19. Bölüm

Kırılma Noktası

Fâhte
faahte

"Kaderi değiştirmeye çalışmak onu sadece ıskalamaktı."

Bu bölüme özel bir şarkı bırakmak istiyorum. Zeynep Casalini - Dokunma Bana

Telefonumun sesi kısıktı ama yarattığı titreşimi fazlasıyla hissederek gözlerimi araladım. Telefon ekranında bilinmeyen bir numara tek gözümü açarak bakıp kulağıma götürdüm. “Efendim.”

Yeni uyandığım için sesim net çıkmamıştı ama karşımdaki kişi bunu sorun etmedi. “Rana Soner ile mi görüşüyorum?”

Ciddiyetle diğer gözümü açarak yatakta doğruldum bu kez. “Evet, buyurun.”

“Dedeniz Ali Soner, huzurevinde kalp spazmı geçirmiş hastaneden arıyorum.”

Huzurevi. Kalp spazmı. Bu kelimeler beynimde yankılanırken, ellerim titredi. Hızla yataktan kalktım. “Geliyorum.”

Adımlarımı hızlandırdım hemen hazırlandım ve evden çıktım arabamın önüne geldiğimde duraksadım ve derin bir nefes aldım. Bana kaybettiğim zamanı aile sıcaklığını vermeden ölemezdi.

Arabanın kapısını açarken ellerim hala titriyordu.

Hastaneye vardığımda, acil servisin önünde paniğin ve kaygının birleşimi bir atmosfer vardı. Kapıdan içeri girmeden önce, derin bir nefes daha aldım. Adımlarım yankılandı hastane koridorlarında, fakat içimdeki huzursuzluk büyüyordu. Dede daha benimsemediğim dede Ali Soner belki de hala bir şansımız vardı, belki de bu bana onun varlığıyla yüzleşmem için gösterilmiş bir şeydi.

Odasının önüne geldiğimde kalbim ağzımda atıyordu. Yavaşça kapıyı itip içeri girdiğimde, dedemin yatağında solgun bir şekilde yattığını gördüm. Bir an için gözlerim doldu, ama ağlamadım.

Dedemin hala hayatta olma ihtimali bana umut verdi. Ancak, bir o kadar da uzak, bir o kadar da yabancıydı.

Kapı çaldığında arkamı döndüm içeri giren kişi, yüzü tanıdık ama bir o kadar da uzak olan amcam Tuncay’dı.

Onun varlığı, hiç beklemediğim bir anda hayatıma girmesiyle, geçmişin enkazı aklıma düştü. Yirmi yıldır hiç görüşmediğim adam şimdi karşımda duruyordu.

Tuncay amca gözlerinde yılların acısını ve derin suskunluğunu taşıyordu. Biraz daha içeri adım attığında, gözlerimiz buluştu ama hiçbir şey söylemedik birbirimize.

Yüzü, yaşının etkisiyle solgun ve yorgundu. Gözlerinde derin bir hüzün ve kararsızlık vardı. Eski zamanlardan hatırladığım delikanlılığı her şeyi ben yaparım kararlılığı ve özgüveni artık yoktu.

"Rana... seninle konuşmamız gereken çok şey var." Sanki geçmişin ve kayıplarının bir hesaplaşmasını yapacakmışız gibiydi.

Ona doğru birkaç adım attım ve titreyen elimi uzattım benim soyadımdan benim kanımdan biri arkamda yatıyordu biri ise karşımda duruyordu ama ben kimsesizdim.

Tuncay amca, birkaç adım attı ve aramızdaki mesafe biraz daha kısaldı. Gözlerinde bir anlık beliren pişmanlık, hemen kayboldu.

“Geçmiş olsun.”

Hiçbir kelime söylemeden sadece başını salladı.

O kadar uzak, o kadar yabancıydı ki, sanki bir yabancı gibi bakıyorduk birbirimize.

O kadar karışıktım ki, içimdeki öfke ve kırıklıkla baş edemiyordum. Her şeyin üst üste gelmesi, yıllar sonra bu kadar kolay ve sessiz bir şekilde karşılaşmamız bana garip geliyordu.

“Bunca yıl oldu abimin ve Beril’in kaybıyla yas tutarken senin Songül Hanım tarafından alınıp götürülmen beklemediğimiz bir hamleydi.”

Hamle. Onların gözünde bu bir hamle miydi? Resmen kaçırılmıştım. Üstelik anneannem olmayan bir kadın tarafından kaçırılmıştım.

"Amca…” dedim ama Mete amcaya, amca dediğim zaman içimde oluşan tatlı hisle eş değildi öylesine bir amcaydı. “bu kadar yıl sonra derdimiz hâlâ bu mu?" dedim, duygularım karışmış halde. Ama Tuncay, gözlerimi bile görmekten kaçınarak soğuk bir şekilde elini uzattı, iyi bir enerji almadan hızla geri çekildim.

Tuncay'ın tutumu, içimde daha fazla öfke ve belirsizlik uyandırdı. "Dedemi görmek için geldim," diye mırıldandım.

Onun bana karşı soğuk yaklaşımı, duygusal mesafeyi iyice arttırmıştı.

Kapı bu kez direkt "Baba," diyerek açıldı, Tuncay kapıya döndüğünde “Oğuz.” Diye uyardı. Oğuz, biraz ürkek bir şekilde adımını attı. Aralarındaki mesafe beni her geçen dakika daha fazla yabancılaştırıyordu.

Sonrasında Oğuz’u bir adım öne çıkararak “Oğlum Oğuz.”

Oğuz, gençti, ve gözlerinde tanıdık ama farklı bir şey vardı; ona daha yakın hissetmiştim. Tuncay’ın sert tavırları beni ondan uzaklaştırdı. "Memnun oldum, Oğuz," dedim, bu kez ona elimi uzatarak.

