
Kardeşlik bir kan meselesi değildi.
Birlikte büyümemiş, aynı yastığa baş koymamış, aynı gecede ağlamamıştık.
Aynı oyuncağı paylaşmamış, birbirimizin defterine karalamamıştık.
Birimiz düşerken diğeri tutmamıştı kolundan, biri korkarken diğeri ışığı yakmamıştı odanın.
Ama şimdi...
Aynı sessizliğin içinde kayboluyorduk.
⚖
Ruhsat ve avukat kimlik kartımın geldiğine dair arandığım günden sonrası benim için çok yavaş geçmişti. Sabah aynanın önünde fazla uzun durduğumu hatırlıyorum. Siyah elbisemi seçtim; diz hizasında, sade ama dik duran bir yaka kesimi vardı. Üzerine kahverengi kabanımı giydim.
Bugüne dair en büyük heyecanım, artık net bir şekilde "avukatım" diyebilecek olmamdı. Hem de Eyşan'ın davasına bizzat, kendi kimliğimle girecektim.
Yetişemeyeceğim korkusuyla evden erken çıkmıştım, sadece yanımda Yeşim'in olmasını istiyordum. Onunla baronun önünde buluştuk. Göz göze gelince, hiçbir şey söylemeden gülümsedi. Benim yerime nefes almayı bilen o insanlardan biriydi Yeşim.
"Günaydın taze avukat." Dediğinde tekrar güldüm. "Günaydın taze anne." Dedim. Hoşuna gittiğini biliyordum gülümsemesi büyüdü. Havanın soğukluğundan dolayı daha fazla dışarıda duramadık.
Salona girdiğimizde Yeşim'in yönlendirmesiyle onu takip etmeye başladım. Kalbim hafif çarpıyordu; gergin miydim, sevinçli mi, ayırt edemiyordum. Karşımda iki çift göz, tanıdık bakışları görmeyi beklemiyordum. Tanıdık, sıcacık bakışlar... Gülay Teyze ve yanında Mete Amca, yerlerinden kalkmış, bana doğru geliyorlardı. Gülay Teyze elindeki kırmızı gülleri uzatırken gözlerinin içi gülüyordu. Mete Amca ise alıştığım sakin, güven veren haliyle hafifçe başını eğdi.
"Avukat Hanım, bu çiçekler sizin için," dedi Gülay Teyze.
Boğazıma bir şey düğümlendi. "Çok teşekkür ederim..." dedim, biraz şaşkın, ama çok mutlu. Gülleri sımsıkı tuttum. "İyi ki geldiniz," dedim, gözlerim dolu dolu. Yeşim sessizce koluma girdi. "Tanıştırayım, avukatım." Dedi.
Bir an durup o anın içine yerleştim. Güller elimde, yanımda sevdiklerim... Salona dönüp baktım. Adım birazdan okunacaktı.
Önce baro başkanı sahneye çıktı, ciddi ama içten bir ses tonuyla program akışını açıkladı. Salonda belli belirsiz bir uğultu vardı, herkes bir şeyler fısıldaşıyordu. Ben ise bütün dikkatimle dinlemeye çalışıyordum; elimdeki güllerin yapraklarını okşarken kalbim ritmini değiştirmiş gibiydi.
Ardından hep birlikte ayağa kalktık. Saygı duruşu ardından İstiklal Marşı başladı. Yemin faslına geçildiğinde, önümdeki kâğıtta yazan cümleleri ezberlememe rağmen, elim titredi hafifçe. Hep birlikte ayağa kalktık ve yüksek sesle yeminimizi ettik.
"Hukukun üstünlüğüne, insan haklarına, mesleğin onur ve kurallarına bağlı kalacağıma..."
Her kelime, içimde bir yankı gibi çoğaldı. Yeminlerin ardından sırayla isimlerimiz okunmaya başlandı. Herkes tek tek çağrılıyor, sahneye çıkıyor, cüppesini giyiyor, ruhsatını alıyor, fotoğraflar çekiliyor, alkışlar yükseliyordu. O an bana çok uzun geldi.
Annemi hayal ettim, cübbesini kimin giydirdiğini çok merak ettim. Bu kez baro başkanının tanıdık sesi benim için yükseldi. "Avukat Rana Soner ve cübbesini giydirmek üzere Avukat Yeşim Moran."
Bir saniye durdum. Kalabalığın içinden ileri çıkarken ellerimi sabit tutmaya çalıştım. Gül Hanım bana gülümsediğinde aynı şekilde karşılık verdim. Baro başkanının yanında cüppemi taşıyan kişi Yeşim'di. Göz göze geldik. Yüzünde yumuşak, gururlu bir ifade vardı. Elindeki cüppemi uzattığında titreyen ellerimi fark etti.
"Hazır mısın?" diye fısıldadı.
"Sanırım," dedim. Ama aslında hiçbir şey için bu kadar hazır hissetmemiştim.
Yeşim cüppemi omuzlarıma yerleştirirken dikkatle yüzüme baktı. Yakayı düzeltti, bir adım geri çekildi. Hemen fotoğraflarımız çekildi sahneden inerken Gül Hanım tekrar tebrik etti.
Gülay Teyze ve Mete Amcanın yanına yürürken Yeşim kulağıma eğildi. "Bak soldan ikinci sıraya." Bakışlarımı çevirdim. Kalabalığın arasında onu gördüm. Eymen. Oturuyordu, dimdik ve sessiz. Bakışlarımız buluştuğunda adımlarım yavaşladı.
Oysa bugün beni görmek isteyeceğini hiç düşünmemiştim açık seçik bir şekilde ondan uzaklaşmıştım, nedenini biliyordu biliyorduk. Yiğit söylediklerinde çok haklıydı.
