
(GENELLİKLE HUKUKİ MÜLAKATLA GEÇEN BİR BÖLÜMDÜR)
“Bir çemberin kapanması, bazen yolun sonu değil, yeni bir başlangıcın işaretidir.”
⚖
Emanet poşetinden eşyalarımı çıkartmakla uğraşmadım ve elime alır almaz merdivenlere yöneldim, tam merdivenin başına geldiğimde yukarıdan inen biriyle göz göze geldim.
Avukat Kerem Akdağ karşımdaydı.
O da beni görünce hafifçe gülümsedi, ama bakışlarında bir merak vardı. Sanki burada olmamı beklemiyordu. Merdivenlerde birkaç adım kala durduk, kısa bir sessizlik oldu. İlk konuşan o oldu.
“Rana Hanım.”
İlk birkaç saniye tepkisizliğime “Rana’ydı değil mi? Doğru hatırlıyorum.” Diye bir soru daha yöneltti. Sesinde kibar ama mesafeli bir ton vardı.
“Evet. Doğru hatırlıyorsunuz Kerem Bey.” Dediğimde elimdeki içi eşyalarımın dolu olduğu poşeti çantama koymak için hareketlendiğimde Kerem başını hafifçe eğip gülümsedi. “Sizi burada görmek şaşırttı doğrusu. Umarım önemli bir mesele değildir.”
Ben ise elimdeki emaneti daha sıkı kavrayarak hafifçe omuz silktim.
“Yok, sadece küçük bir formaliteydi.”
Kerem’in bakışları kısa bir an elimdeki poşete kaydı ama daha fazla soru sormadı. Bunun yerine, hafifçe merdivenin kenarına yaslanarak başını yana eğdi başka bir şey diyeceği sırada sanırım gözleri merdivenlerin başındakine değdi dönüp omzumun üzerinden baktım.
“Gözlüğün…” dedi Eymen sadece ve onu uzattı, buraya indiğimde onu polislere vermediğime emindim demek ki odada fırlattığımda unutmuştum.
Bir iki merdiven inerek uzattığı gözlüğümü aldım.
Kerem, aramızda bir şey olduğunu fark etmiş gibi, merakla bize baktı bu ona yakalandığım ikinci andı. Eymen’in bakışları ise başka bir yerdeydi.
Kerem’e dönerek, hafifçe gülümsedim. “Bana kahve borçlu olduğunuzu söylemiştiniz, değil mi?”
Kerem, şaşkın bir şekilde gözlerini açtı ve ardından gülümsemeye başladı. “Evet, sanırım öyle demiştim.”
Eymen’in gözleri hafifçe daraldı. Bu, onun hoşlanmadığı bir şeydi. Ama yine de sesini çıkarmadı, sadece bize odaklandı.
“Şimdi içelim mi?” diye sordum, Kerem başını hafifçe eğip bir adım daha yaklaştı. “Memnuniyetle.”
Eymen, gözlerini ikimize de çevirdi ve sonunda, derin bir nefes aldı. “Bence bugün yeterince olay yaşandı.”
Gözlerimi Eymen’in üzerine odakladım. Kendi sesimdeki kararlılığı fark etmeden, ona meydan okurcasına söyledim. “Endişelenmeyin artık kolay kolay başımı belaya sokmam.”
Kerem, Eymen’in yoğun bakışlarının arasına girerek nazikçe araya girdi. “Sadece bir kahve, Savcı Bey. Endişelenmenize gerek yok.”
Eymen, gözlerimi bulduğunda bir şey söylemedi. Gözlerinde kararsızlık vardı, ama sonunda bir şey demedi. Sadece arkamdan bakarken, omuzlarını hafifçe kaldırıp bir adım geri çekildi.
Bir an daha durup Kerem’le birlikte merdivenlerden çıkmaya başladım. Eymen’in bakışlarını hissediyordum, ama buna aldırmadan yürümeye devam ettim.
Giriş kata geldiğimizde Kerem’e dönüp istemiyorsa gelmek zorunda olmadığını söyleyecektim ama Kerem benden hızlı davrandı.
“Ne zamandır tanışıyoruz?” dedi, sesinde bir merak vardı birbirimize baktık.
“Baro başkanı savunmamız için bizi seçtiğinden beri tanışıyoruz.” Diye yanıtladım onu.
Kerem, yavaşça başını sallayarak, “Hikayenizin diğer kısmını öğrenmek isterim,” dedi. “ikinci kez size denk geliyorum ve ikinci kez savcı yüzünden zor durumdaydınız.”