Tuncay’ın bir oğlu olduğunu hatta evli olduğunu bile bilmiyordum muhtemelen Oğuz yirmili yaşlarındaydı ya da daha altında olmalıydı ben gittikten sonra hayat devam etmişti. Oğuz’un yüzünde babamdan izler vardı belki gözleri belki yüz hatları, babamın gençlik fotoğrafını anımsıyordum ama net hatırlamıyordum.

“Rana Soner, Tarık amcanın Amerika’daki kızı.”

"Ben de memnun oldum," dedi Oğuz ve birkaç adım öne çıkıp elimi sıktı.

Elini sıkarken içimde bir sıcaklık hissettim, ama bir o kadar da yabancılık vardı. O an, tanışma faslının ne kadar kısa sürdüğüne dikkat ettim, çünkü doktorun odaya girmesiyle o kısa an bir anda son buldu.

Bir süre sonra Tuncay’ın kararmış bakışları ve sessizliği beni düşündürmeye başladı nedense burada olmamdan hoşlanmadığını düşünmeye başladım.

Dedem için ne hissedeceğimi bilmiyorum soyadlarımız aynı olsa bile bu insanlar bana yabancıydı.

“Ne işle uğraşıyorsun Rana?”

Tuncay’ın sorusuyla ona döndüm. “Avukatım.” Dedim.

“Yengem gibi.” Dedi Oğuz.

Kafamı salladığımda tekrar dedeme döndüm uyuyordu.

Tuncay bir an sessiz kaldı, sonra “Ne zaman döndün? Kalıcı mısın?” dedi.

“Bir hafta oldu olmadı, kalacağım.”

Kafasını salladığında elimde tuttuğum telefonum titremeye başladı. Elimde ters çevirip kafamı eğip baktığımda Gülay teyzenin aradığını gördüm evden çıkarken oldukça sessiz çıkmaya özen göstermiştim ama fark etmişti demek ki telefonu açar açmaz “Gülay teyze dedem hastaneye kaldırılmış ona geldim.” Diye direkt bir açıklama yaptım.

Geçmiş olsunlar, gelelim, biri yanında olsun söylemlerini reddettim gelse yapılacak bir şey yoktu bu adam bana bile yabancıydı. Uyandığını gördükten sonra giderdim zaten oğlu ve torunu yanındaydı.

Sabahı bulduğumuzda saat daha yediydi ve vakit hiç geçmiyordu. Tuncay gözlerini kapatmış dinleniyordu uyuyup uyumadığını bilmiyordum ama önce boğazımı temizledim o ara çok kısık bir şekilde gözlerini araladı.

“Neden huzurevinde kalıyor?” dedim merak ettiğim bir konuydu. Peşime adam takacak konumda olduğuna göre işler eskisinden daha iyiydi, Tuncay ve dedem ticaretle uğraşıyordu en son bildiğim ve hatırladığım buydu aklıma temiz işler gelmezken babamın bu adamlara karşı tutumu elimi güçlendiriyordu. Araları asla iyi olmamıştı.

“Öyle istiyor kalabalık ona iyi geliyormuş.”

Kafamı salladığımda birbirimize bakmaya devam ettik. “Neler yaptın hayatında? Abimden sonra zor olmalı.”

Tanıştığımızdan bu yana sesinde sadece şimdi bir kırılma hissettim. “Kolay olmadı hiçbir şey.”

Konudan bunalıp yerimde kıpırdandım. Oğuz bizi pek takmadan telefonuna bakıyordu “Seni aradığımızı biliyor muydun?” Tuncay’ın yeni sorusuyla kafamı Oğuzdan ona çevirdim.

“Bilmiyordum, buraya üç senedir yılda bir defa olmak üzere anneannemle geldim. Hiçbir zaman arandığımı ve…” üstüne basa basa söyledim “bulunmak istediğimi bilmiyordum.”

“Rana seni tabii ki bulmak isteyecektik.”

“Otuz yaşındayım ben. Çocuk muyum ki kaybedeceksiniz? Konsolosluktan adımı sormak, anneanneme ulaşmak ne kadar zor olabilir? Beş yıldır avukatım adım aynı soyadım aynı.”

“Her şey o kadar kolay değil.” Dedi sabırsızca üzerine gitmem hoşuna gitmemişti.

“Songül Hanım’la gittiğinizde adını değiştirebileceği üzerinde duruyorduk.” Oturduğu yerde öne doğru eğildi.

“Neden?” dedim aniden “Neden adımı değiştirsin? Beni sizden mi kaçırıyordu?” istemeden sesimiz biraz yükselmişti.

Tuncay bir an babasına dönüp baktı ardından ise daha kısık bir sesle “Bilmiyoruz Rana, ayrıca kaybolman nasıl senin suçun değilse bizim de suçumuz değil.”

“Buradan giderken on yaşındaydım elimde kendime ait hiçbir şey yoktu. Fotoğraf, valiz, annemden babamdan bir hatıra hiçbir şey yoktu, siz yoktunuz. Şimdi sizi unutmuş olmamın sizin suçunuz olmadığını söylemeniz çok saçma.” Sinirle ve alayla bir cümle kurmuştum.

Kapı bir kez daha açıldığında, içeri giren kişi beyaz önlüğüyle doktor oldu. Yorgun ama profesyonel bir ifadeyle gözlerini önce dedeme, sonra bana ve Tuncay’a çevirdi.

"Yakınları siz misiniz?" diye sordu, elindeki dosyaya göz attı.

Tuncay bir adım öne çıkıp, "Evet, ben oğlu oluyorum," dedi.