Tuncay'dan başka bir haber almamıştım. Oğuz'u çağırmıştım ama gözlerim onu arasa bile gelmemişti gerçekleri açıklamaya gücüm olduğunda ya da her şey bittiğinde birlikte tek anımızın kötü şeyler olarak kalmasını istememiştim.
Mete Amca tebrik ettikten sonra gözü bir an Eymen'e kaydı onlar selamlaşırken Gülay Teyze tarafından köşeye çekilip sıkıştırıldım. "Başına neler gelmiş silahlı saldırıya uğramışsın!"
Bir an ne diyeceğimi bilemedim, kalbim hızla çarpmaya başlamıştı. Gülay Teyze'nin gözlerindeki endişeyi görmek, sanki her şeyin alt üst olduğu o anı tekrar hatırlamama sebep oldu. Duyduğum korku ve panik bir anda geri geldi.
"Gülay Teyze, bu konuyu gerçekten açmasak?" diye cevap verdim, sesim kendimden bile uzak ve titrek çıkıyordu.
"Nasıl açmayalım?" dediğinde Yeşim annesinin koluna yöneldi. "Akşam azarlayabilirsin şimdi Eymen'e sırasını ver."
Olumluca kafamı salladım, akşam istediğini söyleyebilirdi. Gülay Teyze biraz daha yavaşladı, ama gözlerinde bana karşı hala merak vardı. Akşam, yani bu anın gerisinde olup bitenler üzerine konuşmak, onunla daha sakin bir şekilde paylaşmak daha doğru olurdu.
Eymen karşımdaydı. Siyah bir takım elbise giymişti. Yüzü durgundu ama gözlerinde belli belirsiz bir sıcaklık vardı. Bir adım yaklaştı, etrafa bakındı. "Tebrik ederim." Dediğinde aynı şekilde teşekkür ettim. Başka ne diyeceğimi bilmiyordum.
Eymen sessizliğimi bozarak, "Keşke ruhsatını alacağını Yeşim'den öğrenmeseydim," dedi.
"O zaman Eyşan'ın mahkemesinde görürdün." dedim sözlerim sertti, belki de kendimi savunmak istiyordum. Bu şekilde avutmak istiyordum.
Eymen'in bakışları biraz daha sertleşti ama bir an duraksadı, sanki benim söylediklerimi tam anlamaya çalışıyordu. Bir adım daha attı, bu kez daha yakınımdaydı, ama aramızda bir mesafe vardı. Gözleri, uzun zamandır görmediğim o tanıdık ifadeyi taşıyor, ama bu sefer biraz daha kırgın bir şekilde bana bakıyordu.
"Rana, bunu burada mı yapacaksın?" dedi, sesi alçak ve derindi. Eliyle olduğumuz yeri gösterdi. "Burada mı ayrılacağız? Bugün mu?" dediğinde sol eliyle üzerimdeki cübbeyi gösterdi. "Bu mutlu gününde yapma."
Birkaç saniye sessiz kaldım. "Herkesin bir sınırı vardır, senin de... Benim de."
Eymen, birkaç saniye sessiz kaldı. O an ne düşündüğünü anlamaya çalıştım, ama gözleri bana hiçbir şey anlatmıyordu.
"Her zaman hayatımda beni yaptığım eylemlerden dolayı durduran birini istemiyorum."
Eymen bir süre daha gözlerime baktı, derin bir nefes aldı ve ellerini cebine soktu. "Ben seni hiçbir yaptığında durdurmadım Rana, fikir olarak söylemişsem söylemişimdir. Her seferinde başına bela alan sensin; bunları yapma dedim. Amcam cinayetle suçlarken yapma dedim mi? Tuncay yanına kadar geldi bana söylemedin, neden yaptın dedim mi?"
Biliyor muydu? Şaşkınlıkla ağzımı araladığımda konuşmasına devam etti. "Böyle bir sebeple karşıma gelme. Her şeyi birlikte yapacağız dediğim..." Biliyordu. Ama neden? Neden şimdi?
"Eymen, sen..." sözlerim boğazımda tıkandı. Söyleyecek çok şey vardı, ama bir türlü doğru kelimeleri bulamıyordum.
Eymen bir adım daha yaklaştı, gözlerindeki sertlik azalmış ama hala karışıktı. "Bunu burada, bugün yapma," dedi, "Ne istiyorsun anlamıyorum ki?" dedi, sesinde biraz kırgınlık vardı, biraz da çaresizlik.
Bir süre sessiz kaldık. Eymen, üzerimdeki o yoğun bakışlarını biraz daha derinleştirdi. "Rana, ne istiyorsun gerçekten?" dedi. Bu kez sorusu daha doğrudan, daha açık bir şekildeydi.
Gözlerimden bir şeyler okumaya çalıştığını biliyordum, ama ben de kendi içimde kaybolmuş bir şekilde onu izliyordum. Yavaşça derin bir nefes aldım. "Gerçekten her şeyi birlikte yapabilir miyiz, Eymen?" dedim, sesim titremişti çünkü birazdan onun da benim de kimsenin beklemediği bir şeyi söyleyecektim. "Buna cesaretin var mı?"
Eymen, hafifçe başını eğdi, bir süre bana baktı. Salon boşalmaya başladığında kafamı bir anlık çevirip sona kalıp cübbe giyenlere baktım. Yeşim bir kişiyle konuşuyordu, Gülay Teyze buraya kaçamak bakışlar atıyordu Mete Amca şu an görmediğim bir yerdeydi.
"Buna cesaretim var," dedi. Neye olduğunu bile bilmiyordu. "O zaman biz evleneceğiz." Dedim dan diye.