Kerem’in sözleri, sanki gizlice bir şeyler öğrenmeye çalışıyor gibiydi. Yavaşça, derin bir nefes alarak, gözlerimdeki kararlılıkla ona baktım. “Evet, sanırım ikinci kez karşılaşıyoruz.” dedim.
Tam çıkışa yöneldiğimizde, Kerem bana dönüp gülümsedi. "Belki de zor durumda olmamanız gerektiğini düşündüğümden, bir şeyler sormak istiyorum," dedi, gözlerinde bir soru işaretiyle. “Ne zaman bir sorun çıksa Eymen Savcı bir şekilde işin içinde oluyor gibi... Yoksa beni de mi bu karmaşaya dahil edeceksin?”
Gözlerimi ona odakladım, bu beklenmedik soru karşısında biraz şaşkındım ama yüzümde hiçbir değişiklik olmadı sadece derin bir nefes alarak, düşüncelerimi toparlamaya çalıştım.
“Benim sınırlarım var. O yüzden, bu tür bir soru doğru değil.” Dedim ve yürümeyi bıraktım. “Bunu daha fazla konuşmak da istemiyorum.”
Kerem, bir an için sustu, ama bakışları hala anlamaya çalışıyordu. Ardından başını hafifçe salladı, belki biraz da tedirgin bir şekilde. “Anladım,” dedi, ancak gülümsemesindeki incelik hala vardı. “Sanırım biraz fazla oldum, özür dilerim.”
Başımı hafifçe sallayarak, hızlıca ilerlemeye başladım. "Fazla değil, sadece yanlış zamanlama," diye mırıldandım, ama sesimdeki netlik, onu rahatsız etmeden söylenmişti.
Buradan çıkmadan önce Eyşan hakkında suç duyurusunda bulunacaktım ve bunu ne kadar erken yaparsam arabama ve ehliyetime o kadar çabuk ulaşırdım. “Ben Başsavcının yanına uğrasam olur mu?”
Kerem hemen kabul etti, kötü bir durum olup olmadığını sordu henüz kendisini iyi tanımadığım için hiçbir şey demedim, rica ile Başsavcı Cihat Bey ile görüşerek Eyşan’dan şikayetçi olmuştum dahası arabamın neden orada olduğunun araştırılmasını istemiştim öylesine, sırf problem yaratmak için aldırmışsa bile emniyet otoparkında olabilirdi ama adliye otoparkında olmasının hiçbir anlamı yoktu arabamla ne yapacağını çok merak ediyordum. Görüntüleri vermiştim adını aldığım polisten şikayetçi olmuştum dün bunları yapacağımı açıkça ona söylemiştim.
Cihat Bey, Eyşan’la aramızda var olan krizi biliyordu en azından mahkeme günü farkına varmıştı. Ciddi bir suçlamaydı ne yapacağını merakla bekliyordum yeğeni ve onun ilişkisini tehlikeye atacak mıydı bilmiyordum ya da bunu yapmasını Eymen engelleyecek miydi? Merakla bekliyordum.
Cihat Başsavcı benimle kapıya kadar yürüdü ona nezarethanede olduğumu ve bunun sebebini kendi utancımdan anlatamamıştım.
Cihat Bey, bana doğru yaklaşırken yüzünde bir ciddiyet vardı ama samimiyetle, "Bazen işler kişisel hale gelmiş gibi hissediliyor, ama unutma, hukukun yolu nettir. Duygularla değil, adaletle hareket etmelisin. Ben de elimden geleni yaparım, ama senin de doğru yolda olman önemli." dedi. Eyşan’la aramızdaki krizi ve mahkeme günü yaşananları ne kadar dikkate aldığını, en azından farkına vardığını anlamıştım.
Kerem’e başını sallayarak, “Nasılsın Kerem?” dedi, ama daha fazla duraksamadan ekledi: “Hadi bakalım, işler yoğun herhalde.”
Kerem gülümseyerek, “İyi, yoğun işte. Ama yolunda her şey,” dedi, yavaşça kapıya doğru ilerleyerek. “Siz nasılsınız?”
Cihat Bey, hafifçe omuz silkerek, “Aynı, işler bitmek bilmez,” dedi ve bana son bir selam vererek dönüp odasına girdi.
Eve gitmem ve kaybettiğim zamanı değerlendirmem gerekliydi bu yüzden Kerem’e dönüp direkt olarak "Kerem, aslında mülakatım için çalışmam gerekiyor. Uzun zamandır odaklanmam gereken tek şey bu ve bugün çok vakit kaybettim." dedim ve biraz içten bir şekilde ekledim. "Özür dilerim, belki başka bir zamanda gerçekten kahve içebiliriz."