Doktor başını sallayarak devam etti. "Ali Bey'in durumu stabil. Kalp spazmı geçirdi ama müdahalemiz sayesinde ciddi bir hasar oluşmadı. Şu an gözlem altında tutuyoruz. Dinlenmesi ve stresten uzak durması önemli. Yarın taburcu edebiliriz."

İçimde garip bir his vardı. Dedem ölümle burun buruna gelmişti ama ben hâlâ ona karşı ne hissettiğimi bilmiyordum.

Doktor birkaç uyarıda daha bulunup çıktı. Odaya tekrar sessizlik çöktü. Tuncay'ın yüzünde belli belirsiz bir rahatlama ifadesi vardı. Oğuz, telefonuna döndü. Ben ise dedeme baktım. Huzurevinde yaşıyor, ailesinden uzak kalıyordu ama Tuncay’ın tavrına bakılırsa bu bir zorunluluktan çok bir tercih gibi görünüyordu. Yine de o kadar yıl sonra onu bu hâlde görmek içimde buruk bir his uyandırıyordu.

Daha fazla burada kalmak istemiyordum.

"Ben çıkıyorum," dedim.

Tuncay bana döndü. "Birlikte kahvaltı edelim, konuşuruz."

Başımı iki yana salladım. "Konuşacak çok şey var ama şu an değil."

Tuncay başka bir şey söylemedi. Oğuz, "Görüşürüz," dedi yalnızca.

Sessizce odadan çıktım ve hastaneden ayrıldım.

Evin kapısına geldiğimde elimi kaldırıp çok güçlü olamayan bir şekilde kapıyı çaldım. Gülay teyze hemen kapıyı açtı meraklı gözleri üzerimde dolandı.

"Ah, geldin mi? Dedene ne oldu? İyi mi?"

Üzerimde hâlâ hastane kokusu vardı. Yavaşça başımı salladım. "İyi. Kalp spazmı geçirmiş ama yarın taburcu edecekler."

Gülay teyze derin bir nefes aldı. "Allah korumuş. Peki sen... iyi misin?"

İyi miydim? Bilmiyordum. Düşüncelerim dağınıktı. Evim dediğim bu yerde bile yabancı hissediyordum. Hastanede Tuncay ve Oğuz’la yaşadığım mesafe, eve gelince de içime sinmiş gibiydi.

"Yorgunum," dedim yalnızca.

Gülay teyze gözlerimi inceledi ama ısrar etmedi. "Hadi gel, bir şeyler ye. Aç karnına daha kötü hissedersin."

Mutfak masasına oturdum. O, benim önüme sıcak bir çay koyarken ben hâlâ dedemin yüzünü, Tuncay’ın soğuk tavrını ve Oğuz’un bakışlarını düşünüyordum.

Ben bu ailenin bir parçası mıydım, yoksa geçmişin bir kalıntısı mıydım?

“Evi almaya karar verdim.” Duraksayıp yutkundum. “Normalde hemen böyle bir düşüncem yoktu hatta başka evler baksam fikrim bile değişebilir ama konumunu sevdim, önce kiralasam iş konusu halledilince alabilir miyim? Bilmiyorum tek bildiğim evi istediğim…”

Gülay teyzeye konuşma fırsatı vermeden devam ettim. “evim olmadan kendimi buraya ait hissetmeyeceğim. Sizinle alakalı değil ama sizi çok seviyorum teşekkür ederim burada kalıyorum ama evim diyebileceğim kendime ait bir yer olmalı. Ofisime yakın olmalı ya da iş yerime. Ama benim olmalı…” kafamı salladığımda devam ettim “Biri beni aradığında bulmak istediğinde nerede olduğumu bilmeli.”

Gülay teyze karşıma oturdu ve derdimi anladı bütün anlayışıyla kafasını salladı içtenlikle bana gülümsedi. “Sen nasıl istersen canım,”

Dedemi aynı gün içinde bir kere daha ziyaret ettim sonrasında Tuncay onu alarak evine götürdü bir daha görüşmek için bir çaba içine girmedim.

Günler birbirini kovalarken ev ve taşınma telaşım sürüyordu, neredeyse tüm günlerim en az bir adet ev eşyası bakmakla geçiyordu bütün bunları halleder halletmez eski eve gidip küçüklüğümden kalanlar aileme ait olup yanımda olmasını istediğim ne varsa gidip alacaktım.

Ev tamamdı, salon takımı ve yemek masası, perdeler, halılar, yatak odası, mutfak ve onun eşyaları kalan her şeyle ilgilenmiştim ve bütün bunların eve gelmesi benim tamamen evime yerleşmem Ekim ayının ortalarını bulmuştu, zamanın bu kadar hızlı geçmesine mi şaşırayım yoksa Ağustos sonu Eylül başı gibi rica ettiğim avukatlık sürecinin son hızla devam etmesine mi şaşırmalıydım; bütün bu işlerin arasında bir sabah telefonum çalmıştı, beklediğim haber sonunda gelerek mülakatı ve gününü haber vermişti: 17 Kasımdaydı.

Haberim olduğu zamandan beri 17 Kasım’a kadar yaklaşık üç aylık bir süreç vardı. Bulabildiğim her fırsatta Yeşim’le birlikte davalara girerek onu izliyordum onun bürosunda işlerin nasıl gittiğine bakıyordum emsal davaları inceliyordum kararlar nasıl verilmiş ona bakıyordum hukuk kitaplarını karıştırıyordum ama yetişmeyecek korkusu her geçen gün daha fazlalaşıyordu.

Bu süreçte Eymen ve Eyşan’ın ilişkisi son hızı bırak ilerlemiyordu bile aralarında bir şey eksikti bunu görüp anlıyordum ama nedenini bilmiyordum ben olduğumu sanmıyordum yürümeyen bir ilişkinin bitmeme sebebi neydi bilmiyorum ama Eyşan’la karşılaştığımız her gün bana karşı daha öfkeli daha sabırsız ve daha nefret dolu oluyordu bunu biliyordum.