Eymen'in gözleri büyüdü, suratında bir anlık şaşkınlık belirdi. Sözlerim havada asılı kaldı, sanki her şey bir anda donmuştu. O an, herkesin etrafımızda olduğunu ve bu ortamda böyle bir açıklamanın ne kadar cesur olduğunu fark ettim. Bir an için kalbim hızla atmaya başladı, ama sonra Eymen'in bakışları daha derinleşti.
Bir süre sessiz kaldı. Duyduklarını sindirmeye çalışıyordu. Eymen, ağzının kenarında hafif bir gülümseme belirerek, "Evleneceğiz mi?" dedi, sesi hala şaşkın ama bir o kadar da yumuşamıştı. "Bunu istiyorsun, gerçekten mi?" diye sordu, bir adım daha yaklaşıp gözlerime bakarken, içindeki karmaşayı hala hissedebiliyordum.
"Evet," dedim, sesim titremişti ama kararlıydım.
Yavaşça bir adım daha yaklaşıp, ellerini belime koydu. Yüzünde o hafif gülümseme, biraz daha derinleşti. Ama gözlerinde hâlâ bir soruya cevap arıyordu; belki de bunu yapmaya gerçekten hazır olup olmadığımı sorguluyordu.
Mademki elim karşımdakilere göre güçsüzdü, o zaman güçlenmek için her şeyi yapardım. Yapacaktım. Bu yoldan artık bir dönüş yoktu. Eymen hep umut dolu şeyler söylüyordu ama umut etmekle olmuyordu. Ben görmek istiyordum; gerçekten bir şey yapabilecek miydi? Bugüne kadar bu aileden açık bir kötülük görmemiştim. Cihat Bey'i şimdilik dışarda tutuyordum ama hiçbir aile bu kadar temiz olamazdı. Temizlik, sadece lekesiz olmaktan ibaret değildi bazen sadece iyi gizlenmiş bir kir demekti. Ve ben, eğer bu yolda yürümek beni kirletecekse, öyle olsun. Ama daha kirli insanlara ihtiyacım vardı. Ya da benim yerime kirlenmeyi göze alacak birilerine.
⚖
Son görüşmemizin üzerinden üç gün gibi bir süre geçmişti ve bu akşamda görüşeceğiz gibi görünüyordu, aslında görünmüyordu kesinlikle görüşecektik çünkü bu akşam Eymen tüm gerek yok ısrarlarıma rağmen elinde çiçek çikolatayla geliyordu.
İlişkimizi, olanları, olacakları, yaşananları ve yaşanacakları konuştuğumuz bir gecenin sabahında ilk defa buraya geldiğime pişman olmamıştım.
Aynada kendime baktım; Bordo elbisemin kumaşı vücuduma uyum sağlarken, omuzlarımda zarifçe yükselen çiçek detaylarıyla kendimi farklı bir dünyada hissediyordum. Topuklarımın ince yapısı ve bordo-siyah uyumu, geceye katılan her bir detayla mükemmel bir denge oluşturuyordu. Siyah kurdele detayı, adımlarımın her birinde hafifçe kıpırdayarak gözleri üzerime çekiyordu. Makyajımı bilerek sade istemiştim.
"Buldunuz mu?" Dedim, Yeşim çok değil yarım saat önce değişik meyveler araştırtıyordu.
"Bulamadık güzelim, ama sen rahat ol ben yine gelirim Furkan aramaya devam etsin. 10 dakikaya annemlerle kapıda buluşurum." Dedi. Bu söylediğiyle eve çok uzak olmadıklarını anladım. Rahatla diyordu ama nasıl rahat olabilirdim, her an bir şey olabilecek korkusu içindeydim imkansızdı.
"Peki." Diyebildim çaresizce, biliyordum ki yetişecekti.
Telefonu kapattıktan sonra öylece oturup duvarı izlemeye başladım. Dedemin baştan beri tutumu belli olduğu için bu gece yoktu. Zaten olmasını istemiyordum benden bildiği tüm gerçekleri saklamaya devam ediyordu, görüşmelerimizi reddediyordu huzurevine geri dönmüştü. Oğuz o kocaman evde tek başına yaşıyordu bana gelebileceğini söylemiştim ama yeni tanışan kuzenlikten öteye gitmeyen ilişkimiz yüzünden bu teklif ona garip geldi. Ailemden kimse bu gece yoktu. Sonradan bulduğum kardeşim sayılırsa onun da hayatım hakkında ne düşündüğünü bilmiyordum.
Bir iki dakika geçmemişti ki telefonum uzunca titredi. Eymen'in tekrar aradığını gördüm. "Efendim." Diyerek telefonu açtım.
Nefes aldığını duydum ardından konuştu. "Bir sıkıntı yok değil mi? Varmış gibi geldi." Dedi.
Görmese bile kafamı 'hayır' anlamında salladım. "Yok, yani yok işte. Heyecanlandım ondan öyle gelmiştir." Dedim. "Öyleyse beş dakikaya kapındayım." dedi.
Telefonu tekrar kapatıp kapatmaz merdivenlerden inerek seslice evdekilere bağırdım. "Geliyorlarmış hazır mısınız?" Geniş salona baktığımda Oğuz ve Mete amcanın birlikte tavla oynadıklarını gördüm, toparlanarak ayağa kalktılar. Oğuz'a uzunca baktığımda kafasını salladı. Ona söylemek istiyordum ama nasıl söyleyecektim bilmiyordum.
Mete amca, Oğuz'un omzuna dokundu sanki daha önce anlaşmışlar gibi Oğuz salondan çıktı. Gülay teyze neredeydi bilemedim. Mete amca anlık olarak eski yerine oturdu ve karşısını gösterdi. Kafamı sallayarak oturdum.