Kerem fazla uzatmadan kafasını sallayınca devam ettim. "Biraz daha zamanım olursa seni tekrar ararım, söz."
"Bir şeylerin peşinden koşuyorsan, en iyisi ona odaklanmak. Zamanın olduğunda görüşürüz." Dediğinde kafamı salladım ve aramızda kısa bir vedalaşma oldu.
Adliyeden çıkınca taksi bulmakla uğraştım eve gelmem neredeyse mesai saatini bulmuştu sabahtan beri hiçbir şey yiyememiştim eve gelince hemen atıştırmalık bir şeyler hazırladım ve salona geçerek çalışacağım kitaplarımı öncelik sırasına göre dizdim, yapılması gereken tekrarlarımı yaptım geceyi ders çalışarak geçirmeye karar verdim. Saatlerce gözlerim kitaplarda gezdi.
Saat kaçtı bilmiyorum telefonum çalınca onu yemek masasının üzerinde bırakmıştım kalkıp aldım arayan Yeşim’di, sabah nereye kaybolduğumu sordu. Eymen’le olan problemi anlatmamak için direndim ama beni çileden çıkartıp orada olma sebebim oydu bu yüzden yüzeysel bir şekilde anlatma ihtiyacı duydum en azından benim gözümden bakan birinin bilmesi gerekiyordu. Sabah mülakata birlikte gidecektik.
Sabahın erken saatlerinde, Yeşim’le birlikte mülakat için evden çıkmaya hazırlanıyorduk. Zihnimde gece boyunca çalıştığım bilgiler hala taze olsa da adım adım gerçekleşecek bugünün getireceği belirsizlikler biraz tedirginlik yaratıyordu.
Yeşim, kahvaltı masasında sabah neşesiyle kahvesini içerken bana döndü. “Bir şeyler yedin mi?” diye sordu ve başımı sallayarak kahvemi yudumladım. “Bir şeyler atıştırdım, endişelenme.” Derken ağzıma bir salatalık attım.
Yeşim’le birlikte mülakata gitmek, heyecanımı biraz olsun hafifleten tek şeydi. Çok uzun sürmeyen bir kahvaltıyla evden çıktık, mülakata uygun olacak şekilde giyinmiştim. Saçlarım düğünden beri oldukça hızlı bir şekilde uzuyordu omuzlarıma değiyordu toplamak istemedim bu yüzden düzleştirip açık bıraktım. Bordo takımın kesimi tam istediğim gibiydi. Ceketin omuzları hafif yapılandırılmıştı, bu da duruşumu daha dik gösteriyordu. İçine beyaz bir gömlek tercih etmiştim; fazla detay yoktu ama temiz ve net bir görüntü sunuyordu. Makyajımı ağır tutmamıştım. Hafif bir fondöten, doğal bir allık ve belli belirsiz bir aydınlatıcıyla cildimi taze göstermeye çalışmıştım. Çok resmi olmak istemiyordum ama ciddiyetimi de kaybetmemeliydim. Derin bir nefes aldım, aynadaki kendime son bir kez baktım ve saçlarımı elimle düzelttim, yüzük olarak sadece sağ işaret parmağıma ay şeklinde bir yüzük takarak bıraktım fazla detaycı olmak istemiyordum.
İstanbul Barosu’na yakın bir noktada durduğunda, kendimi bir anda İstanbul’un karmaşasına girmiş gibi hissettim. Yeşim’le birlikte baroya yürürken, onun rahat tavırları bana biraz güven verdi. Konferans salonunun olduğu katı bulduğumuzda, biraz derin bir nefes aldım.
Baro binasında bizi bekleyen yetkililer arasında barodan birkaç hafta önce tanıştığım başkan Gül Hanım vardı, hukuk fakültesi profesörü bir kişi ve YÖK’ün temsilcilerinden iki kişi vardı. Bütün odakları üzerimde hissettim karşımda beş kişi vardı.
Gül Hanım hepsinden önce davranarak nazikçe elini uzattı. “Rana Hanım, hoş geldiniz nasılsınız?”
Gülümseyerek başımı hafifçe eğdim.
“Teşekkür ederim, iyiyim. Sizler nasılsınız?”
Beş kişiye birden soramayacağım için herkesi içine alarak cevap verdim. Ben karşılarında tektim onlar sadece bana bakıyordu ama benim beş kişiye bakmam gerekiyordu istemeden gerilmiştim.
Yeşim’le de hızlıca bir selamlaşma geçti aralarında ve altı kişi birlikte mülakatın yapılacağı baronun konferans salonuna girdik.