Her şeyin sorumlusu olarak beni gördüğünü biliyordum ama Eymen kendinden emin değilse bu neden benim problemim olmalıydı? Ya da Eyşan’la ilişkisi yürümüyorsa bu yine benim problemim olmaktan çıkmıştı başka bir şey vardı, birbirlerine mecburlardı ve bunun sorumlusu ben değildim o yüzden önceki zaman gibi kendimi suçlamıyordum öncesi gibi onları gördüğümde kötü hissetmiyordum. Eymen aylar önce söylediğini yapmayarak Eyşan’dan ayrılmamıştı ama evlenmemişti de. İletişimimiz merhaba merhabadan öteye gitmiyordu gitmezdi de zaten.

Bu gece evimde geçireceğim ev eşyalarımın bazılarının eksik olduğu ama kendim olduğum ilk geceydi.

Şu anlık sahip olduğum tek temiz çarşafın üzerinde uyuyacaktım, içimde yenilenmiş olmanın huzuru vardı.

Mülakat yapılmasını kendim önermiştim bu yüzden yapılacak olan mülakat benim tek gidiş yolumda diğer taraf fazlasıyla uzundu, bu işi halletmem gerekiyordu burada çalışmaya başladığım an elim güçlenecekti kendi çevremde istediğimi yapabilecek herhangi bir durumda avukatım dediğim her anın altını doldurabilecektim ve en önemlisi ailemin dava dosyasını incelerken gördüğüm her şeyi sorgulayabilecek, dosyaya bakan herkesi bilen bir göz olarak rahatsız edebilecektim.

Taşındığımı duyan Ressler birkaç kez arayıp konuşmaya çalışmıştı ama izin vermemiştim aramızda çok fazla ülke vardı, üstelik tekrar birisine tutunmayacaktım bu büyük bir hataydı.

Günün yorgunluğuna daha fazla dayanamadan gözlerim kapandı.

 ⚖

Kasım ayının ikinci haftasındaydım ve istediğim kadar yol alamadığımı biliyordum çünkü eve taşınma işi çalışmalarımı biraz aksatmıştı.

“İki günüm kaldı ve çok gerginim.” Dedim Yeşim’e dönmeden önümdeki TMK kitabını incelemeyi bırakıp kitabı elimle böldüm.

“Yapabilirsin, eğer başarısız olmanı istiyorlarsa en çok medeni kanundan soru gelebilir iki buçuk ayda yapabileceğinin en iyisini yaptın tamam…” dedi durdu beni kırmamak için doğru kelimeyi aradı bunu anladım.

“Dört yılda aldığınız eğitimi iki aya sığdıramadım bu mülakatı akıllarına sokmam delilikti.”

Kafasını iki yana sallayıp dudağını yaladı Yeşim ardından gözlerini üzerime dikti. “İki ayda yapabileceğinin en iyisini yaptığını söylüyorum.

“Başaramayacağım…”

Başımı önüme eğip ellerimin arasına aldım. “İki günüm kaldı.”

“Başaramazsan bile dünyanın sonu değil danışmanlık verirsin, uluslararası çalışırsın zaten Aralık, Ocak altı ay sonra sınav daha iyi çalışırsın.”

Kaderi değiştirmeye çalışmak onu sadece ıskalamaktı.

Saat yediden sekize doğru ilerliyordu bugün yemeğimizi ofise söylemiştik Yeşim hemen eve gitmemişti.

“Eve gidip bütün çalıştıklarımın üzerinde geçeceğim.”

Türk Medeni Hukuku kitabını Yeşim’in masasının üzerine bıraktım bu dönemde yeteri kadar kitap edinmiştim.

“Ben eve gidip hiçbir şey yapmayacağım.” Dediğine ona özendim.

“Mülakattan sonra Furkan ile seni yemeğe davet etmek istiyorum.” Yeşim gözlerini büyütüp gülümsedi. “Olur dört gözle bekliyorum sizi Avukat Hanım.”

Birlikte ofisten çıktık o kendi arabasına ben kendi arabama bindim. Bu aralar içimden geçen bir diğer mevzu bu iş konusunu dedeme açmaktı belki bir şeyler yapabilirdi ama bu konuda kafam fazlasıyla karışıktı.

Sonunda derin bir nefes alıp, gözlerimi yola odakladım.

Arabamı eve yakın bir sokakta sürerken, birden polis ışıkları arkamda yanmaya başladı. Bir an için ne olduğunu anlayamadım, ama hemen arabayı kenara çektim. Kalbim hızla çarpmaya başladı; o kadar tuhaf bir his vardı ki, içimde. Bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordum, ama neydi, ne oluyordu?

Arabayı durdurup camı biraz araladım. Polis, normalden biraz daha dikkatli bir şekilde yanıma yaklaşıyor, sanki beni bekliyormuş gibiydi. Gülümsedi ve “İyi akşamlar, kimliğinizi ve ruhsatınızı alabilir miyim?” dedi.

“Bir sorun mu var memur bey?” dedim tedirginlikle çünkü normal yolumda ilerliyordum evime iki dakika bile yoktu sorun neydi?

Ne kadar sakin görünmeye çalışsam da içimde bir yerlerde bir şeyler çok hızlı bir şekilde dönüyordu. İstekleri üzerine ehliyet ve ruhsatımı uzattım bana burada tek sıkıntı çıkartabileceğini düşündüğüm şey ehliyetim olabilirdi henüz burası için geçerli bir ehliyetim yoktu ama yıl içerisinde altı ay kullanabiliyorduk o yüzden hemen bir sıkıntı görmemiştim.

