17. Bölüm

Mezarlıkta Kuru Çiçek

Fâhte
faahte

Ne hissettiğimi bilmesine gerek yoktu çünkü o hislerinde gerçekçi olsaydı bugün karşımda yabancı bir adam oturmazdı.

Bebek’te Boğaz’a nazır bir restoranda oturuyorduk. Gözlerim masanın üzerinde duran yarı dolu şarap kadehine takılıydı.

“Şimdi ne olacak?” dedim Eymen'in yüzüne bakarak. “Hayatımız nasıl ilerleyecek?” diye devam ettim konuşmama.

Durgun, tepkisiz yüzünü benden başka her yere çeviriyordu. Eymen sessizdi. O da denizi izliyor gibi görünüyordu ama bakışları bir noktaya sabitlenmişti. İçimde sabırsız bir huzursuzluk kıpırdandı.

“Ben Eyşan'dan ayrılacağım,” dedi sonunda.

Derin bir nefes aldım. Bunu duymayı bekliyordum yüzüğü sana aldım dediği zaman aramızda böyle bir konuşma geçeceğini anlamıştım ama bunu istemiyordum. Sözleri, ruhuma ağır bir taş gibi oturdu.

“Bunu yapmanı istemiyorum,” dedim içimdeki ferahlıktan utanıyordum. “Onu bırakıp benimle olacağını da düşünme. Fırsatlardan yararlanmış olabilir nasıl oldu bilmem ama bu seni sevdiğini değiştirmez.”

Uzun bir süre yüzüme baktı. Konuşmaya başladığımızdan beri ilk defa gözleri gözlerimdeydi. Bakışlarındaki derinlik beni olduğum yere daha da sindirdi.

“Bu kadar mı?” dedi sakince ama içinde dinginlik yoktu bunu hissedebiliyordum.

“Bu kadar.”

Gözlerimi ondan kaçırmadan konuştum. “Senin söyleyecek bir sözün var mı?”

Bir an sessizlik çökünce içimde bir şeylerin kırıldığını hissettim.

“Peki ya...” dedi ama sustu.

Ne söyleyeceğini bekledim, kalbim hızla çarpıyordu.

“Benim hissettiklerimin bir önemi yok mu?” dedi nihayet.

Masadan kalktım. Kaçmam gerekiyordu bu konuşmadan, bu yoğunluktan.

“Bunu birisini harcayarak yapamam,” dedim kararlı ama titreyen bir sesle.

“Yapma! Rana.”

“İçim rahat, Eymen. Gerçekten. Sen de alışırsın. Görüşürüz yine, denk geliriz Yeşimlerde bir akşam yemeğinde.”

Sözlerim benden hızlı akıyordu. Kendimi tutamaz hale gelmiştim.

“Ne bileyim, bir davama yardım edersin, başka bir gün...”

En kötü ihtimalle... sana yine ihtiyaç duyarım ama haberin olmaz, diye geçirdim içimden.

“Bu taraftan bakınca evine döndüğünde sana zararı olmayan bir kadın olurum.”

Gözleri kısıldı, ses tonu daha sertti şimdi.

“Bunu mu istiyorsun? Zararsız bir kadınla evlenmemi mi?”

O da ayağa kalkmıştı.

“Evet! Ölmeyeceğin biriyle olmanı istiyorum,” dedim inatla ama hissettiğim bu değildi. Yeşim’e “aşk değil yeterli değil dediğimde ben de bunun öylesine bir şey olduğunu ihtiyacım olduğunda yanımda olduğu için böyle bir şey hissediyorum sanmıştım ama kendi kendime kaldığım birkaç günde bazı hatalar yapılmış ve bazı duygular derinleşmişti.

Ne hissettiğimi bilmesine gerek yoktu çünkü o hislerinde gerçekçi olsaydı bugün karşımda yabancı bir adam oturmazdı.

İncecik bir sessizlik yankılandı aramızda.

“İyi,” dedi sonunda. “Ölmeyeceğim biriyle evleneceğim. Eyşan da çok iyi birisi. Peşinde de seninki gibi katiller yok zaten!”

Sözleri bir hançer gibi saplandı ruhuma. Gözlerim dolmuştu ama güçlü kalmaya çalıştım.

Ben bunu ilk tanıştığımızda aramızda bir şey yokken demiştim ama bu şekilde değil. Böyle bir öfkeyle, böyle bir kopuşla değildi. Çok kırılmıştım.

Evet, ben bunu demiştim ama bu şekilde değil. Böyle bir kırgınlıkla değildi; o beni çok kırıyordu.

“Evet, peşinde katiller yok,” dedim sertçe. “Koruman gereken, sürekli gözetip haber alman gereken biri değil Eyşan. Eminim seni de üzmez, seni de sen gibi bırakıp gitmez!”