Odaya girer girmez, loş ama doğal ışık alan atmosfer dikkatimi çekti. Baronun ağır havasını burada çok net hissetmiştim. Tavandan sarkan büyük, yuvarlak ışıklandırmalar odanın her köşesini aydınlatıyordu Etrafıma hızlıca göz gezdirdim; duvarlardan birinde büyük tahta platform, platformun duvarlarında çerçeveli bir Baro amblemi asılıydı. Masaları yarım ay şeklinde dizilmiş, her birinin önünde birer mikrofon vardı. Podyumun hemen önündeyse tek bir sandalye duruyordu.
Üzerinde birkaç su şişesi, isim tabelaları ve bazı dosyalar dikkatimi çekti. Tam karşıda, geniş pencerelerden süzülen ışık içeriyi aydınlatıyor ama havaya yine de belli bir resmiyet katıyordu.
Beklediğim kadar resmi bir ortamdı. Sandalyeye otururken derin bir nefes alarak sakinleşmeyi umdum.
Salona girmeden önce selamlaşma yapıldığı için direkt konuya girmişlerdi. Konuşan ilk kişi tekrar Gül Hanım oldu. “Rana Hanım, bu sürece ne kadar hazır hissediyorsunuz? Ne gibi hazırlıklar yaptınız?”
Oturduğum sandalyenin sağında kolçak bulunuyordu kolumu üzerine koyarak oturduğum yerde dikleştim.
Hafifçe başımı salladıktan sonra direkt olarak Gül Hanım’a baktım, “Elimden geldiğince detaylı bir hazırlık süreci geçirdim. Türk hukuk sistemini ve özellikle medeni hukuku çalıştım. Aynı zamanda burada yürürlükte olan yargılama usullerini ve içtihatları incelemeye başladım emsal davaları takip ettim. Ancak en iyi öğrenme sürecinin uygulamayla olacağını düşünüyorum.” Dedim hiç duraksamadan.
Gül Hanım’ın yanındaki Hukuk Fakültesi profesörü kafasını salladı elinde bir kalem tutuyordu önündeki kağıda henüz bir şey yazmamıştı ama yazmak için an kolluyordu bu kez söze o girdi.
“Peki, doğrudan pratiğe geçtiğinizde en çok hangi alanda zorlanacağınızı düşünüyorsunuz?”
Eksiklerim çoktu iki üç ayda toplanamayacak kadar fazla bilmediğim bir şey vardı bu konuda dürüstçe cevap verdim çünkü zorlanmayacağım desem birazdan gelebilecek sorularla beni daha fazla zorlayabilirlerdi.
“Hukuki terminolojiye tamamen hakim olmam zaman alabilir. Ancak bunu aşmak için bol bol çalışıyorum. Aynı zamanda müvekkillerle ilk görüşmelerde, onların beklentilerini Türk hukuk sistemine uygun şekilde yönlendirmek de zamanla daha iyi oturacaktır.” Dediğimde masada bulunan suya uzandım.
Gül Hanım kafasını sallayarak “Peki…” dedi gözlerimi ona çevirdim bu sefer daha ciddi bir tonda, “Biliyorum, bu biraz kişisel bir soru olacak ama... Sizi tanımak adına sormak istiyorum. Amerika’da yargıç olarak çalışıyordunuz. Orada kalıp kariyerinize devam etmek varken neden Türkiye’ye dönmeyi tercih ettiniz?”
Bu soruyu açıkçası bekliyordum ve gelebilecek bir soruydu buna cevabım netti ama tam olarak yanlış anlaşılmadan nasıl ifade edebilecektim onu düşündüm ve çok kısa bir duraksamadan sonra soruyu cevapladım.
“Açıkçası, hayatım boyunca iki seçenek arasında seçim yapma şansım pek olmadı. Hukuk okumak istiyordum, okudum. Orada meslek hayatına başladım, yargıç olmak istedim ve oldum. Ama asıl yaşamak istediğim yer burası. Asıl meslek sahibi olmak istediğim yer de burası. Doğduğum topraklarda, kendi dilimde, kendi kültürümle yaşamak istiyorum. Bunu daha önce fark etmemiştim, ama artık biliyorum.”
Profesörün kağıda bir şeyler karaladığını gördüm aynı şekilde diğer jüri üyelerinin de bu beni daha fazla germedi.
YÖK Temsilcilerinden daha genç olanı diğer jürilere bakarak kafasını salladı bu kez onun bir şeyler soracağını anlayarak ona baktım.
“Hangi alanlarda eksikleriniz var?"