Polis, elindeki belgeleri kontrol ederken, bir süre sessiz kaldı. Ardından, “Sizi durdurmamın bir sebebi var,” dedi, sesi daha ciddi bir tonda.

“Aracınızda bazı ihlaller fark ettik.”

Bu kelimeleri duyduğumda, beynim bir anlığına durmuş gibi oldu. “Hangi ihlali? Ben herhangi bir kural ihlali yapmadım,” dedim, biraz da şaşkın bir şekilde. Ne demek istiyordu?

Polis daha da ciddileşerek devam etti, “Öncelikle, araç ruhsatınızla ilgili bir durum var. Ayrıca, hız sınırını aştınız. Bu sebepten dolayı aracınız bağlanacak ve ehliyetinize el konulacak.”

Hız sınırını geçip geçmediğimi hatırlamak için hemen gösterge paneline baktım ve hatırlamaya başladım hız sınırı ihlali yapmamıştım.

Sakin kalmaya çalışarak “Hayır memur bey hız sınırı ihlali yapmadım,” etrafımıza baktım eminim evlerden, kafe ve balıkçı restoranlarından bu kanıtlanabilirdi.

Polis, bakışlarındaki kararsızlıkla birkaç saniye sessiz kaldı. Ama sonra, “Hakkınız var,” dedi, “Siz itiraz edebilirsiniz. Ancak şu anda yapabileceğimiz bir şey yok.”

Sağ elim direksiyondayken cama doğru dönebildiğim kadar döndüm, gerginlikten direksiyonu sıkıyordum.

“Tabii ki itiraz edeceğim işinizi usulsüzce yaptığınızı anlıyorum. Ayrıca aracımda bir eksik belge olduğuna dair kanıt sunulmadı. Bu yüzden aracımın bağlanması, doğru bir işlem değil. Eğer eksik belgelerle ilgili bir ceza verilseydi, önce bana yazılı bir bildirim yapılması gerekirdi, peki ehliyetime el koyma gerekçenizi öğrenebilir miyim? Herhangi bir ceza ile siz şu an arabamı bağlamak ve ehliyetime el koymak istiyorsunuz doğru mu anlıyorum?”

Polis memuru arkasında kalıp polis arabasının yanında duran diğer memura kafasını çevirdi başka bir şey dönüyordu.

"Artık resmi işlemlere başlandı şu anda yapabileceğimiz bir şey yok. Gerçekten bir hata yapmadığınızı düşünüyorsanız, mahkemeye başvurabilirsiniz."

Rana, biraz sakinleşmeye çalışarak, "O zaman adil bir şekilde, her şeyi gereği gibi kontrol edin. Benim hakkımda yapılan bir haksızlık var ve bunu ispat edeceğim, dediğiniz gibi yarın ilk işim sulh cezaya gitmek olacak." Dedim kendimden ve bir hata yapmadığımdan emindim.

Bir süre gerilimli bir sessizlik oldu aramızda. Polislerin üzerime bu kadar dikkatle odaklanmasının tesadüf olmadığını biliyordu.

Arabadaki eşyalarımı toplayıp istemeden indim. Polis memuruyla birbirimize bakarken “Yasal süreci takip edeceğim. Arabamın yanlış bağlanmış olması durumunda, bu işlemin iptal edilmesi gerekecek. Cezanın ve bağlamanın yanlış olduğu tespit edilirse…” dedikten sonra hemen bir nefes aldım. “ki edilecek maddi kaybımı da talep edeceğim. O yüzden işlemleri dikkatlice yasal zemine uygun mu tekrar kontrol edin diyorum.”

Arabamın anahtarını vermeden önce “Ben de memuriyetinizden bir vatandaş olarak şüphe duymaktayım kimliklerinizi görebilir miyim?” dedikten hemen sonra alayla yüzlerine baktım. “Siz bana bir gerekçe göstermediniz ama ben size gösteriyorum; POLİS VAZİFE VE SALȂHİYET KANUNU 4/A maddesi çerçevesinde (“Polis, görevini yerine getirirken, kendisinin polis olduğunu belirleyen belgeyi gösterdikten sonra, kişilere kimliğini sorabilir. Bu kişilere kimliğini ispatlamaları hususunda gerekli kolaylık gösterilir.”), polislerin görev sırasında kimliklerini göstermeleri gerekmektedir. Eğer bir polis memuru, kimlik göstermekte ısrar ediyorsa ve vatandaş doğru bir şekilde talep ediyorsa, bu talep yasal bir haktır.” Dedim en azından birkaç işime yarayacak bilgi öğrenmiştim.

Polis memuru bunda da tereddüt ederek kimliğini uzattı, “Ahmet Alper Karakoç.” Diye sesli bir şekilde okudum ve arabamın anahtarını uzattım burnundan getirecektim bunu bu işte başka bir şey vardı.

Kenara doğru çekildiğimde arkadaki polis arabasına Ahmet olan ise benim arabama bindi.

Kafayı yiyecektim.

Çantamı omzuma taktıktan sonra eve doğru yürümeye başladım bu sırada bana yardımcı olabilecek tek kişinin Başsavcı Cihat Bey olduğunu düşünüyordum ama numarası telefonumda yoktu bu yüzden hemen Yeşim’i aradım ve olanları anlattım biz konuşurken eve girmiştim sinirden hemen çantamı yere attım. “Durduk yere arabamın durdurulması, bağlanması ve ehliyetime el koyulması? Ne demek bu?”

“Yarın sabah yedi gibi seni evinden alıyorum, hemen mesai başlangıcıyla birlikte suç duyurusunda bulunuyoruz ben ne böyle bir şey gördüm ne de böyle bir şey duydum!”