Zarı tekrar eline aldı. "Bir derdin, sıkıntın, seni üzen-"
Aslında babamın yapması gereken şeyi başkasının ele alması beni üzmemişti. Çünkü iyiliğimi düşünen birisi vardı.
"Mete Amca..." Dedim usulca, "Bunu yapmak zorunda değiliz. Gerçekten." İnanması için kafamı salladım. Cümlemi bitirdiğimi düşündüğü için elindeki zarları atmadı parmaklarının ucuna getirerek ortaya yavaşça koydu. "Üzül ya da kırıl diye söylemiyorum kızım. Sadece arkanda olduğumuzu bil. Aynılarını Yeşim'e söyledim daha dün gibi hatırlıyorum. Döneceğiniz bir eviniz olduğunu bilin."
Ağzımı açıp konuşacağım sırada elimin üzerine elini koyup konuşmasına devam etti. "Bilirim Rana bize anlatmazsın belki, kendini ezdirmezsin ama olurda kırılırsan, üzülürsen gel gece gündüz saat fark etmez, çal kapıyı yine bir şey deme ben anlarım seni. Gülay anlar. Kerem anlar. Yeşim anlar." Dedi.
İç cebinden kadife bir kutu çıkarttı. Avucuma bırakıp yüzüme baktı. "Çalışıyorsun, iyi kötü bir işin var evin var ama olur işte, lazım olur ihtiyacın olur-"
"Amca." Dedim. İlk defa ismini önüne koymadan sadece akrabalık bağıyla konuşmuştum. Kendi öz amcam cinayet şüphelisi olarak kaçakken tek bağımızın kızı olan birinden duyduklarım gözlerimi doldurdu.
O sırada kapının sesini duydum. İyi ama konuşmamız bitmemişti. "Alacağım tamam mı? Sadece şimdilik sende kalsın."
Salonun kapısını açar açmaz duvara yaslanmış Oğuz'a baktım. Gözleri biraz kızarmış gibiydi. Bizi dinlediğini anladım ama bugün normalden daha garipti. Durup ne olduğunu soracaktım ama Gülay teyze kapının önünde bana bakıyordu. "Açsana kızım." Dedi heyecanla.
Yeşim mutfaktan çıkarak annesinin yanındaki yerini aldı hemen arkamdan Mete amca çıktı. Herkes yerini bulurken kapıya yürüdüm. Açtıktan sonra ilk gördüğüm kişi Melek Hanım olmuştu. Tebessümle içeriye geçti.
"Hoş geldiniz." Ardından eşi Cihan Bey girmişti.
Gözüme o kadar kabalık görünmüşlerdi ki garipsemiştim. Ardından Derya Hanım içeriye girdi. Arada Cihat Bey girdiğinde "Hadi bakalım..." demiş ve içeri geçmişti. Cihat Bey'in soruşturması fotoğraflar Tuncay'ın cinayet şüphelisi olarak aranmasından çok önce olduğu için her şey bir iddia olarak kalmıştı ve yaptırıma dönüşmemişti. Cihat Bey sadece uyarı almıştı. Neye inanıp inanmayacağıma en azından Cihat Bey için emindim üstelik bu aile bağlarımı artık kopartıp atmak gibi bir şansım yoktu. İçlerinde ne kadar kirli şeyler oluyorsa onun bir parçası oldukça işler istediğimden hızlı ilerleyebilirdi.
Herkes birbirine sırasıyla sarılıp ayaküstü konuşurken sıra o kadar çok görünmüştü ki gözüme arkadan Eymen'in "Bu kadar çok konuşacaksanız ilk ben girseydim." Dediğini duyup gülmüştüm. Her girenin arkasına bakarak Eymen'i görmeyi umuyordum ama daha görememiştim.
En son Serkan'ı görmemle meraklanarak kafamı salladım. Elinde tuttuğu sanıyorum ki tatlı paketini bana uzattı, ben de Yeşim'e ya da yanımda kim varsa ona uzattım.
Sonra birbirimize sarıldık. "Hayırlı olsun yengem." Dedi. Gözlerimi açabildiğim kadar açarak Serkan'a baktım. "Serkan yürüsene oğlum!" Eymen'den bir kez daha ses çıkarken kafamı kaldırdım.
Sonunda der gibi yüzüme bakıyordu. Çiçekleri uzatarak öyle uzaktan baktı. Yan tarafa dönüp baktığımda Yeşim ile Serkan'ın bizi izlediğini gördüm aynı şekilde Oğuz videoya alıyordu.
Derince bir nefes alarak yutkundum. Oğuz telefonu kapatarak cebine koydu. "İçeri gidelim." Dedi.
Eymen'le kapıda sadece biz kaldığımızda arkasında duran kapıyı kapattı. "Yok yok." Dedi. "Bir sıkıntı var."
"Yok dedim ya." Kafasını sağa solla salladı. "Sen kötü bir yalancısın. Sorun ne?"
Kafamı salonda çevirdim. İçeriden sesler geliyordu. "Ya Eymen içim hiç rahat değil. Bilmiyorum böyle..." Dedikten sonra bir nefes daha aldım. Bazen onu kandırdığımı hissediyordum. Seviyor musun? Sorusuna seviyorum derdim ama geçmek zorunda kaldığım usulden bazen utanç duyuyordum.
"İstemediğim için değil ama bu an böyle değildi işte. Gider bir nikâh kıyardım bu kadar insan gelmişsiniz gerçekten."
Telaşlı bir şekilde anlatıyordum çünkü beni yanlış anlamasını istemiyordum. İstemediğimi düşünmesini istemiyordum. "Rana," dedikten sonra yüzüme eğildi.
"O zaman bekle. Dur bir dakika üzerini sıkıca giyin bekle tamam mı?" Ne olduğunu anlayamadan Eymen salona girdi. Gözlerimi bir iki kez kırpıştırdım ne olmuştu şimdi?