Eymen sinirle saçlarını karıştırdı. Oturduğumuz masaya gözlerini dikti, sanki orada çözüm arıyormuş gibi. Sonra tekrar bana döndü. “Bunu mu istediğimi sanıyorsun? Altını üstünü bilmeden-”

“Eymen.” Dedim nefesimi vererek, sağ elimi yumruk yaparak masaya dayadım bir yerden destek almam lazımdı.

“Ne fark eder Eymen?”

Ben anlamamakta direnirken o anlatmak için direnmedi karşısında bunu neden yaptığını anlatması için kıvrandığımı fark etmedi.

“Umarım düğünüme burada olursun,” dedi soğuk ama keskin bir sesle.

Elimle yanağıma süzülen yaşları sildim. Güçsüz görünmek istemiyordum ama kendime engel olamıyordum. Kafamı salladım kafamı denize doğru çevirdiğimde cama daha çok odaklandım kendi yansımamı görüyordum.

Tam o anda yaşlı bir adam aramıza girdi. Kaşları çatık, yüzünde kızgın bir ifade vardı.

“Oğlum, yazık değil mi bu kıza? Ağlattın! Evleneceksen niye yüzüne söylüyorsun?” konuştuğumuz her şeyi duymuştu.

Eymen’in yüzüne bakmayı istemiyordum ama canımı yakmıştı ve yakmaya devam edecekti ben ise yandığım kadar yakmak isteyen biriydim o bunu bilmiyordu. Yaşlı adamın varlığını umursamadan bir adım öne çıktım.

“Sana da yemin olsun,” dedim içimdeki acıyı bastıramadan, “en ön sıradan ben alkışlayacağım seni.”

Sözlerim havayı ağırlaştırdı. Eymen şaşkınlıkla donakaldı. Gözleri benimkileri tararken bir şey bulmaya çalışıyor gibiydi ama kırgınlıktan başka hiçbir şey bulamazdı.

Araya başka bir teyze girdi sanırım az önce amcanın eşiydi. “Aldın mı cevabını, oğlum? Öyle lafa böyle cevap verilir işte!”

Teyzeyi de umursamadan merdivenlere yöneldim.

Bu buluşma Eymen’den özür dileyip ilişkisini rahatça yaşamasını söylemek içindi. Hiçbir şekilde rahatsızlık vermeyecektim, verebilecek her durumdan kaçınacaktım ama Eymen konuşmak istediği şeyi öncelik yaparak bu yıkıma sebebiyet vermişti.

İlk gördüğüm taksiye el kaldırdım. Binerken derin bir nefes aldım. Gülay teyzenin adresini verdim. Gözlerim hâlâ yanıyordu ama artık bu savaşı tek başıma sürdürecektim.

Taksi fazla ilerlemeden “Affedersiniz, gideceğim yer değişti.” Diyerek gitmek istediğim yeri söyledim.

İlk defa isimleri yazılı mezar taşlarına baktım.

Beril Soner ve Tarık Soner.

Titreyen elimle birinin üzerine zar zor koydum. “Sizin bana bir açıklama borcunuz var.” Diğer elimle akan gözyaşımı sildim. Yutkunmaya çalıştım.

Büyümüş otlara, kurumuş çiçeklere baktım. Işık yeterince iyi yansımıyordu, ama görebildiğim kadarıyla elimi toprağa koydum. Çimenler, mezarın etrafındaki taşlar, bileklerimi sıkan kurumuş çiçekler… Hepsi bana, geride kalanlara, bana ihanet etmiş gibiydi.

“Hep kurumuş bunlar,” dedim hıçkırarak. “Çünkü ben yeni geldim. Bunu temizleseydim, bu şekilde kalmazlardı. Daha cesaretli olabilseydim yirmi yıl olmazdı.”

Annemin mezarına baktım, ellerimle toprağa dokundum, her şey soğuktu.

Çiçekleri toplamaya başladım, bir an bile gözlerimden akan yaşları hissetmeden, biriken acıyı hissettim.

“Beni terk ettiğiniz o günden beri, hiçbir şey aynı olmadı. Şimdi okul hayatımı sorarsanız. Ben otuzuma yaklaştım ama tek yapabildiğim.” Nefes aldım. “Yaş ilerletmek.”

Kurumuş çiçeklerin yapraklarını tek tek toplarken, onlarla konuşmaya çalışıyordum. “Beni yalnız bırakıp gittiniz. Bir çocuk tek başına büyür mü? Çok korktum.”

Sesim titriyordu ara ara ağlamaktan konuşamıyordum nefes almak için ise çoğunlukla kafamı karanlık gökyüzüne kaldırıyordum mezarlarına baka baka nefes almak çok zordu.