İçime düşen korkuyla “Yeşim ya arabamı çalmışlarsa?” dedim tamam kimliğine bakıp adını almıştım ama ya kimlik sahteyse o zaman ne olacaktı?

“Ben hemen Furkan’a söylüyorum o baktırsın seni arayacağım tamam mı?”

Görmese de kafamı salladım. “Tamam.”

Salondan çıkarak attığım çantamı kapının önünden aldım kapımı kilitledim ardından yatak odama geçip üzerimi değiştirdim bu sıralarda gözüm hep telefondaydı ve beklediğim telefon geldi.

“Evet?” sabırsız sesime karşılık Yeşim’in biraz daha rahatlamış sesiyle “Polismiş, çalınmadı araban ama neden yaptığını bilmiyorum dediğim gibi yarın ilk iş Cihat babamın yanına gideriz.”

Daha sakinleşmiş bir sesle “Tamam.” Dedim. “Avukatın olarak bu olayın davacısıyım için rahat olsun.” Dedi biraz daha şakaya vurarak “Tamam Yeşim sabah görüşürüz, iyi geceler.”

Telefonu kapattıktan sonra bugünlerimin olaysız geçip gitmeyeceğine adım kadar emindim.

Sabahın ilk ışıklarıyla uyanmış olsam da geceden kalan huzursuzluk içimde varlığını belli ediyordu. Başım ağrıyordu hiçbir şey yapmak istemiyordum bugün ama Yeşim’in gelmesine yarım saatten az bir vakit vardı bu yüzden ilk elime gelen vücuda tam oturan, koyu lacivert renkli ince pantolonu yatağın üzerine bıraktım. Hemen diğer köşeye geçerek bu kez üstüne bir şeyler aradım, çoğu eşyam eve gelmişti ama yerleştirmediğim şeyler vardı daha etiketini bile sökmediğim koyu kahve gömleği askıdan aldım fazla uğraşamayacaktım.

Yeşim, tam söz verdiği saatte kapının önündeydi. “Günaydın.”

Güneş havada parıl parıldı güneş gözlüğümü çıkartmadım bu Yeşim’in gözünden kaçmadı. “Kafalar dağıtılmış.” Dediğinde kafamı salladım usulca yola çıktık. “En azından sadece kendi kafamı.” Dedim.

Yol boyunca bir yandan telefonla Furkan’la konuşuyor, bir yandan da bana polisle yaşadığım olayın eşi benzeri olmadığını anlatıyordu olayın üzerinden adliyeye varana kadar tekrar tekrar geçtik.

Adliyeye vardığımızda Furkan bizi karşıladı. Öfkeli olduğu her halinden belliydi. “Rana, böyle bir saçmalık olamaz. Aracı kontrol ettirdim, araç bu otoparka çekilmiş.”

Bir an için duraksadım aracım burada ne arıyordu? “Ne otoparkı?”

Yeşim’in gözleri kısıldı. “Hâkim ve savcılara özel otoparktan bahsediyorsun değil mi?”

Furkan başını salladı. İçimde garip bir his dolaşmaya başladı. Bunu ancak içerden birinin yapmış olması gerekiyordu ve aklıma gelen ilk isim istisnasız Eyşan oldu.

Daha fazla vakit kaybetmeden içeri girdik. Şikayet dilekçemizi yazdırmadan önce Furkan, kamera kayıtlarını inceleyip almamız gerektiğini söyledi. Polis memurlarının arabamı buraya çektiğini görmek bile sinirlerimi bozmuştu ama esas mesele biraz sonra yaşandı.

Tam kayıtları incelerken, bir polis memurunun birine küçük bir anahtar uzattığını gördüm. Ekrana eğildim. Görüntü çok net değildi ama o duruş, o saçlar, o kendinden emin, hafif ilgisiz bakış…

Sinirle masaya doğru eğildim kamera kayıtlarına dikkatlice baktım.

Yeşim’in sesi duyuldu yanımdan “Bu… Eyşan değil mi?”

Mideme bir ağrı saplandı. Evet, oydu.

Eyşan dün birebir adını öğrendiğim polisten arabamın anahtarı aldıktan sonra sakince yürümeye devam etmişti sanki ortada anormal bir durum yokmuş gibi.

İçimde kaynayan öfkeyi zor bastırdım.

Yeşim’in sesi buz gibiydi. “Arabana ne oldu bilmem ama birileri onu buralara kadar sokabilmek için içeriden bir yardım almış. Ve biz o kişinin kim olduğunu çok iyi biliyoruz.”

Derin bir nefes aldım ve Furkan’a döndüm. “Bu görüntüleri başsavcıya gösterelim.”

Furkan başını salladı, Yeşim ise hâlâ öfkeli bir şekilde ekrana bakıyordu. “Eğer Eyşan bu işin içindeyse, bu mesele düşündüğümüzden daha büyük olabilir.”

Madem bana hiçbir şey yapmadığım halde zarar vermek istiyordu kendisine bir kötülüğüm olduğunu düşünüyordu o zaman asıl kötülüğü görecekti.

“Video kaydını alabilir miyim? Yarın iş dönüşü ben birebir görüşeceğim kendisiyle.” Dedim, Yeşim aniden karar değiştirmeme şaşırdı gözlerim o sırada tekrara alınmış videodaydı Eyşan arabanın anahtarıyla uzaklaşıyordu.

“Ne yapacaksın?” Furkan’ın sorusunu uzatmadan lafı dolandırmadan cevapladım. “Sorunumuz Eymen’den kaynaklanıyor bu yüzden o çözecek, nişanlısının tırnaklarını üzerimden çekemezse ben ne yapacağımı biliyorum.”

“Rana, neden yaptığı zaten açık, Eymen’in haberi olduğunu sanmıyorum bunu yapman sadece Eymen’i kışkırtıp aralarını açmak-”

“Furkan sen ne anlatıyorsun?” diye yükseldim, evet bana çok büyük bir yardımı dokunmuştu o araştırıp aracımın burada olduğunu söylemeseydi şu an elimde sadece şikayet dilekçem olacaktı bunun için çok minnettardım.

“Ben aylardır ikisinden de olabildiğince uzak duruyorum, aralarında benim yüzümden çıkabilecek hiçbir probleme izin vermemeye çalışıyorum asıl beni kışkırtan o! Yardımın için sana ne kadar minnettarım bilemezsin.”

Furkan biraz duraksadıktan sonra, "Eymen’in senin kadar tepkili olacağına emin misin? Bu durum onu zor durumda bırakabilir," dediğinde her şeye kafamı salladım şu görüntüleri bir an önce alıp çıkmak istiyordum.

Yeşim, Furkan’a döndüğünde gözlerini büyüttü. “Onların arasında hayatım. Problem Eyşan ve bu Eymen’i çokça ilgilendiriyor.”

Görevli tarafından uzatılan flaş belleği aldım ve Furkan’a döndüm. “Bu arada evet.” Dediğimde hangi anlamda diye kafasını salladı “Eminim. Eğer Eyşan bu kadar ileri gitmeye cesaret edebiliyorsa, o zaman işler daha da büyüyecek bunu göze almalı baktım Eymen halledemiyor halledebilecek illa biri çıkar.”

Kapıya doğru yöneldiğimde kendi kendime konuşmaya devam ettim. “Baktım sorunlar çözülmüyor tamamen ortadan kalkar.”

Daha önce geldiğim için tanıdık gelen birkaç tabelayla Eymen’in odasını arıyordum yürüdükçe beni uğraştırdığı işlere daha çok sinirleniyordum bugün evimde durup mülakat için son günümü iyi değerlendirmem gerekirken aptal işlerle uğraşıyordum hem de ne uğruna? Bir adamın göze alamadığı bir şey için ben koşturuyordum.

Kalem odasına geldiğimde açık kapıdan içeriye girdim, “Buyurun?”

“Eymen odasında mı?”

“Eymen Savcı…” dedikten sonra duraksadı, “Ne için arıyorsunuz savcımı?”

“Ben Eymen Savcıyı aramıyorum.” Dedim sesim sert çıkmıştı “Ben Eymen’i arıyorum.”

Ben bir zamanlar bana savcı olan adamı aramıyordum.

“Odasında yeni geldi.”

İstediğim cevap buydu, kalbim hızla çarparken derin bir nefes aldım. Odasının önüne gelince bir saniye bile düşünmeye fırsat vermeden kapısını açtım eğer durup düşünseydim kapıyı çalıp girecektim bunu yapmam ise öfkemden eksilecekti.

Eymen masasında oturuyordu, başını kaldırıp bana baktığında hemen gözlüğümü çıkarttım gecem boktan geçmişti iyi bir uyku uyuyamamıştım ağlamıştım, içmiştim kendimi tanıyordum ve biliyordum gözlerim kıpkırmızıydı.

Gözlüklerimi çıkartırken, Eymen’in yüzündeki değişimi fark ettim kim ki kapıyı çalmadan giren diye baktığında beni görmeyi asla beklemiyordu bir anda, her şeyin hızla değiştiğini hissettim. Gözlerimle karşılaştığında, sanki tüm oda bir anda sessizleşti; nefes seslerimiz bile gelmedi kulağıma.

Masanın kenarını tutarak sandalyesini ittirip kalktı. "Rana... Ne oldu?” sesinde bariz hissettiğim endişe vardı.

"Senin yüzünden!" derken sesim titremişti, sinirdendi.

Bir an için, Eymen’in yüzü değişti, gözlerinde belirginleşen şaşkınlık anlayamadığı için kafasında yaşadığı karmaşayla yüzü gerildi.

“Ne?”

Elimdeki gözlüğü, öfkeyle masasına fırlattım. "Çok sevgili harika nişanlın dün gece arabamı bağlattı, ehliyetimi aldı!" dedim, her kelimede biraz daha patlayan öfkemle.

"Eyşan mı?”

‘Başka nişanlın mı var?’ demek geçti içimden ama onun yerine işaret parmağımı ona uzatıp “Ya ben sizden kaçıyorum.” Dedim, “Ben sizden kaçıyorum sırf tekrar o mahkemedeki olay tekrarlanmasın diye kaçıyorum senden Eymen! Beni sen öptüğün halde senden nefret etmemi beklediğin halde bin kere düşünüp yine de yaptığın halde suçlu benmişim gibi senden kaçıyorum.”

Ellerimi sertçe masaya yasladım. “Hiç derdim tasam yokmuş gibi sen ve senin çocuk nişanlınla uğraşıyorum hangi geçmiş gün seninle aramızda merhabadan ileri bir şey geçti de dün gece başıma geldi?”

Ne söyleyeceğini, nasıl karşılık vereceğini bilemiyordu. Yavaşça bir adım daha attı, “Rana…” diye mırıldandı.

“Hangi gün Eymen?” sesim giderek artıyordu “Bu kadın aramızda ne geçti sanıyor ki ben bunlarla uğraşıyorum?”

“Eyşan’la konuşacağım.” Dedi sadece.

Eymen’in gözlerinde bir şey daha vardı, bir anlık belirsizlik ne yapacağını bilmiyordu.

Benim öfkem, her geçen saniye büyüyordu. Gözlerim ona sabitlendi, nefesim hızlanıyordu. “Ne olduğunu anlamıyorsun, değil mi?” diye çıkardım dişlerimi, sesim zorla kontrol altında kalıyordu onun makamıydı ters bir şey yapıp mesleğine bir zararım dokunsun istemiyordum.