Salondan sesler artarken girip girmemek arasında kalsam bile girmeyip Eymen'in dediği şeyi yapmıştım. Bordo elbisemin üzerine uzun siyah kaşe kabanımı giydim.
Ben tam giyip salona yürürken Eymen çıktı. Sol elini uzattı, ben de uzanıp elini tuttum. "Nereye gidiyoruz? Ayıp olmasın, Eymen." dedim.
Kapıyı açtığımızda, Yiğit karşımızda duruyordu. Üzerimizi giyinmişiz ve bizi görünce çok şaşırmıştı. "Kaçıyor musunuz? Düşman aile çocukları olacakken zor döndünüz ama sizin evlenmenizi istemiyorlar?" Bir saniyede kafasında kurduğu hikayeye inanıp kalmıştım. Nereye gidiyorduk? Neden gidiyorduk?
Eymen gülümseyerek, "İçeri gir, pastanı, tatlını ye, geleceğiz," dedi araları düzelmiş gibi gözüküyordu bunun için sevinmiştim.
Arabaya kadar ellerimiz hiç ayrılmadı. Gülay Teyzelerin evindeydik benim evim bu kadar kalabalığı kaldıramayabilirdi.
"Eymen nereye gittiğimizi söylemezsen binmeyeceğim." Dedim en son merakla. Gözleri yüzümde bir süre gezindi. "Annene babana gidiyoruz." Demesiyle elim arabanın kapısında kalmıştı.
Elimi kapıdan ateşe değmişim gibi çektim. "Niye gidiyoruz?" Aileme gitmemek için yalvaracak duruma gelmiştim. İlk ve son kez gittiğimde verdiğim sözü tutacaktım. "Eymen böyle gitmeyelim." Kendisi binmek için açtığı kapıyı kapatarak yanıma geldi. Rüzgardan uçan saçlarımın bir kısmını omzumdan atarak yüzüme baktı.
"Gidelim. Gidelim de içinde kalmasın."
"Eymen." Diye mırıldandım kafamı omzuna yaslarken elini de belimde hissetmiştim. Kollarımı omzundan sardım. "Gitmemize gerek yok. İçimde kalan bir şey yok. Onlar zaten yok bugüne özel değil." Cümlem bitse de kafamı kaldırmadım.
"Olsun. Ben tanışmak kendimi tanıtmak istiyorum. Artık biri seni üzdüğü zaman karşılarında beni bulacaklarını söylemek istiyorum. Annenin içi rahat etsin istiyorum, olmaz mı?" Yutkundum. Bir kez daha yutkundum. Ağladığımı ancak kafamı kaldırınca esen rüzgarla fark ettim.
"Başardığın şeyleri anlatmak istiyorum. Nasıl dik durduğunu, kardeşini bulduğunu," Eliyle bileğimi tuttu.
"Nasıl direndiğini anlatacağım." Eymen konuştukça daha şiddetli ağlıyordum. Bir süre sonra gözlerimi kapattım biriken yaşların arkasının gelmediğinden emin olduğumda gözlerimi araladım. Eymen sanki hissetmiş gibi konuştu.
"Olmaz mı Rana?"
Kafamı kaldırıp salladım. "Olur." Dedim.
Kafasını evin girişine yönelttiğinde dönüp baktım. Hepsi sırayla evden çıkıyordu. "Ee daha gitmemişsiniz." Dedi Cihat Bey. Sanırım Eymen içeri girip gidip geleceğimizi söylemişti.
Kafamı eğerek yere baktım. "Aslında..." Dedi Eymen sesini biraz daha neşeli tutarak. "Nikahtan sonra gidelim dedik." Anında kafamı kaldırarak baktım ve çok değil yarım saat içinde söylediklerim kafamda canlandı.
'Gider bir nikâh kıyardım'
'hemen şu an nikâh yolunda olurduk.'
"Of ya kaça anlaşmıştık Cihan Dede?" Cihan Bey, Eymen'e bakarak kafasını salladı. "Bilirim oğlum bilirim bizim oğlanı." Yiğit aniden gelen sinirle Eymen'e baktı. "Sayende bu ay açız çoluk çocuk."
"Oğlum öyle olur mu? Bu işlerin bir sırası var." Derya Hanım, anında konuşan eşine bakarak koluna girdi. " Bilmiyor musun böyle bu model. Emir'le karıştırma." Emir, Eymen'in abisiydi öne atılarak saçlarını karıştırdı. "Doğrudur ben kız istemeye gelip soluğu nikah masasında almamıştım." Dedi.
Melek Hanım neşeli bir kahkaha attı. "Haklısın Derya bu model böyle, Rana canım." Melek Hanım'a gözlerimi çevirdim. "Eğer tüm bunlar sana sıkıcı gelecekse es geçebiliriz. Daha birlikteyiz sonuçta ne zaman isterseniz yaparız."
Sıkıcıdan kastedilen o değildi anlamıştım. Birden içimden geçenleri düşündüm, Kalbinizde ne beslerseniz, inşallah onun bereketini görürsünüz, diye bir cümle okumuştum karşımdaki insanlardan bir kötülük görmemiştim. Henüz görmemiştim diye ekledim içimden. Belki isteyerek kimseye bir kötülük yapmamıştım bunun karşılığıydı bilmiyordum. Herkesten ve her şeyden şüphe duyarak yaşadığım bu zamanda içinde bulunduğum o anın verdiği huzuru hissettim. Belki de her şeyin başlangıcı, kalpten gelen niyetlerle şekillenecekti.
"O zaman şimdi nikaha mı gidiyoruz?" Yeşim'in ortaya birden attığı şeyle ortalık bir an sessizleşti. Kafamı Eymen'e doğru kaldırdım zaten bana dönüktü.