“Eksiklerim oldukça fazla, özellikle Türk hukuku ve bu sistemin içindeki detaylar konusunda. Her ne kadar Amerika’da yargıç olarak deneyim kazandıysam da, burada uygulanan hukuk prensiplerinin farklı dinamikleri olduğunu biliyorum. Bunun yanı sıra, Türk hukukunda sıkça karşılaşılan dil ve terminoloji konusunda daha fazla pratik yapmam gerekiyor. Bu konuda hala kendimi geliştirmem gerektiğini kabul ediyorum. Ancak, pratik yaparak bu boşlukları en kısa sürede doldurmayı hedefliyorum.”
YÖK Temsilcilerinden biri daha orta yaşlı daha profesyonel dururken diğeri daha genç birine benziyordu soruyu soran kişi genç olanıydı, orta yaşlı olan adam gözlüklerini hafifçe aşağıya kaydırmış, bana dikkatle bakıyordu. Yüzü, beklenmedik bir şekilde yumuşak ama aynı zamanda profesyoneldi. Cevabımı duymaktan memnun gibi görünse de gözlerinde daha derin bir değerlendirme vardı.
Yanındaki hukuk profesörü, elindeki kalemi bir süre daha kağıda dokundurdu. YÖK temsilcisi olan genç adam, biraz daha heyecanlıydı. kalemini bir elinde oynatıyor, diğer elini ise masaya yaslıyordu. Gövdesi hafif öne eğilmişti, sanki her cevabı daha dikkatle incelemeye çalışıyordu.
Artık daha sakin ve ortama alışmış hissediyordum “Diğer sorularınızı bekliyorum.” Dedim ortam hâlâ resmiydi ama daha iyiydim.
"Rana Hanım, ABD'de aldığınız hukuk eğitimi ve uzun süreli avukatlık deneyiminiz var. Ancak Türkiye'de çalışabilmeniz için Türk Hukuku'na hakim olmanız gerekiyor.” Profesör konuşmaya devam ederken göz kontağını hiç kesmeden kafamı sallayarak onay verdim “Başlamak için, Türk Medeni Kanunu'nun miras hükümleri hakkında ne biliyorsunuz?” diyerek soruyu tamamladı.
En azından cevaplayabileceğim bir yerden gelmişti. Yerimde dikleştiğimde “Türk Medeni Kanunu'na göre, mirasçılar, öncelikli olarak birinci derece yakınları, yani çocuklar, eşler ve ana-babadır. Eğer miras bırakan vasiyetname bırakmamışsa, miras bu kişilere intikal eder. Ayrıca, vasiyetname ile miras bırakma hakkı da mevcuttur, ancak bu, yasal mirasçıların kişisel haklarını engelleyemez.”
Profesör cevabımı dikkatlice dinledikten sonra kağıda tekrar dönüp kısa kısa şeyler yazdı.
“Peki ya, mirasçıların ret hakkı? Yani, bir kişi mirası reddedebilir mi? Türk Medeni Kanunu'na göre nasıl bir prosedür izlenir?” diye devam ettiğinde cevaplamak için önce dudağımı yaladım, “Evet, Türk Medeni Kanunu'nun 542. maddesi, mirası reddetme hakkını açıkça tanır. Bir mirasçı, belirli bir süre içinde mirası reddetme hakkına sahiptir. Bu süre üç aydır ve reddedilen miras, miras bırakanın diğer yasal mirasçılarına devredilir. Mirasçı bu hakkı, sadece mirası kabul ettikten sonra öğrenmişse üç aylık süre yeniden başlar.” Cümlem bittiğinde önümdeki suya tekrar uzandım.
Temsilcilerden genç olan bir soru sormak istediğini söyledi ve onaylayarak kafamı salladım. “Rana Hanım, bir işyerinde meydana gelen iş kazası sonucu bir işçinin ölümüne sebep olan bir olayla karşılaştık. Bu durumda işverenin sorumluluğu nedir? Türk Ceza Kanunu'nda nasıl bir düzenleme yapılmıştır?”
“Türk Ceza Kanunu, iş kazasında işverenin bilinçli taksirle işçiyi tehlikeye atması durumunda ceza sorumluluğu yükler. Ayrıca İş Kanunu'nun 77. maddesi işverenin iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini almadığı takdirde işçiyi korumadığına dair açık düzenlemeler içerir. Eğer işveren bu yükümlülükleri yerine getirmemişse, işçi ölümüne sebebiyet veren olayda işveren cezai sorumluluk taşır ve tazminat davaları açılabilir.”
Hatırlamak ve hızlı cevap vermek için biraz kendimi zorlamıştım cümlem bittiğinde nefes nefese kaldım.
“Bir soru da; dava yönetimiyle ilgili olacak.”