“Ben, bir aile kuramayacağım. Hep bir eksiklik, hep bir korku kalacak içimde. Hayatımın hep böyle geçeceğinden kimsesiz olacağımdan çok korktum ve neyden çok korkarsa insan onu yaşarmış ya…”

Yutkunduktan sonra bir kıkırdama kaçtı ağzımdan. “Onu yaşıyorum.” Dediğimde kafamı salladım. “Çok uzun bir yaşamım yok ama sizden sonra her günüm üç gün gibiydi.” Dedim bu kez içim öfkeyle doldu.

“Sizin ölümünüz en büyük korkum oldu. Sizden hiçbir şey yok elimde.” Üstüne basa basa söyledim. “Hiçbir şey! Yok! Sadece o yıkık ev var içi eşyalarınızla dolu. Yıktıracağım o evi özgürleştireceğim.”

Annemin mezar taşına yeniden baktım. “Saçlarımı kurutmadan uyumadığım tek gün olmadı ama en kötü günümde senden sonra birisi kuruttu ya işte ben onu senin şefkatin sandım. O an öyle çok senin olmanı istedim ki anne.” Elimin tersiyle dolan gözlerimi sildim. “Hiçbirinin sevgisi bir annenin sevgisiyle denk olur mu?”

Kurumuş çiçekleri, mezarın dışındaki toprağa doğru bırakırken, adeta içimdeki her şeyin bir parçası kopuyordu. Onları bırakmak, bir adım daha ileri gitmek gibiydi.

Bir nefes aldım, Tarık ismi aklımda yankılandı.

“Sen bir baba olmaya çalıştın ama, niye hep kötü insanlarla sen uğraşmak zorundaydın?”

Ben kaybı büyük olan birisiydim ben kaybeden olarak bakıyordum.

Kurumuş çiçeklerin yapraklarını toplamaya devam ettim. “Ben size ne kadar kızsam da siz beni terk etmediniz…”

Derince bir nefes daha aldığımda elimdekileri sıktım. “Biliyorum çünkü beni bırakmak istemezdiniz. Ama ben, sizden sonra her şeyin yükünü tek başıma taşıdım, taşıyorum.”

Bir an durdum, içimdeki boşluğu biraz daha hissettim. “Bana hiçbir şey bırakmadınız. Bir aile değil, bir dünya bırakmadınız bana.” Hava soğuk değildi ama ben çok üşüyordum.

“Siz hayatımın içine etmişsiniz.” Bir süre susup düşündüm karşılık veremeyen bir savunma yapamayan ölü iki kişiyle tartışıyordum anne ve babamla son kavgamı ediyordum.

“Katili bulacağım. Alması gereken ceza neyse alması için elimden geleni yapacağım. Sonra da o evi kaybolup gittiğiniz evi. Yıktıracağım!”

“Çünkü varlığınız, yokluğunuzdan çok canımı yaktı.”

Sendeleyerek ayağa kalktım. Annemin mezar taşına yaklaştım üzerine bir öpücük bıraktım. Sonra kıyamadığım için aynısını babamın adı yazan taşa da yaptım.

“Ben sizi çok özledim.”

Elimden bir türlü atamadığım çiçek kurularıyla mezarlığın çıkışına kadar yürüdüm. Rahatlamam gerekse bile hiç rahatlamış hissetmiyordum. Hemen buradan çıkmak istediğim için hızlı yürümüştüm. Mezarlıktan çıksam da onları arkamda bıraksam da hatta kendi içimde yüzleşmiş olsam bile ağlamam durmamıştı. Gözlerimi kapatıp sakinleşmeye çalıştım. Araba sesleri gelip geçiyordu.

Taksi bulmam eve gelmem on ikiyi bulduğunda utanarak zile uzandım benim evim olmadığı için bir anahtara sahip değildim olmadığım gibi de bahçenin girişini kullanmak da doğru gelmemişti.

Kapı beni bekletilmeden açıldığında kafamı yere eğdim, Gülay Teyze açtı kapıyı yüzünde o tanıdık şefkatli gülümsemeyle. Gözlerim şişti bunu belli etmek istemedim.

“Gel bakalım kızım,” dedi sesinde annelere özgü o her şeyi bilen tınıyla. “Nerelerdesin? Arıyoruz açan yok mesaj atıyoruz bakan yok? Merak ettik Mete içeride seni bekledi uyumadı.”

İçeriye zorlukla adım attığımda Gülay teyze aynı tatlılıkla konuşmaya devam ediyordu. “Hep sen mi ifade alacaksın Avukat Hanım bugün amcanız o işe talip.”

Kelimeleri boğazıma dizilmişti ama gücümü toplayıp zoraki bir tebessümle başımı salladım.