Gözlerimi kapatıp açtım nasıl olduğuyla çok ilgilenmiyordum benden ziyade Eymen'in nasıl istediğine göre değişirdi bana hiç fark etmezdi. Sol elini sağ elime götürüp cebine koydu. Cihan Bey arkasına dönerek Oğuz'a seslendi. "Oğuz sen ne diyorsun?"
Oğuz, Eymen ve bana baktı "Bana soran mı var Cihan abi." Dedi alınganlıkla. Oğuz'un dediğine de bir gülüş koparken yüzümde tebessümle duruyordum.
Furkan, Oğuz'un ensesine elini götürüp kafasını eğdi. "Vermiyorum Rana ablamı hayır desen dönüp gideceğiz dediğine bak." Yeşim, Furkan'ın dediğine devam etti. "Oğuz ne diyorsun? Ne yapalım?" Oğuz kafasını Furkan'ın elinden kurtararak herkese baktı.
"Yani sizleri yormuş olduk. Ben bunu düşüneyim siz sonra tekrar gelin."
Ciddi mi diye yüzüne bakakaldım.
"Hadi oradan biz o işi çoktan geçtik." Eymen sahte bir sinirle Oğuz'a salladı.
Melike Hanım'a gözüm takılı kaldı, sessizce olan biteni izliyordu ilk tanıştığım zaman beni çok geren biriydi ama şimdi yüzünde daha çok eğlenen mutlu bir ifade vardı. Cihat Bey ve Melike Hanım'ın Eymen'e karşı ayrı bir sevgileri vardı.
"Hava soğuk çok durmadık mı?" Kafamı sallayarak Eymen'in babası Kadir Amcayı onayladım.
"Herkes arabalara geçsin o zaman, Eymen sizde ziyaretinizi yapın izninizi alın gelin ben nikah için işlere bakayım." Cihan Bey'in inceliğiyle Eymen kafasını salladı. Herkes arabalara yerleştiğinde yolun yarısında ayrıldık. Onlar farklı bir yere giderken biz ise mezarlığa gidiyorduk. Camı indirdiğimde soğuk hava arabanın içine doldu.
"Eymen, yarın gitsek?" Dedim son bir umutla o kadar konuşmuştu ama şu an hazır hissetmemiştim.
"Dedem dedi ya izin alın diye."
"İzin verirler." Dedim.
"Nasıl?" Dedi anlamadığı açıktı. "İzin verirler Eymen. Çok önceden. Bazen rüyalarıma gelirler, görürüm onları..." Sessizce dinliyordu. "Yapmamı istedikleri bir şey olduğunda rüyalarımda görürüm. Belki iyi belki kötü ama görürüm."
"Rana." Dedi. "Rana, ben seninle ne yapacağım?"
Sessizce söylediği şey arabanın içinde öyle yayılmıştı ki kulaklarımda bir defa daha çınladı. "Yarın gideriz işte." Dedim. "Ne zaman hazır olursan o zaman gideriz." Yavaş yavaş kafamı salladım.
Soğuktan kurumuş dudağımı yaladım. Eymen camı kapatıp arabanın sıcaklık derecesini yükseltmişti. "Eğer acele ettiğimizi düşünüyorsan söyle bak." Dedi.
"Hayır. Hayır gerçekten böyle daha iyi oldu." Emin olmak için bir süre gözleri yüzümde oyalandı. "Eminim Eymen." Dedim.
⚖
"Güzel karım." Eymen'in konu arasına sıkıştırdığı cümleye gülümsemek dışında bir şey yapamamıştım. İçim kıpır kıpırdı bu kadar uzaklaştığım bu hissi çok özlemiştim.
Sonunda hak ettiğimi düşündüğüm mutluluğa uzak olmadığımı fark ettim. Resmen masadaki herkese gülümsemekten yanaklarım ağrımıştı. Eymen'e dönüp baktığımda onu kullandığım hissi bazen içimde beliriyor geri giderken geri dönülmez bir suçluluk hissi kaplıyordu ama yapabileceğim başka bir şey yoktu. Onu kullandığımı düşündüğüm anlar vardı; her güzel anın sonunda içimde bir yer, bu sevginin arkasına saklanan niyeti hatırlatıyordu. Bazen geri çekilmek istiyordum, ama artık çok geçti.
Nikâhımız kıyıldıktan sonra kutlama için dışarı çıkmıştık. Dört masa birleştirilmiş, uzun bir masa elde edilmişti. Yemekler çoktan bitmişti ama muhabbet hâlâ sürüyordu. Doktordan alınacak rapor ve diğer resmi işler sabah mesai ile başlayacaktı biz sadece bekleyememiştik.
Ben gülmeye devam ederken Eymen tekrar kulağıma fısıldadı. "Hoşuna gitti bakıyorum Rana Hanım." Hemen kafamı salladım ve Eymen'e doğru döndüm. "Gitmez mi Eymen Bey."
"İyi ki gelmişsin," dediğinde gülüşüm biraz buruklaştı.
Eymen kolunu uzatarak omzumdan tutup kendine doğru çekti.
"Çocuklar sormayayım diyorum ama kim kime taşınıyor?"
Cihan Amcanın konuşmasıyla Eymen'e yaslanmayı bırakarak doğruldum, dönüp Eymen'e baktığımda sadece yutkunduğunu gördüm çünkü bunu konuşmamıştık her şey tamamdı ama hemen evlenmeyeceğimiz için bu konuyu konuşmamıştık.
"Sonra konuşalım, üzerine düşünebileceğimiz bir konu sonuçta artık iki kişi değiliz." dedi.