“Tabii…”
Soruyu soran Gül Hanım’dı önündeki kapaklı dosyaya eğildi ve sorusunu okumaya başladı. “Bir işçi, işyerinde geçirdiği iş kazası sonucu bir bacağını kaybetmiş ve işveren, gerekli tazminat ödemelerini yapmamaktadır. Bu durumda, işçinin davasını nasıl yöneteceksiniz?”
Kafamı salladığımda zaten benzer dava yönetimlerine sahiptim bu yüzden hemen cevapladım. “İlk olarak, işçi adına iş kazası tazminatı davası açılacaktır.” Diye başladım devamında “Bu dava, işyerindeki iş güvenliği ihlali sonucu ortaya çıkan kazaya dayanacak ise işverenin ihmali netleşmişse, işçi işe iade talep edebilir. Ayrıca, iş kazası sonucu vücutta meydana gelen kalıcı engel oranına göre maddi ve manevi tazminat talep ederim. Tüm bu süreçte, iş sağlığı ve güvenliği uzmanları ile çalışarak teknik raporlar ve tanık ifadeleri ile delil oluşturmak önemlidir o yüzden tanıklara ve raporlara daha çok önem veririm."
Genç YÖK temsilcisi, biraz daha rahatlamış bir şekilde kaşlarını kaldırıp gülümsedi iyi ilerlediğimi düşünüyordum mülakatın devamındaysa ceza hukukundan bir yada birkaç soru bekliyordum.
Diğer sorular sırasıyla şunlardı; “Türk Ceza Kanunu’na göre, bir suç işlendiğinde failin cezası nasıl belirlenir? Hangi faktörler cezanın miktarını etkiler?”
“Ceza sorumluluğunun belirlenmesindeki genel kurallar, failin suçu işleme şekli, suçun niteliği, failin kusurluluk durumu ve cezanın azaltılması ya da arttırılmasına yol açan faktörlerdir.”
“Bir kişi, başka birine ağır yaralama suçunu işlemiş olsa da pişmanlık göstererek mağdura tazminat ödemişse, ceza indirimi uygulanır mı?”
" Türk Ceza Kanunu'na göre ceza indirimi uygulanabilir. Ancak, bu indirimin yapılabilmesi için birkaç önemli şartın yerine getirilmesi gerekir… Sonuç olarak, bu tür durumlarda ceza indirimi yapılması mümkündür ama her şeyin samimi ve içten olması, failin gerçekten pişman olduğunu ve mağdura olan zararını düzeltmeye çalıştığını somut şekilde kanıtlaması gerektiğini unutmamak lazım."
Mülakatın sonlarına doğru, sorular biraz daha derinleşmeye başlamıştı ve her birine, kendimden emin bir şekilde, hazır olduğumu hissettirerek cevap vermeye devam ettim. Fakat, bir noktada bile olsa içimdeki gerginlik tamamen kaybolmuştu. Her şeyin kontrol altında olduğunu düşündüm. Bu süre boyunca kendimi düşündüğüm kadar kötü hazırlamadığıma emin oldum.
Gül Hanım son bir soru yönelttiğinde rahatsızca yerimde kıpırdandım. “Son bir soru, Rana Hanım. Cinayet sonucu mağdurun ölmeden önce yaşam belirtisi göstermesi durumunda hangi suçtan yargılanır? Haksız tahrik koşullarını ve bu durumda ceza indirimini nasıl değerlendiriyorsunuz?”
Bu soru, mesleki sorumluluklarımı düşündürmüştü. Bir an duraksadım, hatta bu soruyu biraz uzun düşündüm. “Türk Ceza Kanunu'na göre, mağdurun ölümünden önce hayatta olduğunu ve buna bağlı olarak ölümüne sebep olan kişinin bu durumu bilerek hareket ettiğini gösteren bir durum varsa, fail 'kasten öldürme' suçundan yargılanır. Fakat mağdurun yaşam belirtilerinin olduğu ve failin hareketlerinin, mağdurun ölümüne sebep olduğunun tespit edilmesi durumunda, bu olay 'canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme' gibi daha ağır cezalandırılabilecek bir suç haline gelebilir.”
Son olarak derin bir nefes alarak “Eğer fail, mağdurun hareketleri nedeniyle ciddi şekilde tahrik olmuşsa, bu durumda ceza indirimi uygulanabilir. Ancak, bu tahrikin cinayet işlemek için geçerli bir neden olup olmadığı ve tahrikin ne kadar orantılı olduğu da önemli bir faktördür.” Dedim.