Onun mutfağa adım atışını izlerken içimde derin bir minnettarlık hissettim. Belki de bu eve döndüğümde aslında kendime de dönmeye başlamıştım.

Yalnızca peşinden mutfağa girdim, Mete amca mutfaktaki oturma grubundaydı. Loş ışık etrafa sıcak bir hava katmıştı.

“Geldin mi Rana?” dedi kafasını kaldırıp baktı bugün olanlar yüzünden sanırım ben görmek istediğimi görüyordum Mete amcanın gözlerinde tedirginlik, korku ve merak vardı bunu destekleyen bir şekilde “Aradık o kadar açmadın kızım.” Dedi.

Ellerim titriyordu, gözlerim yanıyordu ama ne olursa olsun sakin kalmam gerektiğini söylüyordum kendime ama olmadı…

Bir an geldi ki tutamadım kendimi ne zamandır hissetmediğim bir sıcaklıkla dolu kalbim. Dudaklarım titredi, boğazıma yumru oturdu kafamı yere eğdiğimde ağzımdan bir hıçkırık kaçtı. Hıçkırarak ağlamaya başladım.

Mete amca, ne olduğunu anlamadan kalktı ve daha bilgili bir şekilde daha babacan bir tavırla omzuma dokundu.

“Rana ne oluyor kızım?” dedi Gülay Teyze, gözleri dolarak sesinde var olan endişeyi o kadar net hissetmiştim ki bu daha çok ağlamama sebep oluyordu.

Beni kollarına alıp sıkıca sarıldı. “Tamam kızım, tamam... Hepsi geçti artık. Biz buradayız. Seni kimse yalnız bırakmayacak,” dedi kulağıma o anne şefkatiyle.

“Ama... Ama geçmiyor!” dedim nefes nefese.

Mete amca varlığını belli ederek “Rana, derin nefes al,” dedi yumuşak ama kararlı bir sesle. “Sadece nefes ver. Şimdi her şey yolunda. Biz buradayız.”

Mete amcanın sakin sesi bir süre sadece arka planda kaldı; içimdeki fırtınanın gürültüsü daha baskındı. Göğsüm sıkışıyor, nefes almayı bile unutuyordum sanki.

“Ben... ben çok yoruldum,” dedim titrek bir sesle.

Sadece ağlıyordum. Her şey için. Kaybettiklerim, geri alamayacaklarım, içimde biriktirdiğim o tarifsiz yalnızlık... Hepsi aynı güne denk gelmişti.

“Tamam kuzum, tamam...” dedi Gülay teyze, sesi şefkatle titriyordu. “Sakinleş biz buradayız”

“İnsan böyle yaşar mı? Daha kaç savaşa tek başıma dayanacağım?” Gülay teyze saçlarımı okşamaya devam ederken Mete amcanın sesi tekrar yankılandı.

“Rana,” dedi yumuşak bir sesle. “Yıllardır yalnız savaşmışsın. Ama her savaşı tek başına vermek zorunda değilsin. Burası artık senin de evin. Ve biz buradayız. Gülay seni evladından ayırmaz, ben de seni bir yabancı gibi görmem. Yüklerini bizimle paylaş, tamam mı? Hepsini bir anda taşımak zorunda değilsin, Rana.”

“Kimse kalmıyor,” dedim tekrar inatla, acı dolu bir isyanla. “Herkes gitmeye çok hevesli!”

Hıçkırarak Gülay Teyze'nin omzunda ağlamaya devam ettim. O ise saçlarımı okşayarak sakinleştirmeye çalışıyordu.

“Bu ev senin kızım,” dedi yumuşak bir sesle Gülay teyze konuşmasına devam ederken, Mete amca elinde bir bardak suyla tekrar belirdi. “İstediğin kadar kalırsın. Hem yalnız olmak kimseye iyi gelmez.”

“Ben kimseye yük olmak istemem,” dedim daha net bir sesle.

“Sen yük değilsin Rana. Burası senin evin. Ne kadar istersen kal. Ama önce şu suyu iç.”

İçimde bir şey çözülmüş gibi hissettim. Yutkunup bardaktan bir yudum aldım.

Derin bir nefes alıp titrek bir sesle konuştum. “Teşekkür ederim... Gerçekten.”

İkisi de ettiğim teşekküre hiç aldırmadı. Gülay Teyze saçımı okşamaya devam etti. “Yalnız değilsin. Hadi otur biraz, sonra her şeyi konuşuruz.”

Mete amca ise daha net bir sesle “Sen dinlen kızım. Her şeyin bir zamanı var. Dertler konuşulur, sevinçler de paylaşılır ama bugün sadece nefes al, tamam mı?”

Kafamı salladığımda “İyi ki varsınız Gülay Teyze,” dedim zoraki bir sesle.

 

Bölüm : 11.02.2025 00:40 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...