Sadece kafamı salladım bahsettiği Oğuz'du, onun her şeyi öğrenince nerede yaşayacağına karar vermesi gerekiyordu.
Hemen ona destek vermek adına kafamı salladım. "Doğru." Demiştim kendi kendime.
"Gerçekten biz evlendik bunu mu konuşalım. O kadar şey yaşadık sonuca baksak?" Dediği zaman kolumu boynundan atarak sağ elimi uzatarak sakallarını okşadım.
"Tamam. Yeterli gerçekten. Doydum Furkan doydum! Kaç kilo olacak bu çocuk biliyor musun?" Yeşim ve Furkan'ın hepimizden bağımsız olmasına güldüm.
"Yeşim çocuğa ne kızıyorsun? Sen istedin onları yemeyi hepimiz yedik bitirdik sen-" Gülay Teyzemin lafını Mete Amca dürterek böldü.
"Aşk olsun anne." dedi Yeşim alınarak gözlerini annesine çevirdi. Gülay Teyze tatlı tatlı gülümseyerek "Şaka yapıyorum, istediğin kadar ye can olsun."
Yeşim hemen Eymen'le bana baktı fena bir şekilde baktığı için Eymen'in sakallarıyla oynamayı bıraktım. "Siz!" Dedi. Yeşim elini uzatarak parmağını bize sallıyordu. "Siz bu yemeği neden bu gece veriyorsunuz doymuyorum çok güzel." O sıralarda son kalan garsonlardan birisi bunu duyup "Afiyet olsun!" Dedi.
Gerçekten mutluydum.
Masada herkese göz gezdirdim.
"Canım karım." dedi bu kez Eymen. Durup durup tekrar ediyordu. "Bununda iyi ki bir karısı var." Hemen yan tarafımda Yiğit oturuyordu ve Ülkü il dışında olduğu için gelememişti Yiğit her seferinde bir serzenişte bulunuyordu buna gülmeden edemedim.
"Sana ne? Sen de git hemen evlen." Eymen'in Yiğit'e sataşmasıyla aralarında böyle diyalog ortaya çıkmıştı. "Senden önce evlendim."
Arada Oğuz'a bakıyordum ve her seferinde bana bakarken yakalıyordum onu. Merhametle bakıyordu, gözleri ışıl ışıldı her gördüğümde babamı andıran gözleri doğruyu yaptığımı haykırıyor gibiydi ya da bana böyle geliyordu. Bana öyle gelmesini istiyordum. Ben sadece bu dünyadaki yerimi sağlamlaştırmak istiyordum. Bir gün bir şey olursa onu iyi insanlara bırakmak istiyordum biraz çabam bunun içindi.
Kendi bardağıma uzanırken Oğuz'a gülümsedim. Bir şey diyeceğim sırada Eymen'in telefon sesi masadaki konuşmaların çoğunu böldü.
Arkama yaslanarak Eymen'in iç cebinden telefonunu çıkartmasını izledim önce kaşlarını çattı ardından ise telefonu açıp kulağına götürdü. "Efendim?" dedi.
"Benim." Dedikten sonra kafasını çevirip hemen bana baktığında bir şeyler olduğunu anladım.
Eymen bana eliyle bir dakika işareti yaparak masadan kalktı, biraz uzağa giderek telefona geri döndüğünde herkes benim kadar merak içindeydi.
O sırada tedirginliğimi hisseden Yiğit bana doğru dönüp "Seninle alakası yoktur. Yeni evlendiniz tebrik mesajı falandır." Dedi. Gözlerimi Eymen'den ayırıp Yiğit'e çevirdim.
Sadece kafamı sallayarak önüme döndüm. "Umarım öyledir Yiğit."
Eymen telefonu kapatarak masaya geri döndü ama yanıma oturmadı. "Banu..." Dedi.
Eymen kollarını masaya uzatıp bana doğru eğildi. Babam ve Banu.
Sekreter Banu.
Hemen kafamı salladım ne olduğunu söylemeliydi artık "Eymen?" Dedi Cihat Bey, "Ne olmuş oğlum?"
Eymen sıkıntılı bir şekilde ofladı. "Ölü bulunmuş, cebinden numaram çıkmış."
Bugüne kadar hiç bu kadar yaklaşmamıştım ailemin katiline.
Bugüne kadar hiç bu kadar uzaklaşmamıştım ailemin katillerine.
"Nasıl ölmüş?" Belki benim için en önemli detay neden Eymen'in numarasının cebinde olduğu olabilirdi ancak nasıl öldüğü daha önemliydi.
"Kafasından." Dediğinde ise anladım olanları. Babam ve annem kendileri silahla intihar etmiş gibi gözüken bir senaryo ile ölmüşlerdi. Elimdeki tek fotoğrafları anneannem denen o kadının bulmama izin verdiği o geceye ait babamın bence öldürülmeden önceki tek çekindiği fotoğraftı. Hiçbir kanıt niteliğinde değildi olsa olsa intiharından önce Beril Hanım çekmiş olabilir diye söyleyip bana yol verecekleri bir fotoğraftı.
Her şey kafamda yerli yerine otururken içim ürperdi, içeride sıcacık bir yerde otururken üşüdüğümü hissettim.
"Annemle babam öyle ölmemiş miydi?" Oğuz'un bomba gibi düşen sorusu beni kendime getirdi. "Ne?" dediğimde birbirimize baktık o kırdığı potun etkisiyle dudaklarını birbirine bastırdı ben şok içinde ona baktım.
Bir an nefes alamadım. İçimde bir şey çöküyordu, yerinden oynayan taşlar gibi...
Oğuz'un gözlerine baktım. "Ne dedin sen?" dedim, sesim zar zor çıktı.
Oğuz dudaklarını bastırdı, pişmanlık mıydı, korku mu, yoksa sadece bir refleks mi anlayamıyordum.