Cevabım sonrasında, salondaki atmosfer bir anda değişti. Hepsi gözlerini bana dikmişti ve hiç kimse konuşmadı. Birkaç saniye geçtikten sonra, Gül Hanım hafifçe gülümsedi ve elini bana doğru uzattı. “Teşekkür ederiz, Rana Hanım. Cevaplarınız net ve düşünceliydi. Süreçle ilgili size geri dönüş yapacağız.”
Ayağa kalkıp jüri masasına doğru yaklaşarak önce Gül Hanım’ın sonra sırasıyla diğerlerinin elini sıktım. "Teşekkür ederim, çok keyifliydi.” Dedim.
“Kaybınız için tekrar başınız sağ olsun.” Minnetle kafamı salladım,, sonucu ne zaman öğrenirdim merak içindeydim mülakat bittiğinde, içimde bir rahatlama hissettim. Fakat bu rahatlama, hala önümde bir süre zorlayıcı bir yol olduğunun farkındalığıyla birleşmişti.
Salondan çıktığımda tam önümde Yeşim’i gördüm. Telefonunda bir şeyler konuşuyordu, ama beni görünce hemen yüzünde büyük bir gülümseme belirdi. Hızla yanıma doğru yürüdü, sarıldık. "Nasılsın, nasıl geçti? Gergin miydin?" dedi hemen ve telefonu kapatıp çantasına attı.
Kafamı salladım. "Biraz gergindim aslında, ama şimdi rahatladım. Senin işin yok muydu, neden bekledin?”
Yeşim gülerek başını salladı. "Senin için beklemekten daha güzel ne olabilir ki?" dedi, gözlerini bana takarak. "Hem seninle bir şeyler yapmak için sabırsızlanıyordum. Mülakat nasıl geçti, beklediğimden uzun sürdü?”
"Evet, ama şu an çok daha iyi hissediyorum. Gerçekten yoruldum, bir şeyler yapalım, kafamı dağıtayım."
Yeşim hemen beni onayladı ve koluma girerek yönümüzü değiştirdi. “sana güzel bir sürprizim var."
Benim gözlerim büyüdü. "Sürpriz? Ne sürprizi?"
Yeşim, yüzünde gizemli bir ifade ile "Bir spa günü! Sana şimdiden bir randevu aldım, hemen gidelim.”
"Cidden mi? Şu an mı?" dedim şaşkınlıkla, Yeşim’in aklına gelmese böyle bir şeye ihtiyacım olduğunu gerçekten anlamazdım.
Yeşim başını sallayarak "Evet, tam olarak şu an. İnan bana, sana çok iyi gelecek." diyerek beni nazikçe arabaya doğru yönlendirdi.
Yolda bir süre sessiz kaldık ama Yeşim dikkatimi çekecek bir nefes aldıktan sonra, gözleri hafifçe ciddileşti ve bana doğru bakarak "Bir şey daha soracağım…"
Başımı çevirdim ve "Ne oldu?" diye sordum.
“Neden beni yine avukat olarak çağırmadın?”
"Bunu sana neden söylemedim bilmiyorum," dedim, sesim biraz dağılmıştı. "Ama çok karmaşık bir durumdu ve açıkçası seni içine sokmak istemedim.” Dedim.
Yolculuğumuz devam ederken, aramızdaki sohbet derinleşti. Yeşim’in kendini rahatça ifade edebilmesi, bana büyük bir güven veriyordu. Bir yandan, bugüne ihtiyacım vardı.
Yeşim aracı otelin kapalı otoparkına park ederken, "Burası gerçekten harika," dedi ve bana dönerek gülümsedi. "Hadi, seni beklediğinden de iyi bir gün bekliyor." İçeri adım atar atmaz, lobiye yayılan hoş bir parfüm kokusu burnuma geldi. Lobi oldukça geniş ve ferah bir alandı.
Görevli bizi resepsiyona yönlendirdi ve orada bizi güler yüzlü bir çalışan karşıladı. Otele özel spa programları hakkında kısa bir açıklama yaptıktan sonra, birkaç dakika içinde, özel bir odaya yönlendirilmek üzere hazırlıklarımız yapıldı.
Spa alanına indiğimizde, yumuşak ışıklarla aydınlatılmış, sükunet dolu bir ortam vardı. Her adımımızla daha da rahatlamaya başladım. Birkaç küçük odadan oluşan bu alanda, her biri farklı terapi seçenekleri sunan odalar vardı. Sesiz bir müzik eşliğinde, derin bir nefes alarak, Yeşim’in arkamda sessizce yavaşça yürüdüğünü hissettim. Birkaç dakika sonra, bizi bekleyen masaj uzmanları da içeri girdi.