Sormamakta direndiğim beni ilgilendirmediğini düşündüğüm soru birden ağzımdan çıktı. “Neden Eyşan’a geri döndün?” duraksamadan her aklıma geldiğinde beni yerle bir eden diğer soruyu da sormuş bulundum “Ya da zaten ayrı değildin ikinci kadındım?”

Yutkunduğumda “Hangisi?” dedim.

Bütün bunların açıklaması ikinci seçeneği gösteriyordu.

Eymen, adım adım bana yaklaşırken gözlerinde derin bir boşluk vardı, sanki ne söyleyeceğini bilemiyordu.

Bir an duraksadı ve sonra derin bir nefes alarak kafasını eğdi. “Rana, gerçekten her şey o kadar basit değil…”

"Basit değil mi? Gerçekten mi, Eymen?" diye bağırdım. "O zaman neden ben hâlâ burada duruyorum? Neden hâlâ her şeyi sindirip sana soru sormak zorunda kalıyorum?"

Cevap vermediği sürede tekrar sesim odada yankılandı. “Bu kadar basit değilse ben neden öyle görünüyorum?”

Kafamı salladım hemen “Hadi, seni dinliyorum. Ne oldu da her şey bu hale geldi?” dediğimde ellerimi iki yana açtım.

Eymen bir an için bana bakarak derin bir nefes aldı. “Seni ilgilendirmez.”

Eymen'in söylediği bu son söz, adeta içimde patlayan bir bomba gibi oldu. Bir an için her şeyin donduğunu hissettim; zaman, ses, nefesler… Her şey silindi.

Birden başımı sağa sola sallayarak, ellerimi masaya vurup bağırdım. “Beni ilgilendirmiyor mu? Beni ilgilendirmiyor mu Eymen?” Sesim o kadar yüksek çıktı ki, odanın duvarları bile sanki sesime tepki verdi.

Gözlerim kıpkırmızıydı, içimdeki her şey patlayacak gibiydi. Eymen’in tavırları beni daha da deliye çevirmişti. Ona yaklaşarak parmaklarımı masanın üzerine tekrar sertçe vurup, “Ne demek ‘seni ilgilendirmez’?” diye bağırdım. “Beni ilgilendirmiyor mu? Benimle ilgili her şey senin yüzünden oldu Eymen! Düşünmeden hareket ettiğin her şeyin sonunda ben buradayım.”

Yavaşça ona doğru yürüdüm, her adımımda hiddetimle büyüyen bir mesafe vardı.

Bir anlık sessizlik oldu. O an, içindeki yıkımın dibe vurduğu andı. Sadece nefes nefese kalmıştım hayalimde bu odayı onun başına yıkıyordum ama kendime yakıştıramadım. Kalbim hızla çarpmaya devam ediyordu,

Eymen, yanıma gözlerinde belirgin bir korku ile yanıma yaklaştı ve nereden çıkarttığını anlamadığım bir su şişesi uzattı “Sakinleş.” diye ekledi.

Karşısındaki sandalyeye oturdum elim titreye titreye şişeye uzandım benim yerime Eymen kapağını açıp uzattı şişeden birkaç yudum aldıktan sonra uzanıp elinden kapağı aldım üzerine su atmaktan korktum desem daha yeriydi.

Eymen, birkaç saniye boyunca sessizce beni izledi. Hızla aldığım derin nefesin ardından, bana biraz daha yaklaşarak gözlerinin içine baktı. Şişeyi masanın üzerine koymuş, ellerimi kollarımı çapraz yaparak sakinleşmeye çalışıyordum, ama o an içimdeki fırtına dinmeyecekti.

"Kusura bakma, haddimi çok aştım." dememle birlikte, Eymen’in yüzünde bir değişiklik oldu, ama hemen bir şey söylemedi. Sanki hâlâ ne diyeceğini bulmaya çalışıyordu.

Eymen’in cevapsız kalması, içimdeki öfkenin daha da büyümesine yol açıyordu. Beklentim, bir açıklama ya da bir şeyler daha duymaktı, ama o bana sadece boş bir bakışla karşılık veriyordu. Uzatacağım bir mesele yoktu aradığım cevapları vermiyordu o zaman herkes kendine yakışanı yapmaya devam edecekti.

“Eyşan’dan şikayetçi olacağım.”

Yutkunup ellerimi saçlarımdan geçirdim bu sırada kafamı kaldırdığımda Eymen’in hâlâ bana baktığını gördüm.

“Yarın mülakata gidecek bir arabam yok araba kiralayacak bir ehliyetim yok ve onu şikayet etmeden ne arabaya ne ehliyete elimi sürmeyeceğim.”

Vazgeçmeye çok yaklaşmıştım her şeyden ama beni yine alt üst eden bir şey oldu ve Eymen “Seni ben götüreceğim.” Dedi.

“Sen sadece üstüne düşeni yapıp Eyşan’ı üzerimden al.”

Bir süre sadece sessizce birbirimize bakakaldık. “Seni ben götüreceğim.” diyen bu adam, daha önce hiçbir şey yapmıyormuş gibi hissettiriyordu. Şimdi ise, birdenbire yardım etmek isteyip verdiği zararın üstünü kapatıyordu.

“Konu kapandı Rana, nereye istiyorsan şikayetçi ol yarın seni ben götüreceğim her şey başına benim yüzümden geliyor bunu değiştirmeye buradan başlayacağım.”

Alayla güldüm ve kafamı iki yana salladım. Korkak bir adamdı ve değişimden bahsediyordu. “Bunu değiştirmenin tek yolu var ve ben de o yolu seninle geçmek zorunda kalmayacağım."

 

 

Bölüm : 02.03.2025 00:47 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...