Biliyordu tek bildiğim anladığım buydu. Oturduğumuz masada Oğuz'u tek bilen kişi Eymen'di. "Oğuz. Gel." Kalktım yerimden, sandalyem geriye kayarken çıkardığı sesle herkes bir an irkildi. Eymen kolumu tutmaya çalıştı, gözlerime baktı ama ben onun gözlerinde cevabı değil, sadece anlayışı aradım. "Biraz hava alacağız," dedim kısaca. Oğuz da başını öne eğmiş, sessizce beni takip ediyordu.
Masadan uzaklaştık. Kalabalığın uğultusu arkamızda silindi. Restoranın tarafındaki küçük terasa çıktık. Buradan içerisi çok net görünüyordu ben nasıl masada oturan insanları görebiliyorsam onlar da bizi görüyordu. Havanın serinliği yüzüme çarptığında, içerideki sıcaklığın ne kadar sahte olduğunu anladım.
"Şimdi anlat," dedim, Oğuz'un tam karşısında durarak. "Ne biliyorsun? Nasıl biliyorsun?"
"Rana abla..."
"Oğuz!" Sesim istemsizce yükseldi. Boğazım düğüm düğümdü. "Beni aptal yerine koyma. Nereden biliyorsun?"
Gözleri doluydu. Bir süre gözlerime bakmadı. O an kendimi çok küçük hissettim. Çok kötü hissettim. Oğuz'a anlatmam gereken her şeyi en fazla bir hafta saklayabilmiştim ama pişmanlığım büyüktü.
"Babam söyledi bana." İçimdeki fırtına giderek büyüyordu, her kelime, her cümle bir darbe gibiydi. Oğuz'un sözleri, beni bıçak gibi kesmişti. Bir an bile düşünmeden, hislerimi kenara koyarak, sadece bu anın gerçeğine odaklandım. Tuncay... Babası...
Tuncay. O ismi duyduğum anda içime bir buz parçası saplandı.
"Ne?"
"O benim... babam." Tuncay'ın adı bile beni korkutuyordu. Her şeyin neden olduğu bir boşluk vardı içimde. "Bunu biliyorum Oğuz," dedim, sabırsızca. "Ne zaman konuştun onunla?"
Oğuz susmaya devam ettiğinde "Cevap ver!" diye bağırdım kendimi tutamadan.
Başını eğdi, dudaklarını kemirdi. "O benim babam! O baktı büyüttü beni, kimse yoktu yanımızda! Katil falan değil!" Gözleri, gerçekten bir çocuk olmanın getirdiği masumiyetle, ama aynı zamanda acının da her zerresini taşıyan bir bakışla doluydu.
"Sandığından çok daha iyi bir baba. Babasızlığından çok daha iyi bir babaydı!" Titrek bir nefes aldım. Yutkunarak dudaklarımı araladım. Bir şeyler söylemem lazımdı.
Söyleyemeden ağzımı kapattım.
"O bir suçlu Oğuz. Bir katil olabilir." Dedim.
"Ben de bunu anlamak için konuştum zaten! Ne yapmam gerekiyordu? Sen sustun da ne oldu?"
Sesim titredi, ellerimi yumruk yaptım. "Ben seni korumaya çalıştım!"
"Ben artık çocuk değilim!"
İkimiz de bağırıyorduk artık. Terasın soğuğu değil, içimizdeki kırgınlık üşütüyordu bizi.
Ama Oğuz'un bir çocuğun yapabileceğinden daha fazlasını yüklenmiş olduğunu biliyordum.
"Beni kabul etmek zorundasın Oğuz," dedim, sesim yavaşça titreyerek. Yıllardır bir taş gibi içimde duran gerçekler artık çatlamaya başlıyordu.
Kime inanmalıydım, bilmiyordum.
"Yapabilir miyim, bilmiyorum," dedi. Sesi neredeyse bir fısıltıydı. "Biz... çok yabancıyız."
Ağzından çıkan kelimeler beni bile korkuttu. Ama gerçekti. Oğuz'a bakarken, onun gözlerindeki yabancılıkla, aynı yabancılığı kendimde de görüyordum. Kardeşlik bir kan meselesi değildi. Birlikte büyümemiştik. Birlikte susmamıştık. Aynı acıyı yaşamamıştık. Belki yaşadık ama... yan yana değildik.
Oğuz'un koluna doğru uzandığımda "Korkuyorum." Dedim Oğuz kendini geri çekti. "Tuncay'ın oğlu olduğun için değil, seni tanımadığım için korkuyorum,"
Başımı çevirdim, terasa yaslandım. İçeridekiler hâlâ masadaydı burayı bizi izlediklerini biliyordum.
İçimden geçen düşünceler, aklımda dönüp duran hatıralar, hepsi üzerime çöktü. Oğuz'un gözlerinde yıllar sonra ilk defa babamın gözlerini görmüştüm. Şimdi bir kez daha baktım ve sadece kendi körlüğümü gördüm.
Oğuz'un gözlerinde, eksikliğimi, gecikmişliğimi, geç kalmışlığımı gördüm.
Ben o çocuğa hiçbir zaman abla olmadım. Olmayı istemem bile bir şey ifade etmiyor artık.
Çünkü onun çocukluğu geçti.
Çünkü o büyürken, ben hiçbir yerde yoktum.
Ve şimdi hiçbir kelime, hiçbir sarılma, hiçbir "özür dilerim" onu geri getirmeyecekti.
Neden daha önce bakmadım? Neden araştırmadım? Neden bir adım atmadım? Kendimi bulmak için neden bir adım atmadım?
Neden ben aileme bu kadar geç kalmıştım?
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 5.87k Okunma |
1.07k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |