarak kendisine doğru çevirdi. En az benim kadar tedirgindi hissediyordum. Önce gözleri biraz yüzümde oyalandı sonra “Gördüğünü küçümsemiyorum ama kanıta ihtiyacımız var. Yüzüğü görmeden kesin bir şeye inanmamalısın, olur mu?” diye sordu.

İşte yeniden olaya bir savcı olarak bakıyordu. Tek kelime etmeden yüzüne baktım ardından kafamı daha önce geldiğim binaya girdiğim kapıya çevirdim. Katil o ise yirmi yıldır aldığı nefesin artık bir saniyesi bile olmayacaktı.

“Nefesin hızlandı. Bak, elin titriyor. Lütfen önce bir derin nefes al çözeceğiz ama önce sen sakinleşmelisin.”

Eymen’in cümlesiyle tekrar ona döndüm. Söyleyene kadar bunu fark etmemiştim. Gerçekten titriyordum. O an bir savcı gibi değil, kocam gibi bakıyordu bana.

Kapıdan içeri adımımı attım. Zemindeki soluk renkli karo taşlar tanıdıktı. Koridor, önceden geldiğimdeki gibi sessizdi ama bu sefer sessizlik başka türlü çınlıyordu kulaklarımda.

Girişteki danışma masasının arkasında oturan görevli kadın başını kaldırdı. O an ben konuşacak durumda değildim. Eymen yerime dedemi sordu. “Ali Soner, eşimin dedesi onu görmek istiyoruz.” Kadın kimlik görmek istediğini söylediğinde kafamı iki yana sallayıp çantamdan kimliğimi aramaya başladım cüzdanımdaydı biliyordum ama hemen bulamadım. Bulamadıkça daha çok stres yapıyordum. Benim yerime Eymen kimliğini uzattı. “Bir soruşturma için göreceğiz.” Dedi. Ben zaten odasının yerini biliyordum hiçbir işlemi bekleyemezdim. Her adımda kalbim biraz daha sıkıştı. Parmaklarımı avucumun içine gömüp yumruk yaptım. Eymen yanımdaydı, ama o anda yalnızmışım gibi hissediyordum.

Dedenin kapısına geldiğimizde durdum. Kapı aralıktı duraksamadım kapıyı çalmadım direkt içeriye girdim.

Oturduğu yerden başını hafifçe bana çevirdi. Gözlükleri burnunun ucundaydı. Yüzünde ne bir şaşkınlık ne bir sevinç… sadece sessiz, alışıldık bir ifade vardı. Ama ben sadece bir şeye bakıyordum.

Parmağına.

O yüzük… hâlâ oradaydı.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 10.05.2025 23:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...