“Şimdi gerçekten rahatlayabileceğimizi hissediyorum.” dedim ve gözlerimi kapatıp, uzandım. Yeşim de aynı şekilde masaj masasının üzerine yerleşti. Sessizce konuşarak, biraz da olsa rahatlayabileceğimizi düşündükçe, gerginliğim hızla kayboldu.
“Arabam için Cihat Bey’e şikayetçi oldum.”
Yeşim önce mırıltıyla konuştu ardından daha net bir sesle “Eyşan’ın yaptığını biliyoruz, o kadar ileri gitmesiyle seni bu duruma soktu. Sonuçlarına katlanacak.” Dedi.
Benim ise gözlerim hala kapalıydı. “Sadece kıskandığı için bunu yaptı ama bence bu kadar ileri gitmeye hakkı yoktu.” Dedim.
Bunun üzerine biraz sessiz kaldık, "Sana çok teşekkür ederim, Yeşim. Gerçekten minnettarım," dedim, içimden bir rahatlıkla.
Yeşim başını hafifçe sallayarak gülümsedi.
Masajın ardından, kendimi yeniden doğmuş gibi hissediyordum. Tüm o stres, öfke ve karmaşa yavaşça kayboldu.
Spa odasında rahatlatıcı müziklerin ve sessizliğin içinde gözlerimi kapatıp derin bir nefes alırken, telefonum çalmaya başladı. Telefonumun titreşimi bile sanki huzurumu bozan bir şeymiş gibi hissettirdi. Ancak sesini duyan birinin, kim olduğunu bilmeden, cevap verdim. “Efendim.”
“Merhaba Rana abla.” Sesi duymamla tanımam bir oldu telefonu kulağımdan uzaklaştırarak numaraya baktım kayıtlı değildi dedem hastanedeyken numarasını alıp almadığımı yokladım kafamda.
“Merhaba, Oğuz,” dedim, sesimi biraz daha sakinleştirerek Yeşim yerinde kıpırdayıp bana döndü ve merakla baktı.
“Numaranı dedemden aldım umarım aramamdan rahatsız olmamışsındır.”
“Hayır, hiç rahatsız olmadım,” dedim, biraz rahatlayarak. “Nasılsın, Oğuz? Ne oldu, bir şey mi vardı?”
Oğuz kısa bir sessizlikten sonra, biraz tereddütle devam etti: “Aslında bir etkinlik var, akşam düzenleniyor. Ailemle birlikte katılacağız, sen de gelmek ister misin?”
“Birlikte vakit geçiririz, seni görmek iyi olur.” Diye ekledi hemen.
Bir an düşündüm. İçimdeki kararsızlıkla, akşamı yalnız geçirmek mi yoksa katılmak mı gerektiği konusunda fikir ayrılığı yaşadım. Kendimi zaten oldukça yorgun hissediyordum, fakat aynı zamanda Oğuz’un beni davet etmesi biraz da yumuşatıcı bir etkendi.
“Bilmiyorum... Sonuçta uzun bir gün oldu, gerçekten akşam için hiç enerjim yok gibi hissediyorum,” dedim, yine de cevabımda net bir "hayır" demekten kaçındım.
Oğuz kısa bir sessizlikten sonra, biraz daha ısrarcı bir şekilde devam etti: “Biliyorum, yoğun bir dönemdesin ama gerçekten seni görmek istiyoruz. Hem biraz eğlenceli bir şeyler yapmak, birbirimizi daha iyi tanırız amcamı tanımıyorum ama seni tanımayı çok istiyorum.”
Onun sesindeki içtenlik ve ısrar, beni bir adım daha ileriye itti. Derin bir nefes alıp, “Peki... Belki biraz kafa dağıtmam iyi olur,” dedim, sonunda kararımı vermiş olarak.
Oğuz neşeyle, “Harika! O zaman görüşürüz, abla,” dedi ve telefonu kapattıktan sonra Yeşim’e döndüm yüzünde hafif bir gülümseme vardı ve “Oğuz kim?” dedi, imasını anlayıp güldüm “Benden yirmi yaş küçük kuzenimmiş.” Dedim biraz alayla alaya aldığım Oğuz’un yaşı ya da varlığı değildi asla, alaya aldığım yirmi yaşındaydı ve daha geçenlerde tanışmıştık.
Yeşim’le biraz daha vakit geçirdikten sonra rahatlayarak çıktık otelden beni evime bıraktı aslında böyle yorucu bir günü uyuyarak kapatmak isterdim ama verilmiş bir sözüm vardı bu yüzden ona hazırlanmaya başladım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 5.87k Okunma |
1.07k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |